CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR
23 Nisan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
23 Nisan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN !


BU GÜN BAYRAM ! 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN !

 CUMHURİYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR!

Nutuk Okuyan Çocuk Heykeli İstasyon Caddesi KİRKLARELİ

ATATÜRKÇE DÜŞÜNMEK VE YORUMLAMAK: BAYRAMLARIMIZ NEDEN KALDIRILIYOR?

Prof. Dr. Cihan Dura
18.4.2016


İdeal düşünme ve eylem; bilinçlilik, düzen ve süreklilik ister. İnsanın kafasında doğru bulduğu, hazır bir fikir sistemi olmalıdır. Bir Atatürkçünün düşünme sistemi Atatürk öğretisidir. Atatürkçülüğün ilkeleri, kavramları, ilişkileri ve sonuçlarıdır; sadece bunlar kullanılarak yapılan muhakeme süreçleridir. Öyle ki, bir kavramla, bir önerme veya bir sonuçla karşılaştıklarında Atatürkçüler ondan genellikle aynı şeyi anlamalıdır. Herhangi bir olayı, sorunu aynı araçları kullanarak yorumlamalıdır. 


 **

 Medyada bir haber: AKP hükümeti yine boş durmadı. Meclis’teki 23 Nisan resepsiyonunu “terör” gerekçesiyle iptal etti, kutlamalara kısıtlama getirdi. Bu karar, akıllara Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen 13 Mart’ta Ankara’da 36 kişinin öldüğü bombalı saldırının ardından yaptığı açıklamayı getirdi. Erdoğan, Tıp Bayramı kutlamalarına katılmış ve ‘Teröristleri mi sevindireceğiz, yolumuza devam ederiz’ demişti. Son olarak da, stadyum açılışı yapıp kendi aralarında keyifle top çevirmişlerdi.

Gerçekten, bu talihsiz uygulamayı AKP hükümetleri gelenek haline getirdi: AKP dö­ne­min­de res­mi bay­ram kut­la­ma­la­rı­nın ço­ğu “te­rör” bahanesiyle ip­tal edi­lir­ken, ba­zı­la­rı­ da kısıtlandı. 2011’den beri bütün ulusal bayramlarımız, 30 Ağustos Zafer Bayramı, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, 19 Ma­yıs Ata­tür­k’­ü An­ma Genç­lik ve Spor Bay­ra­mı ve bugün de 23 Nisan Bayramı resepsiyonu ve kutlamaları bu düşmanlıktan nasibini aldı.

Soru şu: Bu olay bir Atatürkçü için ne anlama geliyor? Örneğin, Atatürkçülüğün Milliyetçilik ilkesi açısından nasıl yorumlanmalı; tabii Atatürkçü öğretinin doğruları, kavram ve görüşleri temel alınarak yanıtlanacak. Sorumu bu kez Birinci Görev Okulu öğrencilerine yönelttim. Büyük ilgi gösterdiler, değişik yanıtlar aldım. Tek tek not ettim, sınıflandırdım. Özetleyerek, aşağıda bir düzen dahilinde sunuyorum. 

1- Türk Milliyetçiliği nedir? “Türk milliyetçiliği Türk toplumunun kendine özgü karakterini ve bağımsız kimliğini korumaktır. Türk ulusu bir yandan çağdaşlaşırken, bir yandan da kendi varlığını ve benliğini koruyacaktır. Ulusal bayramlarımız bizim tarihimizdir. Bize özgüdür, bizim varlık ve benliğimizin birer parçasıdır. Onların kaldırılması bizim kimliğimize düşmanlıktan, o kimliği silmeye çalışmaktan başka ne anlama gelebilir?

