CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR
Türk Tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türk Tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Türkçülüğe dair bütün hareketler ve Türkçülüğün en büyük adamı

Türkçülüğe dair bütün hareketler sonuçsuz kalacaktı, eğer Türkleri Türkçülük mefküresi etrafında birleştiren ve büyük çöküş tehlikesinden kurtarmayı başaran büyük dâhi ortaya çıkmasaydı! 

Bu büyük dâhinin isimini söylemeğe hacet yok, bütün dünya bugün "Gazi Mustafa Kemal Paşa" ismini mukaddes bir kelime sayarak her an hürmetle anmaktadır. (*)


Evvelce Türkiye'de, Türk milletinin hiç bir mevkii yoktu. Bugün, her hak Türk’ündür.
Bu topraktaki hakimiyet Türk hakimiyetidir, siyasette, harsta, iktisatta hep Türk halkı hakimdir. Bu kesin ve büyük inkılabı yapan zat Türkçülüğün en büyük adamıdır.
Çünkü düşünmek ve söylemek kolaydır. Fakat yapmak ve bilhassa başarıyla sonuçlandırmak çok güçtür.


Ziya GÖKALP, ''Türkçülüğün Esasları''


--


(*) - Bu büyük dâhinin isimini söylemeğe hacet yok, bütün dünya bugün "Gazi Mustafa Kemal Paşa" ismini mukaddes bir kelime sayarak her an hürmetle anmaktadır." İşte bu ifadenin örneklerinden sadece birinin resmidir  :


Asalet ve zeka böyle bir şey.. Japon Prenses Akiko Mikasa Atatürk'ün önünde saygı ile eğiliyor.


.



Türk Tarihinin Seyrine Bir İşaret Levhası: Çanakkale Savaşları | Çanakkale Savaşları, Çanakkale Zaferi -2-

ÖZET: 

Bu makalede, Birinci Dünya Savaşı cephelerinden biri olan Çanakkale Cephesi’nin Türk tarihinin


seyrine olan etkisi üzerinde durulmaktadır. Yöntem olarak, Çanakkale Cephesi’nin askerî gelişimi üzerinde kısaca durulduktan sonra cephenin açılma nedenleri ve ulaşılacak hedefler irdelenmiş, bunların etkileri değerlendirilmiştir. Savaş sonuçlarının doğurduğu özellikler üzerinde durulmuş;
böylece Türk tarihi üzerine ne gibi etkileri olduğu saptanmaya çalışılmıştır.Bu çalışmada, Çanakkale Savaşları’nın dolaylı ve dolaysız etkilerle Türk tarihine yön verici işlevinin olduğu anlatılmaktadır. Özellikle Türk tarihinde bir dönüm noktası niteliğinde olan Ulusal Kurtuluş Savaşı üzerindeki etki ve katkıları açıklanmaya çalışılmıştır.

Giriş: I. Dünya Savaşı’na Gidiş Süreci

Çanakkale Savaşları’nın Türk tarihi açısından değerlendirilmesi, son yıllarda özellikle popüler bir konu olması bakımından gerekli görülmektedir. Bu konuda yapılan yayınlar, genel perspektifin değerlendirilmesi bakımından yeterli derecede olmakla beraber bu yayınların kimisi bilimsel bakış açısından yoksun yorumlar, kimisi gereğinden fazla zorlamalarla ortaya atılmış iddialar, kimisi de dönemin şartlarını değerlendirmeden sabitlenmiş fikirler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bütün bu kargaşa içerisinde Çanakkale Savaşları’nın Türk tarihi açısından değerini ana hatları ile çizmek gerekliliği doğmaktadır.

Çanakkale Savaşları’nın Osmanlı İmparatorluğu için önemine bakılacak olursa, I. Dünya Savaşı’nın, bir ölüm-kalım savaşı olarak algılandığını belirtmek gerekir1. 18. yy.’dan itibaren başlayan geri çekilme –ki, fetih sistemine dayanan bir ekonomi için bunun olumsuz etkileri kolaylıkla anlaşılabilir– Osmanlı’nın son yıllarında Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları gibi mücadelelerde alınan yenilgiler ve uğranılan kayıplar, kuşkusuz imparatorluk üzerinde bir hayal kırıklığı ve güvensizlik doğurmuş, bu da Avrupa’dan gelen tehditleri büyük oranda kendi üzerinde hissetmesine yol açmıştır. Bu bakımdan Büyük Savaş öncesi bir ittifakın içerisine girme isteği2, imparatorluk için zorunlu bir seçim gibi görünmektedir. Savaşa girilecektir; fakat mesele, hangi tarafta olunacağıdır. Özellikle 1911-1913 yılları arasında yaşanılan sürecin yıkıcı etkisinden henüz kurtulamamışken yeni bir savaşa, üstelik çok cepheli bir savaşa sürüklenmiş olunması böyle açıklanabilir.

Nitekim Osmanlı İmparatorluğu, Almanya ile 2 Ağustos 1914’te –Rusya karşısında savaşa girme esasına dayanan- gizli ittifak anlaşması imzalayarak3 Eylül ayı içinde boğazları savaş gemilerine kapatmış, 3 Kasım 1914 tarihinde İtilaf Devletleri’nin Çanakkale’yi bombardımanından sonra da 11 Kasım 1914’te resmen savaş ilan etmiştir.

Çanakkale Harekâtına Genel Bir Bakış

İngiliz donanması, Çanakkale’ye ilk saldırısını 3 Kasım 1914’te yapmıştır. Bu tarihten 18 Mart 1915’e kadar geçen süre zarfında İtilaf Devletleri –kimi küçük kara operasyonları yapılmış olsa da- deniz güçlerine dayalı olarak, donanmaları ile faaliyette bulunmuşlardır.

