CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

''HAYIR'' DEMEZSENİZ NE OLACAK?

YAZININ TAMAMINI OKUYUN SAKLAYIN VE PAYLAŞIN..

Mehmet Faraç 'In yazısı...

''HAYIR'' DEMEZSENİZ NE OLACAK?

Memleketin giderek kangrenleşen sosyo-ekonomik koşulları liboş numaracılığına prim vermediği için, “evet” tayfasındaki referandum telaşı da gittikçe büyüyor...

İşte bu dönemde, AKP cenahı ve işbirlikçilerinin tek propaganda söylemleri “hayır” cephesine yönelik “terörist” suçlamaları da değil artık...

Özellikle kararsız kitlelere yönelik dört koldan kuşatma, bulgur-pirinç sömürüsü, yandaş medya yalanları, tehditler ve uyduruk anket tuzaklarına rağmen de kitlelerde zafer algısı yaratılamıyor...

Yani referandum tuzağıyla cumhuriyete son darbeyi vurmak isteyenler büyük şaşkınlık içindeler...

Halk inanmıyor çünkü “evet” propagandalarının temelsiz ve takiyeci söylemlerine...

Ve de AKP’liler, 15 yıl sonra alacakları en büyük darbenin iktidar tükenişini başlatacağının pekala farkındalar...

Baksanıza; iktidarın devlet olanaklarını pervasızca kullanması, bürokrasinin siyaset uşağı haline getirilmesi, işbirlikçi MHP yönetimindeki şaşkınlık ve bindirilmiş kıtalarla yapılan mitinglere rağmen umut verici bir manzara yaratılamıyor...

Unutmayınız ki; kim ne derse desin, memleketin ahval ve şeraiti de her halükarda şamar vuruyor takiyeyle dayatılan zavallı evetçiliğe!..

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, önceki akşam Show TV, Habertürk ve Bloomberg HT ortak canlı yayınında yaptığı açıklamalar da şaşkın AKP çevrelerine moral vermekten öteye gidemedi... Dedi ki Erdoğan;

“Şu anda ibre yükselişte... Daha iyi olacağı kanaatindeyim. Çünkü ‘Hayır’ diyenler neden ‘Hayır’ dediklerinin izahını yapamıyorlar. Ellerinde buna yönelik veri yok.”

CHP’DEN NET UYARILAR...

Eminim Erdoğan’ın “en iyi savunma taarruzdur” deyişine sığınarak yaptığı yukarıdaki açıklamaları duyanlar kahkaha atmaktan da kurtulamamıştır...

Aksine savunanlara sormak lazım; Erdoğan “hayır” oyları hızla yükselirken, muhalefetin, “AKP ‘evet’in gerekçelerini anlatamıyor” şeklindeki savunmasını neden taklit etti acaba?..

Çünkü “evet” tayfası; devlet olanakları, medya pohpohçuluğu ve bıktırıcı anket yalanlarıyla kendilerini kandırmaya devam ederken, “hayır”lı gerekçeler toplumu uyandırmaya devam ediyor...

O halde iyisi mi Erdoğan’ın “hayır dediklerinin izahını yapamıyorlar” yanıltmasına CHP’nin hazırladığı “Hayır demezseniz ne olacak” broşürüyle yanıt verelim de, millet tüm gerçekleri ayrıntılı ve anlaşılır biçimde öğreniversin...

İşte 16 Nisan’da dayatılacak tehlikenin tüm adımlarını net biçimde anlatan “hayır”ın 20 gerekçesi;

| Tek adam rejimi kurulacak, tek adam her şey olacak, devletin tümüne hükmedecek. Bir kişi başkan seçilecek ve o kişi hem hükümet hem Meclis hem de mahkeme olacak.

| Başkan aynı zamanda bir partinin genel başkanı olacak.

| O partinin genel başkanı hâkimleri atayacak. Kararname adı altında kanun yapabilecek. Seçtiğin meclisi fesih edebilecek.

| Tek adam orduya emir verecek.

Seçtiğin milletvekillerinin hiçbir hükmü kalmayacak. Sözünü kimse dinlemeyecek. (Yani mebuslar vitrin mankeni olacak...)

| Almanya, Fransa, İngiltere, ABD, Japonya gibi değil, Suriye, Libya, Mısır, İran, Kuzey Kore, Uganda gibi bir ülkede yaşayacaksın. (Memleket muasır medeniyet hedefinden hızla uzaklaşacak...)

| Rejim değişecek. Sadece adı Cumhuriyet olacak. (Kurtuluş Savaşı’nın ardından kurulan Atatürk’ün emanetinden belki de eser kalmayacak) Gerçekte krallık gibi her şey bir kişinin elinde olacak. Demokrasi kalmayacak.

| Başkan sokakta bir kişiyi öldürse, 400 milletvekili izin vermezse mahkemeye çıkarılamayacak.

| Başkan ve yardımcıları ile bakanları yolsuzluk yapsa, yetim hakkı yese, devlet malına el uzatsa dahi 400 milletvekili izin vermezse mahkemeye çıkarılamayacak.

| Başkan kendini ve bakanlarını mahkemeye çıkarma girişiminde bulunan meclisi fesih edebilecek.

PARTİ DEVLETİNE DOĞRU...

