CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR
Dindar Sanılan Düşmanlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dindar Sanılan Düşmanlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

İslam etkilenmesin diye gizlenen 70 yıl süren Türk - Arap savaşı | Arap vahşeti

İslam etkilenirmiş... (*)

Şu gerçek unutulmamalıdır:

DİN, İNSAN İÇİNDİR; İNSAN, DİN İÇİN DEĞİLDİR!



















































Türklere yapılan Talkan ve Curcan Katliamı! Tarih-i Taberi / Cilt 3/
70 sene süren Türk-arap savaşlarının en ehemmiyetli noktaları ve sonuçları:

1- 100.000’in üstünde Türk katledilmiştir.
2- 50.000’in üstünde Türk genci köle ve cariye yapılmıştır.
3- Şehirler yağmalanmış , ganimet diye halkın herşeyi talan edilmiştir.
4- Tüm zenginlikler , tarihi yapıtlar yokedilmiş , yakılmış , yıkılmıştır.
5- Dünyanın en büyük katliamlarından biri olan “Talkan Katliamında” 40.000 Türkün kesilerek 24 kilometre yol süresince ağaçlarda sallandırılmıştır.( Tarihte örneği çok azdır.)
6- Aynı şekilde “Curcan Katliamında da esir alınan 40.000 Türk’ün nehir kenarında kafaları kesilmiş , nehrin suyu kıpkızıl olmuş , cesetler yine ağaçlarda sallandırılmıştır.
7- “Teslim olursanız canınız bağışlanacak” sözü hiç bir zaman yerine getirilmemiş , “Şeriat söz tanımaz” denilerek kadın-erkek kılıçtan geçirilmiştir.
8- Araplar tarihte yaşadıkları bu en büyük yağma ve talandan çok büyük servet ele geçirmişlerdir.
9- Türkler böyle bir vahşet ve mezalimi Çinlilerden bile görmemişlerdir.
10- Türk’ler bu katliamların ardından Arap dinine zorla geçirilir ve asimile edilir. Bu tarihi gerçekler “islam etkilenmesin” düşüncesiyle gizlenmekte, söz edilmemektedir.
(Syf-349-350)

Ayrıca bakınız: https://bit.ly/2Fm6Ufp




(*) Not:
Kuran’da a’rab kelimesi, geçtiği 10 yerin biri hariç, daima olumsuzluğun, kötülüğün, iki yüzlüğün, cimriliğin, kaypaklığın taşıyıcısı olarak kullanılmaktadır: Tevbe 90; Tevbe 97; Tevbe 98; Tevbe 101; Tevbe 120; Fetih 11-12; Fetih 16; Hucurât 14
.
.

Ahlak ve slogan

Editörün Notu: Değerli okuyucumuz, Yüksek Türkiye ideaimiz için Atamızın şu ifadesini hiç unutmamak gereklidir: 

"Bizi yanlış yola sevk eden habisler, biliniz ki çok kere din perdesine bürünmüşlerdir. Saf ve nezih halkımızı hep şeriat sözleriyle aldatagelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz; görürsünüz ki, sıkıntılı dönemler hep din kisvesi altındaki küfür ve alçaklıktan gelmiştir. Onlar her hayırlı hareketi dinle karşılarlar. Halbuki hamdolsun hepimiz dindarız, artık bizim dinin icaplarını, dinin yasaklarını öğrenmek için şundan bundan derse ve akıl hocalığına ihtiyacımız yoktur!

"Bizim dinimiz en makul ve en doğal bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin doğal olması için akla, tekniğe, ilme ve mantığa uygun olması gerekir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur. 

"İslam'ın sosyal hayatı içinde hiç kimsenin, bir özel sınıf halinde varlığını sürdürme hakkı yoktur. Kendilerinde böyle bir hak görenler dini kurallara uygun harekette bulunmuş olmazlar. Bizde ruhbanlık yoktur, hepimiz eşitiz ve dinimizin kurallarını eşit olarak öğrenmeye mecburuz."

Yaşar Nuri Öztürk'ün yaşamı da bu hurafelerle, din yobazlarıyla mücadeleyle geçti;  İslam'ı din bezirganlarının pençesinden kurtarmak için çabaladı durdu;  hayatını buna adadı; İslam'ı din bezirganlarının pençesinden kurtarmak için çabaladı durdu; Cehalete ve halkı kandıranlara savaş açtı. Ve, bir gün bile geri adım atmadı. 
İşte atta sizere sunduğumuz yazısı da bunun örneklerindendir.


