Süleyman HATİPOĞLU* ANKARA, 26 Haziran 2007 Salı
1. Bölüm
Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi'ni takip eden günlerde Türk yurdu yer yer işgallere uğrarken Çukurova yöresi de 1918 yılının Kassm ve Aralık aylarında Fransız ve İngiliz ortak işgaline uğramıştı. Çukurova bölgesi, ortak bir işgale uğramasına rağmen, bu bölgede İngilizlerle Fransızlar arasında nüfuz yönünden siyasi bir çekişme kendini gösteriyordu. Fransa, İngiltere üzerinde yaptığı baskıdan başarıyla çıkacak, Suriye ve Kilikya bölgesini kendi nüfuzu altına alacaktı[1]. Nitekim 15 Eylül 1919 tarihinde Suriye ve Kilikya'da işgal kuvvetlerinin tebdili hakkındaki "İngiliz-Fransız Mukâvelesi" nin imzalanması ise[2], bu yörelerin Türk halkını büsbütün dehşete düşürmüştü. Çünkü, bu sözleşmeye göre Maraş, Antep ve Urfa şehirleri İngilizler tarafından boşaltılarak, Fransızlara terk edilecekti. İngilizler bu suretle durmadan kaynayan ve Türkler tarafından mutlaka savunulacağını düşündükleri bir toprak parçasını Fransızlara bırakır ve onların Arap memleketleri üzerindeki dikkatlerinin dağılmasını sağlarken[3], aynı zamanda bu bölgede yaşayan Türk halkını da Fransız zulmüne terketmiş oluyorlardı[4]. Zaten Mustafa Kemal, bu sözleşmeden haberi olunca, derhal çok acil olarak, Erzurum Müdafaa-i Hukuk Merkeziyesi'ne çektiği telgrafta; "Eylül ayının 15. günü (1919) İngiltere ile Fransa, 1916 yılında imzaladıkları antlaşmayı esas kabul ederek, "Suriye İtilafnamesi" adı altında milletimizi yakından ilgilendiren bir mukavele üzerinde anlaştılar. Bu mukavelenameye göre, İngilizlerin haksız olarak işgal ettikleri yerleri tahliye eyledikleri bölgeleri, Fransızlar haksızlık üzerine haksızlık yaparak işgale başlayacaklar, Halep'i hariçte bırakarak, Urfa, Ayıntap, Maraş ile Adana vilayetlerimizdeki çoğunluğu İslâm ve Türk olan ve zengin topraklarımızı işgal bölgelerine dahil ederek, kuzeye doğru da Harput ve Sivas'a kadar uzanıp, buraları da dahile alarak Mersin'in batısına kadar uzanan ve Batı Anadolu ile Doğu Anadolu'yu birbirinden ayıran bu bölgeler Fransız nüfuz ve idaresine girecektir" diyerek, durumun ciddiyetini belirtmiş ve bu konunun idarecilere ve gazetelere duyurulması gerektiğini bildirmiştir[5].
Fransa'nın Çukurova'daki Emelleri:
Bu sözleşmeye göre Fransızlar Çukurova'nın verimli topraklarını ellerine geçirmişler ve aynı zamanda Suriye'yi uzun süre ellerinde tutabilmeleri için, Orta Toros Geçitleri'ne de hakim olmuşlardır. Bu hususta Fransız yetkilileri bu yöreler için şunları söylemişlerdi[6]: "Kilikya'nın Fransızlar tarafından işgali, stratejik ve ekonomik sebeplerle Suriye'nin tarihi müdafaasını teşkil eden Toros Geçitleri'ni ele geçirmeyi istilzam etmektedir..." Suriye'de kurulacak Fransız hakimiyetinin devamını sağlamak için Toros Tünelleri'ni ele geçirmek, aynı zamanda Çukurova'ya da hakim olmak demekti. Burada, göz önünde bulundurulan stratejik önem yanında Çukurova'nın zirai açıdan büyük bir potansiyele sahip olması da Fransız sanayii için ayrı bir hammadde kaynağı teşkil etmesiydi. Zaten Fransız yetkilileri, Çukurova'yı ekonomik açıdan değerlendirmekte ve kendi iktisadî çıkarları için bu bölge üzerinde hassasiyetle durmakta idiler[7].
Bu bölge üzerinde Fransızların tatbik etmeyi düşündükleri başka fikirleri de vardı. Fransa daha önce tehcir kanunu ile bölgeden uzaklaştırılan Ermenileri tekrar Çukurova'ya getirip, eski yerlerine yerleştirmek istiyordu[8]. Fransızlar Ermenileri niçin buraya yerleştirmek istiyorlardı sorusuna gelince; bunun sebebi gayet açıktı. Çünkü onlar Ermenilerden istifade etmek[9] ve bu doğrultuda da Ermenileri Türk insanına karşı maşa olarak kullanmak isterken, aynı zamanda da Ermenilere Çukurova'da bir devlet kurmayı vaad ediyorlardı[10]. Ayrıca Fransızlar, bölgeyi terketmek durumuna gelince; burada ortaya çıkacak boşluğu bir Ermeni devletçiği ile doldurabileceklerini de düşünüyorlardı.
Böylece Türk Devleti ile, güneydeki yani Suriye'de yaşayan müslüman Araplar arasında bir tampon devlet kurulacak ve müslümanların birleşmeleri de önlenmiş olacaktı. Bu konuda Mustafa Kemal Büyük Nutuk'ta meseleye şöyle bir açıklık getirmektedir: "...Halen ecnebi taht-ı işgalinde bulunan ma-natıktan, Kilikya'yı Arabistan ile Türkiye arasında bir etat tampon vücuda getirmek maksadiyle anavatandan ayırmak arzusunda bulunulduğu mevzû bahis edildi. Anadolu'nun en koyu Türk muhiti ve en mahsuldar ve zengin bir mıntıkası olan bu kıtanın hiçbir suretle ayrılmasına muvafakat edilmeyeceği..."[11]. Böylelikle bu bölgede Fransa'nın denetiminde bir Ermeni Hıristi yan devleti oluşturularak, iki islâm ahalisi arasına bir nifak sokmak niyetinde olduklarını görebiliriz.
Bu sözleşme ile İngilizler, işgalleri altında bulunan Güney ve Güneydoğu Anadolu bölgesini Fransızlara bırakırken, bundan çeşitli şekillerde faydalanacaklarını düşünüyorlardı. Bir kere devamlı olarak kaynayan bir bölgenin sorumluluğunu Fransızlara devretmek suretiyle onları Türklerle karşı karşıya bırakmışlardı. Diğer bir husus ise, İngilizler bölgeden çekilme kararıyla buradaki kuvvetlerinin serbest kalmasını sağlamışlardı. Ayrıca İngilizler, Türklerin kutsal vatan toprakları olan bu bölgeleri sonuna kadar müdafaa edeceklerini anlamış olduklarından, Fransızları bu bölgede meşgul ederek, dikkatlerini de Arap ülkelerinden çekmişlerdi. İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Sir de Robeck'in 12 Kasım 1919 günü Lord Curzon" a göndermiş olduğu rapor, bu düşünce ve görüşleri doğrulamaktadır[12]:"Suriye ve Güneydoğu Anadolu'nun İngiliz işgalinden Fransız işgaline devri hususundaki kararın açıklanması üzerine burada gösterilen tepki, Adana bölgesinin Türkiye'nin tabii ve ayrılmaz bir parçası olduğu gerçeğini bir kere daha ortaya koymuştur. Nitekim bu karar üzerine İstanbul'daki Müttefik devletlerinin yüksek komiserlerine memleketin çeşitli yerlerinden gönderilen telgraşarla Fransızların Antep, Urfa ve Maraş işgalleri protesto edilmiştir. Gelen telgraşarın hemen hemen aynı formun tekrarından ibaret bulunuşu millî hareketin teşkilatlanışının yaygın ve süratli olduğunu,...". göstermektedir. Ayrıca diğer bir hususta İngiltere, Irak ve Mısır'a karşılık bu bölgeleri Fransa'ya terk etmişti[13].
