CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

Kürt Şeyh SAİT'İN AYAKLANMASI VE DİYARBAKIR'I KUŞATMASI

Kürt Şeyh SAİT'İN  AYAKLANMASI VE DİYARBAKIR'I KUŞATMASI (13 Şubat 1925 – 31 Mart 1925). Şeyh SAİT'İN  İDAM ELMESİ VE MUSUL OLAYI (1865-29 Haziran 1925).

İSYANIN NEDENİ?

Şeyh Sait Palu-Elazığ doğumlu. Okulu: Medrese. İsyanı Cumhuriyet’in ilk yıllarında çıkan ve oldukça önemli sonuçları bulunan bir isyandır. 

Şeyh Sait İsyanının iki temel gerekçesi bulunur. Bunlar dış ve 
iç olarak ikiye ayrılır. 

Dış gerekçesi ise; aynı dönemde Musul'da başarı kazanmak isteyen İngilizlerin, Türkiye içerisinde isyanlar ve kargaşalar çıkartmak. Bu şekilde Türkiye'yi diğer dünya ülkelerine istikrar bulamamış bir ülke olarak tanıtmak.

İç gerekçesi, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin ve onun inkılaplarının bazı kişiler tarafından onaylanmamasıdır. 

Şeyh Said İsyanı, 1925 yılında Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ndeki Zaza ve Kürt aşiretlerinin İngiliz destekli olarak Ankara merkezi yönetime karşı çıkan geniş çaplı bir ayaklanmadır. (Elazığ, Bingöl, Diyarbakır ve çevresi)

Şeyh Said, 16 Şubat'da valiyi ve öteki görevlileri esir aldı ve  halkı İslam dini adına ayaklanmaya çağırdı. Sonradan bu Kürt istiklâl hareketine çevrildi. 

Şeyh Sait, Halka yönelik kışkırtmak için; ''Medreseler kapatıldı. Din ve Vakıflar Bakanlığı kaldırıldı ve din mektepleri Millî Eğitim’e bağlandı. Gazetelerde birtakım dinsiz yazarlar dine hakaret etmeye, Peygamberimize dil uzatmaya cüret ediyorlar. Ben bugün elimden gelse, bizzat dövüşmeye başlar ve dinin yükseltilmesine gayret ederim.” gibi yalan haberleri yaydı.

Şeyh Said ayrıca tüm bey ve aşiretleri Kemalist yönetime karşı ortak mücadeleye davet ederek; “Bu dinsiz hükûmet bizi de kendisi gibi dinsiz yapacaktır. Bunlarla cihad farzdır.” söyledi. Bunu 6 Mart 1925’te Dersim’deki tüm aşiret reislerine de gönderildi.
Buna rağmen Bazı aşiret reisleri Ankara'yı destekliyordu. 

ANKARA HÜKÜMET'İN TUTUMU 

Mustafa Kemal (Atatürk) ciddiyeti anlayıp İsmet Paşa'yı  Çankaya'ya çağırdı.

Hükûmet 21 Şubat'ta doğu vilayetlerinde sıkıyönetim ilan etti. 23 Şubat'ta ayaklanmacıların üzerine gönderilen ordu  Şeyh Said kuvvetleri karşısında tutunamayarak Diyarbakır'a çekilmek zorunda kaldı. Elâzığ birkaç gün boyunca isyancılar tarafından yağmalandı.

Şeyh Said'in emrindeki yaklaşık 10.000 kişilik bir kuvvet Bingöl üzerinden 7 Mart 1925'de Diyarbakır'a yöneldi ve kuşattı. Başka bir kol da Muş'a doğru harekete geçti. 

Çankaya'da, İsmet Paşa'ya "Doğuda din elden gidiyor bahanesiyle İngiliz destekli provokatif ama ciddi bir ayaklanmanın başladığını" söyledi. 

Bu devirde Ali Fethi (Okyar) Bey başbakandı. Bu esnada Ali Fethi Bey ile İsmet Paşa'nın arası açıktı. Ali Fethi Bey  isyanı  çok ciddiye almamışdı.  

Mustafa Kemal Paşa, Ali Fethi Beyi görevinden aldı ve 3 Mart'ta İsmet Paşa'yı yeni bir hükûmet kurmakla görevlendirdi. 

