CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

TEHLİKELİ SORULAR



TEHLİKELİ SORULAR

Gündemde öyle konular var ki; her biri ayrı ve ciddi yazılar, araştırmalar konusu olabilecek genişlikte ve derinlikte.
Üstelik bunlar eski deyimi ile “zülf-ü yare” dokunabilecek nitelikte. Yani söylenecek bir söz ile, güçlü ve hatırlı kişileri gücendirmek, kırmak ve kızdırmak olasılığı da yüksek.
İnsan olmanın koşulu “doğruları söylemek” olduğuna göre, doğruları söylemekten korkmamak kadar, zülfü yar sahiplerinin de tartışmadan ve eleştiriden korkmamaları gerektiği inancı ile sorularımızı sıralıyoruz.

ERGENEKON HOLDİNG’İNDE 15 DAKİKADA SAVUNMA OLUR MU

Bildiğiniz üzere Şirketler Topluluğuna “Holding” adı verilir.
Bir çok davanın toplandığı Ergenekon Davası da bir nevi “Ergenekon Davaları Holding’i” hüviyetine büründü.
Şimdi bu Holding’de, pardon yani bu davada; savunma kısıtlaması getirilerek 15 dakikada bir savunma yapılması isteniyor.
Senelerden beri devam eden, bir çok sanığı senelerdir hapiste bulanan, binlerce sayfa iddianamesi, yüzlerce klasörü, on binlerce sayfa ekleri, binlerce saat süren CD kayıtları bulunan, iddianamesi, açık ve gizli tanıkları için hiçbir kısıtlama getirilmeyen bir davada “15 dakikada bir savunma” kısıtlaması uygulanıyor.
Bayramlarda şehirlerarasında kaldırılan otobüs seferlerinde, İstanbul şehir hatlarında bile bu kadar sıklıkta sefer sayısına rastlanmazken, 15 dakika aralığıyla savunma “savunma özgürlüğünün bir göstergesi” olarak tarihi yerini alıyor.

VATAN TOPRAĞI KİMİN TOPRAĞIDIR.

Ulusal savunma bazında yapılan açıklamaların birinde “Bizim topraklarımız aynı zamanda NATO topraklarıdır” dendi.
Gerçekten öyle midir.
Bir takım uluslararası anlaşmalar ile bazı ülkeler, anlaşmanın tarafı olan diğer ülkelerin topraklarını savunmayı üstlenmiş olabilirler ama bu hiçbir zaman topraklar üzerinde hak sahibi olmayı içermez. Bu bakımdan topraklarımız yalnızca Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve Türk Vatandaşlarının topraklarıdır.

PATRİOT’UN UCU KİMİN ELİNDE

Patriot sözcüğü “vatansever” anlamına gelmektedir.
Günümüzde ise; karadan havaya atılan füze sistemini tanımlamaktadır.
Yani bu füze “karadan havaya atılan vatansever füze” dir.
Peki, bu vatansever füzeyi ateşleyecek parmak, vatansever bir yurtdaşımızın parmağı mı olacaktır yoksa bir yabancının baş parmağı mı.
Üstelik Türkiye Cumhuriyeti topraklarına yabancı askerlerin girip konuşlanması için TBMM’den kanun çıkması zorunlu iken, böyle bir kanun olmaksızın yabancı askerin parmağı, nasıl olup da Patriot’un ucunda olacaktır.

UÇAKSAVAR BOMBALARINI KİM ATIYOR

Gün geçmiyor ki sınır köylerimize düşen “bomba, füze ve kurşunların” yarattığı tehlike ve yaralanmalardan söz edilmesin.
Peki, bu bomba ve kurşunları kim atıyor.
Suriye’de muhalif güçlerin uçağı olmadığına, hükümet kuvvetleri muhalif güçlere karşı uçak kullandığına göre demek ki uçaklara karşı kullanılan bu bomba, füze ve kurşunları muhalif güçler atıyor ve onların astığı bu bombalar bizim sınırımızı aşıp topraklarımıza düşüyor.
Yani sınırımızdaki asıl tehlike, Suriye hükümet kuvvetlerinden değil, bu işe şu veya bu şekilde bizi “bulaştırmak isteyen”, muhalif isyancı güçlerden geliyor.