Böylece, Yıldırım Orduları Grubu Komutanı Mustafa Kemal'in bütün çabalarına rağmen Mondros Mütarekesi gereğince 7 Kasım 1918 tarihinden itibaren bölgede başlayan İngiliz-Fransız ortak harekatı bir müddet sonra "Suriye İtilafnamesi" ne göre tam bir Fransız işgaline dönüşmüştü. Fransızların tarihi, kültürel ve askerî bakımdan bölgedeki varlıklarını uzun süre devam ettirmeleri mümkün olamazdı. Ermenilerin, millî emelleri, Fransızların sömürgeci gayelerinin tahakkukunda bir vasıta olarak kendisini gösterirken, dikkat çekici bir paradoks da meydana getirmekteydi. Zira, bu sömürgeci emeller, Ermeni isteklerinin, istikbaldeki yegane dayanağını oluşturacaktı.
Bütün bunlara dayalı olarak, Ermeni liderlerinin Anadolu toprakları üzerinde bağımsız bir Ermenistan Devleti kurulması için çalıştıklarını biliyoruz. Bunlar yalnız, Doğu Anadolu vilayetlerini değil; Maraş ve Kilikya'yı da Ermenistan sınırları içinde gösteriyorlardı. Fransızlar ise, bir yandan Ermenileri silahlandırıp eğiterek, Güney Anadolu'ya savaş ortağı olarak sürerken, bir yandan da Ermenilerin Adana ve İskenderun üzerindeki isteklerine karşı duruyorlardı. Buralarda kendilerinin tarihi rolü bulunduğunu ve bölgenin Fransızlara ait olabileceğini kesinlikle ifade etmekteydiler [14].
Diğer taraftan "Suriye İtilafnamesi" ne göre İngilizlerin yerini önce Fransız askerî elbisesi giyinmiş Ermeni Gönüllü Taburları aldı[15]. Bunu Fransız askerleri takip etti. Daha sonra da, bu bölgedeki Türk çoğunluğunu yok etmek isteyen Fransızların, taşıt gemileriyle getirdiği Amerika, Mısır, Suriye ve Fransa'daki muhacirler takip etti[16]. Olayların bizzat içerisinde bulunan Gani Girici ise; "İşgal esnasında Çukurova'ya 200.000 Ermeni geldi"[17] diyerek, hadiseleri doğrulamaktadır. Böylece Çukurova'ya bir Ermeni akını başlamıştı[18]. Çukurova'ya Ermenilerin gelmesi üzerine Adana valisi Nazım Bey istifa ederek, görevini vekaleten yürütmeye başladı. Nazım Bey işgalden sonra İstanbul'a çektiği telgrafta, sağlık durumu ve mahallin icabından dolayı istifa ettiğini bildiriyor ve vilayetin halini pek acıklı bir surette tasvir ediyordu. Fransızların amacı orada bir Ermeni Cumhuriyeti kurmak ve Ermenilerin halen zayıf bir azınlıkta bulunmalarından dolayı, şimdiki halde buna muvaffak olamazlarsa, geçici olarak müstakil bir hükümet teşkil etmek olduğunu ve işgal askerlerinin yüzde sekseninin Ermeni Gönüllüleri'nden[19] ol masının buna dahil olduğunu belirtmişti[20]. Ayrıca Fransızlar Çukurova'yı iş-gal ederken, Ermeni Gönüllüleri'nin yanı sıra diğer sömürgelerinden getirdiği Tunus, Cezayir ve Senagal'li askerlerden de yararlanma yoluna gitmişlerdi[21].
Böylece, Fırat nehrinin batısında Kilikya ve Suriye'ye yerleşmiş olan Fransız kuvvetleri dört tümene ulaşmıştı. Suriye-Kilikya Fransız Baş Mümessili ve Doğu Ordusu Başkomutanı General Gouraud kumandasındaki Fransız kuvvetlerinden Birinci Doğu Tümeni karargahı ile beraber büyük bir kısmı Adana'daydı. Ayrıca 7. Süvarı alayının karargahı Adana'da ve birlikleri de piyade alaylarının emrinde bulunuyordu. Bu tümenin bir alayı Tarsus'a, bir alayı da Mersin'e yerleşmişti. İslahiye, Bahçe, Ceyhan ve Pozantı'da Birinci Tümenden birer takviyeli tabur bulunmaktaydı. Fransızlar geniş bir alana yayılmış olan bu tümenin her yerde zayıf olduğuna hükmederek, 1920 yılı fiubat ayında Suriye'deki İkinci Tümeni de Anadolu'ya getirmişler, ayrıca sırf Antep'e karşı zaman zaman takviye kuvvetleri de sevketmişlerdi[22].
Ayrıca Fransız komutanlığına bağlı olarak, bölgedeki Ermeni kuvvetlerinin mevcudu 10.000 civarında bulunuyordu. Bunların bir kısmı Fransız askeri gibi teşkilatlanmış ve Fransız üniforması taşıyan birlikler halindeydiler. 4.500 mevcutlu bir alay olan bu birlik, daha Birinci Dünya Savaşı bitmeden önce, Fransızlar tarafından Mısır'da kurulmuş olup, Lejyon Doryan (Legion D'orient) adını taşıyordu. Güney Anadolu işgal edilirken, Fransız kıtaatı ile beraber eski yurtlarına dönen Ermenilerin bir kısmı, askerî düzen içerisinde millî kuvvetler halinde örgütlenmişlerdi. Ermeni kuvvetlerinin üçüncü kısmını ise çeteler teşkil ediyordu. Bu Ermeni kuvvetlerinin bölge itibarıyla dağılımı şöyledir[23]:
Antep'te.......................................2.500 kişi
(Bunlara Ermeni Alayının iki taburu dahil).
Maraş'ta........................................2.000 kişi
(Bunlara Ermeni Alayının bir taburu dahil.)
Hacın'da (Saimbeyli).........................1.500 kişi
Urfa'da..........................................1.000 kişi
Zeytun'da (Süleymanlı).....................500 kişi
Şar'da...........................................350 kişi
Kozan'da........................................300 kişi
Adana ve Mersin'de..........................1.000 kişi
Osmaniye, Haruniye,
Bahçe ve İslahiye'de.........................1.000 kişi
Bu paradoks, Çukurova'da Fransız-Ermeni işbirliğini devam ettirmiş ve müşterek hareket Türkleri tehdit etme şekline dönüşmüştü. Böylelikle kısa sürede Çukurova bölgesinde Ermeni-Fransız zulmünün Türklere yönelmesi neticesini doğurmuştur. Hakim bir millet iken bir anda üçüncü sınıf bir sömürge ahalisi durumuna düşen ve sahip olduğu toprakları elinden çıkarmaya zorlanan Türk halkının, bu duruma rıza göstermesi düşünülemezdi. Nitekim bütün yurtta ferdi girişimler şeklinde ve daha çok intikam gayesine dayalı direniş hareketlerinin ortaya çıkmasını engellenememiştir.