Ahlak ve slogan 

Sadece devlet başkanı değil, aynı zamanda bir düşünce adamı olan Ali İzzet Begoviç, eserinde Kur'an'ın temel mesajlarından birini ifadeye koyarken şöyle diyor: ‘‘Kur'an'da, imana gel ki iyi insan olasın denmiyor. İyi insan ol ki iman etmiş olasın deniyor.’’ (Begoviç, Doğu ile Batı Arasında İslam, s. 158) Begoviç bu sözüyle, ahlakı slogan ve iddianın üstüne çıkaran Kur'an'sal diyalektiğin ruhunu çok güzel biçimde dile getirmiştir. Kur'an diyor ki: ‘‘İman ve zafer yüzlerinizi doğu veya batı yönüne dönmeniz değildir; iman ve zafer, o kişinin tavrıdır ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaba, peygamberlere inanır; malı, içinden gelerek akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, yardım dileyenlere, özgürlüğüne kavuşmak için didinenlere verir; namazı kılar, zekâtı öder. Böyleleri, ahitleştiklerinde sözlerine sadıktırlar. Ferahlık ve sıkıntı zamanlarında, şiddet ve savaş durumunda sabredenlerdir onlar. Özü sözü bir olanlardır onlar. Takva sahipleri de işte onlardır.’’ (Bakara, 177) Ahlak ve özü, işte böylece slogan ve şeklin üstüne çıkaran Kur'an, eminim ki Begoviç'i alnından öpecektir.

Ahlak halinde yaşanmayan din şekil ve slogana, şuur haline gelmeyen iman ise iddia ve inatçılığa mahkûm olur. Slogan, değer üretmekle övünme imkânı bulamayan benliklerin, değer üretenleri övme veya sövme hedefi yaparak tatmin bulmalarının aracıdır. Slogancılığı, şekli ilahlaştırma tutkusu izler. Ve bu tutku yerleşince de din, hayat olmaktan çıkar, nefsin iştah ve kinini tatmin aracı haline gelir. O halde, dinin gerçek anlamda yaşanması nasıl olmalıdır? İslam'ın muazzez peygamberi bu sorunun cevabını ölümsüz bir ifadeye büründürmüştür. ‘‘Ben, ahlaksal güzellikleri tamamlamak için gönderildim.’’ Bunun bize aktardığı pratik mesaj şudur: Din ve ona bağlı olarak Hz. Peygamber, bir ahlak idesidir, bir görüntü modeli değil. Eskilerin kullandıkları bir deyimle, Hz. Peygamber bir tahalluk (ahlaklanma) konusudur, bir teşekkül (şekillenme) konusu değil. Şeklin, ahlaka bağlantısının olduğu noktalar elbette vardır. Bunlar vahyin tespitleriyle açıklanmıştır. Vahyin şekil belirlemediği hususlarda dini ve Resul'ü bir ahlaksal nitelikler kaynağı olarak almak, dinden bereketlenmenin biricik yoludur. Bu yol Resul'ün haliyle hallenme yoludur. Çile, aşk, ıstırap, tevazu, hizmet ve sabır gerektirir. Oysa ki, Resul'ü bir görüntü modeli yapmak, onu belli bir çevre ve coğrafyanın temsilcisi haline getirmek olur. Belli bir coğrafyanın görüntülerini kutsallaştıran bir modelin evrensel mesajların taşıyıcısı olduğuna kimseyi inandıramazsınız. Hem dine yazık olur, hem dindara...
Bir peygamberi gösteri ve resim modeli olarak almanın ucuzluğundan kurtulup onu yeni bir dünyanın yapılandırılmasında bir iman ve aşk modeli haline getirmek için, örfü ilahlaştırmaktan vazgeçmek gerekiyor. Bu gerçeği çok iyi yakalamış olan Peygamber eşi Hz. Aişe, kendisine ‘‘Peygamberimizin ahlakını bize anlatır mısın?’’ diyenlere şu ‘‘prensip cevap’’ı vermiştir: ‘‘Gidin, Kur'an'ı okuyun!’’
Bugünkü Müslüman dünyanın en büyük talihsizliklerinden biri, belki de en büyüğü, Hz. Peygamber'i, bir ahlak ve hareket modeli olmaktan çok, bir şekil ve görüntü modeli halinde algılamasıdır. Bu yanlış algılama sadece bizi vahyin ruhundan uzaklaştırmakla kalmıyor, diğer kitlelerin Kur'an rahmetinden yararlanmasını da engelliyor.