HELALLİK İSTEYECEK MİSİNİZ

12 Eylül Devrimi’nin adı, 12 Eylül Darbesi oldu.
Aradan 32 yıl geçtikten sonra yargılanıyorlar ve hiç tanımadıkları ama işkencede öldüğü söylenen bazı kişilerin resimleri gösterilerek, televizyon kameraları aracılığıyla soruyorlar : “Bu kişiden helallik isteyecek misiniz
Kardeş kavgasını ve dökülen kanları önlemek için yapılan -adı her ne ise- devrim, darbe veya ihtilali yapanlar alkışlandı, aklandı, seçildi, anayasal güvence getirildi, emekli oldu, her türlü zamanaşımı geçtikten sonra, biri 92 diğeri 87 yaşında hasta yataklarında yargılanıyorlar.
Aslında bizim, onlara sormamız gerekir : “Hakkınızı helal ediyor musunuz

TEKKE VE ZAVİYELER NEDEN AÇILIYOR

Anayasa’da yer alan “Devrim Yasaları’ndan” biri daha kaldırılarak, tekke ve zaviyeler açılmak isteniyor.
Aslında yoldan geçen insanlara “tekke ve zaviye nedir” diye sorsanız, ne olduğunu bilen bile çıkmaz.
Bu açılışa gerekçe olarak, tekke ve zaviyeleri açarak “Alevi inancına da özgürlük getirmek istediklerini” söylüyorlar.
Alevi temsilcileri, büyükleri ise bar bar bağırıyorlar “Bu açılışa bizi alet etmeyin, Alevilik inancının, tekke ve zaviye ile en ufak bir ilişkisi yoktur” diye.
O halde tekke ve zaviyeler niçin açılmak isteniyor.

VAR MI BAŞKA SORULARINIZ

Ana dil’den, af sarmalına, teröristle görüşmelerden, etrafımızda yarattığımız düşman komşu ülkelere kadar “sorular” çeşit çeşit.
Aykırı sorular, tehlikeli sorular, yandaş sorular, çanak sorular…”
Sorularınız varsa siz de sorunuz.
İşte meydan.

Av.A.Erdem Akyüz


Yakın Tarihin ve Bugünün Bir Analizi..



Yakın tarihin ve bugünün bir analizi..

Prof Dr.Yusuf Halaçoğlu (1993-2008 arası Türk Tarih Kurumu Başkanı)


Birilerinin çıkıp Dersimlilerden, Ermenilerden özür dilemesini izledik. Fakat kimse çıkıp da aslında Dersim'de ayaklananların devletten özür dilemeleri gerektiğini söylemedi.
Bunların kim olduğu da herkes tarafından bilinmektedir.
Bunlar altı aşiretten ibarettir.
Dersim'de herkes isyan etmedi.

Diaspora Ermenileri ve Taşnaklar gelsinler ve Türkiye'de bir panel yapalım.

Desinler ki; "Arkadaşlar biz yanlış yaptık, devletimize karşı çıktık. İhanet ettik, sivil insanları, kadınları çocukları, bebeleri öldürdük, hamile kadınların karınlarından ceninleri çıkarıp elimizde salladık".

Bunlar Pastırmacıyan'ın kendi raporlarında var.

Şöyle devam etsinler; "Biz bu hataları yaptık ve Türk milletinden özür diliyoruz".

Biz de o zaman diyelim ki; "Biz sizin bu yaptıklarınıza karşılık olarak sizi sürgün ettik, savaş alanlarına çıkardık. Bunlar olurken başınıza bir takım trajik olaylar geldi. Bu olanlar bizim elimizde olmayan şeylerdi. Eşkıyalar saldırdılar, gasp ettiler, öldürdüler, yağmaladılar. Sizler de yerinizden yurdunuzdan oldunuz. Biz de sizden özür dileriz" diyelim.

Var mısınız?

Bu olayların sorumlusu da anlaşıldığı kadarıyla Kürtlerdir.

Büyük çapta karşılıklı bir öldürme gerçekleşti.

Ama önce Ermeni çeteleri Osmanlı askeri elbiselerle Kürt köylerine saldırdı. Bu sebeple de karşılıklı öldürme gerçekleşti.

Yabancı kaynaklarda da aynı yönde kayıtlar yer almaktadır.

Bu durumu Meclis'te de ifade ettim.

Ermenileri öldürenlerin Türkler mi Kürtler mi olduğunu yine bir açık veya kapalı oturumda tartışmayı Meclis'te BDP'lilere söyledim. Onlar Osmanlı devletinin bunu emrettiğini söylediler. Ben de o zaman bunu kanıtlamalarını istedim.

