CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR
Türkler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türkler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Pazırık Halısının Şifreleri

Pazırık Halısının Şifreleri

Pazırık tepesi Altay dağlarında, birbirlerine oldukça yakın duran birçok kurganın bulunduğu bir bölgedir. Bu kurganlardan bazıları kazılmış ve içlerinden önemli eserler gün yüzüne çıkarılmıştır. Bölge kadim dönemden beri Türk boylarının yerleşim alanı olan Altay dağları çevresi olup, günümüzde Rusya, Moğolistan, Kazakistan ve Çin tarafından paylaşılmaktadır. Her dört ülkede yaşayan Türkler geleneklerini korumaya devam ediyorlar.

1949 yılında arkeolog Sergei Rudenko bu kurganların birinde önemli belki de dünyanın en eski halısını bulmuştur. Pazırık halısı olarak ün salmış olan bu halıda açıklanması gereken birçok şifre vardır. Halının dokunuş tarihi kimi araştırıcalara göre M.Ö. 5ci yüzyıl, kimine göre M.Ö. 3cü yüzyıldır. Halının ebadı 183X200 cm olup halıda 360.000 düğüm bulunmaktadır. Bu düğümlerin çok özel oldukları ve onlara “Türk düğümü” dendiğini biliyoruz. Türk düğümü çift düğüm olup çok sağlam ve uzun süre dayanıklı bir düğüm şeklidir. Bu düğüm İran halılarındaki düğümlerden farklıdır, zira İran düğümü tek düğümdür. Bu özelliğiyle Pazırık halısının bir İran halısı olmadığı, bir Türk halısı olduğu anlaşılmaktadır.

Resimde ortada görülen Pazırık halısının bir Türk eseri olduğunu kanıtlayan birçok gösterge vardır. Halının çevresinde peş-peşe dizilmiş atlılar görüyoruz. Atların tahta eyeri yoktur. Eyer yerinde süslü bir halı görülmektedir. Demek ki o dönemde halı dokuyan Türkler halıları hem çadırların içinde yere sermekte hem de atların üzerinde eyer olarak kullanmaktaydılar. Türkler savaşa gitmeden Atların kuyruklarını düğümlüyorlardı. Bu geleneğin nedeni, savaşta atlarının yaralanmalarını önlemek için uyguladıkları bir tür sihir veya uğur olabilir. Pazırık halısındaki atın kuyruğunu bağlayan ipin sarktığı dahi belirtilmiştir. 

Halının bir köşesi aşınmış olduğundan 24 adet süvari tam olarak görülmüyor. 24 tane de ren geyiği ve halının ortasında 24 tane kutsal simge var. Ren geyikleri peşpeşe ilerler durumda gösterilmiştir. Demek ki, bu halk ren geyikleri yetiştirmekte ve onların etinden, sütünden ve kürkünden yararlanmakta, göç zamanında çadırlarını onlara taşıtmakta idiler. Halının ortasında görülen 24 kare içindeki simge özel bir anlam içeriyor. Bu simgeler elbette ki süs olsun diye halıya dokunmadılar. Belli bir amaç için merkeze yerleştirildiler. Ortadaki simge kadim Türklere ait Tengri veya Tanrı simgesidir. Aynı simge Kırgızistan’daki Saymalıtaş yaylasındaki kayalara yüzlerce defa çizilmiştir. Simge hem dört yöne hâkim Tanrıyı hem de onun yeryüzündeki temsilcisi olan yönetici Kağanı belirtiyor. Zira şekil tam kavram içeren bir “Tamga” idi. Zamanla tamgalar damgalara dönüşmüşlerdir. Halıda 24 süvari ve 24 simge bulunuyorsa, bölgede 24 boy olduğu ve her süvarinin bir boy lideri olduğu belirtiliyor.

Pazırık halısındaki simgenin günümüzden 8.000 yıl öne orta Anadolu’daki Çatalhöyük kültüründe de kullanılmış olduğu resimde görülüyor. Bu simge halen Çatalhöyük evlerinin duvarlarında görülebilir. Simge binlerce yıl, asıl anlamı unutulmuş olsa da, varlığını korumayı başarmıştır. Alttaki resimde Kayseri halısındaki simgeyi görüyoruz.

Doç. Dr. Haluk Berkmen




Bizans Kraliçesi Hazar Türkü Çicek

Bizans Kraliçesi, Hazar Türkü Çiçek .

“Çiçek” ismi Türkçedir ve Hazar Türkleri bu ismi çok kullanır.

Sonradan Vaftiz edilerek Hıristiyan olan ve Bizans Kraliçesi olarak İrene adını alan Hazar Kağanı Bihar'ın kızı olan Çiçek, bir erkek çocuk doğurur. Adı Leo olan bu çocuk, tarih boyunca Hazarlı Leo olarak anılacaktır. 

Bizanlıların "Tzitzak" olarak telaffuz ettikleri Çiçek, düğününde, bir erkek kaftanı giymiştir. Onun bu giyim tarzı Bizanslılar arasında "Tzitzakion" isimli bir moda akımı başlatmıştır. Muhtemelen Orta Asya ve Hazar Türklerinin giydiği Kaftan,  sonradan  Bizans sarayının en favori giysisi haline gelmiştir. 

Nuray Bilgili




BİLGE KAĞAN YAZITI

 Gön.Notu: Türk Medeniyetinin, Türk Ahlâkı'nın ne kadar ilkeli ve kapsamlı olduğunu görüp ders alınsın için paylaşılmıştır.


BİLGE KAĞAN yazıtı ;
BİLİNEN EN ESKİ TÜRK ANAYASASI

(İslamiyet’in kabulünden önce)
1. Tengri (yaratan) Tektir.
2. Her kim ki Tengri'den kut almak dilerse, başkasına yakarmasın.
3. Bir İl, bir Kağan, bir Tengri
4. Bir kına iki kılıç girmez. Bir hatun iki er alamaz ve bir budunda iki töre olmaz. Töre tektir. Töre kesin ve keskindir. Kim ki töreye uya kutlanır. Kim ki töreye kıya katlanır
5. Kimse töreden üstün değildir. Dirlik ve birlik için töre budur.
6. Bir çoban sürüsünden, bir er ailesinden, bir Kağan budunundan sorulur.
7. Her er eşine, atına, pusatına sahip çıkacak.
8. Ana babaya ve ataya tazim durulacak.
9. Hısımına sarılacak, komşusunu gözetecek
10. Er kişi yalan söylemeyecek.
11. Mal çalan, mülk çalan misliyle ödeyecek. Hesabı ya malıyla ya canıyla sorulacak.
12. Kim ki bir ırza musallat olursa, canından olacak.
13. Her kim olursa olsun haksız, aldatıcı iş tutarsa hesabı hemen sorulacak.
14. Cenkten beri duran ya da kaçan tamuya(cehennem) uçacak.
15. Aman dileyene kılıç üşürülmeyecek, sığınana arka dönülmeyecek.
16. Başkaldıranın başı alınacak, hak isteyenin hakkı verilecek.
17. Kimse kimseye üstünlük taslamayacak. Ne ak etin karadan, ne karanın kızıldan, ne kızılın sarıdan farkı olmayacak.
18. Kin ve gururdan uzak olunacak.
19. Mazluma merhamet, zalime azap duyulacak.
20. Zayıfa, yaralıya, çocuğa ve kadına el kaldırılmayacak.
21. Kızı isteyen kağan da olsa, bey de olsa kız istediğine verilecek.
22. Gereksiz yere ağaç kesmeyeceksin, suyu kirletmeyeceksin.
23. Bilmeyip de bildim demeyeceksin, bilene danışacaksın.
24. Bugünün işini yarına bırakmayacaksın.
25. Kusur görmeyecek, kusur aramayacaksın.
26. Güçlüyken affet, zayıfken sabret.
27. Yazgına asi olma.
28. Yaptığın iyiliği unut, yapılan iyiliği unutma.
29. Herkes adaletle iş görecek.
30. Her ne edersen et, yargılanacağını her daim akılda tut.
31. Milletine yaban kalma. İpeğin iyisine, sözün güzeline kanma, onlara boyanma.
32. Kağan odur ki adaleti üstün tutsun, töreyi yaşatsın. Töre yok olursa İl yok olur. İl olmazsa budun kul olur.
33. Ey Türk Oğuz beyleri, ey milletim işitin !!!
" Üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer delinmedikçe senin ilini ve töreni kim bozabilir "
Bilge Kağan Yazıtı, Orhun Irmağı yakınları, Moğolistan
--
Bu yazıt, Bilge Kağan'ın ölümünden (734) bir yıl sonra (735), kendi oğlu olan Tengri Kağan tarafından diktirilmiştir. Bu yazıtta da konuşan, Kül Tigin yazıtında olduğu gibi Bilge Kağan'dır.

