CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR
makaleler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
makaleler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Vay darbeci vay!

Vay darbeci vay!


Ne laflar ne komplolar…
Sebebi, Türkiye'nin kredi notunu düşüren Moody's!
Moody's dedi ki; Türkiye'ye kredi vermeyin ödeyemeyebilir!
Vay bunu diyen sen misin?..
Neler yazmıyorlar ki? “Moody's, Türkiye ekonomisini zora sokup darbe yaptırmak için kredi itibarımızı düşürdü!”
Peki, diyelim öyle…
Türkiye ekonomisi çok mu iyi durumda?
Büyük ekonomik krizin yaşandığı 2001'de Türkiye ekonomisi dünya sıralamasında 17'nci sıradaydı.
Bugün nerede? Bir ara 18'inci sıraya yükseldi ama yine 17'nci sıraya düştü! Hani ilk 10'a girecekti, ne oldu? Aksine… Bu gidişle 2025 yılında ilk 20'ye giremeyeceği sır değil.
Ayrıca…
Türk ekonomisinin dünya pazarında bulunma yeri 59'uncu sıra! (Güney Kore 13, İsrail 16, Bulgaristan'ın 36'ıncı sırada olduğunu anımsatayım.)
Her gün hükümetten kalkınma masalı dinliyoruz; oysa Birleşmiş Milletler Gelişme Fonu'na göre kalkınma endeksimiz; Ruanda ve Zimbabve ile birlikte ikinci lig!..
Birinci ligde “battılar” diye alay ettiğiniz Yunanistan- Küba var!
Evet, Moody's'e ne kızıyorsunuz?
Büyüme rakamlarını; reel değil, enflasyonu hesaba katmayan nominal artışla hesaplıyorsunuz. Yani, kişi başına milli gelirin üç kat arttığı koca bir balon! Cebindeki paranın büyüklüğü değil; pazarda o parayla ne aldığın önemli! Ev kadınlarına sor anlatsın pazarın durumunu…
Kimseye değil kendinize kızınız!
1980 yılında kişi başı milli gelirimiz; İspanya ile eşit; ve Güney Kore'den iyiydi. Bugün ikisi de Türkiye'yi fersah fersah geçti. İspanya 30 bin, Güney Kore 26 bin doları buldu.
Türkiye ise -rant ekonomisi- inşaat yapmayı sürdürüyor; varını yoğunu betona gömüyor.
Dünya teknolojiye yatırım yapıyor; betonla övünen tek ülke Türkiye…

BİR SAMSUNG DEĞİLİZ

Moody's hakkında yazıp-söyleyenlerin, en kaliteli devlet okullarından Kadıköy Anadolu Lisesi'ni (Maarif Koleji) yok etmeye çalışması tesadüf mü? Değil…
İmam hatip okullarından Osmanlıca öğrenmeye kadar eğitime dayatılanlar da tesadüf değil.
Ekonominin lokomotifi, yüksek becerili insanlar mı; dinini sular seller gibi ezberleyen kinci kuşaklar mı? İktidarın tercihi belli…
Oysa dünya nerede?
Güney Kore şirketi Samsung'un 2015'te aldığı patent sayısı 5 bin 72 iken, aynı yıl Türkiye'de sadece patent için başvuranların sayısı 4 bin 665! Samsung'un bir yılda aldığı patent, Türkiye'nin 50 yılda aldığının 18 katı.
Yüksek teknoloji şirketleri borsası/NASDAQ'ta tek bir Türk şirketi niye yok?
Dünya inovatif/yenilikçilik sıralamasında Türkiye 68'inci sırada. Şaşırtıcı mı, değil. Çünkü…
Türk çocuklarının dünyada “yaratıcılık ve problem çözmede” başarı oranı yüzde 2.2. Güney Kore'nin ise 28!
Dünyada bilgiye dayalı bir ekonomi kuruluyor. Bunun temeli Osmanlıca ya da din bilgisi değil; matematik-fen yani yaratıcılığa dayalı eğitim!
Bugün dünyada eğitim denince ilk akla gelen neden Finlandiya oluyor? Finli çocuklar matematik, fen ve okuma becerilerinde dünya zirvesinde çünkü.
Bilgiye ulaşmada Finlandiya dünyada ilk sırada yer alırken; biz 154'üncüyüz!
1970'li yıllara kadar ekonomisi Türkiye seviyesindeki Finlandiya'nın milli geliri bugün nasıl dört katımız oldu?Eğitimle ve itibarıyla AR-GE ile oldu. NOKIA nasıl doğdu sanıyorsunuz?
Biz ise hâlâ bir dünya markası çıkarmış değiliz. Laf üretiyoruz.
Hâlâ 100 yıl öncesinin teknolojisiyle yerli-milli otomobil üretmekten bahsediyoruz. Jet Fadıl'ın “yaptığı” otomobilden medet umanların ülkesi burası! Evet…
Jet Fadılları rol model yapanların; 61 yıldır ülke için nitelikli kuşaklar yetiştiren Maarif Koleji'ni yok etmesi hiç tesadüf değil…

DÜNYA REKORUMUZ

Moody's Türkiye ekonomisine nasıl güvenmezmiş!
Sen güveniyor musun?
Bu ülkenin temelinde güvensizlik yok mu? Türkiye'de her 100 kişiden 92'si başkasına güvenmiyor!
Söylesenize, bizi kim bu derece kutuplaştırdı; birbirine güvensiz yaptı; Moody's mi?
Güven konusunda Moody'se ne kızıyorsunuz?
“Toplumsal uzlaşma” dediniz; nerede tartışmalı konu varsa getirip dayatıyorsunuz.
Sırf güvensizliğinizden dünyanın en itibarlı üniversitelerinden ODTÜ'yü hedef haline getirdiniz.  Bizden diye atadığınız rektörle İTÜ'yü bitirdiniz.
Laik eğitim isteyenleri dövüp mahkeme karşısına çıkarıyorsunuz.
Tek bildiğiniz, tek çözüm aracınız; güvenlikçi politikalar/ polisiye tedbirler! Bu anlayışla toplumsal uzlaşma olabilir mi? Bu anlayışla/özgür düşünceyi kelepçeleyerek ekonomi gelişir mi; bir dünya devi şirket çıkarılabilir mi?
Bakınız…
Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) sınavlarında yerimiz sondan üçüncü! Dünya bu sınavı konuşurken, biz umursamıyoruz bile.
İktidarın önemsediği, okullarda mescit sorununun giderilmiş olması!
Aslında… Neyi tartışıyoruz ki…
Demokrasi endeksimiz; Uganda, Tanzanya, Mali'nin ardından 97'nci sırada!
İnsani gelişme endeksimiz; Umman, Lübnan, İran'ın ardından 72'inci sırada!
Dış ve iç borçlara, bütçe açığı konularına girmeye gerek var mı?
“Devenin” neresi eğri değil ki…
Neymiş?
Moody's kredi notumuzu nasıl düşürürmüş; vay darbeci vay!..
Moody's'e kızacağınıza aynaya baksanıza!..
Sanırım…
Gerçeklerle yüzleşmekten kaçınmada dünya rekoruna sahibiz!


Kaynak: https://bit.ly/2uAV8GS

Deniz Bey, o fotoğrafı çıkarıp bakmanın zamanı geldi! (hafızalarımızı tazelemeliyiz)

#Güncellemenin TAM ZAMANI  











[Editörün notu: 15 temmuz öncesi ülekemizde neler olmuştu? 
15 temmuz 2106 ve sonrasında neler oluyor? Bunları soruların yanıtı için, meselelere her açıdan -mümkünse 360 dereceden- bakıp tabloyu tam görebilmek lazım… 
Sürekli beyin yıkama ve subliminal etki ve de çeşitli kanalarla yapılan algı operasyonları var.. Aklımızı ele geçirme faaliyeti bunlar, malum. Yüksek Türkiye idalimize olan sorumluluğumuz için kendi aklımızı özgür kılmak, bağlamamak gerek. Bu da farkındalığın genişliği ve yüksekliği ile olur] 



Beylerbeyi'nde gizli anlaşma




Hürriyet Haber
24 Temmuz 2007 - 12:03Son Güncelleme : 24 Temmuz 2007 - 19:50

Vatan Gazetesi yazarı Zülfü Livaneli'den şok açıklama. Livaneli, CHP lideri Deniz Baykal'ın Başbakan Tayyip Erdoğan'la gizlice buluşup anlaşma yaptığını iddia etti. Livaneli'nin Baykal'a ağır eleştiriler yönelttiği işte o yazı.

