CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR
Yuksek Turk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yuksek Turk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Doğru Kararlar ve His Mekanizması rrbilmek

 Kararlarımızı verirken dışarıdan gelen uyarımlara değil de, içeriden gelen uyarımlara uygun davranmak çok ideal ve üstün bir durumdur. Fakat şunu da unutmamak gerekir ki, biz insanlar henüz hissi planın üstesinden gelmiş, hislerimizi kontrol altına alabilmiş, his mekanizmasının çalışmasının temelini öğrenmiş değiliz. Bugün bizim bildiklerimiz, bilginin %5'ini bile teşkil etmez. His mekanizmasının astral plandaki çalışmasıyla bu plandaki çalışması arasındaki büyük bağlantıların temelini öğrenmek istiyorsak, astral plandaki astral hislerin neler olduğunun farkında olmamız gerekir ki, onların tezahürleri hakkında bir yargıya varabilelim. 

Demek ki, şu andaki beşerin yani dünyadaki tekamül sürecini tamamlayabilmek için seçmiş olduğu bir bedene enkarne olmuş, ona konsantre olmuş olan varlığın enformasyon alabilmesi ancak hisleri kanalıyla mümkün olmaktadır. Bilgi edinmek, kognitif durum (*), büyük ölçüde hislerimiz vasıtasıyla gerçekleşmektedir. Biz, hisleri araç olarak kullanmak suretiyle enformatik bilgiye ulaşabilmekteyiz.

 Onu alıp kullanabilme, değerlendirebilme yolunu seçmeye mecburuz. Bu durumda kararlarımızı verirken muhakkak ki birçok şey kendiliğinden oluşmakta, birçok 'şey de dışarıdan gelen hissi uyarmalar tarzında olmaktadır. Yani dışarıdan gelen uyarılar olmadan bizim doğru kararlar vermemiz pek mümkün değildir. Daha doğrusu vermiş olduğumuz kararlar tamamen kendimize ait değildir; tüm kararlarımız kendi şahsi irademizin meydana getirdiği yahut seçtiği hedeflere bağlı olarak oluşmazlar. Hissi realitenin içinde bulunmamızdan dolayı, sürekli olarak uyarılar altında yaşamak zorundayız. Her yerden uyarılar, ikazlar gelmektedir. 

Ergün Arıkdal

Sonsuzluk Yolcusu; Evrensel İnsan – Sf:20,21


(*) : Kognitif (bilişdel) kelimesi anlam olarak kişinin meydana gelen olay ve durumları anlama, kavrama ve yorumlama gibi zihinsel yeteneklerini aktif bir şekilde kullanmasını sağlayan işlevleri ifade etmek için kullanılan bir terim olmaktadır. 




Arap elcisi Fadlan Türklerin anlayamadığı özelliğini anlatıyor

Arap elçisi İbn Fadlan Hazar Ülkesinde bulunduğu sırada, nefret ettiği Türklerin anlayamadığı bir özelliğini anlatıyor : 

"Bunların en vasıfsızı bile kamusal bir olayda söz sahibidir.

Defalarca söz alır konuşurlar ve diğerleri dinler.

Kararlar toplumun kararı olur."(1)

Arabın anlayamadığı bu özellik "Demokrasi"dir.

Biat kültürüne ve emire kayıtsız şartsız itaate alışmış kafası bunu almamıştır.Nitekim Fadlan'ın başka bir ülkeye geçişi (Bulgar Krallığı) Türkler tarafından kurultayda 1 hafta tartışılmış ve sonra izin verilmiştir.Bu Türk Töresinin bir gereğidir.

Lidere ve birilerine sorgulamadan biat edenlerin öncelikle öğrenmesi gerekir.

(1) 13.Kabile-Arthur Koestler

Selim Sarısoy



Çanakkale'de ölüme giden çocuklar


Bu topraklar üzerine hayal kuranların, hayallerini zindan eden Çocuklar…!





.

Atatürk'ün Cephelerde Verdiği Dört Emir..

       
Atatürk askerlik mesleğine yönelik, kesintisiz ve sistemli bir eğitim görmüştür. O tarihlerde kesintisiz eğitim görebilmek herkesin kavuşamadığı bir imkândı. Atatürk’ten birkaç sınıf önceki ve sonraki öğrencilerin büyük kısmı, harplerin yarattığı ihtiyaçlar sebebiyle öğrenimlerini tamamlayamadan cephelere görevle gönderilmişler veya kendileri eğitimlerini yarım bırakarak cephelere koşmuşlardır.

Ayrıca Atatürk, ilk, orta (rüştiye), lise (idadî), Harp Okulu ve Harp Akademileri gibi programları birbirini tamamlayan, batı ölçüleri ile de sistemli bir yapıya sahip eğitim kurumlarında eğitimini sürdürmüş ve tamamlamıştır. O tarihlerde İmparatorlukta çok mahdut lise ve birkaç yüksek okul bulunuyordu.

Atatürk’ün çocukluğu 1877-1878 Türk-Rus harbinin yıkıntıları, kıyımları ve göçleri ile ilgili izlerin canlılığım koruduğu, hatıraların canlı olarak yaşandığı, harplerin, hudut ve eşkıya olaylarının günlük konuları oluşturduğu bir ortamda geçmiştir. Atatürk döneminin ve önceki dönemlerin kuşakları, yıkılmakta olan büyük bir imparatorluğu kurtarmaya çalışan bahtsız, fakat inançlı insanlardı. Bu dönemlerde kurtarıcı ilk güç olarak ordu görülüyor, ülke çapında ve her konuda ordunun önceliği bulunuyordu.

Atatürk rütbelerinin en önemlilerini muharebe meydanlarında almış, mareşalliğe, gazi unvanına ulaşmıştır. Her kademedeki askerî birliği komutanlığı muharebe meydanlarında devralmış, muharebe meydanlarında devretmiş ve Başkomutanlığa kadar yükselmiştir.

Bütün muharebe şekillerini muharebe meydanlarında uygulamıştır: Stratejik taarruz, mahdut hedefli taarruz, karşı taarruz, başarıdan faydalanma, takip, stratejik savunma, mevzi savunması, kıyı savunması, oyalama muharebesi, geri çekilme, çölde muharebe, dağlarda muharebe vb.1

Atatürk, askerliğin ağırlık ve öncelik kazandığı bir siyasî durumda ve askerliği yücelten bir sosyal ortamda dünyaya gelmiş, gördüğü sistemli eğitimin verdiği birikimleri her düzeydeki komutanlık katında ve askerî harekâtın her türünde edindiği deneylerle geliştirmiş ender bir askerdir.

Atatürk’ün askerî alandaki düşünce ve uygulamaları bir bütün oluştururlar. Bir makale genişliğindeki bu incelemede, bunların içerisinden stratejik ve politik düzeyde etkili olan dört emri ele alınmış, şartlar ve ihtiyaçlardaki değişikliklerin uygulamada getirdiği farklılıklara dikkat çekilmek istenmiştir. Alınan örneklerde görüleceği gibi Atatürk’ün ilkeleri vardır fakat politik alanda olduğu gibi, askerlik alanında da saplantıları yoktur.

