Süleyman HATİPOĞLU* ANKARA, 08 Temmuz 2007 Pazar
2. Bölüm
Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi'ni takip eden günlerde Türk yurdu yer yer işgallere uğrarken Çukurova yöresi de 1918 yılının Kassm ve Aralık aylarında Fransız ve İngiliz ortak işgaline uğramıştı.
Kaç - Kaç Hadisesi:
Kaç-Kaç[70] olayına da gelince; yavaş yavaş şehri terkeden Türk aileleri 10 Temmuz 1920'de tamamen genel bir kaçışa başladılar. 10 Temmuz'daki katliam söylentisi hemen hemen bütün şehirdeki Türkleri kaçmaya mecbur etmişti[71]. Ermenilerin kasıtlı olarak yaptıkları katliamlar ise şehirde asayişi bozmuş ve halkın kaçmasına zemin hazırlamıştı. Bu durumu anlayan halk da düşmandan temizlenmiş Toroslara sığınmak için harekete geçti. Fakat, Adana'dan çıkış zor idi. Her tarafta Ermeni çeteleri her an müslüman Türk'ün can güvenliğini tehdit ediyorlardı. Bu büyük bir tehlike idi. Asıl mesele bu olup, Toroslara sığınmaktan amaç ise kaçıp kurtulmaktan daha çok, orada teşkilatlanıp, Adana'yı düşman istilasından kurtarmaktı.
Bu durumun farkına varan Fransızlar, 9 Temmuz 1920 tarihinde Ermeni komitecileri ile düzme bir oyun tertip ederek; müslüman halkın şehri boşaltmalarını kolaylaştırmak için güneydeki bahçeler tarafına Cezayirli müslüman askerlerini nöbetçi koyup, bu duruma müsamaha gösterdiler[72].10 Temmuz sabahı iki saat süren silahların müslüman mahalleleri üzerine sıkılmasından sonra Türkler, koltuklarında birer bohça ile Oba yoluna doğru kaçmaya başladılar[73]. Çarşıdaki Türkler dükkanlarını kapamadan, evde kadınlar eşyalarını ve giyecek bir şey almadan şehrin batı ve güney taraşarına, yani oba semtlerine kaçmaya başladılar[74]. Kaç-Kaç yolculuğuna ova köylüleri de, paniğe kapılarak iştirak etmişlerdi[75]. İşte bu ana-baba yurdunu ve evini mahşeri bir vaziyette terk ederek kocası karısını; çocuğu anasını bulamayan, bu günün adına işgal tarihinde Kaç-Kaç denilmiştir[76]. Kaç-Kaç gerçek anlamda bir millî kıyam olup, zulme karşı yapılan bu sessiz direniş nesillerden nesillere intikal edecek, hiç bir zaman unutulmayacaktı[77].
10 Temmuz günü Fransız uçakları, sabahın erken saatlerinden, öğlene kadar bu Kaç-Kaç kafilesine katılanların üzerlerine bomba ve sivri çiviler atmışlardı. Zalim Fransızlar Türkleri burada da rahat bırakmamışlar ve böylece bazılarının ölümlerine sebep olmuşlardı[78]. Kaç-Kaç sırasında bulunan Ab-dulkadir Bilginer kitabında olayı şöyle yazmaktadır[79]:
"...Bizler dikenli ve tozlu yollarda, kuşları uçurtmayan kasıp kavuran güneş tepemizde; etrafımızda vicdansız süngülü askerler, durup dinlenmeden yürüyorduk....askerler arasında çok sayıda Ermeniler de vardı. Ellerine istedikleri fırsat geçmiş, bizlerden intikam alıyorlardı. Ara sıra: "Alçak Dacikler" deyip gülüyorlardı-Dacik Ermenice Türk demekmiş-. Kafilenin arasına tüfeklerle giremiyorlardı. Canı yananlar bir hadise çıkarabilir korkusu vardı. Bir ara solumuzda acı bir kadın sesi, bağırışlar, itişip kakışmalar oldu. Yaşlı bir nineye çabuk yürü diye dipçik vurmuşlar. O ana kadar ufak tefek homurdanmalar dışında yürüyüş oldukça sakindi. İhtiyar nineye yapılan bu alçaklığa halk dayanamadı. Askerlere saldıranlar bile oldu. Fransız askerleri daha çok ateş açarak, halkı tehdide başladılar. Askerlerin bütün güvenceleri havaya silah sıkmaktı. Ermeni olduğu anlaşılan bir asker ise: "Sinirlenmeyin sonunuz daha fena olur" dedi ve yürüdü...." artık halk yavaş yavaş Toroslara göç ederken, paralı olanlar ise daha içerlere kaçmışlardı[80].