O zaman Osmanlı yaptıysa da ortaya çıksın dedim.

Var mısınız dedim, yine yoklar, çünkü Osmanlı emretmedi aksine durdurdu.

Bütün ABD ve Alman kayıtlarında der ki "Osmanlı Ordusu olmasaydı, Kürtler Ermenilerin hepsini kesip, bir tanesini bile bırakmazdı".

I. Dünya Savaşı sırasında hangi Kürt aşiretlerinin Ruslarla işbirliği yaptığını da Meclis'te BDP'lilere sordum.

Buyrun, siz Çanakkale deyip duruyorsunuz dedim, bir oturum yapalım hangi Kürt aşiretleri Ruslarla işbirliği yapmışlardır açıklayın, dedim.

1920 Koçgiri, 1925 Şeyh Sait, 1926 Koçuşağı ardından da Dersim. Dersim'le ilgili olarak TÜRKSOLU dergisinde yayınlanan belgeler arasında var.

1935 yılında Kamışlı'da ve Halep'te Kürtlerle, Ermenileri İtalyanlar bir araya getirmiştir.

Dersim'e makineli tüfekleri gönderenler kimlerdir?

Fransızlar.

Türkiye, AB'ye benzer şekilde bir Türk Birliği'ni Türk cumhuriyetleriyle birlikte oluşturamaz mı? Elbette oluşturabilir.

Atatürk döneminde, Sadabad ve Bağdat Paktları gibi örneklerden biliyoruz, Türkiye'nin yüzünü doğuya döndüğünü görüyoruz.

Bugün ise tek umudumuz sanki Batıymış gibi hissettirilmeye çalışılıyor. Türk kamuoyu da bununla oyalanıyor.

Her şey aslına rücu edermiş, güneşin Doğudan yükseldiğini hatırlatmak gerekmiyor mu?

Mesela, TBMM'de Kırgızistan Cumhurbaşkanı Almazbek Atambayev'in yaptığı konuşma, Nazarbayev'in Kazakistan'daki söylemleri hakkında AKP Hükümeti neler düşünüyor?

Türk Cumhuriyetlerinin bu birliğe ihtiyacı olduğunun bir göstergesi değil midir? Türkiye bunu değerlendirebilir mi?

Türkiye kendi iradesiyle bir dış politika gerçekleştirecek olursa bu sorduklarımı/söylediklerimi gerçekleştirebilir.

Maalesef bugün bu yoktur.

AB'nin on sene içinde dağılıp çökeceğini ben TTK Başkanı'yken de söylemiştim. Nitekim bu durum şu anda büyük oranda gerçekleşmiştir.

AB kendi içinde büyük bir ekonomik krize düşmüştür.

Sadece Alman ekonomisi ayaktadır. Fransa bile sallantıdadır.

Bütün birlik üyesi ülkelerin ekonomileri ciddi biçimde sarsılmıştır. Yunanistan, İspanya, İtalya, Polonya, Macaristan gibi ülkeler iflasın eşiğine gelmiştir.

AB'nin eski fonksiyonu yoktur ve Türkiye'nin AB'ye girmesinin de hiç bir anlamı kalmamıştır artık.

Aslında yarından tezi yok, Türkiye'nin Gümrük Birliği'nden derhal çıkması lazımdır. AİHM'den de.
Türkiye'de hükümet bundan bir buçuk yıl önce doğru bir siyaset takip ediyordu. Suriye ile vizeler kaldırıldı.

İran'la aynı şekilde anlaşmalar yapıldı.
Bunun üzerine Batı dünyasında hemen eksen kaymasından bahsedilmeye başlandı. Ben o sırada Halep'teydim.

Eksen kayması konusunda televizyonların bana sorduğu soruya şöyle cevap vermiştim: "Türkiye kaymış olan eksenini doğruya oturtuyor".

Dünya enerji merkezlerinin bulunduğu coğrafya, Türk cumhuriyetleri de dahil olmak üzere Ortadoğu coğrafyasıdır.

Irak ve İran'ı da içine alarak Türk cumhuriyetlerinin bulunduğu bu coğrafya dünya petrollerinin, yani siyah altının  % 60'ına sahiptir.

Bütün Avrupa'yı besleyen doğalgaz da bu bölgeden çıkmaktadır.

