Ermenistan'ın bu sözde "yumuşama sinyalini" (!) pazarlayan sadece Mehmet Ali Birand değildi. CNN TÜRK diplomasi danışmanı Yalım Eralp de, Erivan'ın bu açılımının arkasında Hrant Dink cinayetinin iki ülkeyi birbirine yakınlaştırmasının olduğunu söylüyordu.
AGOS gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, 19 Ocak 2007 tarihinde uğradığı bir suikast sonucu yaşamını kaybetti. Hrant Dink'in öldürülmesinden beş gün sonra, 24 Ocak günü Kanal D isimli televizyon kanalının akşam haberlerinde, Mehmet Ali Birand, "belki de Hrant boşuna ölmedi" diyerek Ermenistan Dışişleri Bakan Yardımcısının demecini aktarıyordu. "Erivan'dan ilişkilerde yumuşama sinyali geldi. Ermenistan Dışişleri Bakan Yardımcısı Arman Kirakosyan, Erivan'ın Ankara ile ön koşulsuz diplomatik ilişki kurmaya hazır olduğunu söyledi" diye sunulan haberde Ermenistan Dışişleri Bakan Yardımcısı'nın şunları söylediği belirtilmekteydi:
"Üzücü olan, iki devlet arasında diplomatik ilişki bulunmamaktadır. Ermenistan'ın dediği odur ki hiçbir ön koşul olmadan diplomatik ilişkilerin başlamasına hazırız. Bunun için Hrant Dink çalışıyordu ve konuşuyordu. Ümitliyiz ki Türkiye'nin bu arzusu iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiyi ilerletecek ve güçlendirecektir"
Ermenistan'ın bu sözde "yumuşama sinyalini" (!) pazarlayan sadece Mehmet Ali Birand değildi. CNN TÜRK diplomasi danışmanı Yalım Eralp de, Erivan'ın bu açılımının arkasında Hrant Dink cinayetinin iki ülkeyi birbirine yakınlaştırmasının olduğunu söylüyordu. Eralp, "Hrant buna çok sevinirdi. Onun boşuna ölmediğini ummak istiyorum" diyordu.
Hrant Dink'in öldürülmesinin üzerinden bir yıl geçti. Dink cinayetinden bir yıl sonra Ermenistan Dışişleri Bakan Yardımcısı Arman Kirakosyan, bu sefer de Cumhuriyet gazetesinden Leyla Tavşanoğlu ile yaptığı söyleşide (Cumhuriyet, 20.1.2008) Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesini dilediklerini ifade ederek "Bunun için hiçbir ön koşulumuz yok" demektedir. Kirakosyan, Ermeni diasporası tarafından sözde soykırım meselesinin Türkiye'ye kabul ettirilmek istenmesine ilişkin ise "Bizim onlara baskı yapma gibi bir gücümüz yok" şeklinde konuşmaktadır.
Bugün Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkiler neden normal değil? İlişkilerdeki gerginliğin tek nedeni sözde Ermeni Soykırımı ile ilgili iddialar mı? Ermenistan'ın ilişkilerin normalleşmesi için hiçbir ön koşulu öne sürmemesi gerçekten bir iyi niyet belirtisi ya da bir yumuşama sinyali mi?
İlginçtir ki, ne Mehmet Ali Birand'ın haberinde ne de Cumhuriyet'ten Leyla Tavşanoğlu'nun söyleşisinde Ermenistan-Türkiye ilişkilerindeki gerginliğin asıl nedeni hakkında bir açıklama var. Her ikisi de Türkiye'nin Ermenistan ile ilişkilerindeki gerginliğin gerçek nedeni konusunda Ermenistan Dışişleri Bakan Yardımcısı'na sorulması gereken asıl soruları sormamakta, aksine sadece Ermenistan'ın tezlerinin Türkiye kamuoyu gözünde meşruiyet kazanmasına yardımcı olmaktadır.
Gerçekte söz konusu olan Ermenistan'ın bir yumuşama sinyali vermesi değil, Türkiye'nin yumuşatılmaya çalışılmasıdır. Ermenistan Dışişleri Bakan Yardımcısı'nın söylediği gibi iki ülke arasında diplomatik ilişki yoktur. Peki, neden?
Madem Hrant Dink bu konuda çalışıyordu, o zaman sözü Hrant Dink'e bırakalım ve Türkiye ile Ermenistan arasında neden diplomatik ilişki olmadığını Dink'ten öğrenelim. Hrant Dink, kendisi ile yapılan bir söyleşide bu konuda şunları söylüyordu:
Soru: Ermenistan'ın Türkiye'den beklentileri neler?