Ermenilerin Çukurova Politikası:
Ermenilerin bölgedeki politikalarına ve faaliyetlerine gelince; Ermeniler eski çağlarda yaşadıkları toprakları Asıl Ermenistan adıyla iki kısıma ayırmışlardı. Birincisi "Büyük Ermenistan" ikincisi ise "Küçük Ermenistan" . Büyük Ermenistan 15 vilayete bölünmüştü[24]. Küçük Ermenistan ise, üç vilayete ayrılmış ve Kilikya Ermeni Krallığı adıyla da belirttikleri prensliğin toprakları Kilikya'da, sahil ve dağlık Kilikya olmak üzere iki kısıma ayrılmıştı[25]. Kilikya Ermenistanı'nın sınırları esneklik gösteren ve yüzyıllar boyunca bir çok devletlerin işgal ve istilasına uğramış bir geçit ve çarpışma sahası olan bu bölgelerde hiç bir zaman devamlı, mütecanis ve millî bir Ermenistan devleti mevcut olmamıştır. Küçük küçük krallıklar, çoğu zaman bölgedeki büyük devletlere bağlı olarak, muayyen yörelere hükmetmişlerdir[26].
Burada şunu da ifade etmek yerinde olur kanaatindeyim; Ermeniler yaratılış itibariyle ancak güçlü olanın yanında yer almışlardır. Örneğin Türklerin Anadolu'ya gelmesiyle Bizans'a karşı Türklerin yanında yer almışlardır[27]. Çünkü Türkler o sırada güçlüydüler ve bu asırlarca böyle devam etmişti[28]. Mondros Mütarekesi'nden sonra ise Türkler zayıf duruma düşmüş bulunuyordu. Üstelik Türk yurdu ucundan kıyısından istila edilmişti. Böylelikle güç başkasının eline geçmiş gibi görünmekteydi. Öyle ise, güçlü olanın yanında yer almaları tabiatları gereği idi.
Ayrıca bir başka husus da; İtilaf Devletleri, Kafkasya'dan Kilikya'ya kadar uzanacak "Büyük Ermenistan" fikrinden vazgeçmeyeceklerini ve böyle bir politikayı da Türklere kabul ettirebilecek güce sahip olduklarını tahmin ediyorlardı[29]. Bu düşünceye ve bu geçmişe dayanarak politikalarını çizmeye çalı-şan Ermeniler, Osmanlı İmparatorluğu yıkılırken, mutlu sona ulaşabileceklerini zannettiler. Birinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında Çukurova'da kargaşa yaratmaya çalıştılar. Mondros Mütarekesi'nden sonra bu kargaşa daha da artmıştı. Bunun üzerine Çukurova yöresine bir Amerikan soruş-turma heyeti gelmişti. Çeşitli din, dil ve ırklara mensup halkın ileri gelenlerini toplayarak, Adana'nın idaresi hakkındaki fikirlerini sordu. Bunlardan ortodoks ve katolik Ermeniler Fransa himayesinde bir Ermenistan kurulmasını istediler[30]. Zaten Fransızlar da, kendi denetimlerinde Kilikya adıyla bir Ermenistan meydana getirmek istiyorlardı[31].
Mondros Mütarekesi'nden sonra, İstanbul Patriği ve Sis Ermeni Katali-kosluğu'nun organizatörlüğünde, Fransız işgalinin kısmî olarak gösterdiği müsamahadan da yararlanma yoluna gitmişlerdir[32]. Fransızların Ermenilere göstermiş oldukları bu müsamaha ise; tarihî, kültürel ve askerî bakımdan bölgedeki varlıklarını uzun süre devam ettirmek isteyen Fransa'nın politikasını gerçekleştirmede bir araç olmasıdır. Böylece İtilaf Devletleri Ermenilere müstakil-bağımsız bir devlet vaad etmişlerdi[33]. Bu durum Fransız, İngiliz veya Rusların Ermenileri çok sevmelerinin bir sonucu değildi. Bilakis bölgede başta Fransızlar olmak üzere, müstevlilerin çıkarları söz konusuydu. Örneğin Fransa, Çukurova'da kurulacak olan bir Ermeni Devleti'yle Türkiye'nin Suriye'ye doğrudan müdahalesini önleyecek ve bu ise Suriye'deki Fransız egemenliğine bir güvence teşkil edecekti.
Diğer taraftan, Fransa'nın Çukurova politikası başlıca iki doğrultuda kendini gösteriyordu: Ermenilere askerî harekatta yer verilmesi ve Çukurova'nın idarî yönden Ermenileştirilmesi[34]. Ayrıca Ermenilerin Kilikya'daki isteklerini destekleyen Fransa, Adana ve İskenderun üzerinde Ermenilerin tarihî rolleri bulunduğunun kabul edilmesine taraftardı. Fransızlar, Ermeni isteklerini desteklemekle beraber, bu verimli topraklardan ayrılmayı da düşünmüyorlardı[35]. Böylece o zamanlar Fransa Başbakanı Briand da bu hususta şunları söylemiştir[36]:
"Adana bölgesi ve Mersin limanıyla İskenderun, doğal ve mükemmel bir körfez teşkil eder. Buna karşılık stratejik savunmayı sağlayacak dağlar, körfezden bir hayli uzaktır. İşte bu sebepledir ki, askerî tesir sahamızın sınırlarını, Ermenilerin rıza ve istekleri üzerine, daha ötelere götürmek istedik."
İşte bu olaylara paralel olarak, Fransızlar işgalden hemen sonra, vaktiyle Türkiye'den göç ettikleri kabul edilen 100.000 Ermeni'nin Türkiye'ye dönmelerini istedi[37]. Bunun üzerine 1915 tehcirinde Anadolu'dan çıkarılan Ermenilerden 100.000 kadarı Çukurova'ya gelerek, 70.000'i Adana ve köylerine, 12.000'i Dörtyol'a, 8.000'i Hacın'a, geri kalanı da Kozan civarına ve ayrıca Maraş ve Zeytun'a da 50.000 Ermeni yerleştirilmiştir[38].
Ermenilerin Çukurova'ya gelişlerini Bremond eserinde şu şekilde anlatmaktadır; bunun için okullar, iş yerleri ve atölyeler organize olundu. Aynı zamanda 1919 yılı sonlarında 60.000 Ermeni'nin bulunduğu Adana'daki yığılmayı önlemek için, aşağıdaki şekilde yeniden yerleşme oluşturuldu: Hacın 8.000, Hassa 1.000, Dörtyol 12.000, Osmaniye 1.000, Misis 1.200-1.500 arası, Abdioğlu 1.000 civarında, Nacarlı 1.000 civarında, İncirlik 1.200, Tarsus 3-4.000 arası, Mersin 2-3.000 arası. Bundan sonra ise Kilikya'daki Ermenilerin sayısı 1919 yılı sonunda 120.000 kişiye ulaşmıştı[39]. Bu olayı yaşayanlardan Ceyhanlı Hamit Selçuk şöyle anlatmaktadır[40]: "Fransız işgaliyle beraber eski göçen Ermeniler geldiler. Sonra da beraber geri gittiler". 4-6 Kasım 1919 tarihlerinde Harbiye Nazırı Cemal Paşa'nın 12. Kolordu Komutanlığına gönderdiği bir yazıda; Ermeni nüfusunun çoğalması için Anadolu'dan ve Amerika'dan Adana'ya gönderilen muhacirlerin durdurulması[41] istenmektedir.