Nihayet 18 Mart’ta boğazı sadece donanma gücü ile geçmeye çalışarak tarihî bir hata yaptıklarını ağır kayıplar verdikten sonra anlamışlardır. Bundan sonraki süreç, 25 Nisan 1915’te başlayan ve 8,5 ay sonra İtilaf Devletleri’nin yarımadayı tahliyesi ile sonuçlanan kara savaşlarıdır.

Çanakkale Boğazı’nı hedef alan bir saldırı planının onaylanmasında Rusya faktörü önemli görünmektedir. Rusya’nın Kafkasya’da beliren Türk tehdidine karşı yardım isteğinde bulunduğu, 2 Ocak 1915’te İngiliz Harp Nazırı Lord Kitchener, Winston Churchill’e gönderdiği özel mektubunda “Osmanlı askeri birliklerinin doğuya gitmesini engelleyecek bir askeri gösteri, ancak Dardanel’de yapılabilir” diyecektir4. Böylece Kitchener, Çanakkale rotasını dönülmez hale getirmiştir. 28 Ocak 1915’te, konsey ileri gelenleri arasında bu konu tereddütle karşılanmış olmasına rağmen, “esas hedefi İstanbul olan, Gelibolu Yarımadası’nı bombalamak ve ele geçirmek için bir deniz seferi hazırlığı” kesin olarak onaylanmıştır5.

Bu tarihten sonra Çanakkale Boğazı’na ilk ciddi saldırı, 19 Şubat 1915’te yapılmıştır. Bu saldırı, boğazın savunma gücünü tespit etmek içindir; fakat bu harekât sonunda, boğaz girişindeki tabyalar dışında yıkıcı bir etki elde edilememiştir6. Bu harekâtın Çanakkale Boğazı’nın deniz yolu ile geçilemeyeceği izlenimini doğurmuş olmasına rağmen, 26 Şubat 1915’te Lord Kitchener’in Çanakkale’yi zorlama işini sadece donanmaya verdiği görülmektedir. Boğazdan geçilinceye kadar kara askerlerinin yapacağı iş, bataryalar susturulduktan sonra gemilerin örtü ateşi altında, batarya tahribini tamamlamak gibi küçük bir harekâtla sınırlandırılmıştır 7.

Bunun yanı sıra Lord Kitchener, General Birdwood’un da etkisi ile ve saldırıdaki sonucun başarısız olma ihtimaline karşı, 10 Mart 1915’te, Mısır’daki 29. Tümen’in amfibi harekât için Çanakkale’ye sevk edilmesi kararını almıştır.8 Bu iki haftalık süreçte Kitchener’in fikrinin değişmesi, kuşkusuz, boğazın donanma ile geçileceği konusunda kendisinin de tereddüt yaşamasındandır. Eğer donanma boğazı geçerse, kısa zamanda büyük iş yapılmış olacaktır; fakat bu durumda bile, boğazı geçen gemilerin ikmal yolunu açık tutmak için boğazın iki yakasında güvenliği sağlayacak kara kuvvetine ihtiyacı olacaktı. Bu nedenle, bir yandan kara çıkarması hazırlıkları sürerken bir yandan da uygun koşullar yakalandığında boğaz, donanma ile zorlanacaktı. Nitekim Mart ayı başından beri, neredeyse her gün harekât düzenleyen Birleşik Filo, son denemesi olan 18 Mart 1915 günü boğazı geçemeyerek, bu teşebbüste bir daha bulunamayacak derecede hasarla geri dönmek durumunda kalmıştır9.

Osmanlı birlikleri için Çanakkale Boğazı’nda saldırıya karşı tedbir alma düşüncesi, 3 Kasım 1914 tarihindeki İtilaf Devletleri donanmasına ait altı savaş gemisinin, Çanakkale Boğazı girişini on dakika boyunca bombalaması ile başlamıştır10. Neredeyse alarm niteliğindeki bu bombardımandan bir gün sonra 4 Kasım 1914’te, Tekirdağ’da bulunan 3. Kolordu, Çanakkale Boğazı’nı denizden ve karadan yapılacak olan taarruza karşı savunma ile görevlendirilmiş, karargâhı Gelibolu’ya nakledilmiştir.
İlerleyen günlerde boğazın her iki yakasına, özellikle topçu kuvvetini güçlendirmeye yönelik takviyeler yapılmıştır. Boğaza mayın hatları döşenmek sureti ile deniz yolu kapatılmıştır. Denizaltılar için mania ağları gerilmiş, takviye için Çanakkale Boğazı’nın her iki yakasına yeni askeri birlikler yerleştirilerek savunma tertibatı sağlamlaştırılmıştır11.

Çanakkale Kahramanları
Çanakkale boğaz savunmasının temelini kara birlikleri oluşturmaktadır. Boğazda, mayın hatları ve mania ağları dışında, denizde sabit top olarak kullanılmak amacıyla Sarısığlar mevkiine demirleyen Mesudiye zırhlısının 13 Aralık 1914 tarihinde batırılmasının ardından hiçbir deniz kuvveti kalmamıştır12. Birleşik Filo’nun boğazı geçmesi için mayınları temizlemesi zorunluluğu nedeniyle Osmanlı Genelkurmayı boğazın her iki yakasına bu girişimi engellemek için sabit ve seyyar bataryalar düzeni oluşturmuştur. Nitekim Birleşik Filo, mayınları temizlemekle meşgul iken Osmanlı topçu birliklerinin hedefi haline gelmiştir. Osmanlı askeri birlikleri, neredeyse yok denilebilecek kadar az zayiatla boğazı geçme girişimini engellemiştir 13.