Bir gün sonra TBMM'de hükûmete olağanüstü hâl yetkileri tanıdı. Ankara ve Diyarbakır'da İstiklal Mahkemeleri kurulması kararlaştırıldı. Çünkü Diyarbakır Şeyh Said kuvvetlerinin kuşatması altındaydı. 

Hükûmet 26 Martda geniş kapsamlı   bastırma harekâtıyla ayaklananların çoğunu teslime zorladı. İsyancı bazı aşiret reisleri Palu'da yakalandı. Şeyh Said Varto yakınlarında  Akrabası Binbaşı Kasım Ataç'ın yardıyla ele  geçirildi (15 Nisan 1925).

İSYANIN İÇ VE DIŞ SONUÇLARI 

Şeyh Sait İsyanı'nın hem iç politikada hem de dış politikada önemli etkileri oldu.

Dış politikaya etkisi: Cumhuriyet rejimine karşı düzenlenen ilk büyük ayaklanmayla Misak-ı Milli sınırları içerisinde bulunan Musul'un artık tamamen İngilizlerin eline geçmesidir (Bunu farklı yorumlayanlar da var).

Bu durumda Türk ordusu gereğinden fazla yıpranmışdı ve Musul'a gerekli desteği veremedi. Bu nedenle Türkiye Ankara Anlaşması ile Musul üzerinde bulunan haklarından vazgeçti.

İç politikaya etkisi: Ayaklanmanın kanıtlamış olduğu bir diğer sonuç ise Türkiye Cumhuriyetinin henüz çok partili hayata geçişe hazır olmamasıydı. 

Sonuç olarak isyanın ardından Kazım Karabekir Paşa'nın Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası da kapanmış ve çok partili hayata geçiş denemesi bu dönemde başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

Şeyh Sait İsyanı sonrasında Musul ve Kerkük kaybedildi. Bu esnada Ruslar Atatürk'ü, İngiliz ve Fransızlar da isyancıları desteklemiştir. 

ŞEYH SAİD'İN  ÖLDÜRÜLMESİ

Şeyh Said ve avanesi 47 kişi, 5 Mayıs 1925 günü Diyarbakır Şark İstiklal Mahkemesine getirildi.
"Benim ölümüm Allah ve Din için ise darağacında asılmama perva etmem" demişdi.  

İsyanı destekleyen Kürt Teali Cemiyeti reisi Seyit Abdülkadir ve 12 arkadaşı İstanbul'dan  Diyarbakır'a getirildiler. Yargılanma sonucunda Seyit Abdülkadir ve 5 arkadaşı  idam edildiler (27 Mayıs 1925).

Diyarbakır'daki Şark İstiklal Mahkemesi Şeyh Said ve 47 ayaklanma yöneticisi hakkında da ölüm cezası verdi (28 Haziran). Cezalar, başta Şeyh Said olmak üzere, ertesi gün 29 Haziran'da infaz edildi. 

Şeyh Said'in Kardeşleri; Şeyh Abdurrahim, Şeyh Bahaeddin, Şeyh Mehdi, Şeyh Diyaeddin, Şeyh Tahir, Şeyh Necmeddin.

Şeyh Said'in Çocukları: Selahaddin Fırat, Ali Rıza Fırat, Gıyaseddin Fırat, Abdülhalik Fırat, Ahmet Fırat.

Derleyen: Sefer EREN

Not: GÖRÜLDÜĞÜ GİBİ ŞEYH SAİT İSYANI, BÜYÜK BİR  BÖLGESEL KÜRT İSYANIDIR. TABİÎ Kİ BUNUN UZANTISI BUGÜN DE PKK VE HİZBULLAH İLE DEVAM ETTİRİLMEYE ÇALIŞILMAKTADIR.





Evreniniz değişmez doğa yasalarıyla işlemektedir.

Evreniniz değişmez doğa yasalarıyla işlemektedir. Bu yasalar her zaman var olmuş, var olmaya da devam edecektir. Öngörülmemiş koşullar olmadığı için değişmeleri gerekmez, kontrol edemedikleri koşullar ortaya çıkmadığı için iptal edilmeleri de gerekmez, yani ne erteleme ne de iptal gerektirmeyen bir dakiklikle işlemek için tasarlanmışlardır. Eğer yaşam varsa doğa yasası her zaman işler, sonuç daima nedeni izler ve ekilen biçilir. Kimsenin nedenle sonuç arasına girme veya sırayı değiştirme gücü yoktur. Dünyanızda yapılan her keşif bu yasaya göre işlemek zorundadır. Şans, tesadüf yoktur, doğa yasası herkesi kapsar. Bu gerçek, yasaları yaratan üstün zekanın bir kanıtı değil mi?

