CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

Ulu önderin mal varlığını diline dolayan mürtecilere duyurulur.


Özel yasa çıkarttırarak kendine özel çıkarlar sağlayan devlet adamlarına, dünyanın her yerinde dün de, bugün de rastlanıyor, yarın da rastlanacak...

Ama özel yasa çıkarttırarak nesi var nesi yok milletine bağışlayan devlet adamına, ne Atatürk’ten önce, ne de sonra bir daha rastlanmamıştır.

Atatürk; 1927 yılında Büyük Nutku’nu okuduğu C.H.P’nin 2.ci Kurultayı’nda, taşınır-taşınmaz tüm mal varlığını C.H.P.’ne bağışlayacağını duyurmuştu.
Daha ileride, bu partinin artık devletle tamamen bütünleştiğini görerek fikrini değiştirmiş ve mal varlığını C.H.P’ye değil, Hazine’ye bağışlamaya karar vermişti.
İşte 1933 yılında bu konuda ilk adımı atmış ve gereken hukuki hazırlığı yapmasını da Genel Sekreter’i Hasan Rıza Soyak’a emretmişti.(Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, s.754).

Soyak, Atatürk’ün bu emrinin yerine getirilebilmesinin mümkün olmadığını, Miras Hukuku’nda “mahfuz hisse” denen bir kavram bulunduğunu, buna göre kız kardeşi Makbule Hanım sağ olduğu için mal varlığının yüzde 25’inin Makbule Hanım’a ait olduğunu, o nedenle tümünü değil ama kendi tasarrufundaki yüzde 75 üzerinde dilediğini yapabileceğini uzun uzun anlatmıştır.

Atatürk tatmin olmamış, tüm varlığını milletine yani hazineye bağışlamak konusunda ısrar etmiştir..
Sonunda; “...Her neyse, bir çaresini bulmalı ve mutlaka benim istediğim gibi bir vasiyetname yapmalıyız. Sen bu işle meşgul ol...” demiştir.
Emir kesindir.

Hasan Rıza; bunun üzerine bir hukuk bilgini olan Saruhan (Manisa) milletvekili Mustafa Fevzi Efendi’ye danışmış, konuyu inceleyen M. Fevzi Efendi şöyle bir öneri sunmuştur:

“Miras Hukuku hükümleri çok açık.
Oradan bir çıkış göremiyorum.
Yalnız aklıma bir başka nokta geliyor:
TBMM Gazi için özel bir kanun çıkartsın.
Sorun herhalde o zaman çözülebilir.”

Atatürk’ün de uygun görmesi üzerine konu Meclis’e götürülmüş ve bu kanun çıkartılmıştır.(Kabul Tarihi:12.6.1933, numarası:2307.)

Atatürk’ün mal varlığının tamamını hazineye bağışlayabilmesi için Atatürk’ün isteği ile Meclis tarafından çıkarılan 2307 nolu kanunun maddeleri şunlardır:

Madde 1:Gazi Mustafa Kemal Hazretleri’nin, Kanunu Medeni’nin 452.maddesi dairesindeki tasarrufları, mahfuz hisseler hakkındaki hükümden müstesna olup, bütün mallarında muteberdir.

Madde 2:Bu kanun neşri tarihinden itibaren muteberdir.

Madde 3:Bu kanunun hükümlerini icraya, İcra Vekilleri Heyeti memurdur.

Tüm mal varlığının ulusa yani hazineye ait olduğu, 1933’te çıkarılan işte bu yasayla hüküm altına alınmış oluyordu.

İntikallerin tamamlanması ise 12 Haziran 1937’de bitmiştir.

Atatürk, kâğıt üzerinde nice mal-mülk sahibi görünüyor olsa da 1933’ten itibaren O’nun artık bir dikili ağacı bile yoktur.