“Hayır’ın aşağıda sıralanan diğer gerekçeleri de memleketin 16 Nisan’da nasıl bir uçuruma sürüklenmek istendiğini net biçimde anlatıyor...

Herkesin anlayacağı şekilde sıralanan bu gerekçeler büyük tehlikeyi algılamayanları gaflet uykusundan uyandırmayıda amaçlıyor;

- Hâkimler ve savcılar başkanın sözünden çıkamayacak. Başkan hak hukuk tanımaz, zorba biriyse seni koruyacak hiç kimse olmayacak.

| Tek adam karar verdiğinden belirsizlik hakim olacak. Ekonomi tek adamın keyfine göre vereceği kararlara kurban edilecek. Kriz, iflaslar, işsizlik ve yoksullukla birlikte çöküş gelecek.

| Asgari ücreti, fiyatları, maaşları, işçi memur alımlarını, dernek sendika kurulması ve kapatılmasını, her şeyi tek adam belirleyecek.

| Tek adam kimsenin aklına ihtiyaç duymayacağından, devlet ve toplum hayatında danışma, ortak akıl, uzlaşma gibi yöntemler olmayacak. Çatışma, kutuplaşma ve terör için en uygun zemin oluşacak. Çatışma ve terör artacak.

| 5 yılda bir sandığa gidip bir başkan bir de onun partisinin çoğunlukta olduğu Meclis’i seçeceksin. Bir dahaki seçime kadar sana kimse bir şey sormayacak. Seçtiğin milletvekili de başkanı kontrol edemeyecek, senin hakkını koruyamayacak.

| Başbakan olmayacak. Bakanlar sadece başkana karşı sorumlu olacak, Meclis’e karşı sorumlu olmayacak. Seçtiğin milletvekilleri bakanlardan ve bürokratlardan hizmet yapmasını isteyemeyecek, hesap soramayacak.

| Camiye, kışlaya, adliyeye siyaset girecek. Buraların hepsi, ‘başkanın partisine’ göre düzenlenecek.

| Devlet parti devleti olacak. Başkan senin partinden değilse devlet kapısında yerin olmayacak.

| Başkan isterse devlet kurumlarını bölgelere ayırarak ülkenin bölünmesine neden olabilecek.

| Başkan, padişahlarda dahi olmayan, Atatürk’e bile verilmeyen yetkilere sahip olacak.

Aydınlık - 29.3.2017

Mehmet Faraç

#İTİRAF TC Devletinin son bulması için NOKTA yı KOYMAK!


[``15 senedir ülkenin getirildiği şu rezil hale bakın.15 senedir ülkeye giren terör örgütlerinin haddi hesabı yok`` 
(Binali Yıldırım, Elazığ)]


16 Nisan 2017 Referandum yani Tek adam iktidarı için oylama ile AKP iktidarı - CumhurBaşkanı Erdoğan Türkiye'yi nereye koşturuyor? :


1- Birleşmiş Milletler hukukuna göre ;

Eğer Türkiye'yi diktatör yönetiyorsa, PKK, İŞİD..v.s. ülkedeki tüm teröristler, BM kanunlarına göre, özgürlük savaşçısı olacaklardır.
Dünya onlara silah, cephane, füze, uçaksavar yardım edecek, hatta onların hakkını korumak için ülkemize girmeye hakları olacaktır. Sebepleri de; ülkemizi diktatörden kurtarmaktır.

2- Diktatör olarak tanımlananlar kimlerdir?

Dünya Hukukunun kiriterlerine göre; başkanı ne meclis, ne anayasa mahkemesi vs denetleyemiyorsa, o başkan BM karşısında diktatör olur.

3- Tek Adam rejimi ülkemizi işgal etmeleri için bir sebeptir.

Bu referandum işte böyle bir yolu açıyor.
Aç kurtlar gözlerini ülkemize dikmiş bekliyorlar.
Son nefesimizi vermemizi bekliyorlar.
Referanduma #EVET demek, ülkemizin nefesinin bitmesi demektir.

#MetinFeyzioğlu  #HAYIR ❕

*

15 senedir TC Devletinin AKP iktidarı Başbakanı'ndan bir #İTİRAF daha:

``15 senedir ülkenin getirildiği şu rezil hale bakın.15 senedir ülkeye giren terör örgütlerinin haddi hesabı yok`` (Binali Yıldırım, Elazığ)
























Bakınız, buna EVET diyor..  Cumhuriyetimizin düşmanları ile aynı safta mı yer alacaksın?



























REFERANDUM: ANAYASA DEĞİŞİKLİK TEKLİFİNİN SAKINCALARI - 1 ve 2 - (TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ)

REFERANDUM: ANAYASA DEĞİŞİKLİK TEKLİFİNİN SAKINCALARI -1

ANAYASA DEĞİŞİKLİK TEKLİFİYLE YAPILMAK İSTENEN BAŞLICA DEĞİŞİKLİKLERİN ANLAMI, YORUMU VE SONUÇLARI (TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ)

Önce mevcut anayasa maddesini veriyorum, ardından, bu maddede yapılmak istenen değişikliği gösteriyorum. Sonra, TBB’nin yorum ve değerlendirmesini –özetleyerek- sunuyorum. Gerektiğinde, kendi yorumumu da ekliyorum.

