Yüksek Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur. İşte parola budur.
Türk gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir. Biz de bunu görmekle bahtiyar olacağız. -Mustafa Kemal Atatürk
Birçoğunuzun bilmediği, yeni öğreneceği bir üniversite...
Evet İsrail'in başkenti Tel Aviv'de 1956 yılında kurulmuş olan Tel Aviv İslam Üniversitesi'nden bahsediyorum.
Yaklaşık 65 yıldır eğitim vermeye aralıksız devam etmektedir.
Bu üniversitede, Kur'an, hadis, siyer, kelam, akaid, arapça, psikoloji, sosyoloji, tarih, coğrafya, gibi birçok alanda dersler okutulmaktadır.
Öğrencileri Yahudi çocuklar arasından seçerler.
Seçtikleri bu çocukları “Müslüman din adamı” olarak yetiştirip, mezun olabilmeleri için özel çaba harcamaktadırlar.
Daha sonra mezun olan öğrenciler, Müslümanların arasına girip onlarla beraber İslami faaliyetlere girerek Müslümanlarla iletişim kurarlar.
Şunu da belirtmekte fayda var.
Öğrenciler; yetişip mezun olunca, onlara bundan sonraki hayatında kullanacağı isimler verilir.
Örneğin; çocuğun ismi Ariel iken, mezuniyeti sonrası "Ebu Bekir el-Bağdadi" gibi bir isimle karşınızda bulursunuz.
Ve bu çocuklar; inanıp iman ettiğiniz dininizi, sizden iyi bilen, âlim bir şahsiyet olarak fetva aldığınız, arkasında namaza durduğunuz birileri olurlar.
Hatta, cemaat, tarikat kurup müslümanlara önderlik ettikleri olmuştur.
Çünkü bu üniversitede yetişen çocuklar, dünyanın her tarafındaki, nüfusu yoğun Müslüman ülkelere gönderilerek, buralarda faaliyet göstermelerine her türlü olanak sağlanmaktadır. Arkalarında maddi güç sağlayıcıları vardır.
Eveeet...
Şimdi gelelim bu işleri organize eden, her türlü faaliyetleri yöneten, koruyup kollayan, gözeten, dünyanın her tarafına, dini, siyasi, ekonomik alanlarda adamlarını yerleştiren,
Mossad'ın Tel Aviv İslam Üniversitesi'ni kurmasındaki amaç, senin gibi olan; ama senden olmayanları yetiştirip senin içine yerleştirmek ve bu sayede her geçen gün hakimiyetini sağlamlaştırmak.
Başarıyorlar mı peki ?
Gün geçtikçe gücü artıyorsa demek ki başarıyorlar.
Editörün Notu: Değerli okuyucumuz, Yüksek Türkiye ideaimiz için Atamızın şu ifadesini hiç unutmamak gereklidir:
"Bizi yanlış yola sevk eden habisler, biliniz ki çok kere din perdesine bürünmüşlerdir. Saf ve nezih halkımızı hep şeriat sözleriyle aldatagelmişlerdir.
Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz; görürsünüz ki, sıkıntılı dönemler hep din kisvesi altındaki küfür ve alçaklıktan gelmiştir. Onlar her hayırlı hareketi dinle karşılarlar. Halbuki hamdolsun hepimiz dindarız, artık bizim dinin icaplarını, dinin yasaklarını öğrenmek için şundan bundan derse ve akıl hocalığına ihtiyacımız yoktur!
"Bizim dinimiz en makul ve en doğal bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin doğal olması için akla, tekniğe, ilme ve mantığa uygun olması gerekir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur.
"İslam'ın sosyal hayatı içinde hiç kimsenin, bir özel sınıf halinde varlığını sürdürme hakkı yoktur. Kendilerinde böyle bir hak görenler dini kurallara uygun harekette bulunmuş olmazlar. Bizde ruhbanlık yoktur,hepimiz eşitiz ve dinimizin kurallarını eşit olarak öğrenmeye mecburuz."
Yaşar Nuri Öztürk'ün yaşamı da bu hurafelerle, din yobazlarıyla mücadeleyle geçti; İslam'ı din bezirganlarının pençesinden kurtarmak için çabaladı durdu; hayatını buna adadı; İslam'ı din bezirganlarının pençesinden kurtarmak için çabaladı durdu; Cehalete ve halkı kandıranlara savaş açtı. Ve, bir gün bile geri adım atmadı.
İşte atta sizere sunduğumuz yazısı da bunun örneklerindendir.
Ahlak ve slogan
Sadece devlet başkanı değil, aynı zamanda bir düşünce adamı olan Ali İzzet Begoviç, eserinde Kur'an'ın temel mesajlarından birini ifadeye koyarken şöyle diyor: ‘‘Kur'an'da, imana gel ki iyi insan olasın denmiyor. İyi insan ol ki iman etmiş olasın deniyor.’’ (Begoviç, Doğu ile Batı Arasında İslam, s. 158) Begoviç bu sözüyle, ahlakı slogan ve iddianın üstüne çıkaran Kur'an'sal diyalektiğin ruhunu çok güzel biçimde dile getirmiştir. Kur'an diyor ki: ‘‘İman ve zafer yüzlerinizi doğu veya batı yönüne dönmeniz değildir; iman ve zafer, o kişinin tavrıdır ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaba, peygamberlere inanır; malı, içinden gelerek akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, yardım dileyenlere, özgürlüğüne kavuşmak için didinenlere verir; namazı kılar, zekâtı öder. Böyleleri, ahitleştiklerinde sözlerine sadıktırlar. Ferahlık ve sıkıntı zamanlarında, şiddet ve savaş durumunda sabredenlerdir onlar. Özü sözü bir olanlardır onlar. Takva sahipleri de işte onlardır.’’ (Bakara, 177) Ahlak ve özü, işte böylece slogan ve şeklin üstüne çıkaran Kur'an, eminim ki Begoviç'i alnından öpecektir.
Ahlak halinde yaşanmayan din şekil ve slogana, şuur haline gelmeyen iman ise iddia ve inatçılığa mahkûm olur. Slogan, değer üretmekle övünme imkânı bulamayan benliklerin, değer üretenleri övme veya sövme hedefi yaparak tatmin bulmalarının aracıdır. Slogancılığı, şekli ilahlaştırma tutkusu izler. Ve bu tutku yerleşince de din, hayat olmaktan çıkar, nefsin iştah ve kinini tatmin aracı haline gelir. O halde, dinin gerçek anlamda yaşanması nasıl olmalıdır? İslam'ın muazzez peygamberi bu sorunun cevabını ölümsüz bir ifadeye büründürmüştür. ‘‘Ben, ahlaksal güzellikleri tamamlamak için gönderildim.’’ Bunun bize aktardığı pratik mesaj şudur: Din ve ona bağlı olarak Hz. Peygamber, bir ahlak idesidir, bir görüntü modeli değil. Eskilerin kullandıkları bir deyimle, Hz. Peygamber bir tahalluk (ahlaklanma) konusudur, bir teşekkül (şekillenme) konusu değil. Şeklin, ahlaka bağlantısının olduğu noktalar elbette vardır. Bunlar vahyin tespitleriyle açıklanmıştır. Vahyin şekil belirlemediği hususlarda dini ve Resul'ü bir ahlaksal nitelikler kaynağı olarak almak, dinden bereketlenmenin biricik yoludur. Bu yol Resul'ün haliyle hallenme yoludur. Çile, aşk, ıstırap, tevazu, hizmet ve sabır gerektirir. Oysa ki, Resul'ü bir görüntü modeli yapmak, onu belli bir çevre ve coğrafyanın temsilcisi haline getirmek olur. Belli bir coğrafyanın görüntülerini kutsallaştıran bir modelin evrensel mesajların taşıyıcısı olduğuna kimseyi inandıramazsınız. Hem dine yazık olur, hem dindara...
Bir peygamberi gösteri ve resim modeli olarak almanın ucuzluğundan kurtulup onu yeni bir dünyanın yapılandırılmasında bir iman ve aşk modeli haline getirmek için, örfü ilahlaştırmaktan vazgeçmek gerekiyor. Bu gerçeği çok iyi yakalamış olan Peygamber eşi Hz. Aişe, kendisine ‘‘Peygamberimizin ahlakını bize anlatır mısın?’’ diyenlere şu ‘‘prensip cevap’’ı vermiştir: ‘‘Gidin, Kur'an'ı okuyun!’’