 İtilaf Devletleri, Çanakkale Cephesi’nin cazip faydalarından vazgeçemeyerek 25 Nisan 1915 tarihinde, bu sefer gemilerden karaya asker çıkarmak yoluyla cephenin –merkez olarak bakıldığında üç farklı alan olmak üzere- yedi ayrı bölgesine çıkarma yapmışlardır14. Bu bölgelerden sadece Kumkale bölgesinde tutunamamış, iki gün geçmeden bütün birliklerini geri çekmişler, Anadolu yakasını boşaltmak zorunda kalmışlardır. Nitekim bu günden sonra, kara savaşları tamamen Gelibolu Yarımadası’nda devam etmiştir.

25 Nisan 1915 tarihinden itibaren yarımadada tutunmayı başaran İtilaf kuvvetleri, cephenin bölgesel yüksek tepeleri olan Alçıtepe ve Conkbayırı’nı ele geçirememişlerdir. Osmanlı birlikleri ise bir türlü İtilaf birliklerini püskürtememiş ve çatışmalar bir çok bölgede tıkanmıştır. İtilaf birliklerinin 6 Ağustos 1915’te yaptıkları takviye kuvveti ile yaptıkları Suvla çıkarması da aynı akıbetten kurtulamamıştır. Çanakkale Cephesi’nin her bölgesinde kimi stratejik mevkiiler ve mevziiler, kısa süreli olarak el değiştirip iki taraf için de genel duruma nüfuz edecek pozisyon sağlayamamıştır.

 Lağım açmak, aynalı tüfek kullanmak gibi keşfedilen savaş teknikleri bile sonucu değiştirecek önemli etkinliklere neden olamayacaktır15. Bunun üzerine İtilaf kuvvetleri başarılı (!) bir tahliye ile geri çekilerek yarımadayı boşaltmışlardır16. İtilaf Devletleri, 19-20 Aralık 1915 gecesi Arıburnu-Anafartalar; 8/9 Ocak 1916 günü de Seddülbahir bölgesinden çekilerek, Gelibolu Yarımadası’nı terk etmişlerdir. Böylece 8,5 ay süren kara savaşları, bu tahliye ile son bulmuştur. İtilaf Devletleri’nin yegâne askerî başarısı, çıkarma yaptıkları karada bu süre boyunca tutunabilmek olmuştur.

Çanakkale Savaşları’nda İngilizler 205.000; Fransızlar 47.000 kişi olmak üzere toplam 252.000 asker zayiat verdiler. Osmanlı askeri birliklerinin zayiatı ise 207.516’dır17. Bu sadece cephenin insani kayıplarıdır. Bu kayıplara, yaklaşık on beş ay boyunca her iki tarafın askerî, sıhhî ve geri hizmet gibi birçok teçhizat giderleri eklendiğinde, Çanakkale Cephesi’nin boyutları anlaşılabilir. Bu istatistiksel verilere bakıldığı ve savaşın süresi, cephenin uzaklığı ile cephede deniz ve kara donanımına ihtiyaç hesaba katıldığında, her iki taraf için de maddi ve manevi hasarın epey büyük olduğu görülür. Bizim buradaki sorumuz, bu hasarın hangi önemli sonuçlarla telafi edildiğidir. Başka bir deyişle hangi önemli sonuçlar, bu hasarı vermeye değer görülmüştür.

Çanakkale Cephesi’nin Açılma Nedenleri

Rusya Faktörü

İtilaf Devletleri’nin Çanakkale Cephesi’ni açmasının nedenleri18 arasında en önemli ve tutarlı sebebin Rusya ile irtibat meselesi olduğu ilk bakışta anlaşılabilir19. Bu irtibatın hizmet edeceği husus, Rusya’nın kendi batısında etkili olabilmesi için doğuda veya güneyde Osmanlı birlikleri tarafından yapılacak ciddi bir saldırı ile karşılaşmaması için düşünüldüğü görülmektedir20. Buna ilaveten irtibat sağlandığında iki tarafın da ihtiyaç duyduğu gereksinimler karşılanacaktır. Rusya, silah ve cephaneye; Batı Avrupa, Rus tahılına ulaşabilecektir. Rusya tahılının %90’ının, tüm ihracatının %50’sinin İstanbul-Çanakkale boğazlarından sağlandığı21 düşünüldüğünde, boğazların kapalı olmasının Rusya ekonomisine etkisinin yıkıcı olabileceği görülür.

Almanya’ya karşı daha güçlü hale getirilecek olan Rusya, iki cepheli bir savaşa girmemiş olarak Almanya’yı doğuda oyalayacak; böylece Avrupa’nın güvenliği sağlanacaktı. Bu bakımdan Çanakkale kararının Rusya karşısında harbe girme şartına bağlanan Almanya-Osmanlı anlaşmasına karşı tedbir olduğu da ileri sürülebilir. Bu amaçlar için belki de boğazlar dışında başka bir yol düşünülebilirdi22; fakat Çanakkale tercih edilerek, bu bölgenin diğer bölgelere kıyasla Büyük Savaş’a katkılarının daha fazla olduğu görülmüş olmalıdır.

İngiltere ve Fransa için Rusya’nın yukarıda bahsedilen açılardan önemi, Osmanlı askeri birliklerinin Rusya’ya karşı giriştiği Kafkasya harekâtında kendini göstermiştir. Osmanlı Devleti, müttefiki Almanya’yı Avrupa’da rahatlatmak için Rusya’ya karşı 22 Aralık 1914’te Kafkas Cephesi’ni açtığı sırada Rusya, kendi ittifak anlaşması gereği, 2 Ocak 1915’te, İngiltere’den “Kafkaslar’da beliren Osmanlı tehdidine karşı” yardım istemiştir. Almanya, Rusya’yı batıdan sıkıştırırken, Osmanlı Devleti’nin de Kafkaslar’dan saldırısı, Rusya’yı zor duruma sokmuştur. Rusya’nın isteğine ertesi gün İngiltere’nin gönderdiği cevap “Türklere karşı bir askeri harekât yapılacağı; ancak bunun Rusya’yı Kafkas Cephesi’nde yeterince rahatlatabileceği konusunda çekincelerin olduğu”23 şeklinde olmuştur. Nitekim bundan kısa bir süre sonra da (28 Ocak 1915) İtilaf Devletleri, Çanakkale harekâtını kesinleştireceklerdir24. Görülüyor ki, Çanakkale harekâtını belirleyen ya da kesinleştiren asıl olay, Osmanlı Devleti’nin Rusya’ya karşı askeri harekâta başlaması olmuştur 25. İngiltere ve Fransa, Rusya’nın Osmanlı Devleti için ayıracağı askeri kuvveti, Almanya’ya karşı ayırmasını yeğlemiştir.

