CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR
Türk Korkusu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türk Korkusu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

ABD'nin Vergi Ödediği Tek Ülke... Amerika'yı Haraca Bağlayan Tek Devlet.. Osmanlı Devleti



ABD'yi Dize Getiren İlk Büyük Kuvvet




























Osmanlı'nın 1795 yılında ABD'nin kendi teknelerine dokunmaması karşılığında Osmanlıya haraç ödediğini biliyor muydunuz? Trablus anlaşması'nın önemi: ABD tarihinde kendi dilinde olmayan tek uluslararası anlaşma Türkçe'dir ve ABD tarihinde vergi vermeyi kabul ettiği tek ülke Osmanlı Devleti’dir.

Time Dergisi'nde yayınlanan bir haber Amerika Birleşik Devletleri'nin yıllarca Osmanlı Devleti'ne vergi vermek zorunda kaldığını bir kez daha ortaya koydu. Amerikan Yale Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nin başlattığı "Avalon Projesi" çerçevesinde yayınlanan tarihi anlaşma metni bir çok


yönüyle ilginç ayrıntıları da gözler önüne seriyor.

Türkçe Anlaşma

Akdeniz'deki Osmanlı Korsan Gemileri'nin saldırılarına maruz kalan Amerika Birleşik Devletleri
gemilerini üst üste kaybetmeye başlayınca Osmanlı Devleti ile 22 maddeden oluşan bir anlaşma yaparak bütün Akdeniz'deki faaliyetleri için Osmanlı'ya vergi ödemeye başladı Ayrıca Cezayir'de
bulunan esirlerin bırakılması için de 642500 dolar "Haraç" ödedi 5 Eylül 1795 yılında imzalanan ve dili Türkçe olan Dostluk ve Barış Anlaşması'na göre Amerika Birleşik Devletleri tarihinde ilk kez bir  devlet tarafından haraca bağlanmış oldu Türk Dili'nde hazırlanan anlaşma aynı zamanda ABD tarihinde imzalanmış bir kaç yabancı dilli anlaşmadan biri olma özelliği taşıyor.


Amerika'yı Haraca Bağlayan Tek Devlet


Türk Sancağını Yırtıcı Kuşlardan Koruyan Aslan

Amerika Birleşik Devletleri ya da arşiv kayıtlarımıza geçen adıyla "Memâlik-i Müctemia-i Amerika Devleti"nin başı, Osmanlı’nın Kuzey Afrika'daki Garp Ocakları'yla fena halde dertteydi Cezayir, Tunus ve Trablusgarblı "Resmî Korsanlar" Akdeniz’de kol geziyor, kendileriyle veya doğrudan Osmanlı Devleti’yle antlaşma yapmamış olan veya savaş halinde oldukları devletlerin gemilerini yakalayıp el koyuyor, fidye isteyerek karşı tarafı ekonomik olarak ve moralman çökertiyorlardı Amerikan gemileri 18 yüzyılın sonlarında Akdeniz ticaretinin getireceği kazancı hesaba katarak Akdeniz'e yöneldi Fransa, Akdeniz'deki ticaret gemilerinin güvenliğini sağlamak için Osmanlı'ya yıllık 200000 İspanyol doları vergi ödemekteydi Bu miktar İngiltere için de yıllık 280000 İspanyol doları olarak belirlenmişti Ancak o yıllarda Amerika'nın Osmanlı Devleti ile imzaladığı bir dostluk anlaşması yoktu İşte bu yüzden Osmanlı Korsan Gemileri bu sularda dolaşan Amerikan gemilerine saldırmaya ve mürettebatını esir etmeye başladılar.

25 Temmuz 1785'te, ABD bandıralı ilk gemi Cezayir açıklarında Osmanlı korsanlarınca ele geçirildi Bu gemi, Boston Limanı'na bağlı Kaptan Isaac Stevens'in idaresindeki Maria idi Daha sonra Philadelphia Limanı'na bağlı Kaptan O’Brien idaresindeki Dauphin de Osmanlı korsanları tarafından yakalandı 1793 Ekim ve Kasım aylarında ise tam 11 ABD gemisi Osmanlılar’ın eline geçti.