2- Milliyet duygusunu düşünelim. Bu duygu bir topluma başlı başına kuvvet ve sağlamlık kazandırır, onun hayat yeteneğini genişletir. Bayramlar Milliyet duygusunun önemli araçlarındandır. Bir bayramı birlikte kutlayanların özgüveni artar, birbirlerine yaklaşır ve bütünleşir, kendilerini çok daha güçlü hissederler. Bayramların kutlanmasını engellemek, onları unutturmaya çalışmak, genç kuşakları bu konuda cahil bırakmaktır. Bu ve benzeri yollardan Milliyet duygusunu zayıflatmak,  toplum çürümeye götürür, dağılmaya sürükler.

AKP hükümetinin ulusal bayramlarımızı yasaklaması hiç kuşkusuz devletimizin iç ve dış düşmanlarının çok hoşuna gidiyor, onlara adeta bayram yaptırıyor. Çünkü Milliyetçilik, Milliyet duygusu emperyalizmin, hiç işine gelmez. Emperyalistler Milliyet duygusuna yönelik saldırılarını hiç durdurmuyorlar. Bu saldırılar küreselleşme aldatısı çerçevesinde, küresel şirketler tarafından, onların hizmetlisi Batı hükümetleri tarafından gerçekleştiriliyor. Çünkü refah ve zenginliklerini sürdürmelerinin önündeki tek engel olarak milliyetçiliği, “ulus devlet”leri görüyorlar. Çünkü dünyaya dayattıkları neoliberal politikalara karşı direnişi yalnızca ulus-devletler gösterebiliyor.

3- Bir milletin meydana gelmesinde rol oynayan başlıca unsurlar; ortak tarih, ortak dil ve ortak kültürdür. Diğer bir deyişle ortak fikirlerdir, ortak ahlaktır, ortak duygu ve heyecanlar, hatıra ve geleneklerdir. Millî bayramlar bizim ortak tarihimizin hatırlatıcılarıdır. Ortak duygu ve heyecanları harekete geçiren, ortak hatıra ve geleneklerin anılıp uygulanmasını sağlayan etkinliklerdir. Eğer bir iktidar 23 Nisan gibi millî bayramlarımızı yasaklıyorsa, bu; ortak duygu ve heyecanların yaşanmasını engelliyor, ortak tarihimizi, hatıra ve geleneklerimizi unutturmaya çalışıyor, ortak kültürümüzü fakirleştiriyor demektir. Bu kayıplar da doğrudan milletin oluşturucu unsurlarına büyük zararlar verecektir. Demek ki iktidarın sinsi niyeti, Milleti zayıflatmak, dağıtmaktır. Bu tutum bir yönetimin kendi milletine düşmanca bir tavrıdır ve ancak düşmanların ekmeğine yağ sürer.

4- Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı bir ''kültür milliyetçiliği''dir. Ülkemizde bin yılda oluşmuş -ve oluşmakta olan- bir kültür ortaklığı üzerinde inşa edilmiştir. Amacı, bu topraklar üzerinde yaşayan insanlar arasında “biz” duygusu yaratmak, bir dayanışma alışkanlığı oluşturmaktır. Bayramlar da ortak kültürümüzün önemli bir unsurudur. Kaldırılması veya kutlamalarının kısıtlanması, “biz” duygusuna, dayanışma olgusuna bir darbedir. Bir ülkenin seçilmiş hükümetleri bunu kendi milletine nasıl reva görebilir?

5- Bir devletin, milletin bekası, toplumda ulusal bilincin güçlü olmasına bağlıdır. Eğer toplumda ulusal bilinç zayıflığı varsa, devlet ve millet büyük bir tehlike ile karşı karşıya demektir. Atatürk bu ilişkinin önemini iyi bilen bir önder olarak, sorunun üzerine gitmiştir.