Düşüncede, amaçta ve uygulamada çok büyük farkları olan, bu farklar sebebiyle yanıltarak birbirinin karşıtı gibi görünen dört kararı ve bu kararları ile ilgili dört emri şunlardır: Çanakkale muharebeleri sırasında verdiği “Ben size taarruzu değil ölmeyi emrediyorum” emri; Kütahya-Eskişehir muharebelerinden sonra verdiği 100 km geriye, Sakarya doğusuna çekilme emri; Sakarya Meydan Muharebesi sırasında verdiği “Her karış toprak vatandaş kanı ile sulanmadıkça terk edilemeyeceği” emri; 30 Ağustos Başkumandanlık Meydan Muharebesinden sonra verdiği “Ordular.1 İlk hedefiniz Akdenizdir. İleri!” emri.

Görüldüğü gibi, dört emrin her biri çok farklı uygulamalara yöneliktir. Dördü de şartların ve ihtiyaçların gerektirdiği çok zor tedbirlerdir. Bu karar ve emirlerde kendisine ve emrini uygulayacaklara büyük bir güven, bilgi birikimi, deney zenginliği, ilkelere bağlılık, cesaret, askerî stratejinin gerekleri olan coğrafyaya (mekâna), zamana, kuvvete hâkimiyet vardır.

“Ben size taarruzu değil ölmeyi emrediyorum”.2

Atatürk’ün bu emri 25 (12) Nisan 1915 günü saat 10 (evvel) sıralarında Conkbayırında 57’nci Piyade Alayına vermiş olduğu anlaşılmaktadır. Aynı taarruza güney kanattan 27’nci Piyade Alayı da katılmıştır. Bu alaya ilk emirler irtibat subayı aracılığı ile gönderilmektedir. Aynı emrin bir subay vasıtasıyla 27’nci alaya da gönderilmiş olduğu düşünülebilir.

18 Mart 1915 Çanakkale Boğazı geçiş harekâtı başarısızlıkla sonuçlanınca, boğazın karadan açılması düşünceleri, bu düşünceye dayanan kararlar ve Mısır’da, Ege adalarında yapılan hazırlıklar bir ölçüde Türkler tarafından biliniyor ve gelişmeler takip ediliyordu.

Sofya’da askerî ataşe olarak bulunduğu sırada 1’inci Dünya Harbinin çıkması üzerine faal bir görev isteyen Yarbay Mustafa Kemal Gelibolu’da yeni teşkil edilen 19’uncu Tümen Komutanlığına tayin edilmişti. Atatürk, Kabatepe ve Arıburnu bölgelerini bir çıkarma harekâtı için çok hassas olarak değerlendirmekteydi.

25 (12) Nisan sabahı Arıburnu bölgesinden top sesleri duyulmaya başlanmıştı. Bu sırada alınan bir raporda bölgeye bir tabur sevk edilmesi öneriliyordu. Olayı çok önemli gören Atatürk hazır olan 57’nci Piyade Alayını bir top bataryası ve bir Süvari bölüğü ile takviye ederek Arıburnuna sevk etmiş, kendisi de maiyeti ile birlikte hareket etmiştir. Bölgenin en hâkim yeri olan Kocaçimen Tepesine geldiğinde denizdeki gemileri görüyor, ölü görüş sahası sebebiyle çıkarma bölgesini ve çıkarma birliklerini göremiyordu. Buradan yanındakilerle birlikte daha batıda bulunan Conkbayırına geldiği zaman kıyıdaki gözetleme erlerimizin cephaneleri kalmadığı için geri çekilmekte olduklarını görmüş, onları, kendilerini takip eden düşmana karşı yatırarak zaman kazanmış, ileriye intikalini hızlandırdığı 57’nci Piyade Alayını gözetleme erlerini takip eden düşmana taarruz ettirmiştir. Bu taarruza güney kanattan da 27’nci Alay katılıyordu. Bölgeye çıkan düşman tam teşekküllü 8 taburdur.

Atatürk verdiği emri şu şekilde açıklamaktadır. “Kumandanlara verdiğim sözlü emirlere şunu eklemişimdir. Ben size taarruz emretmiyorum ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler ve kumandanlar gelebilir.”

Bu emir üzerine yapılan taarruz hava kararırken sahile yakın ilk sırtlara kadar ulaşıyor ve Çanakkale savunmasının omurgası teşekkül etmiş oluyordu.

Bu olay için Atatürk “57’nci Alay meşhur bir alaydır. Çünkü hepsi şehit olmuştur” der. Alayın bir bölümünün Çanakkale muharebelerinin diğer safhalarında şehit oldukları anlaşılmaktadır.

Aynı taarruzu General Hamilton şöyle anlatıyor. “Gebe dağlar Türk doğurmakta devam ediyor.” 3

Atatürk’ün Bombasırtı taarruzunu tasviri Çanakkale muharebeleri sırasındaki Türk taarruzlarını anlatan bir örnektir. “Karşılıklı siperler arasındaki mesafemiz sekiz metre, yani ölüm muhakkak muhakkak Birinci siperdekiler hiçbiri kurtulmamacasına, hepsi düşüyor; ikincidekiler onların yerine giriyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğuk kanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, en ufak bir duraksama bile göstermiyor; Sarsılmak yok.”

Askerlerine “size taarruzu değil ölmeyi emrediyorum” diyebilen bir komutan yoktur. Ölme emrini tereddütsüz yerine getiren Mehmetçik’ten başka bir asker, Türk milletinden başka bir millet de bulunamaz.

Çanakkale muharabeleri İstanbul’un 1915 yılında işgalini önlemiş, direnmenin devamını sağlamıştır. Atatürk bu muharebelerle ilgili olarak: “Biz orada, İngiliz-Fransız donanmasını boğazın dışında tuttuk ve onların müttefikleri Ruslarla irtibat kurmasını önledik. Rusya böylece çökmüş oldu.” der.

Kütahya-Eskişehir muharebelerinden sonra Ordunun 100 km geride, Sakarya doğusuna çekilme emri.4

1’inci ve 2’inci İnönü muharebelerinde Yunanlılar kuvvetlerinin tamamını kullanmadan harekâta girişmişler ve büyük kuvvet üstünlüklerine rağmen başarılı olamamışlardı. Kütahya-Eskişehir muharebelerinde ise bu hatalarını tekrarlamadılar. Bursa bölgesinde ve Uşak bölgesindeki kuvvetlerini aynı zamanda kullanarak başarı şanslarını artırdılar. Muharebe şartlarının aleyhimizde geliştiği sırada, 18 Temmuz 1921 günü Atatürk, İsmet Paşanın Karacahisar’da bulunan karargâhına giderek durumu incelemiş ve şu emri vermiştir. “Orduyu, Eskişehir’in kuzey ve güneyinde topladıktan sonra, düşman ordusuyla aramıza büyük bir açıklık bırakmak gerekir ki, orduyu derleyip toparlamak ve güçlendirmek mümkün olabilsin. Bunun için Sakarya’nın doğusuna kadar çekilmek yerindedir.” Atatürk bu emrini şu önemli gerekçe ile tamamlıyor. “Askerliğin gereğini kararsızlığa düşmeden uygulayalım. Başka türden sakıncalara karşı koyabiliriz.”