ABD kamuoyunda artık iyice büyük bir sorun olmaya başlayan durum karşısında Amerikan Kongresi'nde tedbirler alınması istendi Kongre, Başkan G Washington'a bir savaş filosu kurması için

688000 altın dolar harcama yetkisi verdi Fakat bu donanma da Osmanlı korsanlarıyla baş edemeyince ABD yönetimi Osmanlı'ya yıllık vergi ödemek zorunda kaldı 5 Eylül 1795 (21 Sefer 1210) tarihinde, tamamı 22 fasıl ve bir hatimeden mürekkep Dostluk ve Barış Anlaşması'na göre Amerika, Cezayir'de bulunan esirlerin bırakılması için 642500 dolar "Haraç" ödeyecek ve her sene 12000 Cezayir Altını karşılığı 21600 dolar "Vergi" verecekti Anlaşma 7 Mart 1796'da Amerikan Kongresi'nce de onaylandı.

Amerika ve Trablusgarp Beylerbeyliği 7 Mart 1796 yılında Osmanlı ile Amerika arasında imzalanan Dostluk ve Barış Anlaşmasına rağmen yer yer karşılıklı çatışmaya ve birbirlerinden gemi ve esir ele geçirmeye devam ettiler. Gözü kara bir Paşa olan Trablusgarp Beylerbeyi Yusuf Paşa ülkedeki Amerikan temsilcisini yanına çağırtarak elini öptürüp, yıllık haraç miktarını 225000 dolara çıkardığını ilan etti Ayrıca çeşitli mallardan oluşan 25000 dolarlık bir miktarın da buna eklenmesini istedi Yusuf Paşa ne kadar kararlı olduğunu göstermek ve gözdağı vermek için de konsolosun gözü önünde Amerikan gemisinin bayrak direğini kestirdi Bunun üzerine ABD Başkanı Thomas Jefferson'ın emriyle 4 savaş gemisiyle Trablus sahillerine giden Com Dole, tehlikelerle dolu 1200 km uzunluğundaki sahilin gözünü korkutması üzerine savaşmaya cesaret edemeyerek ülkesine geri döndü Bir yıl sonra, Mayıs 1802’de bu defa 6 gemiyle Trablus Limanı açıklarına demirleyen Amerikan Filosu bir Trablus gemisini batırıp sahili de bombaladı.

Aynı yıl Albay Bainbridge, Trablus’u kuşatmak için harekete geçti ise de kendini Trablusgarp Beylerbeyi Yusuf Paşa tarafından kuşatılmış bulunca Amerika'nın ünlü Philadelphia Savaş Gemisi -içindeki 307 Amerikalı subay ve erden oluşan mürettebatıyla birlikte- ele geçirildi İki yıl Türk Bayrağı'nın şanlı bir şekilde dalgalandığı Amerikan Gemisi, Stephen Decatur'un -bir Türk teknesini ele geçirdikten sonra Osmanlı Askeri süsü verdiği- 74 gönüllüsüyle birlikte Trablus Limanı'na gizlice yanaşması sonucu 15 Şubat 1804’te ateşe verilerek yakıldı.

Direğinde Türk Bayrağı'nın 2 Yıl Dalgalandığı
Amerika'nın Ünlü Philadelphia Savaş Gemisi 

Philadelphia Gemisi'ni Trablus Limanı'nda yakan 25 yaşındaki Stephen Decatur, göstermiş olduğu bu başarı(!) sonrası Albaylığa atanarak ABD Deniz Kuvvetleri’nin en genç yaşta Kaptanlığa yükselen Deniz Albayı ünvanını elde etti Ünlü İngiliz Amirali Nelson Amerikan Denizcilik Tarihi'nde önemli bir yer tutan bu olayı duyunca bunu "Çağın En Cesur Eylemi" olarak ilan etti.

Osmanlı deniz akıncıları ise her fırsatta Akdeniz’deki Amerikan gemilerine denizleri dar etmeye devam ettiler. Yaman bir kahraman olan Yusuf Paşa, Amerika ile karşılıklı inatlaşmaya devam etti ve esir edilen Amerikan askerlerini değiş-tokuş etmeye yanaşmadı Bunun üzerine 3 Eylül 1804’de harekete geçerek Trablus Limanı'nı hedef seçen bir "Amerikan İntihar Gemisi" açılan ateş sonucu amacını gerçekleştiremeden patlatılarak batırıldı.

Amerika Birleşik Devletleri Osmanlı'nın "Garp Ocakları"na Akdenizde'ki faaliyetleri için ödediği yıllık vergiyi 1824 yılına kadar ödemeye devam etti.