ABD,  İNGİLTERE , İSRAİL ve AB ,BOP masalı ile Ortadoğunun bu büyük enerji merkezlerine hakim olmaya çalışmaktadır.

Bölgeye yeniden şekil vermeye, parçalamaya çalışıyorlar . Böl ve yönet

Böyle bir ortamda Türkiye'nin bu politikadan vaz geçip yüzünü Doğuya döndürmesi lazım. Medeniyet Batıda yoktur. Onların güneşi sadece kendilerini aydınlatabilecek güçtedir. Ne kadar ışık vereceğini de kendileri bile tahmin edememektedirler.
BOP ile, Kutsal topraklar masalı ile  kendi sonlarını da hazırladıklarının farkında bile  değiller.

Medeniyet Doğuda da vardır.

Bu medeniyeti sadece teknoloji olarak düşünsek bile bugün Tayland'dan Kore'ye, Japonya'dan Çin'e, Hindistan'a kadar Doğuda müthiş bir teknoloji gelişmesi vardır.

Eğer Türkiye akıllı davranarak Türk cumhuriyetleri ile beraber İran, Gürcistan hatta Rusya ile Baltık kıyılarından Kızıldeniz'e kadar uzanan bir coğrafyayı içine alan yeni bir birlik kurmanın adımlarını attığı zaman, dünyada pek  çok şey değişecektir.

Engeller tabi ki çıkacaktır ama bunları aşmak mümkündür.

Böylece dünyada söz sahibi olacak önce ekonomik ardından da siyasi bir işbirliği , ister istemez doğacaktır.

ABD, bugün Çin'le mücadele edemeyecek bir pozisyona düşmüştür. Çin ekonomik gücüyle, nüfusuyla büyük bir güçtür.

Şöyle düşünelim: 400 milyon insan 1,5 dolardan çalışsa 600 milyon dolar günlük geliri var demektir. Bu büyük ekonomiyle ABD'nin başa çıkması mümkün değildir.

Askeri anlamda da bu böyledir.

Dolayısıyla ABD'nin Çin'i alt edebilmesinin tek yolu olarak Çin'in ihtiyacı olan enerji merkezlerine sahip olmak kalmaktadır. BOP ile Çin , kuşatılmak Rusya ise izole edilmek istenmektedir.

Bugün Ortadoğu'da meydana gelen tüm olayların temelinde işte  bu  gerçek yatıyor.

Halbuki biz akıllı olsak da bu coğrafyada işbirliği yaparak bir yerlere varsak zannediyorum ki o takdirde dünyada Türkiye'nin geleceği de garanti altına alınmış olacaktır.

Türk milletinin bu duruma gelmesi aynı zamanda dünya barışının da garantisidir.

Türk milleti emperyalist değildir, başkalarını sömürerek bir yere varmaya çalışan bir yapısı yoktur.

Bu kadar imparatorluklar kurmuştur.

Bunlardan hangi birisi içinde yaşalan milleti kendi kültüründen, dilinden ve dininden uzaklaştırmıştır?

Selçukluları düşünelim.
Emirlerinde bulunan milletlerin arasında Ermeniler ve Gürcüler de vardı. Araplar, İranlılar ve Kürtler de vardı.

Neden hiçbiri asimile olmamıştır?

Karahanlılar, Akkoyunlular, Karakoyunlular, Gazneliler neden kimseyi asimile etmemiştir?

Hunlardan ve çok eski devirlerden değil, daha yakın zamanlardan bahsediyorum.

Mesela, Avarlar Macaristan bölgesinde hüküm sürmüştü.

Makedonya bölgesinde Kumanlar vardı.

Bu devletler, milletler şimdi nerededir?

Şu anda yoklar. Çünkü  emperyalist, asimileci değillerdi.

Bugün Makedonya'da Kumanova tarihen de sabit olarak hâlâ Kumanların yaşadığı yerdir. Bunlar birilerini asimile etmek yerine kendileri asimile olarak maalesef Slavlaşmışlardır.

Halbuki çok güçlüydüler.

Avarlar, bütün Avrupa'yı hakimiyetleri altına almışlardı.

Bugün Macaristan'dadırlar ama asimile olmuşlardır.

Gerçekte emperyalist olmadıkları için asimile olmuşlardır.

Cezayir'deki Türkler de bugün oradadırlar.

Gittik ve gördük. Türkçe'yi unutmuşlardır.

Yemen'deki Türkler nerede?