Atatürk bu emirle ilgili bilgi verirken Yunanlılara karşı bu devrede uygulanan stratejiyi de açıklamaktadır. “Uygun hareketler yaparak durdurup etkisiz bırakmak ve yeni orduyu kurmak için zaman kazanmak şeklinde özetleyebilirim.”

Büyük bir geri çekilme, zor ve tarihî bir karardı. Karardaki güçlük, bu kadar büyük bir geri çekilmenin askerî gereklerini TBMM’ye anlatabilme zorluğundan -TBMM’deki görüşmeler askerî başarılara bağlı olarak sertleşiyor veya yumuşuyordu-, mukavemetin ve harbin asıl kaynağı olan millette yaratacağı düş kırıklığından, Yunanlılara ve diğer yabancılara güç ve umut verilmesinden ve TBMM Hükümetinin dış ülkelerle müzakere gücünün zayıflamış olmasından kaynaklanıyordu. Ayrıca, bir yurt parçasının düşmana bırakılmasının maddî etkileri de olacaktı.

Bütün bu olumsuz yönlerine karşılık, Atatürk askerî zorunlulukla bu kararı almak durumunda kalmış ve askerî şartları Türk ordusu yararına düzeltmiştir. Bu kararla muharebe, Türk kuvvetleri için zor olan Yunanlılar için uygun olan bir ortamdan Türk kuvvetleri için daha uygun Yunanlılar için daha zor olan bir ortama intikal ettirilmiştir. Türk kuvvetleri düşmanın gelişen taarruzlarının tehdidinden kurtarılmış, Sakarya’nın doğusunda yeniden tertiplenmesi sağlanmış ve savunma güçlendirilmiştir. Bir nehrin gerisinde, aynı zamanda Eskişehir-Kütahya bölgesine nazaran savunmaya daha elverişli bir arazi seçilmişti. Yunanlılar ise menzillerini uzatmışlar, ulaştırma şartları zor bir araziden ilerlemek, ikmal yapmak durumunda bırakılmışlardır. Yunanlılar için önemli bir kayıp da taarruz tertiplerini yenilemek, değiştirmek mecburiyetini duymaları, Sakarya’daki taarruz için öncekinden farklı bir taarruz düzenine geçmek mecburiyetinde kalmalarıdır.

Kütahya-Eskişehir muharebelerinden sonra Türk birlikleri Sakarya nehri gerisine çekilinceye kadar taciz harekâtına dahi maruz kalmamışlardır. Bu çekilme ile, Kütahya-Eskişehir muharebelerindeki Yunan taarruzu kesin bir sonuca ulaşmadan, Yunanlılar için taktik düzeyde bir başarı olarak kalmıştır.

Atatürk “ Tedbir düşünürken acı da olsa gerçekleri görmekten bir an bile uzak kalmamalıdır” der. İstiklâl Harbi sırasında önemli olan husus, sonucu sağlayacak olan ordunun korunması ve geliştirilmesiydi. Bu askerî gereğe uyarak Atatürk, toprak terk etmiş, fakat aynı toprakları ve diğer toprakları geri almak için gerekli olan ordusunu korumuştur.

“ Vatanın her karış toprağı vatandaş kanıyla sulanmadıkça terk olunamaz.” Kütahya-Eskişehir muharebelerinden sonra kuvvetlerini 100 km geriye, Sakarya doğusuna çekmekle Atatürk, düşmanı kendi istediği yerde, kendi istediği şartlarda muharebeye mecbur etmişti. Gerçekte askerî harekât yönetiminde çok önemli bir güç olan ve sahip olana büyük imkânlar sağlayan “inisiyatif, taarruz eden tarafın elindedir. Kuvvetlerin Sakarya doğusuna çekilmesi Yunanlıların inisiyatiften yararlanmasını çok büyük ölçüde sınırlamış, bir ölçüde de olsa savunmada olmalarına rağmen Türk kuvvetlerinin iradesine bağlı kalmışlardır.

Sakarya nehri doğusunda uygulanan askerî harekât savunma, mevzi savunmasıdır. Bu tür harekâtta önemli olan savunma arazisini, hatta ilk savunma hattını korumaktı. Atatürk bu sert savunma ilkesini bir ölçüde yumuşatmış fakat aynı zamanda bu tür askerî harekâttan beklenen amacı koruyan bir ilke geliştirerek uygulamıştır.

“Savunma hattına çok ümit bağlamak ve onun kırılmasıyla, ordunun büyüklüğü ölçüsünde çok gerilere çekilmek gerektiği teorisini çürütmek için memleket savunmasını başka türlü ifade etmeyi ve bu ifademde direnerek şiddet göstermeyi yararlı ve etkili buldum. Dedim ki hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaş kanıyla sulanmadıkça terk olunamaz”

Atatürk mevzi savunmasının ön cephesini (AMH) mutlaka elde bulundurmak yerine her karış toprağı savunmayı, savunmasının bir hatta değil, karış karış derinlikte yapılmasını istemiştir. Bu, değişik ve daha akılcı bir mevzi savunmasıdır. Belirlenen ilke meydan muharebesi süresince başarıyla uygulanmıştır.

Bugünün zırhlı ve motorize birlikleri ve uçar birlikleri, savunmanın, aynı ilkeye bağlı kalarak fakat mevcut hareket gücü imkânlarından en çok yararlanacak bir uygulama içerisinde yönetilmesini düşündürmektedir. Şüphesiz, savunma sathının hudutları ve derinliği hareket gücü ile orantılı olarak büyüyecektir.

Kütahya Eskişehir muharebelerinde zor şartlar doğunca geri çekilme yapılmıştı. Atatürk Sakarya’da verdiği yeni emirle, her zor şartta geri çekilinmeyeceğini, Sakarya doğusunda kesin sonuçlu muharebenin kabul edileceğini açıklamış, hükümet merkezinin Kayseri’ye götürülmesi tartışmalarının yarattığı etkiyi silmeyi amaçlamış ve başarmıştır.

Kazanılan Sakarya Meydan Muharebesi, Türk ve dünya tarihinde önemli bir yer işgal eder.

Batılılar, Türkleri başlangıçta kendileri için bir tehdit olarak, daha sonra genişlemelerine ve yayılmalarına bir engel olarak görmüşlerdir. Türk gücü bertaraf edilmeden doğuda hâkimiyet gerçekleştirilemeyecekti. Bunun için Türkleri önce Avrupa’dan, sonra Anadolu’dan atmak gerekiyordu.

Viyana’dan dönüşün durdurulduğu yer Sakarya’dır. Sakarya Meydan Muharebesi yalnız Türk tarihinin değil, dünya tarihinin de büyük bir dönüş, büyük bir doruk noktasıdır.

