CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR
Yüksek Türkiye İçin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yüksek Türkiye İçin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Anıtkabir inşaat kontrol mühendisi

“Ne mutlu ki; Türk kadınına çağdaşlık yolunu açan Atatürk’e olan minnet borcumun bir bölümünü 

ödeyebileceğim” demişti. 

Adını belki duyanınız vardır..

Sabiha Rıfat Gürayman;

İlk kadın mühendis…

İlk kadın voleybolcu…

İlk “Sarı Melek”…

Manastırlı bir subayın, çok genç yaşta yetim kalan kızı…

Mustafa Kemal’in manevi evlatlarındandı...

Fenerbahçe kadın voleybol takımının kuruluşu 1927’lere dayanır, lakin maç yapacak başka kadın takımı olmadığından kapanır.

Ancak içlerinde bir kız çocuğu vardır ki, erkek arkadaşları ile 

Yüksek Mühendis Mektebinde oynamaya devam eder.

O kadar başarılıdır ki, onu Fenerbahçe erkek voleybol takımına alırlar. Fenerbahçe voleybol takımı, 1929 yılı İstanbul şampiyonluğunu; beş erkek, bir kadın oyuncu ile kazanır.

Beşiktaş ikinci, Galatasaray üçüncü olur. 

Bu kızın adı, Sabiha Rıfat Gürayman’dır.

Fenerbahçe taraftarları O’na “Uçan Parmaklar” ismini takar.

Özetle ilk “Sarı Melek” dir; “O”..

Aynı zamanda Atatürk’ün izniyle Yüksek Mühendis Mektebine 

(İTÜ) alınan, ilk kadın mühendis…

Mezun olduktan sonra Ankara’ya atanır. Uzmanlık alanı köprü yapımıdır. 

Ankara Beypazarı yolundaki köprü, o dönem için zorlu bir projedir.

Sabiha Rıfat üstesinden gelir.

Köprü bugün, “Kız Köprüsü” adı ile anılır.

Hani; “Uçan parmaklardan, Sarı meleklere” uzanan bir köprü…

Zor kurulmuştur, çok zor yıkılır..

Hiç çocuğu olmayan Sabiha Rıfat, şehit çocuklarının okuması gerektiğini düşünmüştü. Bu yüzden de çalışma hayatında 

elde ettiği tüm servetini İstanbul Teknik Üniversitesi Vakfı'na 

ve Fevzi Akkaya Temel Eğitim Vakfı'na bağışlamıştı. Bu vakıflar aracılığıyla burslar vererek birçok şehit çocuğunun 

eğitim masraflarını karşıladı. 

Cumhuriyet devrimlerinin ve Atatürk gençliğinin münevver evladı Sabiha Rıfat Gürayman Hanım’ı 4 Ocak 2003 tarihinde kaybettik.

Bayraklı Doğançay mezarlığında ebedi uykusundadır şimdi..

Rahmet ve minnetle anıyoruz..




Kaynak:Tarihin derinlikleri

Doğru Kararlar ve His Mekanizması rrbilmek

 Kararlarımızı verirken dışarıdan gelen uyarımlara değil de, içeriden gelen uyarımlara uygun davranmak çok ideal ve üstün bir durumdur. Fakat şunu da unutmamak gerekir ki, biz insanlar henüz hissi planın üstesinden gelmiş, hislerimizi kontrol altına alabilmiş, his mekanizmasının çalışmasının temelini öğrenmiş değiliz. Bugün bizim bildiklerimiz, bilginin %5'ini bile teşkil etmez. His mekanizmasının astral plandaki çalışmasıyla bu plandaki çalışması arasındaki büyük bağlantıların temelini öğrenmek istiyorsak, astral plandaki astral hislerin neler olduğunun farkında olmamız gerekir ki, onların tezahürleri hakkında bir yargıya varabilelim. 

Demek ki, şu andaki beşerin yani dünyadaki tekamül sürecini tamamlayabilmek için seçmiş olduğu bir bedene enkarne olmuş, ona konsantre olmuş olan varlığın enformasyon alabilmesi ancak hisleri kanalıyla mümkün olmaktadır. Bilgi edinmek, kognitif durum (*), büyük ölçüde hislerimiz vasıtasıyla gerçekleşmektedir. Biz, hisleri araç olarak kullanmak suretiyle enformatik bilgiye ulaşabilmekteyiz.

 Onu alıp kullanabilme, değerlendirebilme yolunu seçmeye mecburuz. Bu durumda kararlarımızı verirken muhakkak ki birçok şey kendiliğinden oluşmakta, birçok 'şey de dışarıdan gelen hissi uyarmalar tarzında olmaktadır. Yani dışarıdan gelen uyarılar olmadan bizim doğru kararlar vermemiz pek mümkün değildir. Daha doğrusu vermiş olduğumuz kararlar tamamen kendimize ait değildir; tüm kararlarımız kendi şahsi irademizin meydana getirdiği yahut seçtiği hedeflere bağlı olarak oluşmazlar. Hissi realitenin içinde bulunmamızdan dolayı, sürekli olarak uyarılar altında yaşamak zorundayız. Her yerden uyarılar, ikazlar gelmektedir. 

Ergün Arıkdal

Sonsuzluk Yolcusu; Evrensel İnsan – Sf:20,21


(*) : Kognitif (bilişdel) kelimesi anlam olarak kişinin meydana gelen olay ve durumları anlama, kavrama ve yorumlama gibi zihinsel yeteneklerini aktif bir şekilde kullanmasını sağlayan işlevleri ifade etmek için kullanılan bir terim olmaktadır. 




Matematik ve Geometrik Kavramlar

Matematik ve Geometrik Kavramlar lar

Üç, beş, on… gibi kullandığımız soyut matematik kavramlar bize hiçbir şey ifade etmez. Üç rakamı bize mutlaka üç ‘şey’ ile fikir verebilir. Eşyayı ve maddi düşünceyi ortadan kaldırdığımız anda bütün rakamlarımızın hiçbir kıymeti kalmaz. Demek ki, matematik kavram geometrik kavram ile birleştiği zaman manalanır.

Acaba bütün rakamlarımızın geo metrik karşılığı kâinatımızda var mıdır? Âlemimizde geometrik kavrama uygun gelen yalnız diğer rakamlar ise ancak bu rakama muallak ( bağlı ) olan itibari rakamlardır.

Hülâsa kâinatımızda üç buuttan fazla veya eksik buutlu bir maddenin mevcudiyeti mümkün değildir. Âlemimizde üçten başka hiçbir rakamın bağımsız geometrik bir anlamı yoktur. Onlar ancak üç değerli birimlerin kesirlerini veya katlarını ifade etmekten başka bir işe yaramazlar.