Osmanlı Askerî Yayılmasını Engellemek ve İstanbul’un Zaptı Meselesi

Çanakkale’de askeri cephe açılmasını savunanlar tarafından bir başka amaç olarak, halen yüzölçümü ve insan gücü bakımından büyük topraklara sahip olan Osmanlı İmparatorluğu’nun askeri etkinliğini Büyük Savaş boyunca kırmak ve onu savaş dışı bırakmak da düşünülmüştür. Nitekim İngiliz Bahriye Nazırı Winston Churchill, 24 Kasım 1914’te, Mısır’daki milliyetçi hareketler ve Sina Cephesi’ndeki Türk faaliyetleri nedeni ile Mısır’ı savunmak için ideal yol olarak Çanakkale Boğazı’na bir hareket düzenlenmesi fikrini savunmuştur26. Mısır, İngiltere’nin büyük sömürgesi Hindistan’a giden yolu kestiği için burada girişilecek bir Osmanlı askerî harekâtı büyük sıkıntılar yaratabilirdi. Osmanlı İmparatorluğu –kendisi üzerinde bir tehdit algılamadıkça- Kuzey Afrika, Arap Yarımadası ve Rusya’nın yanı sıra Balkanlar’da da etkili olabilirdi. Bu bakımdan İtilaf Devletleri’ne göre, boğazlara yönelik girişilecek bir harekât ile Osmanlı başkenti zapt edilirse, yukarıda bahsedilen bölgelerde Osmanlı İmparatorluğu’nun askeri etkisi asgariye indirilecekti. Hatta Gelibolu Yarımadası’na saldırının Osmanlı askerini belli bir bölgede kilitlemesi bile Büyük Savaş’a önemli bir hizmet olarak görülmüştür. Nitekim ileride bahsedileceği gibi bu husus gereğince İtilaf Devletleri, Çanakkale Savaşları’nda kendilerini başarılı sayacaklardır. Fakat neresinden bakılırsa bakılsın, Çanakkale Boğazı’na saldırı amacının Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul’u ele geçirmeyi hedeflendiği görülmektedir. Bu hedef başarıya ulaştığı takdirde hem harbin lokal alanlardaki mücadelelerine hem de genel gidişine tesiri hesaplanmıştır.

İslam Halifeliği Etkisi

İtilaf Devletleri tarafından, başkent İstanbul’un ele geçirilmesi durumunda, İslam dünyasını cihat çağrısı ile birleştirecek olan halifeliği etkisiz hale getirmek imkanı da düşünülmüştür. Nitekim özellikle İngiltere, İstanbul’un çağrısına uymaları durumunda Hindistan’da iç karışıklık çıkabileceğini hesaplamıştır; fakat böyle bir cihat çağrısının etkisi –20. yüzyılın gerekleri hesaba katılırsa- kuşkuludur27. İtilaf Devletleri tarafından Osmanlı halifeliğinin, İslam dünyasındaki etkisi bir rol olarak düşünülmüş olsa bile bunun etkisinin zayıflığı, henüz Çanakkale Cephesi açılmadan görülmüştür.

Ekonomik Amaç

Bir başka önemli amaç da Büyük Savaş’ta milli ya da dini vasıflardan ziyade ekonomik vasıfların ağır bastığı hesap edildiği de ortaya çıkmaktadır. Osmanlı ileri gelenlerinin, yıllardır Avrupa’daki çıkar hesaplarının kendi üzerinde yoğunlaştığını hissetmesi gereksiz bir kuşkudan kaynaklanmamaktadır. Osmanlı İmparatorluğu, ekonomik nüfuz bölgesi ve hammadde sahası olarak görülmektedir. Sınırları, sadece coğrafi konum bakımından stratejik değil; aynı zamanda yer altı ve yer üstü kaynakları bakımından hayatî önem arz etmektedir. Bunu anlamak için savaştan hemen sonra İngilizlerin Musul ve civarına, Fransızların Suriye ve civarına yerleştiklerini anımsamak yeterlidir. Bunlara, savaş sonrası boğazlara hâkimiyet konusunda yapılan tartışmalar da eklenebilir. Çanakkale Boğazı’na saldırı ve İstanbul’a hakimiyet, savaş sonrası Osmanlı topraklarının paylaşımı konusunda –ileride değişebilecek koşullar göz önüne alınarak- hakim irade olma gibi bir avantaj da yaratabilirdi28. Bu husus, özellikle Çanakkale Boğazı’na sefer yapılması konusunda ısrarcı olan İngiliz politikacılarının gözünden kaçmamış olsa gerektir.

İstanbul, imparatorluğun yegane, dünyanın ender ekonomi merkezlerinden biridir. İmparatorluğa ait bütün devlet dairelerinin ve teşkilatının İstanbul’da olması, Berlin-Bağdat demiryolunun İstanbul’dan geçmesi, ülkenin elektrik ulaşımı, telgraf ve telefon hatlarının yanı sıra karayolu ulaşımının da merkezi konumunda bulunması, İstanbul’u ele geçirmenin ekonomik nedenleri olarak sıralanabilir. Bunun yanı sıra boğazların dünya deniz ticaretindeki yeri kuşkusuz önemlidir 29.