Günah kendi bedelini, iyilik de kendi ödülünü getirir.

Silver Bırch




"BU EKİBE İYİ BAKIN !.. Bu ekibi Ermenistan Kabinesi sanmayın.

 "BU EKİBE İYİ BAKIN !..


Bu ekibi Ermenistan Kabinesi sanmayın.

Bu ekip; 33 SENELİK ABDULHAMİD DEVRİNİN HÜKÜMET EKİBİDİR!

Sonra da devlet batınca, “...Vay Efendim Türkçülük başlamış da, o yüzden devlet çökmüşmüş..”

  Peki bu ekonomik iflas tablosunda Türkler nerede ?

  Halife-i Müslümin 

2.Abdülhamit’in Nazırlarına (Bakanlarına) ve bürokratlarına buyrun bakalım:

  Hariciye Nazırları; 

* Aleksandros Karateodori Paşa

(1878-1879)

* Gabriel Pasha ve Sava Paşa (1879-1880)

  Hazine-i Hassa Nazırları: 

* Agop Ohanes Kazazyan (1876-1891), 

* Mikail Portakalyan Efendi (1891-1897), 

* Ohanes Sakız Efendi (1897-1908)

 Maliye Nazırı: 

• Agop Ohanes Kazasyan Paşa (28-30 Ağustos 1885), (Aralık 1886 - Mart 1887) (1888-1891)

  Nafia Nazırları: * Ohanes Çamiç Efendi (1877-1878), 

* Aleksandr Karateodori Paşa (1878) 

* Sava Paşa (1878-1879)

  Orman ve Maadin Nazırları; 

* Mavrokordato Efendi (1908-1909),  

* Aristidi Paşa ( 1909)

  Ticaret ve Ziraat Nazırları: * Bedros Kuyumcuyan Efendi (1880) 

* Gabriel Noradonkyan Efendi (1908-1909)

  Ayan Üyeleri(1876); 

* Antopolos Efendi Aristarki Bey, 

* Daviçon Karmona Efendi, 

* Musurus Paşa, 

* Serviçen Efendi, 

* Stoyanoviç Efendi, 

* Dr. De Kastro Bey, 

* Mavroyeni Paşa, 

* Karatodri Paşa, 

* Abraham Karakahya Paşa

  Ayan Üyeleri(1908) 

* Azaryan Efendi, 

* Basarya Efendi,

* Bohor Efendi, 

* Fethi Franko Bey, 

* Gabriyel Noradonkyan Efendi, 

* Mavrokordato Efendi, 

* Mavroyeni Bey, 

* Oksanti Efendi, 

* Yorgiyadis Efendi, 

* Aram Efendi, 

* Popoviç Temko Efendi,

  Babıali Hukuk Müşaviri 

Gabriel Efendi; 

Abdülhamit zamanında sürekli el üstünde tutulan bu Gabriel Efendi 2. Dünya savaşı sonrası düzenlenen Paris Konferansında Ermeniler için toprak talep etmiş, Lozan Konferansına da Ermeniler adına katılmıştır… 

  Elçilere göz attığımızda; 

* Y. Fotiades Bey ve Gobdan Efendi’nin Atina, 

* Azaryan Efendi’nin Belgrad, 

* E. Karatodri Efendi’nin Brüksel, 

* Blak Bey’in Bükreş, 

* Yanko Karaca, Misak Efendi ve Aritraki Efendi’nin Lahey, 

* K. Musurus Paşa, Alfred Rüstem Paşa ve Antopulo Paşa’nın Londra, 

* Naum Paşa’nın Paris, * S. Musurus Bey ve Y. Fotiades Bey’in Roma, 

* Nikola Gobdan Efendi’nin Sofya, 

* A. Vogorides Paşa’nın Viyana, 

* L. Aristarki Bey ve A. Mavroyeni Bey’in Washington’da Büyükelçi-Elçi olarak görev yaptıklarını görüyoruz. 

  Konsolos ve kâtipliklerde de Türk unsurundan ziyade Ermeni ve bilhassa Rum memurlar kullanılmakta idi.

  Valilik koltuklarının çoğunda da gayrimüslimler oturuyordu.

