CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

Türkiye'yi bu günlere getiren siyasileri tanıyalım. Gerçek Alparslan Türkeş kimdir?


Alparslan Türkeş'in bağlı olduğu Arusi tarikatı ve kripto yahudiler



Alparslan takma adını kullanan Kripto Yahudi Hüseyin Feyzullah Türkeş'in bağlı olduğu Arusilik, hak tarikatlardan biri olan Şazeli tarikatının koluydu. Bu tarikatı ve kollarını ele geçiren kripto Yahudiler, Arusiliği de aynı Mevlevilik gibi aslından kopardılar... Bâtıl bir ayara soktular. Sanatçı Çelik'in annesinin okuduğu sözde ihahilerle, kadın-erkek bir arada sözde zikirler yaptılar...

Arusiliğin son dönemdeki sözde şeyhlerinden Ömer Fevzi Mardin'in annesi bir Fransızdı... Türkeş'in hayatının bir çok zor anlarında Ömer Fevzi Mardin'in kritik yardımları oldu. Zaten sadece Türkeş değil bütün cemaat aynı zamanda gönüllü ajandılar. Amerika'nın CIA'i, İsrail'in Mossad'ı ve İngiliz istihbarat birimleri ile yakın bir ilişki içindeydiler...

Sadece bu bilgilerden yola çıkıp araştırdığınızda bile, Osmanlı'yı yıkanların ve yeni Türkiye Cumhuriyetini kuranların, Türkçülüğü ve Kürtçülüğü kuranların aslında hep Kripto Yahudiler ve Sabetaycılar olduğu gerçeğine ulaşmanız mümkün...

Dünya liderleri olan ülkelerin de desteklerini alarak, o ülkeleri idare eden Dünya Yahudi Konseyi'nin de desteğini alarak Türk milletini neredeyse tarihten sildiler. İslam'ı yasak edip Türkçülüğü bir din haline getirmek istediler. İslam'dan soyutlanmış bir Türkçülük gayreti içine girdiler.

Bakın; Annesi bir Fransız olan Arusi şeyhi(!)

Ömer Fevzi Mardin ve Evanjelist rahip Buchman Türkiye'nin Kore'ye asker göndermesinin "manevi" tarafını inşa etmişlerdi.

Şeyh(!) Mardin'in kitabının adı: "Kore Savunmasına Katılmamızda Dini ve Siyasi Zaruret." idi... Halbuki "Bizim Kore'de ne işimiz vardı?" sorusuna hala daha doğru düzgün cevap verebilen hiç kimse çıkmadı...

Evanjelist rahip Buchman, Sabetayistlerin Yakubi kolundan olan Ahmet Emin Yalman ve Fener Rum Patriği Atenagoras birlikte Eyüpsultan Camisi'ne gidip dua bile etmişlerdi.

Atenagoras Kuzey ve Güney Amerika başpiskoposu iken bir gecede Türk vatandaşı yapılarak ABD Başkanı Truman'ın özel uçağı ile İstanbul'a getirilip Fener Rum Patrikhanesi'nin başına oturtulmuştu.

Sabetayist başbakan Adnan (Ertekin) Menderes, Atenagoras'ın elini öpmüştü.

"Manevi Cihazlanma Derneği" Türkiye'de Ankara valiliğinin 11 Kasım 1966 tarih ve 6/7285 sayılı izniyle kamu yararına çalışan dernek statüsünde kuruldu.

Derneğin başkanı dönemin İstanbul valisi ve önde gelen masonlardan Prof. Fahrettin Kerim Gökay'dı.

Gökay, "İslami hassasiyetleri" ön planda olan, 11 Ekim 1951'de kurulan İlim Yayma Cemiyeti'nin de kurucuları arasındaydı. Derneğin diğer kurucularından biri Said Nursi'nin avukatı Seniyüddin Başak'ın olması herhalde tesadüftü. (?)

Bir başka tesadüf de, derneğe en büyük desteğin masonlar tarafından yapılmasıydı.

Tekrar günümüze dönelim.