Netice olarak denilebilir ki :

Biz üç buudun şartlarıyla çevrilmiş âlemimizin dışında kalan maddi varlıkları ve onların tabi oldukları kanunları hiçbir vasıta ile tetkik edip anlamak imkanına malik değiliz. Bu husus bizim için bir zarurettir. Bu işi başarabilmek için tek çaremiz, buut şartları değişik olan diğer bir âleme intikal etmektir.

Bedri Ruhselman

Ruh ve Kâinat - Kâinat ve Buut Meselesi –Sayfa:26-27




Yüksek Türkiye ideali, Vazifeli Ülke Türkiye , Yüksek Türk, Yüksek ULus, Yüksek Uygarlık için Türk


[Editörün notu:

" Türk birlik ve beraberlik içinde yaşamak demektir. Birlik ve beraberliği yok edenleri, ders veren demektir.

Türk, insanlığın ve her canlının huzur içinde doğaya zarar vermeden yaşamasını sağlamak için yaratılmış bir üst ulustur.

Türklerde din yoktur töre vardır. Töre yeryüzünde adaleti sağlama görevidir.
 Dünyanın gemisi Anadolu da, Türklere emanettir.

Sonradan ortaya çıkan sami dinler, Türk'e ait töreden alıntı yaparak bu gücü ele geçirmek yoluyla rol çalmaktan ibarettir.

Atatürk laiklik devrimi ile dinlerin ne olduğunun anlaşılmasını sağlayan o yüksek iradenin görevini yapmış bir insanlık adına, devrimin sonsuzluk adına, adıdır.Türklerde ırkçılık yoktur. İnanç ayrımcılığı yoktur."]


Anadolu'da birçok Türk mezar taşlarının üzerinde Osmanlıca arapça yazı olmadığı için bunlar Türk değildir diyerek sökülüp kırılmıştır veya duvar yapılmıştır. Bunu en son Denizli'de yaşadım. Buldukları eski Türkçe yazılı kaya taşlarını Arapça yazı görmedikleri için "bunlar Rum'dur, Grek'dir, Yunan'dır, Emeni'dir" diye tanımlayarak söküp atmışlar. Oysa o söküp attıklarının üzerinde Türklerin Orhun Yazıtları vardı.




Servet SOMUNCUOĞLU

-
ANADOLU DA EZELDEN TÜRK DİYARIDIR

Bakınız Atatürk tek şiirinde ne demiş:


HAKİKAT NEREDE?

Gafil, hangi üç asır, hangi on asır

Tuna ezelden Türk diyarıdır.

Bilinen tarihler söylememiş bunu

Kalkıyor örtüler, örtülen doğacak,

Dinleyin sesini doğan tarihin,

Aydınlıkta karaltı, karatıda şafak

Yalan tarihi gömüp, doğru tarihe gidin. Asya'nın ortasında Oğuz oğulları,

Avrupa'nın Alplerinde Oğuz torunları

Doğudan çıkan biz, Batıdan yine biz

Nerde olsa, ne olsa kendimizi biliriz

Türk sadece bir milletin adı değil,

Türk bütün adamların birliğidir.

Ey birbirine diş bileyen yığınlar,

Ey yığın yığın insan gafletleri

Yırtılsın gözlerdeki gafletten perde,

Dünya o zaman görecek hakikat nerede,

Hakikat nerede?! 
Mustafa Kemal ATATÜRK 







Evet, biz Asyalıyız ve Batının temeliyiz.

 “BİNLERCE YIL ÖTEDEN PARMAK İZLERİMİZ DEĞECEK BİRBİRİNE...”

Yıllar önce uluslararası bir turnuvada bir İtalyan meslektaşım, "Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne almazlar" demişti.

"Neden" diye sorduğumda "siz Asya'lısınız" diye küçümseyen bir söylemde bulunmuştu.

Sanki Asya'lılık bir eksiklikmiş gibi.

Sadece "sen Efes antik kentini biliyor musun" diye sordum.

"Evet" dedi.

"Öyleyse Efes'in tarihini iyi araştır" demekle yetindim.

Efes 6000 yıl önce kurulmuş bir Luvi kenti.

Luviler "Assa" dediler bu kente. 

Hititler ise "Apasa."

Sonra "Assuva" oldu.

Ve Helenler geldi "Asia" dediler, yani "Asya" 

Efes öylesine uygar, öylesine gelişmiş bir kentti ki, Avrupa'daki toplumlar onu örnek alıyordu.

O yüzden koskoca bir kıtaya Efes'in ismini verdiler; Asya.

Anadolu'ya da Küçük Asya.

İtalyan meslektaşım bunları bilseydi, elbette "siz Asya'lısınız" gibi küçümleyici bir söylemde bulunmazdı.

Evet biz Asya'lıyız.

Uygarlığın, demokrasinin doğduğu topraklardayız.

Ama maalesef bu kadim kültür zenginliğini benimsemiyor ve sahip çıkmıyoruz.

Osmanlı dahil Türkiye'nin kültürel tarihinde "Türklük ve Müslümanlık" dışında unsurların da bulunduğunu resmi ideoloji hiç kabul etmedi.

Efes gibi Ege ve Akdeniz'deki onlarca antik kültürü hiç benimsemedi.

Hal böyle olunca ve sen sahip çıkmayınca, el oğlu durur mu?



Batı dünyası insani değerlerin büyük sanat yapıtları ile ölümsüzlük kazandığı tek kaynağın Yunan-Roma kültürü olduğuna inanır.

Ders kitaplarında böyle öğretilir.

Oysa Luvi, Arzawa, Hitit, Troya, Likya, Lidya, Frigya, Karya, Kapadokya uygarlıklarının ne Helen, ne de Roma ile ilgisi yoktur.

Onlar Anadolu'nun öz uygarlıklarıdır.

Batının Küçük Asya diye isimlendirdiği Anadolu aslında batı uygarlığın beşiğidir.

Bir ağacın köklerini besleyerek ona hayat veren toprak binlerce yıllık bir birikimin ürünü. Ağaç bu birikimin zenginliği sayesinde yaşıyor.

Toplumlar da kendilerinden önceki toplumların kültürel mirasının zenginliklerinden beslenerek kendi kültürel kimliklerini oluşturuyor.

Antik Yunan ve Roma uygarlıklarının beslendiği zenginlik de, binlerce yıllık bir kültür birikimine sahip Asya topraklarıdır.

Bu toprağın binlerce yıllık kadim mirasını batıya hediye etmek yerine onu sahiplenmek bizi ne müslümanlıktan, ne Türklük'ten uzaklaştırır.

Aksine damarlarımızda hala kanı dolaşan bu uygarlıkların kültür zenginliği bizim kültürümüzü de zenginleştirir.