Atatürk’ün, yaptığı bağışlara temel olan yasayı Meclis’ten rica ederek çıkarttırdığı tarih;
12 Haziran 1933’tür...
Yani, Cumhuriyet henüz 10 yaşındadır.
Hastalık belirtileri de daha ortaya çıkmamıştır.
Çiftliklerinin zarar etmesi diye bir durum da söz konusu değildir, çünkü daha çiftlikler yeni kuruluş aşamasındadır.
Atatürk, bilerek, isteyerek, daha işin başında malını mülkünü milletine bırakmaya karar verniştir.

Aslına bakılacak olursa Atatürk’ün mal varlığının çoğu kendisine bağış ve hediye olarak verilen köşklerden, evlerden, bağlardan bahçelerden oluşmuştur.
Prof.Orhan Çekiç’in de belirttği gibi:
‘Atatürk’ün zaman zaman ziyaret ettiği yerler belediyelerinin kendisine “yörenin bir şükran ifadesi olarak” köşkler hediye etmişlerdir.
Atatürk nezaketen kabul ettiği bu köşklerin tümünü ilk fırsatta belediyelere iade etmiş, buraları o belediyeler tarafından ya “Atatürk Evi” olarak muhafaza edilmiş veya müzeye dönüştürülmüştür.
Bugün Anadolu’nun neredeyse her ilinde bir Atatürk Evi ve Müzesi olmasının nedeni bundandır.

Atatürk; kendine hediye edilenler bir yana dursun, kendi parasıyla edindiklerini bile ya Yalova’da, Mersin’de olduğu gibi yöre köylüsüne veya yukarıda belirtildiği gibi hazineye bağışlamıştı.
Örneğin, o günlerde bataklık olan bugünkü Etimesgut’un tüm arsalarını, bedelini ödeyerek parsel parsel satın almış, ıslah ettirmiş ve buralara Rumeli’den göç eden muhacir hemşerilerini yerleştirmiştir.
Aynı şeyi Yalova için de yapmıştır ve Yalova’ya ilk gidişinin nedeni, bu bölgeye yerleştirilen Rumeli göçmenlerinin durumunu görmek içindir.
Kooperatif kurulmasına öncülük etmiş 1 numaralı üyeliği kendisi almış ve bu yoldan da köylüye örnek olmuştur.
Kendi çiftlikleri başarılı bir düzeye geldiğinde de bunları o yörenin köylerine bağışlamıştır.
.

30 AĞUSTOS, ZAFER BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN


30 AĞUSTOS, ZAFER BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN
 
Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazsa kazanılan zaferler kalıcı olmaz, az zamanda kaybedilir.
(1923, İzmir) Mustafa Kemal ATATÜRK
 
Güzel ülkemizin doğasında da Mustafa Kemal ATATÜRK var!
Her yıl, 15 Haziran ve 15 Temmuz tarihleri arasında Ardahanın Damal ilçesinde,
Karadağ eteklerine güneşin yansımasıyla saat 17.32de oluşmaya başlayan görüntü
saat 17.50 sıralarında Atatürk silüetini ortaya çıkartıyor.
 
Değerli arkadaşlar,
Yüce önderimiz 26 Ağustos 1921 de Sakarya meydan savaşında “Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh da bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanı ile ıslanmadıkça terk olunamaz” diyerek ülkemizin her yerinde savunma yapılması gereğini vurgulamıştır. Bu savunma taktiği dünya harp sistemine yeni bir anlayış getirmiştir.
 
Bu savunma anlayışıyla hareket eden ordumuz, hem savunmasını ve hem de büyük taaruz için gereken hazırlıklarını yapmıştır. Bir yıl sonra Mustafa Kemalin yönetiminde Büyük Taaruza, 26 Ağustos 1922 de Dumlupınar Meydan Muharebesi ile başlamış, 30 Ağustos da zaferle sonlandırmıştır. Bu zaferden sonra da Yunan ordusunu 9 Eylülde, İzmirde denize dökmüştür. Sonra da Türkiye Cumhuriyetini kurmuş ve bizlere emanet etmiştir.
 