Yürürlükteki Anayasa maddesinden çıkarılan kısmı < ... > içinde gösterdim.
**
YÜRÜRLÜKTEKİ ANAYASA:
Madde 93 – Meclis, bir yasama yılında en çok üç ay tatil yapabilir; ara verme veya tatil sırasında, Cumhurbaşkanınca toplantıya çağrılır.

ANAYASA DEĞİŞİKLİK TEKLİFİ:
Madde 93 –(2) Meclis, bir yasama yılında en çok üç ay tatil yapabilir; ara verme veya tatil sırasında, Cumhurbaşkanınca toplantıya çağrılır.
**
Değişiklik Teklifi İle İlgili TBB'nin Yorumu (Özet)

Anayasa değişikliği İle Anayasa'nın 93. maddesinde yapılması önerilen değişiklik kapsamında; ara verme veya tatil sırasında "…doğrudan doğruya veya Bakanlar Kurulunun istemi üzerine…" toplanabilen Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin, bundan böyle YALNIZCA CUMHURBAŞKANI TARAFINDAN TOPLANTIYA ÇAĞRILABİLECEĞİ belirtilmektedir.

Bu düzenleme, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin anayasal sistem içindeki merkezî konumuna ve kendi çalışma düzenini belirleme kapasitesine yönelik ciddi bir GERİ ADIM anlamını taşımaktadır.
Önerilen düzenleme teklifinin kabulü halinde Türkiye Büyük Millet Meclis'inin ara verme veya tatil sırasında acil bir ihtiyaç ortaya çıktığında dahi KENDİ İRADESİYLE TOPLANAMAYACAĞI; bunun için ancak CUMHURBAŞKANI'NIN ÇAĞRISINA İHTİYAÇ duyulduğu anlaşılmaktadır. Önerilen değişiklik, parlamentoculuğun yüzlerce yıllık evrimine ve demokratik katılım mücadelesinin genel gelişim yönüne ters düşmekte olduğunu söylemek mümkündür.
*
(Benim yorumlarım: i) Cumhurbaşkanının paşa gönlü isterse, Meclisi toplantıya hiç çağırmayabilir! ii) Ara vermeye veya tatile Meclis kendisi karar veriyor; yeniden toplanmaya veremiyor, Cumhurbaşkanının kararını beklemesi lazım. Burada bir dengesizlik, hatta tutarsızlık yok mudur? CD)

Prof. Cihan Dura
19 Mart, 10:04

***

ANAYASA DEĞİŞİKLİK TEKLİFİYLE YAPILMAK İSTENEN BAŞLICA DEĞİŞİKLİKLERİN ANLAMI, YORUMU VE SONUÇLARI -2 (TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ)

Önce mevcut anayasa maddesini veriyorum, ardından, bu maddede yapılmak istenen değişikliği gösteriyorum. Sonra, Türkiye Barolar Birliği’nin (TBB) yorum ve değerlendirmesini –özetleyerek- sunuyorum. Gerektiğinde, kendi yorumumu da ekliyorum.

Anayasa maddesinden çıkarılan veya değişiklik teklifiyle eklenen kısmı < ... > içinde gösterdim.
**
YÜRÜRLÜKTEKİ ANAYASA:
Madde 89
Türkiye Büyük Millet Meclisi, geri gönderilen kanunu aynen kabul ederse, kanun Cumhurbaşkanınca yayımlanır; Meclis, geri gönderilen kanunda yeni bir değişiklik yaparsa, Cumhurbaşkanı değiştirilen kanunu tekrar Meclise geri gönderebilir.

ANAYASA DEĞİŞİKLİK TEKLİFİ:
…Türkiye Büyük Millet Meclisi, geri gönderilen kanunu <üye tam sayısının salt çoğunluğu ile> aynen kabul ederse, kanun Cumhurbaşkanınca yayımlanır; Meclis, geri gönderilen kanunda yeni bir değişiklik yaparsa, Cumhurbaşkanı değiştirilen kanunu tekrar Meclise geri gönderebilir.
**
Değişiklik Teklifi İle İlgili TBB'nin Yorumu (Özet)

Bu değişiklikle, Cumhurbaşkanı tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne geri gönderilen kanunun aynen kabulünün, ancak Meclis "…üye tamsayısının salt çoğunluğu ile…" mümkün olabileceği öngörülmektedir.

Bu düzenlemeyle, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Cumhurbaşkanı tarafından bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderilen kanunu aynen kabul edebilmesi, yani kendi iradesinde ısrar edebilmesi için, kanunların kabulü için öngörülen olağan karar yeter sayısını aşan "nitelikli bir çoğunluğa" ulaşması öngörülmektedir. Bu, Anayasa'da hâlihazırda var olan "basit çoğunlukla (ikinci kez) kabul" sisteminden farklı bir düzenlemedir. Değişiklik teklifiyle birlikte Cumhurbaşkanı'nın kanunların kabulü konusundaki yetkisi, "geciktirici veto" yetkisinden "ZORLAŞTIRICI VETO" yetkisine yükseltilmektedir.