1’inci Dünya Harbinin gururlu galipleri, bu galibiyetlerinden dört yıl sonra, asırlardır görmedikleri yenilgiyi Sakarya’da tatmışlardır.

Sakarya Meydan Muharebesi Türk milleti geliştikçe, ilerledikçe, doğunun mazlum milletleri kurtuldukça büyüyecektir.

“Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir. Herif”

26 Ağustos 1922’de başlayan Afyon-Dumlupınar taarruzu, 30 Ağustos Başkumandanlık Meydan Muharebesi ile kesin sonuca ulaştırılmış ve meydan muharebesinden kurtulabilen Yunan birlikleri hızla çekilmeye başlamışlardı.

Başkumandanlık Meydan Muharebesinden sonra dağınık olarak çekilen birliklerin derlenip toparlanmasına ve herhangi bir hatta tutunmasına engel olmak, Yunan birliklerinin Milne (Akhisar-Salihli-Ödemiş) hattında veya İzmir yakınlarında savunma tedbiri alma ihtimalini kırmak gerekiyordu. Ayrıca Doğu Trakya’da bulunan üç Yunan tümeni Anadolu’ya getirilmeden sonuç alınmalıydı. Yunanlıların müttefiki olan Batılıların ateşkes zorlamalarını bertaraf etmek ve onların da karşı tedbir almasına imkân vemeden Misakı Millî sınırlarının gerçekleştirileceği ortamın yaratılması için gizliliğe ve sürate önem verilmesi zorunluluğu bulunuyordu.

Bu sebeple Atatürk o gün için en uzak noktayı hedef göstermişti. “Bütün arkadaşlarımın Anadolu’da daha başka meydan muharebeleri verileceğini nazarı dikkate alarak ilerlemelerini ve herkesin akıl kuvvetini ve yurtseverlik kaynaklarını kullanarak yarışmaya devam etmelerini isterim. Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!”

Baskın ilkesi, karşı tarafın tedbir almasına fırsat vermeden sonucu sağlayacak noktaya gelmeyi gerektirir. Yunanlılar Trakya’daki üç tümenlerinin bir kısmını ancak adalara getirebilmişler, Batılıların ateşkes teklifi Başbakan Rauf bey tarafından Atatürk’e bildirildiği zaman askerî harekât Atatürk’ün “ihtiyaç kalmadı “ cevabını verebileceği gelişmeye ulaşmıştı.

15 Mayıs 1919’da muntazam kuvvetlerin mukavemeti olmadan Anadolu’ya çıkan Yunanlıların 18 Temmuz 1921’e kadar (Kütahya-Eskişehir muharebelerinin sonu) 26 ayda katettikleri mesafeyi Türkler, Yunan savunma cephesine taarruza başladıktan sonra, bir meydan muharebesini de sonuçlandırarak 14 günde katetmişlerdir.

istiklâl Harbini sonuçlandıran bu hareketle,Üçüncü Dünyada kurtuluş harpleri dönemi başlamıştır. Böylece istiklâl Harbi, millî tarihimizi aşarak evrenselleşmiş, Üçüncü Dünyanın doğuşuna öncülük etmiş, örnek olmuştur.

Atatürk klâsik askerî harekâtın en büyük ustasıdır. Bu makalede Atatürk’ün sadece dört emri incelenmiştir. Bunlar harp yönetimini de etkileyen, politik değerleri ve ağırlıkları olan emirlerdir.

İstiklal Marsi yildonumunde, hürriyetin farkına varmak

Istiklal Marsi yildonumunde, hurriyetin farkina varmak... Safahatdan bir bölümü okuyalım ve gerçeklere bakalım:

Eşeklerin canı yükten yanar, aman, derler,
Nedir bu çektiğimiz dert, o çifte çifte semer!

Biriyle uğraşıyorken gelir çatar öbürü;
Gelir ki taş gibi hain, hem eskisinden iri.

Semerci usta geberseydi… Deymeyin keyfe!
Evet, gebermelidir inkisar edin herife.

Zavallı usta göçer bir gün akıbet, ancak,
Makamı öyle uzun boylu nerde boş kalacak?

Çırak mı, kalfa mı, kim varsa yaslanır köşeye;
Takım biçer durur artık gelen giden eşeğe.

Adam meğer acemiymiş, semerse hayli hüner;
Sırayla baytarı boylar zavallı merkepler.

Bütün o beller, omuzlar çürür çürür oyulur;
Sonunda her birinin sırtı yemyeşil et olur.

‘Giden semerciyi derler, bulur muyuz şimdi?
Ya böyle kalfa değil, basbayağ muallimdi.

Nasıl da kadrini vaktiyle bilmedik , tuhaf iş;
Semer değilmiş o rahmetlininki devletmiş’

Nasihatim sana: Herzeyle iştigali bırak;
Adamlığın yolu nerdense, bul da girmeye bak.

Adam mısın: Ebediyen cihanda hürsün, gez;
Yular takıp seni bir kimsecik sürükleyemez.

Adam değil misin, oğlum: Gönüllüsün semere;
Küfür savurma boyun kestiğin semercilere
!


Mehmet Âkif Ersoy; Safahat; Asım bölümü

SEVGİLİ DÜŞMANIM: CHARLES RYAN

Atatürk'e ilişkin anılar, yabancı gözüyle

SEVGİLİ DÜŞMANIM: CHARLES RYAN


Eski bir ordu mensubu olan Baha Vefa Karatay, Türkiye’nin ilk Avustralya Büyükelçisi olarak atanır. Cumhuriyetimizin kuruluşunun üzerinden yarım yüzyıl kadar bir zaman geçmiştir…

Sidney’deki ilk gününde yaşadığı bir olay Atatürk hakkında duyduğum en güzel ama az bilinen hikayelerden biridir. 
Bunu paylaşarak başlamak istiyorum izninizle…

Büyükelçimizin henüz birinci günüdür Sidney’de. 
Ankara’ya postalamak istediği kartlar için pul alması gerekir.

Bir dükkana girer… 
Dükkanın sahibi zarfın üzerinde ANKARA ismini görünce mırıldanır bir tonla “ hmmm Ankara… Ankara …” diye tekrar eder ve Elçimize sorar “Neredeydi bu şehir?”. Aldığı cevaptan sonra : “anladım, Yani Gelibolu’nun bulunduğu memleket.” Ve devam eder: “Dayım Gelibolu’ya katılmış bir Anzak’tı. Yaralı olarak dönmüştü. Türk Askeri'nin kahramanlığını ve dürüstlüğünü överdi.”. 
Bir süre dayısının anılarını anlattıktan sonra sorar:

“O savaş’ta sizin “Kemal” adında genç bir komutanınız varmış, 
Dayım ondan büyük hayranlıkla bahsederdi, sonra ne oldu ona?”. 
Dükkan sahibi aldığı cevap karşısında şunları söyler:

“Hiç şaşırmadım! 
Dayım onun büyük işler yapabilecek biri olduğunu söylerdi…”
Evet hikaye böyle işte…

İlerleyen günlerde Büyükelçimiz Avustralya Genel Valisi Lord Casey (İngiltere Kraliçesi’nin Avustralya valisi) ve eşi Leydi Casey ‘nin de olduğu bir akşam yemeğine katılır. 

