CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR
Türklere atılmış iftiralar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türklere atılmış iftiralar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Tarihte Türklere Karşı Soykırım İddialarının mimarlarından Portreler- Lord Salisbury

Dr. M. Galip BAYSAN ANKARA, 10 Aralık 2007 Pazartesi
1876'da İstanbul'daki Tersane Konferansı'na İngiliz Hükümeti'nin temsilcisi olarak Disraeli Kabinesinde Dışişlerinin Hindistan işleri sekreteri Salisbury Markisi gönderilmişti. Salisbury eşi ve büyük oğlu ile birlikte 5 Aralık günü İstanbul'a geldi ve altı hafta kaldı, İngiltere Başbakanı ile elçisi Türkleri seven insanlardı ama Salisbury, tıpkı Gladstone gibi, Kırım Savaşı'nın korkunç bir politik hata olduğuna inanıyordu. Bu ön yargılarını İstanbul'a gelmeden Paris, Berlin, Viyana ve St. Petersburg gibi Avrupa başkentlerinde görüştüğü kimselerle de paylaşıyordu. Onlar da Osmanlı İmparatorluğu'nun artık geri dönülmez biçimde çökmekte olduğu kanısındaydılar. (1)
Salisbury'nin İstanbul'da gördüğü hiçbir şey onun bu düşüncesini değiştirmedi. Sultana ve hükümet erkânına güven duygusu beslemiyordu. Abdülhamit'in iltifatları, eşine ve çocuğuna gösterilen ilgi onun kaba saba davranışlarını etkilemedi. Noel'de üçüncü oğluna yazdığı mektupta padişahtan "Bize istediğimiz şeyi vermeye cesaret edemeyeceğini, (Balkanlarda Hıristiyanlara cazip gelecek değişiklikler yapmak), çünkü kendi hayatının tehlikede olduğunu söyleyen sefil, zayıf bir yaratık." Şeklinde tanıtmaktadır. Bu sözleri Bab-ı Âli'ye gönderilen bir Dışişleri görevlisi yapsa, pek az bir ilgi yaratırdı. Ama 1876 yılında Salisbury, İngiltere'nin İmparatorluk politikasında geleceğin adamı durumundaydı. Daha 2-3 ay önce tahta çıkmış olan Sultan Hamide paralel bir şekilde, 32 yıllık saltanatının yarısına yakın bir süre İngiltere'nin Osmanlı Politikasını bu adam yönlendirecekti ve sonuna kadar Abdülhamit ve Türklere karşı sevgisizliğini muhafaza etti. ... Bir büyük düşman Gladstone göçmeden ondan da tehlikeli bir başka Türk düşmanı siyaset sahnesinde yerini alıyordu.

Robert Arthur Talbot Gascoyne – Cecil Salisbury (1830-1903) Büyük Britanya İmparatorluğunun genişleme döneminde üç kez Başbakanlık (1885-1886, 1886-1892, 1895) ve dört kez Dışişleri Bakanlığı (1878, 1885-1888, 1886-1892, 1895-1900-) yapmış muhafazakâr siyaset adamı'dır. 1853'te Stamford temsilcisi olarak Avam Kamarası'na seçildi. 1866'da Hindistan'dan sorumlu Devlet Bakanı oldu, 1867'de bu görevinden ayrıldı. İstanbul'daki Tersane Konferansı'ndan dönüşünden bir yıl sonra Dışişleri Bakanlığı'na getirildi, 1881'de Disraeli'nin ölümünden sonra onun yerine geçti. Lortlar Kamarası'ndaki Muhafazakâr muhalefetin liderliğini üstlendi. Tıpkı Gladstone gibi yaşlılık ve sağlığının bozulması nedeni ile 1900'de son olarak Dışişleri Bakanlığından ayrıldı. (2)

Ermeni İsyanı'nın en önemli etkenlerinden birinin Avrupa'nın Emperyalist güçlerinin Türkiye üzerindeki emelleri olduğunu biliyoruz. Siyasi durumun 1880'den sonra çok karmaşık bir hal aldığını, Osmanlı'nın ünlü "Denge Politikasının" (3) iflas ettiğini ve İngiltere'nin Gladstone öncülüğünde yön değiştirmesi üzerine Osmanlı Devleti'nin yeni arayışlara girdiğini ve bu nedenle "Doğuya doğru" yayılmak isteyen Almanya ile temas kurmaya başladığını da (4) hatırlıyoruz. Bütün bu değişikliklerin kökeninde 1877-1878 Türk-Rus Savaşı'nda alınan ağır yenilgi sonrasında imzalanan (3 Mart 1878) Yeşilköy (Ayastefanos) anlaşması ve büyük devletlerin araya girmesi ile imzalanan Berlin (13 Haziran-13 Temmuz 1878) antlaşmaları vardır. Rus Büyükelçisi General İgnatyev'in tavsiyeleri ile hazırlanan Yeşilköy Antlaşması'nın 16'ncı maddesi Ermenilerle ilgili idi ve bu antlaşmayla Rus Askeri'nin Doğu Anadolu'yu boşaltması ve Osmanlı Devleti'ne geri verilmesi, bölgede iki devlet arasındaki ilişkilerde karışıklığa yol açabileceği ileri sürülerek Osmanlı Devleti'nin Ermenilerle meskun mahallerde derhal ıslahat yapması ve Ermenilerin Kürt ve Çerkezlere karşı korumalarının sağlanması taahhüt ediliyordu.(5)

Bu antlaşma ile "Ermeni" adı, uluslararası bir antlaşmada ilk defa yerini alıyordu. Ermeni Devası'nın bu andan itibaren başladığı, Ermeni tarihinde dev bir adım atıldığı ve bir dönüm noktası olduğu kabul edilebilir. 16'ncı maddede geçen Ermenistan ifadesi ile böyle bir bölgenin varlığı Ruslar tarafından Türk'lere kabul ettirilmiş oluyordu.(6)
Bu antlaşmanın bölgede Rusya'ya çok fazla avantaj sağlaması, büyük devletlerin çıkarları ile çatışınca, Rusya'ya baskı yapılarak Berlin'de yeni bir barış için görüşmelere başlanması talep edildi. Berlin Antlaşması hazırlığı sürerken iki önemli gelişme oldu.
İngiltere ile Rusya arasında 30 Mayıs 1878'de Londra'da gizli bir antlaşma yapıldı. Bu antlaşmaya göre Rusya, Bulgaristan sınırlarının daraltılmasını kabul ederken, İngiltere Kars, Ardahan ve Batum'un Ruslarda kalmasını ve Doğu Bayazıd'ın Türklere iadesini kabul edecekti.(7) Aynı günlerde Avusturya ve İngiltere Berlin Kongresi'nde Osmanlı Devleti'ne yardım vaadiyle toprak talebinde bulundular. Avusturya Bosna-Hersek'i isterken, İngiltere Osmanlı topraklarını artık Doğu Anadolu'nun büyük bir kesimine yerleşmiş olan Rusya'ya karşı koruyabilmek amacıyla Kıbrıs'ın kendisine verilmesi için, İstanbul'daki Elçisi vasıtası ile hükümetle temasa geçti. Nihayet 4 Haziran 1878 tarihinde yapılan bir anlaşma ile Kıbrıs, Osmanlı Devleti'ne bağlı olması ve vergisini Osmanlı Devleti'ne ödemesi şartı ile İngiltere'ye "askeri ve stratejik mülahazalarla" terk edildi.(8) Rusların Doğu Anadolu'dan çekilmeyi kabul etmesi halinde İngiltere de Kıbrıs adasından çekilecekti.(9)
Okuyucularımız herhalde İngiltere'nin oynadığı çift taraflı oyunu fark etmiş olmalılar. Rusya'ya gizli bir anlaşma ile Kars, Ardahan, Batum'dan çıkma diyecek, sonra Türklere, Ruslar Doğu Anadolu'ya girdiler seni yalnız bırakmamı istemiyorsan Kıbrıs'ı geçici olarak benim kontrolüme bırak diyerek Doğu Akdeniz'in kontrolünü elinize alacak ve Uzak Doğu sömürgelerinin en önemli geçiş bölgesi Süveyş'i koruma ve Orta Doğuyu işgal için çok büyük bir avantaj elde edeceksiniz. Sonra da ben sizi korumak için buradayım, Ruslar Doğudan çekilirse ben de çekileceğim diyeceksiniz. Acaba bu şartlarda Rusların Kars, Ardahan, Batum'u ve İngiltere'nin de Kıbrıs'ı terk etme imkanı olabilir mi?

Bu şartlar altında imzalanan Berlin antlaşmasından sadece Fransa toprak kazanmadan ayrılınca, Almanya Başbakanı Bismark Fransız Baş delegesine "Fransa'nın Tunus'u pekala işgal edebileceğini" gizli olarak söyleyince(10) üç yıl geçmeden Fransa da Tunus'a el atacaktır. Bir yıl geçmeden de İngiltere Mısır'ı bütün olarak ele geçirme manevralarını başlatacaktır.(11)

İki kongre arasında dikkati çeken ikinci hareket; başta İstanbul'daki Ermeni Patriği Nerses Varjabedyan olmak üzere, Ermeni liderlerinin Rusya ve Avrupa ülkeleri nezdinde Anadolu'da bağımsız bir Ermenistan kurulmasına destek sağlamak amacıyla büyük bir faaliyet içine girmeleridir.

17 Mart 1878 günü Patrik Nerses, İstanbul'daki İngiliz Büyükelçisi Loyard'la görüşmüş ve bu görüşmesinde "Ermenistan'da bir Hıristiyan yönetimi istendiğini" söylemiştir. İngiliz Sefiri "Ermenistan" demekle hangi toprakları kastettiğini sorunca Patrik Nerses; Van, Sivas, Diyarbakır ve Kilikya'yı saydı. Sefir bu bölgelerde Ermenilerin çoğunlukta olmadıklarını söylediği zaman, Patrik bunu bildiklerini, ancak, Rusya'nın topraklarını genişletmesi nedeni ile bölgede Osmanlı-Rus dengesinin değiştiğini, Ermenilerin de kendi geleceklerini düşünme mecburiyetinde olduklarını beyan etmiştir. Patrik, bundan böyle, eğer büyük devletler Ermenilerin haklı taleplerine kulak asmazlarsa, bu bölgedeki Ermenilerin Türk yönetimine karşı toptan ayaklanıp, Rusya'ya bağlanacağını ifade etmiştir.(12)

Ermeniler bütün gayretlerine rağmen Berlin Kongresi'nde istedikleri sonucu alamadılar. Ermeni başvurusu 4 Temmuz 1878 tarihli oturumda İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Salisbury tarafından ortaya atılarak ele alınmış, görüşmeler sonunda Yeşilköy Anlaşması'nın 16'ncı maddesi, yeni 61'nci madde olarak şu şekilde kabul edilmiştir:

"Bab-ı Ali, Ermenilerin oturdukları vilayetlerin mahalli şartları dolayısıyla muhtaç oldukları ıslahat ve düzenlemeleri gecikmeden yapmayı taahhüt eder ve bu konuda alacağı tedbirleri sırası geldikçe bu devletlere tebliğ edeceğinden, adı geçen devletler de bu tedbirlerin uygulanmasına nezaret edeceklerdir." (13)

Böylece Rusya, Doğu Anadolu'da işgal ettiği yeni topraklarla Ortadoğu'ya egemen olmak için önemli bir köprübaşına sahip olurken(14) Avrupa'nın büyük devletlerinin İstanbul'daki temsilcileri istedikleri her fırsatta istismar edebilecekleri ve Osmanlı Hükümeti'ni zaman zaman çok zor durumlara düşürebilecekleri bir imkana sahip olabileceklerdir. Bunun yanında, Anadolu'da yaşayan Ermenilerle birlikte diğer Hıristiyan topluluklar da, en ücra köşelerde açılan yabancı okullar, bu okullarda görev alan misyonerler ve konsolosluklar vasıtası ile milyonlarca Müslüman'ın hayal dahi edemediği siyasi, kültürel, hukuksal, ekonomik ve dini büyük imkanlara sahip olacaklardır.

Bu gelişme Granville'nin kaleminden şu sözlerle yansıtılacaktır:
"Ermenilerle ilgili Islahat Maddesi'nde ıslahatlara nezaret, antlaşmaya taraftar bütün devletlere verilerek, inisiyatif Rusya'nın elinden alınıyordu. Bu antlaşmayı müteakip, Ermenilerle ilgili ıslahatın şampiyonu İngiltere olacak, İngiliz tahrikleriyle Ermeniler büsbütün şımaracak, faaliyetlerini arttıracaklardır. Meselenin sebepleri yine aynıdır: Dış tahrik, "Ermeni Meselesi" Avrupa'ya uygarlık dışı Müslüman taassubu ile Batıya yaklaşmak için çırpınan Ermeniler arasında yüz yıllık bir çatışma şeklinde tanıtılmıştır. Gerçekte bu düşmanlık yabancı entrikalarının ürünü bir sonuçtur. Geçmişteki Türk-Ermeni ilişkilerine bir göz atılacak olursa, bu iki ırkın yüzyıllar boyunca en ufak bir anlaşmazlığa düşmeden yaşadıkları görülür." (15)

"Berlin Anlaşması'ndan birkaç ay geçmeden Lord Salisbury'nin 1878'de Ermenilere ilgi duyması üzerine 8 İngiliz askeri konsolosu, Sultanın Doğu Anadolu'da reformlar yapmasını garantiye almak üzere göreve atandı. Onların faaliyetleri pek fazla olmadı, ancak Antlaşmanın imzalanmasından hemen sonra, zaman geçirmeden İngiliz Hükümeti temsilcilerinin bölgeye gelmesi "Ermeni Tahrikçiler"'i (heyecanlandırdı) ve İngilizlerin kendilerine duyduğu ilgiyi abartmalarına neden oldu. Ancak bu hareketin (ayaklanmaların) temposunu belirleyenler ne Çar'ın, ne de Sultanın tebaasına mensup kimselerdi, gerçek tahrikçiler sürgünde yaşayanlar olmuştur." (16)Bir Hıristiyan devlet olan İngiltere'nin, Balkanlarda yaşayan Hıristiyan toplulukların bağımsızlık isteklerine karşı çıkması mümkün değildi. Bu nedenle sadece ( daha önce incelediğimiz) Gladstone veya Salisbury değil, İngiliz hükümeti, geçen yıllar içinde Hıristiyanların yanında yerini alıyordu. 1890'larda sıra Anadolu'da yaşayan Hıristiyanlara, dolayısıyla Ermenilere gelmişti. (17)

İngiltere'nin girişimi ile Berlin Antlaşmasını imzalayan Avrupa büyük devletlerinin elçileri 11.6.1880 tarihinde Osmanlı Devleti'ne bir nota vererek; Berlin Antlaşması'nın 61. maddesi ile Ermeniler için yapılması kararlaştırılan ıslahatın henüz başlatılmadığını ve başlatılması için gereğinin yapılmasını aksi halde Osmanlı Devleti'ni sorumlu tutacaklarını bildirdiler, Osmanlı Devleti bu notaya 5.7.1880 tarihinde ılımlı bir yanıt verdi. Büyük devletler bu notaya iki ay kadar sonra (7.9.1880) oldukça sert bir dille yanıt verdiler. Bu belgeyi, büyük devletlerin bölge insanlarına nasıl yaklaştığını açıklayan bir ibret vesikası olarak sunuyoruz:

"Konsolos raporlarına göre mahkemelerin geleceği bir laftan ibarettir. Jandarma ve polis reformu hakkında hazırlandığını söylediğiniz projeleri halen bize bildirmediniz. Bab-ı Âli Berlin Antlaşması hükümlerini iyi kavramamış görünüyor. Ermenilerin oturdukları illerde yapılan cinayetlerden söz etme biçiminden anlaşılıyor ki, Bâb-ı Âli oradaki anarşinin derecesini onaylamaktan kaçınıyor. Halbuki bu halin devamı oradaki Hıristiyan halkın imhasını gerektirebilir. Bab-ı Âli Çerkez ve Kürt'lerin aşırı hareketlerinin önüne geçmek için olumlu hiçbir teklifte bulunmuyor. Nahiyeler Kanunu'nun uygulanması durdurulamaz, görülmedik önlemler gereklidir. Büyük devletler Türkiye'de genel ıslahat yapılmasını görmekle hoşnut olurlar, fakat söz konusu olan Berlin Antlaşması'nın 61. maddesinin Hıristiyanların kalabalık oldukları illerde yapılmasını emrettiği ıslahattır. Bab-ı Âli aynı nizamları hem Ermeni hem de Kürt'lere uygulamak istiyor, yerleşmiş halkla göçebeleri aynı surette, yönetmek olanaksızdır. Bir taraftan Ermeniler ve gerekirse Ermeni ve Türkler ve öbür taraftan Kürtler için ayrı ayrı düzenlemeler yapılmalıdır. Nahiye örgütü, yeterli değildir. Sadece nahiye müdürleri değil daha yüksek idare amirleri dahi o yöredeki çokluğun dininden olmalıdır. Bu örgütlenmede dahi fazla merkeziyetçilik vardır. Bizim düşündüğümüz il ve nahiye jandarmalarının oluşma biçimi, başka başkadır. Sizin plânınıza göre nahiye jandarması, nahiye içinde çokluk halkından alınmıyor, gereklidir ki, il jandarmasının er ve subayları nahiye jandarmasından, yani nahiyelerce seçilmiş olan köy bekçileri arasından alınsın. Köyleri Kürtlerin sataşmalarına karşı koruyacak olan bu köy bekçileri, il jandarmasına kalabalıkları oranında adam vermelidir.