Değişiklikle, Cumhurbaşkanlığı makamında toplanan olağanüstü Yürütme yetkilerine ek olarak, Yasama konusunda da Cumhurbaşkanı lehine büyük bir dengesizlik yaratılmış oluyor. Şöyle ki, CUMHURBAŞKANI; BİR YANDAN "CUMHURBAŞKANLIĞI KARARNAMELERİ" İLE TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ'NE PARALEL BİR YASAMA YETKİSİ KULLANIRKEN, DİĞER YANDAN YASAMA'NIN MECLİS'E BIRAKILMIŞ OLAN AYAĞINDA DA ÖNEMLİ ETKİ VE MÜDAHALE GÜCÜNÜ KAVUŞTURULUYOR.
*
Sonuç olarak, bir yanda "CUMHURBAŞKANLIĞI KARARNAMELERİ", diğer yanda Cumhurbaşkanı ile aynı görüşte olan parti çoğunluğunun "UYUMLU YASAMA FAALİYETİ", bunlar yetmezmiş gibi bir de CUMHURBAŞKANI'NA TANINAN "GÜÇLÜ VETO YETKİSİ"; yasama organı olarak Millet Meclisi’ni, fiilen ve büyük ölçüde etkisiz bir hale getirmektedir.
*
(Benim yorumlarım: Bu değişiklikle Millî İrade’nin yerini, tek bir şahsın iradesinin alması biraz daha pekiştirilmiş olmaktadır. Devredilemez ve paylaşılmaz olan Millî Egemenlik, kısmen de olsa devredilmekte, tek bir şahısla paylaşılmaktadır. Aynı zamanda Tam bağımsızlık ilkesi de bir darbe daha almış bulunuyor. NOT: Salt çoğunluk: Meclis toplam üye sayısının yarısından bir fazlası (bugün için 276, değişiklikle 301); basit çoğunluk: oylamaya katılanların yarısından bir fazlasıdır. CD)

Prof. Cihan Dura
20 Mart, 08:10

Mustafa Kemal’e dil uzatan vatan hainidir!

Yılmaz Özdil, katıldığı canlı yayında Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları için ‘darbeci’ diyen AKP’li belediye başkanına cevap verdi.

Halk Tv’de Uğur Dündar’la Halk Arenası’na katılan SÖZCÜ gazetesi yazarı Yılmaz Özdil, AKP Esenyurt Belediye Başkanı Necmi Kadıoğlu’nun “1923’te darbe yapıp Cumhuriyeti kurdular” sözlerine canlı yayında cevap verdi.

“Burada, birkaç dakikanızı izin verirseniz alıp bu arkadaş darbe demiş ya şimdi sütü bozukların bir ülkeye nasıl darbe yaptığıyla ilgili birkaç not aktaracağım” diyerek söze başlayan Yılmaz Özdil, 29 Ekim 1923 sabahı Türkiye’nin durumunu;

“29 Ekim 1923 sabahı Türkiye Cumhuriyeti Devletinin nüfusu 13 milyon. 40 bin köy var 37 bininde okul yok, postane yok, dükkân yok. 30 bin köyde cami yok. Traktör sayısı sıfır. Biçerdöver sayısı sıfır. Pirinç ithal. 5 bin köyde sığır vebası var. 1 milyon kişi frengi. 2 milyon kişi sıtma. Verem, tifo, tifüs salgını var. Bitle başa çıkılamıyor. Dünyaya gelen her iki bebekten biri ölüyor. Her 5 anneden 1’i doğumda ölüyor. Ortalama ömür 40 yıl.

Memlekette sadece 337 doktor var. 'Osmanlı Torunları' bunu iyi dinlesin. 60 eczacı var, sadece 8’i Türk. Memlekette sadece 4 hemşire var. 40 bin köy var, sadece 136 ebe var. Komple kül edilmiş köyün sayısı binin üzerinde. Limanlar, madenler yabancıya ait. Demiryollarının bir metresi bile bize ait değil.

Osmanlı’dan ayakta kala kala 4 fabrika kalmış. Sanayi denen işletmelerin yüzde 96’sında motor yok. 10’dan fazla işçi çalıştıran sadece 280 kişi. Bunların 250’si yabancıların. Kişi başı milli gelir 45 dolar. Elektrik sadece İstanbul, İzmir ve Tarsus’ta var. Kara yolu yok. Otomobil sayısı sadece 1490. Bunun üzerine zaten dökülüyoruz. Mübadeleyle 400 bin insan geliyor. Ceplerinde para yok, iş yok, başlarını sokacak ev yok. Sığınacakları akraba yok. Gelen her iki çocuktan biri yollarda at arabalarının sırtında ilk 2 ay içinde hayatını kaybediyor. Bir tanesi benim teyzem. Kendi ailemden biliyorum. Mağarada kalanlar var.

"KADIN İNAN DEĞİL"
Cumhuriyet’ten önce, eşit eğitim hakkı yok, meslek hakkı yok, velayet hakkı yok, miras hakkı yok. Kadın kendisine miras kalan mallar üzerinde tasarruf hakkına sahip değil. Cumhuriyetten önce darbe yapmış bak kansızlar. Memlekette tiyatro, müzik, spor, heykel yok.

Arkeolojik eserler padişahların hediyesi olarak Avrupa’ya kaçırılmış. Kimi alaturka saat kullanıyor. Güneşin battığı anı 12 kabul ediyor. Kimisi zevali saati kullanıyor. Kimisi güneşin tamamen battığı ezani saati esas alıyor. ‘Saat kaç birader?’ diyorsun herkes başka bir şey diyor. Kimisi hicri, kimisi Rumi takvim kullanıyor. Herkes aynı zaman diliminde ama farklı aylarda yaşıyor. Ne ağırlığımız dünyaya ayak uydurabiliyor ne de uzunluğumuz.”