Bir toplumda ulusal bilincin mevcudiyetinin oluşturucu gerekleri nelerdir, bunun için ne yapmalıdır? İlk yapılacak iş milletin kendini tanımasını, bu yoldan ulusal benliğini bulmasını sağlamaktır. Bunun türlü yollarından biri o milleti, tarihsel varlığı hakkında bilinçlendirmektir. İşte ulusal bayramlar bunu sağlayacak başlıca etkinliklerden biridir. Yurttaşlara ulusal bilinç aşılamak, bu bilincin gelişmesini sağlamak millî bayramların birinci işlevidir. Demek ki, AKP hükümeti bayramların kutlanmasını engellemekle, milletimizin kendisi hakkındaki bilinçlenme sürecini de engellemiş, ona ölümcül bir darbe indirmiş oluyor. Şu bir gerçektir ki, Atatürk Milliyetçiliği Türk ulusunu Avrupalı emperyalistler karşısındaki aşağılık kompleksinden kurtararak, diğer bir emperyalizm olan Araplaşmadan önemli ölçüde uzaklaştırarak milletimize özgüven kazandırmıştır. Milli bayramları bu özgüveni tazelemek içindir, yasaklanmaları ise o özgüveni tahrip etmekten başka bir şey değildir.

6- Millet birbirine tarih, dil, kültür ve ülkü birliği ile bağlı olan yurttaşların oluşturduğu siyasal bir topluluktur. Millî Birlik; işte bu “alt birlikler” diyebileceğimiz tarih, dil, kültür, ülkü birliklerinden doğan bir tür “üst birlik”tir; denebilir ki, adı geçen alt birliklerin toplamı veya bileşkesidir. Millî Birlik ne kadar kuvvetli olursa, o kadar iyidir. Ulusal bayramlarımız saydığım alt birliklerden tarih ve kültür birliklerinin birer unsurudur. Bayramların kaldırılmasının esas hedefinin Millî Birlik olduğu, bu yoldan da Türk milletinin kendisine yöneltilmiş bir yumruk olduğu açıkça görülmektedir. Çünkü Türk milleti, her millet gibi varlığını sürdürmek için iç ve dış düşmanlarına karşı kendini koruma gereksinimi duyar. Bunu da toplu yaşama yoluyla, bunun güçlenmiş şekli olan Millî Birlik yoluyla sağlar.

7- Peki, bugün Türkiye’de durum nedir? Gönül isterdi ki, millî birliğimizi zayıflatmaya yönelik bu tür saldırılar karşısında halk şiddetli bir tepki göstersin. Tehlikeyi önlemek ve yok etmek üzere bir araya gelme yeteneği göstersin. Peki, öyle mi oluyor? Ne yazık ki, öyle olmuyor. Ulusal bilinç bakımından ülkemizin görünümü hiç de iç açıcı değildir. Neden böyle? Sebebini öncelikle geçmiş yıllarda aramak gerekir: Atatürk’ün aramızdan ayrılışından hemen sonra geri dönüşler başlamış, ideolojik ihanetler görülmüş, bunlar günümüzde artık doruk noktasına ulaşmıştır. Öyle ki, bugün Türkiye’de hem de devleti yönetenler tarafından Türk ulusal bilincine ve birliğine karşı, sinsice yürütülen bir savaş sürmektedir. Başlıca iki kaynağın eseri olarak: Birincisi, Emperyalizm canavarının sinsi çalışmaları; ikincisi, bu canavarın aramızdaki ortakları... Kısacası, Atatürk’ün Nutuk’ta bizi uyardığı iç ve dış düşmanlar… Bugün bütün yurdu kaplamış bulunan ümmetçilik propagandası ülkenin her yerinde, her kurumunda eyleme geçmiş bulunuyor. İç bedhahlar arasına “sahte Atatürkçüler”i de katabiliriz.

Kısacası, bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı ve bütünlüğü büyük, sinsi bir tehlike ile karşı karşıyadır. Dolayısıyla Millî Birliğimizin üzerinde yeniden durmak, onu canlandırmak, onu yeniden güçlendirmek zorundayız. Artık kabak tadı vermiş olan eleştirilerle yetinmeyi bir yana bırakarak, somut çareler üzerinde kafa yormamız gerekmektedir.

.

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Kuruluşu, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız

Dünyada çocuklarına bayram hediye eden tek lider Atatürk! 