Tüm dünya ülkelerine bağımsızlıkları için örnek olan bu süreçte, yüce önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK ile onun emrinde güzel ülkemiz için kanlarını ve canlarını veren tüm şehitlerimizi ve gazilerimizi, hasretle anarken, şükranlarımızı sunuyoruz.
 
Sevgi ve saygılarımla (29.08.2012).
Prof.Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR

ÖNEMLİDİR - ZEMZEM KUYUSUNU PİSLEMEK

HUKUKUN EGEMENLİĞİ DERNEĞİ
Society Of LawSovereign-Societe Du Droit Souverain-Verein Des Souveraenen Rech


* ATATÜRK'ÜN NERELİ OLDUĞU YOLUNDAKİ YAPAY TARTIŞMALAR KARŞI DEVRİMİN SON PROMOSYONUDUR

* ZEMZEM KUYUSUNU PİSLEMEK

Atatürk'ün nereli olduğu ve anne ve babasına dair yazılan bir kitabın basın organlarında yer alması üzerine açıklama yapan Hukukun Egemenliği Derneği Genel Başkanı Av.A.Erdem Akyüz , bu güne kadar adı sanı bilinmeyen, nasıl ve hangi suretle araştırmacı yazar olduğu anlaşılmayan bir kişinin yazdığını iddia ettiği kitabın reklamının yapılmasının, Atatürk'e yöneltilen kirli kampanyaların son promosyonu olduğunu ifade etti.

İsminden söz ettirmek ve tarihe geçmek için saçma sapan ve yersiz olarak yapılan işlere bir örnek olmak üzere "zemzem kuyusunu pislemek" şeklinde bir deyim olduğunu ifade eden Akyüz yapılan bu son işin de bu örnekten farksız olduğunu ifade ederek "Atatürk'ün devrimlerini anlamayan, içine sindiremeyen kişi ve çevreler şimdi onun geçmişine sanal bir karanlık getirmek istemektedirler. Yapılan bu işin, eski deyimi ile zemzem kuyusunu pislemek'ten farkı yoktur. Ancak nasıl ki, zemzem kuyusunu pislemek isteyen kişinin bu gün adı sanı bilinmemesine rağmen, zemzem kuyusunun kudsiyetinin artarak devam etmesi gibi, Atatürk'e ilişkin unutturma ve karalama çalışmaları da hiç bir sonuç vermeyecektir. Bu işi yapan kişilerin isimleri tarihin çöplüğünde unutulacak ancak Atatürk bir yıldız gibi parlamaya devam edecektir" şeklinde açıklamalarda bulunmuştur.

.

Her yakalanan PKK’lı 4 teröristen 2 tanesinin yabancı kökenli

Değerli arkadaşlar,
Güzel ülkemiz, 1973 ile 1984 arasında saygıdeğer 43 diplomatımızı şehit eden ASALA ve JCAG (Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları) gibi terör örgütlerinin eylemleriyle ilk kez uluslararası terörle tanıştı.
 
1984 den sonra da yani 28 yıldır AB-D emperyalizminin organize ettiği ve güzel ülkemizi bölmeye yönelik yeni bir terörizm belası ile başbaşayız. Özellikle, her yakalanan PKK’lı 4 teröristen 2 tanesinin yabancı kökenli olması çok önemli. Yabancı kökenlilerin İran, Suriye, Irak, Ermenistan ve bazen de İsrail uyruklu olduklarını İçişleri bakanımız açıkladı.
 
Ne yazık ki bugüne kadar PKK terörünü kullanan AB-D emperyalizmi yüzünden 6482 şehit verdik, 5660 sivil vatandaşımızı kaybettik. 25000 PKK’lı terörist de öldürüldü. Terör yüzünden bu süreçte yaklaşık 300 milyar $’lık maddi kaybımız var. Yani AB-D emperyalizmi bizleri birbirimize kırdırmaya devam ediyor. Ve ilk kez bir Milletvekilimiz PKK tarafından kaçırıldı, 2 gün sonra serbest bırakıldı. Bu yıl 145 kişi kaçırılmış ve kaçırılanlardan 25 kişi de PKK tarafından halen salınmadı. Umarım onları da en kısa sürede salarlar.
 