Zaten İngiliz ve Fransızlar, güneyi Ermeni milisleriyle birlikte işgal etmişler, Adana'da bulunan Ermeniler işgalcileri yollara halılar sererek karşılamışlardı[42]. Böylece Fransız-Ermeni işbirliği devam etmiş, müşterek hareket[43], Türkleri tehdit etme şekline dönüşmüştü[44]. Bu davranış Çukurova ve Güneydoğu Anadolu için bir felaket olmuştu. Bu durum bölgede Fransız-Ermeni işbirliğini ve bunun tabii sonucu olarak da Ermeni taşkınlıklarını görüyoruz.
Bu sırada Ermeniler bazı cemiyetler kuruyor ve bu cemiyetler vasıtası ile faaliyete geçiyorlardı. Bu cemiyetlerden birisi Gençlik Dernekleri idi. Çukurova'ya gelen Ermenileri müstahsil duruma getirmek, Türkleri Fransız makamlarına jurnallemek ve gençlerini siyasi cemiyetlerle yetiştirmek yönünden gayret sarf ediyorlardı. Sık sık gösteriler düzenliyorlar ve her fırsattan yararlanarak, hülyasını güttükleri Ermenistan krallığının bayrağını çekiyorlardı[45]. Ermeniler bu fırsattan azami derecede istifade etmek ve Fransızların gözüne girebilmek için Türklere karşı tecavüzlere başlayarak, ikinci bir cemiyet olarak da Ermeni İntikam Alayı'nı kurdular[46]. Bu konuda Ali Saip[47]:
"Adana'da teşkil edilen Ermeni İntikam Alayı alenen zulüm ve itisaf bayrağını açmış idi. Fakat bu alay kimden intikam alacaktı? Ordu terhis edilmiş, Adana vilayeti kontrol altına alınmış idi. Fransızlarca bu ünvan altında bir alay teşkiline nasıl muvafakat ediyorlardı. Bu intikam alayına ne lüzum vardı. Fakat onların hedefi yalnız Türk Hükümeti, Türk hakimiyeti değildi, bizzat Türk hayatına kast idi ve bilhassa onu yaşatmamak, onu boğmak öldürmek idi" demektedir. Nitekim Ermeni intikam hareketleri fiubat 1919'da korkunç bir artış göstermiştir. Fransızlar bile buna tahammül edememişler ve Ermeni Gönüllüleri'nden bir taburu dağıtarak, 1 Mart 1919'da Port Said'e göndermişlerdi[48]. Buna rağmen, Ermenilerin vahşiyane hareketleri oldukça hızlı bir şekilde devam etmişti[49].
Ayrıca Fransızlar Çukurova'da, Türklerin elindeki silahları toplamışlar ve diğer yandan ise Ermenileri Türklere karşı silahla donatmışlardı[50]. Bunun üzerine Temsil Heyeti Başkanlığı tarafından, Albay Refet Bey'e gönderilen bir telgrafta; Adana'da halkın durumunun iyi gitmediği, Fransızların Maraş ve Urfa'da yaptıklarını aynen Adana'da da tatbik ettikleri, Ermenileri silahlandırdıkları ve bunları müslüman halka saldırttıkları, Kozan civarında müs-lümanlardan toplanan silahları ve hatta hayvanatı dahi Ermenilere verdikleri, adı geçen civarda Hamamköyü, Kurdoğlu Çiftliği, Toklubey Çiftliği, Ço-lakhasan, Yassıçalı, Mehmetağa ve Kabasakal köyleri Ermeni jandarma ve gönüllüleri tarafından tamamen tahrip edildiği ve bu köylerden kaçan müslüman halkın Ceyhan ve Karsantı taraşarına hicret ettikleri ve Bucak civarında diğer bir kaç köyün yakıldığı haber alınmıştır. Fransızlar bu durumda Çukurova'da yaşayan halk arasında intikam tohumlarını ekerek, Ermenilerin Türkleri katletmesini teşvik etmekteydiler[51], şeklindeki haberiyle de olayların korkunç boyuta ulaştığı belirtilmekteydi.
Adana'da kısa bir süre vali vekili olarak bulunan Esat Bey ise anılarında şunları söylemektedir[52]:"Adana'nın Ermeni murahhası Muşıh vardı. Avrupa'da tahsil görmüş, genç ve halis bir komitacı idi. Kendisinin oturduğu binanın altındaki dükkanlarda bomba yapılıyordu. Bir gün bir bomba infilak eder, bina berheva olur. Binanın enkazı altında ve sandık içinde bombalar çıkar. Kiliseleri ve reis-i ruhanilerin oturdukları yerleri bile böyle silah depoları ve birer fesat ocakları haline getirmişlerdi. Bundan başka mukaddesata, ibadethanelere kadar el uzatmışlardı, ezcümle akşam ve yatsı ezanları minarelerden okunurken Ermeniler tarafından kurşun atılmak suretiyle müezzinlerin hayatlarını tehlikeye koymuşlardı. Bu kabil sarkıntılıklar işgal memurlarının gözleri önünde ve memleketin içinde yani nüfus kesafeti inzibat vesaiti kuvvetli bir yerde oluyordu. Kırlarda köylerde artık ne yapmazlardı...."
Bu durumlara şahit olan Gani Girici, bir olayı şöyle anlatmaktadır: "Ermeniler, Adana daki Hacı Bayram Camiinin minaresine köpek çıkardılar ve havlattılar. Bundan sonra, Türkler ezanınız okunuyor, namaz kılmaya gidin dediler" [53]. Ayrıca Ermeniler Türk dükkanlarını 10 fiubat 1919 tarihinden itibaren yağmalamaya başladılar. 25 fiubat da ise, sarraf Vanlı Ahmet Efendi'nin evi talan edilerek ve kendisi süngülenerek, delik deşik bir vaziyette şehit edildi[54]. Böylece Fransızlar, haksız işgallerinden sonra, halka karşı çok fena hareketlerde bulundular ve bunları Fransız üniforması altında Ermenilere yaptırdılar[55]. Bu konuda TBMM Gizli Oturumunda M.Kemal şöyle demiştir[56]:
"...Denebilirki, her ne sebeple olursa bu memlekette Ermenilerle milletimiz arasında bir takım kanlı vekayi cereyan etmiştir. Bu iki milletin birbirine ve bilhassa Ermenilerin milletimize karşı kuvvetli buuz ve adavetleri vardır. Binaenaleyh Ermenileri bize taslit etmek, ahali-i islâmiyeye taslit etmek, bittabi gayet yanlış hareketti. Çünkü, Ermenilerin gayesi -bilhassa himaye ve siyanet görüldükten sonra- Kilikya'da, Antep'te, Maraş'ta, Urfa'da, her nerede bulurlarsa ahali-i islâmiyeyi imha etmektir. Oralarda bulunan zavallı kardaşlarımız pek acı muamelelere maruz kalmışlardır...".