Bugünkü Müslüman dünyanın en büyük talihsizliklerinden biri, belki de en büyüğü, Hz. Peygamber'i, bir ahlak ve hareket modeli olmaktan çok, bir şekil ve görüntü modeli halinde algılamasıdır. Bu yanlış algılama sadece bizi vahyin ruhundan uzaklaştırmakla kalmıyor, diğer kitlelerin Kur'an rahmetinden yararlanmasını da engelliyor.
Sonuç şu: Bizler ahlaksal zemini tahrip edilmiş, değerleri birkaç karelik görüntüden ibaret hale getirilmiş bir anlayışı, insanlığın geleceğini kurmaya aday göstermek gibi bir tutarsızlığın temsilcileri durumuna düşürülüyoruz. Ve insanlık, ısrarlı ve haklı bir biçimde şunu soruyor: Bugünü cehenneme çevirenlerin yarınki cennet vaatlerine nasıl inanalım?
Gerçekçi insanlar sıfatıyla atacağımız ilk adım, ‘‘âlemlere rahmet’’ olan Son Peygamber'in üzerine örttüğümüz ‘‘örf şalı’’nı kaldırmak ve Kur'an'ın Muhammed'ini insanlığın tanımasına ve yararlanmasına açmaktır. Başka bir deyişle, sloganlarımızın kutsanması için paravan yaptığımız ‘‘elçi’’nin inat, iddia ve şekil zemininden, ‘‘Allah elçisi’’ Hz. Muhammed'in basiret, hizmet, sevgi ve ahlak iklimine geçişi sağlamak borcundayız. Bizi kurtaracak olan, Arap örflerinin desenleriyle süslü fistan modeli değil, Kur'an ahlakıyla yüklü aşk ve iman modelidir. Bu modeli hayatımıza sokamadığımız sürece, ruhundan ışık yıllarıyla uzakta kaldığımız kuralların görüntülerini ihya etmek bize, eriş ve oluşun kapısını asla aralamayacaktır.
“6- KİTAP veya MAKALE TANITIMI yapın. Attila İlhan, Sinan Akşin, Turgut Özakman, Metin Aydoğan, Banu Avar, Mustafa Yıldırım, Sinan Meydan, Zahide Engin Uçar gibi Atatürkçü yazarlarımızın bir kitabını veya makalesini tanıtın. … Çalışmanızı yayınlayın, geniş kitlelere ulaştırın.
İşte, ben bu görev gereği yaptığım çalışmayı, aynı zamanda bir örnek olsun diye sizlere sunuyorum, başka yapıtları da tanıtmaya devam edeceğim.
Ancak bu ve benzeri faaliyetlerin, Türkiye’yi kımıldatması için binleri, onbinleri bulması gerekiyor. Tanıtılması gereken o kadar çok yapıt, ulaşmamız gereken o kadar çok insanımız var ki... Onun için, söz konusu faaliyetlere sizlerin de, yüzleri, binleri bularak katılmanız gerekiyor. Benim asıl hedefim bu çokluğu yaratmak, bu kurtarıcı birliğin gerçekleşmesini sağlamak!...
*
Mustafa Yıldırım, Zifiri Karanlıkta, 2 Cilt, Ulus Dağı Yayınları, Ank., 2016
Konularında Türkiye'de ve Dünyada birer ilk olan Ortağın Çocukları ve Sivil Örümceğin Ağında kitaplarından sonra, 100 yıllık "din" maskeli saldırının belgesi Zifiri Karanlıkta kitabı da konusunda bir ilktir!
*
“Din kurtarıcısı” maskesiyle öne geçenlerin pek çoğu, siyaset ve ticaret ağında, azınlık milliyetçiliği oyununda birer aktördür. Devletlerini yıkarken bağımsızlığa, gelişmeye, özgürlüğe, kadınlığa düşmanlaşır, yabancıların maşası olup çıkarlar. Yurttaşlarına, dindaşlarına, insanlığa büyük zararlar veren aygıta dönüşürler.
Mustafa Yıldırım, on binlerce sayfalık dava dosyalarını, yine on binlerce sayfalık yayınları, raporları Türkiye ve İran'ın karşılıklı tarihini ele alarak yenileşmeye, kadın haklarına, halk egemenliğine düzenlenen güdümlü isyanları, "din" maskeli diktatörlüğün kuruluşunu Humeyni'nin Kum'dan-Necef'ten Türkiye'ye gönderilen imamların, suikast komutanlarının, yerli ameliyatçılarının izlerini sürdü.
1908 yılından günümüze "Din kurtarıcısı" maskesiyle siyasal-ticari egemenliklerini sürdürmek için, devletlerin her ileri adımına karşı ayaklanan Kürt-Arap şeyhleri, Suudi kralları bağlıları, Necef'teki Humeyni'nin 1976'da başlayan Türkiye örgütlenmesi... Ordunun darbe gerekçeleriyle tasfiye edilişi...
Terör eğitiminden geçirilen, silah-istihbarat desteği verilen, doğrudan yönetilen ekiplerin İmam'ın fetvalarına uygun suikastları, saldırıları, casusluk etkinlikleri...
"Demokrasi" ve "din özgürlüğü" maskesiyle devletlerin ele geçirilişi; liberallerin, solcuların Humeynicilerle toplantıları; Kum'da, Tahran'da temsilci bulunduran Kürt Hizbullahilerin cinayetleri, gerilla savaşı hazırlığı... Türkiye'de ve dünyada eş-zamanlı terör eylemleri, cinayetler...
"İslamcı" maskeli darbenin önünü açan aydınların bazıları, yine o darbecilerin ameliyatçılarınca öldürüldüler. Onların ölümü, aydınların, yazarların, hükümet edenlerin, gazetecilerin, akademisyenlerin ve halkın duyarsızlığının bedeliydi. Batıdan-Doğudan beslenen Hizbullahilerin, etnik milliyetçilerin saldırılarıyla yurdu kaplayan zifiri karanlıkta Türk egemenliğinin bitirilişinin dönemsel bir bunalım olmadığı, 100 yıllık siyasi ikiyüzlülüğün ve halkın vurdumduymazlığının eseri olduğu...
*
Sessizce değil; göstere göstere, bağıra çağıra, öldüre öldüre…
Kürt-Arap şeyhlerinin müritleri Cumhuriyet’e direndi.
Necef’ten ve Kum’dan üç örgütçü imam Türkiye’ye gönderildi.
Sonunda, Türkiye’nin aymazlığından yararlanan Cellad’ın kanlı gecesi başladı.
Altta iki video daha var. İdeali yüksek Türkiye olanlar; lütfen her ikisini de sonuna kadar ve can kulağı ile dinleyiniz.. Çünkü:
"Bir memlekette, namuslular, namussuzlar kadar cesur olmadıkça, o memlekette kurtuluş yoktur." İsmet İnönü
21 Ağu 2016 tarihinde yayınlandı
1 Akıl hastasıdır.
1976 yılında Manisa merkez vaizliği sırasında camilerde vaazlar vermektedir. Vaazlarında her zaman olduğu gibi tefsirleri çarpıtmaktadır. Kendisini bu konuda uyaran cemaat ile sürekli kavga etmiş, cemaati azarlamıştır. Bu olaylardan dolayı 2 ay Manisa Ruh ve Sinir Hastalıkları hastanesi yani akıl hastanesinde yatmıştır.
2 Vaazı esnasında kuranı kerimi yere atmıştır.
Fethullah Gülen vaazı sırasında bazı söylemlerde bulunup Kuran-ı kerimi yere fırlatmıştır. Bu olay sadece bir kez değil iki kez gerçekleşmiştir. Olayların ilki iskenderunda, ikincisi ise Manisa, Salihli, karaman cami de vuku bulmuştur. Prof. Dr. Ahmet Keleş bu olaya bizzat şahit olmuştur.
3 Masondur..
Yeni Şafak gazetesinin ulaştığı belgelerde Mason Mahfili'nden 1972 ile 1976 yılları arasında Fethullah Gülen'e yapılan masonik toplantı davetleri bulunmaktadır. Fethullah Gülen’in masonluğunu vefat eden Said Nursinin talebesi Fethulla gülenin Üzeyir şenler doğrulamaktadır.
4 Cia in bir figürü ve projesidir.
Darbeci terörist örgütün rusya, Ukrayna ve kuzey kore gibi cia in giremediği ülkelerde okulları bulunmamaktadır. Bizzat cia eski şefi graham fuller terörist başına oturma izni verilmesini sağlamıştır. CIA darbeci terör örgütünü ivme kazandırmak finans desteğinde bulunmuştur.
5 Asıl amacı paralel din oluşturmaktır.
Paralel devlet yapılanmasının yanında asıl amaçları islamiyete alternatif yeni Paralel bir din oluşturmaktır. Ve bu sayede tüm dünya Müslümanlarını birbirine düşürecek ve oluşacak olan kaos ortamı Avrupa ve amerikanın işine yarayacaktır.
