Dr. M. Galip BAYSAN ANKARA, 10 Aralık 2007 Pazartesi
1876'da İstanbul'daki Tersane Konferansı'na İngiliz Hükümeti'nin temsilcisi olarak Disraeli Kabinesinde Dışişlerinin Hindistan işleri sekreteri Salisbury Markisi gönderilmişti. Salisbury eşi ve büyük oğlu ile birlikte 5 Aralık günü İstanbul'a geldi ve altı hafta kaldı, İngiltere Başbakanı ile elçisi Türkleri seven insanlardı ama Salisbury, tıpkı Gladstone gibi, Kırım Savaşı'nın korkunç bir politik hata olduğuna inanıyordu. Bu ön yargılarını İstanbul'a gelmeden Paris, Berlin, Viyana ve St. Petersburg gibi Avrupa başkentlerinde görüştüğü kimselerle de paylaşıyordu. Onlar da Osmanlı İmparatorluğu'nun artık geri dönülmez biçimde çökmekte olduğu kanısındaydılar. (1)
Salisbury'nin İstanbul'da gördüğü hiçbir şey onun bu düşüncesini değiştirmedi. Sultana ve hükümet erkânına güven duygusu beslemiyordu. Abdülhamit'in iltifatları, eşine ve çocuğuna gösterilen ilgi onun kaba saba davranışlarını etkilemedi. Noel'de üçüncü oğluna yazdığı mektupta padişahtan "Bize istediğimiz şeyi vermeye cesaret edemeyeceğini, (Balkanlarda Hıristiyanlara cazip gelecek değişiklikler yapmak), çünkü kendi hayatının tehlikede olduğunu söyleyen sefil, zayıf bir yaratık." Şeklinde tanıtmaktadır. Bu sözleri Bab-ı Âli'ye gönderilen bir Dışişleri görevlisi yapsa, pek az bir ilgi yaratırdı. Ama 1876 yılında Salisbury, İngiltere'nin İmparatorluk politikasında geleceğin adamı durumundaydı. Daha 2-3 ay önce tahta çıkmış olan Sultan Hamide paralel bir şekilde, 32 yıllık saltanatının yarısına yakın bir süre İngiltere'nin Osmanlı Politikasını bu adam yönlendirecekti ve sonuna kadar Abdülhamit ve Türklere karşı sevgisizliğini muhafaza etti. ... Bir büyük düşman Gladstone göçmeden ondan da tehlikeli bir başka Türk düşmanı siyaset sahnesinde yerini alıyordu.
Robert Arthur Talbot Gascoyne – Cecil Salisbury (1830-1903) Büyük Britanya İmparatorluğunun genişleme döneminde üç kez Başbakanlık (1885-1886, 1886-1892, 1895) ve dört kez Dışişleri Bakanlığı (1878, 1885-1888, 1886-1892, 1895-1900-) yapmış muhafazakâr siyaset adamı'dır. 1853'te Stamford temsilcisi olarak Avam Kamarası'na seçildi. 1866'da Hindistan'dan sorumlu Devlet Bakanı oldu, 1867'de bu görevinden ayrıldı. İstanbul'daki Tersane Konferansı'ndan dönüşünden bir yıl sonra Dışişleri Bakanlığı'na getirildi, 1881'de Disraeli'nin ölümünden sonra onun yerine geçti. Lortlar Kamarası'ndaki Muhafazakâr muhalefetin liderliğini üstlendi. Tıpkı Gladstone gibi yaşlılık ve sağlığının bozulması nedeni ile 1900'de son olarak Dışişleri Bakanlığından ayrıldı. (2)
Ermeni İsyanı'nın en önemli etkenlerinden birinin Avrupa'nın Emperyalist güçlerinin Türkiye üzerindeki emelleri olduğunu biliyoruz. Siyasi durumun 1880'den sonra çok karmaşık bir hal aldığını, Osmanlı'nın ünlü "Denge Politikasının" (3) iflas ettiğini ve İngiltere'nin Gladstone öncülüğünde yön değiştirmesi üzerine Osmanlı Devleti'nin yeni arayışlara girdiğini ve bu nedenle "Doğuya doğru" yayılmak isteyen Almanya ile temas kurmaya başladığını da (4) hatırlıyoruz. Bütün bu değişikliklerin kökeninde 1877-1878 Türk-Rus Savaşı'nda alınan ağır yenilgi sonrasında imzalanan (3 Mart 1878) Yeşilköy (Ayastefanos) anlaşması ve büyük devletlerin araya girmesi ile imzalanan Berlin (13 Haziran-13 Temmuz 1878) antlaşmaları vardır. Rus Büyükelçisi General İgnatyev'in tavsiyeleri ile hazırlanan Yeşilköy Antlaşması'nın 16'ncı maddesi Ermenilerle ilgili idi ve bu antlaşmayla Rus Askeri'nin Doğu Anadolu'yu boşaltması ve Osmanlı Devleti'ne geri verilmesi, bölgede iki devlet arasındaki ilişkilerde karışıklığa yol açabileceği ileri sürülerek Osmanlı Devleti'nin Ermenilerle meskun mahallerde derhal ıslahat yapması ve Ermenilerin Kürt ve Çerkezlere karşı korumalarının sağlanması taahhüt ediliyordu.(5)