Cinayet mahkemeleri hakkında yeterince açıklama yapılmıyor. Onlarda Ermeni unsurunun çoğunluğu oranında temsil edilmelidir. Bu mahkemelerin üyeleri görevden almamak üzere mi yoksa muayyen bir zaman için mi atanacaklardır? Ne uygulayacaklardır? Şeriatı mı yoksa bir kanun mu? Yarı bağımsız ve tamamiyle vahşi Kürt aşiretlerine bunlar kararlarını nasıl uygulayacaklardır?

... Bundan ötürü Kürtleri, Ermenilere ait ıslahattan ayrı tutmalı ve onlara cengaver ve diğer geleneklerine uygun bir yönetim uygulanmalıdır. Ayrıca uluslararası yükümlülükler gereğince Ermenilerin bulundukları illerdeki ıslahat yerel gereksinmelere uygun olmalıdır ve büyük devletlerin denetimi altında yapılmalıdır." (18)

Acaba bu bir nota mıdır? Ültimatom mudur? Tehdit mi yoksa insancıl ve sulhça bir yaklaşım mıdır? Bölge insanlarının tümünün refah ve mutluluğumu, yoksa sadece Hıristiyan Ermenilerimi kayırmaktadır? Yorumu okuyucuya bırakıyoruz.

Osmanlı Devleti'nin verdiği cevap (3.10.1880) olumlu karşılanınca konunun üstüne gidilmemiştir. Bunun iki ana nedeni vardır. Bunlardan birincisi Fransa'nın Tunus'u, İngiltere'nin Mısır'ı işgal etme hazırlığında oluşları, diğer neden de henüz teşkilâtlanmaya geçmemiş Ermenilerin ülke içinde ciddi isyanlara başlayamamış olmalarıdır. (19) Bunun farkına varan Ermeniler yurt içi ve yurt dışında teşkilatlanmaya başladılar 1887'de İsviçre'de Hınçak (Çan sesi) ve 1890 yılında Tiflis'te federasyon anlamına gelen Taşnaksutyun, tam ifadesi ile (Ermeni İhtilal Cemiyetleri Birliği) kuruldu. (20) ve bütün ülkede okullar, misyonerler ve konsoloslukların da yardımı ile tahrik, tefhiş ve propaganda faaliyetleri hızlandırıldı. Tabiatıyla amaç dış ülke halklarının ve temsilcilerinin Ermeni davasına olan ilgilerini zorlamalarla canlı tutmak ve Türkiye'den koparılacak büyük bir bölge üzerinde bir devlet kurmaktır.

1895 yılı gibi Ermeniler için çok hareketli bir yıl oldu. Doğu illerindeki olayları inceliyor görünen İngiliz, Fransız ve Rus memurları, bilinen nedenlerle Bab-ı Âli'yi suçlayınca İngiliz, Fransız ve Rus Büyükelçileri 11 Mayıs – 1895'te Osmanlı Devleti'ne müşterek bir muhtıra vermişlerdir. (Hazırlanan memorandum ve proje padişaha verildi. Ertesi gün de üç devlet baş tercümanları, Bab-ı Âli'ye giderek bunları hükümete verdiler. Bütün ıslahat teşebbüslerinde sözü edilen ve (Mayıs Projesi) denilen proje budur. (21)

Genel olarak Bölgedeki Valilerin memuriyetinin beş yıl olması, bunların tayininde Büyükelçilerin onayının alınması, jandarmanın değişik dinlerden seçilmesi, Kürt göçebelerin kontrol altına alınması isteniyordu. Padişah teklifleri münasip bir cevapla ve padişahın hükümranlık haklarına aykırı olduğu gerekçesiyle 3 Haziran'da geri çevirdi.

İngiltere'de Muhafazakâr partinin iktidara gelmesi ve Salisbury'nin hükümetin başına geçmesi, Osmanlı devleti tarafından olumlu karşılandı. Ancak Lord Salisbury'nin gerçek düşüncesinden haberi olmayan Osmanlı Devleti eskisinden daha sıkışık durumlarla karşılaşacaktır. Tabii ki bunun nedeni Türklerle bir türlü yıldızının barışmadığını gördüğümüz bu Başbakandı.

Gördüğü baskı üzerine 17 Haziran 1895 tarihinde büyük devletlere verdiği bir notayla, Osmanlı Devleti bazı kanunları kabul ettiğini açıkladı ve 14.7.1895'de Ermeniler lehine geniş bir af ilan etti. Bu af Lord Salisbury'yi biraz yatıştıracaksa da, Onun Osmanlı Devleti aleyhinde plânlar yapmasını engellemeyecektir. (22) Baskılar devam edince Osmanlı Devleti 20 Ekim 1895 tarihli, Ermenilere büyük avantajlar sağlayan Islahat Projesini kabul ettiğini İngiltere, Fransa ve Rusya'ya bildirdi (23) Padişahı endişelendiren, büyük devletlerin onu tahtından indireceği korkusu olmuştu.

Islahat teklifleri görüşülürken İngiltere Başbakanı Lord Salisbury Türkiye'nin paylaşılmasından söz etmeye başlayacaktır. Temmuz ve Ağustos 1895'de Alman Büyükelçisi'ne Habeşistan'ın Zeyla limanını almak isteyen İtalya'yı Osmanlı Devleti arazisinde (Trablusgarp ve Arnavutluk)'un mutlu edeceğini söyledikten sonra, Osmanlı Devleti'ni "yaşamak için çok çürük" sözleriyle Osmanlı Devleti'ni büyük devletlerin aralarında paylaşmalarını teklif etmiştir. (24)

1896 yılı başında, Lord Salisbury, Osmanlı Hükümeti'nin genel işleri üzerinde İstanbul'daki büyükelçilerin denetimini kurmayı istemiştir. Bab-ı Âli büyük devletlerin onayı ile iş görecektir. Salisbury'e göre, bu tedbir de yeterli değildir. Osmanlı İmparatorluğu her an çökebilir, alınacak tedbirleri görüşmek üzere büyükelçiler hemen toplanmalıdır. Lord Salisbury paylaşma yanında Abdülhamit'i de tahttan indirmek istemektedir. (25)

Bütün bu baskılara en fazla muhatap olan Osmanlı devlet adamı, Sultan II. Abdülhamit'ten başka kimse değildir. Uyguladığı mutlak monarşik düzen nedeni ile, bütün saldırıların hedefi kendisi idi. O dönemde İngiltere ile arasında en büyük bağ olarak kabul ettiği Vambery'nin 10 Ekim 1896 tarihinde Sir Thomas'a gönderdiği mektupta Sultanın kendisine şunları söylediğini belirtiyor:

"Bizden Sırbistan, Yunanistan ve Romanya'yı almakla Avrupa ellerimizi ve bacaklarımızı kesmişti. Bütün bunlara karşı Osmanlı milleti sessiz kalmıştır. Fakat bir Ermeni sorunu yaratmak için bağrımızı deşmek istiyorsunuz. İşte buna dayanamayız. Kendimizi savunmak zorundayız, savunacağız." (26)

16.1.1894'de de Alman Büyükelçisi Prens de Radolen'e Doğu'daki Ermeni isyanlarının tertipçisinin İngiltere olduğunu söylüyor ve ıslahat konusunda fikrini şöyle belirtiyordu: "Yemin ederim ki, Ermenilerin yanlış baskısına boyun eğmeyeceğim ve bağımsızlığa götürecek ıslahatı kabulden ise ölmeyi tercih ederim." (27)

Çağdaş Türk aydınları, ülkesini 32 yıl mutlakıyetle yönetmiş bir sultan için iyi duygular beslemeyebilirler. Bununla birlikte onun ülkesinin haklarını savunma konusunda gösterdiği çabalar saygı ile karşılanmalıdır. Teşhisleri doğrudur. Doğu Anadolu'da yapılması istenen düzenlemeler için; "ıshalat maskesi altında İslâm-ı Mahv ve Ermenileri desteklemek suretiyle sonunda bağımsız olmalarına sebep olmak istiyorlar." (28) sözleriyle Avrupalıların gerçek niyetini çok iyi bildiğini belirtecektir.

Ağustos 1894'deki Sason ayaklanmasına Avrupa, "Ermeni soykırımı" adını koydu ve sorumluluğu Abdülhamit II'ye yükledi. Londra, Amsterdam ve Paris'te mitingler yapılarak büyük devletlerin enerjik bir şekilde duruma müdahale etmeleri istendi. İstanbul'daki İngiliz Elçisi, isyan hakkında bir soruşturma yapılmasını ve suçluların ağır bir şekilde cezalandırılmasını talep etti. Fransa ve İngiliz Elçiliği temsilcilerinin de katıldığı komisyon tabiatıyla olayların sorumluluğunu Bab-ı Ali'ye yükledi. Bu suretle hem Hıristiyan kamu oyu tatmin edilmiş ve hem de İngiliz ve Rus ajanlarının Ermenileri tahrik etme hususundaki faaliyetleri gizlenmiş oldu. Buna rağmen Rusya ve Fransa Bab-ı Âli'ye bağımsız bir Ermeni Devleti'ni desteklemeyeceklerini ima ettiler. Osmanlı Devleti direniş gösterince artık Başbakan olmuş olan Lord Salisbury Sadrazam Sait Paşa'ya 28 haziran 1895'de tehditlerle dolu bir tebliğde bulundu.

"Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu çok büyük tehlikeye dikkati çekerim. İktidara geldiğim günden beri İngiltere'de kamu oyunun Osmanlı Devleti aleyhine döndüğünü hayretle görüyorum. Bu devletin devam etmeyeceğine dair kanaat günden güne artmaktadır." (29)

Başvekil, İngiltere kamu oyunun tatmin edilmesi için Ermeniler lehinde talep edilen ıslahatın yapılması gereğine işaret ettikten sonra, "Ermeniler için muhtariyet bahis konusu değildir. Yalnız adalet isteniyor. Doğu vilayetlerinde Avrupa'nın itimat edeceği memurlar bulunmak ve kuvvetli bir idare olması gerekir. Yalnız bunlar padişah tarafından hür bırakılmalıdır." Başvekilin tebliği şöyle sonuçlanıyordu: "Ne Almanya, ne İtalya, Ne Avusturya, İngiltere'nin Şark Meselesindeki politikasına engel olamazlar. Fransa Rusya'ya sadıktır. (Üçlü İtilafın temeli bir yıl önce 1894 Fransa-Rusya antlaşmasıyla atılmıştı.) Osmanlı Devleti'nin devamını sağlayan şey yalnız İngiltere'nin Rusya ile müttefik olmamasıdır. Eğer ittifak vaki olursa tehlike son dereceye gelir. Osmanlı Devleti sona erer." (30) Salisbury 1 Ağustos 1895'de Lordlar kamarasında yaptığı konuşmada da aynı tehditleri tekrarlamaktan çekinmedi (31)

İngiltere Başbakanı Lord Salisbury'nin Osmanlı Devleti'ne düşmanca bir tutum içine girip tehditler savurması, yurt içinde Ermeni isyanlarını cesaretlendirdi ve daha önce kısmen temas ettiğimiz gibi Ermeni isyanları adeta patlama gösterdi. Ayrıca Girit ve Makedonya, Bulgaristan gibi diğer Hıristiyan toplumlarını da harekete geçirdi. Sadece 1895-1896 yıllarında resmi kayıtlarda belirtilen isyanlar pek çok sırrı açıklamak için yeterli olacaktır.


1895-1896 Ermeni İsyanları: (32)


Zeytun (Süleymanlı) İsyanı : 16 Eylül 1895
Divriği (Sivas) İsyanı : 29 Eylül 1895
Bab-ı Âli olayı : 30 eylül 1895
Trabzon İsyanı : 2 Ekim 1895
Eğin (Mamuretül (Aziz) İsyanı : 6 Ekim 1895
Develi (Kayseri) İsyanı : 7 Ekim 1895
Akhisar (İzmit) İsyanı : 9 Ekim 1895
Erzincan İsyanı : 21 Ekim 1895
Gümüşhane (Trabzon) İsyanı : 25 Ekim 1895
Bitlis İsyanı : 25 Ekim 1895
Bayburt (Erzurum) İsyanı : 26 Ekim 1895
Maraş (Halep) İsyanı : 27 Ekim 1895
Urfa (Halep) İsyanı : 29 Ekim 1895
Erzurum İsyanı : 30 Ekim 1895
Diyarbakır İsyanı : 2 Kasım 1895
Siverek (Diyarbakır) İsyanı : 2 Kasım 1895
Malatya (Mamaretü'l Aziz) İsyanı : 4 Kasım 1895
Harput (Mamuretü'l Aziz) İsyanı : 7 Kasım 1895
Arapkir (Mamuretü'l Aziz) İsyanı : 9 Kasım 1895
Sivas İsyanı : 15 Kasım 1895
Merzifon (Sivas) İsyanı : 15 Kasım 1895
Maraş (Halep) İsyanı : 18 Kasım 1895
Muş (Bitlis) İsyanı : 22 Kasım 1895
Kayseri (Ankara) İsyanı : 3 Aralık 1895
Yozgat (Ankara) İsyanı : 3 Aralık 1895
Zeytun İsyanı : 1895-1896
Birinci Van İsyanı : 2 Haziran 1896
Osmanlı Bankası baskını : 14 Ağustos 1896


Not: Parantez içindeki şehirler o zamanki idari bölünmeye göre ait olduğu illeri belirtiyor.