O günlerde Pozantı'da yayın yapan Yeni Adana Gazetesi daha sonra bu Kaç-Kaç olayından şu şekilde bahseder[81]:
Adana'nın Kara Günü (10 Temmuz 1336/1920)
Geçen sene Fransızlarla akd edilen mütarekenin nihayet bulduğu günleri takip eden günlerde Fransızlar, ateşlenmiş Ermeniler, gayz ve ihtirasla zavallı islâmların başına bela kesilmişlerdir. Her geçen gün Adana için kanlı bir matem gölgesi bırakıyordu. Kafkas dağlarından gelen haydut "fiişmanyan" Ermeni kilisesinde bir hükümet tesis etmiş burada sokaklardan toplanan islâmlar bin bir türlü engizisyon cezalarıyla idama gönderiliyordu. Bütün şehri zulüm, felaket doldurmuştu.
Sırtlan hisli Bremond, Dufieux celladlarına emir vermiş memleket kan ve ateşle boğuluyordu. Bu hainlikler gittikçe artıyor. Bu son müslümanların kalbi zulüm korkusuyla titriyor. Kafile kafile kadın, çocuk yollara dökülmüş şehrin cenubuna doğru akıp gidiyordu.
Temmuz'un onuncu günü şehir bir mezbaha halini aldı. O gaileden yarım saat sonra tertip edilen ihtilal başlamış, şehrin Ermenilerle meskun olan aksamından cehennemi bir ateş açılmıştı. Yollarda, sokaklarda bir çok zavallıların cesetleri yatıyor. Kızlar, kadınlar canlarını kurtarmak için yalın ayak, baş açık temmuz güneşinin kızgın alevleri içinde yükselen, kesif tozlara boğularak akın, akın hicret ediyorlardı. Anasını kayıp eden yavrular, göğsü delinmiş yavrusunun üzerine kapanan ak saçlı analar namusu üzerine titreyen bakirelerle ovalar, obalar dolmuştu.
Hicret başlamış, kanlı eller ufka doğru yükselmiş sırtlan sadaları bu kafaların arkasından yükseliyordu. Günler geçti. Gülistan gibi kıymetli memleketimiz baykuş yuvalarına döndü. Kanlı eller saf-ı Seyhan kenarında yıkandı. Türk hazineleri yağma edildi.
Bu gün hâlâ kulaklarımızda uğuldayan bir çok zehirli sedalar var.
(Geliyorlar, doldururlar…. ah namusum... yavrum) bu sözleri her ağız ayrı ayrı söylüyor.
Beş yüz senelik yuvasından uzaklaşıp gidiyordu. 10 Temmuz kara gün, binlerce islâm mezarının açıldığı gündü".
Kaç-Kaç olayı Adanalıları gerçekten sarsmıştı. Bu hadise Fransızlar için de kötü bir puandı. Türkler kaçmışlardı ancak bunun intikamını almak için hazırlanıyorlardı. Onlar sadece canlarını kurtarmak için kaçmamışlardı, To-roslarda Millî Teşkilât'a dahil olarak Adana'nın kurtuluşu için savaşmak amacıyla kaçmışlardı. Kaç-Kaç'ta gizlenen millî ruh bu idi[82]. 10 Temmuz 1920'de binlerce Adanalının, cehennemi bir sıcakta, toz toprak içinde, sefil, perişan bir vaziyette gerçekleştirdikleri bu kaçış, Fransızlarla Ermenileri memnun etmişti[83].