Bu antlaşma ile "Ermeni" adı, uluslararası bir antlaşmada ilk defa yerini alıyordu. Ermeni Devası'nın bu andan itibaren başladığı, Ermeni tarihinde dev bir adım atıldığı ve bir dönüm noktası olduğu kabul edilebilir. 16'ncı maddede geçen Ermenistan ifadesi ile böyle bir bölgenin varlığı Ruslar tarafından Türk'lere kabul ettirilmiş oluyordu.(6)
Bu antlaşmanın bölgede Rusya'ya çok fazla avantaj sağlaması, büyük devletlerin çıkarları ile çatışınca, Rusya'ya baskı yapılarak Berlin'de yeni bir barış için görüşmelere başlanması talep edildi. Berlin Antlaşması hazırlığı sürerken iki önemli gelişme oldu.
İngiltere ile Rusya arasında 30 Mayıs 1878'de Londra'da gizli bir antlaşma yapıldı. Bu antlaşmaya göre Rusya, Bulgaristan sınırlarının daraltılmasını kabul ederken, İngiltere Kars, Ardahan ve Batum'un Ruslarda kalmasını ve Doğu Bayazıd'ın Türklere iadesini kabul edecekti.(7) Aynı günlerde Avusturya ve İngiltere Berlin Kongresi'nde Osmanlı Devleti'ne yardım vaadiyle toprak talebinde bulundular. Avusturya Bosna-Hersek'i isterken, İngiltere Osmanlı topraklarını artık Doğu Anadolu'nun büyük bir kesimine yerleşmiş olan Rusya'ya karşı koruyabilmek amacıyla Kıbrıs'ın kendisine verilmesi için, İstanbul'daki Elçisi vasıtası ile hükümetle temasa geçti. Nihayet 4 Haziran 1878 tarihinde yapılan bir anlaşma ile Kıbrıs, Osmanlı Devleti'ne bağlı olması ve vergisini Osmanlı Devleti'ne ödemesi şartı ile İngiltere'ye "askeri ve stratejik mülahazalarla" terk edildi.(8) Rusların Doğu Anadolu'dan çekilmeyi kabul etmesi halinde İngiltere de Kıbrıs adasından çekilecekti.(9)
Okuyucularımız herhalde İngiltere'nin oynadığı çift taraflı oyunu fark etmiş olmalılar. Rusya'ya gizli bir anlaşma ile Kars, Ardahan, Batum'dan çıkma diyecek, sonra Türklere, Ruslar Doğu Anadolu'ya girdiler seni yalnız bırakmamı istemiyorsan Kıbrıs'ı geçici olarak benim kontrolüme bırak diyerek Doğu Akdeniz'in kontrolünü elinize alacak ve Uzak Doğu sömürgelerinin en önemli geçiş bölgesi Süveyş'i koruma ve Orta Doğuyu işgal için çok büyük bir avantaj elde edeceksiniz. Sonra da ben sizi korumak için buradayım, Ruslar Doğudan çekilirse ben de çekileceğim diyeceksiniz. Acaba bu şartlarda Rusların Kars, Ardahan, Batum'u ve İngiltere'nin de Kıbrıs'ı terk etme imkanı olabilir mi?
Bu şartlar altında imzalanan Berlin antlaşmasından sadece Fransa toprak kazanmadan ayrılınca, Almanya Başbakanı Bismark Fransız Baş delegesine "Fransa'nın Tunus'u pekala işgal edebileceğini" gizli olarak söyleyince(10) üç yıl geçmeden Fransa da Tunus'a el atacaktır. Bir yıl geçmeden de İngiltere Mısır'ı bütün olarak ele geçirme manevralarını başlatacaktır.(11)
İki kongre arasında dikkati çeken ikinci hareket; başta İstanbul'daki Ermeni Patriği Nerses Varjabedyan olmak üzere, Ermeni liderlerinin Rusya ve Avrupa ülkeleri nezdinde Anadolu'da bağımsız bir Ermenistan kurulmasına destek sağlamak amacıyla büyük bir faaliyet içine girmeleridir.