Sonuç şu: Bizler ahlaksal zemini tahrip edilmiş, değerleri birkaç karelik görüntüden ibaret hale getirilmiş bir anlayışı, insanlığın geleceğini kurmaya aday göstermek gibi bir tutarsızlığın temsilcileri durumuna düşürülüyoruz. Ve insanlık, ısrarlı ve haklı bir biçimde şunu soruyor: Bugünü cehenneme çevirenlerin yarınki cennet vaatlerine nasıl inanalım?

Gerçekçi insanlar sıfatıyla atacağımız ilk adım, ‘‘âlemlere rahmet’’ olan Son Peygamber'in üzerine örttüğümüz ‘‘örf şalı’’nı kaldırmak ve Kur'an'ın Muhammed'ini insanlığın tanımasına ve yararlanmasına açmaktır. Başka bir deyişle, sloganlarımızın kutsanması için paravan yaptığımız ‘‘elçi’’nin inat, iddia ve şekil zemininden, ‘‘Allah elçisi’’ Hz. Muhammed'in basiret, hizmet, sevgi ve ahlak iklimine geçişi sağlamak borcundayız. Bizi kurtaracak olan, Arap örflerinin desenleriyle süslü fistan modeli değil, Kur'an ahlakıyla yüklü aşk ve iman modelidir. Bu modeli hayatımıza sokamadığımız sürece, ruhundan ışık yıllarıyla uzakta kaldığımız kuralların görüntülerini ihya etmek bize, eriş ve oluşun kapısını asla aralamayacaktır.

Yaşar NURİ ÖZTÜRK
https://bit.ly/2EeTfrl


.

Said-İ Nursi Hakkındaki Gerçekler (1), Dr. MEHMET BACAKSIZ ...

Said-i Nursi, Türkiye’de abartılı bir şekilde tanıtılan şahısların başında gelir. Son yıllarda Said-i Nursi’nin adı gene sık duyulmaya başlandı. Bazı mihraklar, Said-i Nursi’yi kahraman olarak tanıtıyorlar. Said-i Nursi’yi kahraman olarak tanıtan mihrakların en önemli özellikleri Cumhuriyet, Atatürk, milliyetçilik ve milli devlet karşıtı olmaları. 

Said-i Nursi taraftarlarının, bu şahısla ilgili olarak özellikle iki konuda çok büyük iddiaları var. Bu iddialar şunlar:

1-Said-i Nursi, İstiklal Savaşı’na çok önemli katkılar yapmıştır. Bu sebeple Said-i Nursi bir kahramandır.

2-Said-i Nursi, Kürtçülüğe karşıdır. Şeyh Sait İsyanı’na karşı çıkmıştır. İsyanın önlenmesi için büyük gayret sarfetmiştir.

Said-i Nursi taraftarlarının bu iddialarının gerçekle hiçbir ilgisi yoktur. Bu iddiaların amacı Said-i Nursi’yi kahraman olarak tanıtarak Atatürk’ün kurduğu üniter bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’ni tasfiye etmektir. Bu iddialardan birincisini bu yazımızda, ikincisini ise bundan sonraki yazımızda inceleyeceğiz. Şimdi, Said-i Nursi’nin İstiklal Savaşı’na katkısının olmadığını, dolayısıyla kahraman olmadığını belgeleriyle açıklayalım:

Said-i Nursi, Mondros Mütarekesi’nden sonra İstanbul’a gelmiş, 1922 yılının sonuna kadar burada kalmıştır. Seyfi Güzeldere, “Gerçek Bediüzzaman Said-i Nursi ve Doktrinleri” adlı kitabında bu hususu net olarak açıklamıştır. Şerif Mardin de Said-i Nursi hakkında yazdığı kitapta bu hususu doğrulamıştır. (1)  Bu sebeble Said-i Nursi’nin İstiklal Savaşı’na katılması kesinlikle söz konusu değildir.