Moğolistan'da Orhun Irmağı yakınlarında bulunmaktadır. Bilge Kağan Yazıtı ile Kül Tigin Yazıtı arasındaki uzaklık bir kilometredir. Göktürk yazısı ile yazılmıştır. Bazı bölümleri Kül Tigin Yazıtı'ndan aktarılmıştır. Ondan farklı olarak Kül Tigin'in ölümünden sonraki olayları da anlatmıştır. Kül Tigin kitabelerinin çevresinde Bilge Kağan'ın mezarının etrafında da balballar vardır. Bunları Yollug Tigin yazmıştır.




"TÜRK ADI" KONUSUNDA EN KAPSAMLI ÇALIŞMAYI SUNUYORUZ (2)

Eski̇ Çağ Da Türkleri̇n komşulari olan Çi̇nli̇ler, Hi̇ntli̇ler, Mezopotamyalilar, Anadolu Kavi̇mleri̇, Misirlilar veya Bi̇zanslilar "Turukku", "Ti̇k", "Trüsk" Veya "Turuşka" derken aslinda kendi̇ di̇lleri̇ni̇n yapisina ve yazma di̇li̇ne uygun olarak “Türk” di̇yorlardi.
Türkler i̇le münasebette bulunan tüm kavi̇m veya devletler türkler i̇çi̇n hanedan veya devlet adini i̇fade etti̇kten sonra soylarini i̇fade i̇çi̇nse  Türk” manasina veya kullandiklari di̇l yapisina ve söyleni̇ş tarzina uygun gelen sözler “Türk” adina uyacak adlar İle hi̇tap edi̇yorlardi. 
Bi̇zans kaynaklarinda açikça beli̇rti̇ldi̇ği̇ üzere, Basir’lar (Vi. Asir), Hazarlar (Ix. Asir), Macarlar (Ix-Xi. Asir), Selçuklular, Misir Türk Kölemen Devleti̇, Osmanlilar ayni zamanda “Türk” adı İle zi̇kredi̇lmi̇şlerdi̇r.


"TÜRK ADI BÖLÜM-2"

"TÜRK ADI" KONUSUNDA EN KAPSAMLI ÇALIŞMAYI SUNUYORUZ FRANSIZLARIN “FORT COMME UN TURC” (“TÜRK GİBİ KUVVETLİ”) ATASÖZÜNDE OLDUĞU GİBİ (FARSÇADA “TÜRK”, “GÜZEL” ANLAMINDA SIFAT OLARAK KULLANILIR.


PERSLER M.Ö. 4. ASIRDA , İRAN'IN KUZEYİ SAHALARINDAKİ “ALTAYLI” KAVİMLERE “TÜRK” DEMİŞLERDİR.

BİZANS KAYNAKLARINDA AÇIKÇA BELİRTİLDİĞİ ÜZERE, BASIR’LAR (VI. ASIR), HAZARLAR (IX. ASIR), MACARLAR (IX-XI. ASIR), SELÇUKLULAR, MISIR TÜRK KÖLEMEN DEVLETİ, OSMANLILAR AYNI ZAMANDA “TÜRK” ADI İLE ZİKREDİLMİŞLERDİR.

TÜRK DEVLETİNİN UÇSUZ BUCAKSIZ TOPRAKLARDA BULUNMASI BİRÇOK TÜRK BOYUNUN BİRBİRİ İLE İLİŞKİLERİNİN BULUNMASI ÇİN MÜVERRİHLERİNİN ORTA ASYA’DAKİ TÜRK KAVİMLERİNİN HEPSİNE “KAOÇİ”, YANİ “YÜKSEK ARABALILAR” DEMELERİNE SEBEP OLMUŞTUR.

GÖKTÜRK ÇAĞINA YAKLAŞTIKÇA DA ONLARI, “TİELE” GİBİ, YENİ BİR AD İLE ADLANDIRMIŞLARDIR. BU YENİ ADIN ÇİN TARİHLERİNDE ÇEŞİTLİ YAZILIŞLARI VARDI. ÇİNCE TİELE SÖZÜNÜN, TÜRK SÖZÜ OLDUĞUNDA, BÜTÜN JAPONLAR BİRLEŞMİŞLERDİR.

ÇİN KAYITLARINDA M.Ö. 1100’LERDEN İTİBAREN VE ÖZELLİKLE M.Ö. 1328’DE KUZEYLİ KAVİMLER ARASINDA GÖSTERİLEN TU-KUE, “TİK” VE “TİLERİN DE “TÜRK” OLARAK OKUNABİLECEĞİ GİBİ İLERİKİ YILLARDA BAHSETTİKLERİ TU-ÇÜELERİ "TÜRK"LERİ İFADE ETTİĞİ GÖRÜLMEKTEDİR.

İLK TÜRKLERDE DEĞİL, HAZAR DENİZİ CİVARINDAN ORTA DOĞU’YA, YAKIN DOĞU’YA VE AKDENİZ’İN İKİ KIYISINA, AYRICA HİNDİSTAN VE TANRIDAĞ BÖLGELERİNE DE YAYILAN ÖN-TÜRKLERDE BİLE SIK SIK RASTLANIYOR. “TÜRÜK”, “TÖRÜK” GİBİ ŞEKİLLERİ DE VAR.


M.Ö.3000'LERDE TÜRK’LER EGE KIYILARINA KADAR GÖÇÜP, ORADA DENİZCİ BİR TOPLUM HALİNE GELEREK AKDENİZ’E İYİCE AÇILMIŞLAR.

MISIRLILAR ONLARDAN TARİHLERİNDE, “TU-RUŞKA DENİZ SAVAŞÇILARI” DİYE BAHSETMİŞLERDİR.

HİNTLİLER BUGÜN BİLE TÜRKLERE “TU-RUŞK” VE “TURUHKA” DEDİKLERİNE GÖRE MISIRLILARIN M.Ö. 1400’LERDE KULLANDIKLARI “TURUŞKA” ADININ “TÜRK” KELİMESİNİN BİR ŞEKLİ OLDUĞUNU KABUL EDEBİLİRİZ.

TÜRŞKA’KALARIN BİR BAŞKA GÖÇÜ İTALYA’NIN KUZEY-BATI BÖLGESİNE YERLEŞEN VE M.Ö. 800’LERDE ÜNLERİ İYİCE PARLAYACAK OLAN “ETRÜSKLERDİR.

SONRADAN ROMALILARIN TAKTIKLARI, KELİME BAŞI HARFLERİNİ ATARSAK, “(E)TRÜSK” KAVİM ADIYLA VE SOYKÜTÜKLERİ OLAN (RASENA-ASENA) BOZKURT TOTEMİYLE KARŞI KARŞIYA KALIRIZ.

GÖRÜLÜYOR Kİ GÖKTÜRK DEVLETİNİN KURULUŞUNA KADAR ÇİN SINIRINDAN VOLGA KIYILARINA KADAR UZAYAN VE TEK BİR AD İLE ADLANDIRILAN BOY BUDUN KAVİM VEYA DEVLET HALİNDE YAŞAYAN ZAMAN ZAMAN BİRBİRİYLE DE SAVAŞAN BÜYÜK BİR TÜRK KAVİMLER BİRLİĞİ BULUNMAKTAYDI.

TÜRKLER İLE MÜNASEBETTE BULUNAN TÜM KAVİM VEYA DEVLETLER TÜRKLER İÇİN HANEDAN VEYA DEVLET ADINI İFADE ETTİKTEN SONRA SOYLARINI İFADE İÇİNSE “TÜRK” MANASINA VEYA KULLANDIKLARI DİL YAPISINA VE SÖYLENİŞ TARZINA UYGUN GELEN SÖZLER “TÜRK” ADINA UYACAK ADLAR İLE HİTAP EDİYORLARDI.