Fransızların desteği ile Ermeniler, Çukurova'da yaşayan Türk halkına karşı aşırı bir şekilde acımasız olarak eylemlere giriştiler. Ermeniler yapacakları bu eylemlere silah temin etmek için, Türk jandarmalarının idaresinde bulunan ve içerisinde silah bulunan depoya yaptıkları baskın sırasında Jandarma Okulu Muallimi Osman Efendi ve iki jandarmayı, ayrıca sivil halktan da iki kişiyi şehit ettiler[57]. Bu hadiselerden başka, 11 Haziran (1920) günü öğleden sonra ise çaresiz bir grup halk Kâhyaoğlu Çiftli ğ i'ne vardıklarında, otuz kadar Ermeni'den oluşan bir çetenin saldırısına urayarak, bütün erkekler bir eve, kadınlarla çocuklar diğer bir eve doldurularak, kırküç erkek, yirmibir kadın ve sayısı tespit edilemeyen çocuklar kamadan geçirilmiş ve kadınların kollarını ve kulaklarını kesmek suretiyle bilezik ve küpelerini de almışlardır[58].
Çukurova'da olan bu hadiseler üzerine M.Kemal Paşa, Bursa'da 56. Fırka Komutanı Miralay Bekir Sami Efendi'ye gönderdiği telgrafta; "Gelecekteki durumun General Gouraud'ya bildirilmesi ve kumandan Brissot'ya vaziyetin hemen tebliğ edilmesi maksadıyla; Çukurova'da, islâm ahalisine karşı yapılan bu hareketler, halkın galeyana gelmesine vesile olmuştur. Bu hadiselere derhal son verilmesi istenilmiş, aksi takdirde vuku bulacak hadiselerden hiç bir mesuliyeti kabul edemeyeceğini" bildirmiştir[59]. Bu telgrafa rağmen, Çukurova'daki Ermeni mezaliminin önüne geçilememiştir. Yine 12 Haziran 1920'de Yüreğir ovasında 150 kişiyi öldürmüşler ve bir o kadarını da yaraladıkları yetmezmiş gibi Çotlu Köyü'nde de 5 çobanın gözlerini oymuşlardır[60]. 15 Haziran 1920 tarihinde ise, Camili ve Dedepınar köylerinde Türk çeteleri var bahanesiyle Feytullah Çiftliğine toplanan Ermeni komitecileri 500 kadar kuvvetle iki köyün halkından ve etraftaki aşiretlerden biriken 175-200 kişi kadar silahsız kadın ve çocukları şehit ederek, evlerini de yakıp yıkmışlardır[61].
Başka bir hadise de şöyle cereyan etmiştir: İşgalcilerden Sancak Guvar-nörü ve Harp Divanı Başkanı olan Kolonel Normand, sanki Ermeni komitecilerinin elinde bir maşa olmuştur. Bir çok Türk'ün haksız yere, müdafaası alınmadan idamına emir vermiştir. Kolonel Normand eski garaj (şimdiki Merkez Camii) civarından geçen Seyhan nehri kenarında gözlerini bağlatmadan yirmi iki Türk'ü kurşuna dizdirmiş ve bu işi de bizzat Ermeni çetelerine yaptırmıştı[62].
Fransızlardan yüz bulan Ermeniler, yaptıkları yetmezmiş gibi bir de fiiş-manyan Hükümeti'ni kurdular (16 Haziran 1920)[63]. Türk-Ermeni davalarını halletmek üzere kurulmuş olan bu Ermeni Hükümeti, şimdiki merkez bankasının yerinde bulunan büyük kiliseyi merkez yapmış ve bu vesileyle, Ermeni Hükümeti polis, jandarma ve askerî teşkilatını da kurmuştur. Ermeniler bu hükümetin varlığından faydalanarak, uydurma alacak veya seferberlikte sürgüne giderken Türklere emanet olarak hayvan, eşya vesair gibi şeyler bıraktıklarını bahane ederek, davacı olmaya başladılar. Dava edilen Türk zengin ise hem parası alınıyor, hem de parası olmayanlarla birlikte kilisedeki fiişmanyan Hükümeti'ne götürülerek, akıbeti meçhul hale getiriliyordu. Bu meçhuliyet Adana'nın düşman işgalinden kurtarılmasından sonra, adı geçen kilisenin aranması sırasında alt kısmında tespit edilen sığınaklarda yüzlerce Türk'ün katledildiğinin görülmesiyle aydınlığa kavuşmuştur[64].
Çukurova yöresinde adeta Ermeni mezbahaları kurulmuş, buralarda Türkler kesilmiş, Adana'da Türk kanı kıyasıya akıtılmış, insan mezbahalarına sürüklenerek götürülen Türkler, buralarda boğazlanmıştı. Bu olaylarda, Ermeni Kilisesi baş rolü oynamıştı. Adana sokaklarında çocuk, ihtiyar, kadın, kız, genç demeksizin insanlar parçalanarak, çengellere takılmış, böylece bu vahşet hareketleri tarihe lanet ve esef dolu sahifeler halinde geçmişti. Çengellere çok defa diri diri geçirilen talihsizler de olmuştu. Feryad ve ıztırap içinde diri diri çengele takılmış olan Türk çocukları satırlarla parçalanmıştı. Ermeniler böyle hareketlerde birbirleriyle yarış halindeydiler[65].
Adana'da kilise avlusu kazılarak derin bir mezarlık haline getirilmişti. Bu mezarlık 2.000 kişi alacak kadar kazılmıştı. Mezbahada parçalanmasına gerek duymadıklarını bıçaklayarak çukura atmışlardı. Çukura atılanların çoğu kurşunlanmış, veyahut da başına bir çekiçle vurularak öldürülmüş, ölmese de atılmış olduğu çukurda inleyerek can vermişti[66]. Bu durumdan endişe duyan Türk insanını, şehrin hemen yakınında bulunan, bağına ve bahçesine gidemez hale getirmişlerdi[67].
Böylece işgalciler, şehirde yaşayan Türkleri kaçırmak için şiddeti arttırdılar. Her gün ölüm korkusu ve katliam havadisleri yaydılar; bir yandan da işkence ve zulmü fazlalaştırdılar[68]. Bu haberler ve olaylar üzerine halka karşı katliam yapılmasından endişe ediliyordu. Bu endişeyi Mustafa Kemal şöyle dile getirmiştir: "Adana vilayeti dahilindeki müslümanlar, tepeden tırnağa kadar teslih edilen Ermenilerin tehdidi altında, her dakika katliama maruz bulunuyorlardı" [69]. Mustafa Kemal'in de belirttiği gibi müslüman ahali Ermeni katliamı ile karşı karşıya gelmişti.
DİPNOTLAR:
*M. Kemal Üniversitesi, Fen. Ed. Fakültesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi, HATAY.
[1]İ.Ilgar, "Türk İstiklal Harbi, Güney Cephesi VI",Belgelerle Türk Tarih Dergisi, S.12, İstanbul, 1968, s.17; M.SAnderson, The, Eastern-Question 1774-1923, Newyork, 1966., s.379.
[2]Gotthard Jaeschke, Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi (Mondros'tan Mudanya'ya Kadar), Ankara, 1989, s.64; U.Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, Ankara, s.94; S.Tansel, Mondros'tan Mudanya'ya Kadar, c.2, Ankara, 1977-78, s.208; Atatürk'ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri IV (1917-1938), Haz. Nimet Arsan, Ankara 1964, s. 119-120.
[3] S.Tansel, a.g.e., c.2, s.208. Ayrıca bkz. Taner Baytok, İngiliz Kaynaklarında Türk Kurtuluş Savaşı, Ankara, 1970, s.25'te: "Fransızların Anadolu'ya sızma çabalarını teşvik etmeliyiz. Böylece onları sonuç alamayacakları bir alanda uğraştırıp, daha makul olabilecekleri alanlardan dikkatlerini dağıtmayı başarabiliriz" diyen İngiliz diplomatı G.Kidston, Fransa'nın başına Çukurova'da bir gaile açılacağını görebilmiştir.