Osmanlı Devleti’nin Boğazları Savunma Gerekçeleri

Dikkat edilmesi gereken önemli bir husus, Osmanlı Devleti’nin boğazları savunma durumunda olduğudur. Cepheyi açan İtilaf Devletleri’dir. Bu bakımdan Osmanlı İmparatorluğu’nun Çanakkale Boğazı’nı savunma gerekçeleri, aynı zamanda İtilaf Devletleri’nin cepheden elde edeceği başarıları engellemek ile ulaşılacak sonuçlardır.

Çanakkale Savaşları’nın SonrasıÇanakkale Savaşları’nın sonuçlarına baktığımız zaman, bu sonuçları genel savaştan bağımsız düşünmemiz olanaksızdır30. Bu bakımdan öncelikle Çanakkale Savaşları’nın ve sonuçlarının Büyük Savaş’a etkileri değerlendirilmelidir.

İtilaf Devletleri Açısından

Çanakkale Cephesi, Osmanlı askeri birlikleri açısından İstanbul’un korunması, dolayısı ile Osmanlı Devleti’nin savunulması manasını taşırken, büyük oranda sömürge askerleri ile yapılan İtilaf Devletleri’nin Çanakkale saldırısı, bir nevi macera niteliği taşımaktadır. Bu maceraya, hedefine ulaşılması durumunda sağlayacağı yararların ve yaratacağı etkinin mahiyeti nedeni ile girişildiği anlaşılmaktadır. Fakat diğer taraftan bir ülkenin başkentine yönelik yapılacak saldırıya -hangi koşullar altında olunursa olunsun- büyük bir dirençle cevap verileceği hesaplanmamıştır. Örneğin boğazdan donanma ile geçiş denemesi, Osmanlı askeri gücünü hafife alır nitelikte ve bir o kadar da acemicedir. Çanakkale Boğazı’nın geçilmesinin çok zor, geçilmesi halinde Marmara Denizi’nde hedef olma olasılığının yüksek olduğu ve İstanbul’u donanma ile işgal etmenin pratikteki imkansızlığı çeşitli komutanlarca rapor edilmesine rağmen, hedefin cazibesi bu girişimi olanaklı hale sokmuştur.

İtilaf Devletleri, Çanakkale Harekâtı’nı zafer olarak değerlendirmemekte; fakat başarıya ulaştığını düşünmektedirler31. Onlara göre, Çanakkale Harekâtı, Osmanlı askeri birliklerinin doğuya yönelmesini engellemiş ve askeri birliklerini sekiz buçuk ay boyunca büyük oranda Gelibolu Yarımadası’nda tutmuştur. Böylece Osmanlı askeri birlikleri, Rusya üzerine gidememiş; güneyde de etkili bir faaliyet gösterememiştir32. Bulgaristan, Çanakkale Seferi büyük ölçüde sonuçlanıncaya kadar kararsız bir halde kalmıştır. İstanbul’un tehdit edilmesi, Süveyş Kanalı’nı korumuştur. Bu nedenle “Büyük Gösteri” hedefine (İstanbul) ulaşamamışsa da amacına ulaşmıştır.

Fakat bu görüş, Avrupa’daki savaşta diğer merkez taraf olan Almanya açısından da düşünülebilir. Bu durumda Osmanlı İmparatorluğu, İngiliz ve Fransız birliklerini üzerine çekerek Almanya’nın Avrupa’da rahatlamasını sağlamıştır, denilebilir33. Bu bakımdan böyle bir değerlendirme, her iki taraf için de söz konusu olabilir; mevzu, özne değişikliğidir.

Osmanlı Devleti Açısından

Osmanlı Devleti’ne göre ise, Çanakkale Cephesi, Başkent İstanbul’a yönelik saldırıyı denizde ve karada durduran askeri bir başarı olarak görülmektedir. Çanakkale Boğazı savunması, Osmanlı Devleti’nin, askeri anlamda bir bakıma 1699’dan beri savunma anlayışının doğurduğu tecrübelerini göstermesi bakımından önemlidir. I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti, kendisini yenik görmemektedir; fakat müttefiki Almanya’nın yenilgisi dolayısı ile Büyük Harp’ten yenik ayrıldığını düşünmektedir. Kafkas Cephesi’ni Osmanlı Devleti açmış, güneyde ise topyekûn yenilgi olarak kabul edilebilecek bir durum mevcut değildir. Çanakkale Cephesi’nde ise, saldıran da geri çekilmek zorunda kalan da İtilaf Devletleri olmuştur ve Osmanlı askeri Çanakkale’yi başarı ile savunmuştur. İtilaf Devletleri’nin hem boğazı geçmesini, hem de Gelibolu Yarımadası’nı ele geçirme denemelerini engelleyerek İstanbul’u korumuştur. Böylece, Osmanlı Devleti savaş dışı kalmamış; üstelik İtilaf Devletleri’nin, Rusya ile bağlantısını da kesmiştir.

Çanakkale Savaşları’nın Türk Tarihi Açısından Sonuçları

Türkler, tarih boyunca birçok savaş yapmışlardır; fakat bu savaşların değeri, genel olarak Türk tarihine katkıları bağlamında değerlendirildiğinde anlaşılır. Ancak bu şekilde savaşların tarihî anlamları ortaya çıkar. Bu açıdan bakıldığında Çanakkale Savaşları’nın Türk tarihi açısından çok önemli nitelikte bir olgu ve bir olaya yol açtığı gözlenmektedir.