17 Mart 1878 günü Patrik Nerses, İstanbul'daki İngiliz Büyükelçisi Loyard'la görüşmüş ve bu görüşmesinde "Ermenistan'da bir Hıristiyan yönetimi istendiğini" söylemiştir. İngiliz Sefiri "Ermenistan" demekle hangi toprakları kastettiğini sorunca Patrik Nerses; Van, Sivas, Diyarbakır ve Kilikya'yı saydı. Sefir bu bölgelerde Ermenilerin çoğunlukta olmadıklarını söylediği zaman, Patrik bunu bildiklerini, ancak, Rusya'nın topraklarını genişletmesi nedeni ile bölgede Osmanlı-Rus dengesinin değiştiğini, Ermenilerin de kendi geleceklerini düşünme mecburiyetinde olduklarını beyan etmiştir. Patrik, bundan böyle, eğer büyük devletler Ermenilerin haklı taleplerine kulak asmazlarsa, bu bölgedeki Ermenilerin Türk yönetimine karşı toptan ayaklanıp, Rusya'ya bağlanacağını ifade etmiştir.(12)
Ermeniler bütün gayretlerine rağmen Berlin Kongresi'nde istedikleri sonucu alamadılar. Ermeni başvurusu 4 Temmuz 1878 tarihli oturumda İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Salisbury tarafından ortaya atılarak ele alınmış, görüşmeler sonunda Yeşilköy Anlaşması'nın 16'ncı maddesi, yeni 61'nci madde olarak şu şekilde kabul edilmiştir:
"Bab-ı Ali, Ermenilerin oturdukları vilayetlerin mahalli şartları dolayısıyla muhtaç oldukları ıslahat ve düzenlemeleri gecikmeden yapmayı taahhüt eder ve bu konuda alacağı tedbirleri sırası geldikçe bu devletlere tebliğ edeceğinden, adı geçen devletler de bu tedbirlerin uygulanmasına nezaret edeceklerdir." (13)
Böylece Rusya, Doğu Anadolu'da işgal ettiği yeni topraklarla Ortadoğu'ya egemen olmak için önemli bir köprübaşına sahip olurken(14) Avrupa'nın büyük devletlerinin İstanbul'daki temsilcileri istedikleri her fırsatta istismar edebilecekleri ve Osmanlı Hükümeti'ni zaman zaman çok zor durumlara düşürebilecekleri bir imkana sahip olabileceklerdir. Bunun yanında, Anadolu'da yaşayan Ermenilerle birlikte diğer Hıristiyan topluluklar da, en ücra köşelerde açılan yabancı okullar, bu okullarda görev alan misyonerler ve konsolosluklar vasıtası ile milyonlarca Müslüman'ın hayal dahi edemediği siyasi, kültürel, hukuksal, ekonomik ve dini büyük imkanlara sahip olacaklardır.
Bu gelişme Granville'nin kaleminden şu sözlerle yansıtılacaktır:
"Ermenilerle ilgili Islahat Maddesi'nde ıslahatlara nezaret, antlaşmaya taraftar bütün devletlere verilerek, inisiyatif Rusya'nın elinden alınıyordu. Bu antlaşmayı müteakip, Ermenilerle ilgili ıslahatın şampiyonu İngiltere olacak, İngiliz tahrikleriyle Ermeniler büsbütün şımaracak, faaliyetlerini arttıracaklardır. Meselenin sebepleri yine aynıdır: Dış tahrik, "Ermeni Meselesi" Avrupa'ya uygarlık dışı Müslüman taassubu ile Batıya yaklaşmak için çırpınan Ermeniler arasında yüz yıllık bir çatışma şeklinde tanıtılmıştır. Gerçekte bu düşmanlık yabancı entrikalarının ürünü bir sonuçtur. Geçmişteki Türk-Ermeni ilişkilerine bir göz atılacak olursa, bu iki ırkın yüzyıllar boyunca en ufak bir anlaşmazlığa düşmeden yaşadıkları görülür." (15)