Ermenilerin Killikya Devleti Kurma Girişimleri:
Meydana gelen Kaç-Kaç olayından sonra, Ermeniler ve bilhassa Ermeni fiişmanyan Hükümeti ve komitecilerin; "fiehirde Türk kalmadı. Bize verdiğiniz vaadinizi yerine getiriniz. Biz Kilikya Hıristiyan Cumhuriyeti kuracağız" diyerek, resmen Fransız Genel Valisi'ne müracaat etmişlerdi[84].
Bu arada Ermeniler Fransızların Çukurova'dan çekileceği propagandasını yaymaya başlamışlardı. Bunun üzerine, Ermenilerin lideri durumunda bulunan Dr.Mihran Damadian hemen Beyrut'taki Ermeni komitesi başdelegesi Dr.Malezian'la haberleşerek, harekete geçmiştir. Durumdan haberdar olan "Guiliguia (Kilikya)" adındaki Ermeni gazetesinin baş yazarı Veradzine, Abdioğlu Köyü'nde bir kaç komiteci ile yerleşerek, Fransız mandası altında, Kuzey sınırı demiryolu; doğu ve batı sınırı Ceyhan ile Seyhan nehirleri olmak üzere "Kilikya Mezopotamya Cumhuriyeti"ni kurdular. Bunun üzerine Veradzine'i, Fransızlar almış oldukları tedbirlerle sürgün etmişlerdi[85]. Bundan sonra da Çukurova'da bulunan bütün Hıristiyan delegeleri bir bildiri yayınlayarak, eylemlerini sürdürmeyi düşündüler. Bu olaydan cesaret alan Dr.M.Mihran Damadian 5 Ağustos 1920 sabahı saat 10.00'da Ermeni şeşeri ile vilayete gelerek, cumhuriyetin geçici hükümet başkanı olduğunu belirtip, kabinesiyle hükümet konağına oturdu. Ermeni şeşeri Damadian'ın bu hareketini açıkça alkışlayarak desteklediler[86]. Bremond ise eserinde; halk yığınları ve Ermeni mahallesi de dahil olmak üzere, bu olaya kayıtsız kalmışlardı demektedir[87].
Bunun üzerine Bremond, beklenmedik bu olay karşısında, önce Beyrut'taki askerî kumandanı ve sonra da Paris'i durumdan haberdar etti. Bremond'un her iki yerden aldığı emir: "Kaça mal olursa olsun, bu cüretkarların haddini bildir." Olmuştur[88]. Bundan sonra da Bremond, Damadian'ın telefonunu kestirdi ve özel sekreteri Teğmen Georges Perrien'i göndererek, vilayetten ayrılmasını istedi. Damadian; "Ermeni ahalisine danışmadan bulunduğu yerden ayrılmayacağını" bildirdi. Damadian'ın bu direnişini kırmak için, Bremond güç kullanmaya karar verdi. Bunun üzerine Fransız avcı bölüğünden erler yollanarak, kabinesi ile beraber Damadian oradan atıldı. Damadian'ın hükümet binasından atılmasından sonra ise, Ermeniler gösteriler yaptılar ve Fransız kuvvetleri bu gösterileri bastırarak, asayişi sağladılar[89]. Bremond gerekeni yaparak, bunları Fransa işgalindeki başka şehirlere sürgüne göndermiştir. Böylece bu Ermeni Devleti'nin ömrü iki saat onbeş dakika sürmüştür[90].