Evet, biz Asyalıyız ve batının temeliyiz.

Aslında sözün özünü 3000 yıl önce yaşamış Likyalı bir şair şu mısralarla anlatmıyor mu?

“Beni bulamazsan üzülme

eşyalarımı bulacaksın

Kestiğim taşları, açtığım yolları, işlediğim heykelleri bulacaksın,

Ve göreceksin ki binlerce yıl öteden parmak izlerimiz değecek birbirine”




DOĞAL AFETLER ve GELİŞİM

 DOĞAL ÂFETLER ve GELİŞİM...

Soru : Şuan ki âfetlerin spiritüelizm ışığında ki anlamı nedir ?

Cevap: Bu sorunun yanıtı için okunması gereken çok önemli olduğunu bildirdiğim yazının 3. ve SON bölümünü aşağıda dikkatinize sunuyorum.

Dr. Bed­ri Ruhselman, İlahi Nizam ve Kainat adlı kitabı tamamladıktan sonra üçer yazılık diziler halinde bazı konuları kaleme almış ve vefatından önce bunları bastırarak dağıtmıştır. Bunların birisi doğa  olayları hakkında ve diğeri de ruhsal planlarla ilgilidir. Bu yazılar şimdi herkesin ulaşamayacağı durumda olduğundan ve ayrıca spiritüalizm ile ilgilenen herkesin bunları okuması gerektiğine inandığımdan soruya yanıt olarak bunları aşağıda sunuyorum. Osmanlıca sözcükler için sözlüğe başvurmanız gerekebilir.

Üstat Dr. Bed­ri Ruhselman şunları açıklıyor:

BÜYÜK DOĞA OLAYLARI ve ANLAMLARI - 3. Yazı(*)

Önceki iki yazımdan birincisi, genel olarak dünyanın yaşamsal bünyesini destekleyen şuurlu ve idrakli dünya üstü bir idare mekanizmasının mevcudiyetine ait bazı değerlendirmeleri içerir. İkincisi, dünyada gelmiş geçmiş normal üstü bazı doğa olaylarından ve bunların insanlar arasında yapmış oldukları ızdıraplı ve korkunç görünen sonuçlarından ve bu sonuçların illiyet ilkesi ile olan ilişkisinden  söz eder. Bu yazı ise sıra dışı ve felâketli görünen bu büyük doğa olaylarını gene illiyet ilkesi karşısında evrendeki o büyük idare mekanizmasıyla olan bağlantısını ve bütün gelişen ülkelerde olduğu gibi ülkemizin de bu bağlantı alanının dışında kalamayacağını belirtecektir.

Bu yazı bundan önce yazmış olduğum yazıların hedef tuttuğu noktayı belirtmek amacına yöneliktir. Orada bazı felâketli doğa olaylarından ısrarla söz etmiştim, vurgulamaak istediğim bir problemin daha iyi bir açıklamasını yapmak içindi. Bu problem nedir? Bundan sonra gelecek ilk yazılarımda açık seçik  görüşmelerini yapabilmek olanağına kavuşacağımızdan emin bulunduğum bu problemin şimdilik elimden gelebildiği kadar açıklamaya çalışacağım. Geçen iki yazımda da az çok belirttiğim gibi bütün bu olağanüstü doğa olaylarının büyük hedefleri vardır. Bunlardan birisi de o olaylara tanık olan ya da  mukadderleri o olaylara bağlı bulunan pek çok  insanın gelişmesidir.

Bir yerde beşeriyetin felâket damgasını vurabileceği büyük veya küçük ıstıraplı olağanüstü herhangi bir doğa olayı ortaya çıkarsa, orada muhakkak kütlesel, yani az çok geniş bir insan topluluğunu ilgilendiren gelişim söz konusu olur. Dünyada gelip geçen bütün felâketli zamanları mutlaka az çok belirli bir gelişim hızı izlemiştir. Bu gelişimin; o sırada ölenler, yani felâkete kurban oldu denilenler için de böyle olup olmadığını tartışmamıza bu yazılarımızın içerikleri bugün henüz elverişli değildir. Dahası, bu konu başka gözlemleri elde ettikten sonra daha geniş bir bilgi kadrosu içinde düşünülebilecek bir durum arz eder. Biz şimdilik böyle doğa afetlerinden hayatta kalan insanlardan söz ediyoruz..

Her şeye rağmen, dünyada ortaya çıkan bütün felâketler bireyin ve toplumun gelişiminde muhakkak hızlandırıcı bir etmen olmuştur. Bundan başka, insanların dünya üzerinde yer yer ve zaman zaman gelişimlerinin hızlandırılması da esâsen bir doğal yasa gereğidir. Dahası, tarih boyunca ortaya çıkmış sayısız olayların incelenmesiyle anlaşılacağı gibi, dünyamız bugünkü gelişmişlik düzeyine işte böyle topluluklar arasında zaman zaman ortaya çıkmış büyük toplumsal ve doğa olaylarının insanlara yaptırdığı hamlelerle ulaşabilmiştir.

Konu bu bakımdan gözden geçirilince, bu olaylar – ne kadar felâketli olursa olsun – beşeriyet için bir yükselişin ve kurtuluşun hem nedeni, hem de ifadesi olarak görünür. Gerek bilgi, gerek kültür kazanımında gelişim hızını arttırmak gayretiyle yıllardan  beri çırpınıp duran ülkemizde de elbette bu hızı liyakatlerimize uygun bir şekilde her alanda sağlayıcı bazı olayların olacağını/oluşacağını beklemek elbette bir gereklilik olur. İşte biz bu gibi olaylarla karşılaştığımız zaman bu bekleyişimizin bizlere ne derece yararlı kazançlar sağlayacağını da bu yazılarımızla şimdilik hiç olmazsa duyumsatmaya uğraşıyoruz; ayrıca, ilerde zamanı geldikçe bu duyumsamalarımızı yavaş yavaş daha geniş bilgi ve idraklere doğru götürecek olan görüşmelerimize aksatmadan devam edeceğiz.

Büyük olayların ilk anlarda; daha önce değindiğimiz büyük âfetler gibi geniş çapta olmayacağını hesap ve kitaplara dayanan içsel gelişim konusunun gerekliliklerinden çıkartabiliriz. Görülüyor ki, önceleri son derece basit ve dünyada sık sık görülebilen bazı olağanüstü ve görece küçük olayların ülkemizde de görülebileceğini hesaplayarak idrak ve bilgi kapasitelerimizi ona göre alıcı ve yararlanıcı açık bir anten halinde hazır bulundurmamız bizim için elbette çok yararlı ve hatta gerekli olur.