"Berlin Anlaşması'ndan birkaç ay geçmeden Lord Salisbury'nin 1878'de Ermenilere ilgi duyması üzerine 8 İngiliz askeri konsolosu, Sultanın Doğu Anadolu'da reformlar yapmasını garantiye almak üzere göreve atandı. Onların faaliyetleri pek fazla olmadı, ancak Antlaşmanın imzalanmasından hemen sonra, zaman geçirmeden İngiliz Hükümeti temsilcilerinin bölgeye gelmesi "Ermeni Tahrikçiler"'i (heyecanlandırdı) ve İngilizlerin kendilerine duyduğu ilgiyi abartmalarına neden oldu. Ancak bu hareketin (ayaklanmaların) temposunu belirleyenler ne Çar'ın, ne de Sultanın tebaasına mensup kimselerdi, gerçek tahrikçiler sürgünde yaşayanlar olmuştur." (16)Bir Hıristiyan devlet olan İngiltere'nin, Balkanlarda yaşayan Hıristiyan toplulukların bağımsızlık isteklerine karşı çıkması mümkün değildi. Bu nedenle sadece ( daha önce incelediğimiz) Gladstone veya Salisbury değil, İngiliz hükümeti, geçen yıllar içinde Hıristiyanların yanında yerini alıyordu. 1890'larda sıra Anadolu'da yaşayan Hıristiyanlara, dolayısıyla Ermenilere gelmişti. (17)
İngiltere'nin girişimi ile Berlin Antlaşmasını imzalayan Avrupa büyük devletlerinin elçileri 11.6.1880 tarihinde Osmanlı Devleti'ne bir nota vererek; Berlin Antlaşması'nın 61. maddesi ile Ermeniler için yapılması kararlaştırılan ıslahatın henüz başlatılmadığını ve başlatılması için gereğinin yapılmasını aksi halde Osmanlı Devleti'ni sorumlu tutacaklarını bildirdiler, Osmanlı Devleti bu notaya 5.7.1880 tarihinde ılımlı bir yanıt verdi. Büyük devletler bu notaya iki ay kadar sonra (7.9.1880) oldukça sert bir dille yanıt verdiler. Bu belgeyi, büyük devletlerin bölge insanlarına nasıl yaklaştığını açıklayan bir ibret vesikası olarak sunuyoruz:
"Konsolos raporlarına göre mahkemelerin geleceği bir laftan ibarettir. Jandarma ve polis reformu hakkında hazırlandığını söylediğiniz projeleri halen bize bildirmediniz. Bab-ı Âli Berlin Antlaşması hükümlerini iyi kavramamış görünüyor. Ermenilerin oturdukları illerde yapılan cinayetlerden söz etme biçiminden anlaşılıyor ki, Bâb-ı Âli oradaki anarşinin derecesini onaylamaktan kaçınıyor. Halbuki bu halin devamı oradaki Hıristiyan halkın imhasını gerektirebilir. Bab-ı Âli Çerkez ve Kürt'lerin aşırı hareketlerinin önüne geçmek için olumlu hiçbir teklifte bulunmuyor. Nahiyeler Kanunu'nun uygulanması durdurulamaz, görülmedik önlemler gereklidir. Büyük devletler Türkiye'de genel ıslahat yapılmasını görmekle hoşnut olurlar, fakat söz konusu olan Berlin Antlaşması'nın 61. maddesinin Hıristiyanların kalabalık oldukları illerde yapılmasını emrettiği ıslahattır. Bab-ı Âli aynı nizamları hem Ermeni hem de Kürt'lere uygulamak istiyor, yerleşmiş halkla göçebeleri aynı surette, yönetmek olanaksızdır. Bir taraftan Ermeniler ve gerekirse Ermeni ve Türkler ve öbür taraftan Kürtler için ayrı ayrı düzenlemeler yapılmalıdır. Nahiye örgütü, yeterli değildir. Sadece nahiye müdürleri değil daha yüksek idare amirleri dahi o yöredeki çokluğun dininden olmalıdır. Bu örgütlenmede dahi fazla merkeziyetçilik vardır. Bizim düşündüğümüz il ve nahiye jandarmalarının oluşma biçimi, başka başkadır. Sizin plânınıza göre nahiye jandarması, nahiye içinde çokluk halkından alınmıyor, gereklidir ki, il jandarmasının er ve subayları nahiye jandarmasından, yani nahiyelerce seçilmiş olan köy bekçileri arasından alınsın. Köyleri Kürtlerin sataşmalarına karşı koruyacak olan bu köy bekçileri, il jandarmasına kalabalıkları oranında adam vermelidir.