Lord Casey Büyükelçimizi salonda sakin bir yere alır ve bu yazıya konu olan Charles Ryan’ın Çanakkale Savaşlarındaki gerçek hişkayesini anlatır. Büyükelçimiz hikayeyi ilk kez duymaktadır. ..

O dönem Lord Casey 1. Avustralya Tümen Komutanı’nın emir subaylığını yapmaktadır. Savaş başlamadan bir gün önce, akşam gemide subaylara yemekli davet verilir. Davetliler arasında tümen baştabibi Doktor Charles Ryan’ın göğsünde büyük bir Osmanlı Madalyası görenler hayretler içinde kalırlar. Bir gün sonra savaşacakları, düşmanları olan bir devletin madalyasını göğsünde taşımakta neyin nesidir ?!! Doktor Charles Ryan gayet sakin ve kararlı bir tutum içinde tepkileri şöyle yanıtlar: 

“Ben bu madalyayı, o ünlü Plevne savunmasında, 
Osman Paşa’nın emrinde ve kahraman Türk askeriyle omuz omuza savaşarak kazandım. 

Aradan geçen kırk yıla yakın bir zamanda bugün onlara karşı savaşmaya gidiyorsam, bu Plevne’de silah arkadaşlığı yapmaktan daima onur duyduğum Türklere karşı bir düşmanlık nedeni ile değil, sadece asker olarak aldığım emrin gereğini yerine getirmek içindir !” 

Lord Casey’nin anlatımı bitince eşi Leydi Casey gözleri dolu dolu bir şekilde büyükelçimize döner ve şöyle der:
“Sayın Büyükelçi, biliyor musunuz o Doktor Charles Ryan benim babamdır !”

Konuşulacak çok şey vardır, sohbet saatlerce sürer…
Charles Ryan'ın Çanakkale cephesinde yaşadığı bir başka olay ise şöyle...

Çanakkale savaşlarının en kanlı günlerinin yaşandığı bir dönemde karşılıklı olarak cesetlerin toplanması için kısa süreliğine ateş kes ilan edilir. 

Aşırı sıcak havada cesetler çok daha hızlı çürümektedir 
ve koku dayanılmaz hale gelmiştir... 

Anzaklar adına savaş alanına giden subaylardan biri de Doktor Ryan’dır. Görevini yapmaktayken kendisi gibi görevli olan Türk subayları onun göğsündeki Osmanlı nişanını görür ve şaşkınlıkla yanına gidip hikayesini sorarlar. 

Türk siperlerine davet edilen Charles Ryan bir süre subaylarımızla sohbet edip Plevne anılarını anlatır. Kendisine ikramlarda bulunulur. Duygulu anlar yaşanır ve sıcak bir vedalaşmanın ardından herkes görevinin başına, kendi savaş cephesine döner. Savaş sürmektedir ...

Charles Ryan bütün tepkilere rağmen savaş sonuna kadar madalyasını göğsünden çıkarmayacaktır…

Şimdi biraz da Charles Ryan’ın bu madalyayı aldığı süreçten, onun kısa bazı anılarından ve Türkler hakkındaki düşüncelerinden bahsetmek istiyorum.

1870’li yıllarda İngiltere’de tıp eğitimini tamamlayan genç Charles Ryan, 
İş bulmak için gittiği İtalya’da Osmanlı Ordusu’nun yabancı uyruklu doktor aradığını öğrenmiştir. Kısa zamanda işlemlerini tamamlar ve Tuna Nehri yoluyla İstanbul’a ulaşır.

Savaşta adeta bir Türk subayı gibi hareket etmiş ve bu Osman Paşa’nın da dikkatini çekmiştir. 

Ateş hatlarında bile korkusuzca aktif olarak bulunur. 
Zaferle sonuçlanan savaşın sonunda madalyayı hak etmiştir. 
Hayatının geri kalanında Türk dostu olarak kalır ve anlattığı anılar nedeniyle dostları ona “Plevne Ryan” diye hitap eder. 

Doktor Ryan’ın kaybolmasına, unutulup gitmesine gönlü razı olmadığı ve bu nedenle kaleme aldığı anı kitabından bazı bölümleri sizlerle paylaşmak istiyorum.

“Türk askerlerinin sabır ve tahammülüne, yiğitliğine, vatanseverliğine yakından tanık ve hayran olmadıkça, benim çektiklerime hiç kimse dayanamazdı…”

“Türkiye üzerine çöreklenmiş olan kara bulutlar arasında hala parlamakta olan yıldızları seçmekteyim. 

Çünkü silah arkadaşlığı yaptığım bu insanların sahip bulundukları yüksek şeref ve namus duygularıyla, eşsiz yiğitlik ve sadakatleriyle, üstün vatanseverlikleriyle gönlümde gururla muhafaza ettiğim üstün hasletlerine güvenim sonsuzdur.”

“Hiçbir uyuşturucu kullanmadan ameliyatını yapmak zorunda kaldığım bir Türk askeri, ben kesik bacağının derilerini sökerken, o bir taraftan yaralıların isimlerini, birliklerini yazmak üzere gelen yüzbaşının sorularına matanetle cevap vermekteydi. Bir süre sonra bu askerin Rus süngülerinin üzerine nasıl yiğitçe atıldığına da şahitlik etmiştim.”

“Bütün doktorluk hayatım boyunca en büyük acılara tahammül bakımından Türk askeri ile kıyaslanabilecek insanlara rastlamadığım gibi, korkunç ağır yaralardan onlar kadar olağanüstü hızla iyileşip, kurtulanları da görmedim.”

Chales Ryan daha sonra Erzurum’da görevlendirilir. 
O dönemde ortaya atılmaya başlanan sözde soykırım haberlerine verdiği sert tepki de kitabında anlatılmaktadır. 

Doktor Charles Ryan 1926 yılında kalp krizi sonucu hayatını kaybeder. Osmaniye ve Mecidiye nişanları sahibi olan Ryan’ın hikayesi ne yazık ki günümüzde, Stephan Spielberg ‘in “Er Ryan’ı kurtarmak” filmindeki Ryan kadar bile bilinmiyor.

O’nun anılarının yer aldığı kitabın çok kısa özeti Büyükelçimizin “Mehmetçik ve Anzaklar” kitabında anlatılıyor. Basım tarihi 1987. Bu kitap dışında Dr. Ryan’ın hikayesinin anlatıldığı hiçbir kitap duymadım. Babamın kütüphanesinde bulunan bu değerli eseri okuduğumda en çok etkilendiğim hikayelerden biriydi Dr Ryan’ın hikayesi.

Neyse ki 2005 yılında İş Bankası bu çok önemli eseri dilimize bütün olarak çevirdi ve “Plevne’de bir Avustralyalı” adıyla yayınladı. Gururla, acıyla, gözyaşlarıyla ve ibretle okuyacağınız bir kitap diye düşünüyorum.