Acı bir ilacın sıkıntı verici bir hastalığı defetmesi gibi, elbette az çok acılığı bulunan bu türlü olayların karşısında tiksinmek veya şaşırıp kalmak insana büyük bir şey kazandırmaz. Fakat öyle bir karışıklıkta bu yazılarımızın taşıdığı anlamları iyi hazmetmiş olup, uygulamada onları kullanabilenlerin yararı büyük olur. Durum böyle olunca, daha iyi açıklamış olmak için bu anlamları kısaca ve şimdilik son söz olarak yineliyorum; her olayın bir nedeni vardır. Bu nedenle de ağırlaşmış bir gelişim hızını arttırmaya yöneliktir. Ayrıca, ne kadar az ya da çok felâketli görünürse görünsün, her olay hayırlı, iyi ve insanların yükselmesi için gerekli elemanları hazırlayan bir sürü sonucu peşinden sürükler. Şu halde bunlar doğanın rastgele birer kötü tesadüfü değil, yüksek evren yasalarına dayanan şuurlu ve idrakli bir idare mekanizmasının düzenlemeleri ve gereklilikleridir. Bu idare mekanizması elbette dünyamız üstü bir kudretin ifadesidir. İşte bütün bu olayların ve gelecek şeylerin insanlara açıklanması gereken şu andaki en önemli anlamı da olanların bu idare mekanizmasını kanıtlayıcı birer işareti ve birer ışığı olmalarıdır.

İlerisi daha çok derinleşen bu büyük hakikati şimdilik ancak bu kadarcık ve biraz da belirsizlik içinde ifade edebilmiş oluyoruz. Fakat bu kısa açıklamalar gelecek günlerimiz için yeterlidir. İleride, daha iyi gözlemler karşısında daha açık ve daha geniş ölçüde görüşeceğimizi ve böylece de yazılarımızı okuyan dostlarımıza bu yoldaki bilgilerinin artması bakımından daha yararlı olabileceğimizi kuvvetle umuyorum.

23.12.1958 İstanbul

………………………………………………..

(*) Güncel Türkçe’ye uyarlayan Selman GERÇEKSEVER (13.10,2017)







Cehalet okumamış olmak, okul bitirmemek değil'dir..

Cehalet okumamış olmak, okul bitirmemek değil'dir..

Cehalet,

3 - 5 kuruşluk, gelip geçici, çıkar menfaat uğruna; kendisinin ve çocuklarının geleceklerini rehin bırakmak, adalete ve insanlığa ters düşecek, karaktersizce davranışlar sergilemektir.

Bu anlamda,

Okulların en yükseğini bitirip, diplomaların en cafcaflısını, iş yerlerinde ki duvarlarına asan bir çok insan; cehaletten kurtulamamış durumda yaşamaktadır.

Etrafınıza şöyle bir göz atın! Göreceksiniz.



.

% 100 Türk Genomuna sahip olmak

Dilini kaybeden her şeyini kaybeder.
Hangi dili yayınlıyorsanız ,
Hangi frekanstaysanız 
O' sun'uz.
Evrende her şey frekanslardan oluşur.
Dil'i aynı insanla yakınlık kurarsınız.
Frekansı (elektriği) aynı olan insan sizi çeker.
Elektrik alma-Kanım almadı- deyişleri her şeyin frekans olduğunu açıklar.
Dilinizden, düşüncenizden Türkçe olmayan sözcükleri çıkarın
% 100 Türk Genomuna sahip olun.






% 100 Türk Genomuna sahip olmak...

Genom = Dil.

Papua Yeni Gine de yaklaşık 850 yerel dil var.
Dilsel ve kültürel çeşitliliğin genetik yapıda nasıl bir etkiye sahip olduğunu anlamak adına araştırmacılar, 85 farklı dilden 385 bireyin genomlarını inceledi.
Araştırmacılar, her bir genomda bir milyondan fazla genetik pozisyona baktılar ve genetik benzerlik ve ayrılıkları anlamak adına bu genetik pozisyonları birbirleri ile karşılaştırdılar. 
Ortaya çıkan sonuçlar, şaşırtıcı bir biç'im'de ayrı dilde konuşan grupların genetik olarak da birbirinden oldukça ayrı olduğunu ortaya koyuyor.
50.000 yıldır farklı bir evrim süreci Oxford Üniversitesi’nden Stephen J. Oppenheimer, ” Dağlık bölgelerde yaşayan insanlar ile alçak bölgelerde yaşayan insanlar arasında çarpıcı ayrışmalar ortaya koyduk. 
İki grup arasında 10.000 ila 20.000 yıl arasında değişen genetik ayrışmalar yakaladık. 
Bu, tarihsel olarak kapalı bir hayat yaşayan yayla toplulukları için belli bir mantık barındırsa da, bunun aksine coğrafi açıdan oldukça yakın olan bu gruplar arasında böylesine güçlü bir genetik engel oldukça sıra dışı bir durum.” diyor.

Avrupa ve Asya’daki topluluklar, evrimsel anlamda yaklaşık 10.000 yıl önce ortaya çıkan tarım uygulamalarından büyük ölçüde etkilendi.
Avrupa ve Asya’daki homojenleşme Papua Yeni Gine’de gözlemlenemiyor.

Araştırmacılardan Chris Tyler-Smith, “Genetik araştırmalar sayesinde Yeni Gine adasında yaşayan insanların son 50.000 yıldır dünyanın geri kalanına göre bağımsız bir evrimleşme olduğunu görmüş olduk. 
Bu çalışma Avrupa ve Asya dışında farklı bir evrim sürecini görmemizi sağlıyor. 
Bu topraklarda tarım ortaya çıktı ancak demir ve tunç çağları yaşanmadı. 
Belki de bu genetik, kültürel ve dilsel çeşitliliğe kaynaklık eden de bu yeni teknolojilerin bölgeye girmemiş olmasıdır.” diyor.
Trust Sanger Enstitüsü Anders Bergstrom
-Bilimsel Makale Science dergisinde yayımlandı.
linkleri yorum bölümün de
.
Türkçe 2-3 yaşında,
Almanca 5, 
Arapça 12 yaşında öğrenilerek 
Ana dille oluşan, bilinçsel gelişim çizelgesi ortaya çıkıyor.
Dil bilimi profesörü Klan Delius.
.
İ ;İlk (kısa) dalga frekansı.
L; Proton (+)
D; Dalga boyu.
Dil;Kısa (ilk) dalga frekans düzenlemesi.
.
Bil-im;Bütün imgelerin (moleküllerin) proton sayısını bilme.
Dilini kaybeden her şeyini kaybeder.
Hangi dili yayınlıyorsanız ,
Hangi frekanstaysanız 
O' sun'uz.
Evrende her şey frekanslardan oluşur.
Dil'i aynı insanla yakınlık kurarsınız.
Frekansı (elektriği) aynı olan insan sizi çeker.
Elektrik alma-Kanım almadı- deyişleri her şeyin frekans olduğunu açıklar.
Dilinizden, düşüncenizden Türkçe olmayan sözcükleri çıkarın
% 100 Türk Genomuna sahip olun.