Dr. M.Galip BAYSAN



DİPNOTLAR:

1. Alan Palmer: Osmanlı İmparatorluğu, Son Üç Yüz Yıl, Bir Çöküşün Tarihi,s.163 (Sabah Yay.-1995)
2. Ana Britanica: Cilt.27,s.89 (Hürriyet Anal Yayıncılık-1994)
3. Fahir Armaoğlu: 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi,s.43-54 (İş.Bankası,Ankara-1985) ; Yuluğ Tekin Kurat: Osmanlı İmparatorluğunun Paylaşılması,s.10 (Ankara-1986)
4. Edward Mead Earle: Bağdat Demiryolu Savaşı, s.59-81 (Türkçe'si Kasım Yargıcı,Milliyet Yay. İstanbul-1972) ; Marian Kent: Osmanlı imparatorluğunun Sonu ve Büyük Güçler,s.129-153 (Tarih vakfı Yay. İstanbul-1999)
5. Ki Young Lee: Ermeni Sorununun Doğuşu,S.71 (T.C.Kültür Bakanlığı,Ankara-1998)
6. Aynı eser,s.71-72
7. Enver Ziya Karal: Osmanlı Tarihi,Cilt-8,S.70 (Türk Tarih Kurumu, Ankara-1962)
8. Aynı Eser,s.71-72 ; Standford J.Shaw & Ezel Kural Shaw: History of The Ottoman Empire And Modern Turkey,s.190-191 (Cambridge University Press-1985)
9. Mim kemal Öke: Vambery, Belgelerle Bir devletler Arası Casusun Yaşam Öyküsü,s.78-79 (İst.-1985)
10. E.Z.Karal,s.78
11. Aynı Eser s.93-101
12. Bilal Şimşir: British Documents on The Ottoman Armenians (1856-1880),c.1,s.154-155 (TTK, Ankara-1982)
13. Enver Ziya Ksaral: Osmanlı İmparatorluğunda Ermeni meselesi (Dışişleri Bakanlığı, Ankara-1971)
14. Ki Young Lee,s.71-72
15. Edgar Granville: Çarlık Rusyasının Anadoludaki Oyunları, s.17 (Ankara-1967)
16. Alan Palmer,s.196
17. The Middle East in World Affairs,s.22
18. Halil Metin: Türkiye'nin Siyasi Siyasi Tarihinde Ermeniler ve Ermeni Olayları, s.74-75 (M.E.B. İstanbul-1997) ; Cemal Kutay: Türkiye İstiklal ve Hürriyet Mücadelesi Tarihi Dergisi,c.15, sayı21,s.8451 (Hamle Matbaası, İstanbul-1961)
19. Halil Metin,s.76
20. Gültekin Ural: Tarihin Işığında Ermeni Dosyası,s.94-97 (İstanbul-1998)
21. Esat Uras: Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi,s.296-326
(2.Baskı,Belge yay.İstanbul-1987)
22. Cemal Kutay,s.8551
23. Esat Uras,s.345-351
24. Doğan Avcıoğlu: Milli Kurtuluş Tarihi, 1838den 1995e, 1.Kitap,s.40 (İstanbul-1987)
25. Aynı Eser,s.1
26. M.K.Öke,s.104
27. Yusuf hikmet Bayur: Türk İnkılap Tarihi C.1,Ks.1,s.77-78 (TTK Ankara-1974)
28. Süleyman Kocabaş: Hindistan Yolu ve Petrol Uğruna Yapılanlar, Türkiye ve İngiltere s.65 (İstanbul-1985)
29. Sait Paşanın Hatıratı: C.1,s.271 (Dersaadet-1328)
30. Altan Deliorman: Türklere Karşı Ermeni Komiteleri,s.56 (3.Baskı,İstanbul-1980)
31. Sait Paşanın hatıratı,s.270
32. Azmi Süslü: Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı,s.58-59 ( Van 100. Yıl Üniversitesi-1990)

http://www.heddam.com/index.asp?H=7531

Tarihte Türklere Karşı Soykırım İddialarında Portreler General İgnat'yev

Dr. M. Galip BAYSAN ANKARA, 08 Aralık 2007 Cumartesi

1870 Fransa-Prusya Harbinden hemen sonra, Bismarkın da desteğini kazanan Rusya, 31 Ekim 1870 tarihinde,Paris Antlaşmasının Karadeniz'de Rus Donanması bulundurmasını yasaklayan maddesini yürürlükten kaldırdığını ilan etti.
Hiçbir devlet buna karşı çıkmayınca, Rusya yeniden "Karadeniz ve Boğazlar" konusunda en büyük söz sahibi yabancı ülke konumuna gelmiş oldu. Kendini daha güçlü hisseden Rusya'da yeniden "Çar Grad" İstanbul'u ele geçirme ve "Ayasofya'da" ayin yönetme arzusu ve siyaseti öne çıkmağa başladı. Bu akımın en büyük taraftarları " Pan Slavistler" oldu.
Rusya'nın tarihsel "sıcak denizlere inme" politikasının temelinde,güneyindeki Osmanlı Devletini parçalayarak topraklarını ele geçirme ve bir Dünya Gücü olma arzusu yatıyordu. Bunun için Kafkasya-Doğu Anadolu üzerinden Doğu Akdeniz ve Basra Körfezine inmek,Balkanlar üzerinden de Ege ve Adriyatik kıyılarına ulaşmak istiyordu. On dokuzuncu YY ikinci yarısında bu amacın önündeki en büyük engel, Osmanlı Ordu ve Donanmasından çok, Avrupa devletlerinin çıkar çatışması idi. Osmanlıdan istediğini alabilmesi için Avrupalı güçleri rahatsız etmeyecek bir strateji bulması ve uygulaması gerekiyordu. O zaman " Din Olgusunu" öne çıkararak Hıristiyanlık-Müslümanlık, ezilen halklar,masum din kardeşlerine karşı uygulanan Soykırım hikayeleri ve onları kurtarmak için büyük uğraş verme temaları bol bol işlenmeğe başlandı. İşte "Pan Slavizm" akımı bu düşüncelerden doğdu.

Pan Slavizm : "Türklerin zalim yönetimi altında inleyen, acı çeken Slav kardeşleri kurtarmak" bahanesi ile hem Slavlar, hem de Avrupalıların desteğini kazanmak, Türkleri Avrupa'dan kovmak, Balkanlar'da Rus hakimiyeti kurmak, İstanbul'u ele geçirerek "Ayasofya'ya Haç Dikmek" sloganı ile geniş çevrelerce gittikçe benimsenen bir akım oldu.İşte bu akımın en önemli temsilcilerinden biri olan General İgnat'yev 1864 yılında İstanbul'a Büyükelçi olarak atandı.

General Nikolay Pavloviç İgnat'yev

General Nikolay Pavloviç İgnat'yev: kariyeri itibariyle hem iyi bir asker hem de kendini geliştirmiş iyi bir diplomattır. 1856 yılında Londra'da ateşemiliterlik yapmış,bu görevi süresince Rusya'nın Osmanlı Politikası karşısındaki en büyük engel olarak kabul edilen İngiliz siyasileri ve halkını yakından tanıma imkanı bulmuştur. İki yıl sonra Buhara'ya gönderildiğinde ülkesini Türkistan'ı ele geçirmek için teşvik etmiş, 1859-1860'da da Çin'in başkenti Pekinde görev yapmış, dikkat, çeken başarılı çalışmaları sonunda generalliğe yükseltilmiş, Çarın yaverlerinden biri olmuştur.

İgnat'yev ilk defa 1861 yılında bir görevle İstanbul'a gönderilmiş ve bu sayede ileride uzun yıllar görev yapacağı Osmanlı Devleti ve toplumunun içinde bulunduğu ortamı tanıma imkanı bulmuştu. Rusya'ya dönüşünde de Dışişleri Bakanlığının en önemli bölümlerinden biri olan "Yakın Doğu Masasının" başına getirilmişti. Bu görevde kaldığı 1861-1864 yılları arasında hem Türkiye, hem de Balkan meseleleri ile yakından meşgul olduğu gibi, ülkesinin ve hatta Avrupa'nın büyük güçlerinin Balkan meselelerinde takip ettikleri siyasetin yaratıcısı ve uygulatıcısı olmuştur. Artık İgnat'yev Rusya'daki Pan-Slavist hareketin en büyük liderlerinden biri haline gelmişti. Bütün gayretlerini Eflak-Buğdan dışında,Sırplar,Karadağlılar ve Bulgarların bazen Osmanlı'ya bağlı ayrı bir Beylik, bazısının da bağımsız bir devlet haline gelmesi için uğraş vermeye yöneltecektir.

İşte 1864 yılında İstanbul'a Elçi olarak gönderilen general böylesine tecrübeli ve sanki özel olarak Türkler aleyhine çalışmak için yetiştirilmiş bir kişi gibidir.İstanbul'a geldiği ilk günden itibaren tıpkı haleflerinden "Prens Mençikof" gibi şımarık ve saldırgan tavırları ile sorun üzerine sorun yaratacak, Türk ve Müslümanları rahatsız eden kişiliği, davranışları onu İstanbul'da yaşayan Gayrimüslimlerin sevgilisi haline getirecektir. Bu tutum ve davranışlar; ulusal kimliklerinin geleceği için azınlıklara "büyük ümitler" verecek, onların hareketlenmeleri için teşvik edici olacaktır.

İgnat'yev zamanla Türk devlet adamları ile de yakın ilişkiler içine girmiş ve onları etkilemeyi başarmış ve hatta Saray'a bile etkinliğini duyurma imkanı bulmuştur. Dönemin en önemli isimlerinden biri olan Sadrazam Mahmut Nedim Paşa, tamamen bu zatın etkisi altında bulunuyordu, hemen her hususta Elçinin reyi ile hareket eder bir durumda idi. Tabii ki bu tavsiyelerin büyük bir kısmının bölgede uygulanan Rus politikasına paralel bir yönde olması kaçınılmazdı. Halk İgnat'yev ile Sadrazam arasındaki yakın ilişkiyi; Mahmut Nedim Paşaya "Nedimov" hitabını yakıştırarak protesto ediyordu. Bu nedenle diyebiliriz ki, İgnat'yevin neden böylesine başarılı olduğunu anlayabilmek için, Mahmut Nedim paşayı biraz daha yakından tanımamız yararlı olabilir.

Dönemin en önemli Türk Devlet adamlarından biri olan Mahmut Nedim Paşa 1818'de İstanbul'da doğdu. Uzun yıllar Sayda, Şam, Trablusgarp gibi illerde valilik yaptıktan sonra 1867'de Bahriye Nazırı ( Denizcilik Bakanı) oldu. Bu dönemde Mahmut Nedim Paşa, Osmanlı toplumunda büyük reformlar yapma amacıyla kurulan "Genç Osmanlılar" Cemiyetinin en güvendikleri liderlerden biri durumundaydı. Çünkü bu cemiyet mensupları; aynı yıl yapmayı planladıkları bir darbenin başarılı olması halinde, onu Sadrazam yapmayı planlamışlardı. Teşebbüs Ali Paşa tarafından zamanında haber alınınca Genç Osmanlılar, özellikle Şinasi, Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi isimler çareyi yurt dışına kaçmakta buldular.

Mahmut Nedim Paşa 1871'de ilk defa Sadrazam oldu ve bir yıl sonra bu görevden azledildi, 1873'te Adana Valiliğine getirildi. Şansı 1875 yılında yeniden döndü ve ikinci defa sadarete getirildi. Burada ilginç bir bağlantıyı da sizlere sunmadan geçmek istemiyoruz. O da ,Mahmut Nedim Paşa ile yine zamanının en ünlü komutanlarından Hüseyin Avni Paşa arasındaki sürtüşmedir. Bu iki zatın yaşamı tıpkı bir tahtıravalli gibi idi. Biri yükselirken diğerini olabildiğince alçaltıyor, ezmek istiyordu. Mesela 1871 yılında Sadrazamlığa atanır atanmaz, Mahmut Nedim Paşa'nın ilk işi; Serasker (günümüzün Genel Kurmay Başkanı) olan Hüseyin Avni Paşayı hem görevinden azletmek ve hem de hasta hasta Isparta'ya sürgüne göndermek olmuştu. Bu olayın Seraskerin ruhunda derin izler bırakması kaçınılmazdı.Ama Hüseyin Avni Paşa iki yıl sonra yeniden Seraskerliğe ve 1874 yılında da Seraskerlik üzerinde kalmak şartı ile Sadrazamlığa getirildi. Mahmut Nedim Paşa 1875 yılında ikinci defa sadarete getirilince yine ilk işi Hüseyin Avni Paşayı İzmir Valiliğine göndermek oldu. Okuyucularımız neden bu iki paşa üzerinde durduğumuzu merak edebilirler. Biz sadece en üst kademede görev yapan kişiler arasındaki düşmanlığın bir ülkeyi ne gibi belalara karşı ve nasıl zayıf düşürdüğünü hatırlatmak istedik. Unutmamak gerekir ki söz konusu Hüseyin Avni Paşa; bir yıl sonra Mithat Paşa ile birlikte bir darbe yapıp Sultan Abdülaziz'i tahttan indirip yerine Şehzade Murat'ı, Beşinci Murat unvanı ile tahta çıkaran ve Sadrazam Mahmut Nedim Paşayı görevinden alan zattır. Ama bu kişi de, sabık Sultan Abdülaziz'in intiharından hemen sonra, bir hükümet toplantısı sırasında, Çerkez Hasan isimli bir fedainin intihar saldırısı ile hayatını kaybedecektir.

1875 yılına kadar dışarıdan alınan borçlarla Osmanlı Devleti tam bir borç batağına gömülmüş gibiydi. Devletin dış borçları ile demiryolu tahvilleri ve genel borç senetlerinin değeri 200 Milyon, halkın elinde bulunan borç senetleri de 106 milyon lira kadardı.(Devletin 1863-1864 bütçesi 340 milyon lira olduğuna göre,toplam borcun devletin yıllık bütçesine yaklaştığı açıkça görülebilir.) Bu büyük borç yükü için her yıl Avrupa'ya faiz ve amortisman bedeli olarak 14 milyon lira gönderiliyordu.

Dış borç faizleri %5 veya %6 görünmesine rağmen, teminindeki güçlük nedeni ile gerçek faizler %12'ye varmakta idi. Genel borçlanma,demiryolu faizleri de böyle idi. Karlı bir gelir kaynağı oldukları için, bu senetler hem Avrupa'da hem de Türkiye'de çok rağbet görüyordu. Avrupalı küçük yatırımcılar ve Osmanlı Halkının büyük bir kısmı bütçesini Osmanlı Devletinden aldığı bu faize göre düzenlemişti. Osmanlı borç ödemelerindeki her hangi bir değişiklik, bu kişisel bütçeleri alt üst edecek bir durum yaratabiliyordu.

Mahmut Nedim Paşa sadrazam olduktan hemen sonra, 1874 yılının gelir- gider durumunu açıklayınca, Osmanlı Hükümetinin mali durumu Avrupa basın yayın organlarında her gün tenkit edilen bir konu haline gelmişti. Sadrazam; büyük bir ihtimalle Rus Elçisi İgnat'yevin tavsiyesi ile, mali sorunları halletmek için bir plan hazırladı. Bu plana göre ,her yıl ödenmekte olan 14 milyon liranın 7'si tasarruf edilecek, bu tasarrufun 5 milyon lirası ile bütçe açığı karşılanacak, 2 milyon lira da askeri harcamalar için kullanılacaktı. Bu plan hükümetçe de kabul edilince 6 Ekim 1875'de bir kararname yayınlanarak; beş sene müddetle daimi borçların faizlerinin yarısının nakit, diğer yarısının da %15 faizli bir senetle ödeneceği ilan edildi.Bu kararname senet sahipleri üzerinde bir bomba etkisi yaptı. Avrupa kamu oyu tamamen Türklerin aleyhine döndü. Avrupa Halkları; "Türkler bizi dolandırdılar, paralarımızı sefahat alemlerinde yediler,bitirdiler, bunların bekası Avrupa için zararlıdır" sözlerini söylemeğe başladılar. Türkiye'de de halk gelişmelerden Sultan Abdülaziz'i sorumlu tutmaya başladı. Dolayısiyle Sultanın Taç ve tahtı sallanmaya başladı ve 6 ay bile geçmeden bir darbe ile tahttan indirildi. Bu kararnamenin İngiltere kamu oyunda ne derece olumsuz etki yarattığını, 1876 yılında Anadolu'yu gezen bir seyyah hatıralarında: "Osmanlı Devletinin faiz ve ana para ödemelerini durdurmasının İngiltere'de çok aleyhte bir hava yarattığını ve İngiliz vatandaşlarının cebinden bu nedenle bir milyon sterlini aşkın bir paranın buhar olup uçtu" sözleri ile anlatmaktadır. Geçen yazımızdan, son seçimde yenilgi almış Gladstone ve partisinin bu olumsuz ortamdan nasıl yararlandığını,Bulgaristan ajitasyonunu da kullanarak devletin politikasını nasıl Türk aleyhtarı ve Rus dostu bir politikaya dönüştürdüğünü hatırlıyoruz.