Ulu Önder Atatürk, büyük devlet adamı, büyük komutan, eşsiz bir eğitimci ve dünyada çocuklarına bayram hediye eden tek liderdi.










Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, büyük devlet adamı, büyük komutan, eşsiz bir eğitimci, çağdaşlığın, bilimselliğin, aydınlığın ve gelişmenin öncüsü eşsiz bir liderdi. Milleti uğruna yaptığı her mücadeleden zaferle çıkan Türkiye Cumhuriyetinin Kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Atatürk, yaptıklarıyla, konuşmalarıyla ve davranışlarıyla sadece Türk milletine değil tüm dünya milletlerine örnek oldu. 23 Nisan da bu eşsiz liderin çocuklara en büyük armağanı… Çocukları çok seven, Atatürk, onlara büyük değer veriyor, onlarla vakit geçirmekten büyük mutluluk duyuyordu. O, Cumhurbaşkanlığı sırasında da gittiği her yerde okulları mutlaka ziyaret ediyor çocuklarla yakından ilgileniyordu.

23 Nisan 1920 tarihi hem ülkemizin kurtuluşuna, hem de yeni bir devletin kuruluşuna öncülük eden büyük bir olaydır. TBMM’nin açılması ile halk egemenliğine dayalı demokratik ve özgürlükçü bir rejimin temelleri atılmıştı. Ve bu durum ileride çocuklarımızın daha özgür bir ortamda yaşamasını, geliştirmesini ve eğitim görmesini sağlayacaktı. Kurtuluş Savaşında gözlerini kırpmadan canlarını verenler, kuşkusuz ki bunu vatanlarının geleceği için yapmışlardı. Bu memleketin geleceğini de çocuklar temsil ediyordu.

*

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Kuruluşu

İstanbul'un işgalinden üç gün sonra, Atatürk ünlü 19 Mart 1920 tarihli bildiriyi yayımladı. Bildiride,"olağanüstü yetkiler taşıyan bir Meclisin Ankara'da toplanacağı, Meclis'e katılacak üyelerin nasıl seçilecekleri, seçilerin engeç onbeş gün içinde yapılması gereği, kesin ve kararlı ifadelerle yer alıyordu.

Ayrıca, dağılan Meclis-i Mebusan'ın üyeleri de Ankara'daki Meclis'e katılabileceklerdi.

Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş temelleri Ankara'daki bu ilk tarihi binada atıldı. Birinci Meclis Binası, Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın yönetim yeri olarak pek çok tartışma ve millî kararlara sahne oldu: Bu yapı bugün Kurtuluş Savaşı Müzesi olarak, ilk yılların anılarını sergiliyor.

İllerde seçilen temsilciler ve Meclis-i Mebusan'ın bir kısım üyeleri Ankara'ya geldiler.

Ankara'nın o günkü şartları içinde Meclis'in toplanabileceği elverişli bir bina yok gibiydi. Sonunda, İkinci Meşrutiyet döneminde, İttihat ve Terakki Cemiyeti kulübü olarak yapılmış tek katlı bir bina uygun görüldü. Eksik kalmış yapı tamamlandı, okullardan toplanan ve halkın katkısıyla sağlanan eşyalarla donatıldı.

Hazırlıklar tamamlanınca, Atatürk 21 Nisan'da yayınladığı ikinci bir bildiri ile, Meclis'in 23 Nisan günü toplanacağını ve açılış töreninin nasıl yapılacağını duyurdu.

Türkiye Cumhuriyeti'nin  sahnesine çıkışını sağlayan en önemli güç olduğundan dolayı meclisimiz bizim için dünyadaki her milletten daha fazla önemlidir.

Birlikte eda ettikleri Cuma namazından sonra kurbanlar kesilip, dualar okunarak, Meclis binası girişinde gözleri yaşartan muhteşem bir törenle açıldı



























23 Nisan 1920 Cuma sabahı erken saatlerde, Ankara'da bulunan herkes Meclis Binası çevresinde toplandı.

Halk, kendi kaderine sahip çıkmanın coşkusu içindeydi. Hacı Bayram Camii'nde kılınan öğle namazından sonra, Meclis binası girişinde gözleri yaşartan muhteşem bir tören yapıldı.