7 Mart 1796 yılında Osmanlı ile Amerika arasında imzalanan Dostluk ve Barış Anlaşması'nın orjinal metninin ilk 3 maddesi ise şöyle:

Bismillahirahmanirrahim

1. Fasıl İbtida ki faslın kavi u kararı oldur ki işbu 1210 senesinde hala Merikan Ceziresi Eyaletlerine mutasarrıf dostumuz Cor-co Vaşinto (George Washington) her biri zebtinam Merika hakimi ile ocağımız Mahruse-i Cezair-i Garbta sahib-i devlet olan saadetlü Hasan Paşa (Cezayir Dayısı Hasan Paşa) -yesserellahü ma ye-zid vema yeşa- Hazretlerinin rey ve as-ker-i mansure Ağası ve kul kethüdası ve sair erbab-ı divan ve cümle asakir-i mansure ve canibinin reayaları ittifakıyla bu sulh ve selahımız ve metin ve muhkem olub sabit olmuştur. Ba'del yevm sulhü-müze muhalif ve mugayir ve fasid idicek bir söz kalmamış.

2. Fasıl İkinci faslın kavi u kararı oldur ki Merikan hakimi dostumuzun gemileri gerek büyük ve gerek küçük ve kezalik anların hükmünde olan reayasının gemileri mahruse-i Cezayir iskelesi veyahut taht hükmünde olan iskelelere varurlar ise adet-i kadim üzere rızklarından ötürü sattıklarında sair İngiliz ve Felemenk sevid bazerkanlarının vire geldüği ve anlara akdo-lunan gümriği 100 guruşta beş guruş gümrük alına. Ziyade taleb olunmaya. Ve bir dahi budur ki satılmayan rızkların yine gemiye koyup götürmek murad ettiklerinde bir kimesne anlardan bir şey talep itmeye. Ve mezkur iskelelerde bir kimesne anları incidüb alıkomalayalar.

3. Fasıl Üçüncü faslın kavi u karan oldur ki Merikan hakimi dostumuzun gerek korsan ve gerek bazargan ve gerek Ceza-ir'in korsan ve bazargan gemileri ruy-i deryada birbirlerine rastgelüb buluştuklarında aramaktan ve birbirlerin incitmekten beri olup rivayet ve hürmet ile birbirlerinden yollarına gitmeden bir kimesneye mani olmaya. Ve biri dahi budur ki içlerinde herkangı cins olursa olsun yolcu oldukta rızkları ve malları ve eşyalarıyla her ne canibe giderler ise birbirin incidüb bir şeylerin almaya ve bir yere götürmeyeler ve eğtendürmeyeler ve hiçbir vecihle birbirlerine zarar-u ziyan itmeyeler.
Vesselam. Tahriren fi 21 Safer 1210.


* * *

George Washington Vergi Dairesi: İstanbul

[img]http://www.empirepic.com/images/hsp1egksi0afijdwa26n.jpg[/img]

Amerikan Kongresi, Cezayirli Hasan Paşa ile imzalanan “haraç anlaşması”nı 1796 yılının 7 Mart’ında onayladığında, Osmanlı Devleti’nin de resmen vergi mükellefi olmuştu!

Cezayir, Trablusgarb ve Tunus… Osmanlı’nın “Garp Ocakları” adı ile andığı bu topraklar, Anadolu’dan, özellikle de Ege bölgesinin yeniçeri ve leventlerini bir mıknatıs gibi kendine çekiyordu. Osmanlı İmparatorluğu’na geniş bir özerklik statüsü olarak bağlanan bu eyaletlerde idari güç, bölgenin en sözü geçen kişisi olan ve “Dayı” unvanını taşıyan “yeniçeri kökenli” yöneticilerin elindeydi.

Buralarda yapılan korsanlık faaliyeti, çok daha kazançlı ve az riskliydi. Yerli halk kendi halinde yaşar, ama askerler ve leventler, geçimlerini Akdeniz’de korsanlıkla sağlarlardı. Korsanların İstanbul ile ticaret ve Türk denizlerinde dolaşma anlaşması yapmış olan memleketlerin bayrağını taşıyan gemilere saldırması yasak, ama diğer gemileri yağmalanması serbestti.

O günlerde Fransız Devrimi’nin rüzgârları Avrupa’yı sarsarken, bir başka fırtına, Napolyon Bonapart, Avrupa krallıklarını birbiri ardına işgal ediyordu. İspanya, Savoia, Piemonte, Avusturya, Prusya ve
Polonya bir anda Fransız işgaline uğramıştı. Kısacası, Trablusgarb, Cezayir ve Tunus korsanlarının karşısında duracak bir donanma kalmamıştı… 18. yüzyılda Akdeniz’in tek hâkimi, hâlâ Türk ve Arap korsanlardı!