Ilgaz Zorlu, Tempo dergisinde yayınlanan mülakatında şunları söylüyor:

"Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) tamamlandığında Türkiye'de adı demokrasi olan Sabataycı oligarşik yönetim hâkim olacaktır… Türkiye Sabataycıları ABD Musevi lobisinde önemli bir konumdadırlar. Türkiye Yahudilerinden daha güçlüdürler. Ayrıca devlet içindeki konumları ve örgütlenmeleri Yahudilerden daha kuvvetlidir… Sabataycıları bir arada tutan dini bir argüman değil, ortak çıkarlarıdır. Cemaat mensupları birbirlerini tanıdıklarında birbirlerine yardım ederler. Sabataycı olmayan birinin Sabataycı cemaatine girmesi mümkün değildir."

Yine, Arusiliğin diğer kripto Yahudi Şeyhi(!) Harun Kan'dı.. Harun Kan'ın gerçek adı; "Aaron Kanduyati” idi...

Aaron Kanduyati İspanya’dan Türkiye’ye göç etmiş Sefarad Yahudisi, 1931 yılında Çanakkale’nin Gelibolu İlçesinde doğuyor, daha sonra Istanbul’a geliyor ve İstanbul’a geldikten sonra müslümanlığı kabul etmiş görünüyor... Harun adını alıyor. Aaron Kanduyati Müslüman(!) olduktan sonra Arusi Tarikatı’nın şeyhi Aziz Çınar Efendi’ye bağlanıyor. Sadece Şeyhliği ele geçirmek isteyenleri değil bütün hepsi kendilerini Müslüman gösteriyorlar.

Artık, 1800'lerin başlarından beri İslam tarikatlarının içine sızan hatta bazılarını tamamen kontrolü altına alan kripto Yahudiler derhal deşifre edilmeliler... Özellikle bütün tarikat ve cemaatlerin yasaklandığı Cumhuriyet'in ilk devirlerinde hiç bir yasaklamaya tabi tutulmayan ve Genel Kurmay başkanı Fevzi Çakmak'ın bile dizinin dibine diz çöktüğü sözde Şeyh Küçük Hüseyin Efendi deşifre edilmelidir. Küçük Hüseyin Efendi'nin kendinden önceki şeyhi Feyzullah Efendi'dir. Türkeş'in babası da bu kripto yahudi sözde şeyhlere muhabbetinden dolayı Türkeş'in adını Hüseyin Feyzullah koymuştur. O ise meydana Alparslan takma adı ile çıkmıştır.

Ha, bu arada kimliğinde Musevi yazdığı halde Küçük Hüseyin Efendi'nin mezarı başında ölü bulunan ünlü iş adamı Üzeyir Garih'in neden cesedinin orada bulunduğu, kendisi bir Yahudi , küçük Hüseyin Efendi bir Müslüman şeyhi biliniyorken neden her hafta onun mezarını ziyarete gittiği de sorgulanmalıdır.

22 sene boyunca Genel Kurmay başkanlığı yapmış olan Fevzi Çakmak'ın öldükten sonra neden Küçük Hüseyin Efendi'nin mezarının yanıbaşına defin edildiği de, Çakmak'ın eşinin daha sağlığında evlerini neden Yahudi cemaatine hibe ettiği ve sinagog yapıldığı da araştırılmalıdır. Bunları araştırmak suç değildir. Aksine büyük bir vatan hizmetidir.

Bu sahte şeyhler deşifre edildiklerinde, bunların siyasi ve ideolojik uzantıları da zaten peşi sıra çorap söküğü gibi meydana çıkacaktır.

http://gercekalparslanturkes.blogspot.com.tr/2013/08/alparslan-turkesin-bagl-oldugu-arusi.html

Türkiye’nin “tapu senedi” Lozan Antlaşmasının 94. yıldönümünü kutluyoruz



Türkiye’nin “tapu senedi” Lozan Antlaşmasının 94. yıldönümünü kutluyoruz. Lozan, Birinci Paylaşım Savaşını sonuçlarını ilan eden Sevr paçavrasını, üzerinden 3 yıl geçmeden yırtıp atan büyük bir diplomatik zaferdir. Ve bu anlamda tektir. Lozan Zaferinin 94. yılında, bu tarihi antlaşmayı bize armağan eden Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü başta olmak üzere kahramanlarımızı bir kez daha saygı ve minnetle anıyoruz. Lozan Antlaşması sonsuza kadar yaşayacaktır. 