Değerli arkadaşlar,
Güzel ülkemizde yaşadığımız kanlı terörün önlenmesi konusunda 2005 yılında yazmış olduğum bir yazımda, teröre bulaşmış tüm vatandaşlarımıza seslenerek; “Emperyalist ülkelerin kendi çıkarlarını korumak uğruna yaptıkları çeşitli ayak oyunları ile ülkemizde kandırdıkları yurttaşlarımızı uyararak; Lütfen, gün gelecek emperyalistlerin sizi nasıl kandırdıklarını algılayacaksınız. Onların kirli istekleri için kaç tane yurttaşımızın boş yere canını kaybettiğini göreceksiniz. Sonunda onların çıkarı kalmayınca sizleri bırakıp gidecekler, bizler baş başa kalacağız. Yine sizlere, yüzyıllardır akraba ve arkadaş olan bizler sahip çıkacağız. Ama yaptıklarınızdan utanıp yüzümüze nasıl bakacaksınız? O nedenle sonradan üzüleceğiniz ve utanacağınız eylemler için bir kez daha düşünmenizi istiyorum” demiştim.
 
Terörizme karşı en önemli aşı, ulusal birlik ve bütünlüğün pekiştirilmesidir. Bu birlik ise terörizme karşı toplumsal anlaşma ve sorunlara ulusal güvenliğimiz ve ulusal birlikteliğimizin sağlanması ön koşulu ile bakmamızı gerektirir.
 
Ayrıca T Ü R K ve K Ü R T kelimelerinin aynı harflerden oluştuğunu görmemiz gerekir. Yani yüzyıllardır aynı ülkede yaşayan, aynı havayı soluyan ve aynı suyu paylaşan, akraba ve kardeş olan yurttaşların oluşturduğu bir ulus olduğumuzu bilmemiz gerekiyor.
 
Yüce önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK, ulusal birlikteliğimizi NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE özdeyişi ile dile getirmiştir. Bu ana fikrin tüm yöneticilerimlz tarafından da kabul edilmesi ve güzel ülkemizin korunması, Türkiye Cumhuriyetinin sonsuza dek yaşamasına neden olacaktır. Huzur ve barış dolu günler icin tüm vatandaşlarımızı terörizme karşı gücbirliğine davet ediyorum.
 
Değerli arkadaşlar,
Bayramlar, ülkemizin birlik ve beraberliğini pekiştiren en önemli sosyal olgulardır. En fazla ulusal birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyduğumuz bu günlerde, bu istek ve umutla, ŞEKER BAYRAMINIZI kutlar, sağlık, mutluluk ve huzur dolu günler dilerim.
 
Sevgi ve saygılarımla (15.08.2012).
Prof.Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR

.

Helal gıdayı Kur'an’a neden sormuyorsunuz ?


Yaşar Nuri Öztürk
Din üzerinden çıkar sağlamanın en acımasız oyunlarından biri de yıllardır gündemde olan ve son günlerde yeniden hararetlenen ‘helal gıda aldatmacasıdır. İç içe yalanlar, iç içe istismarlar, iç içe iftiralarla dolu bir tezgâhtır bu. Allah ile aldatmanın en yaman eylemlerinden biridir.

Bir yandan ‘Devletin depolarındaki yüzbinlerce ton GDO’lu buğdayın ekmek yapılmak üzere hazırlandığı* manşetlere çıkıyor (11 Ağustos 2012 Yurt Gazetesi), öte yandan ‘helal gıda' sertifika ve patent çalışmalarına ilişkin haberler arzı endam ediyor. GDO’lu buğdayları halka yedirenler ‘helal gıda* patentlerini ne için verir acaba? Bu halk bugüne kadar ‘haram gıda’ mı yiyordu. Yiyordu da, halkı haram gıda yemekten bunlar mı kurtaracak? Onlarca Mâûn ihlali sırtlarında irinli bir kambur gibi duran bunlar...