“Maksat ayağınız alışsın!”
Bu dönemde pek çok Avrupa devleti, Osmanlı İmparatorluğu’nun himayesi altındaki “Dayı”lar ile haraç anlaşmaları yapmışlardı. 1786’da “Cezayir Dayısı” ile bir ayönetimi nlaşmaya varılamazken, Amerikalıların “Barbar Devletler” olarak andığı devletlerden Fas, 40.000 altına razı oldu. İki ay sonra Faslı korsanlar bir Amerikan gemisini yaktıklarında, anlaşmayı hatırlatmak için gelen Amerikan elçisine Fas beyi, “Gönderilen haracın bittiğini, Amerikalıların lideri George Washington’un gönderilen paraya takviye yapmasını” söyledi… Korsanlar, 1789’da ABD’nin ilk başkanı olacak George Washington’u daha başkan olmasını bile beklemeden haraca bağlamışlardı!

Maksat, Amerikalılarının “ayağının alışması”ydı… “Memalik-i Osman”ın toprakları sayılan Cezayir, Tunus ve Trablusgarb eyaletlerinin de devreye girmesiyle, Amerika’ya kesilen haracın meblağı da artmaya başladı. 1795 yılında gelindiğinde, sadece Cezayirli Hasan Paşa’nın George Washington’a kestiği “nakit cinsinden” haraç, 642.500 Amerikan dolarını bulmuştu! “Ödeme”, Cezayir dayısının 115 denizcisine, uluslararası sularda yapılıyordu.

Vergi mükellefi: George Washington
Osmanlı İmparatorluğu ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki ilk vergilendirme anlaşması, Amerikan elçisi Joseph Donaldson ile Cezayirli Hasan Paşa arasında, 5 Eylül 1795 günü imzalandı.

Metin Türkçe olarak kaleme alınmıştı ve daha önce Fas ile imzalanan ve Arapça olarak kaleme alınan 1786’daki anlaşmadan sonra, Amerikan tarihinin İngilizce olmayan ikinci metniydi. Anlaşmaya göre Amerika, Cezayir’de bulunan esirlerin bırakılması için “Dayı”ya 642.500 dolar “haraç” ödeyecek ve her yıl 12.000 Cezayir altınına denk gelen 21.600 doları vergi olarak verecekti. Amerikan Kongresi, anlaşmayı 1796’nın 7 Mart’ında onaylayınca, metin yürürlüğe girdi. Kongre, böylelikle Osmanlı Devleti’nin resmen vergi mükellefi oluyordu!

Amerika, 1796′nın 4 Kasım’ında Trablusgarb’ın, 1797′nin 28 Ağustos’unda da Tunus’un dayıları ile anlaşmalar imzaladı. Trablusgarb ile varılan anlaşma uyarınca Amerikan tarafı Trablusgarb beyi Yusuf Paşa ile “divan”ına Amerikalı esirlerin iade edilmeleri karşılığında 40.000 İspanyol doları ödüyor, Trablusgarb’ın ileri gelenlerine altın ve gümüş saatler, elmas yüzükler ve pahalı kumaşlardan yapılmış kaftanlar vermeyi taahhüt ediyordu.

Yine Türkçe olan bu anlaşmanın ilginç taraflarından biri, besmeleyle başlayan metnin hemen girişinde “Bu belge dünyanın hâkimi, denizlerin ve karaların hükümdarı, kralların efendisi, sultanlar sultanı, imparatorlar imparatoru, Sultan Mustafa Han’ın oğlu Sultan Selim Han’ın dikkati nazarları altında imzalanmıştır. Allah, O’nun hükmünü daimi kılsın” şeklindeki ifadelerin yer almasıydı ve bu ifadeler, metni Türk tarafının dikte ettirdiğini göstermekteydi.

Bu anlaşmada dikkat çeken bir diğer husus, anlaşmanın 11. maddesinde “Hiçbir şekilde köklerini Hıristiyanlık dininden almayan, Amerika Birleşik Devletleri” gibi bir ibarenin kullanılmasıdır! Ertesi yıl anlaşma biraz daha genişletildi. Önceki haraç miktarına ek olarak, 36 toplu Crescent firkateyni Cezayir Dayısı’na “hediye” edildi. 1797 yılının haraç listesinde ise, bir başka firkateyni, Handullah’ı görüyoruz. Amerika Birleşik Devletleri çaresizlikten, kendilerini haraca bağlayan Türk ve Arap korsanlara “donanma” düzmekteydi!