  Mesela;

Şarkî Rumeli Valileri; 

* Sava Paşa,

* Aleko Vogorides Paşa,

* Gavril Paşa Hristoiç,

* Alexandre de Battenberg,

* Ferdinand de Saxe-Cobourg et Gotha,

  Sisam Beyleri; 

* Mişel Gregoriyadis Bey, 

* Aleksander Mavroyeni Bey,

* Yanko Vitinos Bey,

* Kostaki Karateodori Paşa,

* Yorgi Yorgiadis Efendi,

* Andrea Kopasis Efendi,

  Cebelilübnan Sancağı Mutasarrıfları; 

* Vasa Paşa,

* Naum Paşa,

* Yusuf Franko Paşa

  Maliyesini, Hariciyesini, Tarımını, Madenlerini ve de Mülkiyesini gayrimüslimlere bırakmış devletin başında bir İslam Halifesi (!) vardır…

  ŞİMDİ ANLADINIMIZ MI ATATÜRK’ÜN KİMİN TEKERİNE ÇOMAK SOKTUĞUNU ?

Türk Dil Kurumuna bir Ermeni dilbilgisi uzmanını, o da sadece Genel Sekreter olarak atadı diye-ki adam Osmanlı memuru zaten, 100 senedir Atatürk'e demediğini bırakmayanlara soralım, insafınız var mı ?

Kaynak Kitap: Sinan Kuneralp, Son Dönem Osmanlı Erkan ve Ricali (1839-1922)

Prosopografik Rehber, İstanbul: ISIS PRESS, 1999."





Evet, biz Asyalıyız ve Batının temeliyiz.

 “BİNLERCE YIL ÖTEDEN PARMAK İZLERİMİZ DEĞECEK BİRBİRİNE...”

Yıllar önce uluslararası bir turnuvada bir İtalyan meslektaşım, "Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne almazlar" demişti.

"Neden" diye sorduğumda "siz Asya'lısınız" diye küçümseyen bir söylemde bulunmuştu.

Sanki Asya'lılık bir eksiklikmiş gibi.

Sadece "sen Efes antik kentini biliyor musun" diye sordum.

"Evet" dedi.

"Öyleyse Efes'in tarihini iyi araştır" demekle yetindim.

Efes 6000 yıl önce kurulmuş bir Luvi kenti.

Luviler "Assa" dediler bu kente. 

Hititler ise "Apasa."

Sonra "Assuva" oldu.

Ve Helenler geldi "Asia" dediler, yani "Asya" 

Efes öylesine uygar, öylesine gelişmiş bir kentti ki, Avrupa'daki toplumlar onu örnek alıyordu.

O yüzden koskoca bir kıtaya Efes'in ismini verdiler; Asya.

Anadolu'ya da Küçük Asya.

İtalyan meslektaşım bunları bilseydi, elbette "siz Asya'lısınız" gibi küçümleyici bir söylemde bulunmazdı.

Evet biz Asya'lıyız.

Uygarlığın, demokrasinin doğduğu topraklardayız.

Ama maalesef bu kadim kültür zenginliğini benimsemiyor ve sahip çıkmıyoruz.

Osmanlı dahil Türkiye'nin kültürel tarihinde "Türklük ve Müslümanlık" dışında unsurların da bulunduğunu resmi ideoloji hiç kabul etmedi.

Efes gibi Ege ve Akdeniz'deki onlarca antik kültürü hiç benimsemedi.

Hal böyle olunca ve sen sahip çıkmayınca, el oğlu durur mu?



Batı dünyası insani değerlerin büyük sanat yapıtları ile ölümsüzlük kazandığı tek kaynağın Yunan-Roma kültürü olduğuna inanır.

Ders kitaplarında böyle öğretilir.

Oysa Luvi, Arzawa, Hitit, Troya, Likya, Lidya, Frigya, Karya, Kapadokya uygarlıklarının ne Helen, ne de Roma ile ilgisi yoktur.

Onlar Anadolu'nun öz uygarlıklarıdır.

Batının Küçük Asya diye isimlendirdiği Anadolu aslında batı uygarlığın beşiğidir.

Bir ağacın köklerini besleyerek ona hayat veren toprak binlerce yıllık bir birikimin ürünü. Ağaç bu birikimin zenginliği sayesinde yaşıyor.

Toplumlar da kendilerinden önceki toplumların kültürel mirasının zenginliklerinden beslenerek kendi kültürel kimliklerini oluşturuyor.