“600 SENE TÜRKÇE’NİN IRZINA GEÇİLMİŞ”
“600 yıl Türkçenin ırzına geçilmiş. Arapça ve Farsça harmanlanmış; Osmanlıca ortaya çıkmış. Fransızca ve İtalyanca kelimeler dilimizi işgal etmiş. Harf Devrimi yapıldı, ‘1 gece de cahilleştik’ diyor bunlar halbuki İbrahim Müteferrika’dan itibaren basılan kitap sayısı 417.

Bu topraklara kitap gelene kadar Avrupa’da 2.5 milyon farklı kitap basılmış. Erkeklerin sadece yüzde 7’si kadınların sadece binde 4’ü okuma yazma biliyor. Okul yaşına gelen her 4 çocuktan 3’ü okula gitmiyor.

Türkiye’nin tüm liselerinde sadece 230 kız öğrenci kayıtlı. Öğretmenlerin 3’te 1’inin öğretmenlik kaydı yok. Sadece 1 tane üniversite var. Medreselerde Türkçe yasak” diyerek anlattı.

“MUSTAFA KEMAL’E DİL UZATAN VATAN HAİNİDİR!”
Ülkeyi Mustafa Kemal Atatürk’ün ve silah arkadaşlarının bu durumda teslim aldığını söyleyerek 30 Ekim 1923 sabahı Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü’ye yazdığı mektubu anlattı. Mustafa Kemal Atatürk İsmet İnönü’ye “Cumhuriyetin ilk gününde bize geri borçlu hastalıklı bir vatan miras kaldı. Yoksul ülkelere örnek olacağız. Özgür bir toplum oluşturmak, çağdaşlaşmak zorundayız. Bu görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim. Allah yardımcımız olsun” dediğini anlattıktan sonra Özdil;

“Mustafa Kemal Atatürk’e ve silah arkadaşlarına ‘darbeci, iki ayyaş’ diyenlere ‘Mustafa Kemal’e dil uzatan vatan hainidir’ diyerek cevap verdi.

(alıntı)

91 YILLIK SİGORTA: ANKARA ANTLAŞMASI


91 YILLIK SİGORTA: ANKARA ANTLAŞMASI

1926 Ankara Antlaşması her şeyden önce Türkiye-Irak sınırının değiştirilemeyeceğini hükme bağlamıştır. (Madde 5). Bu antlaşma Irak sınırının sigortasıdır. Ancak AKP hükümeti bu sigortayı kendi elleriyle gevşetmiştir.




30 Mart 2011'de Başbakan R. Tayyip Erdoğan, Kuzey Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani'yi ziyaret etti. Böylece Türkiye, Bölgesel Kürt Yönetimi'ni fiilen tanımış oldu. Barzani, bu ziyareti “cesur bir adım” olarak niteledi.

Barzani, 16 Kasım 2013'te de Türkiye'yi ziyaret etti. Başbakan Erdoğan'la birlikte Diyarbakır'da halka bir konuşma yapıp açılıma destek verdi.

10 Aralık 2015'te Barzani bir kere daha Türkiye'ye geldi. İlk defa devlet protokolüyle ağırlandı. Çankaya Köşkü'nde Türk bayrağının yanına ilk kez Kürdistan bayrağı konuldu.

Geçtiğimiz hafta, 27 Şubat 2017'de Barzani yine Türkiye'deydi. Bu sefer, havaalanından itibaren bağımsız ülke liderlerine uygulanan resmi protokolle karşılandı. Havaalanında göndere ilk kez Kürdistan bayrağı çekildi. Barzani, Başbakan Binali Yıldırım ve Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan'la görüştü.

Eleştirilere sinirlenen Başbakan Binali Yıldırım, “Irak Anayasası'na göre Kuzey Kürdistan Bölgesel Yönetimi özerk bir yapıdır. Dünya da bu şekilde tanınır!” dedi.

Olup bitenleri anlamak için 1920'lere gitmeliyiz!

YÜZ YILLIK BİR EMPERYALİST PROJE

Irak'ın kuzeyinden Türkiye'nin güneyine uzanan Kürdistan Projesi en az 100 yıllık bir emperyalist projedir. Özerklik bu projenin ilk ayağıdır. Asıl amaç bağımsızlıktır. Nitekim Milli Mücadele yıllarından itibaren ayrılıkçı Kürtler ve onları destekleyen İngiliz emperyalizmi, önce özerk sonra bağımsız Kürdistan planları yapmıştır. İngiliz arşivi bu yöndeki raporlarla doludur.

Örneğin, 26 Mart 1920'de İngiliz Amiral Sir F. de Robeck'ten Lord Curzon'a gönderilen bir raporda “Kürdistan Türkiye'den tamamen ayrılıp özerk olmalıdır…” denilmişti. (Erol Ulubelen, İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye, 3.bas., İstanbul, 2009, s. 247).