Hrant Dink: Diplomatik ilişkilerin kurulmasını, sınırların açılmasını ve görüşmelerin ön koşulsuz başlamasını istiyor.
Soru: Türkiye dostluğu geliştirmek için Ermenistan'dan hangi adımları atmasını istiyor peki?
Hrant Dink: Karabağ'da işgal ettiği bölgelerden çekilmesini, soykırımın dünyaca tanınması ısrarından vazgeçmesini ve bugünkü sınırı belirleyen Kars-Gümrü Anlaşmasını Ermenistan'ın tanımasını istiyor. Oysa Ermenistan Devlet Başkanı Koçaryan, "bizim Türkiye'den toprak talebimiz yok" diye çok net söyledi. Ermenistan hükümeti soykırım konusunda da "bu işin lokomotifi ben değilim. Soykırımı kabul edin diye benim diplomatik, siyasi bir talebim yok. Bu diasporanın işi. Ben onu bu çabasında ancak desteklerim. Çünkü bizim tarihsel dramımızdır. Soykırımın Türkiye ve dünya tarafından kabul edilmesi bizi sadece memnun eder" diyor." (Radikal, 5.7.2004)
Görüldüğü gibi Ermenistan'ın üç talebi vardır:
• Diplomatik ilişkilerin kurulması,
• Sınırların açılması
• Görüşmelerin önkoşulsuz başlaması…
Türkiye de buna karşılık (Ermenistan'ın "önkoşul" olarak değerlendirdiği) şu talepleri ileri sürmektedir:
• Ermenistan'ın işgal altında tuttuğu Azerbaycan topraklarından çekilmesi,
• Soykırımın dünyaca tanınması konusundaki ısrarından vazgeçmesi
• Bugünkü sınırı belirleyen Kars-Gümrü Anlaşmasını tanıması…
İşte "önkoşul" denilen ve vazgeçilmesi istenilen talepler bunlardır. Ve Hrant Dink cinayetinden hemen sonra Kanal D'nin Ermenistan'ın sözcülüğüne soyunması bu amaç doğrultusunda şekillenmekte, "Erivan'dan ilişkilerde yumuşama sinyali…"nden bahsedilmektedir. Oysa Ermenistan, bugüne kadar sahip olduğu pozisyonu değiştirmiş değildir.
Bu bağlamda şu iki soruyu sormamak mümkün değildir:
1. Ermenistan neden soykırımın dünyaca tanınması konusundaki ısrarından vazgeçmiyor?
Hrant Dink'e göre bunun önemi yoktur. Önemli olan Ermenistan Devlet Başkanı Koçaryan'ın, "bizim Türkiye'den toprak talebimiz yok" demesidir. Oysa asıl bu tür demeçlerin uluslararası ilişkilerde zerre kadar önemi yoktur. Uluslararası ilişkilerde söz, senet değildir. Bunun en güzel örneği 12 Eylül darbesinin lideri Kenan Evren'in, dönemin NATO Başkomutanı General Rogers tarafından verilen sözlü güvence ile Yunanistan'ın NATO'nun askeri kanadına dönüşüne onay vermesidir. Burada Türkiye'nin nasıl bir diplomatik kozu harcadığını ve deyim yerindeyse nasıl "kazık yediğini" artık herkes bilmekte ve teslim etmektedir. Bu nedenle bu tür kişisel demeçlerin diplomaside kalıcılığı ve bağlayıcılığı olamaz. Yarın Koçaryan gider başkası gelir, "bizim toprak talebimiz var" der. İşte o zaman çıkıp "ama Koçaryan böyle demişti" diyemezsiniz. Uluslararası ilişkilerde esas olan devletlerin sürekliliğidir. Uluslararası hukuk da bunu esas alır. Onun için uluslararası ilişkiler, devletten devlete ilişkilerdir. Kaldı ki Ermenistan Devlet Başkanı, diasporanın sözde soykırımı kabul ettirme çabasını desteklediğini de açık açık söylemekte ve "soykırımın Türkiye ve dünya tarafından kabul edilmesi"nin kendilerini memnun edeceğini belirtmektedir zaten.