Sana'da Türk mahallesi olarak bilinen yerde yaşıyorlar ama Türkçe bilmiyorlar.

Mısır'daki Kölemen, Memluk, Ihşidiler, Tolunoğulları neredeler?

Osmanlı Türkleri neredeler?

Suriye'de 700 bin Türk var denilmektedir.

Aslında daha da fazladır.

Onların hepsi bugün Arapça konuşmaktadır.

Golan Tepeleri de hep Türk köyleriydi ama Türkçe yazmasını bile unutmuşlardı.

Ürdündekiler, Lübnandaki Türkler  nerede?

Girit'ten gidip Lübnan'da, Suriye'de, Trablus'ta yaşayanlar neredeler? Gittik bunlarla da konuştuk.

Daha dün olmasına rağmen ancak çat pat Türkçe konuşabiliyorlar ve "bizi neden yalnız bıraktınız" diye bize soruyorlardı.

Biz ırkçı olsaydık bugün bunların hiçbirisi olmayacaktı belki ama o zaman da Türk milleti olmayacaktı.

Türk'ün hoşgörüsü, vakur duruşu, insani yanı  olmasaydı bunlar da olmayacaktı. O zaman da medeniyete yön veren, medeni ve insan olan bir Türk milleti olmayacaktı...


Yusuf Halaçoğlu


.

DARBELERİ ARAŞTIRMA KOMİSYONUNU KAHVALTIYA BEKLİYORUM



     Darbeleri Araştırma Komisyonu ev gezilerine başladı.
     Son olarak Tansu Çiller’in, İstanbul Yeniköy’de ki yalısına gittiler.
     Ben de “Darbeleri araştırma Komisyonu”nu bizim evde sabah kahvaltısına davet ediyorum.
     Sayın Komisyon üyelerine, Tansu Çiller’in boğaza nazır lüks villasındaki kadar ikramda bulunamasam da, eğer bizim fakirhaneye teşrif ederlerse, mahalle bakkalına darbe yaparak aldığım çifte sarılı köy yumurtalarından ikram ederim. Bu arada çift sarılı köy yumurtalarından edinebilmek için, bakkala nasıl bir darbe teşebbüsünde bulunduğum yolunda açıklamalarda da bulunurum.
     Üstelik Sayın Çiller, gelecek olanları sadece alt komisyon üyeleri ile sınırlı tutmuş. Katılmak isteyen diğer vekilleri “evim müsait değil” diye kabul etmemiş. Ben iki sıra iskemle koyar gelecek olan bütün konukların tamamını misafir ederim.
     Başım üstünde yerleri var.
     Bu suretle komisyonun sahipleri ve katılımcıları gibi, medyaya çıkıp meşhur olmak imkanını da bulabilirim.
     Zira bu Sayın Komisyon’un toplantıları artık dizi film gibi oldu. Uzadıkça uzuyor ve kamu oyunda reytingi arttıkça yeni bölümleri çekiliyor.
     Eteğinde dökecek taşı olanlar, Komisyon davetini bahane ederek; sataşmak istedikleri yer ve kişilere yollamalarda bulunmak, içlerini dökmek fırsatını kaçırmıyorlar.
     Komisyon üyelerinin soruları ise bir alem.
     Sanki darbe araştırması değil de, gıcık oldukları kişileri sıkıştırma operasyonu. Davet ettikleri kişiye soruyorlar : “Gözlerimin içine bakarak cevap ver”.
     Komisyona üye olmayan bazı vekiller de arada bir toplantılara katılıyorlar. Katılma gerekçeleri de çok ilginç “Yüzleşmek için katılıyorum” diyenler var. Sanki araştırma komisyonu değil, hesaplaşma ünitesi.
     Ve arada bir konuşmalar, hanımların “altın günü” davetlerine dönüyor. Kişisel ve araştırılan darbe ile ilgisi olmayan soru, cevap ve hesaplaşmalara dökülüyor.
     İşin bir diğer ilginç yönü de, darbe komisyonu üyelerinin bir kısmının kendilerini, araştırdıkları darbenin mağduru olarak görmeleri ve öyle tanıtmaları. Yani araştırılan konunun hem mağduru, hem hakimi, hem savcısı durumundalar.
     Eh, bizde araştırma dediğin böyle olur.
     Toplantı sonrasında da her bir üye kendine göre bir yorum ve bir açıklama yapıyor ki, kamu oyunun kafası iyice karışıyor.
     Darbeleri araştırmak iyi de, biz de bir söz vardır :“Hırsızın hiç mi suçu yok” diye. Yani eğer ortada bir darbe varsa, darbeye neden olacak kadar kötü yönetimlerin araştırılacak hiç mi suçu yok.
     Bu nasıl bir darbe araştırması ise, dinlenmeyen kimse kalmadı. Sanki milletçe darbeci olduk.
     Eski Genelkurmay başkanları, eski yeni bakanlar, milletvekilleri, bürokratlar, öğretim üyeleri, gazete patronları, yazarlar, gazeteciler, hukukçular…
     Katılmak zorunlu olmamasına rağmen, içlerini boşaltmak için gidiyorlar.
     Araştırma Komisyonunun toplantıları sırasında yöneltilen öyle soru ve cevaplar var ki en ünlü komedilere taş çıkartır. Günün birinde bunlar alt alta yazılıp çizildiğinde başkaca eğlenceye lüzum kalmayacak. O kocaman adamların neler söylediğini okuyunca gözlerimizden yaşlar boşalacak:
     - Darbe günü çiğ börek yediniz mi?
     - Ben çiğ yemedim ki karnım ağrısın.
     - Daha önce Migrosdan darbeli matkap aldınız mı?
     - Ben hiç Migrosa gitmem, alış verişlerimi kantinden yaparım.
     Darbe yapmak ne kolaymış.
     İnternet sayfana iki satır bildiri koydun mu, al sana darbe.
     Biz günlük hayatımızda her gün darbe üstüne darbe yiyoruz da hatırımızı soran bile yok.
     Ancak beni üzen nokta; Sayın Komisyon üyelerini fakirhaneye davet fikri tutmayacak gibi görünüyor çünki bir sonraki toplantılarını Dolmabahçe Sarayında yaptılar.
     Giderek işi büyütüyorlar.
     Darbeleri ve darbeler tarihini araştırmak için; AB ülkeleri, Yunanistan, Portekiz, İspanya, Küba gibi ülkelere gideceklermiş.
     Ne yapalım, talihlerine küssünler; çift sarılı yumurta yemek fırsatını kaçırdılar.
     Bizde eskiden beri söylenen bir söz vardır : “Bir konuyu çıkmaza sokmak, karıştırmak istiyorsan komisyona havale et” derler.
     Doğruymuş.