Seçimler öncesi CHP’ye zarar vermemek için bildiğim birçok konuyu içime gömerek sustum, bundan sonra da bu parti ve liderine ilişkin hiçbir şey yazmayacağım.

Çünkü bir faydası olacağına inanmıyorum.

Vatan Gazetesi yazarı Zülfü Livaneli'den şok açıklama. Livaneli, CHP lideri Deniz Baykal'ın Başbakan Tayyip Erdoğan'la gizlice buluşup anlaşma yaptığını iddia etti. Livaneli'nin Baykal'a ağır eleştiriler yönelttiği işte o yazı.

İşte o yazı

Seçimler öncesi CHP’ye zarar vermemek için bildiğim birçok konuyu içime gömerek sustum, bundan sonra da bu parti ve liderine ilişkin hiçbir şey yazmayacağım.

Ama bu konudaki son yazımda size bir tanıklığımı aktarmak zorundayım.

Bunu bir borç olarak görüyorum:

***


Deniz Bey lütfen hatırlayın:

19 Aralık 2002 tarihinde karlı bir Ankara gününün akşamında Mehmet Sevigen’in evindeydik.

Ben Cumhurbaşkanı ile görüşmeden geliyordum.

Abdullah Gül Başbakandı, Tayyip Erdoğan’ın ise Meclis’e girme umudu kalmamıştı.

Cumhurbaşkanı Sezer bir gün önce, Tayyip Erdoğan’ın “milletvekili olmadan başbakan olma” önerisini reddetmişti.

Türkiye’nin kaderi o akşam o evde değişti, çünkü siz “Tayyip Erdoğan başbakan olacak!” diye tutturdunuz.

Sizi “Çok tehlikeli bir oyun bu!” diye uyaran parti dışından önemli şahsiyetlere kızdınız, “Hayır!” dediniz “İki ay dayanamaz. Göreceksiniz iki ay dayanamaz.”

Sizin bu iddianıza karşılık ben ne dedim: “Erdoğan herhangi bir kişi değil, bütün tarikatların birleşerek Erbakan’ın yerine seçtiği siyasetçi; arkasında Amerika, Avrupa desteği de var. Program Türkiye’yi ılımlı İslam cumhuriyeti yapma programı. Sizin dediğiniz gibi iki ayda gitmeyecek; tam tersine, bu odada bulunan herkesin siyasi hayatını bitirecek.”

İki ay dayanamaz iddianızı, “görüşleri gereği IMF ile anlaşma yapmaz, ekonomiyi zora sokar ve dayanamazlar.” tezine oturttunuz.




Ama bunların hepsi bahaneydi çünkü siz iki partili rejimin işinize yaradığını anlamış ve seçim sonuçlarına sevinmiştiniz. Çünkü size ana muhalefet partisi lideri olmak ve soldaki rakiplerinizi yok etmek yetiyordu. Bu iş birliğini daha sonra da sürdürdünüz.

O zaman ben sizin Tayyip Erdoğan’la seçim öncesinde Beylerbeyi’nde gizlice buluştuğunuzu ve bir anlaşma yaptığınızı bilmiyordum.

Bu gecenin tanıkları var: Önder Sav, Eşref Erdem, Mehmet Sevigen, Bülent Tanla, Yaşar Nuri Öztürk.

Belki bazıları sizden korkar ve tanıklık etmez ama bir kısmı da bu sözlerin doğru olduğunu açıklar. Yani tanıklar var. Ötekiler de söylemese bile içten içe bunun doğru olduğunu bilir. Siz de bilirsiniz.

Tartışmanın sonunda dediniz ki: “Bu gece birbirimizin fotoğrafını çektik. İki ay sonra çıkarıp bakalım. Ama rotuş yapmadan. Hangimiz haklı çıkmışız?”

Şimdi, 2007 seçimlerinin ardından o fotoğrafı cebinizden çıkarıp bakın Deniz Bey.

Ve düşünün; Meclis grubunda “Erdoğan’ı başbakan yapıyor diyorlar. Evet yapıyorum. Var mı itirazı olan!” diye bas bas bağırmanıza değdi mi?

Erdoğan’la Beylerbeyi’nde gizlice buluşmaya ve size oy veren milyonları hiçe sayarak gizli anlaşmalar yapmanıza değdi mi? (Deniz Bey, biliyorsunuz ki bu gizli buluşmanın da tanığı var.)

Başbakan olmak, elbette Erdoğan’ın demokratik hakkıdır. Ama bunun için olağanüstü çaba harcamak CHP’nin birinci görevi değildir. Üstelik dokunulmazlık kaldırılmadan.

Bir milletvekilinin mazbatasını iptal ettirip, Anayasa’yı değiştirip, grubu baskı altına alıp, Siirt seçimlerini es geçip Erdoğan’ı meclise sokmak ve dokunulmazlık zırhına kavuşturmak için verdiğiniz canhıraş çabanın yüzde birini partiniz için verseydiniz sonuç bambaşka olurdu.

Size o gün söylediğim gibi, Türkiye’nin kaderini değiştirdiniz.

Deniz Bey; sözlerimde en ufak bir çarpıtma varsa çıkıp söyleyin. “Öyle değildi. Böyle konuşmadık.” deyin.

Genel Sekreterinizin ve en yakınlarınızın tanık olduğu bu konuşmayı inkâr edin.

Ya da başınızı önünüze eğin ve tarihin hakkınızda vereceği yargıyı düşünün.

Deniz Bey; çok ağır şeyler yazdığımın farkındayım. O akşamki tartışmaya kadar bir dostluğumuz vardı, bunları yazmak istemezdim.

Ama hem duruma doğru teşhis koyamamanız, hem de aşırı derecede inatçı olma huyunuz yüzünden hepimizi tehlikeye attınız.

Tayyip Erdoğan’ın yüzde 34 oyla meclisin üçte ikisini ele geçirmesinin manivelası oldunuz.

Daha önce Refah Partisi’nin belediyeleri ele geçirmesi de sizin oyları bölmeniz sayesinde gerçekleşmişti..

Tayyip Erdoğan’ların ve yine çok yakın dostunuz olan Melih Gökçek’lerin en büyük şansı sizdiniz.

CHP’nin ise en büyük şanssızlığı oldunuz.

Bu ülkenin sola şiddetle ihtiyaç duyduğu bir dönemde, bütün uyarılarımıza rağmen partiyi sağa çekmekte, Kürtlerden, Alevilerden, solculardan ayırmakta ısrarlı oldunuz.

Erdal İnönü, Hikmet Çetin, Murat Karayalçın, Fikri Sağlar, Ercan Karakaş, Mehmet Moğultay, Seyfi Oktay, Celal Doğan ve daha birçok sosyal demokratla el ele tutuşup halkın karşısına çıkmanız gerekirken; eski MHP’lileri, eski ANAP’lıları, idamla yargılanmış sağcı militanları parti vitrinine çıkarmakta ısrar ettiniz.

Size defalarca “Bir şeyin aslı varken kopyasına kimse bakmaz!” dememize rağmen, sol politikaları değil, MHP çizgisini tercih ettiniz.

Sağcıları ve sekreterinizi Meclis’e sokarken, İsmet Paşa’nın Avrupa Konseyi’nde komisyon başkanı olma başarısını gösteren torunu Gülsün Bilgehan’ı Meclis dışında bıraktınız.

İnanın ki bunları yazarken samimi olarak üzülüyorum. Keşke haklı çıkmasaydım, keşke sizin tahminleriniz doğrulansaydı diyorum ama durum ortada.

Yazık oldu Deniz Bey, hem size, hem partinize, hem de size inanan temiz yürekli sosyal demokratlara.

Artık bundan sonra istifa etseniz de bir etmeseniz de.

Bad-el harab-ül Basra!


http://www.hurriyet.com.tr/beylerbeyinde-gizli-anlasma-6950221

.

ATATURK CHP Doneminde Camiler Ahir,Genelev yapildi.Yalani Soyleyen akp'liler bu laflarim sizlere...?


Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi ilahiyat fakültesi öğretim üyesi Abdullah Akın diye bir herif, üniversitenin televizyon kanalına çıktı, “1924 yılında camiler kapatıldı, Çanakkale ve Bursa'da genelev olarak kullanılan camiler var” dedi.
*
Çanakkale ve Bursa'da bu genelevlerin adresini bilen var mı?
*
Çanakkale ve Bursa'da camiler genelev yapılsa, hem de Atatürk tarafından yapılsa, bunun gizli kalması, duyulmaması mümkün mü?
*
Genelev olarak kullanılan camileri sadece bu ilahiyatçı herif bildiğine göre, insan merak ediyor haliyle… Bu sapıkça yalanın kaynağı ne?
*
Eminim hiç şaşırmayacaksınız…Bu sapıkça yalanın kaynağı, kafasında fesle dolaşan tımarhanelik Kadir Mısıroğlu!
*
2012 yılında Akp yandaşı televizyon kanalında “tarih sohbetleri” programına katıldı, tarihte ilk kez o gün, “İsmet paşa döneminde, Çanakkale'de bir cami kerhane yapılmıştır, Sebilürreşad koleksiyonuna baksınlar, fotoğrafı var” dedi.
*
Yani, adıyla sanıyla “belgeli kaynak” gösterdi.
“Fotoğrafı var” dedi.
*
Sebilürreşad, haftalık bir dergiydi… 1908'de Mehmet Akif Ersoy'un kuruculuğunda “Sırat-ı Müstakim” adıyla çıkarıldı. 1912'de adını değiştirdi, “Sebilürreşad” oldu. 1966'da kapandı.
*
Ama… 2016'da tekrar açıldı. Akp himayesinde açıldı. Yayın hayatına başlaması nedeniyle TBMM Kültür Evi'nde etkinlik düzenlendi. TBMM'de milletvekili odalarına dağıtıldı. Hatta, asrın liderimiz bu dergiye makale bile yazdı.
Ayrıca… Akp'li Bağcılar belediyesi, Sebilürreşad dergisinin Mehmet Akif Ersoy dönemindeki eski sayılarını, günümüz Türkçesiyle kitaplaştırdı, sayı sayı, cilt cilt, eksiksiz bastırdı.
*
E şimdi buradan Akp'ye açık çağrı yapıyorum…
Sebilürreşad dergisinin arşivi komple elinizde olduğuna göre, cilt cilt bastırdığınıza göre, “İsmet İnönü döneminde Çanakkale'de kerhane yapılan caminin fotoğrafı”nı gösterebilir misiniz?
*
O fotoğraf var olsaydı, bu sapıkça yalan gerçek olsaydı, bugüne kadar onbinlerce defa miting kürsüsünden göstermezler miydi?
*
Bitmedi…
*
Tımarhanelik fesli “İsmet paşa döneminde Çanakkale'de bir cami kerhane yapıldı” yalanını söylemişti.
Gel gör ki…
Onsekiz Mart Üniversitesi ilahiyat fakültesi öğretim üyesi olan herif, bu yalanı daha da ilerletiyor.
Hem “Atatürk döneminde yapıldığını” söylüyor, hem de “sadece Çanakkale'de yapılmadığını, Bursa'da da yapıldığını” söylüyor.
*
Bu ülkenin cumhurbaşkanı, başbakanı, milli eğitim bakanı, diyanet işleri başkanı, YÖK başkanı, Onsekiz Mart Üniversitesi rektörü, Akp'li Bursa büyükşehir belediye başkanı, Akp'li Bursa valisi, Bursa'da Atatürk tarafından kerhane yapılan camiyi gösterebilir mi?
*
Devlet kerhane yapılan caminin yerini bilmiyorsa, o devlete devlet denir mi?
Yok eğer böyle bir kerhane yoksa, bu sapıkça yalana sessiz kalan devlete devlet denir mi?
*
Bitmedi…
*
En önemlisi…
*
“1924 yılında camiler kapatıldı, Çanakkale ve Bursa'da genelev olarak kullanılan camiler var” diyen ilahiyat fakültesi öğretim üyesi Abdullah Akın'ın yayınlanmış bir kitabı bulunuyor.
“Cumhuriyet Dönemi Din Eğitimi 1920-1950” adıyla basıldı.
*
Bu kitabı hangi yayınevi bastı biliyor musunuz?
Ensar Neşriyat!
*
Ensar Vakfı'nın yayınevi!
*
Ensar Vakfı'nın yurdunda 10 yaşındaki gariban oğlan çocuklarına yıllarca tecavüz edilmesine gıkını çıkarmayacaksın, üstünü örtmeye çalışacaksın, sonra da utanmadan ilahiyatçı akademisyen ayaklarıyla televizyona çıkıp “1924 yılında camiler kapatıldı, Çanakkale ve Bursa'da genelev olarak kullanılan camiler var” diyeceksin öyle mi?
*
Lafı hiç eğip bükmeyelim…
Allahsız bunlar, Allahsız.



27 Şubat 2018

Yılmaz ÖZDİL

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/yilmaz-ozdil/ataturk-doneminde-genelev-yapilan-camiler-var-oyle-mi-2250804/

BU SEÇİMDEN SEÇİM ÇIKMAZ



BU SEÇİMDEN SEÇİM ÇIKMAZ

Seçimler gelecek sene 2019 yılının Ekim ayında yapılacak iken, bu sene Ağustos’ta yapılsın dendi. Bir karar çıktı, Ağustos’tan da daha önceki bir tarihe alınarak 24 Haziran 2018 de yapılması kararlaştırıldı. Nerede ise haftaya yapılsın diyeceklerdi. Hatta ve hatta sünnet düğünü gibi “oldu da bitti maşallah” seçimler geçen hafta yapıldı, sonuçları da şunlardır denecekti. Belki o da olacak.
APARTMAN YÖNETİCİSİ
Bir apartmana yönetim kurulu ve yönetici seçmek için bile 15 gün öncesinden, seçmenlerin yani kat maliklerinin eline geçecek şekilde tebligat yapılması zorunludur. Seçimden 15 gün önce eline geçmesi için, ondan da bir 15 gün önce duyuruyu yollamak gerekir. Yani apartmana yönetici seçmek için, seçimden 1 ay önce duyuru yapılacaktır. Türkiye’de 60 milyon civarında seçmeni olan bir ülkede, seçimden yalnızca 2 ay önce karar almak ve duyuru yapmak yeterli görülüyor. Sekiz daireli bir apartmana yönetici seçmek gibi. El insaf...
BAYRAM DEĞİL SEYRAN DEĞİL
Bayram değil, seyran değil; ne oldu da birdenbire “erkenin de erkeni seçim” gündeme geldi. Hani bütün dünya bize gıpta ediyordu. Ekonomik, politik, sosyal işler tıkırında gidiyordu. Ne oldu da birden bire daha da erkene alınan seçimler gündeme geldi ve olup bittiye bağlandı. İşte, işin asıl can alacak sorusu budur.
MİLLETVEKİLLİĞİ ADAYLIĞI
Milletvekilliği adaylığı için 6 gün gibi kısa bir süre veriliyor. Bu kısa süre içinde devlet memuru olanlar istifa edecekler, belgelerini hazırlayacaklar, milyonlarca lira adaylık ücretini yatıracaklar, başvurularını yapacaklar. Bir apartmana yönetici olmak veya muhtar adayı olmak için bile daha fazla düşünme süresi verilirken, böylesine ciddi bir meselede, bu süre yeterli değildir. Aday olmayı rüyalarında mı görüp karar verecekler veya önceden söz alanlar mı aday olacaklar.
CUMHURBAŞKANLIĞI ADAYLIĞI
Cumhurbaşkanlığı adaylığı ise daha da garip bir mesele. Koskoca Türkiye Cumhuriyetinde, Cumhurbaşkanlığı gibi büyük bir makama aday olmak için öngörülen süre, 1 Mayıs ile 5 Mayıs arasında yalnızca 6 gün.  
Toplanacak 100.000 imza ile aday olmak için öngörülen süre ise 4 Mayıs ile 9 Mayıs arasında gene yalnızca 6 gün.
Düşünün 100.000 kişi seçim kurulları önünde toplanacak, ellerinde nüfus kağıtları, bir kişiyi Cumhurbaşkanı olabilmesi için aday gösterecekler. Bir düşünün... Bu günden kuruğa girsek bile...Bu kişilerin kapıda beklemesi, kontrol kabininden geçmeleri, nüfus kağıtlarının kontrol edilmesi, bir memur tarafından incelenerek, konuşularak yazılması, imza edilmesi bile bu kadar kısa içinde bitirilemez.
Ve hele bir de, yeterli imza toplandıktan sonra, tam son gün; bir kişinin imzasını geri çekmesi veya nüfus kağıdının sahte olduğunun anlaşılması, imzasının o kişiye ait olmadığının anlaşılması halinde ne olacak. Böyle bir durum kasdi olarak dahi yaratılabilir.
Ayrıca aday olma süresi ile imza toplama süresi çakışıyor. Oysa hukukda asıl olan bir süre bittikten sonra diğerinin başlamasıdır.
Yani, neresi doğru ki burası doğru olsun diyelim.
RAMAZAN SEÇİMİ
Seçimin iki aylık gibi kısa süresinin son ayı Ramazan’a denk geliyor. Bir ay boyunca televizyon ve gazetelerde sabah duaları ile yönlendirmek, aç karnına akşamı beklemek, iftar vakti duaları, teravih namazları, sahura kalkılması ve gece yarısı telkinleri, seçimden bir hafta önce idrak edilecek Ramazan-Şeker Bayramı, bayram namazı, bayram duaları, bayram ziyaretleri... ve sonrasında buyrun “Sandık başına”.
Bir din devletinde bile, “din ile devlet işleri” bu kadar birbirine karıştırılmaz.
ÖĞRENİM, O DA NE DEMEK
Daha önceden açıklanan eğitim ve öğrenim programına göre, tam seçim günlerinde “Üniversite giriş sınavları” vardı. Bu sınavlar erteleniyor. Milyonlarca öğrenci, büyük bir gerginliğe itiliyor.
Sandıkta görev alacak öğretmenler var. Bu yüzden “bütün okullar”, birbirini takip eden kısa aralıklarla birer hafta boyunca, toplam 2 hafta kapatılıp öğrenime ara verilecek. Milyonlarca öğrencinin eğitimi, öğrenimi aksayacak. Kime ne... Öğrenim de ne ki...
ŞİMDİ SÖYLEYİN BAKALIM
Tabii artık alınan ve eleştirilen diğer kararlar, etkisini yitiriyor : Fazladan bastırılan binlerce oy pusulası ve zarfı, mühürsüz oy, mühürsüz zarf, taşımalı sandık, binlerce arap göçmene verilen seçme ve seçilme hakkı, sandık başına polis çağırarak müdahale olanağının sağlanması, sandık kurullarının seçimle değil, doğrudan atama ile getirilmesi, yalnız kazanca dayalı şirket ortaklığı gibi seçim ittifakı, üstüne üstlük bir de “OHAL” var...daha neler, neler...
Şimdi söyleyin bakalım “Bu seçimden seçim çıkar mı?”.
Çıkmazsa “Ne çıkar”.