Türkiye'ye Yapılan Tüm Kötülükleri, İhanetleri Unutmadık, Unutturmayacağız !









Bu milletin tek sahibi var: Kendisi!

Türk kuvvet ve zekasının yenmediği ve yenemeyeceği güçlük yoktur. [Mustafa Kemal Atatürk]

#1938denbugünü hazırlayanlar, dinleyin, Türk Varlığına kastenlerin sonu er geç, acı olmuştur.

Bizlerin Türk milletine, Türk cemiyetine, Türklüğün istikbaline ait ödevleri bitmemiştir. Biz onları herşeye rağmen tamamlayacağız. Bizden sonrakiler de bu sözü kendilerinden sonrakilere tekrar etsin. Türk Milletine Türk Cemiyetine, Türklüğün İstikbaline ait ödevler, Türk Varlığı için sonsuza değin yaşayacaktır !

.

"Sizin Çanakkale'niz bizim 10 Hiroşima'mız eder." İzleyin




"Sizin Çanakkale'niz on Hiroşima eder! ''

Dönemin Başbakanı  Turgut Özal zamanında gerçekleşmiş bir olay şöyle anlatılır:

Japon eğitim uzmanları gelmiş ve ülkemizin eğitim sistemini incelemiş,

Özal'ın bürokratlarının da hazır bulunduğu bir ortamda raporlarını sunmuş

ve sonuç olarak şunu söylemişlerdi:

“Sizin eğitim sisteminizde milli ruh yok!

” Turgut Özal'ın “Nasıl?” sorusu üzerine şunu anlatmışlardı:

“Biz Japonya'da okula başlayacak çocuklarımıza milli ruh şoklaması yaparız.

Onları önce toplu halde hızlı trenlere bindirir,

dev fabrikalarımızı, teknoloji merkezlerimizi gezdirir

ülkemizin gücünü gösteririz.

Sonra da bu yavrularımızı alır Hiroşima ve Nagazagi'ye götürür,

orada atom bombası atılan ve yıllardır ot dahi bitmeyen alanları gösterir deriz ki:

Eğer siz çalışmaz, bilinçlenmez ve az önce gördüğünüz teknolojiye

sahip olmak için çalışmazsanız sonunuz böyle olur.”

Bürokratlardan biri atılır: “Ama bizim Hiroşima'mız yok ki!”

Japon uzmanın cevabı tokat gibidir:

“Sizin Çanakkale'niz on Hiroşima eder!”



.

#Güncelleme Beylerbeyi'nde gizli anlaşma (2) Deniz Bey, o fotoğrafı çıkarıp bakmanın zamanı geldi! (hafızalarımızı tazelemeliyiz)











[Editörün notu: 15 temmuz öncesi ülekemizde neler olmuştu? 
15 temmuz 2106 ve sonrasında neler oluyor? Bunları soruların yanıtı için, meselelere her açıdan -mümkünse 360 dereceden- bakıp tabloyu tam görebilmek lazım… 
Sürekli beyin yıkama ve subliminal etki ve de çeşitli kanalarla yapılan algı operasyonları var.. Aklımızı ele geçirme faaliyeti bunlar, malum. Yüksek Türkiye idalimize olan sorumluluğumuz için kendi aklımızı özgür kılmak, bağlamamak gerek. Bu da farkındalığın genişliği ve yüksekliği ile olur] 



Beylerbeyi'nde gizli anlaşma




Hürriyet Haber
24 Temmuz 2007 - 12:03Son Güncelleme : 24 Temmuz 2007 - 19:50

Vatan Gazetesi yazarı Zülfü Livaneli'den şok açıklama. Livaneli, CHP lideri Deniz Baykal'ın Başbakan Tayyip Erdoğan'la gizlice buluşup anlaşma yaptığını iddia etti. Livaneli'nin Baykal'a ağır eleştiriler yönelttiği işte o yazı.