Antik Yunan ve Roma uygarlıklarının beslendiği zenginlik de, binlerce yıllık bir kültür birikimine sahip Asya topraklarıdır.

Bu toprağın binlerce yıllık kadim mirasını batıya hediye etmek yerine onu sahiplenmek bizi ne müslümanlıktan, ne Türklük'ten uzaklaştırır.

Aksine damarlarımızda hala kanı dolaşan bu uygarlıkların kültür zenginliği bizim kültürümüzü de zenginleştirir.

Evet, biz Asyalıyız ve batının temeliyiz.

Aslında sözün özünü 3000 yıl önce yaşamış Likyalı bir şair şu mısralarla anlatmıyor mu?

“Beni bulamazsan üzülme

eşyalarımı bulacaksın

Kestiğim taşları, açtığım yolları, işlediğim heykelleri bulacaksın,

Ve göreceksin ki binlerce yıl öteden parmak izlerimiz değecek birbirine”




Atatürk manevi kızı Sabiha Gökçen’e demokrasi ile ilgili düşüncelerini şöyle açıklamıştı:

Atatürk manevi kızı Sabiha Gökçen’e demokrasi ile ilgili düşüncelerini şöyle açıklamıştı:

“Ülkemiz, teokrasi ve monarşi geriliğinden kurtularak Cumhuriyet rejimini benimsemekle demokrasiye doğru bir adım atmıştır. Çünkü Türk ulusunun karakterinde özgürlük vardır, demokrasi vardır, eşitlik inancı vardır. 

Ancak ben, gerçek demokrasiye daha kısa bir zaman dilimi içinde geçebileceğimizi ummuştum. Beni az çok tanırsınız tahminlerimde pek aldanmam. Fakat bu tahminimde yanıldığımı söylemek mecburiyetindeyim. 

Elbette Serbest Fırka denemesinden bahsetmekte olduğumu anlamış olacaksınız. 

Cumhuriyet Halk Partisi’nin karşısında muhalefet görevi yapması gayesi ile kurulmasına önayak olduğum bu partinin başına ve kurucuları arasına en yakınlarımı, en güvendiğim kişileri yerleştirdim. 

Biliyorsunuz, ideal demokrasi idarelerinde, biri birilerine rakip durumda en azından iki kuvvetli parti bulunur. Halk, oyları ile bunlardan birini iktidara getirince öbürü onun çalışmalarını denetler. Partilerin programları, ülkenin genel çıkarları bakımından birbirinden pek farklı olmaz. Ve bu partiler gene halkın oyları ile zaman zaman yer değiştirirler. Böylece bir denge, böylece bir ülkeye daha iyi hizmet etme yarışı başlar.

İşte demokrasi budur. Ama bizde ne oldu?

Ne kadar rejim düşmanı, ne kadar hilafet ve saltanat özlemi çekenler, yeni kurduğumuz cumhuriyet rejimini devirmek isteyen ne kadar kişi varsa bu partinin yanına koştular.

Zavallı Fethi Bey, şaşırdı kaldı. Bu partiyi kapatma kararını bana bildirirken ikimizde bir yakınımızı kaybetmiş kadar üzgündük. Bu olay bana, yurtta demokrasi kurabilmek ortamının henüz olgunluğa kavuşmuş olmaktan ne kadar uzak olduğunu gösterdi. 

Evet, demokrasi benim yaradılışıma en uygun olan rejimdir. Çünkü bu rejim ne kadar geniş halk kitlesine dayanırsa o ülke için o derece sağlam ve yararlı olur. 

Bir yapıyı tasavvur ediniz: Önce ne yapılır? 

Temel kazılır değil mi? Temeli yapılır! 

Sağlam olması, kurallara uygun olması için bu ana koşuldur. 

Yapısına çatısından başlanan bir bina tasavvur edilebilir mi? 

Böyle bir bina gerçekleştirilebilse bile sağlam olabilir mi? 

Bir binayı ayakta tutan nasıl temel ise, bu rejimi ayakta tutabilecek olan kuvvet, onun geniş halk kitlelerine, yani tabana dayanmasıdır.

Anayasamızdaki halkçılık ilkesinin felsefesi budur.

Hayatımda en çok isteyip de maalesef bugüne kadar göremediğim şeylerin başında yurdumuzda demokrasinin kurulması konusu geliyor. 

Türk ulusu çok zekidir. 