Ermenilerin bağımsız bir devlet kurmaları veya buna teşebbüs etmeleri Fransızları sükutu hayale uğratmıştı. Zira Türk'ü öldürmek için onbinlerce verdikleri silahların kendilerine çevrilmesinden dolayı endişeleri artmıştı. fiimdi bu silahları geri nasıl toplayacaklardı[91]. Bir başka olay da Mavera-ı Kafkas'ta İngilizlerin başına geldiği gibi, Fransızlar da Ermeni müttefikleriyle kötü tecrübeler edindiler. Bundan sonra da Fransızlar Türk dostluğunu açıktan açığa aramaya başladılar[92]. Bu olaylar üzerine Fransızlar Ermenilere vermiş oldukları desteği geri çektiler. Bu durumu protesto etmek üzere Da-madian ve Ermeni Başpapazı ortak olarak bir bildiri yayınladılar buna göre; bu desteğin devamını istediler, aksi takdirde kendi üzerlerine düşen görevleri yapmayacaklarını ilan ettiler[93].
Bütün bunlara rağmen, Çukurova'daki Ermeniler, Fransızların desteği altında bir varlık göstermek amacıyla Türklere karşı akla gelmeyecek insanlık dışı davranışlarına devam etmişlerdi. Hacın, fiar, Zeytun, Urumlu bölgeleri Fransız işgali altındayken bölgedeki silahlandırılmış Ermeniler, Türklere yapmadıklarını bırakmamışlardı[94]. Görüldüğü gibi, bu Ermeni hareketleri vahşet halinde devam etmiş olup, bu vahşetin sonunun ne zaman geleceği ve neye varacağı belli değildi. Fransızların peşi sıra giden Ermeniler vardıkları yerlerde yerli Ermenileri de ayaklandırdılar. İşgalden sonra Adana'ya bir Ermeni Polis Müdürü tayin edilmişti. Abdurrahman ismindeki Arap asıllı bir vali de İstanbul Hükümeti'nden ziyade, Fransızların ve Ermenilerin emrinde çalışmaktaydı. Zaten asıl vali Dufieux isminde bir Fransız idi. Hacın gibi yerler de fiilen Ermeni idaresine geçmişti[95]. Ali Saip Adana'dan ayrılıp Urfa'ya gidince, oradaki halkı şu şekilde uyarmıştı[96]:
"Adana'ya Fransız ayağı bastığı günden itibaren, din, namus, haysiyet ve şerefe tecavüz başladı. Burada da aynı zulümler başlamak üzere bulunuyor. Fransız kumandanı, muvazzaf jandarmaların terhisiyle kaydettireceğini söyledi. Bundan maksat da hazırladıkları 300 Ermeniyi jandarma kaydettirmektir. Adana ve Kozan'da kulağı kesilen ve gözleri oyulan müslümanları gözümle gördüm. Bu felaket görmüş bölgeden, bağrım, ciğerim yanık olarak, buraya geldiğim ve burada da aynı kötülüklerin başlamak üzere bulunduğuna vakıf olduğum için, sizi uyarmayı verilmiş bir görev sayıyorum".
Ermenilerin yaptıklarından bir kaç örnek daha vermek istiyorum; "Saimbeyli (Hacın)'ye gitmekte olan Kamavorlar[97] Eskikarakol yerine yakın Gölyeri çayırlığında Çerkez İsmail Bey'in Yılkı adıyla adlanan at sürüsünü otlattığını gördüler. Onu soymaya kalkıştılar. İsmail bey direnince silahlı düello başladı. İsmail Bey öldürüldü ama, ölmeden önce de bir Kamavoru öldürdü. Sağ kalanlar İsmail Bey'in gövdesini yarık yarık ettiler. Ellerini kalçalarından açtıkları yarıklara soktular. Ölü arkadaşlarını da, ata yükleyerek Saimbeyli'ye taşıdılar"[98]. Tavaslı ve Hacılar köyünden Ahmet ve Mustafa ile arkadaşı ve daha kaydedilmemiş olan bir çok Türk, gözleri oyulmak ve burunları kesilmek suretiyle şehit edilmişlerdi. Kozan'ı işgal sırasında dağlarda ve yollarda parça parça edilmiş vaziyette 140 Türk ölüsü bulunmuştu[99].