M.Çiçek

TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ HİÇBİR ZAMAN ŞERİATÇILIK VE DİN DEVLETİ İLE, BAĞDAŞMAZ. TÜRKÇÜLÜK UYGAR BİR DÜŞÜNCE AKIMIDIR.

"TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ HİÇBİR ZAMAN ŞERİATÇILIK VE DİN DEVLETİ İLE, BAĞDAŞMAZ. TÜRKÇÜLÜK UYGAR BİR DÜŞÜNCE AKIMIDIR." PROF. DR. ZİYA GÖKALP

Prof. Dr. Ziya Gökalp'ı vefatının 92. yılında saygıyla ve rahmetle anıyoruz.

Sevgili Okurlar,

İmparatorluk devrinin 1908’den sonraki safhasında siyasî, içtimaî ve iktisadî şartların ağırlığı altında bunaldığı yıllardayız. İmparatorluk 1908 sonrası çok çeşitli siyasi ve sosyal çalkantıların içerisinde iken idealist genç bir subay kurtuluş çareleri aramaktadır. Bu genç subay'ın adı Mustafa Kemal'dir.

Vatanı yuvarlanmakta olduğu esaret uçurumundan kurtarma çarelerini düşünmektedir. Aynı yıllarda Türk tarihinde yüzyıllardan beri eşi görülmemiş bir fikir hamlesine sahip Ziya Gökalp yoğun enerjisiyle çalışmaktadır.

Ziya Gökalp'ın vakur ve tesirli sesi Türk toplumunun her kesiminin saygısını kazanıyor yeni bir heyecan fırtınası estiriyordu. Vakur haliyle kızgın lâv denizlerini barındıran gizli hareketsiz dağlara benzeyen Ziya Gökalp, Türk'e has sükûnetiyle topluma ışık saçıyordu.

O’nun büyüklüğü ve asaleti gönülden inandığı Türk milletinin tarihî hasletlerini ilmin rehberliğinde, ortaya çıkarmasından kaynaklanıyordu. Gökalp için araştırılıp cihana duyurulması gereken tek hakikat, Türk millî kültürünün azameti, tek mefkûre ise Türk milliyetçiliğiydi.


Ziya Gökalp Diyarbakır gibi uzak bir Anadolu ilinde öğrendiği Fransızcanın yardımı ile Avrupa felsefesi ve olaylarını takip etmiştir. Ziya Gökalp edindiği bu bilgilerle Batı zihniyetini ve fikrî davranışlarını, belki ilk defa, ciddi mana da Türkiye’ye getiren bilim adamıdır. 

Ziya Gökalp Batı Bilim kültür ve zihniyetin tesirinde kalmamış Türk milli kültürü ve millî menfaatleri bakımından değerlendirmiştir. Ziya Gökalp bu sebeple tehlikeli görülmüş Milliyetçi aydın ve askerlerle birlikte Malta adasında sürgün yaşamıştır. Hayatı boyunca tüm bilim fikir camiasına bilgi ve ışık saçan Gökalp milli mücadele de ölüm-kalım mücadelesi verenlerinde ışığı olmuştur.

Ziya Gökalp 1.Dünya Savaşında en acı olayları yaşayarak bezginleşen millî varlığı muhafaza etmek endişesi taşıyanların yüreğinin sesiydi. vatan evlatlarına Türkçülük ve Milliyetçilik idealini gösteriyor Türk Ülküsünün yurtta tüm yayılmasını kökleşmesini sağlıyordu.

Ziya Gökalp Türk Ülküsü Türk Kültürü ve Türk Milliyetçiliği ibaret asîl gayesine ulaşmak için hayatı boyunca bıkıp usanmadan çalıştı. Türkçülük düşüncesini ilmi temellere suretiyle bir şair, bir destancı, bir tiyatro yazarı, ahlâkçı veya toplum bilimci olarak eserler vermiştir.

Ziya Gökalp İstanbul Darülfünununda İçtimaiyat kürsüsünde ders verirken bir sosyolog, “Ala Geyik” i yazarken bir şairdir Ziya Gökalp “Altın Destan”, “Kızılelma”, “Altın Işık” ı kaleme almış Bu manzumeler tatlı, iç açıcı, halk ve geçmiş sevgisi uyandırıcı ne güzel parçalardır!

Ziya Gökalp, Kant’tan, Nietsche’den ve Bergson’dan fikirler naklederken bir filozof, “Yeni Hayat” taki manzumeleri ile ateşli bir inkılâpçıdır.

Ziya Gökalp bir çok sahada emsalsiz eserler verirken o sahaların yalnız biri konusunda çalışıp tek eser veremeyen bir sürü “fikir ve ilim” adamı vardır.

Ziya Gökalp, kısacık ömrü ve bin bir sıkıntı arasında bu kadar derin ve nitelikle konuları son derece sade bir üslûpta kolay anlaşılır bir Türkçe ile anlatmıştır.

Ziya Gökalp her biri zamana göre yeni bir çığır olan pınar gibi akan bilgileri Genç dimağlara müstesna bir kabiliyet ile şahika heybeti ile aktarmıştır.

Sevgili Okurlar

Bu anlamlı günde Ziya Gökalp'ın dilinden "Türk İslam Sentezi" hakkındaki düşünce ve eleştirilerini kendi anlatımıyla paylaşıyoruz.

Ender aydınımız Türklük - Türkçülük fikrini içten benimseyip bu yolda gerçekten övgüye değer emek harcamışlardır. Prof. Dr. Ziya Gökalp Türk milliyetçilik dâvasını bir düzene koymak, sistem haline getirmek uğrunda çalışan büyük başarıya ulaşan dev ülkü adamı, emsalsiz ideolojisttir.

Atatürk, Gökalp’ın “Türkçülük fikirlerini aynen tatbik etmiş, Gökalp çizgisinde “Millileşme, Laikleşme ve Medeniyetçiliği” getirmiştir. Atatürkçü düşünce sisteminde, ümmetçiliği engellemek için İslamlaşma yerine birlik ve beraberlik yaratacak laikleşme egemendir.

Atatürkçü düşünce sistemi Türkiye Cumhuriyeti Devletini milli birlik ve beraberlik içinde yaşatmak gücüne sahiptir. Atatürkçü düşünce sisteminin değişmez prensipleri, özetle milliyetçilik ve medeniyetçiliğe dayanır.