Kitleler aldatılıyor. Hiç değilse bu münasebetle birileri de çıkıp Kur’an’ın ‘helal gıda* anlayışından söz etsin! O da yok. Kur'ansal gerçeklerin üstü namertçe örtülüyor ve İslam, gözümüzün içine baka baka. Allah'a ve dine iftira tezgâhlarıyla hayasızca kirletiliyor.

‘Helal gıda aldatmacasının mahiyetini ben, ‘Allah ile Aldatmak’ kitabımda ayrıntıladım. Burada küçük bir özet vereceğim.

Bu çıkar tezgâhı ilkin Avrupa'da yaşayan Müslümanları aldatmak için işletildi. Deniz Feneri, Yimpaş, Kombassan dinci soygunlarından çok önce... İslam fıkhına yalan söyleterek “Yahudi ve Hıristiyanların kestikleri etler yenmez" sloganıyla Müslümanları aldatıp hijyen kurallarına uymadan kesilmiş kaçak etleri “İslâmî kurallara göre kesilmiş" veya ‘helal gıda* teranesiyle hem de daha yüksek rakamlarla sattılar.

19901ı yılların birinde Türk Başkonsolosluğu nun davetiyle konferans için Hamburg'a gitmiştim. Havalimanından aldılar. Akşam yemeğini başkonsolosluk konutunda yiyecektik. İçeri girdik: başkonsolos çok öfkeli ve üzgündü. Sebebi ben sormadan o anlattı: “Hocam, din istismarı, düşünebileceğiniz boyutları aştı, artık tam bir çeteciliğe.

tam bir dehşete dönüştü. Adamlar. Almanların sattıkları etlerin kullanım tarihi geçmişlerini toplamış, üzerlerine ‘helal gıda' damgası vurup Almanın sattığı fiyatın bir buçuk katına bizim yurttaşlara satmışlar. Yiyenlerin bir kısmı zehirlenmiş. İçlerinde ağır vakalar var. Durum bize intikal ettirildi. Ben biraz önce hastaneden geldim. Bu nasıl iştir hocam, böyle din mi olur, böyle Müslümanlık mı olur. Almanlar bu olup bitenleri izliyor. Bu adamlar bize ve dinimize neden saygı duysun?”

İşte size, helal gıda tezgâhından bir kesit. Eşeleyin, hemen hepsinde buna benzer çıkar oyunları göreceksiniz. Dillerine doladıkları temel üçkâğıt şu: “İslâmî kurallara göre kesilmiş et...”

“İslâmî kurallara göre kesilmiş” ne demek? Böyle bir kıstas mı var? Müşriklerin kestikleri etler yenmez, Ehlikitap denen Yahudi ve Hıristiyanların kestikleri yenir. Buna ilave edilecek bir tek kural var: Kesimin hijyenik olması. Başka bir kural yok. Bir mezhebin fetvasıyla değil, bütün mezheplerin ittifakıyla, Ehlikitap diye anılan Yahudi ve Hıristiyanların kestikleri etler, hiçbir kayıt ve şart aranmaksızın helaldir: yenir. Yeter ki kesilen hayvan, eti helal bir hayvan olsun. Bu gerçek halktan saklanarak ‘helal gıda' veya ‘İslâmî usulle kesim' rantçılarına vurgun imkânı hazırlanmaktadır.

Allah ile aldatmanın muhteris vurguncuları, ‘helal* kavramını birtakım uydurma yollarla belirlerken başkalarının hakkına tecavüzün bir haramlaşma sebebi olduğuna asla değinmezler. Onların aldatmalarına maruz kalan halk da bu gerçeği onlara asla hatırlatmaz. Onlar soymaya, halk da soyulmaya devam eder.

MÜŞRİKLERİN KESTİKLERİ YENMEZ İSE...