Av.A.Erdem Akyüz
Hukukun Egemenliği Derneği
Onursal Genel Başkanı

.

#Güncelleme Beylerbeyi'nde gizli anlaşma (2) Deniz Bey, o fotoğrafı çıkarıp bakmanın zamanı geldi! (hafızalarımızı tazelemeliyiz)











[Editörün notu: 15 temmuz öncesi ülekemizde neler olmuştu? 
15 temmuz 2106 ve sonrasında neler oluyor? Bunları soruların yanıtı için, meselelere her açıdan -mümkünse 360 dereceden- bakıp tabloyu tam görebilmek lazım… 
Sürekli beyin yıkama ve subliminal etki ve de çeşitli kanalarla yapılan algı operasyonları var.. Aklımızı ele geçirme faaliyeti bunlar, malum. Yüksek Türkiye idalimize olan sorumluluğumuz için kendi aklımızı özgür kılmak, bağlamamak gerek. Bu da farkındalığın genişliği ve yüksekliği ile olur] 



Beylerbeyi'nde gizli anlaşma




Hürriyet Haber
24 Temmuz 2007 - 12:03Son Güncelleme : 24 Temmuz 2007 - 19:50

Vatan Gazetesi yazarı Zülfü Livaneli'den şok açıklama. Livaneli, CHP lideri Deniz Baykal'ın Başbakan Tayyip Erdoğan'la gizlice buluşup anlaşma yaptığını iddia etti. Livaneli'nin Baykal'a ağır eleştiriler yönelttiği işte o yazı.

Seçimler öncesi CHP’ye zarar vermemek için bildiğim birçok konuyu içime gömerek sustum, bundan sonra da bu parti ve liderine ilişkin hiçbir şey yazmayacağım.

Çünkü bir faydası olacağına inanmıyorum.

Vatan Gazetesi yazarı Zülfü Livaneli'den şok açıklama. Livaneli, CHP lideri Deniz Baykal'ın Başbakan Tayyip Erdoğan'la gizlice buluşup anlaşma yaptığını iddia etti. Livaneli'nin Baykal'a ağır eleştiriler yönelttiği işte o yazı.

İşte o yazı

Seçimler öncesi CHP’ye zarar vermemek için bildiğim birçok konuyu içime gömerek sustum, bundan sonra da bu parti ve liderine ilişkin hiçbir şey yazmayacağım.

Ama bu konudaki son yazımda size bir tanıklığımı aktarmak zorundayım.

Bunu bir borç olarak görüyorum:

***


Deniz Bey lütfen hatırlayın:

19 Aralık 2002 tarihinde karlı bir Ankara gününün akşamında Mehmet Sevigen’in evindeydik.

Ben Cumhurbaşkanı ile görüşmeden geliyordum.

Abdullah Gül Başbakandı, Tayyip Erdoğan’ın ise Meclis’e girme umudu kalmamıştı.

Cumhurbaşkanı Sezer bir gün önce, Tayyip Erdoğan’ın “milletvekili olmadan başbakan olma” önerisini reddetmişti.

Türkiye’nin kaderi o akşam o evde değişti, çünkü siz “Tayyip Erdoğan başbakan olacak!” diye tutturdunuz.

Sizi “Çok tehlikeli bir oyun bu!” diye uyaran parti dışından önemli şahsiyetlere kızdınız, “Hayır!” dediniz “İki ay dayanamaz. Göreceksiniz iki ay dayanamaz.”

Sizin bu iddianıza karşılık ben ne dedim: “Erdoğan herhangi bir kişi değil, bütün tarikatların birleşerek Erbakan’ın yerine seçtiği siyasetçi; arkasında Amerika, Avrupa desteği de var. Program Türkiye’yi ılımlı İslam cumhuriyeti yapma programı. Sizin dediğiniz gibi iki ayda gitmeyecek; tam tersine, bu odada bulunan herkesin siyasi hayatını bitirecek.”

İki ay dayanamaz iddianızı, “görüşleri gereği IMF ile anlaşma yapmaz, ekonomiyi zora sokar ve dayanamazlar.” tezine oturttunuz.




Ama bunların hepsi bahaneydi çünkü siz iki partili rejimin işinize yaradığını anlamış ve seçim sonuçlarına sevinmiştiniz. Çünkü size ana muhalefet partisi lideri olmak ve soldaki rakiplerinizi yok etmek yetiyordu. Bu iş birliğini daha sonra da sürdürdünüz.

O zaman ben sizin Tayyip Erdoğan’la seçim öncesinde Beylerbeyi’nde gizlice buluştuğunuzu ve bir anlaşma yaptığınızı bilmiyordum.

Bu gecenin tanıkları var: Önder Sav, Eşref Erdem, Mehmet Sevigen, Bülent Tanla, Yaşar Nuri Öztürk.

Belki bazıları sizden korkar ve tanıklık etmez ama bir kısmı da bu sözlerin doğru olduğunu açıklar. Yani tanıklar var. Ötekiler de söylemese bile içten içe bunun doğru olduğunu bilir. Siz de bilirsiniz.

Tartışmanın sonunda dediniz ki: “Bu gece birbirimizin fotoğrafını çektik. İki ay sonra çıkarıp bakalım. Ama rotuş yapmadan. Hangimiz haklı çıkmışız?”

Şimdi, 2007 seçimlerinin ardından o fotoğrafı cebinizden çıkarıp bakın Deniz Bey.

Ve düşünün; Meclis grubunda “Erdoğan’ı başbakan yapıyor diyorlar. Evet yapıyorum. Var mı itirazı olan!” diye bas bas bağırmanıza değdi mi?

Erdoğan’la Beylerbeyi’nde gizlice buluşmaya ve size oy veren milyonları hiçe sayarak gizli anlaşmalar yapmanıza değdi mi? (Deniz Bey, biliyorsunuz ki bu gizli buluşmanın da tanığı var.)

Başbakan olmak, elbette Erdoğan’ın demokratik hakkıdır. Ama bunun için olağanüstü çaba harcamak CHP’nin birinci görevi değildir. Üstelik dokunulmazlık kaldırılmadan.