TURUKKU, TİK, TRÜSK VEYA TURUŞKA DERKEN KENDİ DİLLERİNİN YAPISINA UYGUN OLARAK “TÜRK” DİYORLARDI.


TÜRK ADI

BÖLÜM-2-

Sevgili Okurlar,

“Türk” adının Türk soyundan gelen kavimlerin hepsine şamil milli bir isim olarak yayılmasını W. Barthold Müslümanların eseri saymaktadır:

“Araplar birçok kavimlerin, VII.-VIII. Asırlarda muharebeler yaptıkları Türklerle aynı dili konuştuklarını görerek, bunların hepsine “Türk” demişler, İslamiyeti kabul eden Türkler de gittikçe bu adı benimsemişlerdir.

Barthold bu görüşüne, “Türk” adının islamiyet hudutları dışında pek intişar etmediğini, mesela ne Rusların, ne de Batı Avrupalılarının Peçeneklere veya Kuman’lara “Türk” demediklerini ve İslamiyeti kabul eden Türklerin hepsini de kendi dillerine “Türkçe” demediklerini de ilave eder. Halbuki “Türk” adının tahminden ve Barthold tarafından zikredilen hususların gerektirdiği genişlikten çok daha yaygın olduğu muhakkaktır. Bazen Gök-Türklerden önceki devirlere giden bu yaygınlıkta Türklerin İslamiyeti kabul etmeleri keyfiyetinin tesiri olmayacağı aşikârdır.

M.Ö. 400'lerde İran'ın kuzeyi sahalarındaki “Altaylı” kavimlere İranlıların Genel olarak “Türk” demeleri dışında, Bizans kaynaklarında sarahatle belirtildiği üzere, Basır’lar (VI. Asır), Hazarlar (IX. Asır), Macarlar (IX-XI. Asır), Selçuklular, Mısır Türk kölemen devleti, Osmanlılar aynı zamanda “Türk” adı ile zikredilmişlerdir.

Hatta coğrafi terim olarak “Türkiye” (Turkia) adı da Orta çağlarda çok geniş sahaları göstermekte idi. VI. Yüzyılda Orta Asya için kullanılan Türkiye tabiri, IX-X. Asırlarda Volga’dan Orta Avrupaya kadar uzanan Hazar e Macar ülkeleri için kullanılmış (Doğu Türkiye=Hazar memleketi; Batı Türkiye=Macaristan), XII. yüzyıldan itibaren de Anadolu’nun adı olmuştur. Mısır Kölemen devleti toprakları da Türkiye diye anılıyordu.

Sevgili Okurlar,

İran rivayetleri arasında da Türk’den söz geçer. Nuh devrine rastlayan Camşid’den sonra gelen hükümdar Faridun, ülkesini 3 oğlu Salm, Iraç, ve Tuvaç arasında taksim eder.

Türk-Çin ülkeleri Tuvaç’a (veya turaç’a) düşer. Iraç’ın oğlu Minuçir, Türk ülkesine yürür ve Turaç neslinden Afrasyab ile çarpışır. Çetin savaşlardan sonra, iki ülkenin hududu ok atmak suretiyle tesbit edilir.

Bu şekilde Balh nehri (Ceyhun = Amuderya) hudud olur. Bundan sonra İran rivayetleri Türk ülkesinden “turan” Fars ülkesinden de “İran” tabirleri ile bahseder. Afrasyab’ın Türkçe’deki ismi tunga Alp Er’dir.

Batı Türkistan’dan en kuzeylere kadar bütün Ortaasya kavimleri, Arap ve İran kaynaklarında Türk adı ile anılmışlardır.

Bu kaynaklara göre, Ak-Hunlar da, Türk idiler. Bunda, İran destanlarında geçen, Turan adının da katkısı vardı. Hatta Türkler hakkında yazılmış olan Arap düşünürü Cahiz, “Horasan dili ile Türkçe veya Türklerin dili arasındaki ayrılık Mekke ve Medine ağızları arasındaki ayrılık gibidir!”, diyordu.

Barthold, Türk kavim adının bu çağda, çok geniş tutulduğu görüşündedir.

Turan deyimi de, Türk adından geliyordu. “Turan” ve “Türk” kelimelerinin kökü “tur” (Tür”) kelimesidir. “Tur + an” bu kelimenin İran’ca, “Tur+k” ise onun Yafethi lisanlarınca ve Fin-Ogur lisanlarından Macarca cem sigalarından ibaret olması muhtemeldir.

“Tuz” kelimesi “Tur” kelimesinin Z ile konuşulan şekil ise kelime teşekkül ve intizam manasına olup İran destanlarında Türklerin ceddi olarak gösterilen “Tuz” da aslında da aslında “Türk” kelimesi ile bir olabilir. M.S. Altıncı Yüzyılda ana dili Türkçe olan bütün boyların her biri değişik bir isimle anılmakla birlikte, bunların hepsine birden “Türk” denilmeye başlanmıştır.

Sevgili Okurlar,

En eski atalarımız aynı dili konuşmaları sayesinde bir tek millet olduklarını anlamışlar ve Türk dili onların birlik sağlamalarında başlıca rolü oynamıştır.

Bugün biz de Türkçemiz sayesinde hepimizin aynı milletin çocukları, yani kardeş olduğumuzu anlıyoruz. Ünlü Macar Türkolog Prof. Dr. Laszla Rasonyi şöyle diyor:” Türk adı menşeinin araştırılması, dikkatimizi, Türk oymak ve has adları konusuna çevirir. Buna pek çok önemli soru bağlıdır; eski Türk isimleri, dağınık Türk dili yadigârları sayıldıkları için, bunların da incelenmesi dil bilginlerini ilgilendirir. Yerleşme tarihi ile uğraşan tarihçiler için de gereklidir.

Çünkü binlerce yıl boyunca, Hoang-ho yanındaki Salar (Singhoa-ting) şehrinden Viyana’ya kadar uzanan sahada sayısız Türk oymak veya has ismi geçer.

Bu ise, sözü geçen geniş alanda Türklerin yaşadığını veya buralarda Türk tesiri bulunduğunu ispat eder. Bunlar ister Abbasi halifelerinin veya Çin hükümdarlarının kumandanlarının veyahut ta Rumen boylarının, Rus Kazaklarının adı olsun bu adların hepsi Türklükle ilgilidir.”

Türk özel isimlerine ait pek zengin kaynaklar olmasına rağmen, bununla şimdiye kadar yeter derecede uğraşan yoktu. Halbuki, yerleşme bölgeleri olan köylere, diğer dillerde olduğu gibi, bunların yanında akan ırmaklara, çevresindeki dağlara, o bölgeye has ağaç ve hayvanlara, jeolojik teşekküllere verilen adlara veya vaktiyle orada yaşayan ulus, oymak veyahut şahsa nispetle adlandırılmış olabilirler.

Bilhassa bu sonuncusu (şahıs adları) önemlidir. Mesela: En eski Türk oymak asıllı Macar köy adları arasında: "Ker (Ker, pek büyük), Kesi (kesek, parça) bu cümledendirler. XVIII. Yüzyılın sonlarında doğuyu dolaşan Georgi Başkurtların köylerine “Çağdaş aksakallar” adının verildiğini söyler.

Olmak veya şahıs adlarından iyelik eki kullanmadan meydana gelmiş köy adları bütün Türk dilleri alanında sınırsızdır. Hatta bugün yalnız Slavca yahut Rumence konuşulan yerlerde bile buna rastlanılır.

Türk dil alanında (Tıpkı Macarca’da olduğu gibi) bir yerin ilk sahibi olan şahsın adı, eksiz olarak köy adı yerinde kullanılır.

Slavca bu adın sonuna –ovo-, -sk v.b. ekler gelir. Mesela Bulgarca Selçikovo, Rusça, Abaşovo, Alatınsk, Akmolinsk, Tarkanovo v.b. Rumencede –eni, eşti ekleri gelir.

Buna örnek olarak Belçireşti, Comandareşti, Tanguzeni v.b. zikredilebilir.

Irmak adları da birkaç bölüme ayrılır. Küçük ırmak adları köy veya şahıs isimlerine izafe suretiyle verilmiş olabilir.