Cinayet mahkemeleri hakkında yeterince açıklama yapılmıyor. Onlarda Ermeni unsurunun çoğunluğu oranında temsil edilmelidir. Bu mahkemelerin üyeleri görevden almamak üzere mi yoksa muayyen bir zaman için mi atanacaklardır? Ne uygulayacaklardır? Şeriatı mı yoksa bir kanun mu? Yarı bağımsız ve tamamiyle vahşi Kürt aşiretlerine bunlar kararlarını nasıl uygulayacaklardır?
... Bundan ötürü Kürtleri, Ermenilere ait ıslahattan ayrı tutmalı ve onlara cengaver ve diğer geleneklerine uygun bir yönetim uygulanmalıdır. Ayrıca uluslararası yükümlülükler gereğince Ermenilerin bulundukları illerdeki ıslahat yerel gereksinmelere uygun olmalıdır ve büyük devletlerin denetimi altında yapılmalıdır." (18)
Acaba bu bir nota mıdır? Ültimatom mudur? Tehdit mi yoksa insancıl ve sulhça bir yaklaşım mıdır? Bölge insanlarının tümünün refah ve mutluluğumu, yoksa sadece Hıristiyan Ermenilerimi kayırmaktadır? Yorumu okuyucuya bırakıyoruz.
Osmanlı Devleti'nin verdiği cevap (3.10.1880) olumlu karşılanınca konunun üstüne gidilmemiştir. Bunun iki ana nedeni vardır. Bunlardan birincisi Fransa'nın Tunus'u, İngiltere'nin Mısır'ı işgal etme hazırlığında oluşları, diğer neden de henüz teşkilâtlanmaya geçmemiş Ermenilerin ülke içinde ciddi isyanlara başlayamamış olmalarıdır. (19) Bunun farkına varan Ermeniler yurt içi ve yurt dışında teşkilatlanmaya başladılar 1887'de İsviçre'de Hınçak (Çan sesi) ve 1890 yılında Tiflis'te federasyon anlamına gelen Taşnaksutyun, tam ifadesi ile (Ermeni İhtilal Cemiyetleri Birliği) kuruldu. (20) ve bütün ülkede okullar, misyonerler ve konsoloslukların da yardımı ile tahrik, tefhiş ve propaganda faaliyetleri hızlandırıldı. Tabiatıyla amaç dış ülke halklarının ve temsilcilerinin Ermeni davasına olan ilgilerini zorlamalarla canlı tutmak ve Türkiye'den koparılacak büyük bir bölge üzerinde bir devlet kurmaktır.
1895 yılı gibi Ermeniler için çok hareketli bir yıl oldu. Doğu illerindeki olayları inceliyor görünen İngiliz, Fransız ve Rus memurları, bilinen nedenlerle Bab-ı Âli'yi suçlayınca İngiliz, Fransız ve Rus Büyükelçileri 11 Mayıs – 1895'te Osmanlı Devleti'ne müşterek bir muhtıra vermişlerdir. (Hazırlanan memorandum ve proje padişaha verildi. Ertesi gün de üç devlet baş tercümanları, Bab-ı Âli'ye giderek bunları hükümete verdiler. Bütün ıslahat teşebbüslerinde sözü edilen ve (Mayıs Projesi) denilen proje budur. (21)
Genel olarak Bölgedeki Valilerin memuriyetinin beş yıl olması, bunların tayininde Büyükelçilerin onayının alınması, jandarmanın değişik dinlerden seçilmesi, Kürt göçebelerin kontrol altına alınması isteniyordu. Padişah teklifleri münasip bir cevapla ve padişahın hükümranlık haklarına aykırı olduğu gerekçesiyle 3 Haziran'da geri çevirdi.
İngiltere'de Muhafazakâr partinin iktidara gelmesi ve Salisbury'nin hükümetin başına geçmesi, Osmanlı devleti tarafından olumlu karşılandı. Ancak Lord Salisbury'nin gerçek düşüncesinden haberi olmayan Osmanlı Devleti eskisinden daha sıkışık durumlarla karşılaşacaktır. Tabii ki bunun nedeni Türklerle bir türlü yıldızının barışmadığını gördüğümüz bu Başbakandı.
Gördüğü baskı üzerine 17 Haziran 1895 tarihinde büyük devletlere verdiği bir notayla, Osmanlı Devleti bazı kanunları kabul ettiğini açıkladı ve 14.7.1895'de Ermeniler lehine geniş bir af ilan etti. Bu af Lord Salisbury'yi biraz yatıştıracaksa da, Onun Osmanlı Devleti aleyhinde plânlar yapmasını engellemeyecektir. (22) Baskılar devam edince Osmanlı Devleti 20 Ekim 1895 tarihli, Ermenilere büyük avantajlar sağlayan Islahat Projesini kabul ettiğini İngiltere, Fransa ve Rusya'ya bildirdi (23) Padişahı endişelendiren, büyük devletlerin onu tahtından indireceği korkusu olmuştu.