Av.A.Erdem Akyüz
erdemak@gmail.com


.

YÜCE ATATÜRKÜMÜZ

 
Türkiye halkı asırlardan beri hür ve bağımsız yaşamış ve bağımsızlığı hayatın şartı kabul etmiş bir ulusun kahraman çocuklarıdır. Bu ulus bağımlı yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır. ( 1922, İzmit)
Mustafa Kemal ATATÜRK
 
Yeni Resim
O bizim gözbebeğimiz (1881 - 193∞)
 
Değerli arkadaşlar,
AB-D emperyalizmine ve onun uşaklarına karşı verdiği mücadele sonucu güzel ülkemizde laik ve ulusal bir CUMHURİYETİ kuran, bizlere emanet eden yüce önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRKün, Cumhuriyetimizi nasıl kurduğunu hepimizin iyi bilmesi ve anlaması çok önemlidir. Bunun içinde Sn, Turgut ÖZAKMAN’ın yazdığı Türk Mucizesi: CUMHURİYET kitabını okumanızı isterim!!!
 
Saygın Özakman kitabında, yüce önderimizin Cumhuriyetimizi hangi koşullarda ve kimlerle mücadele ederek bizlere kazandırdığını çok güzel belgelemektedir. Yüce önderimizi de şöyle tanımlamaktadır:
“Avrupada ülkesini savaşta zafere kavuşturan birçok komutan vardır. Milletini daha ileri bir toplum yapmak için çalışmış birçok önder vardır. Ama yokluk, yoksulluk içinde ikisini birden başarmış bir kişi var: ATATÜRK
Sıfır imkanla işgal edilen vatanını kurtarmış, emperyalizmi ve yardakçılarını yenmiş, ülkesini tam bağımsız yapmış, bununla kalmamış milletini çağdaşlaştırmak, kadın-erkek eşitliğini sağlamak, halkını uyandırmak, kalkındırmak için devrimler gerçekleştirmiş, bir doğu ülkesinde demokrasinin kapısını açmış böyle bir önder, bilge, millet atası hiçbir ülkenin tarihinde yer almıyor. Yabancılar işte bu yüzden Atatürk saygımızı anlayamıyorlar.
Tarihlerinde bir örneği yok ki!!!
 