Trablusgarb Beyi’nin hizmetindeki Türk korsanların hayal gücü daha da genişti. 1798 yılı için Amerikalıların vereceği 115.000 dolar haracın dışında, bir küçük madde daha kondu anlaşmaya: Trablusgarb ufuklarında görünen Amerikan gemilerini selamlamak için gemi başına bir fıçı barut!

Amerikalılar çaresizdi. Dönem, Amerika Birleşik Devletleri’nin kurulduğu yıllardır ve yeni yeni kurulan bu ülke Kuzey Afrika’nın Türk ve Arap korsanları ile baş etmek bir yana, kendi sahillerini bile koruyamamaktadır. İnternet üzerinden de kolaylıkla erişebilecek Ulusal Kongre Kütüphanesi kayıtlarına göre, Amerika Birleşik Devletleri2nin 1800 yılı bütçesinde 2.000.000 dolar “haraç ödemeleri”ne gitmişti. Bir başka deyişle, o günkü ABD bütçesinin yüzde 20’si!

“Sen benim kölemsin”
Mayıs 1800’de, George Washington’ın ünlü amirali Bainbridge, yeni Cezayir dayısı Mustafa Bey’e her zamanki haracını ödedi. Tam ayrılacakken, Cezayir dayısı, bir elçisini padişahın İstanbul’daki sarayına götürmesini istedi. Bainbrigde bu isteği kibarca reddetmeye çalışsa da ve Cezayir dayısı buna emretti: “Sen bana haraç ödediğinde kölem oldun demektir. Bu yüzden sana canımın istediği gibi emretmeye hakkım var!”

Kalenin silahları Bainbridge’in firkateynine nişan almıştı. Bu yüzden Brainbridge boyun eğdi ve Amerikan bayrağını pruvada, Cezayir bayrağını ise kıçta dalgalandırma şartıyla talebi kabul etti. Bainbridge Cezayir dayısının elçisini İstanbul’a götürdüğünde, ilk defa ABD bayrağını Osmanlı Devleti’ne gösterme fırsatını da buluyordu. Osmanlı padişahı III. Selim ve maiyeti şaşırdılar. Amerika Birleşik Devletleri diye bir devlet olduğundan haberleri bile yoktu. Saraylılar Kristof Kolomb hakkında sadece belli belirsiz dedikodular duymuşlardı.

Bainbrigde, Amerika’nın büyük denizin ötesindeki bir ülke olduğunu ve Kristof Kolomb tarafından keşfedildiğini söyledi. Bainbridge ve Osmanlı Kaptan-ı Deryası sıkı dost oldular. Hatta padişah, Bainbridge’in küstah Cezayir dayısı tarafından rahatsız edilmemesi için bir de ferman verdi!

Bainbridge, dönüş yolunda Amerikan Donanma Sekreteri’ne şöyle yazdı: “Umarım bir daha haraç ödemek için Cezayir’e yollanmam; en azından beni toplarımızın namlusuna koyup ateşleyerek, haracı teslim etme görevini vermediğiniz sürece!”

Jefferson’dan “culüs bahşişi” isteyen paşa
George Washington’nun ardından John Adams, o günlerde yeni bir devlet olan Amerika Birleşik Devletleri’nin ikinci başkanı olur. Yeni başkanın “gelenek görenek” konusunda pek bilgili olmadığına kanaat getiren Trablusgarb beyi Yusuf Paşa, 1799 yılında dostunu uyarmayı uygun bulur. Yusuf Paşa, “Ölen yüksek makam sahibi adına o makama gelen yeni başkanın Trablus Krallığı’na bir hediye sunması” gerektiğini, Adams’a bir ferman yazarak, lisan-ı münasip ile anlattı. Tüm bunlara ek olarak, “hediye” miktarının 10.000 dolar olduğunu belirtmeyi de ihmal etmedi.

10.000 dolarından haber alamayan ve sabırsızlığı üst seviyeye ulaşan Yusuf Paşa, aradığı fırsata 1801 yılında kavuştu. Adams yerini Thomas Jefferson’a bırakmıştı. Garb Ocakları’nın yönetiminde yer alan tüm yöneticiler gibi “yeniçeri kökenli” olan Yusuf Paşa, yeni başkan Jefferson’dan 225.000 dolarlık “cülus bahşişi”ni talep etti. Jefferson kızgınlıkla bu talebi reddetti.