Ali Saip hatıralarında bu olayları şöyle anlatmaya devam etmektedir[100];
"Bu denli ve her türlü kayıtlardan, mesuliyetlerden azade kudurmuş canavarlar gibi etrafa saldıran fedailer, eti kemikten ayrılmış Türklere pek çok hakaret ve eziyet etmek için, müslüman kadınlarını tehdit ve sıkıştırma ile ve nümayişlerle kiliselerde hıristiyan yapıyorlardı. Bu acıklı olayı hakkıyla nakil ve tasvir etmeyi ağır başlılık, izzet-i nefis ahlâk anlayışımıza uygun görmüyorum". şeklinde yazarak, olayların boyutunun korkunç olduğunu vurgulamak istemiştir.
Sonuç:
Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz; Çukurova yöresine yönelik Fransa'nın sömürge politikası, gelecekteki Ermeni isteklerin yegane dayanağını oluşturmuştur. Bu durum ise Çukurova'da Ermeni-Fransız işbirliğini ortaya çıkarmış ve neticede bu hareket Ermeni zulmüne dönüşerek, Türkleri tehdit eder bir hal almıştır. Ermenileri böyle davranmaya sürükleyen en büyük sebep, Fransa'nın Çukurova'da onlara müstakil bir devlet kurma sözü vermesidir[101]. Fransa, Çukurova'da kurulucak olan tampon bir Ermeni Devleti ile Türkiye'nin Suriye'ye doğrudan müdahalesini önleyecek ve bu ise Suriye'deki Fransız hakimiyetine bir güvence meydana getirecekti.
Zaten Fransa'nın Çukurova politikası başlıca iki doğrultuda kendisini göstermekteydi. Ermenilere askeri harekatta yer verilmesi, Çukurova'nın ise idari yönden Ermenileştirilmesi[102]; bunun sonucu olarak da bölgede Ermeni mezaliminin şiddetlendiğini görmekteyiz. Fransa'nın bu politikası doğrultusunda Çukurova'daki Ermeniler Fransız desteği altında bir varlık göstermek hevesiyle Türklere karşı akla gelmeyecek insanlık dışı davranışlarına devam etmişlerdir. Hacın, Şar, Zeytun, Urumlu bölgeleri Fransız işgali altındayken bölgedeki silahlandırılmış Ermeniler Türklere yapmadıklarını bırakmamışlardı[103]. Görüldüğü gibi bu Ermeni hareketleri vahşet halinde sürmekteydi.
Türk insanının bu duruma müsaade etmesi düşünülemezdi. Nitekim kısa sürede ferdi teşebbüsler şeklinde ve daha çok intikam amacına dayalı mukavemet hareketlerinin ortaya çıkması engellenememiştir. Bu milli direnişleri tek bir çatı altında toplamak amacıyla Mustafa Kemal Paşa 5 Ağustos 1920 günü Pozantı'da bir kongre toplayarak, Pozantı'yı Çukurova'nın il merkezi yapmış ve bu bölgenin milli kurtuluş hareketlerini Ankara'ya bağ-lamıştır. Böylece Çukurova'daki Milli Mücadele yeni bir boyut kazanmış ve Mustafa Kemal Paşa'nın takip ettiği başarılı dış politika sonucu 20 Ekim 1921 tarihinde Türkiye ile Fransa arasında imzalanan, bölgenin Fransa tarafından boşaltılmasını sağlayan Ankara Anlaşması ile görmüştür.
DİPNOTLAR
*M. Kemal Üniversitesi, Fen. Ed. Fakültesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi, HATAY.
[70]Kaç Kaç olayı için bkz., Süleyman Hatipoğlu, Fransa'nın Çukurova'yı İşgali ve Pozantı Kongresi, Ankara, 1989, s.52 vd.
[71]D.Arıkoğlu, a.g.e., s.162.