Seçimler öncesi CHP’ye zarar vermemek için bildiğim birçok konuyu içime gömerek sustum, bundan sonra da bu parti ve liderine ilişkin hiçbir şey yazmayacağım.

Çünkü bir faydası olacağına inanmıyorum.

Vatan Gazetesi yazarı Zülfü Livaneli'den şok açıklama. Livaneli, CHP lideri Deniz Baykal'ın Başbakan Tayyip Erdoğan'la gizlice buluşup anlaşma yaptığını iddia etti. Livaneli'nin Baykal'a ağır eleştiriler yönelttiği işte o yazı.

İşte o yazı

Seçimler öncesi CHP’ye zarar vermemek için bildiğim birçok konuyu içime gömerek sustum, bundan sonra da bu parti ve liderine ilişkin hiçbir şey yazmayacağım.

Ama bu konudaki son yazımda size bir tanıklığımı aktarmak zorundayım.

Bunu bir borç olarak görüyorum:

***


Deniz Bey lütfen hatırlayın:

19 Aralık 2002 tarihinde karlı bir Ankara gününün akşamında Mehmet Sevigen’in evindeydik.

Ben Cumhurbaşkanı ile görüşmeden geliyordum.

Abdullah Gül Başbakandı, Tayyip Erdoğan’ın ise Meclis’e girme umudu kalmamıştı.

Cumhurbaşkanı Sezer bir gün önce, Tayyip Erdoğan’ın “milletvekili olmadan başbakan olma” önerisini reddetmişti.

Türkiye’nin kaderi o akşam o evde değişti, çünkü siz “Tayyip Erdoğan başbakan olacak!” diye tutturdunuz.

Sizi “Çok tehlikeli bir oyun bu!” diye uyaran parti dışından önemli şahsiyetlere kızdınız, “Hayır!” dediniz “İki ay dayanamaz. Göreceksiniz iki ay dayanamaz.”

Sizin bu iddianıza karşılık ben ne dedim: “Erdoğan herhangi bir kişi değil, bütün tarikatların birleşerek Erbakan’ın yerine seçtiği siyasetçi; arkasında Amerika, Avrupa desteği de var. Program Türkiye’yi ılımlı İslam cumhuriyeti yapma programı. Sizin dediğiniz gibi iki ayda gitmeyecek; tam tersine, bu odada bulunan herkesin siyasi hayatını bitirecek.”

İki ay dayanamaz iddianızı, “görüşleri gereği IMF ile anlaşma yapmaz, ekonomiyi zora sokar ve dayanamazlar.” tezine oturttunuz.




Ama bunların hepsi bahaneydi çünkü siz iki partili rejimin işinize yaradığını anlamış ve seçim sonuçlarına sevinmiştiniz. Çünkü size ana muhalefet partisi lideri olmak ve soldaki rakiplerinizi yok etmek yetiyordu. Bu iş birliğini daha sonra da sürdürdünüz.

O zaman ben sizin Tayyip Erdoğan’la seçim öncesinde Beylerbeyi’nde gizlice buluştuğunuzu ve bir anlaşma yaptığınızı bilmiyordum.

Bu gecenin tanıkları var: Önder Sav, Eşref Erdem, Mehmet Sevigen, Bülent Tanla, Yaşar Nuri Öztürk.

Belki bazıları sizden korkar ve tanıklık etmez ama bir kısmı da bu sözlerin doğru olduğunu açıklar. Yani tanıklar var. Ötekiler de söylemese bile içten içe bunun doğru olduğunu bilir. Siz de bilirsiniz.

Tartışmanın sonunda dediniz ki: “Bu gece birbirimizin fotoğrafını çektik. İki ay sonra çıkarıp bakalım. Ama rotuş yapmadan. Hangimiz haklı çıkmışız?”

Şimdi, 2007 seçimlerinin ardından o fotoğrafı cebinizden çıkarıp bakın Deniz Bey.