SEVR'İN KÜRDİSTAN MADDELERİ

10 Ağustos 1920 tarihli Sevr Antlaşması'nın “Kesim III, Kürdistan” başlığını taşıyan 62-64. maddeleri, Türkiye'nin güneyinde, Irak'ın kuzeyinde aşamalı olarak önce özerk sonra bağımsız bir Kürdistan kurulmasını hükme bağlamıştı.

62. maddeye göre Sevr Antlaşması'nın yürürlüğe girmesinden sonraki 6 ay içinde İstanbul'da İngiliz, Fransız ve İtalyan hükümetlerinden üçer kişilik bir komisyon toplanıp “Suriye, Irak ve Türkiye sınırının kuzeyinde, Kürtlerin sayıca üstün olduğu bölgelerin yerel özerklik planını” hazırlayacaktı.
63. maddeye göre Türkiye, bu komisyonların “Özerk Kürdistan” kararını, kendisine bildirildikten sonra 3 ay içinde yürürlüğe koymayı kabul edecekti.

64. maddede ise açıkça “Bağımsız Kürdistan”dan söz edilmişti. Maddenin devamında da “Bağımsız Kürdistan” kurulduğunda Musul'daki Kürtlerin de kendi istekleriyle bu devlete katılmalarına Müttefik devletlerin hiçbir şekilde karşı çıkmayacakları belirtilmişti.

Sevr Antlaşması'nın 145-148 maddelerinde de “ırk ve dil azınlıkları”ndan söz edilmişti. Milli Mücadele kazanılınca 433 maddelik “idam fermanı” Sevr Antlaşması tarihin çöp tenekesine atıldı.

LOZAN'DA ÇARPIŞAN TEZLER

Türkiye, Lozan Konferansı'nda Türklerin ve Kürtlerin “kaderleri ortak bir millet” olduğu tezini savundu. Bu tez, bir yıl kadar sonraki 1924 Anayasası'nın 88. maddesinde “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk denir” şeklinde ifade edilecekti.

İngiltere ise tam tersine Kürtlerin Türklerden ayrı bir millet olduğunu belirterek “Özerk Kürdistan” tezini savunuyordu.

Lord Curzon, 23 Ocak 1923'te Lozan'da, “Güney Kürdistan” dediği Musul vilayetinde, yani Kuzey Irak'ta İngiltere'nin Kürtlere özerklik vereceğini, Kürtçe eğitim veren okullar açacağını, Kürtçeyi yazı dili haline getireceğini anlatmıştı. (Seha Meray, Lozan Barış Konferansı, Tutanaklar-Belgeler, C.1, İstanbul, 1993, s. 350).

ATATÜRK'ÜN KARŞI HAMLESİ

Atatürk o günlerde, 16 Ocak 1923'te İzmit basın toplantısında bir soru üzerine Kürtlük konusuna değinerek, “Kürtlük namına bir sınır çizmek istersek Türklüğü ve Türkiye'yi mahvetmek lazımdır (…) Dolayısıyla başlı başına bir Kürtlük tasavvur etmektense, bizim Teşkilatı Esasiye Kanunu gereğince zaten bir tür mahalli muhtariyetler teşekkül edecektir” demişti. Ayrıca Kürtlere “ayrı bir sınır çizmenin” doğru olmadığını belirtmişti. (Atatürk'ün Bütün Eserleri, C 14, s. 273, 274).
Atatürk'ün burada “bir tür mahalli muhtariyetler” derken kastettiği, 1921 Anayasası'nın 11. maddesinde illere tanınan “mahalli işlerde” özerklikti. Bu, siyasi anlamda bir özerklik değildi.
1921 Anayasası 11. madde şöyle başlar: “Vilayetler mahalli işlerde manevi şahsiyeti ve muhtariyeti haizdir.” Ayrıca 1921 Anayasası'nın bu 11. maddesi, 1924 Anayasası'nın şu 90. maddesiyle kaldırılmıştı: “Vilayetlerle şehir, kasaba ve köyler, hükmü şahsiyeti haizdir.”

Görülen o ki Atatürk, o günlerde “Teşkilatı Esasiye Kanunu gereğince zaten bir tür mahalli muhtariyetler teşekkül edecektir” diyerek İngiltere'nin Lozan'daki özerk Kürdistan tezini zayıflatmak istemişti.

ATATÜRK, MUSUL VE KÜRDİSTAN

Atatürk, İzmit basın toplantısında Musul'un öneminden de şöyle söz etmişti:

“Musul bizim için çok kıymetlidir: Birincisi, civarında sonsuz servet teşkil eden petrol kaynakları vardır. İkincisi, bunun kadar önemli olan Kürtlük meselesidir. İngilizler orada bir Kürt hükümeti oluşturmak istiyorlar. Bunu yaptıkları takdirde bu fikir bizim sınırımız içindeki Kürtlere de sirayet edebilir. Bu fikre engel olmak için sınırı güneyden geçirmek lazımdır…” (Atatürk'ün Bütün Eserleri, C. 14, s. 269, 270).

Atatürk, Kuzey Irak'ta kurulacak bir Kürdistan'ın -Türkiye'deki Kürt nüfus nedeniyle- Türkiye'yi tehdit edeceğini düşünüyordu. Bu projeye engel olmak için sınırı Musul'u da içine alacak biçimde güneyden geçirmek istiyordu.