6 Vatikana gidip papa 2.jean paul un elini öpmüştür.
Darbeci töröristlerin elebaşı 1998 yılında dinler arası diyalog safsatası için vatikana gidip papa 2.jean paul’un elini öpmüştür. Papadan direktifler almıştır. Karşılıklı birbirlerine metiyeler düzmüşlerdir. Darbeci lider ayrıca vatikan topraklarını kutsal topraklar olarak ifade etmiş, vatikanı kastederek, bir an bu kutsal topraklarda ölürsem demiştir.
7 TERÖRİST LİDER BABASININ İMAM OLDUĞUNU FAKAT YAŞADIKLARI YERDEN HALK TARAFINDAN KOVULDUKLARINI İFADE ETMEKTEDİR.
İmamlık anadoluda çok itibar gören bir meslektir. Fakat fertlerinden biri imam olan bir ailenin halk tarafından dışlanması, kovulması akıllara soru işaretleri getirmektedir. Araştırmacılar bunu fetullah gülenin anne babasının gayri Müslüm olmalarına ve gizli şekilde düşmanlara yardım yapmalarına bağlamaktadır.
8 FETHULLAHÇI TERÖR ÖRGÜTÜ YAPILANMASI MASONİK YAPILANMANIN BİR KOPYASIDIR.
Feto terör orgutu yapılanması tamamen masonların yapılanmasına benzemektedir. Masonlar amaçlarına ulaşmak için her yolun mubah olduğuna inanmaktadırlar. Darbeci fetonun da bu inançtan alta kalır bir yanlarının olmadığını rahattlıkla görebiliriz.
9 FETULLAH GÜLENİN KARDEŞİ SEYFULLAH GÜLENİN ADI YAKIN TARİHTE BİR TECAVÜZ DAVASINA KARIŞMIŞTIR.
Darbeci terör örgütü lideri Fetullah Gülen öz kardeşi Seyfullah gülenin adı bir tecavüz davasına karışmıştır. Fakat gerek basındaki ve gerekse hukuk dairelerindeki militanlarından dolayı bu olay kamuoyuna pek yansımadan sümen altı yapılmıştır.
10 Fettullah Gülen Bir yahudidir.
Internetdeki normal kimlik bilgilerine bakıldığında Darbece Fettullah Gülenin anne adın kimi kaynaklarda Refia ve diğer bazı kaynaklarda Rabia olarak geçmektedir. Halbuki Darbeci Fettullah Gülen 1986 yılında almanyaya gitmek için pasaport istek formu doldurmuş bu formda ise anne adını bir Yahudi ismi olan Rabin olarak ifade etmiştir.
Dünyada hiçbir zaman rakip olamayacağınız sektör büyükleri vardır. Basit bir örnek vermek gerekirse araba lastiği firmaları -Michelin Pirelli gibi- bunların gücü sermayeden öte, imalat üstünlüklerinden gelir. Lastik imalatının temeli kautçuk ağacına dayanır ki bu firmalar dünya kautçuk orman bölgelerini satın almışlardır. Haliyle temel hammadde de kendi ellerinde olduğu için bu firmalarla yarışamazsınız.
Dünyadaki çoğu savaşın temeli, stratejik alan veya stratejik malzeme kavgasıdır.
Afganistan demir yataklarına sahipti. Ortadoğu ülkeleri petrol, doğalgaz altın vs.
Uzakdoğu eski zamanda baharat kaynağıydı.. yeni çağda karabiberin gramının altının gramından pahalı olduğunu düşünürsek.
Arjantin Peru gibi Latin Amerika ülkelerinin Avrupalılar tarafından keşfedildikten sonra gemilerle kuş pisliği dağlarını kendi ülkelerine tarımda verimlilik gübre için taşıdıklarını - bugünün üre'si -unutmamak lazım.
Fransa'nın kahve ve şeker kamışı uğruna ordusunun çoğunu sıtmadan kaybedip bugünkü ABD de bulunan verimli ova pozisyonundaki topraklarını -New Orleon gibi- satmak zorunda kalması, Napoleon' un güç kaybedip ingiltere'nin gerisine düşmesine;
Hollanda'nın gemi filoları sayesinde ticaret yollarına hakim olup zengin ülke statüsünde söz sahibi oluşuna sebep hep hammadde savaşlarıdır.. bu uğurda native bir milleti yok edecek ölçüde kıyım yapmaktan kapitalizm geri kalmamıştır.
Bu azgın sömürüye ideolojik olarak karşı duran sembolik ülkeler olmuştur Vietnam ve Cuba gibi. Vietnam'da kapitalistler global göz dağı verirken; Küba, ideolojik karşıtlığın son kalesi gibi hayat memat meselesi mahiyetinde korunmuş ayakta tutulmuştur.
Bir de ipek yolu gibi, baharat yolu gibi bu hammaddelerin kolay, masrafsız ve emniyetli taşınacağı güzergahlar vardır. Tarih boyunca bu güzergahlar bir Doğu'nun bir Batı'nın eline geçmiştir.
Doğu ve Batı'nın savaşı din eksenli değil zenginlik temellidir. Haçlı seferleri gibi Kudüs'ü elde tutmaya yönelik ataklar, bu el değiştirişleri kökten çözmeye yöneliktir.
Ha keza islamı yayma adı altında yapılan cihad ve fetihlerde öyle. Dinler, bu savaşlarda motive edici körük vazifesi görmüşlerdir.
Bu cephelerin lojistik üssü olan yerler bellidir. Malta adası, Kıbrıs, İstanbul vs.
Bana göre dünyanın çatısı Everest tepesi değil İstanbuldur. Tarih öncesinden beri yerleşim alanı olarak göz koyulan tarih boyunca da alınmak istenen. Hz. Muhammed dahil tüm islam liderleri ve orduları yönünü buraya çevirmiş, adeta Osmanlı'ya işaret etmiş, Fatih'e nasip olmuş bir şehir; merkez, köprü üs. Koskoca Batı Roma İmp. yıkılırken uzantısı Bizans, bu korunaklı kale ve vergi toplama noktasında ömrünü bin sene daha uzatabilmiştir.
Biz bin sene kalabilecekmiyiz bilmiyorum ama gercekten şanslı olduğumuz kesin. Şansımız, şu birbirine sınır komşu olmak istemeyecek Uzak Doğu ve Batı arasında tampon oluşumuz.. bizi bi kaşık suda boğabilecek güçte de olsalar bizi yaşatmak isteyecekler. Çünkü araya sıkışmışız sürebilecekleri yer yok.. bu alanı boşaltırlarsa bir taraftan biri dolduracak. Anadolu'ya Doğunun hakim olması veya Batının hakim olması, dünya dengelerini değiştirir.
Bu yüzden ülkemiz üstüne oynanan siyasi ve finansal oyunlar hiç bitmeyecektir. Bize düşen, konumumuzu faydalı şekilde kullanıp teraziyi bozmadan kuvvetlenmektir.
Said-i Nursi, Türkiye’de abartılı bir şekilde tanıtılan şahısların başında gelir. Son yıllarda Said-i Nursi’nin adı gene sık duyulmaya başlandı. Bazı mihraklar, Said-i Nursi’yi kahraman olarak tanıtıyorlar. Said-i Nursi’yi kahraman olarak tanıtan mihrakların en önemli özellikleri Cumhuriyet, Atatürk, milliyetçilik ve milli devlet karşıtı olmaları.
Said-i Nursi taraftarlarının, bu şahısla ilgili olarak özellikle iki konuda çok büyük iddiaları var. Bu iddialar şunlar:
1-Said-i Nursi, İstiklal Savaşı’na çok önemli katkılar yapmıştır. Bu sebeple Said-i Nursi bir kahramandır.
2-Said-i Nursi, Kürtçülüğe karşıdır. Şeyh Sait İsyanı’na karşı çıkmıştır. İsyanın önlenmesi için büyük gayret sarfetmiştir.
Said-i Nursi taraftarlarının bu iddialarının gerçekle hiçbir ilgisi yoktur. Bu iddiaların amacı Said-i Nursi’yi kahraman olarak tanıtarak Atatürk’ün kurduğu üniter bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’ni tasfiye etmektir. Bu iddialardan birincisini bu yazımızda, ikincisini ise bundan sonraki yazımızda inceleyeceğiz. Şimdi, Said-i Nursi’nin İstiklal Savaşı’na katkısının olmadığını, dolayısıyla kahraman olmadığını belgeleriyle açıklayalım:
Said-i Nursi, Mondros Mütarekesi’nden sonra İstanbul’a gelmiş, 1922 yılının sonuna kadar burada kalmıştır. Seyfi Güzeldere, “Gerçek Bediüzzaman Said-i Nursi ve Doktrinleri” adlı kitabında bu hususu net olarak açıklamıştır. Şerif Mardin de Said-i Nursi hakkında yazdığı kitapta bu hususu doğrulamıştır. (1) Bu sebeble Said-i Nursi’nin İstiklal Savaşı’na katılması kesinlikle söz konusu değildir.