Said-i Nursi, İstanbul’da kaldığı 1918-1922 döneminde İstiklal Savaşı’na katkı sayılabilecek herhangi bir çalışma da yapmamıştır. Said-i Nursi, İstanbul’da kaldığı 1918-1922 döneminde Dar-ül Hikmet’ül İslamiye adlı bir kurumda ücretli olarak çalışmıştır.(2)

Said-i Nursi, İstanbul’da kaldığı 1918-1922 döneminde İstiklal Savaşı’na katkı yapmadığı gibi İstiklal Savaşı aleyhinde faaliyetlerde bulunan Kürt Teali Cemiyeti, Teali İslam Cemiyeti ve Kürt Neşriyat Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer almıştır.(3)

Said-i Nursi’nin çalıştığı Dar-ül Hikmet’ül İslamiye, İstiklal Savaşı devam ederken “Bazı gazetelerin dine saldırdıkları gerekçesiyle cezalandırılmaları ve kapatılmaları, Ramazan ayında kıraathanelerde kadınların şarkı söylemesinin engellenmesi, dergilerin kapaklarına kadın resmi basılmaması, taşra memurlarının dine uygun davranması, çocuk düşürmenin önlenmesi, operet oynatılmasının engellenmesi” vb. konularda kararlar alarak gereğinin yapılması için Hükümet makamlarına yazı yazılması gibi faaliyetler icra etmiştir. (4)Said-i Nursi, Dar-ül Hikmet’ül İslamiye’de çalıştığı dönemi çok mutlu bir dönem” olarak nitelendirmiştir.(5)

Said-i Nursi, taraftarlarınca “BEDİÜZZZAMAN” olarak tanıtılmıştır. Bu kelimenin anlamı “zamanın harikası, asrın mükemmel insanı” demektir. Bu sebeple taraftarlarına göre Said-i Nursi “zamanın en büyük din alimi” dir. İstiklal Savaşı devam ederken Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi, İstiklal Marşı’nın şairi Mehmet Akif Ersoy, Afyon Müftüsü Sait Efendi, Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi, Amasya Müftüsü Hacı Tevfik Efendi, Erzurum’da Hoca Raif Efendi, Isparta’da Şeyh Ali Efendi gibi birçok din bilgini Atatürk’ün yanında yer alarak tüm güçleriyle İsitklal Savaşı’nın kazanılması için gayret göstermişlerdir. Said-i Nursi, gerçekten bir din bilgini olsaydı herhalde bu saydığımız din  bilginleri gibi İstiklal Savaşı’na omuz vermesi gerekirdi. Oysa, Said-i Nursi açıkladığımız üzere İstiklal Savaşı’nın en ateşli günlerinde İstanbul’da rahat ve huzurunu bozmadan yaşamayı tercih etmiştir.

Atatürk, İstiklal Savaşı sürecinde Doğu ve Güneydoğu’daki Kürt Aşiretlerini milli mücadeleye kazanabilmek için Said-i Nursi’den yararlanmak istemiş, bu amaçla Said-i Nursi’yi defalarca Ankara’ya çağırmıştır. Ancak, Said-i Nursi, bu çağrıları cevapsız bırakarak savaşın sonu demek olan 1922 yılı sonunda Ankara’ya gelmiştir. Said-i Nursi, Atatürk’ün çağrılarını cevapsız bırakırken Libya’lı Şeyh Ahmet Sunusi,Atatürk’ün çağrısına uyarak Ankara’ya gelmiş, özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelerde İstiklal Savaşı’na katılımı sağlamak için sayısız vaazlar ve hutbeler vermiştir.(6)

Said-i Nursi, İstiklal Savaşı süresince İstanbul’da kalmasını “Ben, tehlikeli yerde mücahede etmek istiyordum. Siper arkasında mücahede etmek hoşuma gitmiyor. Anadolu’dan ziyade burayı tehlikeli görüyorum.” sözleriyle haklı göstermeye çalışmıştır.(7) Bu sözler ancak bir şartla haklı görülebilir: O daSaid-i Nursi’nin diğer vatanseverler gibi İstanbul’dan Anadolu’ya gizlice silah ve cephane kaçırmak için çalışmış olmasıdır. Gerçekten o dönemde bazı vatanseverler Anadolu’ya geçmeyerek İstanbul’da kalmışlar, kellelerini koltuğa alarak İngiliz ve Fransızların denetimindeki depolardan gizlice kaçırdıkları silah ve cephaneleri gene gizli yollarla Anadolu’ya göndermişlerdir. Birçok vatansever bu uğurda şehit olmuştur. Bu vatanseverler hayatını tehlikeye atarken Said-i Nursi ne yapmıştır? Çalıştığı  Dar-ül Hikmet’ül İslamiye’de o zamanın şartlarına göre ıvır zıvır işlerle uğraşmıştır. Bundan başka yukarıda izah ettiğimiz gibi Kürtçü faaliyetlerde bulunmuştur. Bu yüzden Said-i Nursi’nin İstanbul’da kalmasının hiçbir haklı sebebinin olmadığı gün gibi açıktır.  
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki; “Said-i Nursi’nin İstiklal Savaşı’na çok önemli katkılar yaptığı, bu sebeple bir kahraman olduğu” iddiası kesinlikle yalandır. Said-i Nursi, İstiklal Savaşı’na katılmamıştır. Bu sebeble kahraman da değildir.
 