Bir milletvekilinin mazbatasını iptal ettirip, Anayasa’yı değiştirip, grubu baskı altına alıp, Siirt seçimlerini es geçip Erdoğan’ı meclise sokmak ve dokunulmazlık zırhına kavuşturmak için verdiğiniz canhıraş çabanın yüzde birini partiniz için verseydiniz sonuç bambaşka olurdu.

Size o gün söylediğim gibi, Türkiye’nin kaderini değiştirdiniz.

Deniz Bey; sözlerimde en ufak bir çarpıtma varsa çıkıp söyleyin. “Öyle değildi. Böyle konuşmadık.” deyin.

Genel Sekreterinizin ve en yakınlarınızın tanık olduğu bu konuşmayı inkâr edin.

Ya da başınızı önünüze eğin ve tarihin hakkınızda vereceği yargıyı düşünün.

Deniz Bey; çok ağır şeyler yazdığımın farkındayım. O akşamki tartışmaya kadar bir dostluğumuz vardı, bunları yazmak istemezdim.

Ama hem duruma doğru teşhis koyamamanız, hem de aşırı derecede inatçı olma huyunuz yüzünden hepimizi tehlikeye attınız.

Tayyip Erdoğan’ın yüzde 34 oyla meclisin üçte ikisini ele geçirmesinin manivelası oldunuz.

Daha önce Refah Partisi’nin belediyeleri ele geçirmesi de sizin oyları bölmeniz sayesinde gerçekleşmişti..

Tayyip Erdoğan’ların ve yine çok yakın dostunuz olan Melih Gökçek’lerin en büyük şansı sizdiniz.

CHP’nin ise en büyük şanssızlığı oldunuz.

Bu ülkenin sola şiddetle ihtiyaç duyduğu bir dönemde, bütün uyarılarımıza rağmen partiyi sağa çekmekte, Kürtlerden, Alevilerden, solculardan ayırmakta ısrarlı oldunuz.

Erdal İnönü, Hikmet Çetin, Murat Karayalçın, Fikri Sağlar, Ercan Karakaş, Mehmet Moğultay, Seyfi Oktay, Celal Doğan ve daha birçok sosyal demokratla el ele tutuşup halkın karşısına çıkmanız gerekirken; eski MHP’lileri, eski ANAP’lıları, idamla yargılanmış sağcı militanları parti vitrinine çıkarmakta ısrar ettiniz.

Size defalarca “Bir şeyin aslı varken kopyasına kimse bakmaz!” dememize rağmen, sol politikaları değil, MHP çizgisini tercih ettiniz.

Sağcıları ve sekreterinizi Meclis’e sokarken, İsmet Paşa’nın Avrupa Konseyi’nde komisyon başkanı olma başarısını gösteren torunu Gülsün Bilgehan’ı Meclis dışında bıraktınız.

İnanın ki bunları yazarken samimi olarak üzülüyorum. Keşke haklı çıkmasaydım, keşke sizin tahminleriniz doğrulansaydı diyorum ama durum ortada.

Yazık oldu Deniz Bey, hem size, hem partinize, hem de size inanan temiz yürekli sosyal demokratlara.

Artık bundan sonra istifa etseniz de bir etmeseniz de.

Bad-el harab-ül Basra!


http://www.hurriyet.com.tr/beylerbeyinde-gizli-anlasma-6950221

.

#Güncelleme Beylerbeyi'nde Gizli Anlaşma /2/ (hafızlarımızı tazelemeliyiz)

BİR BOMBA İDDİA DA YAŞAR NURİ ÖZTÜRK'TEN 

Zülfü Livaneli’nin, Başbakan Erdoğan’la CHP Lideri Baykal’ın 2002 seçimlerinden sonra bir araya gelip başbakanlık pazarlığı yaptıkları iddiası yeni bir boyut kazandı. O dönem Baykal’ın yakın kurmay kadrosu içinde yer alan Yaşar Nuri Öztürk, Erdoğan’ın, kendisine başbakanlık yolu açılması karşılığında Baykal’a cumhurbaşkanlığını önerdiğini ileri sürdü


Zülfü Livaneli’nin gündeme getirdiği Baykal-Erdoğan görüşmesi hakkında konuşan HYP Genel Başkanı Yaşar Nuri Öztürk çarpıcı açıklamalarda bulundu. Baykal ile Erdoğan’ın Beylerbeyi’ndeki bir yalıda baş başa görüştüklerini belirten Öztürk, Erdoğan’ın Baykal’a cumhurbaşkanlığı sözü vererek kendisine Meclis yolunu açtırdığını söyledi. Öztürk, Erdoğan’ın Baykal’a, “Öztürk’ü pasifize edin” dediğini de savundu. Habertürk Televizyonu’na konuşan Yaşar Nuri Öztürk şunları söyledi:

CUMHURBAŞKANI OL

O toplantı yapıldı. Tanıkları var. Yalı görüşmesinden önce Baykal, Erdoğan’ın Meclis’e girmesine sıcak bakmıyordu. O görüşmeden sonra Mehmet Sevigen’in [1] evindeki toplantıda Baykal birden tavır değiştirdi. Akıl almaz bir biçimde “Erdoğan Meclis’e gelmelidir” dedi. Biz o akşam şaşırdık. Çünkü o güne kadar, Baykal dahil deniyordu ki “Erdoğan gelmemeli ve AKP dağılmalı.”  



O yalı toplantısına katılmayan pek çok kişiden spekülatif nakiller dinledik. İki şey konuşuldu diyorlar:

Birincisi, Tayyip Erdoğan, Deniz Bey’e, “Sen beni Meclis’e taşı. Dokunulmazlıkları falan bırak. Günü geldiğinde biz de sana cumhurbaşkanlığı yolunu açalım” demiş. Yalı toplantısında al gülüm ver gülüm yapıldı.

Sayın Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı adaylığı konuşuluncaya kadar  Deniz Bey, anamuhalefet partisi lideri gibi değil ana muvafakat partisi lideri gibi çalıştı. Çünkü kendisine verilmiş bir söz vardı.

İKİNCİ ŞART

O toplantıya (yalı görüşmesi) şoförlük eden arkadaşımızı bile toplantıya sokmadılar. Orada bir şey daha deniyor:
Erdoğan, Deniz Bey’e, “Yaşar Nuri Öztürk’ü pasifize edeceksin” demiş. Nedeni belli. Öztürk, dışarıdan dayatmalı “Ilımlı İslam” modeline karşı çıkıyor. İçeriden dayatılan “Emevi İslamı”na karşı çıkıyor. Bundan ciddi biçimde rahatsız AKP. Orada bu pazarlık konusu yapılmış. Bize gelen rivayetler böyle.

Baykal’a benim ayrılışımla ilgili kaç defa sorulmuşsa:

“Oraya girmeyelim. Konjoktür öyle gerektirdi. Yaşar Bey, her söylediği dünya tarafından dikkate alınması gereken bir fikir adamı” diye cevap verdi. Baykal’a bir sorum var:

Nedir bu konjonktür? Bunu açıkla.

Baykal, beni partiye çağırırken söylediklerini unuttu. Kitaplarıma atıf yaparak beni çağırdı. Demek ki bir değişiklik olmuş. Kim emretti Öztürk’ü pasifize edeceksin diye? Baykal riske girmedi, birikimine yakışır bir omurga ortaya koyamadı.

İSTİFA ETMESİN

BAYKAL ucuzcu, defolu, hataları var, rahatı tercih eden bir siyasetçi, “Türkiye’yi yönetme riskinin altına girmez” diye Türkiye’yi tahrip operasyonuna destek mi vereceğim. Seçimden hemen sonra yapılan CHP muhalefeti yanlış. Muhalifler kızgınlar, ama seçimden hemen sonra bunu yapmamalılar. Bu hiç olmazsa seçimden 15 gün, bir ay sonra başlar. Bu, CHP’ye bir bindirme hareketidir. CHP üzerinden Türkiye’ye kazık atılıyor. Deniz Bey’e bir çağrım var. Sakın istifa etmesin. Dirensin.