“Gelin elimi öpün!”
Trablusgarb beyi Yusuf Paşa da kızgındı. Paşa, derhal Amerikan temsilcilerinin huzuruna çıkmaları ve hatalarını kabul ederek el öpmelerini emretti! 225.000 dolarlık cülus bahşişinin yanı sıra, Yusuf Paşa’nın seçeceği türden 25.000 dolarlık malın “hediyesi”ni uygun buldu! İlk mesajın yeterince ciddiye alınmaması Yusuf Paşa’yı bu defa daha “ikna edici” davranmaya itti. Mesaj netti: Ya “hediye” ya da savaş!

Savaş çıktı. Trablusgarb dayısı Yusuf Paşa, Amerikan tarihine “First Barbary War” adıyla geçecek olan savaşı, 10 Mayıs 1801 tarihinde başlattı.


Trablusgarb paşasının ABD’ye savaş ilan etmesi üzerine Jefferson, Amerikan donanmasını Akdeniz’e gönderdi. Tunus ve Cezayir savaştan hemen çekilirken, Trablusgarb ve Fas, aralıklarla 1815’e dek sürecek olan zorlu bir mücadeleye giriştiler. 1803 Ekim’inde Trablusgarb dayısı, Amerikan donanmasının en iyi firkateynlerinden biri olan Philadelphia’yı ele geçirerek, gemi kaptanı amiral William Bainbridge ve tüm mürettebatını esir aldı.

Philadelphia’nın kaptırılması, Amerikalıların küçük düşmesine neden oldu. Bunun üzerine, 16 Şubat 1804 tarihinde Amerikan donanması tarafından alınan ilginç ve radikal bir uygulanmaya kondu. Enterprise’ın kaptanı olan genç teğmen Stephen Decatur, Trablusgarb limanına girerek, bir zamanlar Amerikan donanmasının en iyi gemilerinden biri olan Philadelphia’yi ateşe verdi ve ülkesine bir kahraman olarak döndü!

Not : Umida Salih ve Ali Işıngör’ün birlikte hazırladıkları bu dosya, Focus dergisinin Ağustos 2004 sayısında yer aldı. Dergideki yazı, önemli oranda kısaltılarak buraya alınmıştır.


Kaynak: http://www.msxlabs.org/forum/ext.php?re ... stanbul%2F


"Tam bağımsızlık demek, kuşkusuz siyasal, maliye, ekonomi, adalet, askerlik,
kültür... gibi her alanda bağımsızlık ve tam özgürlük demektir.
Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, ulusun ve ülkenin
gerçek anlamıyla bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir."

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

.

Yazık! Hiç kimse bunu bize söylemedi ! -> TARİH : ATATÜRK'ün NUTUK'ta Gizli ŞOK UYARISI !

Gazi Mustafa Kemal Atatürk Büyük Suikast’ı Açıklıyor…



Nutuk’u açar, bir daha okursanız, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nden hemen önce LOZAN’ı açıklayan sözleri var.

Bu sözler aynen şöyle:

‘Saygıdeğer efendiler, bu antlaşma, Türk Milleti’ne karşı yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük suikastın sonuçsuz kaldığını bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş siyasi bir zaferdir.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Ekim 1927, Ankara

Peki, Atatürk bu sözleriyle bize ne mesaj vermek istemişti?

Mustafa Kemal ‘Büyük Suikast’ kavramını neden kullanmıştı?

İşte bugün Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu tehditlerin anlaşılabilmesi için, önce Gazi Mustafa Kemal’in iyi anlaşılması gerekiyor. 
Bu sorunun cevabı Mustafa Kemal’in yukarıdaki sözlerinin içinde gizli…

Mustafa Kemal ‘bu anlaşma’ sözüyle Lozan’ı işaret ediyor yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin uluslarası hukuk ve yasalar açısından tanınmasını sağlayan Lozan Antlaşması.

Sonrasında Mustafa Kemal bize iki önemli ipucu veriyor: İlki, ‘Türk Milleti’ne karşı yüz yıllardan beri hazırlanmış suikast’; diğeri de ‘Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılan suikast’.