1-Şerif Mardin, Bediüzzaman Said Nursi Olayı
2-Mustafa Yıldırım, Meczup Yaratmak, sayfa 71,
3-age, sayfa 65, 73, 74
4- age, sayfa  73, 
5-Mardin, age, sayfa 148,
6-Sinan Meydan, Cumhuriyet Tarihi Yalanları 1. Kitap, sayfa 191, 
7-Necmettin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said-i Nursi, sayfa 252,

Türk İslam sentezini icad eden Arvasi kimdir, nedir, tanıyalım..

[Editörün notu: 
Din, bir madde midir?! 
Türklük bir maneviyat mıdır?! 
Sentez nedir nasıl yaplır? Sentez, iki maddenin bir araya getirilerek yapay olarak bileşik cisimler oluşturma, bireşimdir. 
Kısacası: Türk islam sentezi, şeytanca bir planın ifadesidir.]


Türk İslam sentezini icad eden Arvasi kimdir ? 

Ülkücülerin çok sevdiği, milliyetçi ilan ettikleri ve hakkında bahsederken ''hazret'' ''seyid'' gibi ifadeler kullandıkları, Türk İslam sentezini icad eden Arvasi kimdir, nedir, tanıyalım..
Ülkücü Arvasi ve aşireti aslen Araptır, fakat bölgedeki kürt unsurlarla karışması sonucu tamamen kürtleşmiş durumdadır.

Ahmet Seyid Arvasi'nin babası Şeyh Abdülhakim Arvasi Nakşibendi tarikatının önde gelen isimlerinden biriydi. Bütünüyle Nakşi olan bu aşiret Türkiye Cumhuriyeti'nin toprak bütünlüğü ve laik rejimi aleyhine faaliyet gösteren birçok kürtçü - şeriatçı yetiştirdi. Adlarının başında "Seyyid" lakabı bulunan Fehim Arvasi, Ali Arvasi, Abdülbaki Arvasi, Abdülhakim Arvasi gibi tarikatçılar devletin anayasal düzenini yıkarak islami esaslara dayanan bir sistem oluşturma özlemindeydiler; Şefik Arvasi ise kürtçülük üzerine kitap yazan bir kürtçüydü. Birkaç yıl önce Diyarbakır'da infaz edilen kürtçü ideolog Musa Anter'in "Hatıralarım" adlı kitabında Şefik Arvasi'den "değerli bir kürt milliyetçisi" diye bahsedilir. Adı geçen kişilerin hepsi ülkücü Ahmet Arvasi'nin akrabalarıdır. Nitekim Ahmet Arvasi'nin kendisi de koyu bir şeriatçıdır.

Bir kürt ayaklanmacısı olan Sıbgatullah Arvasi ülkücü Ahmet.S Arvasi'nin tam anlamıyla dedesi, yani babasının babası değildir fakat bunların ikisi de Van ve Ağrı illerinde yerleşik bulunan Arvasi aşiretinin mensubu olup birbirleriyle yakın akrabadır. Sıbgatullah efendi 1913'de İngilizlerden aldığı para karşılığında bölgedeki kürtleri kışkırtarak isyan etmelerini sağlamış ama bu ihanetin cezasını ağır ödemişti.