Tarihî Özgüven Etkisi

Çanakkale Savaşları’nın Türk tarihi seyrine ilk etkisi, 1699’dan itibaren başlayan yenilgi ve geri çekilişin, askeri başarısızlıkların tekrarı olmamasından kaynaklanmaktadır.

Nitekim Çanakkale galibiyetinin psikolojik olarak olumlu etkileri olmuştur. Çanakkale üzerine yazılan eserlerin birçoğunda bilimsel tarih metinlerinden çok edebi metinlerin yer alması34, zannederiz ki, Osmanlı İmparatorluğu’nda uzun yılların verdiği yenilgilerin eseridir.

Büyük Savaş boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun bütün ilgisini üzerine toplayan Çanakkale Savaşları’nda, askerlerin psikolojik motivasyonları için kimi komutanlarca yapılan emirlerde Balkan Savaşları yenilgisinin vurgulandığı görülmektedir. Böyle bir durumun yeniden yaşanmaması, cephedeki komutanların ve askerin aidiyetlerinin kaynağı olarak görülebilir. Mustafa Kemal, 1 Mayıs Türk taarruzundan önce 19. Tümen komutanı olarak birliklerine gönderdiği emirde, bu hususu şöyle ifade eder:

“İçimizde ve kumanda ettiğimiz askerlerde Balkan hacaletinin ikinci bir safhasını görmekten ise, burada ölmeyi tercih etmeyenlerin bulunacağını katiyen kabul etmem. Şayet böyleleri olduğunu hissediyorsanız, derhal onları kendi ellerimizle kurşuna dizelim”35.

Çanakkale Savaşları’nda İtilaf Devletleri’nin başarılı olamaması, Osmanlı birliklerinin Çanakkale Boğazı’nı başarı ile savunmaları, Osmanlı ileri gelenlerine ve halkına –Büyük Savaş’tan birçok toprak kaybetmiş olarak yenik çıkmış olmasına rağmen- bir özgüven kazandırmıştır. Trablusgarp ya da Balkan Savaşları’ndan daha ağır sonuçlara neden olmasına rağmen I. Dünya Savaşı’nda Çanakkale cephesi, yılların yenilgilerini unutturan, kamufle eden bir etkiye sahiptir.

Çanakkale Savaşları’nın başarısından kaynaklanan özgüven, Milli Mücadele döneminde hem Çanakkale Cephesi’nde bulunan komutanlara prestij sağlamış hem de milletin kurtuluş inancını kuvvetlendirmiştir. Bu bakımdan Çanakkale’de oluşan bu özgüvenin tarihî şartlar içerisinde yansımasını, Milli Bağımsızlık Savaşı’nda görebiliriz36. Nitekim Bağımsızlık Savaşı lideri Mustafa Kemal’in tarihi misyonunda37 Çanakkale Savaşları’nın yeri, bu bakımdan çok önemlidir. Bir lider olarak belirmesinde, Çanakkale Savaşları’ndaki başarılarının yanı sıra “Anafartalar Kahramanı” olarak tanınmasının manevi bir etkisi vardır38. Bu manevî etki, Milli Mücadele’ye doğrudan bir etkidir39.

Savaşın Uzamasına ve Bolşevik İhtilali’ne Etkisi

Çanakkale Savaşları sonuçlarının Türk tarihi seyrine ikinci etkisi, genel savaşın uzaması neticesi olarak Rusya’daki Bolşevik Devrimi’ne dolaylı katkısıdır. İtilaf Devletleri’nin Çanakkale’den geçip Rusya’ya ulaşamaması genel savaşın seyri ve süresi açısından önemlidir40 ve bu önem, savaştan sonraki gelişmelerin özelliğinde saklıdır. İtilaf Devletleri, bütün askeri gücünü Almanya cephesine ayırmış olan Çarlık Rusya’sına boğazlar yolu ile ulaşabilselerdi; Çarlık rejiminin kuvvetlenmesine ve Bolşevik çatışmalarında etkin rol oynamasına yol açacaktı. Böyle bir rolün, 1917 Rus ihtilalini geciktirici bir etken olacağı şüphesizdir. Nitekim bu durumda I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılmasında Çarlık Rusya’sının da rol alması kaçınılmaz bir durum olarak ortaya çıkacaktır. Kuşkusuz bu durumda bağımsızlık meşalesi yakan Türk ulusal mücadelesi, emperyalizme karşı çok daha güçsüz kalacaktır41. Böyle olmamakla beraber Rus İhtilali’nden sonra Bolşevik Rusya, Çarlık Rusya’nın emperyalist emellerinden vazgeçmekle kalmamış42; Büyük Savaş’ın gizli anlaşmalarını da açıklamıştır43.

Bu bakımdan Çanakkale Cephesi, -bilmeyerek de olsa- dolaylı olarak Rusya’daki Bolşevik harekete ivme kazandırmıştır. Bolşevik Rusya’nın geleneksel Rus politikasından vazgeçmesi, İngiltere ve Fransa karşısında Milli Mücadeleyi desteklemesi, Türk tarihi açısından olumlu bir etki doğurmuştur. Bolşevik Rusya böyle bir tutumda bulunmamış olsaydı bile Türkiye üzerinde emperyalist emelleri olan Çarlık Rusya’sının yıkılmasında Çanakkale Savaşları’nın etkisi yadsınamaz.

I. Dünya Savaşı’nın gizli anlaşmalarının dünya kamuoyuna duyurulması, Milli Mücadele liderlerinin savundukları topraklar üzerindeki büyük devletlerin çıkarlarını gözler önüne sermiştir. Bolşevik Rusya’nın açıkladığı bu gizli anlaşmaların içeriği, şüphesiz Milli Mücadele liderlerinin realist bir bakış açısı kazanmalarında vesile olmuştur.