Değerli arkadaşlar,
Yüce önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK’ün ilke ve devrimleri, AB tarafından en büyük engel olarak görülmektedir. Hollandalı 30 yıllık politikacı, Hristiyan Demokrat parlamenter Oostlander tarafından Mart-2003 de hazırlanan ön raporda, KEMALİZM ilkeleri, AB’ye üye olmamız için en büyük engel olarak tanımlanmıştır.
 
Yine Avrupa Parlamentosu’nun bir İngiliz milletvekili Andrew Duff de basın toplantısı düzenlemiş ve şöyle demişti: ‘Devlet dairelerinden Atatürk’ün resimlerinin kaldırılması zamanı geldi. Türkiye bunu yapmalıdır.’
 
AB Komisyonunun önceki yıl düzenlediği ilerleme raporunda da Türkiye’de ifade özgürlüğünü kısıtlayan yasal düzenlemelerin kaldırılması istendi. Bunların içinde öncelik halk arasında “Atatürk’ü Koruma Kanunu” olarak bilinen ve 31 Temmuz 1951’de yürürlüğe giren 5816 Sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun geliyormuş... AB komisyonu üyelerine göre, Atatürk’e hakaret edenlere ve aşağılayanlara cezai yaptırım uygulanması, ifade özgürlüğünün önündeki en büyük engellerden biriymiş! Eğer Türkiye gerçek bir demokrasi olmak istiyorsa, Atatürk’e de hakaret edilebilmeliymiş! Atatürk’ün hatırasına alenen hakaret eden veya sövenler, nasıl olur da hapis cezasına çarptırılırmış? Atatürk’ü temsil eden heykel, büst ve abideleri tahrip edenlerin tüm bu eylemleri, “ifade özgürlüğü” kapsamında değerlendirilmeliymiş!!!
 
Değerli arkadaşlar,
AB-D emperyalizminin temsilcileri, neden onun resminden bu kadar korkuyorlar, neden onun ulusalcı ilke ve devrimlerinden bu kadar çekiniyorlar? Lütfen düşünün ve gereken yorumu yapın.
 
Ayrıca güzel ülkemizde, AB-D emperyalizmi yardakçılarının bazıları, Mustafa gibi filmlerle yüce önderimizi halkımıza yanlış tanıtmakta, bazıları yandaş TV programlarında KEMALİZM gericiliktir diyebilmekte, bazıları da yüce önderimizin YURTTA SULH, CİHANDA SULH özdeyişine, derinlikli bir felsefenin ürünü olmadığını söyleyerek karşı çıkmakta ve yine KEMALİZMİ kuru bir ideoloji olarak tanımlamaktadırlar. (Bunların içinde ABD’de uzun süre yaşayan Prof’larımız olduğunu da anımsayalım)
 
Bazıları da geçmişte Rıza Nur gibilerinin yaptığı gibi onun anne ve baba geçmişini araştırma bahanesi ile şimdi yine Atamızı yıpratmak için uğraş vermektedirler. Ne hikmetse, hem Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan ve hem de aydın geçinen bu nankör kişiler, onun çok değerli özdeyişlerini ve yorumlarını anlamak-anlatmak yerine yüce önderimize karşı halkımızca duyulan sevgi ve saygıyı azaltmak için yoğun çaba içindeler!!!
 
Değerli arkadaşlar,
Her kim ne yaparsa yapsın, bizlere padişaha kul olma yerine, bağımsız ulus ve özgür vatandaş olma bilinci aşılayan yüce önderimize duyulan, sevgi ve saygı sonsuza kadar yaşayacaktır. Çünkü o bizim gözbebeğimiz!!! Onun ilke ve devrimleri, AB-D emperyalizmine karşı direnen tüm uluslara da örnek olmaya devam edecektir.
 
Saygıdeğer ATATÜRKÜMÜZÜ, kaybedişimizin 74 yılında, saygı, sevgi ve hürmetle anıyoruz. Onu anmamızı engellemeye kalksaIar da aklımızdan, kalbimizden ve gönlümüzden silemeyecekler. Işıklar içinde yatsın.
 
Sevgi ve saygılarımla (9.11.2012).
Prof.Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...