LOZAN SONRASI MUSUL SORUNU

Türkiye Lozan'da, İngiltere'nin özerk veya bağımsız Kürdistan planlarını bozdu, ama Musul'u alamadı. İsmet Paşa'nın tüm direnişine rağmen İngiltere, Musul'u Türkiye'ye vermedi.

Lozan Antlaşması'nın 3. maddesine göre Musul sorununun 9 ay içinde iki devlet arasında uzlaşmayla çözülmesine, olmazsa Milletler Cemiyeti Konseyi'ne başvurulmasına karar verildi.

Musul Sorunu, 19 Mayıs-5 Haziran 1924 tarihleri arasında İstanbul (Haliç) Konferansı'nda görüşüldü.
24 Mayıs oturumunda İngiliz temsilci Sir Percy Cox, Lozan'daki iddialarını tekrarlamaktan öte, Hakkâri, Beytüşşebab, Çölemerik ve Revanduz'un da Irak'a bırakılmasını istedi. Türk temsilci Fethi Bey buna şiddetle karşı çıkınca konferans dağıldı.

6 Ağustos'ta İngiltere konuyu Milletler Cemiyeti'ne götürdü. 7 Ağustos'ta Nesturiler, Hakkâri Valisi'ni pusuya düşürüp esir alarak Nesturi ayaklanmasını başlattı. Ayaklanmaya İngiliz uçakları da destek verdi.
Milletler Cemiyeti Konseyi, 30 Eylül 1924 tarihli oturumunda 3 üyeli özel bir komisyon kurulmasına karar verdi. Londra'da, Türkiye'de ve Bağdat'ta incelemeler yapan komisyon, 16 Temmuz'da hazırladığı raporu Milletler Cemiyeti Genel Sekreterliği'ne sundu.

29 Ekim 1924'te Brüksel'de olağanüstü bir toplantı yapan Milletler Cemiyeti Meclisi, Türkiye ile Irak arasında “Brüksel Sınırı” denilen geçici bir sınır belirledi. Bu, Musul'u Irak'a bırakan bir sınırdı.
13 Şubat 1925'te Şeyh Sait İsyanı çıktı. Bu isyan Türkiye'nin, Türk-Kürt birlikteliği tezini zayıflattı.
Sonuçta Milletler Cemiyeti, 16 Aralık 1925'te Brüksel Hattı'nın kuzeyini Türkiye'ye, güneyini ise Irak'a bıraktı.

Türkiye, Milletler Cemiyeti kararından bir gün sonra, 17 Aralık 1925'te SSCB ile bir dostluk ve tarafsızlık anlaşması yaparak tepkisini gösterdi.








SINIRIN SİGORTASI ANKARA ANTLAŞMASI

5 Haziran 1926'da Türkiye, Irak ve İngiltere arasında Ankara Antlaşması imzalandı. Böylece bugünkü Türkiye- Irak sınırı çizildi. Antlaşmanın 1. maddesinde ve ekinde Türkiye-Irak sınırı çok ayrıntılı olarak tarif edilmişti. 5. maddesinde ise tarafların, 1. maddede belirlenen sınır çizgisinin “kesinliğini ve bozulmazlığını kabul ederek bunu değiştirmeyi amaçlayan herhangi bir girişime geçmemeyi” kabul ettikleri belirtilmişti. Antlaşma, sınırlar konusunda süresizdi. Sınır değiştirilmemek üzere çizilmişti.

II. Dünya Savaşı'ndan sonra 29 Mart 1946'da Irak ve Türkiye arasında Ankara'da bir antlaşma daha yapıldı. O antlaşmanın 1. maddesine göre de “1926 Antlaşması ile belirlenmiş ve çizilmiş sınıra saygı” gösterileceği belirtilmişti. (İsmail Soysal, Türkiye'nin Siyasal Andlaşmaları, C 1, Ankara, 2000, s. 314-316.)

Evet, 1926 Ankara Antlaşması'yla Musul alınamadı; ama Türkiye-Irak sınırı kesinleşti.1926'daki bu “sınır rejimi” ile bir anlamda Türkiye ve Irak arasında özerk veya bağımsız Kürdistan kurulması önlendi. Bu anlaşma sınırın sigortası oldu.

1932'de Irak'taki İngiliz mandasının sona ermesiyle Türkiye-Irak arasında 1937'de Sadabat Paktı'yla sonuçlanacak iyi ilişkiler kuruldu.

Özerk veya bağımsız Kürdistan Projesi, 1990'larda BOP çerçevesinde bu sefer bir Amerikan projesi olarak gündeme geldi. Türkiye'nin bu projeye karşı büyük bir özenle Ankara Antlaşması'nın sınır rejimini ve Irak'ın toprak bütünlüğünü savunması gerekirdi. Ancak özelikle AKP hükümeti, Kuzey Irak'taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ni tanımak için adeta can attı; 1926 Ankara Antlaşması'nın 90 yıllık “sınır rejimi”ni kendi eliyle bozdu.