Renk adlarını taşıyan ırmaklara Balkanlardan Çin sınırına kadar rastlanır. Mesela: Karasu Bozyılga, Yeşilüğüz (öz), nehir kıyısı bitkilerine izafe suretiyle Taldısu (söğütlü), Boraşo v.b. Dağ adlarında da durum aynıdır: Bozçuk, Kögmen (gök rengi) gibi.

Daha öz önemli yer, ırmak, tepe ve geçit gruplarında çevre ile ilgili olarak çobanların, kervancıların yeknesak hayatında vukua gelen bir değişiklik veya hadiseye nispetle adlandırılmış olabilirler.

Mesela: Doğu Türkistan’da İştan astı (içdonu astı), Türkistan’da Barsa-Kilmez (varsa gelmez), Anadolu’da Gelin uçtu kayası gibi.

Diğer Türk has isimlerinde kişi ve cemiyet adlarını, başka bir ifade ile has isimler ile oymak ve ulus adlarını ayırabiliriz.

Türk has isimlerinin alınışı tek bir hadise olmayıp, kavim adlarında olduğu gibi bir düzene bağlıdır.

İptidai derecesinde diğer kavim ailelerinde ad verme, ad gelişmesinde bağlı olduğu psikolojik zeminin tesiri altındadır. Bunları inceler ve eski Türk kaynaklarındaki adlarla mukayeselerimizi yaparsak dikkate yaşan benzerliklerin bulunduğunu görürüz.

Sevgili Okurlar,

Türk Devletinin uçsuz Bucaksız topraklarda bulunması birçok Türk boyunun birbiri ile ilişkilerinin bulunması Çin müverrihlerinin Orta Asya’daki Türk kavimlerinin hepsine “Kaoçi”, yani “Yüksek arabalılar” demelerine sebep olmuştur.

Göktürk çağına yaklaştıkça da onları, “Tiele” gibi, yeni bir ad ile adlandırmışlardır. Bu yeni adın Çin tarihlerinde çeşitli yazılışları vardı. Çince Tiele sözünün, Türk sözü olduğunda, bütün Japonlar birleşmişlerdir. Bu görüşlerin, gerçekle ilgileri de yok değildi. V. Yüzyılda Çinliler, Volga kıyılarından Çin sınırlarına kadar uzayan, bütün Türk kavimlerini, artı bu adla adlandırıyorlardı.

Türk adını kullanan ilk devletin M.S. 6,YY’da kurulan Göktürk devleti olduğu varsayılıyor. Bunun sebebi Göktürk yazıtlarında olduğu gibi elimizde yazılı kaynaklarımızın olmamasıdır.

Hâlbuki “TÜRK” adı Çinli’ler in “T’ukü-e” (Tukyu) şeklinde yazmaları okunup da, ardından Orhun yazıtlarının çözülmesiyle, asıl adın “Kök-Tü-rük” (Göktürk) olduğu ortaya çıkmıştır.

Sevgili Okurlar,

Eski Çin tarihleri Türk hükümdarlarının ve devletlerinin adlarını hep Çince yazdıkları için, bu isimlerin asıl Türkçe’deki karşılıklarını iyice bilmiyoruz.

Ancak, “Türk” kelimesinin çekirdeğini oluşturan “T+R”, bazen de “T+R+K” (veya sadece “T+K”) sesinin daha eski kayıtlarda keşfedilmesi bu adın 6. yüzyıl¬dan önce de kullanılmakta olduğunu gösteriyor.

Çin’e girip, Çinlileri M. Ö. 1100’den 400’lere kadar yöne¬ten Türk kökenli Çu/Su/Çeu sülalesinin yıllığında ve Hintli Aryen’lerin “Avesta” destanlarında “T+R”li kavim adları vardır.

Çin kayıtlarında M.Ö. 1100’lerden itibaren ve özellikle M.Ö. 1328’de kuzeyli kavimler arasında gösterilen Tu-Kue, “Tik” ve “Tilerin de “Türk”-Tu-çüeleri ifade ediyor olabilir.

Sinolog L. K. Katona’nın 1966’da Sinologlarm Uluslararası Kongresinde verdiği bir tebliğde, Çin alfabesineki “r” harfinin eksikliğini bir ke¬re daha -örnekleriyle- kanıtlamıştır. “T” ile başlayan çeşitli “kuzey boylarının”, sonunda hangi ekler gelirse gelsin, “T+r” şeklinde okunması doğrulanmış oluyor. “Ti” ve Tik’in bir başka şekli de Çin arşivlerinin Toba (Topa)lardan sözeden kısmında Tu-Ku oymağının ve Hyung-nu hanedanının Tu-Ko menşeinin “r” ile okununca “Turka” adı ortaya çıkıyor.

Çin yıllıklarında M.Ö. 2. bin ortalarından itibaren göründüğü söylenen bir çok kavminin adının, telaffuz bakımından “Türk”e yakınlığı sebebi ile, “Türk” kelimesinin Çincedeki ilk şekli olduğu ileri sürülmüştür Burada Tik’ler Asya Hunları ile bir sayılmış daha doğrusu, Tik=Türk ayniliği üzerinde durulmuştur.

Truvalılarda “Tenkriler” boy ismine rastlanıyor. Truva’da İlk tabakalarda¬ki halkın Türklerle akraba (Pelaj’lar) tahmin ediliyor. Doğrudan doğruya Pelaj-larda da “Turdum” şeklinde bir isme rastlıyoruz.

Bu kadar farklı yazılışı ve söylenişi olan Türk adının aslî şekli ne olabilir? Prof. Z. V. Togan’ın görüşü, kök kelimenin “TUR” veya “TÜR” olduğudur.13 Bunu “TURAN” kelimesinde görüyoruz.

İranlılar (Persler, Medler Türklere “Turanî” derlerdi.14 “TUR” ismine eklenen “an” eki tartışmalıdır, İlk ak¬la gelen, “ülke” anlamıdır.

Bugün de “Ir+an, Afganist+an, Hindist+an, Özbe-kist+an, Türkist+an” şekli, ülke anlamlı olarak kullanılıyor. O zaman “Turan”, “Tur’ların ülkesi” demek oluyor.

Ancak, bir başka yoruma göre, farsça’da ve Ma-carca’da “an”, çoğul eki olarak da kullanılıyor. Bunu kabul edersek, “Turan”= “Turlar”- yani millet adı oluyor.

Eğer “Tur” yerine “Tür” şeklini alırsak, Hint-Avesta efsanesi dilinde “ik”in veya sadece “K”nın o çağlarda yaygın olarak çoğul ifade ettiğini, böylece ismin “Türk=Tür’ler” olduğu sonucuna varırız. Az sonra da göreceğimiz gibi, millet adlaRI çok kere “türemek”ten ve “insandan olma” şeklinden oluştuğuna göre bu yazılış ve söyleniş kuvvetli bir ihtimaldir.

Sevgili Okurlar,

M.S. 420 ve 515 tarihli İran metinlerinde (ayrıca, 580 lerin Bizans kaynaklarında) artık şimdiki şekliyle “Türk” adı geçiyor Oğuz Kağan destanı da, Hun çağım anlattığına göre, Kağan’ın tahtının yanıbaşında bulunan bilge “Uluğ Türk”ten sözeder.

Artık “TÜRK” adı, şimdiki şekliyle yaygınca kullanılmaya başlamıştır. “Türk” adının Türkler tarafından resmi devlet adı olarak İlk kullanılışı ise “Kök-Türük” şekliyle, 552 yılında ve Göktürklerce olmuştur (Doerfer) Türk adı, önce bu iktidarın tekelinde olarak başlamışsa da, daha sonra Göktürk kağanlarının bir araya getir¬dikleri bütün Türkçe konuşan topluluklara (“Oğuz, Dokuz Oğuz, Kıpçak, Karluk, Kırgız, Türgiş, Töles, Tarduş, Basını], Bayırku, Kurukan, Toğra gibi boyla¬ra) da teşmil edip hepsine birden “Türk Budun” (Türk Milleti) adını verdiler. “Türk” adı zamanla bütün Türk soyundan olanların ortak adı olmuş, milli ad ha¬line gelmiştir.

Göktürk iktidarının çöküşünden sora, çeşitli Türk devletleri, hatta halkları başka adlarla (kabile, klan veya hanedan adlarıyla) bilinmişlerse de, Osmanlılar dâhil, Türkler, Türklerce de, yabancılarca da daima “Türk” olarak anılmışlardır sadece Ruslar, “Altınordu” iktidarından sonra, Rusya’daki bütün Türklere “Tatar” demeye başlamış, yakın zamanlarda ise bu adı sırf Kırım, Kazan ve Sibirya Tatarlarına hasretmişlerdir.