1876 yılı başlarında, her ne kadar Mahmut Nedim Paşanın, İgnat'yev destekli politikası iflas etmiş görünüyorsa da, İstanbul ve Balkanlarda Rus Büyükelçisi'nin Pan Slavizm politikası zirvededir. Artık general, ortamı hazır görmüştür ve tıpkı Türkistan bölgesinde olduğu gibi, Balkanlarda da Rusya'yı savaşa yönlendirmektedir. İgnatyev Rusya ile birlikte Balkanlarda yaşayan Gayrimüslim Osmanlı halklarının da çıkacak bir savaşta, Rus Orduları yanında mücadele etmeleri için gerekli ortamı hazırlamıştır. (Yine önceden söylediğimiz gibi) Bu şartlar altında, 23 Aralık 1876 tarihinde İstanbul'da Yapılan Tersane Konferansının başarısız olması kaçınılmazdı. Konferans başarısız olunca da yine Büyükelçinin teşviği ve tavsiyesi ile 1877-1878 Türk-Rus savaşı başladı.

Savaştan sonra galip devlet Rusya ile, yapayalnız ve yenik Osmanlı Devleti arasında adeta dikte edilircesine imzalanan ve Türkleri Midye- Enez hattının doğusuna kadar tamamen Avrupa dışına iten Yeşilköy ( Ayastefanos 3 Mart 1878) Antlaşmasının her satırı İgnatiyev'in, kin ve nefret kusan ve bu konuda durmak bilmeyen kaleminden çıkmış gibidir. Bu ünlü Pan Slavist lider sonunda görevini başarmış ve Türklere en büyük darbeyi indirmiştir. Bu arada Ermenileri de unutmamış ve Türk devletinin başına günümüze kadar gelecek şekilde bela olacak büyük bir sorunun temelini atmıştır. İgnatiev Ermeni patriğinin ricası ile " Ermenilerin yaşadığı illerde ıslahat yapılması ve onların bölgede yaşayan Kürt ve Çerkez Aşiretlerine karşı korunması" ile ilgili ünlü 16 ncı maddeyi Antlaşmaya ekleyecektir. Bu madde Berlin Antlaşmasında da (13 Haziran-13 Temmuz 1878) unutulmayacak ve 61 nci madde olarak antlaşma metnine dahil edilecektir. Ermenilerin örgütler kurup teşkilatlanmaları ve dış destekli isyanları başlatmalarına daha 15-20 yıl vardır,ama artık temeller İgnatyev tarafından atılmıştır.



KAYNAKLAR

* Enver Ziya Karal,Osmanlı Tarihi Cilt VII, TTK.Ankara-1988
* Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu,Ordu ve Politika,Tepedelen Alipaşazade
* Ebüzziya Tevfik,Yeni Osmanlılar Tarihi,Hürriyet Yay. İstanbul-1973
* M. Galip Baysan,Türkiye'de Demokrasinin Kuruluşunda Ordunun Rolü (1700 - 1918), İzmir-2003
* Akdes Nimet Kurat,Türkiye ve Rusya 1748-1919),Ankara Üniv.-1970
* B.H.Summer,Russian And The Balkans 1870-1880,Oxford-1937
* Şerif Mardin,Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu,İletişim Yayınları, İstanbul - 1996
* Gazi Ahmet Muhtar Paşanın Anıları,Sergüzeşt-i Hayatımın Cilt-i Evveli (Tarih Vakfı) İstanbul-1997

Tarihte Türklere karşı soykırım iddialarının mimarı - Vikont James Bryce ve Prof. Arnold Toynbee

Dr. M. Galip BAYSAN ANKARA, 01 Kasım 2007 Perşembe

Ermeni meselesi konusunda Avrupa'da sesini çok fazla duyuran bir başka büyük isim İngiliz Lord James Bryce'dir. İngiliz propaganda sistemi içinde daha sonra ünlü bir tarih profesörü olacak Arnold Toynbee'den de yardım görmüştür.

Tıpkı Lepsius gibi, günümüzde dahi Ermeni konusunda yazarların ve tarihçilerin referans aldıkları bir kişidir. 1838- 1922 yılları arasında yaşamış İngiliz politikacı, diplomat ve tarihçisidir. 1880 – 1907 arasında Avam Kamarası'nın liberal bir üyesidir. Dışişleri Bakanı müsteşarlığı (1886) , Lancester Düklüğü baş yargıçlığı (1892) ve Ticaret Bakanlığı (1894-95) yaptı. (1907-1913) ABD. Büyükelçisi oldu. 1. Dünya Savaşı sırasında Almanya'nın Belçika ve Fransa'da yürüttüğü şiddet hareketlerini inceleyecek komitenin başkanı oldu. (1)

Bryce genç yaştan itibaren Ermenilerle temas kurabilmişti. Hüdavendigâr Onur, Figen Ünal Şen'in sabah gazetesinde yayınlanan Ağrı Dağı ile ilgili olarak yapılan bir çalışmada, "Sir James Bryce'in önce geniş bir kütüphane çalışması yaptığını ve sonra Ağrı Dağına çıktığını ve tırmanış sırasında zirveye yakın yerlerde (Nuh Peygamberin Gemisi ima edilerek) insan yapımı ağaçtan bir malzeme bulduğunu" belirtmektedir.(2)

James Bryce 1877 yılında yazdığı "Transkafkasya ve Ararat" adlı kitabının çıktığı dönemlerden beri tam bir Ermeni hayranı ve Türk düşmanıdır. Bu kitapta Brice daha o zamanlar "Neden Ermeniler bu zorluklara tahammül ediyor, atalarının Selçuklular ve İranlılara karşı yaptıkları gibi isyan etmiyorlar?" diye soruyor ve Ermeni toplumunu tahrik ediyordu. Nitekim 1889 Ağustos'unda Doğu Anadolu'da Bişeri'de 7 Ermeni öldürülüp, 50 kadar da ev yakılınca, Bryce hemen Müslüman aşiretleri itham etti, ancak bölgedeki İngiliz Konsolosluk elemanı, kendisi de bir Ermeni olan Thomas Boyacıyan gönderdiği raporda olayın müsebbibinin, köydeki iki Ermeni liderinden birinin Katolik mezhebine geçmesi üzerine diğeri tarafından yapıldığını belirterek onun iddialarını boşa çıkaracaktır.(3) Bryce : 1894 yılında, Başbakan Gladstone'un teşvik ve desteği ile, İngiltere'de "Ermeni Cemiyeti" kuranların başındaki kişi'dir. (4)

Tıpkı Rahip Lepsius gibi "Mandelstam Planı" ile ilgili olarak İngiltere'de yapılan çalışmalarda, o da sahnedeydi. Balkan Savaşı sırasında İngiliz Dışişleri Bakanlığı'nın Türkleri yalnız bırakan tutumu, Hintli gençler tarafından kurulan "Müslim League / İslam Cemiyeti" tarafından protesto edilmişti. Lord Beaconsfield'in Doğu politikasına hala bağlı pek çok İngiliz de parlamentoda ve basında seslerini duyurmaya çalışıyorlardı. (Vikont) Bryce 8 Mart 1913'te Avam Kamarasında "Şark Meselesi" hakkında açılan bir görüşme sırasında Rus müdahalesinin doğuracağı tehlikeyi kabul eder görünüyordu:

"Ermenilerin Rus müdahalesini ciddi olarak istediklerini gösteren belirtiler var. Ermenilerin himaye isteyebileceklerini kabul etsek bile, Rusya devrimlerinin gerçekleştirilmesi için, her hangi bir talepte bulunursa ne yapacağız, bunu reddedecek miyiz?"

Dikkatlice söylenmiş bu sözlerde altı doğu vilayetinde çıkabilecek karışıklıkların endişesi saklıdır. Erzurum ve Van'daki Rus konsolosları (hazırlanmış bir planın elemanları olarak) böyle bir ihtimal bulunduğunu Rus Dışişleri Bakanlığı'na rapor etmekte ve buna dayanarak Rusya'nın müttefiklerini haberdar etmektedirler. Ayrıca Balkan Savaşları sırasında Rumeli'den sürülen Müslümanların Anadolu'ya yerleştirilmelerinin endişe edici bir durum yaratacağı ifade edilmektedir. Bryce ve arkadaşları topraklarını, yurt ve yuvalarını kaybetmiş ve perişan duruma düşmüş, yüz binlerce Türk ve Müslüman göçmenin sorunları ile zerrece ilgilenmiyor, fakat bu insanların Doğu Anadolu'ya, Ermenilerin çokça yaşadığı topraklara gönderilip, o güne kadar Ermeniler lehinde oluşturulmaya çalışılan dengeyi bozmasından endişe ediyordu. Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Mr. Acland, Avam Kamarası'nın 8 Mart 1913 tarihli oturumunda bu zavallı göçmenlerin Ermeniler için bir tehdit teşkil etmediğini söylediği zaman Bryce ve arkadaşları rahatlamıştı. (5)

1915 Mart'ının ilk günlerinde Bryce Dışişleri Bakanlığı'nı arayarak başlangıçta Rusya'nın kontrolünde bir otonom Ermenistan kurulması için hazır olunduğu konusunda, Rusya ile bir anlaşma yapılmasını teklif etti. Bryce böyle bir deklarasyonun Ermenileri mutlu edeceğine, müttefiklere Türkiye ile savaş sırasında yardımları olacağına inanıyordu. Nisan ayında da Ermenileri Kilikya bölgesinde Türklere karşı bir isyana teşvik etti.

2 Ekim 1915 tarihinde Lord Cramer Dışişleri Bakanlığı'nda Lord Crewe'e bir mektup göndererek detaylı olarak İngiliz Hükümeti, Türk –Ermeni olaylarını kullanarak Amerika'da bir propaganda kampanyası başlatıp başlatamayacağını sordu. Gerçekte onun konuşmasından dört gün sonra Lord Bryce Ermenilerle ilgili olarak Ermeni kaynakları ve misyonerlerden alınan bilgilere dayanarak korkunç bir tablo çizdi. Lord Cramer de haberi olmadan veya kasıtlı olarak Anadolu'da Ermeniler tarafından çıkarılmış isyan olmadığını söyledi.

Ekim'in ilk günlerinde ABD Hükümeti'nin, insanlık namına, İstanbul'daki elçisi vasıtasıyla Osmanlı Hükümeti'ne sert bir protesto notası verdiği basında belirtiliyordu. Kısa bir süre önce Alman sefiri, Trabzon'daki konsolosluktan alınan bilgilere dayanarak Ermeni kışkırtıcılığı karşısında Türk Hükümeti'nin aldığı tedbirlerin haklı olduğunu Amerikan hükümetine bildirmişti. Ancak İngiltere Türkiye'deki Ermeni olaylarını propaganda amacı ile büyütmek istiyordu. Bu amaçla İngiltere'nin Amerika Elçisi Cecil Spring – Rice, "Ermeni Soykırımı" ile ilgili sahte haberleri elden Bası'na vermeğe başlamıştı. İngilizler işi daha da ileri götürerek Ermeni göçü ve soykırım iddiasına yarayacak fotoğraf avcılığına çıktı. Böyle fotoğraf elde etmede sıkıntıya düşünce, bu konuda destek vereceği vaadinde bulunmuş olan Lord Bryce'a başvurdular. Ancak o da Ermeni dostlarının yardımına rağmen Türkiye'deki olayları bir soykırım olarak resimleyecek hiç bir belge bulamamıştı. (6) Çünkü hayallerindeki "toplu kıyımlar" bir iki kişisel veya grupsal toplum olayları dışında asla vuku bulmamıştı.

16 Ekim'de İngiltere'nin Vatikan temsilcisi M. Gregory Dışişleri Bakanlığı'na Papanın Padişaha özel bir mektup gönderdiğini bildirdi. Şubat 1916'da Osmanlı Devleti isyanları İngiliz, Rus ve Fransız ajanlarının kışkırttığını, silah temin ettiğinin tespit edildiğini ilan edince, İngilizler tarafsız ülkeler ve ABD'ye bir bildiri göndererek Ermenileri kışkırttıkları iddiasını reddettiler.

Aynı günlerde ABD'nin Osmanlı Devleti'nin göç politikasını resmi olarak protesto ettiği Amerika'daki İngiliz elçisi tarafından bildirilince, İngilizler ABD kamuoyunun desteğini kazanmak ve savaşa katılmasını sağlamak için "Ermeni Olayından" propaganda malzemesi olarak yararlanabileceklerini düşündüler. İngilizlere istihbarat ve haber alma servislerinde çalışan Lord Bryce, Arnold Toynbee, Aneuren Williams gibi Ermeni yanlısı ve Türk düşmanı sivil ve askeri müşavirler İngiliz Hükümeti'nin "Ermeni soykırımlarını" yayması gerektiğini söylüyorlardı. Böyle bir propaganda ülke dahilinde küçük müttefik Ermenilere destek verecek ve Türklere karşı nefret duygusunu arttıracaktı. Dış dünyada da İngiltere'nin müttefiki "Rusya'nın Yahudilere karşı yaptığı, zulüm konusunda uyanan uluslararası olumsuz ilgiyi" Türkler üzerine çevirecek, tarafsız ülkeler, ABD, Yunanistan, ve Haşimi Arapların Antant devletlerini desteklemesi de sağlanmış olacaktı. (7)

Ermeni kaynakları ve misyoner raporlarından bilgi toplama görevi Ermeni sempatizanlarından Viscont Bryce ve Arnold Taynbee'ye verildi. Bu bilgiler daha sonra Osmanlı İmparatorluğu'nda Ermenilere yapılanlar 1915-16 adı altında yayınlanacaktır. Bryce 1 Temmuz 1916'da Dışişleri Bakanı Grey'e "tarihsel gerçeklerden ziyade etkinliği olacak genel hikayeleri seçip toplamayı" uygun gördüğünü bildiriyordu. Ermeni kurumlarından gönderilen tarihsel değerlendirme itibariyle şüpheli ama o günlerde inandırıcı olabilecek olayların toparlanması konusunda yardımcı olarak Oxford'daki Balliol Koleji eski öğretim üyelerinden Arnold J. Toynbee'nin desteğini sağladı. (8)

Vikont Grey 23 Ağustos'ta verdiği cevapta raporun çok açık ve net olduğunu, yayınlanması halinde konuya ilgi duyanların kalpten etkileneceğini ve insani duygularına hitap edebileceğini söyledi. Ayrıca sadece o günlerde savunmasız Ermenilere davranışı nedeniyle Osmanlı Devleti'ni sıkıştırmakla kalmayıp, gelecekte de tarihçiler için bir hazine olacağını ilave etti. İşte "Mavi Kitap" olarak ün kazanacak olan propaganda kitabı bir İngiliz hükümeti ve Ermeni örgütleri işbirliği ile hazırlanmış oldu.(9)