Şimdi şu ki soruya cevap bulmamız gerekir: Mustafa Kemal ‘yüzyıllardır’ deyişiyle neyi kastetmişti ve neden Sevr Antlaşmasını ‘suikastın tamamlanma noktası’ olarak bize göstermişti?

Birinci soruyla başlayalım…

1071 Malazgirt Savaşı’nı Anadolu’da Türk Bayrağı’nın her cephesiyle göndere çekilmesi olarak görülürse eğer, Gazi ‘Mustafa Kemal’in ‘yüzyıllardır Türk Milleti’ne karşı sürdürülen büyük suikast’ deyişinden 1096’da başlayan Haçlı Seferlerini çıkış noktası almamız gerekiyor.

Haçlı Seferlerinin üç amacı vardı; Anadolu’yu ele geçirmek, Anadolu’daki Türk varlığını yok etmek ve kutsal toprakları ele geçirmek.

Türk Ulusunun da amaçları vardı; Anadolu’yu yurt edinmek, Avrupa’da köprü başı tutmak, kutsal toprakları ve kaynaklarını elde bulundurmak ve Asya ile bağını sürdürmek.

Yüzyıllardır bu nedenlerle savaşlar yapıldı; 2’nci Viyana kuşatmasına kadar Osmanlı hep toprak kazandı, bir cihan imparatorluğuna dönüştü ve Haçlı’nın gücü Osmanlı’yı durdurmaya yetmedi.

2’nci Viyana Kuşatması(1683) bir dönüm noktası oldu ve bu kuşatmayı tamamlamayan Osmanlı, 1699 Karlofça ile de toprak kaybetmeye, geri çekilmeye başladı ta ki 1922 Sakarya’ya kadar…

Bu süreci yıllarla ifade ederseniz, karşımıza ‘yüzyıllardır hazırlanmış bir oyun’ çıkar.

Anlamı da, ‘başta İngiltere ve Rusya olmak üzere dünya devletlerinin Haçlı zihniyetiyle Türk Ulusu’nu yok etmek, Anadolu’yu ve kutsal toprakları ele geçirmek için tertiplediği suikast’ olur.

Oysaki tarihçiler talihsiz bir aldanmayla bu seferleri sekize kadar saymış ancak bunun sayısız olduğu, Viyana’dan Sakarya’ya uzanan silahlı siyasi bir proje olduğu düşünülmemiştir.

Peki, Mustafa Kemal neden Sevr Antlaşması’nı bu suikastın son hamlesi olarak görmüştü?

Sevr stratejisinin Anadolu ile Asya arasındaki coğrafik bağı kesmek olduğunu biliyoruz.
Bu bağın Türk Ulusu için hayati bir önemi vardır; Türk Ulusu hala Anadolu’da varlığını sürdürebiliyorsa eğer, bu bağın sayesindedir; Anadolu’ya en büyük güç Asya’dan gelmektedir.

Şöyle bir düşününüz Azerbaycan’ı ve hemen İran’da bulunan 25 milyona yakın Azeri Türk’ünü… 

Buna bir de Özbekistan, Kazakistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Tacikistan’ı ekleyiniz…

Bir de Türk Milleti’nin Müslüman olarak sayılan devletler içerisinde emperyalizme karşı savaşmış, başarıp bağımsızlığını kazanmış tek devlet olduğunu da ekleyiniz….

Türkiye’nin sahip olduğu çağdaşlaşma ve kalkınma seviyesini, Asya’daki enerji kaynakları ve sayılan devletlerle tarihi, kültürel, sosyal bağlarını da eklediğinizde, Asya’nın Batı’ya uzanan en uç noktasındaki bu Türk Devletinin ‘öncü’ olduğu görülür.

Ve Türkiye bu öncülüğünü hakkıyla yerine getirdiğinde, Batı’ya ve Ruslara karşı süper bir güç olur.

Mustafa Kemal’in Sevr’i suikastta son hamle olarak görmesinin altında yatan nedenlerden biri budur; Anadolu ile Asya’nın bağının kesilmesiyle Türk Milleti’nin yanlızlaştırılması…
Sonrasında iş kuşatmaya gider, zaten bugün yapılan da budur…

Gelelim Sevr’e…
Günümüzde unutulmuş gibi görülen Sevr Antlaşması sadece Doğu’da tampon devletler kurmakla kalmıyor, Osmanlı’nın yönetimini de ele geçiriyordu, hatırlayalım;
‘Osmanlı’ya bırakılan topraklar üzerindeki yönetimine de çok ağır kısıtlamalar getirilmişti;
Seferberlik yasak; Deniz kuvvetleri kurulması yasak; Zırhlı araç ve tank yapımı ve ithali yasak; Türkiye’nin savaş ve denizaltı gemileri yapması ve edinmesi yasak; Hava kuvvetleri kurulması yasak...