Kendisi için hayırlı olan şeyleri kavramakta gecikmez Sabiha…

Girişmiş olduğum denemelerin istediğim gibi sonuç vermemiş olmasının nedeni, halkın bu rejimi istememesi değildir kuşkusuz. 

Demokrasinin gelmesi ile bazı kesimlerin de huzuru kaçacaktı, bu gerçek. Onlar da bu girişimlerini şu ya da bu konulardan baltaladılar. Sonra devrimlerin karşısında olan az da olsa bir çıkar grubu, bilinçlenmemiş halkı kışkırttılar. Onlara laiklik ilkeleri dışında bazı vaatlerde bulundular. İşte buna hiçbir zaman tahammül edemezdim.

Bu gibi hareketler, genç Cumhuriyetimizi daha pek körpe iken ağır bir şekilde yaralayabilirdi.

Benim samimiyetimi bir yerde istismar etmek istediler. 

Bu insan ahlakının zaafını gösteren acıklı bir tablodur. 

Ülke çıkarları yerine kişisel çıkarlar ya da gerici akımların başkaldırması halinde tecelli eden bu olay, içimde ölene kadar bir ukde olarak kalacaktır, çocuğum. Ancak şuna kesinlikle inanıyorum ki, demokrasi gereği olan çok partili bir dönem, Türkiye’mize de gelecektir. 

O zaman ben hayatta olmasam bile, ruhum, bilesiniz ki şad olacaktır. 

Ancak bu dönem için de tek korkum, bu güzelim yönetim tarzını yozlaştıracak, onu anlamsızlaştıracak, hatta ve hatta halkın gözünden düşürecek kişiler ve partiler çıkmasıdır.

Gerçi Batılı ülkelerde demokrasilerin yerleşmeleri uzun yıllar, hatta asırlar almıştır; ama gelişen dünyada Türkiye’nin bu konularda kaybedecek vakti yoktur.” 

O konuşmada hazır bulunanlardan biri; “Demokrasiye geçmeden önce halka demokrasi terbiyesinin verilmesine taraftarsınız efendim?” “Elbetteki öyle! ... Bu terbiyeyi de ancak demokrasi ilkelerine gönülden inanmış kişilerin kuracakları partiler verebilir. 

Bugün ise elimizde bu karakterde tek bir parti var. 

Cumhuriyet Halk Partisi… 

Tek parti ile de ne yaparsanız yapın demokrasi olmaz. 

Demokrasi geleceğini ancak akıl ve bilimden alır. 

Bunlardan yoksun bir yönetime demokrasi demeye olanak yoktur. 

Demokrasinin temelinde kişisel çıkarlar değil, geniş halk kitlelerinin ve ülkenin genel çıkarları egemendir. Böyle olmalıdır. Bir de özgürlükçü demokrasinin durumu var.

Özgürlüksüz demokrasi olamayacağı gibi, demokrasisiz de özgürlük düşünülemez. Bunlar birbirinden hiçbir şekilde ayrılmayan ikiz kardeştirler. Biri zedelendi mi diğeri hırpalanmış, biri hırpalandı mı diğeri zedelenmiş olur… Önce tabanı bu konuda eğitmek, hazırlamak, olgunlaştırmak, belirli noktaya getirmek şarttır.

Bunu siyasi partiler, politikacılar yapacaklar, onlara bilim adamları yardımcı olacaklardır. 

Sınırsız bir özgürlük anarşinin baş mimarıdır. 

Özgürlükler, kişilerin ve toplumların yararlanmasına değil, gelişmelerine öncülük ettikleri sürece muteberdir… 

Ben asla doktrin istemem. Doktrinler insanları ve kitleleri bir noktada dondurup bırakırlar, şartlandırırlar. Birtakım, kırılması son derece güç kalıpların içine sokarlar.

Bu nedenle diyorum ki doktrin istemem; donar kalırız, biz yürüyüş halindeyiz.

Devamlı yürüyecek, devamlı gelişecek, devamlı mutluluklar arayıp bulacağız.”

“Demokrasi fikiridir; kafa meselesidir. Her halde bir mide meselesi değildir…”

Mustafa Kemal Atatürk



Güzellik Kavramı - Haluk Bergmen

Doç. Dr. Haluk Berkmen

Güzellik insanda hoşlanma, mutluluk, hayranlık hatta coşku hislerini uyandıran bir niteliktir. Güzellik hissinin dışsal bir etkiden, görüntüden veya melodiden türediği sanılsa da aslında kaynağı içsel hatta ruhsaldır. Kadim filozof Sokrates “Tanrım güzelliği içimde yarat” demiştir.