Saat 13.45'de, Ankara'ya gelebilen 115 milletvekili Meclis salonunda toplandı.
Parlamento geleneklerine göre, en yaşlı üye olan Sinop Milletvekili Şerif Bey (1845), Başkanlık kürsüsüne çıktı ve aşağıdaki konuşmayı yaparak Meclis'in ilk toplantısını açtı:


Burada Bulunan Saygıdeğer İnsanlar,

Istanbul'un geçici kaydiyle yabancı kuvvetler tarafından işgal olunduğu ve bütün temelleri ile halifelik makamının ve hükümet merkezinin bağımsızlığının yok edildiği hepimizce bilinmektedir. Bu duruma baş eğmek, milletimizin, teklif olunan yabancı köleliğini kabul etmesi demektir. Ancak tam bağımsızlık ile yaşamak için kesin olarak kararlı bulunan ve ezelden beri hür ve başına buyruk yaşamış olan milletimiz, kölelik durumunu son derece ve kesinlikle reddetmiş ve hemen vekillerini toplamaya başlıyarak Yüksek Meclisimizi meydana getirmiştir.

Bu Yüksek Meclisin en yaşlı üyesi sıfatıyla ve Allah'ın yardımıyla milletimizin iç ve dış tam bağımsızlık içinde alın yazısının sorumluluğunu doğrudan doğruya yüklenip, kendi kendisini yönetmeye başladığını bütün dünyaya ilan ederek, Büyük Millet Meclisi'ni açıyorum.

Bu açış konuşmasında, millî egemenliğe dayalı yeni Türk parlamentosunun adı da "Büyük Millet Meclisi" olarak konulmuştu. Bu ad herkesçe benimsedi. Daha sonra Atatürk'ün tüm konuşmalarında yer aldığı şekliyle ve ilk kez 8 Şubat 1921 tarihli Bakanlar Kurulu Kararnamesinde de yazılı olarak, "Türkiye Büyük Millet Meclisi" (TBMM) adı kalıcılık kazandı.

TBMM, 24 Nisan 1920 günü yaptığı ikinci toplantısında Mustafa Kemal Paşa'yı (Atatürk), başkanlığa seçti. Mustafa Kemal Paşa, kendi öncülüğünde kurulan TBMM'nin başkanlığını Cumhurbaşkanı seçildiği gün olan 29 Ekim 1923 tarihine kadar sürdürdü.


TBMM, açılışından iki gün sonra, sadece yasama değil, yürütme gücüne de sahip olacak hukukî ve siyasî yapısını düzenleme çalışmalarına başladı. Bu düzenlemeler, TBMM'nin tam bir güçler birliği ilkesini benimsediğini göstermişti.

2 Mayıs 1920'de Bakanlar Kurulunun seçilmesi hakkındaki yasa çıkarıldı. 11 Bakandan oluşan "Meclis Hükümeti", 5 Mayıs'da TBMM Başkanı Mustafa Kemal Paşa'nın başkanlığında ilk toplantısını yaptı.

TBMM'nin açılışı ile birlikte, millî egemenliğe dayalı yeni Türk Devleti doğmuş oluyordu. Birinci TBMM'nin iki temel hedefi, kesin zaferi kazanmak ve yeni devletin otoritesini güçlendirmek, kalıcılığını gerçekleştirmekti. Öncelikle, ülke topraklarının yabancı işgalinden kurtarılması gerekiyordu.