MUSUL PETROL GELİRLERİ

Ankara Antlaşması okullarda bile yanlış öğretildi. Güya Ankara Antlaşması'yla Türkiye, 500 bin sterlin karşılığında Musul petrollerinden alacağı paydan vazgeçmişti! Neredeyse bütün siyasi tarih kitaplarında yıllarca bu yanlış tekrarlandı.
Oysaki gerçek şuydu:

Ankara Antlaşması'nın 14. maddesinde Türkiye'nin, Irak'ın petrol gelirlerinden 25 yıl süreyle yüzde 10 pay alacağı belirtilmişti. Antlaşmaya ekli, 5 Haziran 1926 tarihli, İngiltere ve Irak yetkililerinin Türkiye'ye sundukları mektupta ise Türkiye isterse payını, 500.000 Sterlin nakit olarak da alabilecekti. Ancak Türkiye bu teklifi değil, 25 yıl süreyle yüzde 10'luk teklifi kabul etti.
Irak'ta 1927'de petrol çıkarılmaya başlandı. Petrol boru hattı da 1934'te tamamlandı. 1934'ten 1951'e kadar 18 yılın bütçe kanunları incelendiğinde, “Sözleşmesi Gereğince Musul Petrollerinden Alınan” başlığı altında, bu gelirin tahsil edildiği görülmektedir.

Petrol geliri 1955 yılına kadar bütçede gözüküyor. Hatta 1954'te yüklü bir ödeme var. 1955-1959 arasında ise ödeme yok. Anlaşılan, 1955'te Türkiye ile Irak arasında Bağdat Paktı kurulunca Menderes hükümeti alacakları tahsil etmedi. Nitekim Bağdat Paktı Meclis'te görüşülürken başbakan gülümseyerek, “Terazinin bir gözüne Irak'ın dostluğunu, diğer gözüne de alacağımızı koyuyoruz!” demişti.

1958'de Irak'ta General Kasım'ın bir darbeyle iktidarı ele geçirmesinden sonra Türkiye petrol gelirlerini tahsil edemedi. 1959'dan 1985'e kadar petrol gelirleri bütçeye “alacak” olarak girdi. Ancak 1986'da Başbakan Turgut Özal o tarihe kadar bütçede biriken, Irak petrol gelirinden hukuken vazgeçti.

Peki ama Özal'ın vazgeçtiği bakiye neydi?

Türkiye'nin Irak petrol gelirinden alması gereken 25 yıllık pay yaklaşık 5.5 milyon sterlindir. Bunun 3.5 milyon sterlini alınmıştır. Yaklaşık 2 milyon sterlin alacak kalmıştır.

Ancak Hikmet Uluğbay'ın iddiasına göre alacak 5.5 milyon değil, en az 29.5 milyon sterlindir. 1955 yılına kadar ödenen miktar ise sadece 3.5 milyon sterlindir.

Bu durumda, Türkiye'nin Irak petrollerinden 2 milyon sterlin değil,en az 26 milyon sterlin alacağı vardır. Söz konusu alacağın oluştuğu tarihteki fiyatlara göre karşılığı ise en az 30.2 milyon varil petroldür. (Hikmet Uluğbay, İmparatorluktan Cumhuriyete Petropolitik, 3. Bas, Ankara, 2008).

OLMAYAN MADDE

90 yıldır unutulan Ankara Antlaşması, 2016 sonunda Türkiye'nin de katıldığı Musul Operasyonu sırasında birdenbire hatırlanıverdi! Ancak o da ne? Birileri antlaşmaya hayali bir madde eklemişti! Güya, Ankara Antlaşması'na göre Türkiye, “Irak'ın toprak bütünlüğünün sağlanması şartıyla” Musul'u Irak'a terk etmişti!

Sosyal medyada paylaşım rekorları kıran bu yalan, ATV haber bülteninde bile tekrarlandı. Oysaki 1926 Ankara Antlaşması'nda bu veya buna benzer bir madde yoktu. Birileri yine halkı kandırıyordu.

Sinan MEYDAN
6 Mart 2017
 🔍 http://www.sozcu.com.tr/…/91-yillik-sigorta-ankara-antlasm…/

.

Osmanlıl'ık nedir? Osmanlıcılık nedir?


Osmanlılık; Türklüğün yok sayılması ve paçavra gibi kullanılmak istenmesidir.

Osmanlıcılık ise Atatürk'ün tüm çabasına rağmen yok etmeye çalıştığı bu durumu, emperyalistin canlandırmaya çalışması ve canlaştırmış olduğu içimizdeki devşirmelerinin Atatürk ve ideallerine ihanetinin adıdır.

Sonuçta bizi ancak bizim kendi özümüz geleceğe rafah içinde taşıyabilir. Bu ihanetçi emperyalist üretmeleriyle değil!

.

GENÇLER'E ÖĞÜT - Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu

GENÇLER, Türkiye' de âdet hâline gelmiş göstermelik işlerden kaçının.

Sırf üniversite bitirdi desinler diye, ananız, babanız Amerika’da mastır yaptı diye öğünebilsin diye yüksek öğrenime gitmeyin. Sonunda ancak kendinizi kandırırsınız. Temel gayeleriniz, kendinizin ufak çıkarları ötesinde, kendiniz dışında, bu ülke, bu ulus, Türk dünyası, Avrasya, insanlık için olsun. Yüksek hedefleriniz için çalışın. O zaman, kendi durumunuz da kendiliğinden düzelecektir. Maddiyat ile maneviyatı dengeleyin. Formülünüz “BİLİM + GÖNÜL”dür. Bu iki kanadın biri eksik olursa ne kendinize, ne de insanlığa hayrınız dokunur.

Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu




.
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...