Türk’ün İlk doğuşundan beri demek ki, “T+R/T+R+K” sesli bir ad, çok temel bir soy-ırk adı olarak vardı ve 6. yüzyılda da artık devlet ve millet adı haline de gelmişti.

Kökü TUR veya TÜR olan bu isim, yalnız Altaylardaki ve bozkırlardaki İlk Türklerde değil, Hazar denizi civarından Orta Doğu’ya, Yakın Doğu’ya ve Akdeniz’in iki kıyısına, ayrıca Hindistan ve Tanrıdağ bölgelerine de yayılan Ön-Türklerde bile sık sık rastlanıyor.

“Türük”, “Törük” gibi şekilleri de var.17 Türk Toplumu tarih boyunca başka isimlerle anılmış olmalarına rağmen, temelde hep¬sinin soy adı olarak “TÜR” “TUR” veya “TÜRK” kelimemin bulunduğunu yukar¬da gördük. Şimdi bu adın anlamına bakalım. Burada da karanlık hüküm sürüyor. Dilciler bir birinden ayrı tezler ileri sürüyorlar.

Sosyal bilimler açısından en güvenilir olanı, “TÜR” kökünden, “türemiş”, yani “cins-ırk”, “insan”, “yaratık” şeklindeki izahtır. Sosyal antropologlar, dünyada her toplumun kendine İlk yakıştırdığı ad “insan” olduğunu ispatlamışlardır, Tür-Türük-türemiş, yürümek’ten Yürü-Yürük gibi çekimler almıştır demişlerdir:

Sevgili Okurlar,

İskit” kavimlerinden Tyrkae (Jyrkae)i Türk olduğu üzerinde durulmuş, Thrak adı “Türk” olarak değerlendirilmiş, Hind kaynaklarındaki Turukha veya Türüşka (yahut Turuşka) adını “Türk” ile birleştirilmiş, Ön Asya çivi yazılı metinlerde ülke adı olarak görülen Tourki kelimesi ile ve Asurca çivi yazılı vesikalardaki Turukku okunabilen kavim adı ile “Türk” sözünün münasebeti zaman zaman Hamit Zübeyir Koşay, Zeki Velidi Togan, Hüseyin Namık Orkun gibi tarihçilerimiz tarafından dile getirilmiştir.

Türk sözü Uygurca eski metinlerde kuvvet anlamında, cins ismi olarak ta geçmektedir. Eski Türk oymak ve kişi adları arasında bu anlama gelen pek çok söz bulunur.

Bu nazariyenin aksi de düşünülebi¬lir; Türkler “Türk” adıyla tanındıktan sonra, güçlü kuvvetli oluşları yüzünden ismi hasları, sıfat olarak dile girmiş olabilir. Fransızların “Fort comme un Turc” (“Türk gibi kuvvetli”) atasözünde ol¬duğu gibi (Farsçada “Türk”, “güzel” anlamında sıfat olarak kullanılır).

“Türk” kelimesi “kuvvet” manası ifade etmiş olduğundan kelimenin o halinde bir kök olacağı da zannolunuyor. Fakat “Turan” ve “Türk” kelimelerinin kökü “tur” (Tür”) kelimesinin de olabilir. Mesela “Tur + an” bu kelimenin İran’ca, “Tur+k” ise onun Yafethi lisanlarınca ve Fin-Ogur lisanlarından olması muhtemeldir.

Bu eski izi, M.Ö, 1400’lerde de yakalıyoruz; Türk’ler Orta Asya’dan doğru¬dan doğruya (veya Sümer ilinden geçerek) önce Kars civarlarına gelmişler, son¬ra Ege kıyılarına kadar göçüp, orada denizci bir toplum haline gelerek Akdeniz’e iyice açılmışlardır.

Mısırlılar onlardan tarihlerinde, “başlarında tüyler takılı “Tu-ruşka” deniz savaşçıları” diye bahsetmişlerdir. Hintliler bugün bile Türklere “Tu-ruşk” ve “Turuhka” dediklerine göre Mısırlıların M.Ö. 1400’lerde kullandıkları “Turuşka” adının “Türk” kelimesinin bir şekli olduğunu kabul edebiliriz. ön As¬ya çivi yazılarında da var.

Türşka’kaların bir başka göçü İtalya’nın kuzey-batı böl¬gesine yerleşen ve M.Ö. 800’lerde ünleri iyice parlayacak olan “Etrüsklerdir. Sonradan Romalıların taktıkları, kelime başı harflerini atarsak, “(E)Trüsk” kavim adıyla ve soykütükleri olan (Rasena-Asena) bozkurt totemiyle karşı karşıya kalırız.

İşte bu “TRÜSK” adı, “TURUŞKA” gibi, Türk adının en eski izidir. Etrüsk’ün İtalya’daki diğer izleri de hep (E) ile değil (T) ile başlar: yaşadıkları toprakların adı “Tuskan” idi (bugün de “Tuscany” denir). Kıyılarıyla başlayan denizin adı -bugün de- “Tirhen”dir.

“Tirşen” ve “Turski” adlara da rastlıyoruz.

Sevgili Okurlar,

Görülüyor ki Göktürk devletinin kuruluşuna kadar Çin sınırından Volga kıyılarına kadar uzayan ve tek bir ad ile adlandırılan Boy budun Kavim veya Devlet halinde yaşayan zaman zaman birbiriyle de savaşan büyük bir Türk kavimler birliği bulunmaktaydı.

Türkler ile münasebette bulunan tüm kavim veya devletler Türkler için hanedan veya devlet adını ifade ettikten sonra soylarını ifade içinse “Türk” manasına veya kullandıkları dil yapısına ve söyleniş tarzına uygun gelen sözler “Türk” adına uyacak adlar ile hitap ediyorlardı.

Turukku, Tik, Trüsk veya Turuşka derken kendi dillerinin yapısına uygun olarak “TÜRK” diyorlardı.

Sevgili Okurlar,

Bu gün ikinci bölümünü sunduğumuz ve üç bölüm halinde hazırlamakta olduğumuz çalışmamız bu konuda yapılmış en geniş ve kapsamlı çalışmadır.

3. bölümde "Türk Adı"nı anlatmaya devam edeceğiz.

Yarından sonra Arap,Acem,Çin kaynaklarına göre Türklerin Karakter özelliklerini anlatacağız.

Sevgiler Saygılar

12.Mayıs 2016

TANER ÜNAL




"TÜRK ADI" KONUSUNDA EN KAPSAMLI ÇALIŞMAYI SUNUYORUZ (1)


"TÜRK" NE DEMEKTİR?

ÇİN KAYNAKLARINDA "TÜRK" ADI

GÖKTÜRKLERDE "TÜRK" ADI

GÖKTÜRK YAZITLARINDA TÜRK SÖZÜNÜN DAHA ÇOK “TÜRK BUDUN” ŞEKLİNDE SÖYLENDİĞİ VE TÜRK SÖZÜNÜN, “BUDUN” MİLLET ANLAYIŞI YANİ “TÜRK MİLLETİ” İLE TAMAMLANDIĞI DA BİR GERÇEKTİ.

TÜRGEŞLER SOY BAKIMINDAN TÜRK’TÜ. ONLAR İÇİN İSE, “TÜRGEŞ KAĞANI TÜRKÜMÜZ, BUDUNUM” İDİ, DENİYORDU. “TÜRK OĞUZ BEYLERİ, BUDUNU İŞİTİN” DENİRKEN, BU CÜMLEDE SÖZ KONUSU EDİLEN “BUDUN”, OĞUZ KAVMİDİR. ANCAK BUNUN BAŞINA AYRICA BİR “TÜRK” ADI KONMASININ SEBEBİ OĞUZLARIN TÜRGEŞLERİN, GÖKTÜRK DEVLETİNİ MEYDANA GETİREN MİLLETLERİN TÜRK OLMASI NEDENİYLEDİR.


TÜRK ADI

BÖLÜM-1

Türklerin belirli bir coğrafi alanda belirli bir “Ad” altında sürekli bir birlik teşkil edememeleri düşüncesi, tarihsel olguların gerçekçi bir yorumuna dayanır.