Islahat teklifleri görüşülürken İngiltere Başbakanı Lord Salisbury Türkiye'nin paylaşılmasından söz etmeye başlayacaktır. Temmuz ve Ağustos 1895'de Alman Büyükelçisi'ne Habeşistan'ın Zeyla limanını almak isteyen İtalya'yı Osmanlı Devleti arazisinde (Trablusgarp ve Arnavutluk)'un mutlu edeceğini söyledikten sonra, Osmanlı Devleti'ni "yaşamak için çok çürük" sözleriyle Osmanlı Devleti'ni büyük devletlerin aralarında paylaşmalarını teklif etmiştir. (24)
1896 yılı başında, Lord Salisbury, Osmanlı Hükümeti'nin genel işleri üzerinde İstanbul'daki büyükelçilerin denetimini kurmayı istemiştir. Bab-ı Âli büyük devletlerin onayı ile iş görecektir. Salisbury'e göre, bu tedbir de yeterli değildir. Osmanlı İmparatorluğu her an çökebilir, alınacak tedbirleri görüşmek üzere büyükelçiler hemen toplanmalıdır. Lord Salisbury paylaşma yanında Abdülhamit'i de tahttan indirmek istemektedir. (25)
Bütün bu baskılara en fazla muhatap olan Osmanlı devlet adamı, Sultan II. Abdülhamit'ten başka kimse değildir. Uyguladığı mutlak monarşik düzen nedeni ile, bütün saldırıların hedefi kendisi idi. O dönemde İngiltere ile arasında en büyük bağ olarak kabul ettiği Vambery'nin 10 Ekim 1896 tarihinde Sir Thomas'a gönderdiği mektupta Sultanın kendisine şunları söylediğini belirtiyor:
"Bizden Sırbistan, Yunanistan ve Romanya'yı almakla Avrupa ellerimizi ve bacaklarımızı kesmişti. Bütün bunlara karşı Osmanlı milleti sessiz kalmıştır. Fakat bir Ermeni sorunu yaratmak için bağrımızı deşmek istiyorsunuz. İşte buna dayanamayız. Kendimizi savunmak zorundayız, savunacağız." (26)
16.1.1894'de de Alman Büyükelçisi Prens de Radolen'e Doğu'daki Ermeni isyanlarının tertipçisinin İngiltere olduğunu söylüyor ve ıslahat konusunda fikrini şöyle belirtiyordu: "Yemin ederim ki, Ermenilerin yanlış baskısına boyun eğmeyeceğim ve bağımsızlığa götürecek ıslahatı kabulden ise ölmeyi tercih ederim." (27)
Çağdaş Türk aydınları, ülkesini 32 yıl mutlakıyetle yönetmiş bir sultan için iyi duygular beslemeyebilirler. Bununla birlikte onun ülkesinin haklarını savunma konusunda gösterdiği çabalar saygı ile karşılanmalıdır. Teşhisleri doğrudur. Doğu Anadolu'da yapılması istenen düzenlemeler için; "ıshalat maskesi altında İslâm-ı Mahv ve Ermenileri desteklemek suretiyle sonunda bağımsız olmalarına sebep olmak istiyorlar." (28) sözleriyle Avrupalıların gerçek niyetini çok iyi bildiğini belirtecektir.
Ağustos 1894'deki Sason ayaklanmasına Avrupa, "Ermeni soykırımı" adını koydu ve sorumluluğu Abdülhamit II'ye yükledi. Londra, Amsterdam ve Paris'te mitingler yapılarak büyük devletlerin enerjik bir şekilde duruma müdahale etmeleri istendi. İstanbul'daki İngiliz Elçisi, isyan hakkında bir soruşturma yapılmasını ve suçluların ağır bir şekilde cezalandırılmasını talep etti. Fransa ve İngiliz Elçiliği temsilcilerinin de katıldığı komisyon tabiatıyla olayların sorumluluğunu Bab-ı Ali'ye yükledi. Bu suretle hem Hıristiyan kamu oyu tatmin edilmiş ve hem de İngiliz ve Rus ajanlarının Ermenileri tahrik etme hususundaki faaliyetleri gizlenmiş oldu. Buna rağmen Rusya ve Fransa Bab-ı Âli'ye bağımsız bir Ermeni Devleti'ni desteklemeyeceklerini ima ettiler. Osmanlı Devleti direniş gösterince artık Başbakan olmuş olan Lord Salisbury Sadrazam Sait Paşa'ya 28 haziran 1895'de tehditlerle dolu bir tebliğde bulundu.
"Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu çok büyük tehlikeye dikkati çekerim. İktidara geldiğim günden beri İngiltere'de kamu oyunun Osmanlı Devleti aleyhine döndüğünü hayretle görüyorum. Bu devletin devam etmeyeceğine dair kanaat günden güne artmaktadır." (29)
Başvekil, İngiltere kamu oyunun tatmin edilmesi için Ermeniler lehinde talep edilen ıslahatın yapılması gereğine işaret ettikten sonra, "Ermeniler için muhtariyet bahis konusu değildir. Yalnız adalet isteniyor. Doğu vilayetlerinde Avrupa'nın itimat edeceği memurlar bulunmak ve kuvvetli bir idare olması gerekir. Yalnız bunlar padişah tarafından hür bırakılmalıdır." Başvekilin tebliği şöyle sonuçlanıyordu: "Ne Almanya, ne İtalya, Ne Avusturya, İngiltere'nin Şark Meselesindeki politikasına engel olamazlar. Fransa Rusya'ya sadıktır. (Üçlü İtilafın temeli bir yıl önce 1894 Fransa-Rusya antlaşmasıyla atılmıştı.) Osmanlı Devleti'nin devamını sağlayan şey yalnız İngiltere'nin Rusya ile müttefik olmamasıdır. Eğer ittifak vaki olursa tehlike son dereceye gelir. Osmanlı Devleti sona erer." (30) Salisbury 1 Ağustos 1895'de Lordlar kamarasında yaptığı konuşmada da aynı tehditleri tekrarlamaktan çekinmedi (31)
İngiltere Başbakanı Lord Salisbury'nin Osmanlı Devleti'ne düşmanca bir tutum içine girip tehditler savurması, yurt içinde Ermeni isyanlarını cesaretlendirdi ve daha önce kısmen temas ettiğimiz gibi Ermeni isyanları adeta patlama gösterdi. Ayrıca Girit ve Makedonya, Bulgaristan gibi diğer Hıristiyan toplumlarını da harekete geçirdi. Sadece 1895-1896 yıllarında resmi kayıtlarda belirtilen isyanlar pek çok sırrı açıklamak için yeterli olacaktır.
1895-1896 Ermeni İsyanları: (32)
Zeytun (Süleymanlı) İsyanı : 16 Eylül 1895
Divriği (Sivas) İsyanı : 29 Eylül 1895
Bab-ı Âli olayı : 30 eylül 1895
Trabzon İsyanı : 2 Ekim 1895
Eğin (Mamuretül (Aziz) İsyanı : 6 Ekim 1895
Develi (Kayseri) İsyanı : 7 Ekim 1895
Akhisar (İzmit) İsyanı : 9 Ekim 1895
Erzincan İsyanı : 21 Ekim 1895
Gümüşhane (Trabzon) İsyanı : 25 Ekim 1895
Bitlis İsyanı : 25 Ekim 1895
Bayburt (Erzurum) İsyanı : 26 Ekim 1895
Maraş (Halep) İsyanı : 27 Ekim 1895
Urfa (Halep) İsyanı : 29 Ekim 1895
Erzurum İsyanı : 30 Ekim 1895
Diyarbakır İsyanı : 2 Kasım 1895
Siverek (Diyarbakır) İsyanı : 2 Kasım 1895
Malatya (Mamaretü'l Aziz) İsyanı : 4 Kasım 1895
Harput (Mamuretü'l Aziz) İsyanı : 7 Kasım 1895
Arapkir (Mamuretü'l Aziz) İsyanı : 9 Kasım 1895
Sivas İsyanı : 15 Kasım 1895
Merzifon (Sivas) İsyanı : 15 Kasım 1895
Maraş (Halep) İsyanı : 18 Kasım 1895
Muş (Bitlis) İsyanı : 22 Kasım 1895
Kayseri (Ankara) İsyanı : 3 Aralık 1895
Yozgat (Ankara) İsyanı : 3 Aralık 1895
Zeytun İsyanı : 1895-1896
Birinci Van İsyanı : 2 Haziran 1896
Osmanlı Bankası baskını : 14 Ağustos 1896
Not: Parantez içindeki şehirler o zamanki idari bölünmeye göre ait olduğu illeri belirtiyor.