Milli Mücadele ve sonrasında girişilen devrimlere, milliyetçilik ve medeniyetçilik ilkeleri, başlıca kaynak olmuştur. Atatürkçü düşünce sisteminde üç düşünce akımının önemli yerleri bulunduğunu görmekteyiz. Bu akımlar, millileşme, laikleşme ve çağdaşlaşma (medeniyetçilik)dır.

Türk milletinin Kurtuluş Savaşından sonra bağımsız yaşaması ve çağdaş medeniyet seviyesinin üstüne çıkabilmesi için dayandığı fikir akımları bunlardır.

Türk İslam Sentezi fikriyatı Ziya Gökalp'a göre ülkeleri felakete götürecek bir düşüncedir. Türkçü düşünce sistemine göre Sentezci düşünce tartışmasız "Siyasi Ümmetçilik" olarak görülmekte ümmetçi her düşünce ise Arap milliyetçiliği anlamına gelmektedir.

Türkçü düşünce sisteminin "Uluslaşma, laikleşme ve Türk kültür ve medeniyetini yayma" unsurları aynı zamanda Atatürkçü düşünce sisteminin dayanaklarıdır.

Türk düşüncesinden sapmalar yapılması halinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bağımsızlığı ve sonsuza kadar sürdürülmesi ülküsü zedelenecektir. Bu günde aynısını yaşıyoruz.

Nitekim “Türk – İslam Sentezi”ne benzer düşünceler, çok gerilerde, teokrasi ve klerikalizmin yürürlükte bulunduğu İkinci Meşrutiyet döneminde egemen olmuşlardır.

O dönemde yürüyen fikir akımlarıyla Türk – İslam Sentezi’nin arasında benzerlikler vardır.

Bu konuda en yetkili kaynaklardan biri de, Türk düşünürü Ziya Gökalp’in “Türkleşmek, İslamlaşmak, muasırlaşmak” ve “Türkçülüğün esasları” adlı iki önemli yapıtıdır.

Prof. Dr. Ziya Gökalp’ın Türk- İslam Sentezi hakkında düşünceleri “Türkleşmek, İslamlaşma, Muasırlaşmak” adlı kitabının 9-10.sayfalarında şöyle belirtilmektedir:

Ziya Gökalp “Her birinin nüfuz dairelerini tayin ederek bu üç düşünce akımının üçünü de (Türkleşmek, İslamlaşmak, muasırlaşmak) kabul etmeliyiz."

Ziya Gökalp " Daha doğrusu, bunların bir ihtiyacın, üç muhtelif noktadan görülmüş safhaları olduğun anlayarak (Muasır bir İslam Türklüğü) yaratmalıyız”.

Görülüyor ki, “Türk-İslam Sentezi” adlı hayat görüşü, Gökalp’te “Muasır bir İslam Türklüğü” kavramıyla açıklanmaktadır. Gökalp kitabın 24.Sayfasında :“Biz Türkler, çağdaş Medeniyet akımı ve ilmiyle donatılmış olduğumuz halde bir “Türk – İslam” harsı (Kültürü) ibda etmeye çalışmalıyız”.

Ziya Gökalp 33. Sayfada da:“Türklerde milliyet hissi uyanmaya başlayınca bir tarafdan da, Türkçülük, İslamcılığa muhalefetle itham edildi. Bu görüşler, İslam içinde Türk’ü eritmeğe girişen (Türk-İslam Sentezi) kavramıyla, Gökalp’in (Muasır bir İslam Türklüğü) kavramı arasında benzerlikler olduğu görülür.

II.Meşrutiyet sonrası Muasır bir İslam Türklüğü kavramını savunan Gökalp, o dönemde (Osmanlıcılık) ve (İslam birliği) fikirlerinin etkisinde idi.

Gökalp, 1923 yılında kaleme aldığı "TÜRKÇÜLÜĞÜN ESASLARI" isimli eserinde suni bir “Türk – İslam Kültürü” yaratma düşüncelerinin de tehlikelerini anlamıştır.

Gökalp ölümünden bir yıl önce yayımladığı “Türkçülüğün Esasları” isimli eserinde "Türk – İslam kaynaşmasına ilişkin bir düşünce yoktur." demektedir.

Büyük düşünür, bu konu ile ilgili olarak, “Türkçülüğün Esasları”nda ve 75. Sayfada şunları yazar:

Bir zamanlar İttihad-ı İslam mefkûresi (İslam ülküsü) Müslüman kavimlerin bağımsızlığa kavuşmasını, ülkelerinin sömürge halinden kurtulmasını sağlar sanılıyordu. Anlaşıldı ki İslam ittihadı bir taraftan "teokrasi ve klerikalizm", (teokrasi ve klerikalizm'den kastedilen Şeriatçılık-İslamcılık) gibi irticai (gerici) cereyanları doğurmakta Türklük fikriyatını zarar vermektedir. İslamcılık adı verilen düşünce İslam âlemlinde milliyet mefkûrelerinin(ülkülerinin) ve milli vicdanların uyanmasına engel olmaktadır. İslamcılık adı verilen düşünce Müslüman kavimlerin terakkisine (ilerlemesine) engel olduğu gibi bağımsızlığına da engeldir"

Ziya Gökalp devamla "Çünkü İslam âleminde milli vicdanın inkişafına (gelişmesine) engel olmak Müslüman milletlerin bağımsızlığına engel olmak demektir. Teokrasi ve klerikalizm cereyanları ise cemiyetlerin geride kalmasına hatta gittikçe gerilemesine en büyük sebeptir." demektedir.

Ziya Gökalp, "Türkçülüğün Esasları" isimli eserinde çözümü sunarken şunları söylemektedir: "O halde daima milli vicdanı (milliyetçiliği) uyandırmaya ve kuvvetlendirmeye çalışmalıyız.. Çünkü bütün terakkilerin kaynağı milli vicdan olduğu gibi, milli istiklalin kaynak ve dayanağı Türk Milliyetçiliğidir”

Ziya Gökalp, "Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak" isimli kitabında bahsettiği "Muasır İslam Türklüğü" kavramını, “Türkçülüğün Esasları”(1923) isimle eserinde terk etmiştir.

Ziya Gökalp "Türkçülüğün Esasları" adını verdiği eserinde 1.Dünya ve İstiklal Savaşının bin türlü çilesiyle olgunlaşan Türk Milliyetçiliği fikir ve düşüncesini bir bütün olarak teferruatıyla ve toplu olarak incelemiştir.

Ziya Gökalp, "Türkçülüğün Esasları"nda, : "Türk kültürünün klerikalizm (şeriatçılık) ve teokrasi (din devleti) ile birleşemeyeceğini" anlatarak "Türk İslam Sentezi"ni reddetmiştir.