[4]S.Tansel, a.g.e., c.2, s.209.
[5]Bu hususta daha geniş bilgi için bkz. Atatürk'ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri IV (1917-1938), s.119-120. Ayrıca bkz. Osman Olcay, Sevr Antlaşması'na Doğru (Çeşitli Konferans ve Toplantı Tutanakları ve Bunlara İlişkin Belgeler), Ankara, 1981, s.LXVI vd.'da; Bu itilafna-meyi "Suriye İtilafnamesi" olarak adlandırmış ve 15 Eylül 1919 günü Paris'te İngiliz ve Fransız Başbakanlarının bir araya gelmesiyle bir antlaşma imzalandığını kaydetmektedir. Ayrıca Adana Ermenilerine Ma'muretü'l-Aziz'e (Elâzığ) gönderilen mektuplardan anlaşıldığı gibi, Fransızlar Adana ve Halep'te hakimiyetlerini sağladıkları an Diyarbakır ve Sivas üzerine ilerleyerek ele geçirmeyi düşünmektedirler. Bkz. BA, BEO, Harbiye Defteri, No. 244/6-52 (Bu evrak Meclis-i Vükela'ya elden takdim edilmiştir).
[6]G.Jaeschke, Kurtuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri, Çev. Cemal Köprülü, Ankara 1971, s.212. Günümüzde de bunun bilincinde olan Suriye daima güney illerimizden bazılarını kendi haritaları içerisinde göstermeye devam etmektedir. Bu vilayetler şunlardır: Adana, Mersin, fianlıurfa, K.Maraş, GAntep, Mardin, Hakkari, Diyarbakır ve Hatay. Bkz. Tokay Gözütok, "Suriye'nin Gözü 9 İlimizde", Tercüman S. 8610 (13 fiubat 1986), İstanbul, 1986, s.1; "Büyük Suriye Projesi Sekiz Türk Vilayetini de İçine Alıyor", Hürriyet, S.1 (1 Mayıs 1948), İstanbul, 1948, s.4'te bu vilayetler Seyhan, İçel, Maraş, Malatya, Urfa, Mardin, G.Antep ve Hatay olarak zikredilmektedir. "Suriye Hatay'ı İstedi Özal Vermedi", Söz, S.6 (13 Kasım 1987), İstanbul, 1987, başlıklı yazıda ise, Suriye'nin bize Hatay'a karşılık El Cezire'yi teklif ettiği iddia edilmiştir. Bu hususta ayrıca bkz. Levis Ma'lûf, el-Müncidü'l-Ebcedî, Tahran 1363 (1943).
[7]Bu hususta, 27 Mart 1920 günü Fransa Parlamentosu'nda eski Fransız Başbakanı Briand konuşmasında 1916 senesinde yapılan antlaşmadan (Sykes-Picot) söz etmiş, Kilikya, Adana, Mersin'den İskenderun ile Diyarbakır ve Van gölüne değin olan toprakların Musul'u da içerecek biçimde Fransa'ya ayrıldığını hatırlatmış ve konuşmasına şöyle son vermiştir: "....Musul, İskenderun'un hinterlandıdır. İskenderun'da bu bölgenin doğal bir mahrecidir. Fransa, pamuktan mahrumdur. Adana'daki pamuk bu bakımdan son derece önemlidir". Bkz. İ.Öztoprak, Kurtuluş Savaşında Türk Basını, Ankara, 1981, s.159 vd.
[8] ATASE, Arş.6-2132, Kls.383, Dos.43-12-6, F.35; Ali Saip, Kilikya Faciaları ve Urfa'nın Kurtuluş Mücadeleleri, Ankara, 1340, s.17-18.
[9]Wayne S.Vucinich, The Ottoman Empire, Newyork, 1979, s.182.
[10]Salâhi S. Sonyel, "Yeni Belgelerin Işığı Altında Ermeni Mezalimi", Belleten, c.XXXVI. S.141 (Ocak 1972), Ankara, l972, s.43-49.
[11]Mustafa Kemal, Nutuk, c.1, İstanbul 1982, s.244.
[12]Taner Baytok, İngiliz Kaynaklarında Türk Kurtuluş Savaşı, Ankara 1970, s.24-25. Ayrıca Güney ve Güneydoğu Anadolu'dan İstanbul'daki İtilaf Kuvvetleri yetkililerine çekilen telgraşar için bkz. B.fiimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, c.1, Ankara 1973, s.223 vd.
[13]S.Selek, Milli Mücadele (Ulusal Kurtuluş Savaşı), c.1, İstanbul, 1982, s.317.
[14]Bu sıralarda Ermenileri himaye eden Amerika Cumhurbaşkanı Wilson bu durumu üstlenmişti. Barış konferansında Ermenileri hararetle savunuyor ve kurulacak Ermenistan Devletinin sınırları ile bizzat ilgileniyordu. Buna karşılık İngilizler, Ermeni isteklerini biraz mübalağalı bulmaktaydılar. Bkz. S.Selek, Milli Mücadele (Ulusal Kurtuluş Savaşı), c.1, s.527.
[15]ATASE, Arş.1-16, Kls.185, Dos.21-91, F.93; ATASE, Arş.6-2132, Kls.383, Dos.43-12-6, F.34; İ.Ilgar, a.g.m. s.17; Necati Çıplak, İçel Tarihi, Ankara, 1968, s.216.
[16]ATASE, Arş.1-1, Kls.48, Dos.15-185, F.26; İ.Ilgar, a.g.m., s.17.
[17]Abdulgani Girici bu sayıya Anadolu'nun çeşitli yerlerinden Çukurova'ya gelen Ermenileri de dahil etmiştir. G.Girici, Derlediğimiz Hatıralar, (Tarih 30 Temmuz 1988), Adana, 1988; Selahattin Tansel, a.g.e., c.2, s.206.
[18]ATASE, Arş.1-1, Kls.48, Dos.15-185, F.26. Buna göre, bu Ermeni akınını durdurmak üzere 4 Kasım 1919 tarihli Harbiye Nazırlığından, Erkan-ı Harbiye-i Umumî Riyaseti'ne de bir yazı gönderilmişti.; B.fiimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, c.1, s.228; Hasan fien, " 5 Ocak",Yeni Adana, 5 Ocak 1968, Adana, 1968, s.2.
[19]Ermeni Gönüllüleri: Legion Ermenien: Legion Do'rient: Gamavur olarak çeşitli dillerdeki yazılış şekli.
[20]Ali Fuat Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, Ankara, 1951, s.172.
[21]ATASE, Arş.1-2, Kls.86, Dos.144 (318), F.99-1; HTVD, S.12 (Haziran 1955), Belge no. 308'de: XV.Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa'nın, Mondros Mütarekesi'nin tatbikini kontrol etmek için Erzurum'a gelen Ravlinson'dan aldığı belgeyi, Harbiye Nezareti'ne: "Adana ve Suriye'ye çıkan bütün Fransız kuvvetleri 12.000 kadardı ve hemen hepsi de Cezayirli, Tunuslu ve Turko denilen müstemlekat askeridir. Fransızların büyük kuvvet sevkine iktidarları yoktur" diyerek durumu bildirmiştir. Ayrıca İhsan Ilgar, a.g.m., s.17'de: "Fransızlar sömürgelerinden getirdikleri bu müslüman askerlere, Türklerin islamiyetten ayrılarak Bolşevik olduğunu ve Halife-'ye karşı isyan ettiklerini sürekli bir şekilde telkin etmişlerdi" diyerek olayın ne derece boyut kazandığını göstermektedir. Daha sonra ise bu askerler, dara düşen halkın camilere koşuşu, camilerde okunan ezanlar, yapılan ibadet ve dualar bu müslüman askerlerin dikkatlerinden kaçmamıştı. Yavaş yavaş hakikati gören Cezayir ve Tunuslular, Türk Milli Direnişi'ne silah, mühimmat, haber verme hizmetinde büyük yardımlarda bulunmuşlardı.