Meseleyi Kur'an verileri açısından iyice tahlil ederseniz şu dehşet verici manzarayla karşılaşırsınız: Kestikleri yenmeyecek olanların başında bu ‘helal gıda* kalpazanları gelmektedir. Çünkü bunlar dine yalan söylettikleri, yani Allah'a iftira ettikleri ve riyakârlık yaparak halkı aldattıkları için Mâûn suresinin beyanlarına göre ‘hükmen müşrik’ durumundadır. Ve müşriklerin kestikleri etlerin yenmeyeceğinde en küçük bir tartışma yoktur. Ayrıca Kur'an, müşrikleri ‘bizatihi pislik: neces' olarak nitelemektedir. (Tevbe suresi, 28) Pisliğin helal gıda üretmesi nasıl düşünülebilir?! Meseleye Kur'an açısından bakanlar, bu ‘helal gıda* aldatmacılarının. esasında ‘haram gıda* sektörü yarattıklarını anlamakta gecikmezler.

Yaptıkları iş, açık bir Mâûn suresi ihlalidir.

Mâûn suresi ihlalleri, bu ihlali yapanları hem müşrik damgasıyla damgalar hem de ‘haram yiyici’ damgasıyla. Hal böyle iken bunlar ‘helal gıda'dan nasıl söz edebilirler?!

htt|):www.yıııtgazetesi.coııı.trgundemlıelal-gi(layi-Kıırana-neden-sorımıyorsunuz-h169

55.html

MEĞER TÜRK ADINI HAÇLILAR VERMİŞ …İMİŞ?!

MEĞER TÜRK ADINI HAÇLILAR VERMİŞ …İMİŞ?!

Eski Manisa Milletvekili Şahin Mengü – Aydınlık gazetesinin 3 Ağustos, Cuma günkü sayısında- Türk adının Haçlılar tarafından verildiğini söylemiş…
Türk Milletvekili sorumluluğuna sahip olmuş olan bu sayın kişinin bu uydurma, ya da kökensiz iddiası, tarih bilimini “uydur , uydur söyle “ sanması, ülkemizi, tarihimizi, kültürümüzü yok etmek isteyenlerin ekmeğine yağ sürer.
Bu cahilce iddianın neresini düzeltelim?
1. Haçlı seferleri 1096 da başlamıştır. Bu tarihte haçlılar
2. TÜRK adını karşılarındakine verMEmişler
3. kendilerine karşı koyan savaşçıların Türk adı taşıdığını öğrenmişlerdir!
4. Türk adı Anadolu’da, M.Ö. 2200’de (ikibin ikiyüz) görülmektedir
Bunun Asur, Hitit ve Mısır kaynaklarında okunduğunu Prof. Ekrem Memiş ortaya çıkarmıştır.
Anadolu tarihinde TÜRK adının tarihi budur.
Eski Milletvekili 1096 + 2200 = Üç bin iki yüzyıl yanılmıştır?!.

ASYA’DA TÜRK ADININ DOĞUŞU
Boşver’ci değilseniz ve sabrınız da varsa gerisini, Türk kavramının doğuşunu Asya’da görebilirsiniz:
Kelimenin aslı
5. TÜRÜK’tür. Asya’da “biz Türükler” diye konuşulur
6. Türük, ÖKÜK TÜRÜK cümlesinin kısaltılmışıdır
7. RABBÂNİ CİNS, Tanrısal Tür demektir.(K. Mirşan)
Şeriat devleti kurmak isteyen AKP’lilere Türk adını reddetmenin, bu Rabbânî değerdeki adı reddetmek olduğunu bildirmek isteriz.
Türkiye Cumhuriyeti kurucularının partisi olan CHP’nin Türk adını tartışmakla nasıl bir bilgisizlik içinde kendilerini inkâr etmekte olduklarına da dikkatlerini çekmek isteriz.