Said-i Nursi, İstanbul’da kaldığı 1918-1922 döneminde İstiklal Savaşı’na katkı sayılabilecek herhangi bir çalışma da yapmamıştır. Said-i Nursi, İstanbul’da kaldığı 1918-1922 döneminde Dar-ül Hikmet’ül İslamiye adlı bir kurumda ücretli olarak çalışmıştır.(2)
Said-i Nursi, İstanbul’da kaldığı 1918-1922 döneminde İstiklal Savaşı’na katkı yapmadığı gibi İstiklal Savaşı aleyhinde faaliyetlerde bulunan Kürt Teali Cemiyeti, Teali İslam Cemiyeti ve Kürt Neşriyat Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer almıştır.(3)
Said-i Nursi’nin çalıştığı Dar-ül Hikmet’ül İslamiye, İstiklal Savaşı devam ederken “Bazı gazetelerin dine saldırdıkları gerekçesiyle cezalandırılmaları ve kapatılmaları, Ramazan ayında kıraathanelerde kadınların şarkı söylemesinin engellenmesi, dergilerin kapaklarına kadın resmi basılmaması, taşra memurlarının dine uygun davranması, çocuk düşürmenin önlenmesi, operet oynatılmasının engellenmesi” vb. konularda kararlar alarak gereğinin yapılması için Hükümet makamlarına yazı yazılması gibi faaliyetler icra etmiştir. (4)Said-i Nursi, Dar-ül Hikmet’ül İslamiye’de çalıştığı dönemi “çok mutlu bir dönem” olarak nitelendirmiştir.(5)
Said-i Nursi, taraftarlarınca “BEDİÜZZZAMAN” olarak tanıtılmıştır. Bu kelimenin anlamı “zamanın harikası, asrın mükemmel insanı” demektir. Bu sebeple taraftarlarına göre Said-i Nursi “zamanın en büyük din alimi” dir. İstiklal Savaşı devam ederken Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi, İstiklal Marşı’nın şairi Mehmet Akif Ersoy, Afyon Müftüsü Sait Efendi, Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi, Amasya Müftüsü Hacı Tevfik Efendi, Erzurum’da Hoca Raif Efendi, Isparta’da Şeyh Ali Efendi gibi birçok din bilgini Atatürk’ün yanında yer alarak tüm güçleriyle İsitklal Savaşı’nın kazanılması için gayret göstermişlerdir. Said-i Nursi, gerçekten bir din bilgini olsaydı herhalde bu saydığımız din bilginleri gibi İstiklal Savaşı’na omuz vermesi gerekirdi. Oysa, Said-i Nursi açıkladığımız üzere İstiklal Savaşı’nın en ateşli günlerinde İstanbul’da rahat ve huzurunu bozmadan yaşamayı tercih etmiştir.
Atatürk, İstiklal Savaşı sürecinde Doğu ve Güneydoğu’daki Kürt Aşiretlerini milli mücadeleye kazanabilmek için Said-i Nursi’den yararlanmak istemiş, bu amaçla Said-i Nursi’yi defalarca Ankara’ya çağırmıştır. Ancak, Said-i Nursi, bu çağrıları cevapsız bırakarak savaşın sonu demek olan 1922 yılı sonunda Ankara’ya gelmiştir. Said-i Nursi, Atatürk’ün çağrılarını cevapsız bırakırken Libya’lı Şeyh Ahmet Sunusi,Atatürk’ün çağrısına uyarak Ankara’ya gelmiş, özellikle Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelerde İstiklal Savaşı’na katılımı sağlamak için sayısız vaazlar ve hutbeler vermiştir.(6)
Said-i Nursi, İstiklal Savaşı süresince İstanbul’da kalmasını “Ben, tehlikeli yerde mücahede etmek istiyordum. Siper arkasında mücahede etmek hoşuma gitmiyor. Anadolu’dan ziyade burayı tehlikeli görüyorum.” sözleriyle haklı göstermeye çalışmıştır.(7) Bu sözler ancak bir şartla haklı görülebilir: O daSaid-i Nursi’nin diğer vatanseverler gibi İstanbul’dan Anadolu’ya gizlice silah ve cephane kaçırmak için çalışmış olmasıdır. Gerçekten o dönemde bazı vatanseverler Anadolu’ya geçmeyerek İstanbul’da kalmışlar, kellelerini koltuğa alarak İngiliz ve Fransızların denetimindeki depolardan gizlice kaçırdıkları silah ve cephaneleri gene gizli yollarla Anadolu’ya göndermişlerdir. Birçok vatansever bu uğurda şehit olmuştur. Bu vatanseverler hayatını tehlikeye atarken Said-i Nursi ne yapmıştır? Çalıştığı Dar-ül Hikmet’ül İslamiye’de o zamanın şartlarına göre ıvır zıvır işlerle uğraşmıştır. Bundan başka yukarıda izah ettiğimiz gibi Kürtçü faaliyetlerde bulunmuştur. Bu yüzden Said-i Nursi’nin İstanbul’da kalmasının hiçbir haklı sebebinin olmadığı gün gibi açıktır. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki; “Said-i Nursi’nin İstiklal Savaşı’na çok önemli katkılar yaptığı, bu sebeple bir kahraman olduğu” iddiası kesinlikle yalandır.Said-i Nursi, İstiklal Savaşı’na katılmamıştır. Bu sebeble kahraman da değildir. 1-Şerif Mardin, Bediüzzaman Said Nursi Olayı 2-Mustafa Yıldırım, Meczup Yaratmak, sayfa 71, 3-age, sayfa 65, 73, 74 4- age, sayfa 73, 5-Mardin, age, sayfa 148, 6-Sinan Meydan, Cumhuriyet Tarihi Yalanları 1. Kitap, sayfa 191, 7-Necmettin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said-i Nursi, sayfa 252,
Sentez nedir nasıl yaplır? Sentez, iki maddenin bir araya getirilerek yapay olarak bileşik cisimler oluşturma, bireşimdir.
Kısacası: Türk islam sentezi, şeytanca bir planın ifadesidir.]
Türk İslam sentezini icad eden Arvasi kimdir ?
Ülkücülerin çok sevdiği, milliyetçi ilan ettikleri ve hakkında bahsederken ''hazret'' ''seyid'' gibi ifadeler kullandıkları, Türk İslam sentezini icad eden Arvasi kimdir, nedir, tanıyalım..
Ülkücü Arvasi ve aşireti aslen Araptır,fakat bölgedeki kürt unsurlarla karışması sonucu tamamen kürtleşmiş durumdadır.
Ahmet Seyid Arvasi'nin babası Şeyh Abdülhakim Arvasi Nakşibendi tarikatının önde gelen isimlerinden biriydi. Bütünüyle Nakşi olan bu aşiret Türkiye Cumhuriyeti'nin toprak bütünlüğü ve laik rejimi aleyhine faaliyet gösteren birçok kürtçü - şeriatçı yetiştirdi. Adlarının başında "Seyyid" lakabı bulunan Fehim Arvasi, Ali Arvasi, Abdülbaki Arvasi, Abdülhakim Arvasi gibi tarikatçılar devletin anayasal düzenini yıkarak islami esaslara dayanan bir sistem oluşturma özlemindeydiler; Şefik Arvasi ise kürtçülük üzerine kitap yazan bir kürtçüydü. Birkaç yıl önce Diyarbakır'da infaz edilen kürtçü ideolog Musa Anter'in "Hatıralarım" adlı kitabında Şefik Arvasi'den "değerli bir kürt milliyetçisi" diye bahsedilir. Adı geçen kişilerin hepsi ülkücü Ahmet Arvasi'nin akrabalarıdır. Nitekim Ahmet Arvasi'nin kendisi de koyu bir şeriatçıdır.
Bir kürt ayaklanmacısı olan Sıbgatullah Arvasi ülkücü Ahmet.S Arvasi'nin tam anlamıyla dedesi, yani babasının babası değildir fakat bunların ikisi de Van ve Ağrı illerinde yerleşik bulunan Arvasi aşiretinin mensubu olup birbirleriyle yakın akrabadır. Sıbgatullah efendi 1913'de İngilizlerden aldığı para karşılığında bölgedeki kürtleri kışkırtarak isyan etmelerini sağlamış ama bu ihanetin cezasını ağır ödemişti.