Savaş Ve Barış

3 Aralık 1920'de Ermenistan Cumhuriyeti ile imzalanan Gümrü Barış Andlaşması, TBMM'nin yaptığı ilk uluslararası andlaşmaydı. Böylece Doğu cephesi kapandı. 16 Mart 1921'de imzalanan Moskova Andlaşması ile Rusya, yeni Türk Devletini ve Misak-ı Millî ilkelerini tanıdı. 6-11 Ocak 1921'de Birinci İnönü, 23-31 Mart 1921'de İkinci İnönü ve 13 Eylül 1921'de Sakarya Zaferleri sonucunda, 20 Ekim 1921'de imzalanan Ankara Andlaşması ile Fransızlar savaştan çekildi. Aynı yılın sonunda İtalyanlar da TBMM hükümetiyle işbirliğine giriştiler. 1922 yılında, Yunanistan ve İngiltere dışında, TBMM, tüm ülkelerle iyi ilişkiler içindeydi,TBMM Orduları, 26 Ağustos 1922'de Büyük Zaferi kazandılar. 9 Eylül'de İzmir kurtarıldı.

18 Eylül'de ise Anadolu'da hiçbir yabancı askerî güç kalmamıştı. Yeni Türk Devleti'nin bu başarıları karşısında İngiltere de dahil olmak üzere İtilaf Devletleri ile 11 Ekim 1922'de Mudanya Mütarekesi imzalandı. Doğu Trakya kurtuldu. İtilaf Devletleri, 27 Ekim'de Lozan'da barış görüşmelerinin yapılmasını kararlaştırdılar. Uzun süren görüşmeler sonundama 24 Temmuz 1923'de imzalanan Lozan Barış Andlaşması 24 Ağustos 1923'de TBMM'de onaylandı. Yeni Türk Devleti, askerî, siyasî ve ekonomik özgürlüğüne kavuştu.


1921 Anayasası

TBMM'nin yaptığı ilk Anayasanın görüşmeleri, 19 Kasım 1920'de başladı ve 20 Ocak 1921 günü yapılan oylamayla kabul edildi. Böylece millî egemenlik ilkesine dayalı ilk Anayasa yürürlüğe girdi.

1921 Anayasası
1921 Anayasası 23 maddeden oluşan oldukça kısa bir metindi. İlk dokuz maddesi devletin dayandığı temel ilkeleri sayıyordu.

Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu, yasama ve yürütme yetkilerinin milletin tek ve gerçek temsilcisi olan TBMM'de toplandığı esasları, halka dayalı devlet ve güçler birliği ilkelerini en kesin ve açık biçimde ifade ediyordu Ancak, 1921 Anayasasında, Devlet başkanının bulunmayışı, vatandaşların hak ve özgürlüklerinin düzenlenmeyişi, yargı ile ilgili hükümlerin olmayışı önemli eksikliklerdi.


Cumhuriyetin İlanı

1921 Anayasası'nın getirdiği millî egemenlik ilkesi ile padişah iradesi ortaya bir çelişki çıkardı. Saltanat makamı boşlukta kalmıştı. 1 Kasım 1922'de TBMM aldığı kararla saltanatı kaldırdı. Padişahlık lağvedilmiş, kişisel egemenlik hukuken tarihe karışmıştı. Bu kararın doğal sonucu, Cumhuriyet rejiminin kurulması olacaktı.

13 Ekim 1923'de Ankara'nın başkent olması kararı alındı.

29 Ekim 1923'de Atatürk ve arkadaşlarının, Anayasanın bazı maddelerini değiştiren teklifi TBMM'de alkışlarla ve oybirliği ile kabul edildi.

Anayasanın birinci maddesinde, "Türkiye Devletinin hükümet biçimi, Cumhuriyettir" hükmü yer aldı. Aynı günün gecesi, Mustafa Kemal Paşa (Atatürk), Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk Cumhurbaşkanlığına seçildi.

Saltanatın kaldırılması ve cumhuriyetin. ilanı ile, sistem içinde varlığını sürdüren "Halifelik" de gereksiz ve işlevsiz bir duruma gelmişti. 3 Mart 1924'de Urfa Milletvekili Şeyh Saffet Efendi ve arkadaşlarının verdikleri kanun teklifi TBMM'de kabul edilerek, hilafet kaldırıldı, halifelik de tarihe karıştı.