Nitekim Rasonyi, yazılı tarihlerden önce de, binlerce yıl önce de Çin’de, Hindistan’da, Mezopotamya’da, Anadolu’da ve Orta Avrupa’da öyle kültür unsurlarına rastlanır ki, diyor, bunların hareket noktasını Steppe (bozkır) kültürlerinde aramak gerekir. Ancak bu zamanda onlara henüz Türk denmiyordu.

S. W. Koelle “Türk” kelimesinin kökünü tur, tir addederek, bunu “çekmek, cezbetmek” manasına bağlamış, kelimeni aslının “Turku” olduğunu beyan eden K. Fiok, bunun “İskit” dilinde “Deniz kıyısında oturan adam” manasında olduğunu ileri sürmüştür.

Mesela ünlü tarihçi J. V. Hammer-Purgstall, Herodot’un doğu budunları arasında saydığı “Targitae”lerin –bugünkü yazılışla- Türk soyundan olduklarını düşünür ve Tevrat’taki “Togharma” adını Türk sözcüğünün eski biçimiyle ilgili görür Ayrıca Oğuz boylarından Dodurga (Toturka, Totırka) ile Togharma arasında ilişki kuranlar da vardır. Bu görüşler zaman zaman Hamit Zübeyr Koşay, Zeki Velidi Togan, Hüseyin Namık Orkun gibi tarihçilerimiz tarafından da dile getirilmiştir.

Türk tarih kongresinde “Türk” isminin Arapçadan uydurma Turkor kelimesinden çıktığı dahi iddia olunmuştur. Bilindiği gibi, Gök-Türklerden bahseden ilk Çin kaynakları “Türk” adını oldukça farklı bir şekilde zapt etmişlerdir: T’u-küe. Burada –çincede r sesinin bulunmamasından sarfı nazar- dikkati çeken nokta “Türk” adının çift heceli olarak tesbit edilmiş olmasıdır.

Tanınmış Fransız sinologu P. Pelliot bu çince işaretin “Türküt” okunması gerektiğini ve bunun da “Türk” kelimesinin, moğolca cemi eki +t ile yapılmış, çoğul şekli olduğunu ileri sürmüştür. Ancak +t cemi ekinin yalnız moğolcaya mahsus olmayıp, Gök-Türklerden önce bile Türk dilinde kullanıldığı ve, İlk ve Orta Çağlarda çok üstün bir kültür dili olan türkçeden devlet, hukuk, teşkilat tabirlerinin moğolcaya geçmesinin de gösterdiği üzere, daha ziyade türkçenin moğolcaya tesirinin bahis mevzuu olabileceği hatırlanmalıdır.

Nitekim son araştırmalardan birinde, “Türkler” şekline tekabül ettiği söylenen Çince işaretin sonunda +t değil, türkçede diğer bir cemi eki olan +z bulunduğu, buna göre de çince kelimenin “Türküz” okunması icap ettiği beyan edilmiştir. Fakat bu suretle, “Türk” adının çincede daima çoğul şeklile (Türkler!) kullanıldığı peşinen kabul olunmaktadır ki, bu herhalde mümkün değildir. Diğer taraftan, çincedeki çift heceli şeklin hakikatte “Türk” adının müfret halindeki karşılığı olduğunu, binaenaleyh adın vaktile iki heceli olarak telaffuz edildiğini gösteren emareler vardır.

Bu hususta en kuvvetli delil bizzat Türklerin yazdığı Gök-Türk kitabeleridir. Kitabelerde “Türk” adı hem “Türk”, hem de “Türük” olarak iki şekilde geçmektedir. Anlaşıldığına göre, önceleri çift heceli telaffuz edilen ad Gök-Türkler devrinde tek heceli şekliyle birlikte iki türlü telaffuz olunmuş, bilahere yalnız “Türk” şeklini almıştır. Söyleniş bakımından üzerinde durulan bir husus da Türk kelimesindeki vokalin ses değeridir. Arablar ve İranlılar bu kelimeyi “Turk” telaffuz ederler: Bilad al-Turk, malik al-Turk, Turkan vb.. XI-XII. asırlardan kalma ilk Rus vekayinamelerinde “Türk” adı Tork, Torki (Türk, Türkler) şeklinde tesbit edilmiştir.

Bu dillerde esasen ü sesi mevcut olmadığı için izahta herhangi bir güçlük yoktur. Fakat kelimenin Süryani kaynaklarında Tourkaye olarak e fonetik alfabe alfabe sistemi olan grekçede Tourkos (Toüpxoo, Toüpxoı) şeklinde zaptedilmiş oluşu dikkate şayandır. Hatta yukarıda adları geçen iki hümanist arasında “Türk” adının telaffuz hakkına fikir teatisi olmuş, F. Filelfo Milano’dan yazdığı 1 temmuz 1472 tarihli mektubunda Roma’da bulunan Th. Gazes’den “Türk” adını niçin u ile değil de ü ile yazdığını sormuş ve bu münakaşadan Türklerin Troya menşeli oldukları meselesi ortaya çıkmıştır. Burada bizi ilgilendiren husus, Th. Gazes’in kaydı dışında, bütün Grek literatüründe adın “Turk” şeklinde olmasıdır.

Tarihte “Türk” adına bir çok manalar verilmiştir. Gök-Türk devletindeki Sui-şu adlı Çin kaynağına göre, T’u-küe, Türk dilinde miğfer manasına gelir. Çünkü Türkler adlarını, Altay bölgesinde, eteklerinde oturdukları, miğfer biçiminde yükselen dağın şeklinden almışlardır.

Hunlar ve Türkler hakkındaki büyük eserini 1756-1758 de yazmış olan De Guignes’den beri Orta Asya tarihi ile meşgul olan Batılı bilginlerden çoğu “Türk” sözünün miğfer demek olduğu hususundaki çin tefsirine ehmiyet vermiş ve kendi açılarından bu kaydı izaha çalışmışlardır Türkler, İslam dinini kabul edince, İslam gelenekleri ile menkıbeleri, kendileriyle kaynaştırmışlardır.

Bu yeni inanışları, Malazgirt savaşından üç yıl sonra bitirilmiş olan, Kaşgarlı Mahmud’un kitabından, yeniden okuyalım: “Türk, Nuh’un oğlunun adıdır. Tanrının, Nuh oğlu Türkün oğullarına verdiği bir addır. Türk sözü, Nuh’un oğlunun adı olduğundan, bir tek kişiyi bildirir.

Oğullarının adı olduğundan, “beşer, insanlık” sözü gibi, çokluk ve yığını bildirir.

Türk adının izahında ilk ilmi tecrübenin A. Vambery tarafından yapıldığı kabul edilmektedir. Buna göre, “Türk”, türkçede “türemek” manasında olan türe-, veya törü-‘den iştikak etmiş olup, “yaratılmış, mahluk” manasına gelir. Bizde Ziya Gökalp’a göre, “Türk”, “türeli” demektir. Türk tarihine dair tetkikleri ile meşhur W. Barthold da: “Türk kelimesinin Orhun kitabelerinde bir çok defa kullanılan “törü” (kanun, adet, kanunla düzelmiş, birlik kazanmış halk) kelimesi ile münasebettar olduğunu farzetmek mümkündür” demek suretiyle “Türk” adına Gökalp’ınkine yakın bir mana vermektedir.

Çin kaynakları Türk ismini Gök-Türklere bağlamakta isabet göstermekle beraber onun etimolojisini verirken de o derece masal kabilinden izahlar yapmışlardır.

Halbuki Türklerin kişi ve insan manasında bu kelimeyi kendilerine tahsis ettiği ve her Türk kavim ve devletine ait isimler üstünde Türk adının bütün Türkleri ifade için kullanıldığı kabule şayan gözükür. Nitekim “Türk Uygur tili” tabiri de her iki hususu ifade eder. Gök-Türkler ismin başına gök (kök) sıfatını ekleyerek ona semavi ve kendilerine delalet eden bir mana vermiş oluyorlardı.

Türk sözü Uygurca eski metinlerde “Kuvvet” anlamında, cins ismi olarak ta geçmektedir. Eski Türk oymak ve kişi adları arasında bu anlama gelen pek çok söz bulunur. Mesela: Berk, Küç, Erdim v.b. gibi Türk adlarının da önce bir oymak adı olduğu anlaşılmaktadır. Sonradan bu isim daha büyük etnik teşekküle ad olmuştur. Türk devletinin Khingan dağlarından Azak denizine kadar süratle yayılışını da hatırlarsak bu mana değişikliğinin kısa zamanda meydana geldiğine hükmedebiliriz.