Diğer önemli bir husus da Çanakkale Savaşları’nın, genel savaşın süresini uzatma özelliğidir. İtilaf Devletleri, savaşın uzamasının yıkıcı etkilerini, neredeyse mağlup devletler kadar yaşamıştır. Savaş sonlandığında hem insan kaybı hem de ekonomik olarak etkili olabilecek niteliğini yitirmiş görünmektedir. Bu durum, Milli Mücadele liderlerinin dış politika konusunda realist bir bakış açısı kazanmalarına neden olmuştur.

Sonuç

I. Dünya Savaşı, temelde, Avrupa’daki yayılmacı ülkelerin çıkar çatışmaları nedeniyle çıkmıştır. Dünya tarihinde ilk defa çok cepheli ve neredeyse dünyadaki bütün ülkeleri etkileyen bir savaş yaşanmıştır. Bu savaşın Osmanlı İmparatorluğu açısından etkileri, yıkıcı olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu, yılların birikimiyle üzerindeki tehditlerden kurtulmak için bu savaşı, bir çıkar yol olarak değerlendirmiştir; fakat sonuç, bunun tersi olmuştur.

Çanakkale Cephesi, İtilaf Devletleri’nin Osmanlı İmparatorluğu’nu erkenden savaş dışı bırakmak hedefli bir harekâttır; fakat başarıya ulaşmamıştır. Osmanlı askeri, cepheyi başarıyla savunmuştur. Savaşın süresini önemli ölçüde uzatmış ve bu bakımdan galip devletlerin önemli insan kaybına ve ekonomik yıkımına etkide bulunmuştur. Her ne kadar savaş sonrasında İtilaf Devletleri, İstanbul’u işgal etmiş ve Anadolu topraklarına yerleşmeye başlamışlarsa da I. Dünya Savaşı’nın yıkıcı etkisi, Kurtuluş Savaşı liderlerine önemli avantajlar sağlamıştır.

Ulusal Bağımsızlık Savaşı’nın başarıya ulaşması, Türk tarihi seyrine Çanakkale Savaşları’nın etkilerinden bahsetmek olanağını doğurmuştur. Bu dikkate alınırsa, Çanakkale Savaşları sonuçlarının Türk tarihinin seyrine iki önemli katkısı yadsınamaz derecede büyük görünmektedir. Nitekim bu katkıların buluştuğu nokta, Ulusal Bağımsızlık Savaşı’nda birleşmektedir. Çanakkale Savaşları sonuçlarının etkisi ile Türk milletinde sağlanan özgüven; savaşın uzamasının işgalci kuvvetlere verdiği yıkım ve Rusya’nın ihtilalden sonraki yeni dünya politikası, Ulusal Bağımsızlık Savaşı’nda olumlu etkilerin kaynağı olmuştur.

Bu bakımdan Çanakkale’deki mücadele, –dolaylı ve doğrudan etkilerle- Bağımsızlık Savaşı’nda Türk milletine yol gösterici44 etkidedir. Çanakkale Savaşları’nın Bağımsızlık Savaşı’na ve Türk tarihinin seyrine katkısı, Türk milletinin “Ulusal Bağımsızlık” ihtimalini yaşatan tarihi bir dayanak, bir işaret olmasıdır.

 ---

 KAYNAKÇA

Armaoğlu, Fahir, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Alkım Yayınları, Ankara-Tarihsiz.

Atabay, Mithat – Erat, Muhammet – Çobanoğlu, Haluk, Çanakkale Şehitlikleri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayını, İstanbul 2009.

Atatürk, Mustafa Kemal, Arıburnu Muharebeleri Raporu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 3. Baskı, Ankara 1990.

Atay, Falih Rıfkı, Çankaya, Doğan Kardeş Matbaacılık, İstanbul 1969.

Avcıoğlu, Doğan, Milli Kurtuluş Tarihi, II. Kitap, Tekin yayınları, İstanbul 1976.

Aydemir, Şevket Süreyya, Tek Adam, c. I, 18. Baskı, Remzi Yayınevi, İstanbul 1999.

Bartlett, Ellis Ashmead, Çanakkale Gerçeği, Yeditepe yayınları, İstanbul 2005.

Bayur, Yusuf Hikmet, Türk İnkılâbı Tarihi, cilt III, Kısım II, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1991.

Bayur, Yusuf Hikmet, Türkiye Devleti’nin Dış Siyasası, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1995.

Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, V nci Cilt Çanakkale Cephesi Harekâtı, I. Kitap, Genelkurmay Yayınevi, Ankara 1993.

Bursalı Mehmet Nihat, Büyük Harpte Çanakkale Seferi, İlhami Fevzi Matbaası, İstanbul 1926.

Büyük Güçler ve Osmanlı Devleti’nin Yıkılışı, Yay. Haz. Prof. Dr. Abdullah Gündoğdu, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul 2010.

Çakır, Ömer, Türk Şiirinde Çanakkale Muharebeleri, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara 2004.

Dardanelles Commission First Report, Publised by His Majesty’s Stationery Office, London 1917.

Esenkaya, Ahmet, “Çanakkale Savaşları Sürecinde Türk Basını”, Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı, sa. 1, Atatürk ve Çanakkale Savaşlarını Araştırma Merkezi Yayını, Çanakkale 2003.

James, Robert Rhodes, Gelibolu Harekâtı, Belge yayınları, İstanbul 1965.

Karal, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, c. IX, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1996.

Karataş, Murat, “Çanakkale Savaşları’nda Lağım Muharebeleri”, Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı, sa. 6-7, Atatürk ve Çanakkale Savaşlarını Araştırma Merkezi Yayını, Çanakkale 2008.

Karataş, Murat, Haritalarla Çanakkale Savaşları, Nobel yayınları, Ankara 2007.