Restoran yolunda kaza atlatmışlar

STAR gazetesi Ankara Temsilcisi Şamil Tayyar [2], dünkü yazısında Erdoğan’la Baykal’ın gizli buluşmasına ilişkin ilginç detaylar verdi:

“Görüşmenin gerçekleştiği mekan, otel/restoran olarak hizmet veren Beylerbeyi’ndeki Bosphorus’tur. Tarih, 22 Şubat 2003. Karlı bir İstanbul akşamı... Görüşme öncesi Brüksel’de bulunan Baykal, doğru İstanbul’a gelip buluşma adresine Bülent Tanla [3] ile birlikte gidiyor. Erdoğan ise gazeteci Haluk Örgün’ün [4] otomobiliyle yollara düşüyor. Direksiyonda Örgün var. O yolculuk sırasında Erdoğan, Örgün’le birlikte karlı yollarda ciddi bir kazanın eşiğinden dönüyor. Bir süre sonra iki lider ilk kez baş başa bir yemekte buluşuyor.

Restoran müşterilere kapatılıyor. Yemek masasının etrafında sadece iki lider var. Tanla ve Örgün, alt katta bekliyor. Garsonların sık sık masaya gitmelerine izin verilmiyor. Yemek üç saat sürüyor. İki lider, memnun ayrılıyor. Ortak görüşleri, buluşmanın çok yararlı geçtiği yönünde. Baykal, görüşmenin gizli kalmasında yarar görüyor. Baykal, Tanla ile birlikte restorandan ayrılırken, Erdoğan, Örgün’ün otomobiliyle Siirtliler Gecesi’ne katılmak üzere Topkapı Eresin Otel’e hareket ediyor. Erdoğan’ın Siirt’ten milletvekili adaylığı konusu görüşülmüş olabilir ama pazarlık iddiası gerçekçi değil. Çünkü Beylerbeyi buluşması sırasında Siirt’teki seçim tarihi 9 Mart olarak belirlenmiş, Erdoğan’ın adaylığı kesinleşmişti.”


Görüşmenin ev sahipleri anlatıyor

2002 seçimlerinden sonra Baykal’ın Beylerbeyi’nde bir restoranda Erdoğan ile gerçekleştirdiği görüşmenin ardından, CHP Lideri’nin kurmayları ile Mehmet Sevigen’in [1] Ankara’daki evinde bir araya geldiği iddiası, tanıklar tarafından da doğrulandı.

CHP Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Sevigen, söz konusu isimlerin yeni milletvekili olması, Ankara’da otellerde kalmaları nedeniyle evde bir yemek organizasyonu yaptığını belirterek, sohbet konularının planlı olmadığını söyledi: “Toplantıda Erdoğan’ın siyasi yasağı gündeme geldi. Genel başkanımız, kendisinin de ifade ettiği gibi seçilmiş bir insanın Meclis’e girememesinin demokrasiye gem vurmak olacağı düşüncesiyle parlamentonya girmesi gerektiğini söylemiştir. Bunun demokrasi için uygun olacağını kaydetmiştir. Ancak ‘iki ayda gider’ diye görüşleri olmamıştır.”

Sohbette cumhurbaşkanlığı seçimlerinin de gündeme gelmediğini söyleyen Sevigen, Beylerbeyi’nde Erdoğan ile Baykal’ın görüşmesine ilişkin bilgisinin bulunmadığını savundu. Sevigen, “Terlikli Zirve” diye ifade edilen toplantı için, “Biliyorsunuz bizde namaz kılınan eve ayakkabıyla girilmez. Genel başkanımız da, arkadaşlarımız da buna saygı gösterip, öyle davranmışlardır” şeklinde konuştu.

İşte o restoran

Erdoğan ile Baykal’ın, yemek yediği Seaport Restaurant daha sonra el değiştirdi. Aydın Aktuğ’a ait mekanı, 1,5 yıl önce Sedat Çelik devraldı. Şimdi Eftelya Restaurant olarak işletiliyor. Çelik iddialara ilişkin açıklama yapmaktan kaçındı.

Tanla da doğruladı

BAYKAL’a bir dönem en yakın isimlerinden biri olan CHP eski milletvekili Bülent Tanla, görüşmeleri doğrulayarak, Beylerbeyi’ndeki yemek organizasyonunun Haluk Örgün’e [4] ait olduğunu, görüşmede kendisininin bulunmadığını söyledi. Tanla, arabasıyla Baykal’ı bu görüşmeye götürdüğünü doğrulayarak:

“Evet benim arabamla gittik. Ben görüşmeye katılmadım. Yine benim arabamla birlikte döndük” dedi. Tanla, “Bu toplantı baş başa yapılan bir toplantı olduğu için içeriğine yönelik bir şey söylemem mümkün değil” dedi.

Hayırlı bir iş yaptık

BAŞBAKAN Erdoğan ile CHP Lideri Deniz Baykal arasında Beylerbeyi’nde bir restoranda gerçekleştirilen görüşmeyi organize eden Haluk Örgün de, görüşmeyi doğrulayarak:

“İnsanlık için, memleket için hayırlı bir iş yaptık” diye konuştu. Örgün, “Biri başbakan, biri Deniz Baykal, otursun, konuşsunlar, anlaşsınlar dedik” şeklinde konuştu. İki lideri de yakından tanıyan Örgün, neden Beylerbeyi’nde görüşme yapıldı sorusuna, “Bir anlamı yok, o gün orası denk geldi. Orada görüşme oldu” dedi.

(Akşam)

--


[1]: Mehmet Sevigen ile ilgil bazı haberler.. Bkz:

ZULFU LIVANELININ BAYKAL HAKKINDAKI IDDIALARI

http://www.birtutamtilsim.com/zulfu-livanelinin-baykal-hakkindaki-iddialari

CHP'LI MEHMET SEVIGEN HAKKINDA INANILMAZ IDDIALAR:

http://www.radikal.com.tr/politika/chpli-mehmet-sevigen-hakkinda-inanilmaz-iddialar-920420/

http://www.hursertekinoktay.com.tr/sevigen-depreminde-arsa-sahibi-sok-aciklamalarda-bulundu.htm


VE MEHMET SEVIGEN ISTIFA ETTI

http://www.ntv.com.tr/turkiye/ve-mehmet-sevigen-istifa-etti,AXK9bnW1M0G0CyzgjkX6kw

http://www.hurriyet.com.tr/paramizi-koyarak-is-yapalim-dedik-11026558


[2] Şamil Tayyar ile ilgili  bir bilgi:

SAMIL TAYYAR'IN KARNI NEDEN AGRIYOR
http://odatv.com/samil-tayyarin-karni-neden-agriyor-2304161200.html



[3]: Eski milletvekili Bülent Tanla (Piar Gallup'un sahibi) ile ilgili bazı haberler: 

RAV SABETAY ZWİSABETAYCILIK   VE TÜRKİYE SABETAYLARI (Dönmelik):

https://tr.scribd.com/document/53936403/Reosta-Operas-Yo-Nu-Sabetaycilik-Ve-Turkiye-Sabetaylari

https://tr.scribd.com/document/53936397/Ozan-Boran-Sabatay-Sevi


[4] Haluk Örgün ile ilgili bir haber:


PARALEL KAYYUMUN İKİYÜZLÜLÜĞÜ http://www.haberkanal.net/m/mansetgoster-mob.asp?haber_no=7318



Bilgi güçtür kuvvettir. Bilgilenin! Dünyanın çatısı Everest Tepesi değil İstanbul'dur. Doğu ve Batı'nın savaşı din eksenli değil zenginlik temellidir.

Dünyada hiçbir zaman rakip olamayacağınız sektör büyükleri vardır. Basit bir örnek vermek gerekirse araba lastiği firmaları -Michelin Pirelli gibi- bunların gücü sermayeden öte, imalat üstünlüklerinden gelir. Lastik imalatının temeli kautçuk ağacına dayanır ki bu firmalar dünya kautçuk orman bölgelerini satın almışlardır. Haliyle temel hammadde de kendi ellerinde olduğu için bu firmalarla yarışamazsınız.

Dünyadaki çoğu savaşın temeli, stratejik alan veya stratejik malzeme kavgasıdır.

Afganistan demir yataklarına sahipti. Ortadoğu ülkeleri petrol, doğalgaz altın vs.

Uzakdoğu eski zamanda baharat kaynağıydı.. yeni çağda karabiberin gramının altının gramından pahalı olduğunu düşünürsek.

Arjantin Peru gibi Latin Amerika ülkelerinin Avrupalılar tarafından keşfedildikten sonra gemilerle kuş pisliği dağlarını kendi ülkelerine tarımda verimlilik gübre için taşıdıklarını - bugünün üre'si -unutmamak lazım.