Immanuel Kant (1724 – 1804) “Kritik der Reinen Vernunft” (Saf Aklın Eleştirisi) adlı felsefi eserinde ‘transandantal estetik’ kavramını ileri sürmüştür. Kant, duyularımızla algıladığımız uzay ve zaman için “sentetik a priori” (bütünsel ve önsel) tanımını kullanmıştır. Transandantal estetik kavramı ile önsel (doğuştan) olan, sonradan öğrenilmemiş olan güzellik duygusunu kastetmiştir. Kant, insanlarda doğuştan var olan ve duyu deneyimini aşan, içgüdü olarak tanımlanabilecek estetik ve simetri duygusuna “transandantal estetik” demiştir.

İnsan bir ruh ve beden bütünlüğüdür ve güzellik hem içsel hem de dışsaldır. İçseldir zira güzel olan kişiden kişiye değişir. Bana güzel görünen bir görüntü başkasına çirkin görülebilir. Dışsaldır zira dıştan gelen bir görüntü veya bir melodi olmasa o anda güzellik duygusu belirmez. Güzel dediğimiz bir görüntünün veya melodinin ortak özelliği içinde denge ve harmoni barındırmasıdır. Harmoni, uyum, düzen ve ahenk içerir. Güzel olanda da uyum düzen ve ahenk vardır. Fakat düzensiz ve karmaşık olanlarda da güzellik bulunur. Örneğin günümüzün modern sanat eserleri gerek resimler gerekse besteler, düzensiz ve karmaşık yapıda olsalar da gizli bir ahenk ve uyum içerirler.

Sanat bir toplumun kültürünü ve dünya görüşünü yansıtır. Günümüzde doğanın ve yaşamın karmaşıklığı ile belirsizliği hem resim hem de müzik eserlerine yansımış durumdadır. Karmaşıklıktan beliren güzelliğe en ilginç örneklerden biri bakterilerle yapılan sanat eserleridir. Bakterileri besin içeren bir kaba koyduğunuzda hızla üreyerek kap üzerinde birtakım karmaşık şekiller oluştururlar. Değişik renkler üreten bakterilerle ilginç şekiller ve tablolar yapmak mümkündür. Bu açıdan bakterilerle sanat yapmak hem bilgi hem de sezgi gerektirir.

Amerika’da her yıl uluslararası bakteri sanatı yarışması düzenlenir. Bu yarışmaya dünyanın her yerinden bakterilerle yapılan sanat resimlerinin fotoğrafları yollanır ve bu resimler hem uzman bir jüri tarafından hem de halk tarafından değerlendirilir. 2015 yılında oğlum Mehmet Berkmen ve Maria Penil birlikte girdikleri bir bakteri sanatı yarışmasında hem jüri tarafından hem de halk tarafından birincilik ödülüne layık görüldüler. Altta onların bakterilerle yaptıkları sanat eserlerinden birkaçını görüyorsunuz. Şu bağlantıda bakteri sanatı eserlerinden birkaç örnekler bulacaksınız:

https://www.theguardian.com/culture/gallery/2015/oct/23/beautiful-bacteria-winners-of-the-2015-agar-art-competition-in-pictures

Bu videoda da bakterilerin nasıl çoğaldıklarını göreceksiniz:

https://www.youtube.com/watch?v=P2pjbwM3KjI

Şu bağlantıda da onunla ilgili Hürriyet gazetesinde yayınlanmış bir yazıyı bulacaksınız.

https://www.hurriyet.com.tr/egitim/sadece-inekleyerek-harvarda-giremezsin-40011673




Arap elcisi Fadlan Türklerin anlayamadığı özelliğini anlatıyor

Arap elçisi İbn Fadlan Hazar Ülkesinde bulunduğu sırada, nefret ettiği Türklerin anlayamadığı bir özelliğini anlatıyor : 

"Bunların en vasıfsızı bile kamusal bir olayda söz sahibidir.

Defalarca söz alır konuşurlar ve diğerleri dinler.

Kararlar toplumun kararı olur."(1)

Arabın anlayamadığı bu özellik "Demokrasi"dir.