Ve düşünün; Meclis grubunda “Erdoğan’ı başbakan yapıyor diyorlar. Evet yapıyorum. Var mı itirazı olan!” diye bas bas bağırmanıza değdi mi?

Erdoğan’la Beylerbeyi’nde gizlice buluşmaya ve size oy veren milyonları hiçe sayarak gizli anlaşmalar yapmanıza değdi mi? (Deniz Bey, biliyorsunuz ki bu gizli buluşmanın da tanığı var.)

Başbakan olmak, elbette Erdoğan’ın demokratik hakkıdır. Ama bunun için olağanüstü çaba harcamak CHP’nin birinci görevi değildir. Üstelik dokunulmazlık kaldırılmadan.

Bir milletvekilinin mazbatasını iptal ettirip, Anayasa’yı değiştirip, grubu baskı altına alıp, Siirt seçimlerini es geçip Erdoğan’ı meclise sokmak ve dokunulmazlık zırhına kavuşturmak için verdiğiniz canhıraş çabanın yüzde birini partiniz için verseydiniz sonuç bambaşka olurdu.

Size o gün söylediğim gibi, Türkiye’nin kaderini değiştirdiniz.

Deniz Bey; sözlerimde en ufak bir çarpıtma varsa çıkıp söyleyin. “Öyle değildi. Böyle konuşmadık.” deyin.

Genel Sekreterinizin ve en yakınlarınızın tanık olduğu bu konuşmayı inkâr edin.

Ya da başınızı önünüze eğin ve tarihin hakkınızda vereceği yargıyı düşünün.

Deniz Bey; çok ağır şeyler yazdığımın farkındayım. O akşamki tartışmaya kadar bir dostluğumuz vardı, bunları yazmak istemezdim.

Ama hem duruma doğru teşhis koyamamanız, hem de aşırı derecede inatçı olma huyunuz yüzünden hepimizi tehlikeye attınız.

Tayyip Erdoğan’ın yüzde 34 oyla meclisin üçte ikisini ele geçirmesinin manivelası oldunuz.

Daha önce Refah Partisi’nin belediyeleri ele geçirmesi de sizin oyları bölmeniz sayesinde gerçekleşmişti..

Tayyip Erdoğan’ların ve yine çok yakın dostunuz olan Melih Gökçek’lerin en büyük şansı sizdiniz.

CHP’nin ise en büyük şanssızlığı oldunuz.

Bu ülkenin sola şiddetle ihtiyaç duyduğu bir dönemde, bütün uyarılarımıza rağmen partiyi sağa çekmekte, Kürtlerden, Alevilerden, solculardan ayırmakta ısrarlı oldunuz.

Erdal İnönü, Hikmet Çetin, Murat Karayalçın, Fikri Sağlar, Ercan Karakaş, Mehmet Moğultay, Seyfi Oktay, Celal Doğan ve daha birçok sosyal demokratla el ele tutuşup halkın karşısına çıkmanız gerekirken; eski MHP’lileri, eski ANAP’lıları, idamla yargılanmış sağcı militanları parti vitrinine çıkarmakta ısrar ettiniz.

Size defalarca “Bir şeyin aslı varken kopyasına kimse bakmaz!” dememize rağmen, sol politikaları değil, MHP çizgisini tercih ettiniz.

Sağcıları ve sekreterinizi Meclis’e sokarken, İsmet Paşa’nın Avrupa Konseyi’nde komisyon başkanı olma başarısını gösteren torunu Gülsün Bilgehan’ı Meclis dışında bıraktınız.

İnanın ki bunları yazarken samimi olarak üzülüyorum. Keşke haklı çıkmasaydım, keşke sizin tahminleriniz doğrulansaydı diyorum ama durum ortada.

Yazık oldu Deniz Bey, hem size, hem partinize, hem de size inanan temiz yürekli sosyal demokratlara.

Artık bundan sonra istifa etseniz de bir etmeseniz de.

Bad-el harab-ül Basra!


http://www.hurriyet.com.tr/beylerbeyinde-gizli-anlasma-6950221

.