Fransa'nın kahve ve şeker kamışı uğruna ordusunun çoğunu sıtmadan kaybedip bugünkü ABD de bulunan verimli ova pozisyonundaki topraklarını -New Orleon gibi- satmak zorunda kalması, Napoleon' un güç kaybedip ingiltere'nin gerisine düşmesine;

Hollanda'nın gemi filoları sayesinde ticaret yollarına hakim olup zengin ülke statüsünde söz sahibi oluşuna sebep hep hammadde savaşlarıdır.. bu uğurda native bir milleti yok edecek ölçüde kıyım yapmaktan kapitalizm geri kalmamıştır.

Bu azgın sömürüye ideolojik olarak karşı duran sembolik ülkeler olmuştur Vietnam ve Cuba gibi. Vietnam'da kapitalistler global göz dağı verirken; Küba, ideolojik karşıtlığın son kalesi gibi hayat memat meselesi mahiyetinde korunmuş ayakta tutulmuştur.

Bir de ipek yolu gibi, baharat yolu gibi bu hammaddelerin kolay, masrafsız ve emniyetli taşınacağı güzergahlar vardır. Tarih boyunca bu güzergahlar bir Doğu'nun bir Batı'nın eline geçmiştir.

Doğu ve Batı'nın savaşı din eksenli değil zenginlik temellidir. Haçlı seferleri gibi Kudüs'ü elde tutmaya yönelik ataklar, bu el değiştirişleri kökten çözmeye yöneliktir.

Ha keza islamı yayma adı altında yapılan cihad ve fetihlerde öyle. Dinler, bu savaşlarda motive edici körük vazifesi görmüşlerdir.

Bu cephelerin lojistik üssü olan yerler bellidir. Malta adası, Kıbrıs, İstanbul vs.

Bana göre dünyanın çatısı Everest tepesi değil İstanbuldur. Tarih öncesinden beri yerleşim alanı olarak göz koyulan tarih boyunca da alınmak istenen. Hz. Muhammed dahil tüm islam liderleri ve orduları yönünü buraya çevirmiş, adeta Osmanlı'ya işaret etmiş, Fatih'e nasip olmuş bir şehir; merkez, köprü üs. Koskoca Batı Roma İmp. yıkılırken uzantısı Bizans, bu korunaklı kale ve vergi toplama noktasında ömrünü bin sene daha uzatabilmiştir.

Biz bin sene kalabilecekmiyiz bilmiyorum ama gercekten şanslı olduğumuz kesin. Şansımız, şu birbirine sınır komşu olmak istemeyecek Uzak Doğu ve Batı arasında tampon oluşumuz.. bizi bi kaşık suda boğabilecek güçte de olsalar bizi yaşatmak isteyecekler. Çünkü araya sıkışmışız sürebilecekleri yer yok.. bu alanı boşaltırlarsa bir taraftan biri dolduracak. Anadolu'ya Doğunun hakim olması veya Batının hakim olması, dünya dengelerini değiştirir.

Bu yüzden ülkemiz üstüne oynanan siyasi ve finansal oyunlar hiç bitmeyecektir. Bize düşen, konumumuzu faydalı şekilde kullanıp teraziyi bozmadan kuvvetlenmektir.

ERMENİ TÜRKLERİ ve TÜRK OLMAYAN TÜRK IRKÇILARI

Hz. Muhammed bir hadisi şerifinde diyor ki, “Çocuk kimin yatağında dünyaya gelmiş ise, ona aittir.” (*)

(Editörün  Notu: 
Yazar, "hiçbir zaman Türk ırkçılığı yapmayan Türkler" ve "Cumhuriyet tarihinde hiçbir Türkmen Cumhurbaşkanı olmadı. Hiçbir Türkmen Başbakan da olmadı. Hiçbir Genelkurmay Başkanı da Türkmen degil" diyor. Ve; 
Türkiye Cumhuriyetinde Ermeniler ve Muhacir Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Çerkezler ve Pontus Rumlarının kendi etnik kimlikleriyle yaşamalarının, ne kadar zor olduğunu söylüyor. 
Türk ırkçılığı yapanların Türkler olmadığı, Türk Irkçılığı yapanların ve Türkiye Cumhuriyeti devlet adamlarının bu dönmelerden olduğunu ifade ediyor. 

Bugünlere zaten onların, yazarın ifadesiyle, Ermenilerin vd.nin "başarılı devlet adamı olmaları" sayesinde geldik. 78 yıldırki "başarıları" sayesinde sonunda GüllükGülistanlık bir ülke yaptılar nihayet TürkiyeCumhuriyetini.. yani: Terör ülkesi, Şeyhler dervişler müridler meczuplar ülkesi, bölücüler ülkesi, etnik ayrılıkçılar ülkesi ve Emperyalizme köle olan bir ülke haline getirmeyi devletimiz yöneterek başardılar. 
Yani kendi adlarına ve çıkarlarına uygun başarılar elde ettiler. Tıpkı Osmanlı İmp. yaptıkları gibi.
Düşmanlığın dinin olmayacağını idrak edemediği için yan gelip yatan Türkler, yani siyasetle uğraşmayı Onlar'ı kendi elleriyle başlarına getiren Türkler, Var olma yok olmama savaşı veriyor artık.  Oysa Türkiye Cumhuriyetinin dayanağı Türk topluluğudur.

BİLGİ OLMADAN TÜRKİYE CUMHURİYETİNİ SAVUNAMAZSINIZ
-Asıl düşmanı fark edemezsiniz.
-Düşmanın asıl tahribatını göremezsiniz.
-Düşmana nasıl karşı koyacağınızı bilemezsiniz.
-Devletimizi ve vatanımızı koruyamazsınız.
-Çocuklarınıza, mutlu olacakları bir yurt bırakamazsınız. )




ERMENİ TÜRKLERİ

İbrahim Aksoy Eski SHP Malatya Milletvekili

Türk ırkçılığının, öncülüğünü yapanlar gerçekten ne kadar Türk tür? Türkiye’de Türk olanların, hiç biri Türkçülük yapmıyor. Zaten buna da ihtiyaçları yoktur. Türkmenistan’dan Anadolu ya gelip yerleşen Türkmenler, hem Osmanlı döneminde, hem de Cumhuriyet döneminde sürekli devletin dışına itildiler. Buna rağmen hiçbir zaman Türk ırkçılığı yapmadılar. Cumhuriyet döneminde Türk ırkçılığının büyük itibar görmesine rağmen yine yapmadılar.

Türkmenistan’dan gelen Türkmenler, Orta Anadolu’da, Alevi Kürtlerle karışık yaşayan Aleviler; Toroslar’daki yörük Aleviler ve Ege’deki tahtacı Alevilerdir. Bunlar Osmanlı döneminde sürekli aşağılanmış ve hatta kitlesel katliamlara uğramışlardır. Cumhuriyet döneminde de sürekli devletin kenarında bırakılmışlardır.

Balkan muhacirleri, Karadeniz Pontus Rumları’nın torunları ve Anadolu’da yerleşik bazı azınlıklar Türk ırkçılığını yapıyorlar. Bazen de bunlar kendilerini kabul ettirebilmek için aklın ve mantığın sınırlarını bile zorluyorlar. Burada, bu sınırları aşan bazı Ermenileri anlatmaya çalışacağım.

Sabiha Gökçen; Atatürk’ün manevi kızıdır. Bu daha önce de yazıldı. Atatürk bu kızı bir yetimhaneden alıp evlatlık edinmiştir. Atatürk küçük kızına, zil zurna âşık olduğu ve kendisinden 19 yaş küçük Vahdettin’in küçük kızı prenses Sabiha’nın adını verdi. Böylece küçük Sabiha’nın bir Müslüman adı oldu ve daha sonra, Gökçen soyadını alarak, Sabiha Gökçen oldu. Sabiha Gökçen dünyada ilk kadın savaş pilotu olmanın yanında, yine dünyada savaşa katılan ilk kadın pilot olma özelliğini de taşıyor. Çünkü Sabiha Gökçen 1938 Dersim katliamında, Dersim’in köylerine tonlarca bomba yağdırdı. Binlerce, Dersimli bu bombalarla can verdi.

Hafize Özal; Turgut Özal’ın annesi, Malatya’nın Tecde köyünde önceleri Ermeni papazı, daha sonra din değiştirip, hocalık yapan meşhur cinci hocanın kızıdır. Hafîze hanım büyüyünce, yine Ermeni kökenli, Çemişgezek göçmeni olan Turgut Özal’ın babası ile evlendi. Çocukları da dahil hepsi tarikat üyesidirler.