Biat kültürüne ve emire kayıtsız şartsız itaate alışmış kafası bunu almamıştır.Nitekim Fadlan'ın başka bir ülkeye geçişi (Bulgar Krallığı) Türkler tarafından kurultayda 1 hafta tartışılmış ve sonra izin verilmiştir.Bu Türk Töresinin bir gereğidir.

Lidere ve birilerine sorgulamadan biat edenlerin öncelikle öğrenmesi gerekir.

(1) 13.Kabile-Arthur Koestler

Selim Sarısoy



Merhamet Görevi

 Merhamet Görevi

Eğer sözlerim, herhangi bir yerdeki varlıkların içlerinde akış bulursa ve onlara asıllarına dönmede yardımcı olursa, ruh gücünün bir köprü başı daha tutabilmesi yolunda bir hissemiz olur. Bizler bir merhamet ve yardımlaşma görevi ifa etmekteyiz. Yapılacak çok işimiz var. Sürülmesi gereken pek çok tarlalar var. Hizmet borcumuzu ödeyelim, ta ki verilmiş olan fırsatları kaçırmış olmak yüzünden gelecekte üzüntü ve pişmanlık duymayalım. Sizden sevgilerimle ayrılıyorum ve başlamış olduğum yerde bitiriyorum. Sonsuz olan ve öyle olduğu içinde başlangıcı ve sonu bulunmayan güçle...'' Bu güçtür bizi sevgi kucaklayışında tutan, hepimize rehber olan ve istikamet veren bu güçtür yollarını bulamamış olmakla, heyhat ki, şansız olanlara yardım için bizleri hizmetinde kullanmak isteyen''

'' Daima, günü gününe yaşamaya çalışın, size hayat veren güçle bir olmak üzere. İradenizi ve isteklerinizi İlahi İrade ve isteğe uydurun. Büyük Ruh ile uyum içinde bulunmaya çalışın, zira bu suretle siz iç huzuruna, sükunete, sükuna ve güvene sahip olabilirsiniz.

Büyük Ruh'un iyilikleri hepinizle olsun.

Aşağıdaki sözler Silver Birch'ün celseyi açarken yapmış olduğu yakarı ve övgüdür.'' Alışılmış olduğu üzere, kederli, üzüntülü, dertli, ve endişeli düşünceleri bir tarafa bırakalım. Birbirimize mümkün olan en yakın uyum halini kurmaya çalışalım. Arzularımızı birleştirerek, ulaşabileceğimiz en üstünü özleyelim ve her tür teşebbüsümüz için kutsama dileyelim. Her şeyin üstünde olan o yüce güçtür ki ben O'na büyük beyaz Ruh diyorum, başkaları God, Allah veya diğer bazı isimlerle anıyorlar.'' İlahi, Sensin bütün kainatı düzenleyen mükemmel güç, O kainat ki büyüklüğüne hiç bir hudut yok, o kainat ki ihtişamını kimse layıkıyla, yeterli olarak asla tarif edemez. Senin sonsuz bilgeliğin, mevcut olan büyük veya küçük ,karmaşık veya basit her şeyi kontrol ve tanzim edecek, besleyecek kanunları vazetmiştir, böylece bu doğal kanunların kapsamı dışında kalan hiçbir şey yoktur. Ve bunların meyanında olmak üzere, senin ruhunun hakkettiği ve içlerine ilahi nefesi üflemiş olmanla yaşamaya muktedir kılınmış sayısız varlıklar, ölçüye sığmayan geniş kainatta, baştan başa her şey, hepsini bilgelikle ve sevgiyle idare eden baş Mimarın kontrolü altındadır. Hiç birimiz, her nerede bulunursak bulunalım, senin nüfuz sahanın dışında olmayız; hiç birimiz hariçte bırakılmış, ihmal edilmiş, dikkatten kaçmış olamayız. Ruh bağı, bizi birbirimize bağlar ve senin nazarında bizi bir eder. Ve bu öyle bir bağdır ki ne yeryüzünde ne öte hayatta koparılamaz. Bizleri idare eden sevgi ve hizmetten haberdar olmamızı temin eden bu vahiy için şükranlarımızı ifade ederiz. Hayatlarımızı zenginleştiren ilham ve bilgi için, varoluşumuzun yüce amacını fark edebilmek imkanını bir çoklarımıza bahşeden öğreti için ve bize ilahi planın kısımlarını ve kendimizi daha iyi görmek imkanını bahşeden yardım için şükrederiz.

Büyük Ruh'un Habercisi 1 - Silver Birch



MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...