Ziya Gökalp Türkçülüğün esaslarında özetle Türk kültürünün İslam kültürü ile bir sentez olamayacağına yönelik görüşler belirtilmiş eserinin 170-171. sayfalarında: "TÜRKÇÜLÜK HİÇBİR ZAMAN ŞERİATÇILIK VE DİN DEVLETİ İLE BAĞDAŞMAZ. TÜRKÇÜLÜK UYGAR BİR DÜŞÜNCE AKIMIDIR." der.

Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları'nda “Tanzimatçılar, Osmanlı ile garp medeniyetini bağdaştırmak istedi. Hâlbuki iki zıt medeniyet yan yana yaşayamaz. Batı ve Doğu sistemleri birbirine muhalif bulunduğu için ikisi de birbirini bozmaya sebep olur. İki dinli bir fert olamadığı gibi iki medeniyetli bir millet de olamaz."diyordu.

Türkçülüğün Esasları 56. Sayfasında ise “ İlerleme, ilimlerde, sanayide, askeri ve hukuki teşkilatlarda Avrupalılar kadar ilerlemektir." diyordu.

Ziya Gökalp "Kapitülasyonlarla siyasi müdahalelerle mahkum edilmek istenilen bir millet, Avrupa’nın haricinde telakki olunan bir millet demektir."diyordu.

“Türkçülüğün Esasları”nın 175. Sayfasındaki satırları bu gün yaşamakta olduğumuz tehdit ve tehlikeyi işaret etmektedir.: “Türkçülük (Milliyetçilik) hiçbir zaman klerikalizm (şeriatçılık)’la teokrasi ile bağdaşamaz. İşte bu sebepledir ki, Türkçülük, Millet hareketidir."

Ziya Gökalp "Hâlbuki milletimizin hatta lisanımızın adları "Osmanlı" kelimesiydi. "Türk" kelimesi ağza alınmazdı. Hiç kimse "Ben Türküm" demeğe cesaret edemezdi.”diyordu.

Ziya Gökalp Türkçülüğün Esaslarında:

“BİR ZAMANLAR İTTİHAD-I İSLAM ÜLKÜSÜ MÜSLÜMAN KAVİMLERİN BAĞIMSIZLIĞA KAVUŞMASINI, SAĞLAR SANILIYORDU.

HÂLBUKİ AMELİ TECRÜBELER GÖSTERDİ Kİ İSLAM İTTİHADI BİR TARAFTAN TEOKRASİ VE KLERİKALİZM GİBİ İRTİCAİ CEREYANLARI DOĞURDUĞU GÖRÜLDÜ.

SÖZDE İSLAMCILIK, İSLAM ÜLKELERİNDE MİLLİYET MEFKÛRELERİNİN, MİLLİ VİCDANLARIN UYANMASINA KARŞI MÜSLÜMANLARIN GELİŞMESİNE ENGELDİR..

ÇÜNKÜ İSLAM ÂLEMİNDE MİLLİ VİCDANIN GELİŞMESİNE ENGEL OLMAK MÜSLÜMAN MİLLETLERİN BAĞIMSIZLIĞINA ENGEL OLMAK DEMEKTİR "TEOKRASİ VE KLERİKALİZM - SİYASİ VE BAĞNAZ DİNCİLİK - CEREYANLARI İSE CEMİYETLERİN GERİDE KALMASINA HATTA GİTTİKÇE GERİLEMESİNE EN BÜYÜK SEBEPTİR."

Ziya Gökalp şöyle devam ediyordu: "SİYASİ ÜMMETÇİLİK TÜRKÇÜLÜĞE KARŞIDIR İSLAMCILIK VE TÜRKÇÜLÜĞÜN (TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN) BİRLİKTE ANILMASI YANLIŞTIR"

O HALDE NE YAPMALI?

ÜLKEMİZDE, SADECE TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİ TÜRKÇLÜĞÜ, TÜRKLÜK ŞUURUNU VE ÜLKÜSÜNÜ UYANDIRMAYA ÇALIŞMALIYIZ."

"ÇÜNKÜ BÜTÜN GELİŞMELERİN KAYNAĞI MİLLİ VİCDAN OLDUĞU GİBİ, MİLLİ İSTİKLALİN KAYNAK VE DAYANAĞI YALNIZ MİLLİYETÇİLİKTİR.” (Türkçülüğün Esasları sayfa 75)

Sevgili Okurlar,

Türkçülük konusunda en yetkin şahsiyet olan Ziya Gökalp bu gün yaşadığımız tehdit ve tehlikeyi tüm boyutlarıyla bizlere anlatıyor. Nitekim bu gün “İslamcılık“ adı verilen ideolojik faaliyetler Sözde bir İslam anlayışı ile ilgilidir. Din Maskesi ile Milletimiz hedef alınmaktadır.

Nitekim Prof. Dr. Ziya Gökalp "TEOKRASİ VE KLERİKALİZM CEREYANLARI İSE CEMİYETLERİN GERİDE KALMASINA HATTA GİTTİKÇE GERİLEMESİNE EN BÜYÜK SEBEPTİR." demektedir.

40 yıldır Türk Milliyetçiliğine Yüzde yüz ters olduğu için karşı çıktığımız siyam ikizini andıran sentezcilik, Türk Milliyetçiliği yaptığını söyleyen partilerin fikir ve düşüncelerini oluşturmaktadır. Sözde Milliyetçi partilerin sürekli Siyasi Ümmetçiler ile aynı parkurda hareket etmeye devam etmeleri Türk Milliyetçiliğine hiç bir şey kazandırmamakta Siyasi ümmetçi hanesine fayda sağlamaktadır. Türk Milliyetçiliği fikir ve düşüncesi sözde ve İslam ile alakası bulunmayan sözde ümmetçilik uğruna ne hallere gelmiştir!

Sevgili Okurlar,

Biz dine veya diyanete karşı çıkılmıyoruz. İSLAMIN TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNE -TÜRKLÜĞE-KARŞI BİR MASKE OLARAK KULLANILMASINA KARŞIYIZ.

Nitekim Ziya Gökalp çözümün ne olması gerektiğini şöyle açıklıyor:

"O HALDE NE YAPMALI? ÜLKEMİZDE, SADECE TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİ TÜRÇLÜĞÜ, TÜRKLÜK ŞUURUNU VE MEFKÛRESİNİ UYANDIRMAYA ÇALIŞMALIYIZ. ÇÜNKÜ BÜTÜN GELİŞMELERİN KAYNAĞI MİLLİ VİCDAN OLDUĞU GİBİ, MİLLİ İSTİKLALİN KAYNAK VE DAYANAĞI YALNIZ MİLLİYETÇİLİKTİR. (Türkçülüğün Esasları s 75)

Türkçülüğün teorisyeni Prof. Dr. Ziya Gökalp'ın dediği gibi "İslamcılık" Siyasi Ümmetçi bir söylemdir. Dinin siyasi çıkarlar için kullanılması ülke bağımsızlığı için tehlikelidir.