1924 Anayasası

TBMM'nin 1921 tarihli ilk anayasası sadece 3 yıl yürürlükte kalabildi. Gelişmelerin gerisinde kalmış ve önemli eksiklikleri vardı, yetersizdi. Bütünüyle bir yeni anayasa hazırlıklarına girişildi. Cumhuriyet döneminin anayasası, 20 Nisan 1924'de TBMM'de büyük bir çoğunlukla kabul edildi. Yeni anayasa, cumhuriyet rejimi içinde güçler birliği esasına dayandırıldı.105 maddeden oluşmuştu.1924 Anayasası, Türk siyasî yaşamının gelişmesinde önemli rol oynadı. Siyasî partilerin kurulmasına ve dolayısıyla demokrasiye açıktı. Klasik hak ve özgürlüklere yer veriyordu. Ancak, bunların korunmasına ilişkin düzenlemeler yine yoktu. Ayrıca, ekonomik ve sosyal haklar da Anayasada bulunmuyordu. Bu konuda tek güvence, egemenliğin sadece TBMM tarafından kullanılmasıydı. TBMM'nin üstünlüğü, tıpkı 1921 Anayasasında olduğu gibi sarsılmaz bir durumdaydı.

1924 Anayasası

Yasaların, Anayasaya aykırılığını önleyecek, denetleyecek mekanizmalar bulunmuyordu. 1928,1934 ve 1937 yıllarında yapılan değişikliklerle 1924 Anayasasına başka bazı temel ilkeler getirildi.10 Nisan 1928 değişikliği, Devlete laik bir karakter verdi. 5 Aralık 1934 tarihli değişiklikle, kadınlara seçme ve seçilme hakkı tam olarak tanındı. 5 Şubat 1937 değişikliği ise, Devletin "cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkilapçı" niteliklerini belirliyordu.

1924 Anayasası eksiklik ve değişiklikleri ile, Türk Anayasa tarihinin en uzun ömürlü metni oldu. Tam ve kesintisiz olarak, 36 yıl yürürlükte kaldı.

Çok Partili Döneme Geçiş 

Cumhuriyetin ilanından önce yeni Türk Devletinin ilk siyasî partisi "Halk Partisi" adı altında (daha sonra Cumhuriyet Halk Partisi adını aldı) 23 Ekim 1923'de resmen kurulmuştu. Başkanlığına da Mustafa Kemal Atatürk seçilmişti.1945 yılına kadar siyasî parti kurma denemeleri ne yazık ki başarılı olamadı.


İkinci Dünya Savaşının bitiminden sonra çok partili yaşama geçme eğilimi güç kazandı. Bu dönemin ilk siyasî partisi 18 Temmuz 1945'de "Millî Kalkınma Partisi" oldu. Daha sonra da 7 Ocak 1946'da "Demokrat Parti" kuruldu.

14 Mayıs 1950'de yapılan seçim sonucunda, 487 milletvekilliğinin 397'sini kazanan Demokrat Parti, 24 yıl kesintisiz iktidarda kalan Cumhuriyet Halk Partisinin yerine iktidara geldi. Demokrat Parti iktidarı, 27 Mayıs 1960'da yapılan askerî darbe ile sona erdi.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde birden fazla partinin katıldığı ilk seçim ise, 21 Temmuz 1946 tarihinde yapıldı. Bu seçimle birlikte çok partili hayat kısa sürede benimsendi.1950 yılına kadar ülkede 25 siyasî parti daha kuruldu.


1961 Anayasası

27 Mayıs ihtilali ile ülke yönetimine el koyan askerî güç, yeni bir anayasa yapmak için "Kurucu Meclis" oluşturdu. Bir yıl içinde hazırlanan yeni anayasa, 9 Temmuz 1961'de halk oyuna sunuldu. Seçmenlerin yüzde 81'inin katıldığı oylamada, yeni anayasa yüzde 61,5 "Evet" oyu ile kabul edildi.