TARİHİN DERİNLİKLERİNE İNMEK İSTER MİSİNİZ?
Günümüzden 80bin, bir öteki iddiaya göre 35bin yıl önce, Orta Asya kişisi “insan üstü bir kudrete” inanmıştır.
Bu inanç, çok sayıda bin yıl kafalarda işlenmiş ve ön-atalarımız, M.Ö.8500’lerde kurdukları ilk devlete
• BİR-OY Bil yâni, “Tanrı inancında Qağanlık” adını
vermişler. Bu devletin M.Ö. 4binlerde yeniden yapılanmasıyla
• AT-Oy Bïl, “Tanrıya ulaşma ruhlu Qağanlık”, sonra, M.Ö. 879’da yeniden organize olmasıyla
• TÜRÜK BÏL adını almış…CHP’nin kurduğu Cumhuriyet’in adı da
• TÜRKİYE CUMHURİYETİ olmuştur.

Bu, başka hiçbir ülkenin sahip olmadığı bir tarih ve kültürü ifade eden Türk adını yok etmek, Türkleri tarihten silmek demektir; Dış Güçlerin amacı budur..

HANGİ HAKLA?..
Günümüzdeki siyasal kuruluşlar - Demokrasi gereği- bu tür bir karar alabilirler fakat, onlar gene - demokrasi gereği- yarın yokturlar. Bu geçici haklarıyla
• Kendilerini aşan büyük bir tarih ve kültürü yok etmeye hiç bir şekilde hakları yoktur.

Halûk Tarcan Bilimsel Araştırmacı (CNRS-Paris) 


.

Bu bir oyun (Blog'un özel notu: insanlık düşmanlığı oyunu)

Tuncay Güney: Bu bir oyun

"Ergenekon belgeleri’ evinde çıkan çakma haham Daniel Tuncay Güney: Ergenekon bir ‘oyun’dur ve herkes üstüne düşeni yapar.. Kemalizm iflas etti, global patronlar artık başkanlık sistemi istiyor.

Ergenekon soruşturması, onun evinden çıkan 6 çuval belge ve Ümraniye'de bir gecekonduda bulunanel bombaları ile başladı. O günlerde her sözü ihbar kabul edilen, her açıklaması m...
anşetlere çıkan, TRT ekranlarında ağırlanan Tuncay Güney, Ergenekon soruşturması konusunda farklı açıklamalar yapmaya başlayınca o kesimlerin gözünden düştü. Kanada'da yaşayan ve adını Daniel Tuncay Güney olarak değiştiren Güney, Mustafa Mutlu'ya yazdığı mektupta çarpıcı iddialarda bulundu.

Vatan gazetesi yazarı Mustafa Mutlu bir süre önce Tuncay Güney'i konu alan bir yazı kaleme aldı. Mutlu'nun yazısına Tuncay Güney'den cevap geldi. Güney'in mektubunu olduğu gibi yayınlayan Mutlu mektuptaki çelişki ve detaylara dikkat çekti.

İşte o mektup...

Dünkü yazımda meşhur Ergenekon Soruşturması‘nı başlatan ifadeleri veren ve “sahte haham” olarak bilinen Tuncay Güney‘le ilgili birkaç soru sormuştum. Demiştim ki:

“Ergenekon, bir süre önce Kanada’ya sığınıp kendisini haham ilan eden bu ilginç vatandaşın polise verdiği ifadelerle hayatımıza girdi.

Tuncay Güney’in evinde bulunan çuval dolusu belgeler ve verdiği ifade yüzünden yüzlerce kişi tutuklandı.

Hatta kendisini sorgulayan Adil Serdar Saçan isimli polis şefi bile cezaevine girdi.

Ama ne hikmetse, nasıl olduysa ve kim ya da kimler koruduysa; bu arkadaş salıverildi ve yurt dışına gitmesine izin verildi.

Yani; adamın biri çıkıyor, akıl almaz iddialarda bulunuyor, en kirli ilişkilere tanıklık ettiğini söylüyor ama “temiz” bulunup, postalanıyor...