Larcher, Maurice, Çanakkale Seferi, Çev. Bursalı Mehmed Nihad, Yay. Haz. Murat Karataş, Ed. Mithat Atabay, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Atatürk ve Çanakkale Savaşlarını Araştırma Merkezi Yayını, Çanakkale 2008.

Maarif Vekâleti, Tarih III, Devlet Matbaası, İstanbul 1933.

Müllman, Carl, Çanakkale Savaşı, Bir Alman Subayının Notları, Çev. Sedat Umran, 6. Baskı, Timaş yayınları, İstanbul 2004.

Oglander, C. F. Aspinal, Büyük Harbin Tarihi, Gelibolu Askeri Harekâtı, c. I, Arma yayınları, İstanbul 2005.

Osmanlı Belgelerinde Çanakkale Muharebeleri I, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayınları, Ankara 2005.

Rudenno, Victor, Gelibolu Denizden Saldırı, Çev. Dilek Cenkçiler, Ed. Mithat Atabay, Odtü Yayıncılık, Ankara 2009.

Sedad Paşa, Boğazlar Meselesi ve Çanakkale Muharebe-i Bahriyesinde Türk Zaferi, Askeri matbaa, Erkân-ı Umumîye Talim ve Terbiye Dairesi Neşriyatı, İstanbul 1927.

Selahattin Adil, Harb-i Umumi’de Çanakkale Muharebat-ı Bahriyesi, Erkan-ı Harbiye Mektebi Matbaası, İstanbul 1336/1920.


ARŞ.GÖR.MURAT KARATAŞ
http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-76/turk-tarihinin-seyrine-bir-isaret-levhasi-canakkale-savaslari


Türk Rönesansı olmadan kalkınma ve uluslaşma süreci tamamlanamaz. Buna engel, Türk Tarih Kurumunu ve Türk Dil Kurumunu'nun kuruluş maksadına göre çalıştırılmayışıdır!

Mustafa Kemal Atatürk realist bir devlet adamı olarak içinde bulunduğu zorlukların ve elindeki kaynakların farkındaydı. O bir Türk rönesansı olmadan  kalkınmanın ve uluslaşma sürecinin tamamlanamayacağını çok iyi tespit etmiştir. Bu nedenle yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinin kültür olduğunu bir çok açıklamasında  vurgulamıştır. Yapılan devrimlerin temel unsurunu daima kültür  teşkil etmiştir. Yazı, şapka, kılık kıyafet devrimleri, yaratılması hedeflenen toplum için ön hazırlıkları oluşturmuştur. Bu devrimlerin hemen ardından  Türk rönesansını gerçekleştirecek bilimsel kurumlar kurulmaya başlanmıştır.

Dolmabahçe Sarayı'nda dil bilginleri ile birlikte. 

24.08.1936
Örneğin Dil ve Tarih, Coğrafya Fakültesi’nin Tıp Fakültesinden önce kurulması Mustafa Kemal’in sosyal bilimlere verdiği önemin en açık göstergesidir. Bu nedenle o mesaisinin büyük çoğunluğunu sosyal bilim çalışmalarına ayırmış, kendisi de bu araştırmaların içinde bulunmuştur. Mustafa Kemal sosyal bilimler sahasında ise daha ziyade dil ve tarih çalışmaları ile yakından ilgilenmiştir. Yaptığı çalışmaların içinde tarihe olan ilgisi ve verdiği değer ise apayrı  önem taşımıştır.

Atatürk tarihi her zaman yol gösterici olarak görmüş ve aşağıda yer alan sözleri ile de bu fikirlerini beyan etmiştir (1): “Tarih ne güzel aynadır. İnsanlar, bahusus ahlakta mütekâmil olamayan kavimler, en büyük mukaddesat karşısında bile hasis hissiyata tâbi olmaktan men’i nefs edemiyor. Tarihin sinesine geçen büyük hadisatta, bu hadiseler içinde âmil ve fâil olanların etvar ve harekât ve muamelâtı onların ahlâk seciyelerini gösterir.” “İnsanların tarihten alabilecekleri mühim dikkat ve intibah dersleri; bence devletlerin, umumiyetle siyasi müesseselerin teşekküllerinde, bu müesseselerin mahiyetlerini tebdilde ve bunların inhilâl ve inkırazlarında müessir olmuş olan sebepler ve âmillerin tetkikinden çıkan neticeler olmalıdır.” “Tarih; bir milletin kanını, hakkını, varlığını hiç bir zaman inkâr edemez. 

(2)Tarih araştırmalarında arkeoloji ve antropoloji başta gelir, tarih bu bilimlerin çıkardığı belgelere dayandıkça sağlam temelli olur. Çağdaş uygarlığı anlayabilmek, kavrayabilmek, dünyadaki eski uygarlıkları, insanlığın ilk uygarlıklarını doğru tanıyabilmekle mümkündür.” 


Fransız ‘Revue Hittite et Asianique’ yayın kurulunun
Atatürkle ilgili bir makalesi





















Not:
(1) : Atatürkçülük, C.I, s.360.
O tarih anlayışı ile sadece dünya barışına katkıda bulunmamış, en büyük eseri olan Türk Milli varlığının da ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Türk milli varlığını ve kimliğini tüm dünyaya tanıtmış ve kabul ettirmiştir.  Tarihi bilgileri okuyup o bilgilerden yararlanmakla kalmamış, tarihçilerin yaptığı araştırma sonuçlarının hatalarını, eksiklerini bulacak ve düzeltecek kadar da kendisini tarih bilgisiyle donatmıştır.  Tarihe verdiği değeri görevi tarih araştırmaları yapmak olan Türk Tarih Kurumu’nu  kurarak somut olarak ispat etmiştir. Bu kurumu kurmakla yetinmeyip gelecekte yaşaması için gerekli finansmanı da  temin etmişti.

(2) Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı 44-47, Menteş Kitabevi, 2000 s.12


MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...