[22]S.Selek, Milli Mücadele (Ulusal Kurtuluş Savaşı), c.1, İstanbul 1982, s.526.
[23]S-Selek, Milli Mücadele (Ulusal Kurtuluş Savaşı), c.l, S.52
[24]E.Uras, Tarihle Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul, 1976, s.18-21; H.Kemal Tür-közü, Osmanlı ve Sovyet Belgeleriyle Ermeni Me/alimL Ankara, 1983, s.3.
[25] M Aklok Kasgaıiı, Klikya T ahi Ermeni Baronluğu Tari/ıı,. Ankara, 1990, s. 1 vd. Ayrıca bu hususla bkz. Erdal Ilıer, "İçel'de Ermeni Faaliyetleri", Kuva\ı Milliye Dergisi, S. 178 vd, Mersin 197i).
[26]H.K.Türközü, a.g.e., s.3 vd.
[27]ATASE, Belgelerle Ermeni Sorunu, Haz. İhsan Sakarya, Ankara, 1984, s.8.
[28]Aslında kötü meziyetlerine rağmen Ermeni halkı, dışarıdan tahrik edilmediğinde yüzyıllar boyunca Türk halkıyla birlikte beraber yaşayabildi. Bkz. Salahi R.Sonyel, "Yeni Belgelerin Işığı Altında Ermeni Tehcirleri", Belleten, c.XXXVI, S.141 (Ocak 1972), s.49.
[29]B.N.Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, c.1, Ankara, 1973, s.215.
[30]Sadi Kocaş, Tarih Boyunca Ermeniler ve Türk Ermeni İlişkileri, Ankara, 1967, s.236;
[31]ATASE, Atatürk Arşivi, Kls.3, Dos.1335/4-2, F.9, 9-1: 8; Atatürk Özel Arşivinden Seçmeler, Ankara, 1981, s.16-23.
[32]CYurtsever, Ermeni Terör Merkezi Kilikya Kilisesi., İstanbul, 1983, s.287-288.
[33]S.R.Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, c.1, Ankara, 1973, s.43.
[34]Yahya Akyüz, Türk Kurtuluş Savaşı ve Fransız Kamuoyu 1919-1922, Ankara, 1988, s.180-181.
[35] ATASE, Belgelerle Ermeni Sorunu, s.402-403.
[36]ATASE, a.g.e., s.402.
[37]Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, Ankara, 1971, s.45-46; Selahattin Tansel, Mondros'tan Mudanya'ya Kadar, c.2, Ankara, 1978, s.206.
[38]K.Gürün, Ermeni Dosyası, Ankara, 1985, s.279-280; CYurtsever, a.g.e., s.289; Tevfik Coşkun, Kadirli Milli Mücadelesi ve Hatıralar, Kadirli 1967, s.25.
[39]E.Bremond, La Cilicie En 1919-1920, Paris 1921, s.11-12.
[40]Hamit Selçuk (Yaş 82, Derleme tarihi 6 Ağustos 1987).
[41]ATASE, Arş.5/2068, Kls.303, Dos.8-16, F.146-3. Ayrıca bkz. ATASE, Arş.1-1, Kls.48, Dos.15-185, F.26; ATASE, Arş.1-16, Kls.186, Dos.25-93, F.18. Bu olayları kesin olarak doğrulayan, İstanbul'dan Kayseri'nin Evrek köyüne gönderilen bir Ermeni papaz, Jamanak gazetesine gönderdiği mektupta; "...Teşrini evvel'in (Ekim) birinde (1919) Adana'ya vasıl olduk. Nazarı dikkatimizi celbeden Ermeni muhacirlerinin çadırları oldu. fiehrin haricinde çadırlardan mürettep bir şehir daha teşkil etmiş idi". Bu konuda bkz. "Bir Ermeni Rahibinin Mektubu", Vakit, 28 Kanunı evvel 1335 (1920), S.770, İstanbul, 1920; Bilal Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, c.1, s.228.
[42]F.R.Atay, Çankaya, İstanbul, 1984, s.237.
[43]Fransızlar Çukurova'yı işgal ederken yerli hıristiyanlar da (Ermeniler) bunlara yardımcı olmu 4 lardı. Bkz. Wayne S. Vucinich, The Ottoman Empire, Newyork 1979, s.182.
[44]Bilal Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, c.2, s.457 vd.
[45]Tahrik amacıyla da zaman zaman Adana caddeleri Ermeni bayraklarıyla süslenmeye çalışılıyordu. Bkz. "Adana Ahvali", Hakimiyet-i Milliye , 16 fiubat 1336, S.9, Ankara, 1920. Ayrıca 18 Mart 1919'da Fransa'nın Beyrut'taki Suriye-Kilikya Olağanüstü Komiseri Picot'nun Adana'ya gelişinde, Fransız bayraklarının yanı sıra Ermeni bayraklarıyla da selamlanmıştı. Bkz. K.Ener, Çukurova Kurtuluş Savaşında Adana Cephesi, Ankara, 1970, s.34. Bundan sonra Ermeniler kısa sürede silahlanarak, "Ermeni Milis Teşkilatı" nı kurmak üzere harekete geçmişler ve Fransızlar da bu isteklerini kabul etmişlerdi. Bkz. B.fiimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, c.1, s.370.
[46]General Gouraud'nun, emrinde bulunan altı taburdan üçü Ermenilerden meydana gelmişti. Bunların teşkiline 1916'da Başbakan Briand tarafından başlanmış ve bir "Ermeni Alayı" kurulmuştu. Türkler buna "Ermeni İntikam Alayı" adını vermişlerdi. Bkz. Yahya Akyüz, a.g.e.,s. 180 vd. Ayrıca Fransızlar tarafından bazı Türk köylerine gönderilen Ermeni "İntikam Ekipleri" meydana getirilmişti. Bkz. S.R.Sonyel, a.g.e. c.1, s.202.
[47]Ali Saip, Kilikya Faciaları ve Urfa'nın Kurtuluş Mücadeleleri , Ankara, 1340, s.14.
[48]G.Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, s.45-46; S.Tansel, a.g.e., c.2, s.206.
[49]S.R.Sonyel, a.g.m., s.45.
[50]HTVD, S.18 (Aralık 1956), Ankara, 1956, Belge no. 463; ATASE, Atatürk Arşivi, Kls.23, Dos.1336/13-1, F.32, 32-1: 3; Atatürk Özel Arşivi'nden Seçmeler, s.126-131. Bu hususta General Gouraud'nun muhtıra örneğinde detaylı bilgi verilmektedir. Bu muhtırada Fransızlar tarafından dağıtılan silahlarla Ermenilerin müslüman halkı katliamdan geçirdikleri açıkça belirtilmektedir. Bkz. B.fiimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, c.2, s.447 vd.