[72]K.Ener, Çukurova'nın İşgali ve Kurtuluş Savaşı, İstanbul, 1963, s.79.
[73]"Adana'nın Kara Günü (10 Temmuz 1336)", Yeni Adana, S.124 (10 Temmuz 1337), Pozantı 1921; K.Ener, Çukurova'nın İşgali ve Kurtuluş Savaşı, s.79; Hatice Başcı (Yaş 91, Derleme tarihi 4 Ağustos 1987), Karataş İlçesi Fevziye Köyü sakinlerinden) bu olayları şöyle anlatmaktadır: "Kaç-Kaç'ı hatırlıyorum, kaçmak için hazırlık yaptık, arabalara eşyalarımızı yükledik. Bu sı-rada köye bir Fransız subayı geldi ve köylülere; 'siz kaçmayın, size bir şey yapamazlar dedi. Bunun üzerine biz kaçmaktan vaz geçtik" şeklinde yapmış olduğu açıklamada, Kaç-Kaç'a ova köylerinin tamamının katılmadığı anlaşılmaktadır.
[74]G.Girici, "İşgal ve Milli Mücadele Hatıraları, A.Remzi Yüreğir'in Kurtuluş Anılarından", Yeni Adana, 21 Aralık 1978, Adana, 1978; G.Girici, "Çukurova'nın İşgali ve Milli Mücadele'nin Önemli Olayları", Yeni Adana, 30 Aralık 1977, Adana, 1977.
[75]D.Arıkoğlu, a.g.e., s.163; Ayşe fiumnu (Yaş 80, Derleme Tarihi 31 Temmuz 1988 Ceyhan halkından) Kaç-Kaç olayını bana şöyle anlatmıştır: "Gâvur geldi dediler; iki at arabası ve biri de öküz arabası ile kaçtık. Ceyhan'dan Yapalak'a, oradan da Burnaz'a gittik. Burnaz'da bir veya iki gece kaldık, tekrar Yapalak'a geldik. Yapalak emin yerdi, gâvurdan uzaktı. Bir müddet burada kaldıktan sonra Ceyhan'a döndük, bir de ne görelim, gâvurlar Ceyhan'ı yakmışlar".
[76]G.Girici, "Çukurova'nın İşgali ve Milli Mücadele'nin Önemli Olayları", Yeni Adana, Adana, 1977.
[77]Y.Ayhan, a.g.e., s.55.
[78]D.Arıkoğlu, a.g.e., s.163-164.
[79]Abdulkadir Bilginer, Kaçkaç'ta Bir Çukurova Çocuğu, Bursa 1983, s.44-45.
[80]D.Arıkoğlu, a.g.e., s.164. Hatice Tınaz bu olayları bana şu şekilde anlatmıştır: "Köyümüzün yarısı -Adana'nın Yüreğir ilçesine bağlı Kayarlı Köyü- Ermeni idi. Biz çocuktuk, önceleri Ermeni çocuklarıyla kardeş gibiydik, onlarla oyun oynardık. Fakat işgalden sonra bu durum bozuldu. Oyun oynarken, Ermeni arkadaşlarımız bize; 'azkaldı, iki gün sonra honi ile ağzınıza sı-çacağız' dediler. Bundan sonra rahatımız bozuldu. O sırada Kaç-Kaç başlamıştı. Babam (Mehmet Avşar) bizi toparladı ve kaçtık. Döndükten sonra köyümüzde kaçmayan müslümanların hepsini yakmışlar. Babam, bunların kemiklerini toparlayarak toprağa gömdü. Kaç-Kaç sonrasında Ermeniler; Eğriağaç, Horlar, Asmalı, Tokuç, Kötüköyü, Dursunlu, Arapköyü, Kesmebu-run, Solaklı, Pekmezsuyu, fiıhmurat, Tanrıverdi, Kayarlı, Hinnepli, Kumrulu ve Kızıltahta köylerinin, tamamen yanmış olduğunu gördük" demiştir.