1961 Anayasası





Böylece Türk tarihinde, ilk kez bir kurucu meclis anayasa hazırlamış ve bu anayasa halkoyu ile kabul edilmişti.

1961 Anayasası uzun ve ayrıntılı bir metindi. Önemli yenilikler getiriyordu. Millet egemenliğinin "yetkili organlar eliyle kullanılacağı" hükmü ile ılımlı bir kuvvetler ayrılığı prensibi yer aldı.

Yasama ve denetim yetkisi TBMM; yürütme Meclisin içinden çıkmakla birlikte ayrı bir organ olarak Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu; yargı yetkisi ise bağımsız mahkemelerce yerine getirilecekti.

Önemli değişikliklerden biri de, TBMM'nin "Millet Meclisi" ve "Cumhuriyet Senatosu"ndan oluşan "çift meclisli" bir yapıdan kurulması idi. Ayrıca, yasaların Anayasaya aykırı olup olmadığını tespit etmek üzere "Anayasa Mahkemesi" kurularak, yargısal denetime ağırlık verildi.

Temel hak ve özgürlükler, o güne kadar hiç bir Türk anayasasında görülmemiş biçimde ayrıntılı olarak düzenleniyordu. Temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmalarına da sınırlar konuluyordu. Anayasa ayrıca Devlete pek çok sosyal ödevler yüklüyordu.

1961 Anayasası, 1971 yılındaki değişiklikleriyle birlikte 1980'de yapılan ikinci bir askerî darbeye kadar yürürlükte kaldı.


1982 Anayasası

1961 Anayasasının uzun ve ayrıntılı hükümleriyle kurulan mekanizmalar iyi işleyemedi. Egemenliğin çeşitli organlar arasında bölünmesi nedeniyle, kurumlar arasında uyumlu çalışma ortamı sağlanamıyordu. Siyasî ve sosyal istikrarsızlık, bunalımlara yol açtı. Sonuçta, ülke 12 Eylül 1980'de ikinci bir askerî darbeyle karşılaştı. Anayasa askıya alındı, siyasî partiler kapatıldı. Siyaset adamlarının büyük bir bölümüne siyasî yasaklar getirildi.

Yönetime el koyan askerî güç,1960'da olduğu gibi yeni bir anayasa için "Kurucu Meclis" oluşturdu. İki yıl içinde yeni anayasa hazırlandı ve 7 Kasım 1982'de halk oyuna sunuldu. Oylamaya katılma oranı yüzde 91.27 idi. Sonuçta,1982 Anayasası geçerli oyların yüzde 91.37 "Evet" oyu ile kabul edildi.

Böylece Türk tarihinde bir anayasa ikinci kez doğrudan doğruya halkın oyu ile kabul edilmişti.

1982 Anayasası ile getirilen en büyük yenilik, tek Meclis sistemine, yani Cumhuriyet geleneğine geri dönülmesiydi. Yürütme biraz daha güçlendirildi. Özgürlüklerin sınırlandırılması konusunda yeni ve daha keskin ölçüler getirildi. Özerk kuruluşlara yeni statüler verildi. Bunlar dışında,1982 Anayasası büyük bölümüyle 1961 Anayasasına benzemektedir.

1982 Anayasasının yürürlüğe girmesinden sonra, ilk milletvekili seçimi, daha önce kapatılmış bulunan siyasî partilerin dışında, yeni kurulan Milliyetçi Demokrasi Partisi, Halkçı Parti ve Anavatan Partisinin katılmasıyla, 6 Kasım 1983'de yapıldı. Demokratik süreç yeniden başlamıştı.

20 Ekim 1991'de yapılan Milletvekili Genel Seçimleri ise, serbestçe kurulmuş çok sayıda siyasî parti ve daha önce siyaset yapma hakları ellerinden alınmış, tüm siyaset adamlarının yeniden özgürlüklerine kavuşmalarıyla gerçekleşti. Parlamenter demokrasi tüm gerekleriyle işlerliğe kavuştu.

MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...