Recai Kutan; Adıyaman’ın Sincik ilçesine bağlı Kotan köyünden, aslen Ermeni olan Ismail Efendi’nin oğlu olarak Malatya’nın Nebioğlu Sokağı’nda dünyaya geldi. Özallar da aynı sokak da oturdukları için, tanışmışlıkları çok eskiye dayanır. Sadece tanışmışlıkları degil, tarikat üyelilikleri de o yıllara dayanır. Başından beri Necmettin Erbakan’ın sağ kolu olan Recai Kutan şu anda SP Genel Başkanıdır.

Oguzhan Asiltürk; kendisine asil bir soyadı da seçen Oğuzhan, Malatya’nın Hekimhan ilçesinin Zorban köyünde dünyaya geldi. Ermeniliğini terk edip tarikat üyeliğini benimsemesi, yaşı kadar eskidir.

Devlet Bahçeli; Aslen Siverek Ermenilerinden bir ailenin çocuğudur. Ailesi Siverek’ten göçüp, Bahçe ilçesine yerleşti. Küçük Devlet burada dünya ya geldi. Özellikle üniversite yıllarında, Türk ırkçılığının öncü kadrolarındandır. Atatürk Üniversitesi’ndeki bu çabaları, onu daha sonra MHP’nin Genel Başkanlığı’na taşıdı. Şu anda Türkçülük hareketinin en önemli şahsiyetlerindendir.

Hasan Celal Güzel; ANAP’ta bakanlık da yapan Güzel şu anda YDP Genel Başkanı’dır. Hasan Celal, aslen Antepli olan Ermeni bir ailenin çocuğudur. Hasan Celal’in ailesi, Antep’de devletle ilişkileri deşifre olduktan sonra gelip Malatya’ya yerleşti. Küçük Hasan Celal Malatya’da traktör pazarlamacısı Kamil Güzel’in oğlu olarak dünya ya geldi. Başarılı bir devlet adamı olduğu gibi, yeminli bir Kürt ve Ermeni düşmanıdır.

Mehmet Ağar; aslen Ağınlı olan Ermeni bir ailenin çocuğudur. Küçük Mehmet, Elazığ’da meşhur Kürt Zülküf’ün oğlu olarak dünyaya geldi. Kürt Zülküf 68’lilerin korkulu rüyası olan işkenceci toplum polis müdürünün ta kendisidir. Kürt lakabını da Ermeniliğine örtü olarak kullanıyordu. Mehmet Ağar her yasadışı olaya adı karışan başarılı bir devlet adamı ve gençliğinden beri yeminli bir devlet hizmetkarıdır. Devletin her kademesindeki başarılı hizmetlerinin yanısıra, başarılı bir sorgucu olarak da bilinen Ağar, şu anda DYP Genel Başkanı olarak 2007 yılında yapılacak genel seçimlerde Başbakan adayıdır. 

Mehmet Keçeciler; Türkiye de gericilikden bahis açılınca ilk akla gelen isimlerin başında gelir. Keçeciler de devletin her kademesinde, büyük hizmetleri olan, başarılı bir devlet adamıdır.

Mesut Yılmaz; şu sıralar siyasete yeniden başlamak için, salvo yapmaya başlayan Yılmaz, Rize’nin Hemşin Ermenilerindendir. Mesut Yılmaz, başbakanlık da dahil, devletin her kademesinde başarılı görevlerde bulunmuş bir devlet adamıdır.

Murat Karayalçın; Mesut Yılmaz ile aynı köydendir. Hemşin Ermenilerinden olan Karayalçın, ailesi ile Yılmaz ailesi kavgalı oldukları için, Karayalçın ailesi Samsun’a göçmek mecburiyetinde kaldı. Küçük Murat, Samsun’da dünyaya geldi. Karayalçın başarılı bir insan olduğu için, Kenan Evren’in ilk atadığı bürokrattır. Bu başarısını Evren’in atamasıyla Kent – Koop Genel Başkanlığı’nda da sürdürdü. Şu anda SHP Genel Başkanlık görevini başarıyla sürdürüyor. 

Karayalçın’ın en önemli özelliği, Ankara Siyasal Bilgiler’de öğrenciyken Mehmet Ağar, Mehmet Keçeciler ve Hasan Celal Güzel gibi bazı arkadaşlarıyla, Arapkirliler Grubu’nu oluşturarak Uluç Gürkan’a karşı öğrenci birliği başkanlığına aday olmasıdır.

Aslında bu gruptan olanların hiçbiri Arapkirli değildir ve hepsi de Ermeni kökenlidir.

Ayrıca hepsi de ülkücü eğilimlidirler. Seçimi kaybeden Karayalçın, CHPli Uluç Gürkan’ı tehdit etmeye başladı. O yıllarda aynı okulda öğrenci olan devrimci hareketin önderlerinden Mahir Çayan’dan zılgıtı yiyince yerine oturdu. 

Mehmet Ali Ağca, Oral Çerlik ve Mehmet Özbay gibi ülkücü camiada da çok sayıda Ermeni kökenli var. Bunların hepsini teker teker saymaya gerek yok. 

Ben burada sadece kamuoyunun da tanıdığı bazı Ermenilerin isimlerini verdim. Türkiye’de kimliğini inkar ederek yaşamını sürdüren 300 binden fazla Ermeni olduğu söyleniyor. Bu ürkütücü bir sonuç. Bu sonuç Türkiye’de Ermeni olarak yaşamanın, ne kadar zor olduğunun açık delilidir.

Kimliğini inkar ederek yaşamını sürdürenlere hiçbir sözümüz yoktur. Onları anlayışla karşılıyoruz. Ancak Ermeni olduğunu bile bile Türk ırkçılığı veya Türk- Islam sentezinin savunuculuğunu yapanları anlamakta zorluk çekiyoruz. Hele bunların Türkiye’deki gayrımüslimlere ve Kürtlere karşı düşmanca tavırları anlaşılır gibi değil. 

Bir insan her zaman din değiştirebilir. Bu onun doğal hakkıdır. Ama bir insan hiçbir zaman ait olduğu ırkını değiştiremez. Bunların hangi koşullarda bu duruma geldikleri ilginç değil mi?

Hz. Muhammed’in bir hadisi şerifi vardır. Diyor ki; “Çocuk kimin yatağında dünyaya gelmiş ise, ona aittir.” Bu hadise uygun olan, bir de atasözü vardır: Aslını inkar eden haramzadedir.

Ben bir insan olarak bunların düştükleri bu duruma üzülüyorum. Mesela Mehmet Ağar, insanların yüzüne bakacak yüzü olmadığı için sürekli renkli gözlük kullanır. Diğerlerinin gözlerinde sürekli suçluların telaşını görmek mümkün. Ama bunları neden yapıyorlar, anlamak mümkün değil. 

Ben burada sadece bazı Ermenileri yazdım. Belki de Ermeniler, Anadolu’nun yerli halklarından olduğu için yazdım. Muhacir Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Çerkezler ve Pontus Rumları da aynı durumda. 

Cumhuriyet tarihinde hiçbir Türkmen Cumhurbaşkanı olmadı. Hiçbir Türkmen Başbakan da olmadı. Hiçbir Genelkurmay Başkanı da Türkmen degil. 

Türk olabilmek için, sadece müslümanım, Türküm demek yeterli mi? Onu da bilmiyorum. Ama; keçinin ben koyunum demekle koyun olamayacağını biliyorum.

Bir Ermeni örneği daha. 12 Eylül Cuntası döneminde yüzbinlerce insan gözaltına alındı ve haftalarca işkence gördü. Ama bunların arasında Garbis Altunyan isminde birisi vardı ki sadece solcu olduğu için değil, aynı zamanda Ermeni olduğu için de tam 270 gün işkencede kaldı. Bunun 34 gününü aslan kafesinde geçirdi. Yıllarca cezaevinde yattı ve şu anda işkenceden sakat kalmış bir insan olarak yaşamını Avrupada sürdürüyor.

Ağustos 2006

Kaynak: http://bit.ly/2aWEbyo
--
Not:  (*) Bu konuyla ilgili yazılar:
http://bit.ly/2aOkCoc
http://bit.ly/2baQszM
http://bit.ly/2bn6sAB
http://bit.ly/2bnaB3r
ve
Akp'nin Etnik Kokeni; Düşmanı nerede aramalı acaba?
 http://bit.ly/2baPhAj

.

MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...