S.Arvasi ülkücülerin gözünde "büyük Türk milliyetçisi"dir fakat aslında akrabaları ve aşireti gibi bir köktendincidir, siyasal islamcıdır. Türk milliyetçiliği diye adlandırdığı irticai fikirler milliyetçiliğin gerçek anlamına tamamen ters düşer. müslüman olmayan Türkleri dışladığı gibi, müslüman Türkleri de mezheplerine göre ayırır. Türklük kavramını nasıl tanımladığını da tahmin ediyorsunuzdur herhalde. Türkiyede yaşayan tüm sünnileri Türk kabul eder, sünni olmayan safkan bir Türk bile onun gözünde 2. plandadır. Müslüman olmayan Türkün arvasinin gözünde hiç değeri yoktur. ama kendi soyundan olan arapları kürtleri çok sever... Laik düzene karşı çıkarak islam şeriatını savunur, ülküsü islam birliğidir. yazdığı kitapları tarafsız bakış açısıyla okuyan herkes, üstü örtülü bir şekilde Atatürk ve devrim düşmanlığı yaptığını kolayca görür.
kendisi Türk olmadığı için yaptığı ülkücü tarifinde TÜRK adı bile geçmez. Bakınız Türk-İslam Ülküsü adlı kitabında "ülkücü"yü nasıl tanımlıyor. Tek kelimesini değiştirmeden aynen aktarıyorum:
"Kendini Allah ve Resulü'nün davasına adamış, sırf Allah rızası için canını, malını ve mevkiini, din ve devleti, müllk ve milleti için fedaya hazır, şanlı, mukaddes, ay yıldızlı bayrağın gölgesinde döğüşen, nefsini düşünmeyen ve ülküsüne fani olmuş yiğitlerdir. Onlar büyük ve şanlı tarihimizin doğurduğu, Allah ve Resulü'nün hizmetine sunulmuş ve küfrün bütün oyunlarını bozan, cesaretini kıran, yolunu kesen kadrolardır. Bunlar Mümin'lere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı onurlu ve zorlu, Allah yolunda savaşanları kınayanların kınamasına aldırmayan yiğitlerdir. Bu nesil Allah'ın İslam alemine ihsanıdır."
Bu tanımlamada "TÜRK" adı geçiyor mu?.. Geçmiyor...
NETİCE İTİBARİYLE ARVASİ TÜRK VE TÜRK MİLLİYETÇİSİ DEĞİL AÇIKÇA ÜMMETÇİDİR.
Ayrıca bu adam Özal döneminde kürt Özal'ı yazılarıyla desteklemiştir. Çünkü Özal'da kendisi gibi nakşi ve kürttür. Yaşı 40'ın üzerinde olan her ülkücü bunu bilir.
Ilaveten; Seyyid Abdülkadir Arvasi, 1919-1925 yılları arsında da Atatürk`ün liderliğindeki Türk İstiklal Harbi ve Cumhuriyet Türkiye`sini yıkmak için İngiltere`yle işbirliği yaptı. Bir Nakşibendi Şeyhi olan Şeyh Sait, Seyyid Abdülkadir`in de desteği ile 8 Şubat 1925`de Cumhuriyet Türkiye`sine isyan etti. Diyarbakır İstiklal Mahkemesi`nin vatana ihanet suçundan idam cezası verdiği Seyit Abdülkadir ve oğullarından Mehmet, 27 Mayıs 1925`te idam edildiler. Öteki oğlu Abdülkadir İran`a kaçtı.
Şeyh Said`e gelince. Melik Fırat`ın `Kürt Şehidi` saydığı bu Nakşibendi Şeyhi vatana ihanetten 29 Haziran 1925`te idam edildi. Özoğlu`na göre, Şemdinan ailesinin bir ferdi olarak Nakşibendi Seyyid Abdülkadir her ne kadar rakipleri Berdirhan aşireti gibi doğrudan bağımsızlığı savunmayıp özerkliği savunuyorsa da, iki açıdan bütün Kürtçü hiziplerin liderlerinin bir simgesidir. Birincisi, Osmanlı Türk devleti çökerken faal olarak Kürtçülük faaliyetlerine başlamıştı.
Şefik Arvasi`nin Said Nursi`nin yakın arkadaşı olduğu belirtilmekte. Arvasilerin Hakkari`nin Arvas`ta toprağının olduğu ve Nakşibendi tarikatının bölgedeki en önemli temsilcilerinden Hakkarili Şemdinan ailesiyle de ilişkileri var. Milletvekili Şeyh Kürdistan Teali Cemiyeti`nin (KTC) kurucu üyelerinden olan Şefik Arvasi 1919 yılında, KTC yayın organı olan Kürdistan gazetesinin başyazarlığını yapmakta ve makalelerinde Kürt kimliğini desteklemektedir.
"Allah, Türk yöneti̇mi̇ni̇ vi̇cdan ve adalet duygusu i̇le akıldan yoksun bırakarak cezalandırmaya karar verdi̇." -Vladimir Vladimiroviç Putin, Rusya devlet başkanı
Yukarıdaki bu ifadeler, tarih önünde söylenmiş, Tari̇he geçen si̇yaset ötesi̇ bi̇r i̇fadedi̇r.
Ey Türk milleti,
Atatürk’ün en önemli hayati vasiyetlerinden olan, "Başımıza getireceğiniz insanların kanındaki cevheri asliyi tahlil etmekten bir an bile feragat etmeyin” uyarısını dikkate almamak ahmaklık değil de nedir?!
Putin'in ifadesini doğrulayan tarih önündeki Türk Yönetimi [bkz: http://yuksekturkiyeideali.blogspot.com.tr/2016/03/biliyor-musunuz-turkiyeyi-kimler.html ] ve onları tekrar tekrar seçip iktidara getirmek suretiyle tarih önünde ahmak - akla düşman duruş sergileyen halkın aymazlığı ve/veya tercihi altta bulunmaktadır.
Kimler tarafından nasıl bir bela ve melanetin içine sokulduğumuzun kanıtıdır:
Abdullah Gül'ün Colin Powell'la Yaptığı Gizli Antlaşma
Dışişleri Bakanıyken Abdullah Gül’ün ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Colin Powell ile gizli bir anlaşma imzaladığı biliniyor.
Gül, Powell ile 9 maddelik gizli bir anlaşma imzaladığını gazeteci Sedat Sertoğlu’na açıklamıştı.
İşçi Partisi, bu 9 maddelik gizli anlaşmayı yayınlayarak Anayasa’ya aykırı eylemlerin odağı haline gelen AKP’nin kapatılması ve Başbakanlık koltuğunda oturan R.T. Erdoğan ve diğer hükümet üyelerinin cezalandırılmaları için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurmuştu.
İşçi Partisi Genel Sekreteri Ferit İlsever, tarafından 13 Nisan 2006 günü Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na sunulan dilekçede şöyle deniliyordu:
İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek 13 Temmuz 2003 günü düzenlediği basın toplantısında AKP Hükümetinin ABD ile yaptığı gizli mutabakatı açıkladı
Doğu Perinçek bu gizli mutabakatın hazırlanışını ve gelişmeleri şöyle açıklıyordu:
“Uzun süredir Türkiye’ye dayatılan mutabakat, ABD Dışişleri Bakanı Powell ile Abdullah Gül arasındaki görüşmelerde iki sayfalık ve dokuz maddelik bir metin halinde kabul edilmiştir.
Abdullah Gül, bu gizli anlaşmayı Sedat Sertoğlu’na itiraf etmiştir (Bkz. Vatan, 24 Mayıs 2003).
Dışişleri Bakanı Müsteşarı Uğur Ziyal’ın 15-19 Haziran 2003 tarihleri arasında Washington temasları ‘Gizli Mutabakat’zemininde yürütülmüştür.
Ziyal’ın temaslarından sonra Dışişleri Bakanlığı’nda yapılan özel toplantıda verdiği bilgiler de ‘Gizli Mutabakat’ile aynı yöndedir. ‘Gizli Mutabakat’, en son 2003 Haziran ayı sonunda AKP Hükümeti ile ABD üst düzey yetkilileri arasında yapılan gizli görüşmelerde sonuca bağlanmıştır.” Açıklanan bu 14 maddelik “Gizli Mutabakat” özetle şöyledir:
1. Irak’ın kuzeyinde bulunan bütün Türk birlikleri ve Türk ordusuna bağlı özel kuvvetler, aşamalı olarak Türkiye sınırları içine çekilecek.