2. Ama diplomatik ilişki kurulması hususunda, bu sözde soykırım konusu kadar önemli olan diğer mesele, bugünkü sınırı belirleyen Kars-Gümrü Anlaşması'nın Ermenistan tarafından tanınmamasıdır. "Bizim Türkiye'den toprak talebimiz yok" diyen Ermenistan'ın, iki ülke arasındaki sınırı belirleyen anlaşmayı neden tanımadığı merak konusudur. Sınırlar her şeyden önce devletlerin topraklarını birbirinden ayırır. Eğer başka bir ülkeden gerçekten toprak talebiniz yok ise, o ülkeyle aranızda olan sınırı belirleyen anlaşmayı tanımamak mantıklı mıdır?
Ayrıca Türk kamuoyunun gözünden saklanmaya çalışılan nokta da şudur ki, Ermenistan Bağımsızlık Bildirisi'nin 11. maddesinde Türkiye'nin doğusundan "Batı Ermenistan" olarak bahsedilmektedir. Yine Ermenistan bayrağında Ağrı Dağı'nın yer alması ve bu dağın "Ararat" olarak tanımlanması da gözlerden saklanmaya çalışılan bir başka noktadır.
Bu bağlamda, Dink cinayetinin hemen ardından hem Mehmet Ali Birand'ın hem de Yalım Eralp'in gerçekleri gözlerden saklayarak Ermenistan sözcülüğüne soyunmaları ve Hrant Dink'in "boşuna ölmediğini" vurgulamaları yeterince açıktır. Peki, cinayetin üzerinden bir yıl geçtikten sonra Ermenistan Dışişleri Bakan Yardımcısı'na sayfalarını açan Cumhuriyet gazetesinin, yapılan söyleşide Ermenistan'ın neden Kars-Gümrü Anlaşmasını tanımadığına ve Ermenistan Bağımsızlık Bildirisi'nde Doğu Anadolu'dan neden "Batı Ermenistan" (Western Armenia) olarak bahsedildiğine hiç değinmemesi nasıl değerlendirilmelidir?
Bugün artık Hrant Dink'in ölümüyle ne tür sonuçlar elde edilmek istendiği açıktır. Ermenistan Dışişleri Bakan Yardımcısı'nın vurguladığı gibi,"Hrant Dink'in çalıştığı ve konuştuğu" konular da işte bunlardır. ABD'nin Avrupa ve Avrasya'dan sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Daniel Fried'in Dink cinayetinden 15 gün sonra Milliyet'e verdiği demeçte ifade ettikleri ise aslında işin perde arkasını gösterir mahiyettedir. "TCK'nın 301.maddesinin gereksizliğini" vurgulayan Fried, Dink'in cenazesinde atılan "Hepimiz Hrant Dink'iz hepimiz Ermeniyiz" sloganının "harika bir mesaj" olduğunu ve Türklüğe hakaret olmadığını söylemekte, Türkiye'nin Ermenistan'a el uzatması ve Ankara'nın "kendi iyiliği için" tarihini dikkatli bir şekilde incelemesi gerektiğini vurgulamaktadır. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsüne göre Türkiye'nin Irak'a girmesinin ciddi sakıncaları da bulunmaktadır! (Milliyet, 6.2.2007) Türkiye'ye verilen bu mesajların, Dink cinayetinden sonra Türkiye siyasal gündemini işgal eden konularla örtüşmesi dikkat çekicidir.
Son bir yıldır, "Hepimiz Ermeniyiz, hepimiz Hrant'ız" sloganını, ardında gizlediği amaçları sorgulamadan, naif duygularla benimseyen bir kısım yurttaşlarımızın aslında hangi hedeflerin yolunda figüran kılındıklarını değerlendirmelerinde yarar vardır. Sözde Ermeni soykırımını bugüne kadar yazdığı yazılarda, yaptığı söyleşilerde sürekli savunan ve defalarca vurgulayan Hrant Dink'in de aslında hangi amaç doğrultusunda çalıştığının unutulmaması gerekir!
Serdar ANT 20 Ocak 2008 Pazar
Bu milletin tek sahibi var: Kendisi!
Yüksek Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur. İşte parola budur. Türk gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir. Biz de bunu görmekle bahtiyar olacağız. -Mustafa Kemal Atatürk
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:
Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,
Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.
Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!
Ne mutlu Türküm diyene!.
Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,
Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.
Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!
Ne mutlu Türküm diyene!.
Bunları Biliyor muydunuz?
Bunları Biliyor muydunuz?
* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”
* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,
* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,
* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,
*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,
* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,
* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...
* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”
* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,
* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,
* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,
*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,
* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,
* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...