Bu kısıtlamalarla birlikte, Osmanlı yönetimi bağımsız da olamayacaktı:
Adalet rejimi müttefikler tarafından belirlenecek; Bütün kapitülasyonlar, yaralanacakların sayısı artırılarak sürdürülecek; Soy, din ve dil azınlıkları, bağımsız ve denetimsiz olarak, diledikleri kadar ilk, orta ve yüksek okul açabilecek ve kendi dillerinde eğitim yapabilecek; Osmanlı maliyesi müttefiklerce seçilecek bir maliye kurulunun denetimi altında olacak…’

Bugün yaşadığımız çığ gibi büyüyen özel okullar, özelleştirme yoluyla yönetimi yabancılara devredilen kaynaklar, teknoloji transferine izin verilen Türkiye manzarası ile Sevr’in bu yönlerini de yan yana getirdiğimizde, Gazi Mustafa Kemal’in Büyük Suikast’la neyi anlatmak istediği apaçık görülür…

1961 yılında, Washington’daki Nato Karargahı’nda yüksek rütbeli bir Türk subayının el geçirdiği ‘en gizli’den(cosmic Top Secret) daha yüksek gizlilik derecesine sahip(vagram) bir dosyada Sovyetler Birliği’nin dağılacağı, Orta Asya’da beş ya da altı Türk Cumhuriyeti’nin kurulacağı, kurulacak Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ve Türkiye ile ilgili politika şu şekilde belirlenmiştir:

‘Türk Devletlerinin işgal edecekleri coğrafya stratejik yönden çok değerli ve tabii kaynaklar bakımından .çok zengindir. Bu devletler Batı’daki Türkiye Cumhuriyeti ile birlleşirse o zaman ortaya Hitler Almanya’sı veya Stalin Rusya’sından daha tehlikeli bir kuvvet Batılıların karşısına çıkar. Türkiye Cumhuriyeti ile Doğu Türklerini birleştirmemek için elden gelen yapılmalı, Türkiye ile bu devletler arasında tampon devletler kurulmalı, Türkiye’nin lider devlet olmasını engellemek için siyasi ve ekonomik bütün tedbirler alınmalıdır.’[1]

Gazi Mustafa Kemal’in Sevr’de gördüğü de budur; tampon devletler, Ermensitan-Kürdistan şeklinde tampon devletlerin kurulmasıyla Asya ile Anadolu’nun bağının kesilmesi.

İşte bu nedenle Mustafa Kemal Büyük Suikast’ın son hamlesini Sevr olarak görmüştü…

Eski Almanya Şanyölyesi Helmut Schmit, ABD’nin Türkiye politikası için şöyle diyordu;
‘ABD Türkiye’yi bölecek. ABD bu hedefini önümüzdeki 20 yıl içinde gerçekleştirecek. Türkiye topraklarında Kürdistan ve Ermenistan kurma planlarını hayata geçirecek.’[2]

Bu Alman Şansölyesini böyle konuşturan sizce neydi?

İŞTE ATATÜRK’ÜN BÜYÜK SUİKAST DİYEREK BİZİ UYARDIĞI AĞIR VE YAKIN TEHLİKE BUDUR; TAMPON YÖNETİMLERLE ANADOLU İLE ASYA’NIN BAĞININ KESİLEREK TÜRK MİLLETİ VE YURDU’NUN KUŞATILMASI!

BAĞININ KESİLEREK TÜRK MİLLETİ VE YURDU’NUN KUŞATILMASI!


Kaynak: Büyük Suikast/Erdal Sarızeybek BAĞININ KESİLEREK TÜRK MİLLETİ VE YURDU’NUN KUŞATILMASI!

[1] Ali Tayyar Önder, ‘Türkiye’nin Etnik Yapısı’, s. 340, Kripto Yayınları, 2009. BAĞININ KESİLEREK TÜRK MİLLETİ VE YURDU’NUN KUŞATILMASI!

[2] Age, s. 337. BİLGETÜRKBAĞININ KESİLEREK TÜRK MİLLETİ VE YURDU’NUN KUŞATILMASI!

.
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...