Siyasi Ümmetçi söylemler önlerinde engel olarak Atatürkçüleri “Milliyetçileri görmekte Türk Milliyetçiliğini etkisizleştirmek istemektedirler.

Ziya Gökalp'ın ifade ettiği gibi "Türk İslam sentezi" Türk Milliyetçiliğini etkisizleştirmek için siyasi ümmetçilik eklenmesidir.

Hayatımız boyunca yanlışlığını ifade ettiğimiz bu çarpık düşünceye üç büyük Türkçü Atatürk, Ziya Gökalp ve Nihal Atsız karşıdır.

Alparslan Türkeş bu görüşün mahzurlarını anlamış ebediyete intikalinden kısa bir süre önce Benimle birlikte Türkeli gazetesi ve Hürriyet Gazetesiyle yaptığı röportajlarda "BİZ ATATÜRKÇÜYÜZ" demiştir.

Değerli Arkadaşlarım,

Yarın Ülkü devi Prof. Dr. Ziya Gökalp'in yaşamından çok önemli kesitler vereceğiz.

En içten sevgiler saygılar selamlar.
25 Ekim 2016
Saat 23.00

TANER ÜNAL


.

Salih Bozok - Yaveri Atatürk-ü Anlatıyor.pdf

Salih Bozok çocukluğundan Atatürk'ün vefatına kadar büyük önderimizin yakınında bulunmuştur. Hatıratını okumak, okutmak şarttır. Aşağıdaki adresten PDF olarak indirebilirsiniz.



Atatürk’ün en yakın dostu, çocukluk ve silah arkadaşı, yaveri Salih Bozok’un anılarında Atatürk hakkında bilmediğimiz bir çok şey.. Mutlaka okunması gereken bir kitap… 

http://www.dosya.tc/server5/8n09ce/Salih_Bozok_-_Yaveri_Ataturk-u_Anlatiyor.pdf.html

Bilgi güçtür kuvvettir. Bilgilenin! Dünyanın çatısı Everest Tepesi değil İstanbul'dur. Doğu ve Batı'nın savaşı din eksenli değil zenginlik temellidir.

Dünyada hiçbir zaman rakip olamayacağınız sektör büyükleri vardır. Basit bir örnek vermek gerekirse araba lastiği firmaları -Michelin Pirelli gibi- bunların gücü sermayeden öte, imalat üstünlüklerinden gelir. Lastik imalatının temeli kautçuk ağacına dayanır ki bu firmalar dünya kautçuk orman bölgelerini satın almışlardır. Haliyle temel hammadde de kendi ellerinde olduğu için bu firmalarla yarışamazsınız.

Dünyadaki çoğu savaşın temeli, stratejik alan veya stratejik malzeme kavgasıdır.

Afganistan demir yataklarına sahipti. Ortadoğu ülkeleri petrol, doğalgaz altın vs.

Uzakdoğu eski zamanda baharat kaynağıydı.. yeni çağda karabiberin gramının altının gramından pahalı olduğunu düşünürsek.

Arjantin Peru gibi Latin Amerika ülkelerinin Avrupalılar tarafından keşfedildikten sonra gemilerle kuş pisliği dağlarını kendi ülkelerine tarımda verimlilik gübre için taşıdıklarını - bugünün üre'si -unutmamak lazım.

Fransa'nın kahve ve şeker kamışı uğruna ordusunun çoğunu sıtmadan kaybedip bugünkü ABD de bulunan verimli ova pozisyonundaki topraklarını -New Orleon gibi- satmak zorunda kalması, Napoleon' un güç kaybedip ingiltere'nin gerisine düşmesine;

Hollanda'nın gemi filoları sayesinde ticaret yollarına hakim olup zengin ülke statüsünde söz sahibi oluşuna sebep hep hammadde savaşlarıdır.. bu uğurda native bir milleti yok edecek ölçüde kıyım yapmaktan kapitalizm geri kalmamıştır.

Bu azgın sömürüye ideolojik olarak karşı duran sembolik ülkeler olmuştur Vietnam ve Cuba gibi. Vietnam'da kapitalistler global göz dağı verirken; Küba, ideolojik karşıtlığın son kalesi gibi hayat memat meselesi mahiyetinde korunmuş ayakta tutulmuştur.

Bir de ipek yolu gibi, baharat yolu gibi bu hammaddelerin kolay, masrafsız ve emniyetli taşınacağı güzergahlar vardır. Tarih boyunca bu güzergahlar bir Doğu'nun bir Batı'nın eline geçmiştir.

Doğu ve Batı'nın savaşı din eksenli değil zenginlik temellidir. Haçlı seferleri gibi Kudüs'ü elde tutmaya yönelik ataklar, bu el değiştirişleri kökten çözmeye yöneliktir.

Ha keza islamı yayma adı altında yapılan cihad ve fetihlerde öyle. Dinler, bu savaşlarda motive edici körük vazifesi görmüşlerdir.

Bu cephelerin lojistik üssü olan yerler bellidir. Malta adası, Kıbrıs, İstanbul vs.

Bana göre dünyanın çatısı Everest tepesi değil İstanbuldur. Tarih öncesinden beri yerleşim alanı olarak göz koyulan tarih boyunca da alınmak istenen. Hz. Muhammed dahil tüm islam liderleri ve orduları yönünü buraya çevirmiş, adeta Osmanlı'ya işaret etmiş, Fatih'e nasip olmuş bir şehir; merkez, köprü üs. Koskoca Batı Roma İmp. yıkılırken uzantısı Bizans, bu korunaklı kale ve vergi toplama noktasında ömrünü bin sene daha uzatabilmiştir.

Biz bin sene kalabilecekmiyiz bilmiyorum ama gercekten şanslı olduğumuz kesin. Şansımız, şu birbirine sınır komşu olmak istemeyecek Uzak Doğu ve Batı arasında tampon oluşumuz.. bizi bi kaşık suda boğabilecek güçte de olsalar bizi yaşatmak isteyecekler. Çünkü araya sıkışmışız sürebilecekleri yer yok.. bu alanı boşaltırlarsa bir taraftan biri dolduracak. Anadolu'ya Doğunun hakim olması veya Batının hakim olması, dünya dengelerini değiştirir.

Bu yüzden ülkemiz üstüne oynanan siyasi ve finansal oyunlar hiç bitmeyecektir. Bize düşen, konumumuzu faydalı şekilde kullanıp teraziyi bozmadan kuvvetlenmektir.

MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...