Bu ilginç insanın hikayesinin yaygınlaşması, daha çok bilinmesi için bir şeyler yapmak istedim ve bu yazıyı kaleme aldım.

Son centilmenler savaşı olarak da bilinen Çanakkale Savaşları’ndan Anzaklar ve Türkler adına mutlaka bilinmesi gereken bir hikaye onunki… 

Savaşta insanlık namına onurlu bir duruş sergileyen Charles Ryan’ın belki küçük bir heykeli de dikilir birgün onca hizmet ettiği bu aziz topraklarda.

Işıklar içinde uyusun…
Sevgili düşmanım CHARLES SNODGRASS RYAN Saygılarımla

Ayla Çağlayan
(Bu vesile ile adları anılan velinimetimiz, Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ü, Bütün Çanakkale Savaşı şehitlerimizi, Osman Paşa’yı, Büyükelçimiz Baha Vefa Karatay’ı da saygı ile anıyor Tanrı’dan rahmet diliyorum. )

Gençliğe Hitabe

Ey Türk Gençliği!

Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur.

Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır.

Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin!

Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!

Mustafa Kemal Atatürk
20 Ekim 1927

15 likler.. Çanakkale'de Ölüme giden Çocuklar




çanakkale içinde vurdular beni
ölmeden mezara koydular beni
of gençliğim eyvah

çanakkale kö pr üsü dardır geçilmez
al kan olmuş suları bir tas içilmez
of gençliğim eyvah

çanakkale içinde aynalı çarşı
anne ben gidiyorum düşmana karşı
of gençliğim eyvah

çanakkale içinde bir dolu testi
anneler babalar ümidi kesti
of gençliğim eyvah

çanakkale’den çıktım yan basa basa
ciğerlerim çürüdü kan kusa kusa
of gençliğim eyvah

çanakkale içinde sıra söğütler
altında yatıyor aslan yiğitler
of gençliğim eyvah

çanakkale’den çıktım başım selamet
anafarta’ya varmadan koptu kıyamet
of gençliğim eyvah…

çanakkale içinde aynalı çarşı,
ana ben gidiyom düşmana karşı,
of gençliğim eyvah

çanakkale içinde bir uzun selvi,
kimimiz nişanlı kimimiz evli,
of gençliğim eyvah

çanakkale üstünü duman bürüdü,
on üçüncü fırka yürüdü,
of gençliğim eyvah

çanakkale içinde bir dolu testi,
analar babalar mektubu kesti,
of gençliğim eyvah

çanakkale içinde vurdular beni,
ölmeden mezara koydular beni,
of gençliğim eyvah
O BİZİM GÖZBEBEĞİMİZ!!!


Yeni Resim


1881 - 193

Atalarimizdan aldığımız mirasın hatırlatılmasıdır:


Türkiye halkı asırlardan beri hür ve bağımsız yaşamış ve bağımsızlığı hayatın şartı kabul etmiş bir ulusun kahraman çocuklarıdır. Bu ulus bağımlı yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır. 
( 1922, İzmit) Mustafa Kemal ATATÜRK

Kemalizm yaşanarak oluşmuş bir ideolojidir

Kemalizm tamamen toplum için var olmuş ve var olacak olan bir ideolojidir. Özgür, bilimsel ve akılcı bir toplumu hedeflediği, deneyci, çoğulcu ve pragmatist bir ideoloji olduğu için halkın taleplerine anında cevap vermiş ve verecektir. Tamamen toplumun iradesiyle, ve halkın olayları yaşaması ve yaşadığı olaylardan ders çıkarmasıyla ve çağın dinamiğiyle oluşmuş bir düşünce sistemidir. Totaliter rejimler gibi baskıcı ve yayılmacı değildir.

Deneyci olduğu ve sert doktrinleri olmadığı için iç çelişkileri yoktur. Diğer ideolojiler görünürde teorik olarak zengin görünmelerine karşın, bir halkın yaşadıklarından ve deneyimlerinden çıkmadıkları için, ve sadece kişi veya kişilerin teorik dogmaları oldukları için, pratik uygulamada bir çok tehlikeli çelişkiler içine düşmüşlerdir ve yok olmaya mahkumdurlar.

Kemalizm’in temelinde özgürlük ve barış yatar (yurtta sulh, cihanda sulh). Kemalizm özgür, akılcı, çağdaş, araştırmacı ve eşitlikçi birey yetiştirmeyi amaçlar. Kemalizm toplumun yönlendirdiği bir ideoloji olarak özgür, bilimsel ve akılcı bireylere emanet edilmesi gereken bir ideolojidir.

Kemalizm’e karşı yapılan tüm saldırılar, nafiledir. Halkımızın savaş ile yok edilemeyeceğini Kurtuluş Savaşımız sonrası anlayan kapitalist ve emperyalist güç odakları, Kemalist sistemin ancak ve ancak dogmalara inanan ve onlar ile yaşayan çağ dışı cahil bir toplumun yaratılması ile mümkün olacağını görmüşlerdir. Bu nedenle ülkemizdeki Müslümanlık ile uzaktan yakından ilgisi olmayan dini akımların ve toplulukların güçlenmesi için çalışmaktadırlar. Halkımızı kamplara ayırmak için din konusunun yanı sıra çokkültürlülük kandırmacasını da topluma enjekte etmişlerdir.

Ben akılcı, çağdaş, araştırmacı, özgür, eşitlikçi, barışcı, laik, paylaşımcı, tam bağımsız yaşam tarzını halkımın yaşam tarzı olarak görüyor ve bu yaşam tarzını düzenleyen ideolojinin adına Kemalizm diyorum. Kemalizm, halkın yaşadıklarından, çektiği acılardan ve geleceğe umutla bakışından doğmuş olan ve daha kısa bir anlatım ile yaşanarak oluşmuş bir ideolojidir. Bu nedenle dünyadaki tek gerçekçi ideolojidir. Hiçbir kişinin veya zümrenin kendi çıkarları doğrultusunda teori zeminide oluşturduğu uydurma bir ideoloji değildir. Ben bu ideolojiye Kemalizm diyorum, çünkü bu ideolojiyi en güzel ve anlamlı olarak bu kelime tarif ediyor. Çünkü bu ideoloji ne sosyalizmdir, ne komunizm ne de faşizm ve emperyalizm. Kemalizm, halkımızın karakterini yansıtan bir ideolojidir ve her bir bireyinin tam bağımsız olmasını hedefleyen yaşanan ve yaşanacak olan tarihimizin garantisidir, hedefidir.

Doç. Dr. Uğur KOCA

Duygulariyla hareket edenler Tarihe hicbir zaman isimlerini yazdiramazlar !

Kaynasan bir dunyada; ne aradigini bilmeyen bir dunyada; menfi ve bolucu kuvvetlerin kol gezdigi bir dunyada; saskin, yalinkat, saygisiz ve bilgisiz, yoksul bir dunyada; istismarci, obsede, aptal bir dunyada mutlu olmak icin su "duayi" okumak yerinde olmaz mi?