Bryce in en büyük yardımcısı Arnold Toynbee'ye (1889-1975) gelince (İngiliz Tarihçisi 1934-1961 yılları) arasında yazdığı 12 ciltlik "A study of History / Tarih üzerine bir inceleme" adlı yapıtıyla ünlenecektir. 1911'de Oxford'da Balliol Koleji'nden mezun olduktan sonra kısa süre Atina'daki İngiliz okuluna devam etti, sonra kendi yetiştiği kolejde "Antik Çağı Tarihi" öğretim üyesi oldu. 1915'te Dışişleri Bakanlığı haber alma dairesinde çalışmaya başladı. 1921- 1922 yılları arasında, Türk Kurtuluş Savaşı sırasında Manchester Guardian gazetesinin muhabirliğini yaptı. bu görevi sırasında elde ettiği deneyimlerden yararlanarak "The Western Question in Greece and Turkey / Yunanistan ve Türkiye'de Batı Sorunu" (1922) adlı kitabını yayınladı. 1925'te London School of Economics / Londra Ekonomi Okulu'nda uluslararası tarih araştırmaları profesörü oldu ve ününü pekiştirecek eserler yazmaya başladı. Civilization in Trial / Medeniyet Yargılanıyor (1948), Türkiye, Bir Devletin Yeniden Doğuşu (1974) adlı kitapları Türkiye'de iyi bilinen eserlerdir. (10)

Yaşamında Türkiye ve Türklere oldukça geniş yer veren Toynbee; Türk halkının ölüm kalım mücadelesi verdiği 11 yıllık (1911-1922) savaş dönemi sırasında tam bir dinsel fanatiktir. Öncelikle bir Yunan ve daha sonra da bir Ermeni sempazitanıdır." National and İnternational Politics in The Middle East adlı kitapta Gordon, Martel, Toynbee'den bir "Propaganda uzmanı" olarak bahsetmekte, 1912 Haziran ayı başlarında annesine gönderdiği bir mektupta "Türklerin Avrupa'dan atıldığını görmek için sabırsızlanıyorum, çünkü onlar sadece kaba ve saldırgan değil aynı zamanda aptal ve tembeldirler" diye yazıyordu. Türkiye'nin savaşa girme kararı alması üzerine de "bu işi daha da kolaylaştırdı. Sofradan kalktığımız zaman Türkiye'den bir kırıntı bile kalmayacak" dediğini belirtmekte, "Toynbee'yi etkin ve kaba" olarak vasıflandırmaktadır. (11) Ünlü tarihçi o günlerde tamamen Yunanlı dostlarının etkisi altındadır. Buna bir itirazımız olamaz, bir topluma, bir ulusa karşı sevgi nefret gibi duygular bireyin tabii hakkıdır, bu hakka saygılıyız ama bizim Toynbee ile ilgili bazı pozisyon iddiaları ile yaptığı açıklamalara itirazımız olacak, tek yanlı görüşlerine katılmadığımız gibi, yalan ve sahte haberlere de fazlaca iltifat ettiğini iddia ediyoruz. Bu gerçeği bizzat kendi kaleminden öğreniyoruz.
"Türk ve Yunan ilişkilerini ilk elden etüt edecek fırsatlara sahiptim. Kasım 1911'den Ağustos 1912'ye kadar, Balkan Savaşı'ndan hemen önceki dokuz ayımı Yunanistan'ın tarihi bölgelerinde, Girit ve Atos Yarımadasını adım adım dolaşarak geçirdim, ülkenin fiziksel coğrafyası en önemli ilgi saham oldu. Modern topluluğun sosyal ve ekonomik yaşam ile ilgili pek çok şey öğrendim. Avrupa Savaşı sırasında Lord Bryce'in maiyetinde, İngiliz Hükümeti tarafından 1915'te "Osmanlı İmparatorluğu'nda Ermenilere yapılan Muamele / Treatment of Armenians in the Ottoman Empire" ve 1916'da "Çeşitli Yayınlar / Miscellaneus No.31" adları altında yayınlanan ünlü "Mavi Kitap"ı hazırladım. Bu vesile ile Türk milletinin ve diğer halkları yönetimindeki güvensizlik hakkında bilinmesi gereken her şeyi öğrendim. Bundan sonra daima İstihbarat ve haber alma servisinde Türklerle ilgili alanlarda çalıştım. (Mayıs 1917'den Mayıs 1918'e kadar). Daha sonra 1918 yılının Mayıs ve Aralık aylarında Dışişleri Bakanlığı'nın Politik istihbarat bölümünde ve Aralık 1918 ile Nisan 1919 tarihleri arasında yine Dışişleri Bakanlığı'nın temsilcisi olarak Paris'teki Sulh Konferansında çalıştım. 1919-1920 arasında da Londra Üniversitesinde Bizans bölümü, modern Yunan dili edebiyatı ve Tarihi öğretmek şerefini taşıyorum." (12)


Bu sözler açık bir İtirafın, gayet net bir şekilde ifade edilmesidir. Kendisinin birinci derecede kaynak olduğunu ifade eden ve ima eden yazar; o tarihe kadar sadece Yunanistan'ı görmüş, bütün bilgileri Türkiye'nin en önemli düşmanı olan diğer bir Hıristiyan ülkenin elemanlarından almıştır. Ön yargıları, inançları Türk insanını tanımaktan değil, bilakis hiç tanımamasından kaynaklanmaktadır. Türklere karşı ön yargıda olmasının dışında nefret duyguları ile doludur, böyle bir insanın İngiltere gibi büyük bir imparatorluğun propaganda sistemi içinde yer alması Ermeni ve Rumlar için ne kadar büyük bir kazançsa Türkler ve gerçekler açısından o kadar büyük bir talihsizliktir.

"20 Ekim 1920'de izin aldım, 15 Ocak 1921'de Atina'ya vardım. Atina –İzmir –Manisa –Bursa –Yalova – İzmit – İzmir – Atina –Selanik – İstanbul'u gezerek 15 Eylülde Londra'ya döndüm." (13) Bu ifadelere göre Toynbee Türkiye ve Türkleri de görmüş, tanımış görünümü veriyor. Ancak 1920-15 Eylül 1921'e kadar bütün bu gezdiği bölgeler "Yunan işgal bölgesi" İstanbul ve Boğazlar kesimi de kendi ülkesi İngiltere ve müttefiklerinin işgali atındaki bölgelerdir. Toynbee ne Türkleri ne de Türkiye'yi tanıma gayretine girmemiştir. Bütün dikkatini Yunanlılar ve Ermenilere, yani Osmanlı idaresi altında yaşayan son Hıristiyan toplumlara vermiştir. Ayrıca bir tarih uzmanı olarak kadroya dahil edilen Toynbee'nin "Osmanlı yönetiminin kendi bölgesinde 600 yıldan fazla bünyesindeki çok değişik din ve mezhepten, milletten olan insanları bir arada mutlu yaşatmayı başarabilmiş bir yönetim olduğunu bilmeden "Türk idaresine hakaret etmesi" nin mazur görülecek hiçbir yanı olamayacaktır.

Toynbee'nin Ermenilerle ilgili görüşleri inanılmaz bir taraftarlığın ürünüdür.

"Türkiye'nin kuzeydoğu illerinde 1895 ten beri Ermenilere Müslümanlar tarafından Soykırım yapılması yaygın hale gelmişti."(14)

"Ermeniler yabancı ülkelerin kendileri için bir şeyler yapmasını sağlamaya yardımcı olmak amacıyla kendilerini Türklere katlettirmişlerdir." (15)

Toynbee savaş döneminde sadece Türkiye'ye karşı değil Almanya'ya karşı açılan propaganda kampanyasında da rol almış ve sistem içinde görev yaptığı iki yıla yakın bir süre içinde "Belçika'da Alman Terörü", "Fransa'da Alman Terörü, Ermeni katliamı, Hemşire Cavell'in ölümü" gibi yayınlar hazırlamış ve seçkin İngiliz tarihçisi bir "Sahte Zulüm propagandası uzmanı" olmuştur. (16)

İşte ünlü "Mavi Kitap" içindeki bilgilerin doğru olup olmadığı kontrol dahi edilmeden, tamamen Ermeni kaynaklarından yararlanarak hazırlanmış ve Toynbee'nin kendi sözleri ile "aptalca yayınlanmış ve dağıtılmış bir savaş propaganda kitabı" (17) olarak vasıflandırılmış bir yayındır. Ancak bütün Dünyada, özellikle Amerika'da etkinliği fazla olmuştur. Çünkü o günlerin en önemli konusu: ne yapıp edip ABD'yi Antant ülkeleri safında Almanya ve müttefiklerine karşı savaşa sokmaktı.1916 yılında "The New York America" bütün Amerikalılara Hıristiyan İngiltere ve Hıristiyan Fransa'ya barbar düşmanlarına karşı mücadelesinde desteklenmesi tavsiyesinde bulunuyordu. Eski Başbakan Asquith ve Stanley Baldwin'in her ikisi ve Başbakan Ramsay MacDonalt 1924 yılında yaptıkları bir konuşmada, Bryce'ın Mavi Kitap'ının 1916-1917 yılları arasında müttefik propaganda aracı olarak yaygın bir şekilde kullanıldığını Amerikan Halkı ve Başkan Wilson'un harbe katılma konusunda verdikleri nihai kararı etkilediği görüşünde olduğunu ifade etmişlerdir. (18)

1915 sonu ve 1916 yılında İngiltere'yi böyle yoğun bir propaganda kampanyasına zorlayan konulardan birincisi Amerika ve diğer tarafsız ülkelerin, özellikle Balkan ülkelerinin kendi yanlarında savaşa katılmalarını sağlamaktı. Ama ondan da öte, o güne kadar bilinmeyen ve tahmin dahi edilmeyen bir durum ortaya çıkmıştı. Türkler için yüzyıla yakın bir süredir yapılan bütün aleyhte çalışmaların etkisinde kalarak, zihinlerinde "katil, canavar ruhlu, barbar tipli, fesli, sakallı/bıyıklı, harem sahibi, uçkuruna düşkün, inançsız, zalim insancıklar" canlanırken bir Türk tabiriyle "yiğidin harman olduğu" muharebe meydanlarında, özellikle Çanakkale'de, Irak, Sina Cephelerinde kelimenin tam anlamıyla "adam gibi adamlar" la karşılaşınca şaşırdılar ve garip karşılanabilir ama karşılıklı mücadele sırasında önce birbirlerine saygı duymayı sonra da sevmeyi öğrendiler.

Komutanların gözlemleri ve askerin savaş azmi için gerekli gibi görünen kin ve nefretin yerini "sevgi, saygı" gibi insancıl duyguların alması, Londra'da "Savaş Meclisi"ni rahatsız etti. İngilizlerin nefretinin Türkler üzerine yoğunlaşması savaşçılar için hayati önemi haizdi, masum bir Hıristiyan toplumuna yapılan emsalsiz soykırım, şiddet dolu uydurma hikayelere bu askerler bile dayanamazdı. Ancak tıpkı Alman Lepsius gibi, İngiliz Lordu Bryce ve Tarih uzmanı Toynbee ve Ermeni çevreleri propaganda malzemesi bakımından sıkıntıya düştüler. Onlar da tıpkı Lepsius'un yaptığı gibi İstanbul'da tarafsız bir ülke temsilcisi gibi görünen ama her hali ile Antant ülkelerin bir ferdi gibi çalışan Amerikan elçisi Henry Morgenthau'ya başvurdular. Bryce 1914 yılında Filistin'i ziyareti sırasında tanıştığı İstanbul'daki ABD Büyükelçisi Morgenthau'ya bir mektup göndererek, "eğer Anadolu'da yaygın bir durumda bulunan Amerikan misyonerlerden, durumu açıklayacak bir bilgi geldiği zaman onları arada sırada görmeme izin vermelisiniz." diye yazıyordu. Margenthau ona misyonerler, konsoloslar ve seyahat edenlerin gönderdikleri raporları gönderdi. Meselâ Halep'teki Amerikan konsolosu J.B. Jackson'un gönderdiği bir rapor, Mavi Kitapta yayınlandı. Margenthau 1919 Mart'ında yayınlanan Red Cross Magazine'de bu yardımı şu sözlerle itiraf ediyor. "Benim sahip olduğum bilgilerin çoğu zaten Viscont Bryce'ın mükemmel hazırlanmış dokümanter eseri Mavi Kitapta yayınlanmıştır." (19)

Amerika kamuoyunu kazanmak amacıyla, İngilizler başlattıkları dev propaganda kampanyası sırasında, Amerikan gazetelerine de Bryce Raporu'nun önemli kısımlarının yazılması için dağıtıyorlardı. "The New York Times, Philedelphia Public Ledger" ve "Chicago Herald" gibi gazeteler bu Ermeni dehşeti öykülerine oldukça fazla yer vermeye başladılar. Current History (Güncel Tarih) adlı New York Times'ın çıkardığı aylık dergi, Bryce Raporu'nun uzun giriş bölümünü doğrudan veren ve raporun Türk vahşetiyle ilgili en korkunç kısımlarını özetleyen Türk karşıtı makaleleri orta sayfa serileri olarak veriyordu. New York Times gazetesi üç sayfasını Bryce Raporu'na aktarmak için kullanmıştı. New Republic Bryce'ı kaynaklarının seçimi ve kanıtları için övmüştü, ancak bu kaynakların çoğunun anonim olduğundan hiç bahsedilmemişti. Aksine raporun özeti verilmiş ve Türkler kınanmıştı. Diğer gazete ve dergiler de aynı şeyi yapmış, raporun özeti ya da rapordan alıntıları yayınlamıştı. (20)

Morgenthau'nun kitabının çıktığı 1918 Aralığına kadar Amerika'da en etkin propaganda kitabı Bryce'ın "The Treatment of Armenians in the Ottoman Empire / Osmanlı İmparatorluğu'nda Ermenilere Karşı yapılan Muamele" adlı hazırlanışını yakından izlediğimiz kitap oldu. Bunun bir sebebi de onun 1888'de Amerika Tarihi ile ilgili yazdığı "The American Commonweath" adlı kitabın Amerika'da akademik çevrelerde büyük kabul görmüş olmasıydı. İngiliz Hükümeti Lord Bryce'ı Amerikalılara hitap edebilecek imkana sahip olması nedeni ile özellikle seçmişti. Savaştan önce Amerika'da uzun yıllar elçilik yapmış olması da ayrı bir avantajı idi. Meselâ Amerika'daki misyoner kuruluşları Ermenilere yardım için açtıkları kampanyalarda kendi propagandalarına destek sağlamak için "eski dostumuz büyükelçi Bryce da iddialarımızı doğrulamıştır." gibi ifadelerle, Türk düşmanlığına destek buluyorlardı. (21)

Burada dikkatinize sunmak istediğimiz en önemli husus: Türkiye'ye yönelik savaşın en önemli propaganda araçlarından birinin, İngiliz Hükümeti'ne tarafsız bir ülkenin temsilcisi, ABD Elçisi tarafından temin edilen bilgilerle hazırlanmış olması ve İngiliz hükümetinin, ABD halkını Osmanlı Devleti ve müttefiki Almanya'ya karış savaşa sokmak için bunları kullanmış olmasıdır. Görüldüğü şekilde tıpkı Lepsius olayında olduğu gibi İngiliz Mavi kitabının hazırlanmasında da en önemli kaynak; İstanbul'daki Amerikan Büyükelçisi Henry Morgenthau'dur. Gelecek yazımızın konusu olan bu şahsın yaptıklarını izlerken okurlarımızdan bu gerçeğin de unutulmamasını talep ediyoruz.