2. Türk ordusu bundan böyle hangi gerekçeyle olursa olsun, sınır ötesi harekâtlarda bulunmayacak. PKK/KADEK’in Türkiye’nin egemenlik alanı dışında takip ve bastırılması harekatlarına da son verilecek.
3. PKK/KADEK’e karşı Türkiye devletinin egemenlik alanı içinde yapılacak askeri harekâtlar için, ABD askeri makamlarına haber ve bilgi verilecek, izin alınacak.
4. Eğer Türk Silahlı Kuvvetleri, PKK/KADEK’e karşı ABD askeri makamlarına bilgi vermeden ve izin almadan harekât yapacak olursa, ABD Hükümeti, ‘Kürt halkına karşı şiddet kullandığı ve soykırım uygulandığı’çerçevesi içinde uyarıda bulunma hakkını kullanabilecek. Bu durumda ABD gerekli gördüğü ambargo ve silahlı müdahale gibi siyasal ve askeri yaptırımları saklı tutacak.
5. Türkiye, ABD’nin İran’a ve diğer Ortadoğu ülkelerine karşı uygulayacağı sınırlı askeri harekâtlara, ABD’nin talep etmesi halinde şartsız olarak üs ve taşıma kolaylıkları sağlayacak, askeri birlik verecek. Türk birliklerinin komuta yetkisi, ABD komutanlığında olacak.
6. Türk ordusunun asker sayısı ve silah kuvveti, ABD’nin uygun bulduğu sayı ve kabiliyete indirilecek, özellikle tank ve ağır silahların miktarı düşürülecek, savaş uçağı sayısı sınırlanacak, bütün silah ve cephane bundan sonra ağırlıklı olarak kısa menzilli taktik savunma kavramına göre ayarlanacak, Türkiye’de bulunan ABD ve NATO irtibat subaylarının görev alanları ve yetkileri genişletilecek.
7. Irak’ın kuzeyinde kurulmuş olan ve ‘Kürdistan’adı verilen devlet resmen ilan edildikten sonra Türkiye tarafından da resmen tanınacak. Türk devletinin böyle bir devletin kuruluşunu ‘savaş nedeni’sayan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi ve bu yöndeki politika ve kararları kaldırılacak.
8. Abdullah Öcalan ve diğer dört lideri dışında bütün PKK/KADEK yönetici ve elemanlarına geniş kapsamlı af çıkarılacak.
9. Etnik grupların yasal siyasete katılmaları önündeki bütün yasal kısıtlamalar ve engeller kaldırılacak. Af yasası ile bağlantılı olarak, PKK/KADEK’e yasal siyaset düzleminde yer alma olanağı sağlanacak, hapiste veya dağda bulunan yöneticilerin siyasal mücadeleye katılmaları için gerekli hukuki ve siyasal önlemler alınacak ve uygulanacak.
10. Kamu Reformu Yasası ve Yeni Yerel Yönetim Yasaları hızla çıkartılacak, Tüdrkiye’deki Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı şehir ve kasabaların belediyelerinin özerkleşmesi süreci kararlı olarak yürütülecek.
11. Türkiye, dört yıl içinde uygulanacak bir planla, üniter devlet yapısını terk ederek, federasyona geçecek.
12. KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, ‘Arafat modeli’denen uygulamayla devre dışı bırakılacak, Kıbrıs’ta Annan Planı bazı küçük değişikliklerle hayata geçirilecek.
13. Ege kıta sahanlığı konusunda Türkiye, Yunan doktrinine daha esnek davranacak, Türk jetlerinin uçuş alanı daraltılacak, sık sık ortaya çıkan ‘it dalaşı’ sorunu Yunanistan rahatsız edilmeden çözülecek.
14. Türkiye’nin Ermenistan ile ilişkileri normalleştirilecek ve iyileştirilecek, sınır ticaretinde Ermeniler lehinde düzenlemeler yapılacak, Ermenilerin Türkiye’ye gezilerindeki bazı sınırlamalar kaldırılacak.
Bu “Gizli Mutabakat” ın ilk adımının, ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell 2 Nisan 2003 tarihinde Türkiye’ye geldiğinde, Abdullah Gül ile yaptığı özel görüşmede hazırlanan 9 maddelik bir planla atıldığı anlaşılmaktadır.
Abdullah Gül, Powell’la yaptığı bu görüşmenin perde arkasını, görüşmeden yaklaşık bir ay sonra Vatan Gazetesi yazarı Sedat Sertoğlu’na anlatmıştır.
24 Mayıs 2003 tarihli Vatan Gazetesinde de aktarıldığı gibi Abdullah Gül, Sedat Sertoğlu’na şunları söylemiştir:
“Ben bu gezileri yapmadan önce, şimdi senin oturduğun koltukta (eliyle koltuğa vurarak) ABD Dışişleri Bakanı Powell oturuyordu.
Onunla 2 sayfalık 9 maddelik bir plan üzerinde anlaştık. Ama ben her yaptığımı kalkıp açıklayamam ki.
Powell, Suriye’ye giderken de benimle konuştu. Gizli olan bir sürü gelişme var.”
Aslında, gerek ülkemizde ve gerekse bölgemizde daha sonra yaşanan gelişmeler de dikkatle incelendiğinde -Gül tarafından da zımnen itiraf edilen- bu plan ve mutabakatın, adım adım uygulanmakta olduğunu saptamak mümkündür.
Bireysel olarak, 5237 sayılı Türk Ceza Yasası’nın, “Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar” bölümünde düzenlenen 302, 304, 305 ve 309. maddelerinde yazılı suçları oluşturan ve ağır cezaları gerektiren bu eylemin, örgütsel anlamda parti kapatma nedeni olacağı ise açıktır.
BU HABER GAZETE VE TELEVİZYONLARDA GÜNLERCE YAYINLANMASINA RAĞMEN ABDULLAH GÜL HİÇBİR ŞEKİLDE BASIN AÇIKLAMASI YAPMAMIŞTIR VE İNKAR ETMEMİŞTİR…
Editörün Ön sözü:
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türk gençliğine birince vazife olarak “Türk İstiklal ve Cumhuriyetini muhafaza ve müdafaa etmek” sözüyle özetlediği hedefi gösterirken, Türk milletine de başına getireceği yöneticilerle ilgili olarak şu hayati öğüdü vermiştir:
“Başımıza getireceğiniz insanların kanındaki cevheri asliyi tahlil etmekten bir an bile feragat etmeyin” İşte, Atatürk’ün en önemli vasiyetlerinden biri budur.
Duygusal bağlarla "Atam izindeyiz" denip duruyoruz ama Atatürk’ün bu hayati vasiyetine aklî bağlarla ne kadar bağlıyız? Yani;
Örneğin, Türk milliyetçisi, Atatürk'ün kurduğu partiye, 'Atatürk ile aynı ortak düşünce, görüşe sahip kişilerin oluşturdukları siyasal topluluğun bulunduğu çatı' sanarak oy verenler, gizli hesaplarla partiye girmiş kişilerin gizli maksatlarına oy vermekte olduklarını biliyor mu?!..(Bkz: Y-CHP)
Ve Siyasilerin hep sıkışınca niçin Atatürkçü kesildiklerinin bilincinde mi?
- TC nin altını oymak için Atatürk'ün kurduğu partinin içine çöreklenip Atatürk'ü ve O'nun partililerini istismar ettikleri hususunu, fanatiklikten yada aklını, idrak etme melekesini kullanmamaktan dolayı ilerlemeye, üstün ahlaka [*] hizmet etmediklerinin bilgi ve bilincinde mi?
- Türk milleti, TC'nin varoluş maksadına yani “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh'' ilkesi'ne ihanet ettiği için kısacası akla düşman bir duruş sergilediği için tarih önünde cezalandırılmakta olduğunun farkında mı?
[*] : Türkiye Cumhuriyeti'nin temel dış politika düsturu olan ve Devlet yönetiminde ve her türlü devlet faaliyetlerinde yönlendirici bir nitelik taşıyan, “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh'' ilkesi, sadece bir parola değil, aynı zamanda bir üstün hukuk kuralıdır.“Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesi bir taraftan yurt içinde huzur ve sükûnu, güven içinde yaşamayı, diğer taraftan da milletlerarası barış ve güvenliği hedef tutar, ilke, hem iç politikanın, hem de dış politikanın temel dayanağıdır. İslam'ın [İslam kelimesi, esenlik ve barış için Allaha teslim olmak demektir] muhtevasında da, bütün insanlığı kucaklayan bir barış mesajı vardır; paylaşım ve insana saygı vardır. Bunun bir uzantısı olarak, Kur'an'da, hiçbir ayırıma gidilmeden insanın ürettiği bütün evrensel değerler kucaklanmaktadır. Barış ve esenlik için değer üreten ve Yaratıcı'ya teslim olan, Yaratıcı dışında hiçbir kavram, kurum ve kişiye teslim olmayan bütün anlayışlar İslam’dır.