S.Arvasi ülkücülerin gözünde "büyük Türk milliyetçisi"dir fakat aslında akrabaları ve aşireti gibi bir köktendincidir, siyasal islamcıdır. Türk milliyetçiliği diye adlandırdığı irticai fikirler milliyetçiliğin gerçek anlamına tamamen ters düşer. müslüman olmayan Türkleri dışladığı gibi, müslüman Türkleri de mezheplerine göre ayırır. Türklük kavramını nasıl tanımladığını da tahmin ediyorsunuzdur herhalde. Türkiyede yaşayan tüm sünnileri Türk kabul eder, sünni olmayan safkan bir Türk bile onun gözünde 2. plandadır. Müslüman olmayan Türkün arvasinin gözünde hiç değeri yoktur. ama kendi soyundan olan arapları kürtleri çok sever... Laik düzene karşı çıkarak islam şeriatını savunur, ülküsü islam birliğidir. yazdığı kitapları tarafsız bakış açısıyla okuyan herkes, üstü örtülü bir şekilde Atatürk ve devrim düşmanlığı yaptığını kolayca görür.

kendisi Türk olmadığı için yaptığı ülkücü tarifinde TÜRK adı bile geçmez. Bakınız Türk-İslam Ülküsü adlı kitabında "ülkücü"yü nasıl tanımlıyor. Tek kelimesini değiştirmeden aynen aktarıyorum:

"Kendini Allah ve Resulü'nün davasına adamış, sırf Allah rızası için canını, malını ve mevkiini, din ve devleti, müllk ve milleti için fedaya hazır, şanlı, mukaddes, ay yıldızlı bayrağın gölgesinde döğüşen, nefsini düşünmeyen ve ülküsüne fani olmuş yiğitlerdir. Onlar büyük ve şanlı tarihimizin doğurduğu, Allah ve Resulü'nün hizmetine sunulmuş ve küfrün bütün oyunlarını bozan, cesaretini kıran, yolunu kesen kadrolardır. Bunlar Mümin'lere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı onurlu ve zorlu, Allah yolunda savaşanları kınayanların kınamasına aldırmayan yiğitlerdir. Bu nesil Allah'ın İslam alemine ihsanıdır."

Bu tanımlamada "TÜRK" adı geçiyor mu?.. Geçmiyor...

NETİCE İTİBARİYLE ARVASİ TÜRK VE TÜRK MİLLİYETÇİSİ DEĞİL AÇIKÇA ÜMMETÇİDİR.

Ayrıca bu adam Özal döneminde kürt Özal'ı yazılarıyla desteklemiştir. Çünkü Özal'da kendisi gibi nakşi ve kürttür. Yaşı 40'ın üzerinde olan her ülkücü bunu bilir.

Ilaveten; Seyyid Abdülkadir Arvasi, 1919-1925 yılları arsında da Atatürk`ün liderliğindeki Türk İstiklal Harbi ve Cumhuriyet Türkiye`sini yıkmak için İngiltere`yle işbirliği yaptı. Bir Nakşibendi Şeyhi olan Şeyh Sait, Seyyid Abdülkadir`in de desteği ile 8 Şubat 1925`de Cumhuriyet Türkiye`sine isyan etti. Diyarbakır İstiklal Mahkemesi`nin vatana ihanet suçundan idam cezası verdiği Seyit Abdülkadir ve oğullarından Mehmet, 27 Mayıs 1925`te idam edildiler. Öteki oğlu Abdülkadir İran`a kaçtı.

Şeyh Said`e gelince. Melik Fırat`ın `Kürt Şehidi` saydığı bu Nakşibendi Şeyhi vatana ihanetten 29 Haziran 1925`te idam edildi. Özoğlu`na göre, Şemdinan ailesinin bir ferdi olarak Nakşibendi Seyyid Abdülkadir her ne kadar rakipleri Berdirhan aşireti gibi doğrudan bağımsızlığı savunmayıp özerkliği savunuyorsa da, iki açıdan bütün Kürtçü hiziplerin liderlerinin bir simgesidir. Birincisi, Osmanlı Türk devleti çökerken faal olarak Kürtçülük faaliyetlerine başlamıştı.

Şefik Arvasi`nin Said Nursi`nin yakın arkadaşı olduğu belirtilmekte. Arvasilerin Hakkari`nin Arvas`ta toprağının olduğu ve Nakşibendi tarikatının bölgedeki en önemli temsilcilerinden Hakkarili Şemdinan ailesiyle de ilişkileri var. Milletvekili Şeyh Kürdistan Teali Cemiyeti`nin (KTC) kurucu üyelerinden olan Şefik Arvasi 1919 yılında, KTC yayın organı olan Kürdistan gazetesinin başyazarlığını yapmakta ve makalelerinde Kürt kimliğini desteklemektedir.

.

MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...