Buradaki “Türk” kelimesinin kavim adı olan “Türk” ile aynı olduğunu ilk defa A.v.Le Coq ileri sürmüş ve büyük törkolog W. Thomsen de bunu kabulde tereddüt etmemiştir. Daha sonra Gy. Nemeth kavim adı olarak “Türk”ün “güc-lü; kuvvet,-li” demek olduğunu Türklerde ad verme usulüne istinaden ve analojiler göstererek isbat etmiştir. Ancak bu, “Türk” adının lügat manası olup, etimolojisi değildir. Kelimeyi etimoloji bakımından yine törü + köküne bağlamanın mümkün olduğu düşünülmüştür. L. Bazin “Türk” adını törü + mek (Anadolu lehcesinde, türemek) ten neşet ettiğini kabul ederek, adın son telaffuz tarzına doğru geliştikçe mana itibariyle de şu nüansları kaydettiğini söylemiştir.

“Türk” adı ilk şekli ile “var olmuş, şekil kazanmış” manasında iken, sonra, “gelişmiş”, daha sonra, “tamamiyle gelişmiş” mefhumlarını ifade etmiş, nihayet telaffuz “Türk” şeklini aldığı zaman “kuvvet, güc’ manasını kazanmıştır.

Eski metinlerde “Erklig-türklüg” Erkli ve Türklü ile “erklig-küçlüg”, Erkli ve Güçlü benzer söz ve manayı ifade eder.

Gök-Türk hakimiyetini çökmesini müteakip bu soydaş kavimler (boylar) ayrı devletler kurdukları veya çeşitli istikametlerde göç ettikleri zaman, kendi hususi adları yanında, toplayıcı ad olarak “Türk” ismini de kullanmışlardı.

Mesela Batı Gök-Türk idaresinde bulunan Karluk’larla daha birkaç küçük Türk grupu tarafından kurulan Karahanlı devletinden islam kaynaklarında umumiyetle “Türk Hanları” diye bahsedildiği gibi, Orta Asya eski Türk ülkelerinden muhtelif tarihlerde islam memleketlerine gelenler de aynı kaynaklarda hep “Turk” diye anılmıştır. Ayrıca, vaktiyle Gök-Türk imparatorluğunda yer almış olan Oğuz’lar da daha sonra “Türk” adını muhafaza etmişlerdir. Bu suretle, Rus yıllıklarında “Tork ve Torki” diye zikredilen Oğuzlardan başka, Selçuklulardan zamanımıza kadar, diğer Oğuz oymakları tarafından tesis edilen bir çok devletler aynı zamanda “Türk” adını taşımışlardır. Diğer Türk grupları tarafından kurulan devletlerde de “Türk” adı unutulmamıştır (mesela, Harezmşah’lar, Mısır Kölemen devleti vb.).

“Türk” adı, ilk defa M.S. 542 yılında, Göktürk Birliğini göstermek için, Çin yıllığı (Çou-şu) da kullanılmıştır. Bu hadise, Gök-Türk imparatorluğuna bağlı, Türk soyundan gelen, çeşitli boyların (kavimlerin) aynı zamanda “Türk” adını almaları ve bunların yabancılar tarafından hep “Türk” umumi adı altında tanınmış olmaları ile ilgilidir. Arap literatüründe olduğu kadar, Bizans yazarlarında da Türk adının lik defa kullanılışı, VI. Yüzyılın sonlarına doğru ve Göktürk imparatorluğu dolayısıyledir. İçinde “Türk” adının geçtiği ilk Türkçe metin ise, Orhun abideleri içinde en eskisi olduğu kabul edilen ve 720-725 senelerinde dikildiği anlaşılan Tonyukuk yazıtıdır.

“Türk” adının Türkçe konuşan milletlerin hepsini kapsayan bir isim olarak kabul edilebilir.

Bu telakki, bütün bu toplulukların aynı kökten, yani Orta-Asya’nın beyaz brakisefal insanından geldiği, fakat her biri bir tarafa göç edip bazen binlerce yıl birbirleriyle temasları olmadan yaşadıkları için, değişik millet isimleri aldıkları, ırk bakımından farklılıklara uğradıkları, değişik kültürler geliştirdikleri, fakat hepsine müşterek olan ana dilin, belki bazı lehçe farkları göstermekle beraber, ana hatları bakımından aynı kaldığı görüşlerini kanıtlamak için bize daha fazla kuvvet kazandırabilir.

"Türk" tabiri ile Türkçe konuşan milletlerin kastedildiği görüşünü benimseyince bu milletlerin kimler olduğunu ortaya çıkarmak gerekir. Ancak bugün Türkçe konuşan toplulukları veya milletleri tesbit etmek yerine, gidebildiğimiz kadar gerilere giderek bu tesbiti yapmaya çalışmak şüphesiz ki çok daha istifadeli neticeler sağlar. Bu şekilde geçmişe doğru yapacağımız seyahatte, istifade edebileceğimiz bilgileri bize, büyük ölçüde, gene Çin sağlayacaktır. Konuya Çin’in komşuları hakkında, Çin kaynaklarında mevcut vesikaları tetkikle girebiliriz.

Asya Hun imparatorluğu ortaya çıkıp genişlerken, çatıştığı, harp ettiği, arazilerini ilhak ettiği kavimler vardır. Bunların en mühimleri doğuda, (Dung-hu) (sien-pi) (Vu-huan) kuzeyde (Hun’i) Ding-Ling) Kie-kun = Kırgızlar); batıda (yue-ci) (U-sun) ve güneyde Çin ile Tibet kavimleridir. Bunların içinden Çin ve Tibet kavimlerini bir tarafa bırakırsak, diğerlerinin, bir ikisi hakkında teraddüd olmakla beraber, Türk olarak tanındıklarını biliyoruz. Diğer taraftan Asya, Hun İmparatorluğunun ortaya çıkışından çöküşüne kadar geçen devre içinde, mevcut oldukları bilinen ve yaşadıkları ülkeler Hun toprakları içinde kalan Bazı Türk kavimleri mevcuttur ki bunlar daha sonraki tarihlerde büyük devletler kurmuşlardır.

Hunlarla bu Türk boyları arasında bir çatışma olmayışı, bu kavimlerin hun İmparatorluğunun esasını, kurucu kavimlerini teşkil ettiklerini, ortaya koysa gerektir. Bunların başında (Tie-le = Tölüs) (Tüo-ba =Tavgaç) (Huı-ho = Uygur) (Tu-cue veya Tu-kiu = Türkler) gibi her biri kendi içinde çeşitli boylara ve oguşlara ayrılan büyük kavim toplulukları vardır.

GÖKTÜRK YAZITLARI

Göktürk yazıtlarında Türk sözü, çok sık geçmektedir. Burada, bütün bu örnekleri sunacak değiliz. Türklük gururu, Türk devleti, Türk düşüncesi ve Türklerin vatan anlayışı bakımından, okuyucularımıza öz bir bilgi verebilmek için, örneklerimizi, seçerek sunmaya çalışacağız:

“Ey Türk milleti,...senin devletini, töreni, kim bozabilir?”:

“...Yukarıda, gök (Tengri) basmasa! Aşağıda yer delinmese! Ey Türk milleti! Devletini (ilini) ve töreni, kim bozar?... Ey Türk milleti! Kendine dön! (Veya, “pişmanlık duy!”)…:

“Türk milleti, yok olmasın diye!”: “...Türk milleti, yok olmasın diye! Millet olsun diye!...!: 3) Türk töresini kaybetmiş millet?: “...(Babam İl Teriş Kağana), “Türk töresi”ni kaybetmiş milleti, (Göktürk devletinin kurucuları) atalarım (Eçüm Apam) töresine göre, onarıp kurmuş (yaratmış) ve öğretip, yetiştirmiş (boşgurmuş)...”: “Türküme, milletime!”: “... Türklerime, milletime, (onları) iyiliği için, hizmet edip, kazanı (kazganu) verdim! Bu kadar kazanıp! (Babam Kağan), it yılının onuncu ayır, 26 da öldü…”

“... Yukarıda Tanrı, aşağıda yer buyurduğu (yarlıka-) için, özüm tahta oturduğumda, (dünyanın) dört köşesindeki milletleri düzenledim (ettim) ve yeniden onarıp, kurdum (yarattım)!