[51]HTVD, S.13 (Mart 1955), Ankara, 1955, Belge no. 350; Abdullah Halaçoğlu, Hatıralarım, (Yayınlanmamış), Kozan 1990, s.1'de; "...Bir gün 50 kadar Ermeni çetesi gelerek, Hamamköyü'ne gidiyor, orada değirmenciyi öldürüyor ve değirmenini yakıyorlar. Daha sonra Kurdoğlu Çiftliği'ni yakıyorlar, sonra Çolakhasan köyünü ateşe veriyorlar..." diyerek, belgeye doğruluk kazandırmaktadır.
[52]Esat Özoğuz, Adana'nın Kurtuluş Mücadelesi Hatıraları, İstanbul, 1935, s.27; K.Gürün, a.g.e., s.278'de; "Fransızlardan cesaret alan Ermeni göçmenleri oralardaki müslümanlara zulme başladılar. Ceyhan'da Yunus Hoca'yı ezan okurken vurdular..." diyerek, olaylara açıklık getirmektedir.
[53]Gani Girici, Derlediğimiz Hatıralar, (yaş 88, Derleme tarihi 30 Temmuz 1988), Adana, 1988.
[54]Ali Saip, a.g.e., s.12; DArıkoğlu, Hatıralarım, İstanbul, 1961, s.134; Mehmet Hocaoğlu, Arşiv Vesikalarıyla Tarihte Ermeni Mezalimi ve Ermeniler, İstanbul, 1976, s.703; A.Alper Gazigi-ray, Ermeni Terörünün Kaynakları, İstanbul, 1982, s.230-231.
[55]Kâzım Öztürk, Atatürk'ün TBMM Açık ve Gizli Oturumlarındaki Konuşmaları, c.1, Ankara, 1981, s.142; TBMM Gizli Celse Zabıtları, c.1, Ankara, 1985, s.7.
[56] TBMM Gizli Celse Zabıtları, c.1, s.7; K.Öztürk, a.g.e., c.1, s.143.
[57]Gani Girici, "Çukurova'nın İşgali ve Milli Mücadele'nin Önemli Olayları", Yeni Adana, 26 Aralık 1977, Adana, 1977.
[58]HTVD, S.14 (Aralık 1955), Ankara, 1955, Belge no. 372; ATASE, Arş.1/4282, Kls.593, Dos.5-139, F.38-6; A.Alper Giray, a.g.e., s.229; "Ermeni Fecayii", Hakimiyet-i Milliye, S.39 (17 Haziran 1336), Ankara, 1920; Gani Girici, "İşgalci Fransızların Yüz Karası 10 Temmuz 1920, 68 Yıl Önce Kaç-Kaç", Ekspres, 11 Temmuz 1988, Adana, 1988, s.5; D.Arıkoğlu, a.g.e., s.132; M.Hocaoğlu, a.g.e., s.702; Nurşen Mazıcı, Belgelerle Uluslararası Rekabette Ermeni Sorunu'nun Kökeni 1878-1918, İstanbul, 1987, s.121; "5 Ocak Görülmemiş Bir Zulmetin Boğulduğu Gündür", Dirlik, S.776 (5 Ocak 1966), Adana, 1966; Ahmet Remzi (Yüreğir), "Abdulgani Efendi'ye" başlıklı 14 Ağustos 1336 tarihli verilen görev belgesi ve raporu. Bu konuda bkz., Süleyman Ha-tipoğlu, Orta Toros Geçitlerinde Türk-Fransız Mücadelesi (1915-1921) Antakya, 1999.
[59]HTVD, S.14 (Aralık 1955), Ankara, 1955, Belge no. 372.
[60]ATASE, Arş.1/4282, Kls.593, Dos.5-139, F.37.
[61]Ahmet Remzi, a.g.r.; "Ermeni Fecayii", Hakimiyet-i Milliye, S.39 (17 Haziran 1336), Ankara, 1920'de bunlara ek olarak, Adana'nın 10 km. doğusundaki İncirlik Köyü'nde 9 Haziran 1336 (1920)'da Ermeni çeteleri bütün köy halkını bir yere doldurup bomba ile havaya uçurmuşlardır, şeklinde yazılmaktadır; G.Girici, "Çukurova'nın İşgali ve Milli Mücadele'nin Önemli Olayları", Yeni Adana, 26 Aralık 1977, Adana, 1977; G.Girici, "İşgalci Fransızların Yüz Karası 10 Temmuz 1920, 68 Yıl Önce Kaç-Kaç", Ekspres, 11 Temmuz 1988, Adana, 1988.
[62]Gani Girici, Özel Arşivinden; Ahmet Remzi, 14 Ağustos 1336 tarihli Abdulgani Efendi'ye başlıkla hazırlanmış bilgi ve görev raporu, Bu konuda bkz., S.Hatipoğlu, Orta Toros Geçitlerinde Türk-Fransız Mücadelesi, s.58.
[63]ATASE, Arş.1-4282, Kls. 597, Dos. (328-A)-147-A, F.59; G.Girici, "İşgal ve Milli Mücadele Hatıraları, Ahmet Remzi Yüreğir'in Kurtuluş Anılarından", Yeni Adana, 21 Aralık 1978, Adana, 1978.
[64]G.Girici, "Çukurova'nın İşgali ve Milli Mücadele'nin Önemli Olayları", Yeni Adana, 30 Aralık 1977, Adana, 1977; G.Girici, "İşgal ve Milli Mücadele Hatıraları, A.Remzi Yüreğir'in Kurtuluş Anıları'ndan", Yeni Adana, 21 Aralık 1978, Adana, 1978.
[65]Yusuf Ayhan, Mustafa Kemal'in Pozantı Kongresi ve Adana'nın Kurtuluşu, Adana, 1963, s.29; Hatice Tınaz (Avşar), (Yaş 76, Derleme tarihi 4 Temmuz 1989, Adana'nın Yüreğir ilçesine bağlı Kayarlı Köyü'nden). Adı geçen şahıs bu olayları şu şekilde anlatmıştır: "Kaç-Kaç sonrası köyümüze döndüğümüzde, insanlarla hayvanları bir araya koyup gaz dökerek yakmışlar. Köyümüzde sadece dört duvar kalmıştı. İnsanlarla, hayvanları memeğinden çengellemişler, hamile kadınların karınlarından çocukları çıkararak öldürmüşler" diyerek, Yusuf Ayhan'ı doğrulamaktadır.
[66]Y.Ayhan, a.g.e., s.30. Hatice Tınaz bu olayları yine şu şekilde anlatmaktadır: "Gençlerimizi, kızlarımızı kiliselere -şimdiki Merkez Bankasının bulunduğu yer- doldurdular, çıplattılar, zil takıp oynattılar ve sonra da ırzlarına geçtiler ve daha sonra da keserek mahzenlere attılar" diyerek, Yusuf Ayhan'ın yazdıklarını doğrulamaktadır.
[67]HTVD, S.17 (Eylül 1956), Ankara, 1956, Belge no. 429.
[68]Damar Arıkoğlu, a.g.e., s.162.
[69]Mustafa Kemal, Nutuk, c.1, s.381.
Bu milletin tek sahibi var: Kendisi!
Yüksek Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur. İşte parola budur. Türk gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir. Biz de bunu görmekle bahtiyar olacağız. -Mustafa Kemal Atatürk
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:
Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,
Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.
Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!
Ne mutlu Türküm diyene!.
Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,
Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.
Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!
Ne mutlu Türküm diyene!.
Bunları Biliyor muydunuz?
Bunları Biliyor muydunuz?
* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”
* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,
* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,
* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,
*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,
* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,
* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...
* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”
* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,
* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,
* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,
*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,
* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,
* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...