Dr. M.Galip BAYSAN
DİPNOTLAR:
1. Alan Palmer: Osmanlı İmparatorluğu, Son Üç Yüz Yıl, Bir Çöküşün Tarihi,s.163 (Sabah Yay.-1995)
2. Ana Britanica: Cilt.27,s.89 (Hürriyet Anal Yayıncılık-1994)
3. Fahir Armaoğlu: 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi,s.43-54 (İş.Bankası,Ankara-1985) ; Yuluğ Tekin Kurat: Osmanlı İmparatorluğunun Paylaşılması,s.10 (Ankara-1986)
4. Edward Mead Earle: Bağdat Demiryolu Savaşı, s.59-81 (Türkçe'si Kasım Yargıcı,Milliyet Yay. İstanbul-1972) ; Marian Kent: Osmanlı imparatorluğunun Sonu ve Büyük Güçler,s.129-153 (Tarih vakfı Yay. İstanbul-1999)
5. Ki Young Lee: Ermeni Sorununun Doğuşu,S.71 (T.C.Kültür Bakanlığı,Ankara-1998)
6. Aynı eser,s.71-72
7. Enver Ziya Karal: Osmanlı Tarihi,Cilt-8,S.70 (Türk Tarih Kurumu, Ankara-1962)
8. Aynı Eser,s.71-72 ; Standford J.Shaw & Ezel Kural Shaw: History of The Ottoman Empire And Modern Turkey,s.190-191 (Cambridge University Press-1985)
9. Mim kemal Öke: Vambery, Belgelerle Bir devletler Arası Casusun Yaşam Öyküsü,s.78-79 (İst.-1985)
10. E.Z.Karal,s.78
11. Aynı Eser s.93-101
12. Bilal Şimşir: British Documents on The Ottoman Armenians (1856-1880),c.1,s.154-155 (TTK, Ankara-1982)
13. Enver Ziya Ksaral: Osmanlı İmparatorluğunda Ermeni meselesi (Dışişleri Bakanlığı, Ankara-1971)
14. Ki Young Lee,s.71-72
15. Edgar Granville: Çarlık Rusyasının Anadoludaki Oyunları, s.17 (Ankara-1967)
16. Alan Palmer,s.196
17. The Middle East in World Affairs,s.22
18. Halil Metin: Türkiye'nin Siyasi Siyasi Tarihinde Ermeniler ve Ermeni Olayları, s.74-75 (M.E.B. İstanbul-1997) ; Cemal Kutay: Türkiye İstiklal ve Hürriyet Mücadelesi Tarihi Dergisi,c.15, sayı21,s.8451 (Hamle Matbaası, İstanbul-1961)
19. Halil Metin,s.76
20. Gültekin Ural: Tarihin Işığında Ermeni Dosyası,s.94-97 (İstanbul-1998)
21. Esat Uras: Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi,s.296-326
(2.Baskı,Belge yay.İstanbul-1987)
22. Cemal Kutay,s.8551
23. Esat Uras,s.345-351
24. Doğan Avcıoğlu: Milli Kurtuluş Tarihi, 1838den 1995e, 1.Kitap,s.40 (İstanbul-1987)
25. Aynı Eser,s.1
26. M.K.Öke,s.104
27. Yusuf hikmet Bayur: Türk İnkılap Tarihi C.1,Ks.1,s.77-78 (TTK Ankara-1974)
28. Süleyman Kocabaş: Hindistan Yolu ve Petrol Uğruna Yapılanlar, Türkiye ve İngiltere s.65 (İstanbul-1985)
29. Sait Paşanın Hatıratı: C.1,s.271 (Dersaadet-1328)
30. Altan Deliorman: Türklere Karşı Ermeni Komiteleri,s.56 (3.Baskı,İstanbul-1980)
31. Sait Paşanın hatıratı,s.270
32. Azmi Süslü: Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı,s.58-59 ( Van 100. Yıl Üniversitesi-1990)
http://www.heddam.com/index.asp?H=7531
Bu milletin tek sahibi var: Kendisi!
Yüksek Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur. İşte parola budur. Türk gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir. Biz de bunu görmekle bahtiyar olacağız. -Mustafa Kemal Atatürk
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:
Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,
Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.
Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!
Ne mutlu Türküm diyene!.
Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,
Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.
Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!
Ne mutlu Türküm diyene!.
Bunları Biliyor muydunuz?
Bunları Biliyor muydunuz?
* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”
* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,
* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,
* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,
*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,
* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,
* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...
* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”
* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,
* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,
* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,
*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,
* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,
* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...