DİPNOTLAR:

(1) Ana Britannica Cilt -6, s.402.
(2) Fügen Ünal Şen, Sabah Gazetesi 5 Ocak 1998, Ağrı Dağı Efsanesi, Nuh'un Gemisi nerede? H.Onur a.g.e., s.15.
(3) S.Sonyel The Great War., s.145.
(4) Georges de Maleville, 1915 Osmanlı –Rus – Ermeni Trajedisi s.87 (Çev. Necdet Bakkaloğlu, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul -1998).
(5) E.Granville, a.g.e, s.62-63.
(6) S.Sanyel, The Great War, s.140.
(7) Aynı Eser, s.141-143.
(8) Aynı Eser, s.144.
(9) Aynı Eser, s.144.
(10) Ana Britannica C.30, s.171, 172.
(11)Edward İngram (editing). National and İnternational Politics in The Middle East, P.71 (London – 1986).
(12) Arnold Toynbee, The Western Question in Greece and Turkey, s.VIII (London – 1992).
(13) Aynı Eser, s.VIII.
(14) Aynı Eser, s.17.
(15) Aynı Eser, s.35.
(16) S.Sonyel, The Great War, s.140.
(17) A.Toynbee, a.g.e, s.50.
(18) S.Sonyel, The Great War, s.148.
(19) S.Sonyel a.g.e., s.147 –148.
(20) Justin Mc Carthy : Birinci Dünya Savaşında İngiliz Propagandası ve Brice Raporu, Osmanlıdan günümüze Ermeni Sorunu, s.32 (Yeni Türkiye Yatınları, Ankara-2001)
(21) Aynı Eser, s.35

1915 Olaylar Zinciri İçinde "Ermeni Göç Olayı"nın Yeri

Dr. M.Galip BAYSAN Heddam.Com İSTANBUL, 21 Şubat 2007 Çarşamba Ne Batı, ne de Türk Dünyası 1915 olaylarını tam anlamı ile ele almadı. Herkes kasıtlı olarak, olaylar zincirinin sadece bir halkasını ele aldılar ve genel kanılarını buna göre oluşturmaya çalıştılar.
Tabiatıyla varılan sonuçlar da çok yanlış ve çok aldatıcı oldu. Neticede son 1000 yıllık Dünya Tarihinin en masum uluslarından biri, saçma sapan,çoğu Patrikhane, kiliseler, okullar ve Ermenilere Destek verme cemiyetlerinin bürolarındaki masa başlarında uydurulmuş, düzmece hikayelere kurban edilerek en ağır cinayet ithamlarına maruz bırakıldı. Bu da yetmedi, 1915 olayları hakkında kendileri gibi düşünmeyenlerin ağır hapis ve para cezaları almalarını sağlayacak kanunlar çıkarmaya başladılar. İşin en acınacak yönü bunu kendilerini dünyanın gelmiş geçmiş en uygar toplumu olarak gösteren ve kabul eden Avrupa ve Batının Hıristiyan ülkelerinin yapması olmuştur. Bu ileri ve gelişmiş ülkeler; en az 200 yıl kadar geride bırakıldığını zannettiğimiz ilkel dinsel kalıpları kullanarak, özellikle Türklere karşı yeni tarz bir "Haçlı Seferi" uygulamasına geçmiş bulunuyorlar. Ve yine işin en hazin yönü, bunu insanın insana geçmişteki haksız davranışlarını cezalandırmak amacıyla yapmak mecburiyetinde olduklarını öne sürerek yapıyor; insani açıdan ayıp üzerine ayıp, dini açıdan da günah üzerine günah işliyorlar. Oysa yerli ve yabancı tarihi gerçekler, 1915 olaylarının tarafsız bir gözle incelenmesi halinde, Ermenilerin kendi anavatanlarına her şekli ile ihanet ettiğini ve dört yıllık savaş süresince "Türklere düşman bütün unsurlarla tam bir işbirliği içinde olduğunu" gösteriyor. Ermenilerin ne yapmak istediklerini ve ne yaptıklarını tam olarak bilmeden 1915 olaylarını bir soykırımdır, değildir şeklinde değerlendirmek sadece cehalete ve cahilliğe dayalı duygusal politikalara prim vermekten başka bir anlam taşıyamaz. İşte bu nedenle biz; bu yazımızda, Ermeni göç olayının daha gerçekçi bir değerlendirme ile ele alınabilmesi için, 1914-1915 olaylarını genel hatları ile ortaya koymaya çalışacağız.

SAVAŞ ÖNCESİ GELİŞMELER
2O.nci yy. başlarında Avrupa'nın ünlü üçlü İttifak ve İtilaf devletleri; aralarında hiçbir konuda anlaşamamalarına rağmen, bir konuda çok iyi anlaşabilmişlerdi.O da, Osmanlı topraklarında yaşayan gayri Müslim topluluklara istedikleri toprakları vermek, onları bağımsızlığa kavuştururken kendi menfaatlerine uygun buldukları toprakları da koparıp almak ve kendi uçsuz bucaksız sömürge imparatorluğuna dahil etmekti. Bu dönemde pek az bilinen ve işlenen bir konu da, bu ülkeleri geri planda görünerek destekleyen, fakat asıl yönlendirici olan dinsel örgütlerin radikal istekleriydi. Onlar Anadolu ve Trakya Yarımadalarının tıpkı "Endülüs Emevileri'nden sonraki İspanya" gibi Hıristiyanlaştırılmasını istiyor ve siyasileri bu yönde teşvik ediyorlardı.

Bilindiği gibi 1911 Trablus garp Savaşı İtalya'yı mutlu ederken, bir yıl sonra, Avrupa devletlerinin teşviki ile Balkan Savaşı başladı ve bu savaş sonunda Balkan devletleri çok büyük toprak kazançları elde ettiler. Türkler yüz yıllardır hayal edildiği gibi Avrupa'nın dışına itildiler. Acaba bu savaş gereklimiydi, önlenemezmi idi diye bir soru sorsak, cevabı tabii ki önlenebilirdi olacaktır.Neden önlenemedi sorusuna cevap olarak da sadece şunu söyleyebiliriz: çünkü Türk Dış İşleri Bakanlığı savaşın çıkmasını istiyor, önlemek istemiyor ve hükümetini de bu yönde bir karar alma istikametinde yönlendiriyordu. Dönemin Dış İşleri Bakanı, daha sonraları Ermeni Dünyasında önemli roller üstlenecek olan Garbis Noradunkyan isimli Ermeni asıllı bir Osmanlı vatandaşı idi.(1) Savaşı önlemek istememedi çünkü; tıpkı günümüz AB si gibi, o günkü Avrupa devletlerinin dağılan Osmanlı enkazından büyük bir Ermeni devleti kuracaklarını biliyor ve bu oluşuma yardımcı olmak mecburiyetinde olduğuna inanıyordu.(2) Nitekim, Balkan Savaşından hemen sonra, kendisi de azılı bir Ermeni militanı olan Rus Büyük Elçiliği baş tercümanı Mandelstam efendinin hazırladığı ve onun ismi ile anılan plan yürürlüğe kondu.(3) Almanya dahil bütün ülkelerin ağır baskılarına dayanamayan İttihat-Terakki liderleri Şubat 1914'de bu planı kabul etmek mecburiyetinde kaldılar.(4) Bu plana göre Doğu Anadolu'daki altı Ermeni İl'i (maalesef ki belgelerde böyle,yani Ermeni ili diye geçiyor) ikiye bölünüyor ve her biri birer yabancı valinin kontrolüne veriliyordu.(5) Valiler tamamen Rusya ve Ermeni liderlerin kontrolü altında seçildiler ve hatta Osmanlı Devleti ile bir anlaşma imzaladılar.Yani Trabzon-Erzurum ile Van-Diyarbakır bölgesinde geleceğin Ermeni Devletinin temeli atılmış oldu.İkinci Bölge Genel Müfettişi ( veya valisi) Norveç Ordusundan Bnb.( sonra yarbay) Hoff'un görevine başlamak için Van'a geldiği günlerde Saraybosna'daki ünlü cinayet işlendi.Siyasi durum gerginleşince, Osmanlı Devleti Genel Müfettişleri bölgeden uzaklaştırdı ve nihayet yıl sonunda 31 Aralık 1914 tarihinde çıkan irade ile bu iki zatın görevleri resmen sona erdirildi.(6) Savaş sırasında hem Türkler ve hem de Ermeniler gelinen bu seviyeyi asla unutmadılar. Ermeniler açısından Avrupa Devletlerinin baskısı ile Doğu Anadolu'da tarihte görülmedik şekilde büyük bir Ermeni Devleti; kurulma aşamasından dönmüştü. Bu toprakların gelecekte Ermenilere verilebilmesi için yeni başlayan savaşta Türklerin içinde bulunduğu tarafın savaşı kaybetmesi için yapılacak her şey mubahtı. Türkler de Ermeni toplumunu vaktiyle dağıtmakta ihmal gösterdikleri için kendilerini suçluyor, onların toplu olarak yaşadıkları şehirlerin tehlike altında olduğunu görüyorlardı. Avrupa Güçleri bu toprakları Türklerden kopararak yeni bir Hıristiyan devlet kurmak istiyorlardı. Bu nedenle bölgede yaşayan ve en büyük iç tehdit halini alan Ermeni Halkı için bir formül bulma mecburiyeti oluşmuştu.(7) Bütün bu nedenlerle savaş başlayınca, her iki tarafta birbirini ihtiyatlı bir şekilde ve dikkatle izlemeye başladı.

1.DÜNYA SAVAŞI BAŞLARINDA TÜRK VE ERMENİLERİN TUTUM VE DAVRANIŞLARI
Savaş başlamadan hemen önce, Haziran 1914'de Ermeniler Erzurum'da büyük bir toplantı yapmış ve gelişen siyasi olaylar karşısında takip edecekleri politika esaslarını tespit etmişlerdir. Clair Price,(8) Arnold Toynbee (9), Papazyan gibi Ermeni yanlısı yazarlar bu toplantıya Türklerin (İttihat ve Terakki üyelerinin) de katıldığını ve Ruslara karşı Ermeni toplumundan destek beklediklerini, Ermenilerin ise bu teklifi reddettiklerini belirtmekte, Ermenilerin kendi Anavatanlarına karşı Rusya'yı destekleyeceğini adeta gururla beyan ve itiraf etmektedirler. Acaba bir azınlık kesimin, çıkması muhtemel bir savaşta, kendi vatandaşları yerine muhtemel düşmanla işbirliği yapacağını itiraf etmesini hangi ülke kabul edebilir ve savaşan hangi ordu böyle bir toplumun Savunma Mevzileri gerisinde dilediğince düşmanca davranışlarda bulunmasına izin verebilir?(10)

Savaş başladığı zaman bütün Osmanlı Ermeni toplumu ve özellikle bölgede yaşayan Ermeniler: yıllardır yaptıkları hazırlıklar sonucu, Osmanlı Devleti'nin Silahlı Kuvvetleri içinde savaşmama kararını uygulamaya koydular,(11) Seferberlik ilanı ile birlikte askere alınan Ermeni gençleri silahlarıyla veya silahsız olarak firar ettiler.(12) Kimi büyük şehirlere sığındı ve oralarda "Dam Taburları" olarak anılan kaçaklar ordusunu meydana getirdiler ve "Şehir içi gerilla taktikleri" uygulamaya başladılar(13). Büyük bir kısmı da savaşan Türk Orduları gerisinde silahlı çeteler oluşturup savaşan birlikleri yan ve gerilerinden vurmaya başladılar.(14) Planlı olarak İlk resmi isyan, Osmanlı Devletinin seferberlik ilanından hemen sonra, 30 Ağustos 1914'de Zeytun'da başladı.(15)

Ruslarla yapılan muharebeler ilerledikçe Doğu Anadolu'da yaşayan Ermeni militanların faaliyetleri de arttı. Rus Ordusu'nun Sarıkamış'ta (Aralık sonu ve Ocak 1915'in ilk günlerinde) başarılı olmasında, sadece soğuk hava ve kış şartlarının değil ayni zamanda bölge köylerinde yaşayan Ermeni vatandaşların ihanetinin de büyük payı olmuştur.

Bundan sonra olaylar şöyle gelişti:Sarıkamış'ta kaybolan savunma gücünü yeniden kurmak için durumun aciliyeti nedeniyle "Bölgesel Seferberlik yapılması" kararı alındı ve Doğu Anadolu bölgesinde yaşayan,eli silah tutabilecek çağdaki gençler askere alındılar. Böylece bahar aylarında başlayacak Rus Taarruzları karşısında Doğu Anadolu'yu Savunacak mevziler takviye edildi.(16) Şubat ve Mart aylarında bölgedeki Ermeni çeteleri erkeksiz ve savunmasız kalmış köy ve kasabalara saldırıp; kıyım ve talan yapmaya başladılar.(17) Ermenilerin muhtemel hareket tarzları yakından izleniyordu. Bu nedenle ilk Ermeni saldırıları ile birlikte, Komutanlar hükümete tedbir alınması için baskı yapmaya başladılar. Bu arada adeta kasten unutulan veya unutturulan bir olay gerçekleşti.Nisan ayında Ruslar Güney Kafkasya'da yaşayan 100.000 den fazla Türk insanını "Zorunlu Göç"e tabi tuttular ve onları Türk hududundan ( ve hatta mevcut engellerin üzerinden ) içeri sürdüler.(18) Aynı ay, Van bölgesinde Ermeni isyanı çok şiddetlendi.Sınırlı sayıdaki Jandarma birlikleri Ermeni saldırıları karşısında çekildiler.15 Nisan günü isyan Van'ın bütün bölgelerine yayıldı.(19) Batıda Çanakkale Kara muharebelerinin başladığı günlerde 24 Nisan 1915 günü, hükümet İstanbul da yaşayan 78.000 Ermeni'den olaylara karıştığı tespit edilen 2345 kişiyi tutukladı.(20) Aynı gün Rusya'nın Eçmiyazin Katolikosu'ndan ABD Başkanına şu telgraf gönderildi:

" Sayın Başkan, Türk Ermenistan'ından aldığımız son haberlere göre, orada "Katliam" başlamış ve organize bir tedhiş, Ermeni halkının mevcudiyetini tehlikeye sokmuştur. Bu nazik anda Ekselanslarının ve büyük Amerikan milletinin asil hislerine hitap ediyor, insanlık ve Hıristiyanlık inancı adına, büyük Cumhuriyetinizin diplomatik temsilcilikleri vasıtasıyla derhal müdahale ederek, Türk fanatizminin şiddetine terkedilmiş Türkiye'deki halkımın korunmasını rica ediyorum."(21)

Buna paralel bir adımı İngiltere,Fransa ve Rusya attı, Ermenileri masum ve mazlum gösteren ve Türklerin Ermenilere "Soykırım" uyguladığını iddia eden bir Nota,25 Mayıs 1915 günü,Havas Ajansı vasıtası ile Osmanlı Devletine verildi. Nota şu sözlerle başlamaktaydı:

"Hemen bir aydan beri, Türk-İslam ahali, Osmanlı Devleti memurları ile birlikte ve çok zaman bunların yardımı ile Ermenileri katletmektedirler."Bu müdahalelerin anlamı gayet açık bir şekilde, Ermeniler ne yaparsa yapsın Türk Hükümeti onlara karşı hiçbir şey yapamaz. Eğer yaparsa (ki başlamıştır) ,o zaman biz bunu bir Soykırım olarak değerlendiririz" şeklinde yorumlanmalıdır.(22)

Ayni günlerde, Doğu Anadolu'da Türk Halkının aleyhinde büyük ve acı olaylar cereyan etmektedir. Ermeni İsyanı çok büyümüş, Van bölgesi Ermeni İsyancıların ve Rusların eline geçmiş, Komutanlar yan ve gerilerini tehdit eden 40-50.000 kadar Ermeni milisleri için tedbir alınmasını istemişler ve Hükümet " nasıl bir tedbir alınması gerektiğini" düşünmektedir. Ama görüldüğü gibi iç ve dış düşmanlar alınacak her türlü "Savunma Tedbiri'nin" adını baştan koymuştur."Soykırım". Daha "Tehcir/ Zorunlu Göç" başlamamıştır ama adı baştan bellidir.