“Altının (sarısını) gümüşün beyazını, Çin ipekli kumaşının (kutayın) en iyisini, darı (veya tohumun) ekimli olanını, özlük atın, aygırın, kara samur, gök sincab (kürklerin en iyilerini), Türklerime, milletime kazandırdım!…”:

Türklerimden, milletimden idi!: “...Türgeş kağanı, Türklerimden (Türkimiz, Türkim) ve milletim (budunım) idi! Bize karşı yanıldığı (yangıldı-), bilmediği için, suç ve kabahat işlediği (yazın-) için! Kağanı öldü! Büyük memurları, veziri (buyruğı), beyleri, yine öldü!…”:

Türk, Oğuz beyleri, milleti, işitin!: “... Böyle kazanılmış, düzenlenmiş, devletimiz (ilimiz), töremiz var idi. Türk Oğuz beyleri, milleti, işitin (eşidin)!…”:

Türk ili: “...Elli yıl tahtta oturmuş. Türk eline, yirmi altı yaşımda, (kutlulukla gönderildim?)...: “ Birleşik Türk milleti: “...Ben özüm Bilge Tonyukuk, kazanmasam! Yok olsa idim! Kapağan Kağan (ve) Birleşik (Sir) Türk milletinin yerinde, hem kurulu bir topluluk (bod), yok olacak idi!.. Türk Bilge Kağanı, Türk birleşik (Sir) milletini, Oğuz milletini, iyi idare ederek, tahtında oturuyor!…”:

.

Türk Tanrısı ve Türkün mukaddes yeri ve suyu: “...(Çin), Türk milletini, öldüreyim! Soyunu (urug) kurutayım! Der imiş! Yok etmeğe (doru) gider imiş.

“Türk Tanrısı (Türk Tengrisi), mukaddes (ıduk) yeri-suyu (yeri-subı), (kaderi) şöyle düzenlemiş: Türk milleti, yok olmasın diye!…”:

Türk töresi: “...İlsiz, kagansız, kalmış milleti! Cariye olmuş, kul köle olmuş, mileti! Türk töresini (Türk törüsün) kaybetmiş milleti! (Devletimizin kurucuları) atalarımın töresince, yeniden kurup onarmış (yaratmış) ve öğretip, yetiştirmiş (buşgurmış)!…”;

“Türk milleti! Doyarsan, açlık nedir, bilmezsin!”:

... Ey Türk milleti! Sen tok olacaksın! Aç isen, tokluk nedir bilmezsin! Bir de doyarsan! Açlık nedir, bilmezsin! Bundan dolayı, sana bakmış, yetiştirmiş (iğidmiş), söz (ve buyruğunu), alıp tutmadın (almatın)!...” :

Türk milleti... Ebedi devlet tutacaksın!: “Türk Milleti, o yerlere doğru (Çin’e) varırsan, öleceksin!... (Göktürk başkenti) Otüken ormanında (yış) oturursan, ebedi devlet (bengü il) tutarak, oturacaksın!…”:

Türk milleti ve beyleri, işitin! (Ferman veya buyruk başlangıcı): “...Türk beyleri ve milleti! Bunu işitin!: Türk milletini derleyip toplamağa (tertip), devlet idare etmesini (il tutsıkı), bunda (yazıtta) vurdum!

“Böyle görün! (Veya devlete bağlanın!) Böyle biliniz şimdiki Türk beyleri! Bu kağanlık çağımda (bödke), bana bağlı olan, (beni gören), beyleri! Siz, nasıl yanılırsınız!…!

Göktürk yazıtlarında Türk sözünün daha çok “Türk budun” şeklinde söylendiği ve Türk sözünün, “budun” millet anlayışı yani “Türk milleti” ile tamamlandığı da bir gerçekti.

Türgeşler soy bakımından Türk’tü. Onlar için ise, “Türgeş kağanı Türkümüz, budunum” idi, deniyordu.

“Türk Oğuz Beyleri, budunu işitin” denirken, bu cümlede söz konusu edilen “budun”, Oğuz kavmidir.

Ancak bunun başına ayrıca bir “Türk” adı konmasının sebebi Oğuzların Türgeşlerin, Göktürk devletini meydana getiren milletlerin Türk olması nedeniyledir.

Sevgili Okurlar,

Üç bölüm halinde hazırlamakta olduğumuz çalışmamız bu konuda yapılmış en geniş ve kapsamlı çalışmadır. 2. bölümde Türk İslam Acem ve Çin kaynaklarında "Türk Adı"nı anlatmaya devam edeceğiz.

Sevgiler Saygılar
11 Mayıs 2016
TANER ÜNAL

.

NOEL BABA DEĞİL, AYAZ ATA



NOEL BABA DEĞİL, AYAZ ATA

Ayaz Ata, Türk,Altay ve Orta Asya mitolojilerinde, özellikle Kazak ve Kırgız Türkleri'nde ve Türkmenlerde Soğuk Hanı olarak tanımlanmaktadır. Mitolojilere göre kışın soğukta ortaya çıkan, kimsesizlere ve açlara yardım eden bir evliyadır.

Kaynak: Gazi Üniversitesi Türk Sanatı Topluluğu


Uygur İmparatorluğu Mu’dan sonra, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük imparatorluğu olma özelliğini de taşır.




Büyük Uygur İmparatorluğu, Güneş İmparatorluğu Mu’ya ait en büyük ve en önemli koloni imparatorluğuydu. Uygur İmparatorluğu. Uygur İmparatorluğu Mu’dan sonra, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük imparatorluğu olma özelliğini de taşır.

Uygur İmparatorluğu’nun doğu sınırı Pasifik Okyanusuydu. Batı sınırı yaklaşık olarak bugün Rusya’da Moskova’nın bulunduğu noktaya yakındı. İleri karakollar ise Avrupa’nın iç kısımları boyunca Atlantik Okyanusu’na dek uzanıyordu. Kuzey sınırları belirleyen kayıtlar mevcut olmamakla birlikte muhtemelen Asya’da Arktik Okyanusa (Kuzey Buz Denizi) dek uzandığı söylenebilir. Güney sınırı, Koçin Çini, Burma, Hindistan ve Pers ülkesinin bir bölümüydü.


Önemli bir hatırlatma:

Abdullah Gül, Türkoloji’ye yaptığı hizmetlerden dolayı Rusya bilim adamı Dmitriy Nasilov’a Liyakat Nişanı verdi…

Rusya'nın birçok Türk halkının vatanı olduğunu söyleyen Rus, yüzyıllardır Türk dil, kültür ve medeniyetini araştırıyor, bizde de Prof. ünvanlı Türk düşmanları "aydın" yakıştırması altında Batı'dan devşirdiği eksik düşünceyi bize uydurmaya çalışıyor, ne Türk'ü bilirler, ne İslam'ı.

Eksik İslam okuması yapan kılık dindarları da sözde ümmetçilik adı altında yine Batı'da Mevdudi'nin manevi kızı olarak bilinen Meryem Cemile'nin görüşlerini bize uydurarak Türk'e çamur atmayı görev bilirler. Irkçılık terimi sadece Türk karşıtlığı ve Türk'e karşı kullanılır, Batı'da ki oryantalizm bunu emreder.

Oysa Türk olmadan, bir Tulunoğulları, bir Eyyubiler, bir Atabeyler, bir Selçuklu, bir Türkiye Selçukluları bir Osmanlı, bir Safevi, bir Gazneli, bir Hint Babürleri, bir Timurlular, bir Baybars'ın Mısır Türk devleti olmadan savunduğunuz düşünce piç, savunduğunuz din öksüz ve yetim, siz de acınacak haldesiniz… Suratınıza tükürseler de uyansanız mankurtluktan, Kölelikten, Batı'nın kıçını yalamaktan, utansanız da ayrılsanız Şarkiyatçıların yalan katarından… Yazıklar olsun size, eğer bu milletin zerre hakkı varsa okuduğunuz ilimlerde, yazıklar olsun sizin gibi nankörlere, utanmazlara, arlanmazlara.. .

MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...