Yurtta Sulh, Cihanda Sulh”, Dünyada olabilecek herhangi bir rahatsızlığın herkese zarar verebileceğini, bu yüzden de milletlerin diğer milletlerin sorunlarına kayıtsız kalamayacağını ifade eden Atatürkçülüğünbütünleştirici ilkelerindendir.
“Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” en geniş ve yaygın anlamı ile, teknik bir deyim olan kolektif güvenliği, milletlerarası barışın korunmasını ve devamlılığını da ifade eder.
Halk yığınları ve Yöneticileri bunları bildiği halde, akla düşman bir hal ve gidiş tutturarak, Ortadoğu ve Türkiye'yi savaşa -kan gölüne -kaosa sokturduğu için Allah (yada ne diyorsanız.. evren de diyebilirsiniz), Türkiye'den huzuru kaldırmak suretiyle insanlık tarihi önünde hesap sormakta ve sormaya devam edecektir Tarihin Diyalektiği yoluyla.
--
Türkiye'yi kimler yönetiyor :
Davutoğlu’nun Musevi Kökenleri
Karaylar 1837
Karaylar 1837
Karaylar 1837
Tanınmış Türk tarihçi ve araştırmacı Yalçın Küçüğün tespitlerine göre:
Kırım’daki Karait Musevi cemaati Hazar karallığında 8. ve 9. asırlarda Museviliği seçmiş Tatar ırkından gelmektedir. http://en.wikipedia.org/wiki/Crimean_Karaites
19. ve 20. y.y. da bir miktar Kırımlı Karait aileler Türkiye’ye göçmüşlerdir. Bunların bir kısmı kendini asırlarca sunniymiş gibi tanıtıp, bugünün Türkiyesinde üstelik A.P.de önemli konumlara gelmişlerdir:
* Ahmet Davutoğlu -Davudoff ya da Davutoğlu (Türkçe’de David’in oğlu) Bağdatta 8. asırda Karait sektini kuran Anan Ben- David ile bağlantısı olan Ünlü bir Kırım- Karait ailesinin soyadıdır. http://en.wikipedia.org/wiki/Anan_(Karaite_prince)
*Davutoğlu’nun karısı Sare (Sara), kızları Sefure ve Buke, torunu Aybike geleneksel Kırım Karait isimleri taşımaktalar. http://en.wikipedia.org/wiki/Ahmet_Davuto%C4%9Flu
Cemaat içi evlilik geleneğine uygun olarak Sefure bir diğer Kırımlı Karait ailesinden Özokur’ların oğlu ile evlidir. Özokur ibranice’den tercüme ile saf okuyucu (Pure Karaite) demektir.
*Damadın annesi Ahsen Özokur Forbes zenginler listesinde 960. gelen Ülker imparatorluğunun kızıdır. Ülker ailesi de Kırımlı Karait kökenlidir kaldı ki ailenin hanımağası da İstanbul Sefarad Musevisi cemaatindendir. http://www.forbes.com/profile/ahsen-ozokur
http://www.forbes.com/profile/murat-ulker/#
* Recep Tayyip Erdoğan kendi ifadesine göre Batum’lu Gürcü bir etnik kökenden gelmektedir, aile Rize çevresindeki Potamia köyü orijinlidir. http://en.wikipedia.org/wiki/Recep_Tayyip_Erdo%C4%9Fan
* Karısı Emine Gülbaran Erdoğan Suriye Halep çevresinden bir Sabetay musevisidir. Aile sonraları güneydoğudaki Kürt şehri Siirt’e yerleşiyor. http://en.wikipedia.org/wiki/Emine_Erdo%C4%9Fan
*11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Suriye -Arap orijinli olup bir asır önce Kayseriye yerleşmişlerdir. http://en.wikipedia.org/wiki/Abdullah_G%C3%BCl Karısı Hayrünnisa Özyurt ise Kayserili ve Ermeni kökenlidir. http://en.wikipedia.org/wiki/Hayr%C3%BCnnisa_G%C3%BCl
*Ali Babacan da Sabetayist- Musevi orijinli İstanbullu bir aileye mensuptur. Aile bilahare Ankara’ya yerleşiyor ve güçlü bir tekstil işi kuruyor. http://en.wikipedia.org/wiki/Ali_Babacan
*Milletvekili Bülent Arınç da Egeli bir Sabetayist-musevi aile mensubudur. http://en.wikipedia.org/wiki/Bulent_Arinc
Meclis başkanı Cemil Çiçek de Kırımlı Karait bir aileye mensuptur.
http://en.wikipedia.org/wiki/Cemil_%C3%87i%C3%A7ek
Türkiye’deki Sabetayist aileler hakkında ek bilgi: http://en.wikipedia.org/wiki/Sabbatean
Prof. Küçük’ün Ahmet Davutoğlu’nun etnik kökeni hakkındaki ek bilgi makalesi’nin Türkçesi:
http://www.odatv.com/n.php?n=nereden-cikti-bu-kirim-tatarlari-modasi-1307091200
Kendisi de Suriyeli Sabetay musevisi kökenli olan Prof. Yalçın Küçük hk.
http://en.wikipedia.org/wiki/Yal%c3%a7%c4%b1n_K%c3%bc%c3%a7%c3%bck
Prof. Dr. Murat Kunt
Traveling
Swiss Federal Institute of Technology
HER GEÇEN GÜN DİŞLERİMİZ SIKILIYOR TÜRK, KÜRT, ALEVİ, SUNNİ, LAİK VE YOBAZ OLARAK SAFLAŞIYORUZ VE SÜRATLE KOŞAR ADIM İÇ SAVAŞA DOĞRU GİDİYORUZ.
“Bu coğrafya’ya lâyık bir ulus olduğumuzu kanıtlayamazsak; kara gözümüzün hatırı için,
bizi bu coğrafya’da yaşatmazlar.” -ATATÜRK
“3 bin yılık tarihini bilmeyen insanlar günübirlik yaşarlar.” -Goethe
“Tarihini bilmeyen uluslar çocuk kalırlar." -Anonim
Aşağıdaki video kayıtlarını izleyiniz. Halkın bilmediği gerçekler- tarihi, siyasi, ekomomik, askeri gerçeklerle de - anlatılıyor.
Malumdur ki, Türkiye Cumhuriyeti için, ruhsal varlığımızın evrimi ve ruhumuzun tekamülü eseri olan bağımsızlığımız ve laikliğimiz için, bireysel ve halkımızın şerefi için hepimiz mücadele etmek zorundayız. Aksi halde tüm çocuklarımızın cenaze namazlarını kılmak zorunda kalacağız… Şerefimizden de olacağız. Kazanımlarımızı kaybedip, ruhsal varlık olarak da toptan gerilemiş olacağız. Uyan Türkiye, hala TRUVA SAVAŞI sürüyor! Ancak Türkiye Cumhuriyeti halkı, "içimizdeki Truva Atı" ndan bihaber.. Bu "Truva Atı" nın kim yada kimler olduğunu tespit etmeldir hem de hemen şimdi. Şu durum idrak edilmeden yani Kale'miz içine girilmeden = Türkiye Cumhuriyeti Erki içinde bulunmadan Truva Savaşı tekrar edebilir miydi?! Kale'mizin nasıl içten fethedildiğini bilip, idrak edip, bilinçlenilmezse bugünün TRUVA SAVAŞI' nı nasıl kazanabiliriz ki…!?
HMS Agamemnon
Düşünün ki, 1915'te yani tam 3000 yıl sonra Çanakkale Savaşlarında aynı yöreye saldıran düşmanın gemilerinden birisi Akhalıların komutan Agamemnon'un adını taşıyordu [1]. Bu tesadüf olmayıp, Truva Savaşı'yla ilişkilendirilen bilinçli bir eylemidir, saldırgan siyasetli Avrupalının.