[81]"Adana'nın Kara Günü (10 Temmuz 1336)", Yeni Adana, S.124, Pozantı 1921.
[82]Yusuf Ayhan, a.g.e., s.58.
[83]Ş.Ş. Aydemir, Tek Adam, c.2, İstanbul, 1985, s.174-175. 84
[84]Ahmet Remzi, a.g.r.Bu rapor için bkz., S.Hatipoğlu, Orta Toros Geçitlerinde Türk-Fran-sız Mücadelesi s.63,; G.Girici, "İşgal ve Millî Mücâdele Hatıraları, A.Remzi Yüreğir'in Kurtuluş Anılarından", Yeni Adana, 22 Aralık 1978, Adana, 1978.
[85]Paul De Veou, La Passion de la Cilicie. 1919-1922, Paris, 1937, s.203 vd.
[86]Paul Du Veou, a.g.e., s.205 vd.; Girici, "Çukurova'nın İşgali ve Millî Mücâdele'nin Önemli Olayları", Yeni Adana, Adana, 1977; S.R.Sonyel, a.g.e., c.1, s.201-202; G.Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, s.47; Nurşen Mazıcı, a.g.e., s.121.
[87]E.Bremond, La Cilicie En 1919-1920, Paris, 1921, s.66.
[88]G.Girici, "Çukurova'nın İşgali ve Millî Mücâdele'nin Önemli Olayları", Yeni Adana, Adana, 1977.
[89]Du Veou, a.g.e., s.205.
[90]G.Girici, "Çukurova'nın İşgali ve Milli Mücadelenin Önemli Olayları", Yeni Adana, Adana, 1977; G.Girici, "İşgal ve Millî Mücadele Hatıraları, A.Remzi Yüreğir'in Kurtuluş Anılarından", Yeni Adana, 22 Aralık 1978, Adana, 1978.
[91]A.Remzi, a.g.r.; S.Hatipoğlu, a.g.e, s.64
[92]G.Jaeschke, Kurtuluş Savaşi İle İlgili İngiliz Belgeleri, Çev. Cemal Köprülü, Ankara, 1971, s.47.
[93]Paul Du Veou, a.g.e., s.360.
[94]ATASE, Atatürk Arşivi, Kls.23, Dos.1336/13-1, F.40-7; Atatürk Özel Arşivi'nden Seçmeler, Ankara, 1981, s.132-135.
[95]Ş.Ş.Aydemir, Tek Adam, c.2, İstanbul, 1985, s.171.
[96]Müslüm Akalın, Millî Mücâdele'de Urfa (Anılar-Belgeler), Urfa 1985, s.52-53.
[97]Kamavor: Bölgede Ermeni çetelerine verilen isim.
[98]Mustafa Onar, Saimbeyli, Adana, l989, s.95. 99
[99]Ali Saip, a.g.e., s.21-22; A.Cevdet Çamurdan, Kurtuluş Savaşında Doğu Kilikya Olayları, Adana, 1969, s.242-243.
[100]Ali Saip, a.g.e., s.23.
[101]Salahi R. Sonyel, "Yeni Belgelerin Işığı Altında Ermeni Tehcirleri", Belleten, o. XXXVI, S.141, Ankara, 1972
[102]Y. Akyüz, a.g.e, s.180-181.
[103]Necla Basgün, Türk-Ermeni Münasebetleri, İstanbul, 1973, s.93
Bu milletin tek sahibi var: Kendisi!
Yüksek Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur. İşte parola budur. Türk gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir. Biz de bunu görmekle bahtiyar olacağız. -Mustafa Kemal Atatürk
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:
Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,
Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.
Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!
Ne mutlu Türküm diyene!.
Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,
Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.
Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!
Ne mutlu Türküm diyene!.
Bunları Biliyor muydunuz?
Bunları Biliyor muydunuz?
* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”
* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,
* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,
* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,
*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,
* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,
* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...
* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”
* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,
* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,
* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,
*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,
* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,
* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...