(1915–1920 Arasında Doğu Anadolu'da Neler Oldu?)
Birinci Dünya Savaşının son yılında müttefiklerin talebine olumlu yanıt vermekte hiç bir çekince görmeyen Osmanlı liderleri'nin izniyle, Türk –Ermeni meselesini yerinde incelemek üzere içlerinde yabancı gazetecilerinde de bulunduğu bir heyet kuruldu.
Ahmet Refik Bey bu heyetin reisiydi. Alman yazarı Vays, Avusturyalı yazar D. İstayn'dan müteşekkil heyet 17 Nisan –20 Mayıs 1918 tarihleri arasında bir kısım Doğu illerini dolaştı. Ahmet Refik Altınayın bu gezi ile ilgili hatıraları "Kafkas Yollarında" adı ile yayınlandı. Bu anılarda yansıtılan tablo şöyledir.
"Trabzon'da bir şey kalmamış, her köşe, her ev, her türbe tahrip edilmiş... Camiler elim bir halde, hemen bütünü ahır'a tahvil edilmiş. İçlerinde dört –beş parmak kalınlığında gübre serilmiş, Mihrapları, minberleri, ahşap kısımlar kâmilen yakılmış, kelime-i tevhitler parçalanmış. Duvarlara Rusça yazılarla beraber yapılan resimler pek yakışıksız! Bu resimlerde Türk kadınlığı tahkir ediliyor." (1)
"...İnsanlar devamlı çalışıyorlar. Tarlalarda genç ve dinç hiç bir erkek yok. Bir müthiş istilâdan sonra harap kulübelerine dönen bedbaht köylüler, ağarmış sakallarıyla, bükülmüş vücutlarıyla torunlarının cansız ve kansız vücutlarını omuzlarına almışlar, güya yaşamak ve mesut olmak için, yurtlarına dönüyorlar. Bazen yol kenarlarındaki yangın yerlerinde, felaketten kurtulan duvarlar üzerine yeni kerestelerden çatılar kuran köylüler görünüyor... Cevizlik harap, Bütün köy yangın yerinden başka bir şey değil. Cevizlikten Hamsi köy'e kadar pek çok Rum köyü var. Büyük kısmı tahrip edilmemiş. Köylüler tarlalarında çalışıyorlar. Kiliselerinin kapıları sımsıkı kilitlenmiş." (2)
Ardaşa'ya geldiğimiz zaman, harabeden başka bir şey görülmüyordu... Rusların tahribatından, Ermenilerin mezaliminden kalbe dehşet geliyor... Caminin içi, mezarlık, kâmilen perişan, cami ile medrese ahıra dönüştürülmüş, mezarlığın bir kısmına kahvehane yapılmış, sokaklar fişek kovanlarıyla dolu... Rusların geri çekilmesini müteakip Ermenilerin zulmettikleri beldelerden biri de Erzincan. Vaktiyle 20.000 nüfusu barındıran kasabada şimdi 3–4.000 kişi bile yok. Rusların istilası sırasında kasabada kalanlar fakir ve aciz halk. Bunların da bir kısmı Ermeniler tarafından kesilmiş, öldürülmüş, yakılmış ve kuyulara atılmış. Kasaba Osmanlı Ordusu tarafından Şubat'ta kurtarılmış. Ölülerin toplanması hala bitmiyor..." (3)
Heyet 6 Mayıs 1918'de Erzurum'a varır.