Kayıtlardan da özetle: Ne demiştiTayyip Erdoğan, "Bitaraf olan bertaraf olur!" Malumunuzdur ki, Kendi iktidara geçtiğinden beri bertaraf etmekle meşgul. Kendinden - kendilerinden başkasına yaşam hakkı tanımıyor. Bağımsız, Demokratik, Laik Türkiye Cumhuriyeti ve ona bağlı halkının yaşam hakkını kaldırıyor adım adım... hatta mega adımlarla! Gene "Truva Atı" hilesi ile içimize, Kalemize girdi düşmanlar. Artık sıra bize-evimize, kızımıza geliyor !.. Herbirimizin Kapısına dayanacaklar.! 554 yıl önce -yani 1462 yılında- Fatih Sultan Mehmet [2] ve; Truva savaşından tam 3000 yıl sonra Mustafa Kemal Atatürk [3], "Hektor'un öcünü aldık!" demişti 1915 te. Yani: Tarih tekerrür ediyor ve sıra Bize geldi. Tarih bilincinizi geliştirip genişletin hemen şimdi Yurtsever halkımız, zaman yok.! Konuyu aydınlatan videolar için lütfen tıklayınız : * ABD tertiplerini ve ABD işbirlikçileri açıklanıyor https://www.youtube.com/watch?v=8gIQI5A6HQE Türker Ertürk , ABD tertiplerini ve ABD işbirlikçilerini açıklıyor. * E.Amiral Türker ERTÜRK'ün Olay Yaratan Konuşması.!
https://youtu.be/YDQgYuXJ-sc Her geçen gün di̇şleri̇mi̇z sıkılıyor Türk, Kürt, Alevi̇, Sunni̇, Lai̇k ve Yobaz olarak saflaşıyoruz ve süratle koşar adim i̇ç savaşa doğru gi̇di̇yoruz.
* Eli Kanlı Tayyip Erdoğan bir faşist ve diktatördür.! https://youtu.be/c0t2up7a6QQ Tayyip Erdoğan'a hakaret iddiasıyla yargılanan ve 11 ay 20 gün hapis cezası alan Türker ERTÜRK Mahkeme çıkışında ''Beni susturmak istiyorlar ama Mustafa Kemal'in Askeri olarak susmayacağım,gerekirse bu Vatan için kefen de giyerim, ölüme de giderim'' dedi. * Sonumuz Hayra Alamet değil.! https://youtu.be/V6a4w3_D7v0 Amerika Türkiye'yi Cumhurbaşkanlığı seçiminde seçeneksiz bırakarak ülkemiz üzerinde ki operasyonlarına devam ediyor. Birleşmezsek, uyanmazsak , oyunu fark edemezsek sonumuz hayıra alamet değil. * AKP VE CEMAAT NİÇİN KAPIŞTI.?
https://youtu.be/_TbeAYKEiQw ABD bölgemizde 2 nci bir israili, yani Kürt devleti kurmak istiyor ve AKP ile Cemaat taşeron olarak kullanılıyor. Ordumuza yapılan operasyonlar,Türk üst kimliğimizin tahrip edilmesi,Atatürk ilkelerine, Atatürk'e saldırılması, kırmızı çizgilerimizin aşındırılması bu planın parçasıdır. * Uyan Türkiye Şimdi Ayağa Kalk.! https://youtu.be/iDBoqUviWzo İşgal Altındayız Bölünmeye,Parçalanmaya, İç Savaşa doğru gidiyoruz. Uyan Türkiye Şimdi Ayağa Kalk. Ya da sonsuza kadar susmak zorunda kalacaksın. Notlar: [1] HMS Agamemnon, Britanyalı Kraliyet Donanması için inşa edilen iki Lord Nelson sınıfı ön dretnot zırhlıdanbiridir. 1906'da denize indirilmiş, 1908'de göreve başlamıştır. I. Dünya Savaşı'nda Akdeniz'de görev yapmış, Çanakkale Deniz Savaşı'na katılmıştır.
Agamemnon, ateşkesten sonra, Kasım 1918 yılında İstanbul'a giderek İngiliz filosunun bir parçası oldu. [2] Fatih'in 1462 yılında çıktığı seferi Kritovulos anlatıyor: "II. Mehmet Çanakkale Boğazı'nı ordusuyla birlikte geçti, Küçük Frigya'ya doğru ilerledi ve Ilion'a vardı. Harabeleri ve eski Troya kentinin kalıntılarını gezerek, büyüklüğünü, konumunu, art bölgesinin genişliğini, karayla ve denizle olan ilişkisinin yararlarını inceledi. Akhilleus ve Ajaks gibi kahramanların mezarları hakkında da bilgi aldı. Anılarını ve kahramanlıklarını saygıyla andı ve bu yüce anıyı yaşatan Homeros gibi şairleri bulunduğu için mutlu olduklarını düşündü. Başını yavaştan sallayarak 'Tanrı bunca yıl sonra da olsa bu şehrin ve sakinlerinin öcünü almayı bana bahşetti. Düşmanlarını dize getirmek, şehirlerini talan etmek ve ganimeti Mysia'lılara vermek bana nasip oldu. Geçmişte bu toprakları Grekler, Makedonyalılar, Tesalyalılar ve Peleponezliler talan etmişlerdi. Onların soyundan gelenlere hak ettikleri cezayı ben verdim, o zaman ve daha sonraki yıllarda biz Asyalılara yapılan haksızlık benim gayretlerimle telafi oldu."- Bu çeviri, Stefanos Yerasimos'un "Kostantiniye ve Ayasofya Efsaneleri" adlı kitabından. Görüldüğü gibi, bu alıntıda Fatih Sultan Mehmet, Troya kentinin öcünü aldığını açıkça söylüyor ve kendisinden "Biz Asyalılar" dize söz ediyor. Asyalılık hep Troyalılığın övünülen özelliklerinden birisi olagelmiş. Troya Savaşı da (tıpkı 3 bin yıl sonraki Çanakkale Savaşı gibi) başta Heredot olmak üzere tarihçiler tarafından bir Avrupa - Asya savaşı olarak değerlendirilmiş. Fatih'in Bizans'ı mağlup ederek Troya'nın öcünü aldığı görüşüne İstanbul'un fethinden sonra Batılı kaynaklarda da rastlanıyor. Tarihçi Atabinen, Floransa şehrinde Yunan edebiyatı okutan Demetrius Chalcondylas'ın 1462 tarihinde (yani Fatih'in Troya'yı ziyaret ettiği yıl) yazdığı eserde şöyle bir söylentiyi kağıda döktüğünü belirtiyor: "Vaktiyle Troya şehri Rumlar tarafından tahrip edilmiş olup, İstanbul'un bu Troyalıların (soyundan) geldikleri söylenen yabancılar tarafından zaptı, bir çoklarının ve bilhassa Latinlerin kanaatlarına göre, tedip ve intikam eseri olarak telakki edilmiştir." Kostantinopolis'in kuşatması sırasında kentte bulunan Kardinal İsidore'nin yazdığı bir mektupta Sultan II. Mehmet'e "Troyalıların Prensi" demesi de anlamlıdır. Demek ki, kuşatma altındaki kentte de Türkleri Troyalıların devamı sayanlar varmış. Tarihçi Reşid Saffet Atabinen, Homeros'un İlyada'yı yazdığı ya da topladığı dönemde Avrupa - Asya kavramının Ege denizinin doğu ve batı kıyılarına özgü olduğunu hatırlatıyor ve "Şu halde Troya menşei denilmekten maksat, Avrupa Helenlerine karşı Asya menşeidir" diyor "Türklerin Avrupalılarla Müşterek Troya Menşeleri Efsanesi Üzerinde Araştırma" başlıklı bir kitapçıkta. Yani: Bir yanda Yunanlılar, öte yanda Troyalılar. Bir yanda Avrupalılar, öte yanda Asyalılar! Avrupalı ulusların ve soyluların kökenlerini Troya'ya bağlamak istemelerinin nedeni ise, Ortaçağ'da Troya'nın, yani Asya'nın, üstün cengaverliği ve ahlakı temsil ettiğine inanılmasıdır. Avrupalı kendi soyluluğunu, kökenlerini Asya'ya bağlayarak kanıtlamaya çalışmaktadır.
[3]Sabahattin Eyüboğlu, En büyük Troya savaşlarından biri olan Çanakkale'de yıldızı parlamış olan ve saldırganlara karşı Asyalıların onurunu savunmuş olan Mustafa Kemal'in, Atatürk'ün yanındaki bir subaya "Dumlupınar'da Troyalıların öcünü aldık," dediğini yazmıştır "Mavi ve Kara" adlı denemeler kitabında. Düşünün ki, 1915'te, yani tam 3000 yıl sonra aynı yöreye saldıran düşmanın gemilerinden birisi Akhalıların komutan Agamemnon'un adını taşıyordu.
Kaynak ve geniş bilgi için bkz: http://www.milliyet.com.tr/2004/05/31/guncel/agun.html .
Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,
Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.
Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!
Ne mutlu Türküm diyene!.
Bunları Biliyor muydunuz?
Bunları Biliyor muydunuz?
* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”
* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,
* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,
* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,
*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,
* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,
* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...