1915 MAYIS AYI DOĞUANADOLU'DA ERMENİ FAALİYETLERİ
Şimdi o günlerde Doğu Anadolu" da yaşanan olayları tarihsel sırasına göre biraz daha yakından izleyelim. Mareşal Fevzi Çakmak'ın Mayıs'ın ilk haftası ile ilgili anıları şöyledir: 5, 6, 7 Mayıs tarihlerinde Rusların saldırıları ( Kuzey kesimde) durdurulmuş bu arada "Van İsyanı" devam etmiştir. Asi Ermeniler sayıca az buldukları yerlerdeki jandarma, memur ve ahaliyi kadın, çocuk, yaşlı demeden öldürmüşler, genç kız ve kadınlara tecavüzde bulunmuşlar, Van şehrini kan ve ateş içinde bırakmışlardır."(23)

- 8 Mayıs günü Van'da Ermenilerin bir Türk mahallesine daha tecavüz edip bir çok evi yaktıkları haberini alan Van Valisi Cevdet Bey artık Türk halkını savunamayacağını anladı ve "halkın başka bölgelere göç ettirilmesine" ve Van'ın yavaş yavaş terk edilmesine karar verdi. Bu "zorunlu Göç" sırasında savunmasız kalan pek çok Türk insanı, Ermenilerce tam bir "Soykırım" ve akıl almaz işkencelere maruz bırakıldılar.(24)

- 14 Mayıs'ta Türklerin Van'ı terletmesinden iki gün sonra, Ermenilerin coşkun tezahüratı altında,Rus Ordusu şehre girdi. Bu olaylardan birkaç ay sonra ABD'ye gönderilen ve bir Ermeni gazetesi "Gosnak" 'ta yayınlanan bir mektup Van'ın son durumu hakkında şu bilgileri veriyordu:

"Bir çok silahla birlikte 810 top ele geçirdik. Hükümete ait bütün binaları ve kışlaları yaktık.Van'da 1500 kadar kadın ve çocuktan başka Türk kalmadı. Bunlar da Amerikan Bölgesinde muhafaza ediliyor. Bazılarına da Rus Ordusu tarafından bakılıyor, yemek veriliyor. Bu gün Van Valisi Aram'dır. Bütün davalar artık Ermeni lisanı ile görülüyor. Köylere ve kasabalara Ermeni memurlar gönderiliyor." (25) Dikkat edilirse mektupta "Soykırımdan" , ezilmeden hiç bahsedilmiyor. Zorunlu göç başlatılmış ama o aldırmıyor. Kazandıkları büyük başarının zevkini Amerika'daki yakınları ile paylaşmak istiyor. Ama daima Türklere yakıştırılan "Soykırımı" burada kendisi ve arkadaşlarının yaptığını itiraf ediyor. Zira Ermeni İsyanından önce, Van bölgesinde yaşayan ve sadece 1500 kişi kalabilen Türk insanının sayısı, resmi kayıtlara göre 509.707 dir. Bu olaylar ve sonrasında bölgede ölen Müslümanların sayısı ise 200.000 kadardır.(26)

Acı haberlerin ard arda Başkente ulaşması ve komutanların Türk insanı, Müttefik ülke Büyük Elçilerinin de Ermeni yanlısı baskılar yapması üzerine Hükümet zor durumda kalır. Bu baskıları zamanın İçişleri Bakanı Talat Paşa şu sözlerle anlatıyor:

" Ordu göç ettirme kanunun uygulanmasında yeniden ısrar etti, ben yine karşı çıktım. Bir çok acı durumlar bana göstermiştir ki, Hıristiyanların Müslümanlara yaptıkları zulümler Avrupa'da büyük bir hoşgörü ile, sessiz karşılandığı halde, Müslümanların en ufak bir hareketi gereğinden fazla büyütülüyordu. Bu bakımdan; Rusların bu savaşta Ermenilerin yanı başında bulunması yüzünden çıkacak olan düzensizliklerin bize karşı kötüye kullanılacağını önceden biliyordum. Bu görüşmeler sırasında meslektaşlarımdan bazıları beni duygusuzluk ve vatana bağlı olmamakla suçlayacak kadar ileri gittiler."(27)

Osmanlı Hükümeti, Ermeni İsyanı ve gelişen Rus taarruzları ile ortaya çıkan kritik durum üzerine, ulusal ve yasal bir " Pasif Savunma Tedbiri" olarak, 27 Mayıs 1915 tarihinde çıkardığı bir geçici kanunla ( geçici denmesinin sebebi bildiğiniz gibi Meclis'in o günlerde kapalı olmasıdır.) Muharebe Bölgesinde yaşayan Ermeni yurttaşları zorunlu göç'e tabi tutma kararı almış ve bu karar 2 Hazirandan itibaren uygulanmaya başlanmıştır. Asker ve Jandarma himayesinde Ermeniler toplu olarak belirli merkezlerde toplandılar ve genel olarak Osmanlı Devletinin Suriye Vilayetine gönderildiler.(28) İşte Diyaspora Ermenileri ve yandaşlarının "Soykırım iddiaları" ile üzerinde durdukları olayın özü,aslı budur. Bazı tanınmış yazarlar ve Dış odaklara paralel bazı aydınlarımızın da dahil olduğu Ermeni taraftarlarının ;1.000.000 Ermeni öldürüldü dedikleri olay bu göç olayıdır.

Ortaya sürülen abartılı rakamlara gelince: Osmanlı kayıtlarına (ki sağlam kayıtlardır)

Göre Anadolu'da yaşayan Ermenilerin sayısı: 1.150.000 kişi kadardır. 700.000 kadar insan göç yerine ulaşmış,280.000 kişi yerlerinde bırakılmış, 100.000 kadar asker kaçağı ile Kafkasya, Balkanlar, İran, Avrupa, ABD ve Kanada'ya göçenler de hesaba katıldığında göç ve savaş sırasında Ermeni kayıplarının 50.000 ila 150.000 arasında olduğu açıkça görülebilir. Oysa aynı dönem içinde Doğu Anadolu bölgesinde yaşayan Türk ve Müslümanların kaybı ortalama 2.500.000 kadardır. Avrupa'nın ünlü propaganda çarkı Türk kayıplarını hiç görmez ve sıfırlara indirirken, Ermeni kayıplarını etkili olması için milyonlara çıkarmış ve bunda da görüldüğü gibi başarılı olmuştur.

Galiba bizim aydınlarımızın da kafasını karıştıran olay bu göç olayıdır. Tabii ki masum Ermeni vatandaşları için talihsiz ve hatta haksız bir olay olarak kabul edilebilir. Ancak bu olay bir ulusun mukadderatını baştan aşağı etkileyecek, milyonlarca insanın acı çekmesine sebebiyet verecek bir olaydır ve "Zorunlu Göç" pek çok ülkenin, savaş sırasında mecbur kaldığı halde uygulamaya koyduğu yasal bir "Pasif Savunma Tedbiri"dir. Yukarıda açıkladığımız şekilde Nisan ve Mayıs aylarında aynı bölgede yaşayan Türkler üzerinde biri Ruslar tarafından olmak üzere iki defa uygulanmıştır. Bırakalım Türkleri, Ermenileri ve 1nci Dünya Savaşını, 2nci Dünya Savaşının başında bile bizi bu konuda en çok tenkit yapan Fransa devleti: 1939-1940 Kışında,Ren Vadisinde hazırladığı savunma ( Majino) hattı doğusunda bulunan Alsas köylerinin tüm halklını buradan çıkarıp Fransanın Güneybatısına , özellikle de Dordogne'a naklettirmiştir. Almanca konuşan ve hatta kimi zaman Alman dostu olan bu halk Fransız Ordusunu aynen Doğu Anadoludaki Ermeni toplumu gibi rhatsız etmişti. Bu insanlar 1945 yılına kadar boşaltılmış , kimi zaman yıkılmış evlerinden uzakta, güneyde kalacaklardır. (30). Pearl Harbour'dan sonra ABD Hükümeti ülkede yaşayan Japon asıllı Amerikalıları belirli kamplarda yaşamaya mecbur etti. Hiçbir suçu olmayan bu insanlar da uzun savaş yıllarını bu kamplarda geçirdiler. Sovyetler Kırım ve Kafkasya çevresinde yaşayan çoğu Türk kökenli milyonlarca vatandaşını ,başta Sibirya olmak üzere değişik bölgelere sürmüşlerdi. Anormal şartlar altında ,bir ulus için hayati bir tehlikenin önlenmesi amacıyla başvurulan bu tedbirler; tabii ki dini,dili,ırkı ne olursa olsun Milyonlarca masum insanın acı çekmesine sebebiyet vermiştir ve verecektir.

Burada herkesi adil olmaya davet etmek isteriz. Özellikle Fransa, kendi yapmak zorunda kaldığı "Zorunlu Göç" olayını bir savunma hakkı telakki ederken Türklerin kullandığı bir savunma hakkını "Soykırım" olarak tanımlayamaz,ve yine haksız bir şekilde kendisini hiç ilgilendirmeyen bir konuda açıkça taraf tuttuğunu belirterek yer alamaz ve kendi görüşünü zorla kabul ettirmek için yasa çıkaramaz. Bütün bu gerçeklere karşı çıkarak tek yanlı tutumunda ısrar eden Fransa ve onu takip eden ülkeler gelecek on yıllarda kendi oyunlarının kurbanı olacak ve bu tutumları örnek gösterilerek kendi sömürge İmparatorluklarında işlenen büyük suçlar için özellikle Asya, Afrika, Amerika, Avustralya ve Yeni Zelanda halkları tarafından ,daha ağır yasalar ve sonuçlarla karşı karşıya bırakılacaklardır. Bundan kimsenin şüphesi olmamalıdır.

Kaynakça:
1. Altan DELİORMAN: Türklere Karşı Ermeni Komiteleri,S.131 (3.Baskı İstanbul-1980)
2. Şeyhülislam Cemalettin Efendi,Siyasi Hatıralarım S.68,84,87 (Nehir Yay.İstanbul-1990)
3. Esat URAS: Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi,s.388 (2.Baskı,Belge Yay.İstanbul-1987)
4. Salahi Ramstad SONYEL:The Ottoman Armenians,Victims of Great Power Diplomacy,s.289 (London-1987)
5. Yusuf Hikmet BAYUR:Türk İnkılabı Tarihi C.2,K-III,s.169-174 (TTK Ankara-1983) ; Kamuran GÜRÜN: Ermeni Dosyası s.191 (TTK Ankara-1983)
6. Y.H.Bayur a.g.e. 186-187
7. Akdes Nimet KURAT: Türkiye ve Rusya 1748-1919,s.211 (Ankara Üniversitesi Basımevi-1970)
8. Claire PRİCE:The Rebirth of Turkey,s.85 (New York-1923)
9. K.Gürün aynı eser s.195
10. alat Paşanın Anıları: s.75 (Mehmet Kasım,Say Yay.İstanbul-2001)
11. Aram TURABİAN: Les Volantaires Sur Les Drapaux Français Marseille-1917,s.6; K.Gürün a.g.e.s 186; Rafael de NOGALES: Four Years Beneath The Crescent,s.45,New York-1926 ( Hilal Altında Dört Sene ve Buna Cevap,Çev. Kaymakam Hakkı,As.Mat.İstanbul-1931) ; Richard G.HOVANNASİAN: Armenia on The Road of İndependence-1918,s.54 (University of California Press Ltd. USA-1967)
12. C.Price a.g.e.s.86-87; Ergünöz AKÇORA: Van ve Çevresinde Ermeni isyanları,s.6-10 (Türk Dünyası Araştırma Vakfı,İstanbul-1944) ; Ahmet Hulki SARAL: Ermeni Meselesi (Ankara-1970)
13. Arşavir Şıracıyan: Bir Ermeni Teröristin İtirafları,s.52-54 (Kastaş Yay.-1997)
14. Justin Mc CARTHY: Muslim And Minorities,s.XIII (New York University Press-1983)
15. C.Price a.g.e.s.87
16. Ermeni Komitelerinin A'mal ve Harekatı İhtilaliyesi,Meşrutiyetten Evvel ve Sonra,s.200-216 (H.Erdoğan Cengiz,Ankara-1983)
17. Ali İhsan SABİS : Birinci Dünya Harbi Harp Hatıralarım,c.2,s.180 (Nehir Yay. İstanbul-1991) ; Askeri Tarih Belgeleri Dergisi Sayı ,No. 18/8
18. M. Fahrettin Kırgızoğlu : Kars Tarihi Cilt-1,s.553-554 ( Taş Çağlarından Osmanlı İmparatorluğuna Değin,İstanbul-1953) ; Ahmet Ender GÖKDEMİR : Cenub-i Garbi Kafkas Hükümeti,s.14-15 (Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara.-1988)
19. General MAFLOFSKİ : Umumi Harpte Kafkas Cephesinin Tenkidi,s.194-195 (Çev. Kaymakam Nazmi, Ankara-1935)
20. Nurşen MAZICI : Belgelerle Uluslar arası Rekabette Ermeni Sorununun Kökeni, 1878-1918,s.80 (İstanbul-1987)
21. K.Gürün a.g.e. s. 210-211
22. Ulrich TRUMPENER :Germany And The Ottoman Empire 1914-1918,s.204, Princetown University Press-1968 ( Kitabın s.210,Dip Not (26) aynen şöyledir. "Rus Dışişleri tarafından hazırlanan memorandum Sir Edward Grey tarafından da onaylandı. Fransız hükümeti orijinal metindeki 'Hıristiyanlık ve medeniyete karşı suç' ibaresini 'İnsanlık ve medeniyete karşı suç' olarak değiştirilmesini istedi ve ifade kolonilerdeki Müslümanları rahatsız etmemek için değiştirildi."

23. Fevzi ÇAKMAK : Büyük Harpte Şark Cephesi Hareketleri, (Şark Vilayetlerimizde, Kafkasyada ve İranda) s.86-87 ( Ankara-1936) ; Aziz SAMİH : Büyük Harpte Kafkas Cephesi Hatıraları ( Zivinden Peteriç'e) s.44,Ankara-1939

24. E.Akçora a.g. e. s. 127
25. Abdullah YAMAN : Ermeni Meselesi ve Türkiye, s.326-327 ( İstanbul-1973)
26. Azmi SÜSLÜ : Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı s.22 ( Van 100 Yıl Üniversitesi –1990) ; Armenians in The Ottoman Empire And Modern Turkey,s.21 ( Boğaziçi Üniversitesi İstanbul-1984); J.Mc.Carthy Muslim And Minorities
27. Talat Paşanın Anıları, s.82-83
28. Genkur. ATASE Arşivi,No.1/1,Klas.44,Dos.207,Fih.2-3; A.Süslü a.g.e. s.110
29. Yılmaz AKBULUT : Ermeniler ve Bingöldeki Ermeni Tehcirleri,s.149 (Kültür Bakanlığı,Ankara-1998)
30. Georges de MALEVİLLE : 1915 Osmanlı, Rus, Ermeni Trajedisi,s.53-54 ( Çev. Necdet Bakkaloğlu, İstanbul-1988) DR.M.GALİP BAYSAN

1915-1920 Yılları Arasında Doğu Anadolu'da Neler Oldu ? (2.BÖLÜM)

Bir Türk İçin Bir Ermeninin Asıldığı Nerde Görülmüş?!!!
Dr. M. Galip BAYSAN ANKARA, 01 Kasım 2007 Perşembe

Ermeni Soykırım İddiaları nedeniyle Ermeni Diyaspora'sının özellikle Batı dünyasında, etki altına aldıkları her türlü basın yayın organları vasıtasıyla Türk Halkı aleyhinde nasıl barbarca ve iğrenç hikâyeler anlattıklarını ve bu işi bir "Ulusal Birlik Aracı" haline getirip yıllarca bıkmadan tekrarladıklarını hatırlıyoruz. ABD'de de olaylar tahmin ettiğimiz gibi gelişmiş ve Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi bütün uyarılara rağmen fanatik bir Hıristiyan ve Ermeni Diyaspora'sı taraftarı gibi davranarak yassa teklifini 10 Ekim günü, doğrudan Temsilciler Meclisine getirme hazırlığında iken, gördüğü baskı nedeni ile karar teklifini Meclis Dış İşleri Komisyonuna götürmüştür. Hatırlanacağı gibi komisyon da teklifi 27/21 çoğunlukla kabul etti. Karar teklifinin Temsilciler Meclisinin 18 Kasım günkü toplantısında görüşülüp karara bağlanacağı ifade ediliyor.