"Erzincan ıssızlığıyla kalbe kasvet veriyor. Bu yangın yerlerinden bir an evvel kurtulmak adeta bir saadet. Yola çıktığımız zaman açlık manzaraları, sefaletler, Ermeniler tarafından kesilmiş başlar, parçalanmış vücutlar bir türlü gözlerimizin önünden gitmiyor. Yolda köyler hep yakılmış, yanmamış, yıkılmamış, kurumamış hiç bir şey yok... Ilıca büyükçe bir köy. Erzurum ovası buradan başlıyor. Ovanın solunda kalan köyler tamamen harap. Ermeniler en çok burada mezalim yapmışlar. Çoluk çocuk, kadın, erkek köyde ikamet edenlerin hepsini öldürmüşler, bir tek nüfus bile kalmamış... Yalnız Erzurum sokaklarında toplanan İslâm naşı 4.000'den fazla..." (4)
Son olarak ünlü yazar Şevket Süreyya Aydemir'in kendi, yaşamını anlattığı "Suyu Arayan Adam" adlı kitabından Erzurum'da Ermenilerin neler yaptığı konusundaki gözlemlerini doğrudan alıntı yaparak izliyoruz. Yedek subay teğmen Aydemir'in anıları şöyledir:
"Ermeni ordusuna Taşnak komitacıları hâkimdi. Bu komita'nın en büyük hırsı, sadece bir imha ve intikam savaşından ibaretti. Çılgın hesaplaşmanın bir türlü sonu gelmiyordu. Erzurum yolu üstündeki Cınıs köyü karşısında Evreni köyünde, kadın, erkek, çoluk çocuk bütün köylüler öldürülmekle kalmamıştı. Öldürülenlerin vücutları parçalanarak, kolları, bacakları, kafaları, kasap dükkânlarındaki etler gibi duvarlara çivilere, çengellere asılmıştı. Fakat bunları yapanların hırsları bununla da sönmemişti. Köyde ne kadar hayvan ele geçmişse mandalar, sığırlar, davarlar, kümes hayvanları, hatta köpekler öldürülmüş, parçalanmış, yerlere serilmişti. Cınıs'ta ise bütün köy halkını ayakta ve köyün ağzında bekliyor gördük. Fakat bunlar bir ölü kafilesiydi. Köyden çıkarılan köye gireceğimiz yol üstünde süngülenirken birbirine sokulan ve yapışan kadın, erkek, çocuk bu insanlar, dayanılmaz bir soğuk altında (bazen gece –30C0) kaskatı donmuşlar ve öylece kalmışlardı." (5)
"Erzurum'da şehrin galiba yarı nüfusu öldürülmüştü. Yalnız Gürcü kapı İstasyonu'nda 3.000 kadar ölü, bir odun ve kereste deposunda olduğu gibi, intizamla adeta zevkle dizi, dizi, yığın yığın, sıralanmış istiflenmişti. Bunlar Erzurum şehrinin kadın, erkek, çocuk Türk halkındandı. Sıraların, istiflerin bozulmaması, yıkılmaması için, boylarına, cüsselerine göre dizilen ölü sıralarının aralarına, yerine göre ayrı ayrı boylarda çocuk yahut yaşlı ölü vücutları sıkıştırılmıştı. Bütün bunları yapanlar belli ki yaptıklarından zevk alıyorlardı. Bu zevki mümkün olduğu kadar uzatmak, daha fazla tutmak istiyorlardı." (6)
Değerli okuyucular, tekrar ve açıklıkla belirtmek isteriz ki, bu acı sahneleri size sunmamızın amacı, ne daha önce tenkit ettiğimiz propagandacılar Lepsius, Bryce, Toynbee, Margenthau ve onların da öncesindeki Gladstone gibi propaganda yapmak, ne de Ermeni düşmanlığı aşılamaktır. Amacımız bu gün dünyanın büyük bir kesiminin kasıtlı olduğuna inandığımız bir inatla görmek, duymak istemedikleri, bu bölgedeki insanlık dışı olayları görmelerini sağlamak için, satha çıkarmaktır. Burada acı çeken insanlar Ermeniler veya herhangi bir Hıristiyan toplum olsaydı, öyle tahmin ediyoruz ki ( tıpkı günümüzdeki Ermeni asıllı gazetecimiz Hrant Dink olayında olduğu gibi) Kuzey Kutbundaki Eskimo halkı bile abartılı cinayetlerle süslü soykırım hikâyelerini ezberlemişlerdi. Bölgede yapılanlar uluslararası şahitli, ispatlı bir soykırım, bir insanlık suçudur. Türk halkını tabii hakkı olan bir pasif savunma tedbiri alması nedeniyle cani olarak ilan eden liderler bizce bu olayların gerçek suçlularıdır. Ermenilere, silah, teçhizat ve son anda görüldüğü gibi asker dahi vererek takviye eden, kışkırtan Ruslar, İngilizler, Fransızlar, Almanlar ve Avusturyalılar derece derece suçludurlar. Dünya'da bu iddiayı cesaretle ortaya koyacak, savunacak, masum Türk insanının hakkını arayacak tek merci sizlersiniz. Bütün bu gerçekleri öğrenmişken artık eskisi gibi susamazsınız, günahkârlar masum Türk ve Müslümanlara hangi ses tonuyla "katil – barbar" diye bağırabiliyorlarsa siz de onlara iki misli şiddetle ve aynı sözlerle "katil, hainler, sahtekârlar" diye haykırma hakkına sahipsiniz. Kanaatimizce gerçek tarihi gelişmeler ve değerlendirmeler ışığında, bu sizin "hem hakkınız, hem de vazifeniz" olacaktır.