Doğrusu bu saçmalığın gerekçesini hiçbir zaman anlamadım ve galiba da anlayamayacağım! Sahi; Tuncay Güney denilen “enteresan kişi” neden serbest bırakıldı, bugün neden yok?”

***

Ne yalan söyleyeyim; bu yazıyı Tuncay Güney‘in okumasını ve yanıt yazmasını beklemiyordum.

Dün sabah erken saatlerde kendisinden bir e-posta aldım.

Sözüm ona beni “düzeltiyor” ama aslında bu e-postayla, yazdıklarımdan çok daha karanlık ilişkilerin içinde olduğunu itiraf ediyor!

İşte o e-posta:

***

“Saygıdeğer Mustafa Mutlu

‘Tuncay Güney Neden Unutuldu?’ başlıklı yazınızı okudum.

Taraflı yaklaşımınız yanlış... Yazınızdaki yanlışları düzeltmek isterim.

Gazeteciliği kullanıp ajanlık yapmadım.

Türkiye’deki yetkimi ve yetkimden doğan yeteneğimi kullandım.

2001 yılında Türkiye’nin büyük bir köy-feodal yapı ile yönetildiğini saptadım ve Amerika’ya geldim.

ABD’ye gelirken de uluslararası yetki ve ilişkimi kullandım.

Kanada’da kendimi haham ilan etmedim. 2003 yılında dini eğitim aldım, New York’ta ve haham değil, Rabayli oldum. Görevimi de 32. Gün’e telefonla katıldığım bir programda açıkladım.

Evimde bulunan çuval dolusu belgeler, altı çuvaldı.

İsteseydik 20 çuval bulundururdum.

Unutmayın ben Başbakanlık Devlet Arşivleri’nde görevliydim. O kimliğim de basına verilmişti.

Belgeler ise devletin Türk istihbarat birimlerine ait.

Adil Serdar Saçan işkence yapmasaydı, Amerika’ya kaçmazdım. Ruhum karardı.

Ayrıca “adamın biri” dediğiniz benim görev dosyamı, yaptığım işleri yetkili makamlardan isteyiniz.

İran-Irak-Suriye-Lübnan’da birçok üst düzey yetkili ile görüştüm.

Hangi yetki ile dersiniz?

Basın mı?

Türkiye’de bulunduğum süre içerisinde istediğim basın kuruluşunda çalıştım. Sabah, Milliyet, Akşam gibi...

Solcudan sağcıya, mafyadan PKK’lıya, Manukyan Hanım’dan bakanlara kadar birçok kimse ile teşrik-i mesaim olmuştur.

Türkiye dışını anlatmadım.

Ergenekon mu?

Bu bir oyun ve oyunda herkes üstüne düşeni yapar. Kemalizm iflas etmiştir. Ekonomi ve siyasi hayatımızı yönlendiren global patronlar ‘başkanlık sistemi’ istiyor. Rejim değişiyor. Kürtler haklarını alacak.

Özal’a Amerika, “Türkiye’yi ya büyüt ya küçültelim” dedi.

Türkiye büyüyemedi, küçülecek.

Özal’a, “Büyük Ortadoğu Devleti olsun” demişlerdi;
olmadı.

BOP dayandı kapımıza...

Yazınızdaki yanlış cümlelerinizi düzeltmek çok üzücü...

Hakkımda hiçbir şey bilmeden dedikodu ile yazıyorsunuz.

Unutmayın ki; benim dosyam devlet sırrı kapsamında... Oysa ben TRT’ye çıktığımda, ‘Devlet sırrından çıkarın’ demiştim. Tekrar izleyin TRT röportajımı lütfen. Siz ise küçültücü cümleler kullanıyorsunuz... Oysa ben bir görev adamıyım ve halen işimi yapıyorum.

Bu yazımı köşenizde düzelterek yayınlarsanız sevinirim.

Tekrar hakkımda bir şey yazmak isterseniz. Telefon açabilirsiniz. Telefonum: (.... .... .... ....)

Saygı ve dostça...
Daniel Tuncay Güney"

.
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...