Ey ulu Tanri, ey milletlerin ve butun insanlarin Tanrisi, dimaglarimizi ve kalplerimizi ac ki, bize dunyada biricik irkin, yasayanlarin irki oldugunu soyleyen hakikati anlayabilelim. Bize ilahi yardimini esirgeme ki, butun memleketlerin ve butun renklerin insanlarini asalet ve hikmet cercevesi icinde birlestirebilelim.

Bize yardim etki, dunyadaki bu hayatimizda butun zamanlarimizi calisma, baris ve olumlu gelisme ugrunda sarfedebilelim..

Bize oyle bir basiret ihsan eyle ki, bir insan olarak bilelim. Ve o kuvvet ve cesareti ver ki, iyiyi tahkim ve kotuyu islah edelim.

Bize oyle bir basiret ihsan eyle ki, bir insan olarak; cehalet yerine bilginin, yalan yerine dogrunun, korku yerine umidin beslendigi musterek bir imanin vekar ve gercekligini ogrenebilelim.

Ey ulu Tanri, bize uzerinde yasadigimiz dunyanin musterek bir toprak oldugunu soyleyebilecek o yuksek zekadan ver ve bu toprak uzerinde ebedi hurriyetin bir vatanini kurmak icin bize inayet ve gorus birligi ihsan eyle !

YABANCILARIN TÜRKLER HAKKINDA SÖZLERİ

* Türkler canlı ve yaşamaya kabiliyetli olduklarını her fırsatta ve hayrete değer bir kahramanlıkla ispat etmekten geri kalmıyorlar.

lord beaconsfield

* Türk, asillerin asilidir. yapma olmayan, gösterişi bulunmayan bu pek yüce asalet ona tabiatın hediyesidir.
pierre loti

* Türklerin yalnız sonsuz bir cesareti değil, iradeleri sersemleştiren bir sihirbaz zekası vardır. işte türk bu zekasıyla zafer kazanır, uygarlıklar yaratır ve insanlık dünyasında en şerefli hizmeti başarır. zaten avrupa'nın yarısını yüzyıllarca boyunduruk altına almak başka türlü mümkün olamazdı.
çarnayev (rus komutan)

* silahlı milletin en canlı misali türklerdir. bu diyar köylüsünün orak, katibinin kalem ve hatta kadınlarının etek tutuşunda silaha sarılmış bir pençe kıvraklığı vardır. türk ata biner gibi oturur, keşfe yollanan asker gibi uyanık yürür.
moltke

* Türkler bir ırk ve bir millet olarak yeryüzünün en şerefli insanlarıdır.
lamartine

* savaşın zevkini almak isteyen herkes türklerle savaşmalıdır.
tawsend (ingiliz komutan)

* doğulu önderler, milletlerinin başından ayrılmayarak her hükümetin temeli olan şu iki kanunu hakkıyla yapıyorlar: iyi yola götürmek ve kötülüklerden korumak. bu asil hareket ruslardan fazla özellikle Türklerde göze çarpıyor.
auguste comte

Türkkadınlarının en büyük süsü Türk oluşlarıdır. onlar süslenmek için elmas veya zümrüt takınmıyorlar, belki üzerlerinde taşıdıkları o taşları süslemiş ve kıymetlendirmiş oluyorlar. çünkü her Türk kadını canlı bir inci ve paha biçilmez bir pırlantadır.
lady mary wortley montagu

* Türklerin yaradılışlarında semavi bir azamet, gönül alışlarında meleklerde bulunmayan bir mahviyet var. Bu büyük ruhlu milletin arasında vatanımı unutmaktan korkuyorum. Vatan aziz ve pek aziz. lakin  Türk de aziz ve çok aziz!
conte de bonneval (humbaracıbaşı ahmet paşa)

* Türkün güzel yüzünü, kuvvetli endamını, pırıltılı kostümünü, zarif tavırlarını, kibar gülüşünü, aslanca kükreyişini fırçayla göstermek mümkündür. fakat pek güç olan, Türkün özünü göstermektir. bu öz, ayışığı gibi görülür fakat gösterilemez.
decamps (fransız ressam)

* Türkler yaman binicidirler. türkler hücumunda düşmanı bir yaprak gibi çevirip bozarlar.
câhiz (arap bilgini)

* Türkün ezeli meziyetlerini, tarihî faziletlerini, yüksek kabiliyetlerini inkar etmeyelim.
lord beaconsfield (ingiliz diplomat)

* Türkler öldürülebilir fakat mağlup edilemezler.
napolyon

* Türklerin yürekleri temizdir. onlarda batıl fikirler, basit düşünceler yoktur.
semame ibni eşreş (arap bilgini)

* Türkler kahramandırlar. dostlarına zarar vermezler. fakat kazanç getirirler.
comenius (çek bilgini)

* Türklerin biricik sevdikleri şey hak ve hakikattir ve hiçbir haksızlık yapmadıkları halde haksızlığa uğramışlardır.
william pitt (ingiliz devlet adamı)

* Türklerin vatana bağlılıkları, her özelliklerinin üstündedir.
câhiz (arap bilgini)

* Türk, heredot'tan, tevrat'tan çok eski yüzyılların tanıdığı bir ulustur. sadelik içinde görkemi, sükunet içinde ihtişamı, tahakküm kabul etmeyen bir yüreklilik, alabildiğine geniş bir fetih aşkı, sonsuz bir teşebbüs kabiliyeti, bölgelere uymaktan çok bölgeleri kendine uydurma zevki ve alışkanlığı türk milletinin asırlar dolduran tarihinde açıkça görülür.
hammer

* kim ki en halis Türktür, kim ki eşyaları ve insanları layık olduğu mevkide görür, kim ki paraya değer vermez, kim ki iç duyguları dış durumlara bağlı değildir, o muhakkak ki kendisini bu özelliklere sahip olmayan birçok millete üstün sayacaktır.
kayzerling (alman filozof)

* Türkler merhametli ve hoşgörülüdürler. inanmadıkları gerçeklerin yanıbaşlarında yaşamasına göz yumarlar. bu, kendi güçlerine gururlu bir şekilde güvenmekten ileri gelse bile pey asilanedir.
chateu briand

* Türkler kahramadırlar, dostlarına zarar vermezler. yüce Türk milleti tuttuğu eli bırakmaz, sözünden dönmez, iyi ve kötü günlerde dostundan ayrılmaz. böyle bir ulusla el ele vermek yeryüzünde her zorluğu yenmek için sonsuz bir güç ve yetenek kazanmak demektir.
comenius (çek bilgini)

* Türkler muhakkak ki avrupa tarihinin ve yakın asya tarihinin bildiği en halis efendi millettir.
kayzerling

* insanları yücelten iki büyük meziyeti vardır: erkeğin cesur, kadının iffetli olması. bu iki meziyetin yanında bir meziyet daha vardır: vatana her şeyini feda edecek kadar bağlı olmak. bunlar büyük kahramanlığı, elem ve kedere karşı koymayı doğurur. işte Türkler bu çeşit kahramanlardandır.
napolyon

* her Türkün bakışında silahın ruha verdiği güveni görmek mümkündür. o hayata ve olaylara güvenle bakmayı öğrenmiştir.
molkte