#Güncelleme Beylerbeyi'nde Gizli Anlaşma /2/ (hafızlarımızı tazelemeliyiz)

BİR BOMBA İDDİA DA YAŞAR NURİ ÖZTÜRK'TEN 

Zülfü Livaneli’nin, Başbakan Erdoğan’la CHP Lideri Baykal’ın 2002 seçimlerinden sonra bir araya gelip başbakanlık pazarlığı yaptıkları iddiası yeni bir boyut kazandı. O dönem Baykal’ın yakın kurmay kadrosu içinde yer alan Yaşar Nuri Öztürk, Erdoğan’ın, kendisine başbakanlık yolu açılması karşılığında Baykal’a cumhurbaşkanlığını önerdiğini ileri sürdü


Zülfü Livaneli’nin gündeme getirdiği Baykal-Erdoğan görüşmesi hakkında konuşan HYP Genel Başkanı Yaşar Nuri Öztürk çarpıcı açıklamalarda bulundu. Baykal ile Erdoğan’ın Beylerbeyi’ndeki bir yalıda baş başa görüştüklerini belirten Öztürk, Erdoğan’ın Baykal’a cumhurbaşkanlığı sözü vererek kendisine Meclis yolunu açtırdığını söyledi. Öztürk, Erdoğan’ın Baykal’a, “Öztürk’ü pasifize edin” dediğini de savundu. Habertürk Televizyonu’na konuşan Yaşar Nuri Öztürk şunları söyledi:

CUMHURBAŞKANI OL

O toplantı yapıldı. Tanıkları var. Yalı görüşmesinden önce Baykal, Erdoğan’ın Meclis’e girmesine sıcak bakmıyordu. O görüşmeden sonra Mehmet Sevigen’in [1] evindeki toplantıda Baykal birden tavır değiştirdi. Akıl almaz bir biçimde “Erdoğan Meclis’e gelmelidir” dedi. Biz o akşam şaşırdık. Çünkü o güne kadar, Baykal dahil deniyordu ki “Erdoğan gelmemeli ve AKP dağılmalı.”  



O yalı toplantısına katılmayan pek çok kişiden spekülatif nakiller dinledik. İki şey konuşuldu diyorlar:

Birincisi, Tayyip Erdoğan, Deniz Bey’e, “Sen beni Meclis’e taşı. Dokunulmazlıkları falan bırak. Günü geldiğinde biz de sana cumhurbaşkanlığı yolunu açalım” demiş. Yalı toplantısında al gülüm ver gülüm yapıldı.

Sayın Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı adaylığı konuşuluncaya kadar  Deniz Bey, anamuhalefet partisi lideri gibi değil ana muvafakat partisi lideri gibi çalıştı. Çünkü kendisine verilmiş bir söz vardı.

İKİNCİ ŞART

O toplantıya (yalı görüşmesi) şoförlük eden arkadaşımızı bile toplantıya sokmadılar. Orada bir şey daha deniyor:
Erdoğan, Deniz Bey’e, “Yaşar Nuri Öztürk’ü pasifize edeceksin” demiş. Nedeni belli. Öztürk, dışarıdan dayatmalı “Ilımlı İslam” modeline karşı çıkıyor. İçeriden dayatılan “Emevi İslamı”na karşı çıkıyor. Bundan ciddi biçimde rahatsız AKP. Orada bu pazarlık konusu yapılmış. Bize gelen rivayetler böyle.

Baykal’a benim ayrılışımla ilgili kaç defa sorulmuşsa:

“Oraya girmeyelim. Konjoktür öyle gerektirdi. Yaşar Bey, her söylediği dünya tarafından dikkate alınması gereken bir fikir adamı” diye cevap verdi. Baykal’a bir sorum var:

Nedir bu konjonktür? Bunu açıkla.

Baykal, beni partiye çağırırken söylediklerini unuttu. Kitaplarıma atıf yaparak beni çağırdı. Demek ki bir değişiklik olmuş. Kim emretti Öztürk’ü pasifize edeceksin diye? Baykal riske girmedi, birikimine yakışır bir omurga ortaya koyamadı.