İngilizlerin Kafkasya ve Doğu Anadolu'daki üç il (Elviye-i selâsiye / Kars, Ardahan ve Batum) ile ilgili niyetleri Mütareke görüşmeleri sırasında açığa çıkmıştı. Amiral Calthorpe sadece Kafkasya'nın değil savaş öncesi hudutlarına çekilerek, Sarıkamış'a kadar bu üç ilin de tahliye edilmesini istedi. Bu üç il için Temmuz ayında bir "Halk Oylaması" yapıldığı ve halkın büyük çoğunluğunun isteğiyle katılım kabul edildiği belirtildi ise de İngilizler bu illerin boşaltılması isteğinden vazgeçmediler. İşgal Donanması İstanbul'a ilerlerken 11 Kasım 1918 günü bütün Kafkasya ve üç ilin tahliyesi talebi hükümete iletildi. (7) Emir 23 Kasım 1918 günü 9. Ordu komutanı Yakup Şevki Paşa'ya bildirildi. Ordu'nun Kafkasya'dan çekilmesi bekleniyordu ancak üç ilden çekilmesi haberi bölgedeki Müslüman halkı üzerinde büyük bir üzüntü yarattı. Bunun anlamı yeniden Ermeni baskıları, yeniden Ermenilerin kıyım yapabileceği anlamına geliyordu. Kimse işgal bölgesinde VAN, ERZİNCAN, ERZURUM, kıyımlarını unutmamıştı. Kafkasya'nın Türk kontrolüne geçmeden önce 31 Mart 1918'de Ermenilerin Bakü'de uyguladığı toplu kıyım olayını (8) unutmamışlardı.
Rusya içinde meydana gelen iç çatışmalar bu bölgede de yayılmıştı ve İngilizler bu bölgede hâkimiyet kurmaya çalışıyorlardı. Enver Paşa'nın Ağustos 1918'de Bakû'ye doğru ilerleyen 14.000 kişilik bir birliği karşılama görevini 10.000 kişilik bir gönüllü birliği üstlenmişti. Bunların 3000'i Rus ve 7000'i ermeniydi. 1000 kişiye yakın bir İngiliz birliği de onları organize etmek amacındaydı. (9) Türkler şehre girerken İngilizler fazla zayiat vermeden gemilerle uzaklaştılar. Daha sonra Sovyet Tarihçileri bu olaya atıfta bulunarak 1987 yılına kadar İngilizlerin, kendi savaş sonrası amaçları (Bakü petrolleri) için Bakûlüleri güç durumda terk ettiklerini iddia edeceklerdir. (10)
Daha önce Rus, Gürcü, Ermeni soykırım ve zulümlerini görmüş olan bölgedeki Türk ve Müslüman halk, hem özgürlüklerini kaybetmemek ve hem de kendilerini korumak için harekete geçtiler. Bu amaçla daha Mütareke imzalanmadan 29 Ekim 1918'de "Ahıska Geçici Hükümeti" 3 Kasım 1918'de "Aras Türk Hükümeti", 5 Kasım 1918'de Kars ilinde "Kars İslâm Şûrası" kuruldu. (11)
Dipnotlar
(1) Ahmet Refik Altınay, Kafkas Yollarında, s.8–9 (Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara–1981).
(2) Aynı Eser, s.24.
(3) Aynı Eser, s.36.
(4) Aynı Eser, s.45–48.
(5) Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam, s.120–121 (7. Baskı, İstanbul–1979).
(6) Aynı eser, s.121.
(7). Tevfik Bıyıkoğlu, Türk İstiklâl Harbi C.I, S.157 (Ankara –1962).
(8). Abdülhaluk Çay, The March 31, 1918 Bakû Massacre, İmperialism and the Armenian Community, S:127. (İnstitute for the studes of Turkish Culture, Ankara –1987); Firuz Kazemzadeh, The Struggle For Transcaucasia, 1917–1921, S.128–137 (New York –1951); W.E.D. Allen and Paul Muratoff. Caucasian Battlefield, (Cambridge –1953); Ulrich Trumpener, Germany and the Ottoman Empire, 1914 – 1918, P. 187 (Princetone Unirversity Press –1968).
(9). Peter Hopkirt, İstanbul'un Doğusunda Bitmeyen Oyun, S.210–211 (Çeviren Mehmet Harmancı, Sabah Kitapları, İstanbul- 1995).
(10). Aynı eser, S.220.
(11). Ahmet Ender Gökdemir, Cenub-i Garbi Kafkas Hükümeti, S.35 (Atatürk
Dr. M. Galip Baysan ANKARA, 24 Ocak 2008 Perşembe
Bu milletin tek sahibi var: Kendisi!
Yüksek Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur. İşte parola budur. Türk gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir. Biz de bunu görmekle bahtiyar olacağız. -Mustafa Kemal Atatürk
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:
Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,
Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.
Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!
Ne mutlu Türküm diyene!.
Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,
Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.
Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!
Ne mutlu Türküm diyene!.
Bunları Biliyor muydunuz?
Bunları Biliyor muydunuz?
* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”
* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,
* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,
* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,
*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,
* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,
* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...
* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”
* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,
* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,
* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,
*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,
* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,
* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...