* kılıcı insafsız bir beceriyle kullanan Türkün eli, yendiği insanların yarasını sarmakta da ustadır.
lord byron

* Türk korkmaz, korkutur. bir şey isterse onu yapmadıkça vazgeçmez. hangi işe al atarsa başarır.
semame ibni eşreş

* Türkler pek namuslu insanlardır. ne savaşta be barışta hile yapmazlar. fırsattan istifadeye tenezzül etmezler. özleri ve sözleri doğrudur.
câhiz

* Türkçeyi öğrenmek benim için büyük bir mutluluk oldu. çünkü türkü anlamak için kendisiyle mutlaka tercümansız konuşmalıdır. tercüman, ışığı örten zevksiz bir perde oluyor.
gelland (fransız bilgini)

* yaşlılık hiç bir yerde Türkiye'de olduğu kadar saygıya değer olmadığı için yaşlı Türkler burada günlerini pek tatlı geçirirler.
a. ubucuni

* Türk askeri cesurdur. anavatanını sever ve onun için gerekirse çekinmeden canını feda eder.
albert weinstein

* Türkler kendilerini anlamayanlara, kim olursa olsun, kendilerini anlatmak yolunu biliyorlar. onları bu yola niçin sürüklemeli.
antoine galland

* artık Türklerle savaşmam. onlar çok cesur ve iyi insanlar.
andreas phitiades

* Türkler asya'nın güçlü ulusudur.
albert sorel

* dünyada iki bilinmeyen vardır. biri kutuplar, diğeri Türkler.
albert sorel

* Türk toplumunda kişisel nitelik ve değer dışında hiçbir şeye önem verilmez.
baron büsbek

* Türkler bilime saygılı ve ince duygulu bir millettir.
baron büsbek

* Türklerin avrupa dengesi için gerekli bir unsur oldukları kesindir.
lord beaconsfield

* yine kurtuldum. ancak bugün Türklerin tutsağıyım. demirin, ateşin ve suyun yapamadığını onlar yaptılar. beni tutsak ettiler. ayağımda zincir yok. zindanda da değilim. özgürüm. istediğimi yapıyorum. ama yine de tutsağım. şefkatin, cömertliğin, soyluluğun, nezaketin kölesiyim. Türkler beni işte bu elmas bağa sardılar.
demirbaş şarl

* on ulusun on yiğit adamının gücü tek bir kimsede toplansa yine bir Türke bedel olmaz.
câhiz

* Türklerin en çok konuştuğu şey savaştır, zaferdir. eğlenceleri ise attır, silahtır.
câhiz

* Türklerin doğrulukları ve namuslulukları ne kadar övülse yeridir.
charles macfarlene

* Türk milleti ikibin yıldır profesyonel askerdir. tüm olarak türklerin mesleği askerliktir.
donaldson

* dünyanın hangi ordusuna sorarsanız sorun, Türk askerinin karşısında düşünmenin hiç de kolay olmadığını veya olamayacağını size söyler.
donaldson

* Türkler denizin dibinde bir istiridye kabuğunun içindeki nciye benzer. bu denizden çıkarılııp br hükümdarın tacını ya da bir gelinin kulaklarını süslediği zaman değer kazanır.
efrasyap

* Türklerle dost ol ama düşman olma.
gianni de michelis

* Kemal Atatürk, sahasındaki en büyük adam ulusunu ve büyük ulusu da onu bulmuştur.
helbert melzig

* dünyada Türklerden başka hiçbir ordu bu kadar süre ayakta duramaz.
hamilton

* Türklerden başka dini ve vatanı uğruna canını vermeye hazır asker yoktur
hamilton

* Türkler devlet yıkmakta ve devlet kurmakta birinci sınıf ustadır. ülkeleri değil kıtaları altüst etmişler ve korkunç saldırışlar arasında sarsılması hiç de kolay olmayan egemenliklerini yaratmışlardır. tarih Türklerden çok şey öğrendi. onların elinden çıkma öyle eserler vardır ki uygarlık için birer süs olmaktadır.
hammer

* Türk askeri aslan gibi cesaretlidir. kuzu gibi söz dinler.
hobart

* hiçbir millet bu dünyayı Türk kadar çalkalamadı.
ismail habib sevük

* Türk, kıza su gibi baktı ve suyu kız gibi severek.
ismail habib sevük

* çanakkale'de başarılı olamadık. nasıl başarılı olurduk ki? zira Türkler yuvasına girilmiş aslanların hiddetiyle, cüret ve cesaret kahramanlığı ile savaşıyorlardı. böyle bir millet görmedim.
sir julien corbet

* Türkler az söylerler çok yaparlar.
maktul ibrahim paşa

* Türkler size dokunmadıkça siz de onlara sakın dokunmayın.
hz muhammed

* nerede birTürk varsa orayı kalbinden seveceksin.
bahadır han*

* Türk dilini incelerken insan zekasının dilde başardığı büyük mucizeyi görürüz.
max muller

* Türk müziği çok duygulu bir müziktir.
lady mary wortley montagu

* Türk gibi ölüme gülerek bakan bir eri başka hiçbir ulusta bulamazsınız. yalnız ona iyi bir komutan gerektir.
mulman

* toplumsal düzenin Türkler arasında kurmuş olduğu ilişkilerin hepsinde temiz yüreklilik ve iyi niyet hakimdir. vatandaşların birbirlerine karşı borçlu oldukları işlemleri yapma ve yerine getirmeleri için başka ülkelerde olduğu gibi senetleşmeye yani yazılı belgeye ihtiyaçları yoktur. çünkü onların övülmeye değer hallerinden biri de verdikleri söze genellikle sadık kalmaları ve karşılarındakini aldatmaktan, güveni suistimal etmekten çekinmeleridir.
monradgea d'ohsson

* kendi ulusuna karşı bu kadar dürüst ve cömert olan müslüman Türkler hangi mezhebe bağlı olursa olsun aynı dürüstlüğü yabancılara karşı da yapar ve yerine getirirler. bu noktada müslümanla müslüman olmayan arasında hiçbir fark gözetmezler.
monradgea d'ohsson

* Türkü anlamamak için tarihe göz yummak gerekir. haksız saldırılar ve adi iftiralar önünde Türkün vakur kalışı, kuşku yok ki körlerin gerçeği, eşyayı anlamadıklarını düşündüklerinden ve körlere acıdıklarındandır. bu soylu davranış o adi iftiralara ne açık bir cevap oluyor.
pierre loti

* her Türk kendini aslan, düşmanını av, atını ceylan bilir.
semame ibni eşreş

* lisanımız pek güzeldir.dünyanın en güzel lisanıdır dersek abartmış olmayız. güzelliği nispetinde de kolaydır.
şemsettin sami

* eğer bir Türk devleti olmasaydı yaratmak gerekirdi.
thiers

* Türkün ahlaki seciyesi çocukluğunda aldığı iyilik telkinleriyle değil çevrelerinde fenalık görmemek suretiyle oluşur.
thomas thorsten
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...