İSTİFA ETMESİN

BAYKAL ucuzcu, defolu, hataları var, rahatı tercih eden bir siyasetçi, “Türkiye’yi yönetme riskinin altına girmez” diye Türkiye’yi tahrip operasyonuna destek mi vereceğim. Seçimden hemen sonra yapılan CHP muhalefeti yanlış. Muhalifler kızgınlar, ama seçimden hemen sonra bunu yapmamalılar. Bu hiç olmazsa seçimden 15 gün, bir ay sonra başlar. Bu, CHP’ye bir bindirme hareketidir. CHP üzerinden Türkiye’ye kazık atılıyor. Deniz Bey’e bir çağrım var. Sakın istifa etmesin. Dirensin.

Restoran yolunda kaza atlatmışlar

STAR gazetesi Ankara Temsilcisi Şamil Tayyar [2], dünkü yazısında Erdoğan’la Baykal’ın gizli buluşmasına ilişkin ilginç detaylar verdi:

“Görüşmenin gerçekleştiği mekan, otel/restoran olarak hizmet veren Beylerbeyi’ndeki Bosphorus’tur. Tarih, 22 Şubat 2003. Karlı bir İstanbul akşamı... Görüşme öncesi Brüksel’de bulunan Baykal, doğru İstanbul’a gelip buluşma adresine Bülent Tanla [3] ile birlikte gidiyor. Erdoğan ise gazeteci Haluk Örgün’ün [4] otomobiliyle yollara düşüyor. Direksiyonda Örgün var. O yolculuk sırasında Erdoğan, Örgün’le birlikte karlı yollarda ciddi bir kazanın eşiğinden dönüyor. Bir süre sonra iki lider ilk kez baş başa bir yemekte buluşuyor.

Restoran müşterilere kapatılıyor. Yemek masasının etrafında sadece iki lider var. Tanla ve Örgün, alt katta bekliyor. Garsonların sık sık masaya gitmelerine izin verilmiyor. Yemek üç saat sürüyor. İki lider, memnun ayrılıyor. Ortak görüşleri, buluşmanın çok yararlı geçtiği yönünde. Baykal, görüşmenin gizli kalmasında yarar görüyor. Baykal, Tanla ile birlikte restorandan ayrılırken, Erdoğan, Örgün’ün otomobiliyle Siirtliler Gecesi’ne katılmak üzere Topkapı Eresin Otel’e hareket ediyor. Erdoğan’ın Siirt’ten milletvekili adaylığı konusu görüşülmüş olabilir ama pazarlık iddiası gerçekçi değil. Çünkü Beylerbeyi buluşması sırasında Siirt’teki seçim tarihi 9 Mart olarak belirlenmiş, Erdoğan’ın adaylığı kesinleşmişti.”


Görüşmenin ev sahipleri anlatıyor

2002 seçimlerinden sonra Baykal’ın Beylerbeyi’nde bir restoranda Erdoğan ile gerçekleştirdiği görüşmenin ardından, CHP Lideri’nin kurmayları ile Mehmet Sevigen’in [1] Ankara’daki evinde bir araya geldiği iddiası, tanıklar tarafından da doğrulandı.

CHP Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Sevigen, söz konusu isimlerin yeni milletvekili olması, Ankara’da otellerde kalmaları nedeniyle evde bir yemek organizasyonu yaptığını belirterek, sohbet konularının planlı olmadığını söyledi: “Toplantıda Erdoğan’ın siyasi yasağı gündeme geldi. Genel başkanımız, kendisinin de ifade ettiği gibi seçilmiş bir insanın Meclis’e girememesinin demokrasiye gem vurmak olacağı düşüncesiyle parlamentonya girmesi gerektiğini söylemiştir. Bunun demokrasi için uygun olacağını kaydetmiştir. Ancak ‘iki ayda gider’ diye görüşleri olmamıştır.”

Sohbette cumhurbaşkanlığı seçimlerinin de gündeme gelmediğini söyleyen Sevigen, Beylerbeyi’nde Erdoğan ile Baykal’ın görüşmesine ilişkin bilgisinin bulunmadığını savundu. Sevigen, “Terlikli Zirve” diye ifade edilen toplantı için, “Biliyorsunuz bizde namaz kılınan eve ayakkabıyla girilmez. Genel başkanımız da, arkadaşlarımız da buna saygı gösterip, öyle davranmışlardır” şeklinde konuştu.

İşte o restoran

Erdoğan ile Baykal’ın, yemek yediği Seaport Restaurant daha sonra el değiştirdi. Aydın Aktuğ’a ait mekanı, 1,5 yıl önce Sedat Çelik devraldı. Şimdi Eftelya Restaurant olarak işletiliyor. Çelik iddialara ilişkin açıklama yapmaktan kaçındı.

Tanla da doğruladı

BAYKAL’a bir dönem en yakın isimlerinden biri olan CHP eski milletvekili Bülent Tanla, görüşmeleri doğrulayarak, Beylerbeyi’ndeki yemek organizasyonunun Haluk Örgün’e [4] ait olduğunu, görüşmede kendisininin bulunmadığını söyledi. Tanla, arabasıyla Baykal’ı bu görüşmeye götürdüğünü doğrulayarak:

“Evet benim arabamla gittik. Ben görüşmeye katılmadım. Yine benim arabamla birlikte döndük” dedi. Tanla, “Bu toplantı baş başa yapılan bir toplantı olduğu için içeriğine yönelik bir şey söylemem mümkün değil” dedi.

Hayırlı bir iş yaptık

BAŞBAKAN Erdoğan ile CHP Lideri Deniz Baykal arasında Beylerbeyi’nde bir restoranda gerçekleştirilen görüşmeyi organize eden Haluk Örgün de, görüşmeyi doğrulayarak:

“İnsanlık için, memleket için hayırlı bir iş yaptık” diye konuştu. Örgün, “Biri başbakan, biri Deniz Baykal, otursun, konuşsunlar, anlaşsınlar dedik” şeklinde konuştu. İki lideri de yakından tanıyan Örgün, neden Beylerbeyi’nde görüşme yapıldı sorusuna, “Bir anlamı yok, o gün orası denk geldi. Orada görüşme oldu” dedi.

(Akşam)

--


[1]: Mehmet Sevigen ile ilgil bazı haberler.. Bkz:

ZULFU LIVANELININ BAYKAL HAKKINDAKI IDDIALARI

http://www.birtutamtilsim.com/zulfu-livanelinin-baykal-hakkindaki-iddialari

CHP'LI MEHMET SEVIGEN HAKKINDA INANILMAZ IDDIALAR:

http://www.radikal.com.tr/politika/chpli-mehmet-sevigen-hakkinda-inanilmaz-iddialar-920420/

http://www.hursertekinoktay.com.tr/sevigen-depreminde-arsa-sahibi-sok-aciklamalarda-bulundu.htm


VE MEHMET SEVIGEN ISTIFA ETTI

http://www.ntv.com.tr/turkiye/ve-mehmet-sevigen-istifa-etti,AXK9bnW1M0G0CyzgjkX6kw

http://www.hurriyet.com.tr/paramizi-koyarak-is-yapalim-dedik-11026558


[2] Şamil Tayyar ile ilgili  bir bilgi:

SAMIL TAYYAR'IN KARNI NEDEN AGRIYOR
http://odatv.com/samil-tayyarin-karni-neden-agriyor-2304161200.html



[3]: Eski milletvekili Bülent Tanla (Piar Gallup'un sahibi) ile ilgili bazı haberler: 

RAV SABETAY ZWİSABETAYCILIK   VE TÜRKİYE SABETAYLARI (Dönmelik):

https://tr.scribd.com/document/53936403/Reosta-Operas-Yo-Nu-Sabetaycilik-Ve-Turkiye-Sabetaylari

https://tr.scribd.com/document/53936397/Ozan-Boran-Sabatay-Sevi


[4] Haluk Örgün ile ilgili bir haber:


PARALEL KAYYUMUN İKİYÜZLÜLÜĞÜ http://www.haberkanal.net/m/mansetgoster-mob.asp?haber_no=7318



MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...