435 üyeli Temsilciler Meclisinin bu güne kadar 225 üyesi Ermeni Teklifine destek sözü vermiştir. Bu nedenle Ermeni Soykırımını tanıyan yasanın kabulü eğer son anda bir mucize olmazsa kesin gibidir. Ermenilerin ve Batı Kiliseler Birliği elemanlarının yıllar süren faaliyetleri sonunda semeresini vermiş ve tarihsel gerçekler itibariyle Dünyanın bu konuda belki de en masum sayılabilecek toplumlarından biri kendi anavatanını savunmak için aldığı yasal kararlarından birinin abartılı bir şekle sokulması ile haksız yere ağır bir itham altına sokulup karalanmak üzeredir. Biz bunların bilgi ve anlayış noksanlığı nedeni ile olduğu kanaatinde olduğumuzu söylemek ve gerçekte Doğu Anadolu'da olanları belgelere dayanarak sizlere sunmaya devam etmek istiyoruz.

Bu gün biz de Ermeni Diyaspora'sı ve onların destekçileri gibi davranacak ve bu güne kadar kamuya yansıtılmamış Ermeni faaliyetlerini, tarafsız bir gözlemleme ile, Rus subayların hatıralarından alıntılar yaparak anlatmaya çalışacağız.

1917 yılı sonları ve 1918 yılı başlarındayız. Bolşeviklerin iş başına geçmesinden sonra ateşkes ilan edilmiş ve Brestlitovks'da barış görüşmeleri devam etmektedir. Rus askerleri parti parti firar etmekte ve bölgeyi Ermeni çetelerine bırakmak istemektedir. Türk Ordusu barış görüşmeleri sırasında Rusların ve Müttefiklerinin bölgeyi Ermenistan yapmak istediklerini anlayınca harekete geçmiş ve işgal altındaki bölgeleri geri almaya başlamıştır.
O günlerde Bir Rus yarbayı Khleboff, üst makamlara verdiği raporda;
"Erzincan'dan Erzurum'a çekilmekte olan Ermeni çeteleri yollarının üstündeki bütün Müslüman köylerini ve sakinlerini yok etmişlerdir." demektedir. (1)

Erzurum'da Rus Topçu Subayları Gazinosu'nda toplanmış arkadaşları arasına henüz gelmiş olan bir Topçu teğmen (Gürcü) Midivani şahit olduğu acı olayları anlatıyordu.

"Ilıca kasabasında kaçamayan Türklerin hepsi öldürülmüştü. Yollarda kör baltalarla enselerinden kesilmiş çocuk cesetleri yığılıydı. Köylere giden yollarda uzuvları tahrip edilmiş pek çok ceset vardı. Her geçen Ermeni bu cesetlere tükürüyor ve küfrediyordu. 800 metrekarelik bir cami avlusunda üst üste yığılı cesetlerin yüksekliği bir buçuk metreyi bulmuştu. Bunların arasında her yaşta kadın, erkek, çocuk ve yaşlılar vardı. Kadın cenazelerinde zorla ırza geçme izleri açıkça görünüyordu. Birçok kadın ve kızın mahrem yerlerine tüfek fişekleri sokulmuştu."(2)

Rus subayları bile böyle bir vahşete tahammül edemiyorlardı.

Ermenilerin elinde savaş malzemesi çoktu. Ancak onlar Türk askeri ile savaşmaktan kaçıyor ve hınçlarını savunmasız sivil halktan alıyorlardı. Rus subaylarından Yüzbaşı İvan Gokilaviç Pilyat'ın bir anısı; Ermenilerin neden böyle pervasız hareket ettiğinin örneğini verir.

"25 Şubat 1918 günü Erzurum Demiryolu İstasyonu'nda bir takım Ermeniler silahsız ve sakin İslam ahaliden on kişiden fazlasını kurşuna dizmişler, bunları korumak ve saklamak teşebbüsünde bulunan Rus subaylarını ölümle tehdit etmişlerdir. Bu sırada hiç suçu olmayan bir Türk'ü öldürdüğünden dolayı bir Ermeni'yi hapsetmiştim. Genel Komutanlık, divanı harp kurulmasını emretmişti. Eski kanuna göre cinayet işleyenler idam edilecekti. Ermeni subaylardan birisi bu Ermeni'ye, cinayetinin cezası olarak asılacağını söylediği zaman tutuklu Ermeni kızarak bağırmıştı.

"Bir Türk için bir Ermeni'nin asıldığı nerede görülmüş?"

Bu Ermeni bizce gerçeği haykırmıştır. Aslında işgal bölgesindeki olayların gerçek sorumlusu Rus Ordusu, Rus Komutanlarıdır. Anlaşılmaz bir nedenle dev boyuttaki cinayetlere göz yummuşlar ve ancak savaş biterken uyanma emareleri göstermişlerdir. Ermenilerin yaptığı günümüz Uluslararası organlarınca "Soykırım" olarak yapılan tarife uygun ender olaylardan biridir. Bölgede nüfus üstünlüğü sağlayabilmek için, bilinçli olarak bir Ulus'un işgal bölgesinde "kılıç artığı" olarak kalmış kesimini doğrudan yok etmeyi amaçlamaktadır. Batının propaganda olarak öne sürdüğü "sahte kırımlar" yerine burada "gerçek kırım" olayları cirit atmaktadır. Ama bu olayları dünyaya aktaracak ne bir misyoner, ne bir kolej öğretmeni, ne de konsolosluk memuru vardır. Mevcut olanlar da "üç maymun oyunu" oynamaktadırlar. Ne bir şey görmüş ne duymuş, ne de söylemişlerdir. Hıristiyan Batının merhametinin sadece kendi dinleri için olduğunun en belirgin örneği, işgal bölgesindeki yüz binlerce masum insanın sahte bir kine kurban edilmesidir.

Doğu Anadolu'da yaşayan Türklere karşı uygulanan bu sistematik soykırımın planlayıcı ve icracıları dokümanlara kaydedilmiştir ve bellidir. Antranik, Tero, Heço, Muradyan, Torkom, Arşak, Sebuh, Dro (Dasdomat Kanayan) Mardiros, Canbulat ve Armen Garo. Bu son kişi Erzurumlu zengin bir ailenin çocuğu idi. Onun Osmanlı Parlamentosu'nun eski bir üyesi olduğunu ve savaşın başında topladığı gönüllülerle Ruslara katılarak kendi öz vatanına ihanet ettiğini biliyoruz. Dr. Zaveryef de 3 Mart 1918'den sona Erzurum'da söz konusu edilen soykırımların yapılmasının organizatörü, Muradyan Şarki Karahisar'dan başlamak üzere hemen bütün soykırımlarda aktif rol almış bir militandır. Erzincan ve Erzurum bölgelerindeki soykırım emrini o vermiştir ve çeteleri köylere sırf bu amaçla göndermiştir. Antranik binlerce Türk'ün ölümünden birinci derecede sorumlu (tam bir "kasap") tır. (Maalesef duruma ve yaptıklarına pek vakıf olmayan veya vakıf olup da bundan gizli bir zevk duyan) Ermeni Diasporası ve batılılar onu bir "milli kahraman" olarak kabul edeceklerdir.(3)
Harp Tarihi kayıtlarına geçmiş Erzurum ve Deveboynu Müstahkem Mevki Kumandan Vekili, Harp Esiri Twerdo Khlebof'un Antranik'le ilgili anıları şöyledir:

"17 Şubat'ta Antranik Erzurum'a geldi. Bununla beraber, istila bölgesi komiseri muavini Doktor Zaveryef de beraberdi. Ermeni meseleleriyle hiç meşgul olmadığımız için, Antranik'in Osmanlı Hükümeti'nce idama mahkûm edilmiş bir cani addedildiğinden haberdar değildik. Bunların hepsini, 7 Mart'ta Osmanlı Ordusu kumandanıyla konuştuğum zaman öğrendim. Antranik Rus Tümgenerali üniformasıyla geldi. Dördüncü rütbeden Sen Viladimir ve ikinci rütbeden Sen Jorj Salibi (haçı) nişanlarını da taşıyordu... Maiyetinde kendi kurmay başkanı olan bir Rus kurmay albayı Zinkeviç de vardı... Antranik gelince Albay Morel yerine Merkez Komutanlığı'nı üzerine aldı. Antranik'in geldiği gün sorumluluk bölgesinin içinde bulunan Tepeköy'ünde bütün ahalinin kadın, erkek, çoluk çocuk tümüyle Ermeniler tarafından katledildiğini o mıntıkada bir subayın vasıtasıyla öğrendim. İlk karşılaşmamızda bunu ona söyledim." (4)

Suçluların Divan-ı Harbe verilmesi gerekiyordu.
"Divan-ı Harb üyeleri" Ermenilerden korktuklarından hiçbir Ermeni'yi mahkûm edemedi. "Hiç bir zaman bir Ermeni'nin diğer bir Ermeni'yi cezalandıramayacağını" Türkler ısrarla söylerlerdi. Rus atasözünde "karga, karganın gözünü oymaz" derler ki doğru olduğunu gözlerimizle gördük. (Türk ordusu yaklaşınca) eli silah tutabilen Ermeniler, firar etmekte olan ailelerinin muhafazası bahanesiyle hep beraber firar ettiler." (5)
Kazım Karabekir Paşanın Erzurum'u kurtarmak için 5000 kişilik kuvvetiyle saldırıyı başlattığı 11 Mart (1918)'de Erzurum eteklerine kadar gelindi, ertesi sabah başlayan saldırılarla Erzurum Ermenilerden kurtarıldı ancak sadece o gece (11/12 Mart gecesi) Ermenilerin 3000'den fazla Müslüman kestikleri Rus subaylarından öğrenildi.(6)
Ermeni tarafında olaylar ilginç bir gelişme gösteriyordu, Ermenilerin zulüm ve katliamları olanca şiddeti ile devam ediyordu. Buna karşılık ilerleyen Türk Ordusu'na karşı bin bir zorlukla cepheye gönderilen Ermeniler kaçıyor ve cepheye gidecek bir Ermeni çıkmıyor, Antranik'in gayretleri hiç bir sonuç vermiyordu. Sonunda iyice kızan Antranik:
"Ermeni reisleri Erzurum'u savunmak için on-onbeşbin adam gönderdiler. Kendileri de arkada saklandılar, bu suretle hem Ermenistan'ı ve hem de Ermeni milletini mahvettiler. Eldeki birkaç bin Ermeni'den hiç biri cepheye gitmek istemiyor. Allah reislerinin hepsinin belasını versin." diye bağırmıştı. (7)

Erzurum'da Rus ikinci Topçu alayı Binbaşısı Khlebof
"Ne şehirde ve ne de siperlerde yaralı, ya da ölü bir tek Ermeni görülmedi. Bu hal kendilerinin askerlik ve savunma kuvvetini gösteriyor" demiştir. (8)
Türk ordusu 23 Mart'ta eski sınıra dayandı, daha sonra da Brest-Litovsk Antlaşması esaslarını uygulamak için 5 Nisan'da Sarıkamış, 25 Nisan'da Kars'ı aldı. 29 Nisan'da Arpaçay'dan geçen 1877–1878 savaşı öncesi hududa vardı ve Türk toprakları Ermeni çetelerinden temizlenmiş oldu.(9) Ancak 30 Ekim 1918 "Mondros Mütarekesi"nin imzalanması üzerine ordu yeniden 1.Cihan Savaşı öncesi hudutlara çekildi. Böylece önce Ermenilerden kurtarılan bölge yeniden ve bu sefer Ruslar yerine İngilizlerin baskısıyla Ermenilerin eline geçirildi. Bölgesel kıyımlar bu sefer İngilizlerin himayesinde yeniden başlatıldı.


DİPNOTLAR:

(1) Altan Deliorman, Türklere Karşı Ermeni Komitecileri, s.201-202 (3. Baskı, İstanbul-1980).

(2) Aynı Eser, s.202.

(3) Armenians in The Late Otoman Period, s.149-150 (Enver Konukçu, Massacres of the Turks and Mass Graves; Book Edited by Türkkaya Ataöv, The Council of Culture, Arts and Publication, Ankara-2001).

(4) Kazım Karabekir:1917-1920 Arasında Erzincandan Erivana Ermeni Mezalimi, s.263-264 (Emre Yayınları, İstanbul-2000)

(5) Aynı Eser, s.261–263.

(6) İsmet Parmaksızoğlu: Ermeni Komitelerinin İhtilal Hareketleri ve Besledikleri Emeller s.162 (Ankara–1981)

(7) Khlebof: Erzurum 2. Topçu Alayı Savaş Broşürü, 12 Mart 1918 (E. Uras, a.g.e, s.641).

(8) Aynı Eser, s.641.

(9) Ahmet Refik Altınay, Kafkas Yollarında, s.8–9 (Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara–1981).

1915-1920 Yılları Arasında Doğu Anadolu'da Neler Oldu ? (1.BÖLÜM)

( 1 ) Çukurda Yer Vaaaar!...
Dr. M. Galip BAYSAN ANKARA, 01 Kasım 2007 Perşembe
Tahmin ettiğimiz gibi Amerikan Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi Ermeni Diyasporasının bir kolu gibi hareket ederek ve bütün resmi, gayriresmi uyarıları hiçe sayarak soykırım iddiaları ile ilgili kanun taklifini 10 Ekim günü görüşmek üzere Meclis gündemine aldı. Bu güne kadar en az 225 üyenin destek ve imzasını alan kanun teklifinin Mecliste kabul göreceği ihtimali çok yüksek. Biz artık bundan sonrası ile ilgilenmeliyiz. Bu konu ile mücadele etmek için ne yapmalıyız konusuna ilerideki yazılarımızda temas edeceğiz. Ancak her şeyden önce konu hakkında bilgilenmeli, özellikle o dönemi yaşamış, görev yapmış insanlarımızın anılarını yakından incelemeliyiz.

Bu gün sizlere Türk- Ermeni çatışmasının Dünya ve Türk kamu oyunca pek bilinmeyen , pek az işlenmiş, ancak Türk Aydınları tarafından mutlaka bilinmesi ve unutulmaması gereken bir safhasından bahsetmek istiyorum. Acaba 1917 sonu ve 1918 başlarında Doğu Anadolu'da neler oldu? Bu ve benzeri konuların Batıda hiç duyulmamış olması, Türk Toplumu karşısında oynanan politik oyunun gerçekleştirilmesi için takip edilen strateji gereğidir. Konu tartışılırken "Ermenileri suçlu duruma düşürecek her türlü bilgi, haber yayınlanması yasaktır." Böylece ortada sadece "Zorunlu Göç" olayı kalır ve Topraklarında yaşayan masum bir ulusu sırf "Hıristiyan olarak kalmayı tercih ettikleri için" yurtlarından süren, öldüren, yok eden bir başka kafir ulusun işlediği günahlar konuşulur, tartışılır, aleyhinde kararlar çıkarılır, oylanır kabul edilir.

Tıpkı yabancılar gibi, Türk- Ermeni ilişkilerini Türk bilim adamlarını hiç kale almadan, sadece Batılı Yazarların eserlerinden takip eden yazarlarımız, çizerlerimiz, siyasilerimiz ve bilim adamlarımız da bu konularla ilgilenmez ve sadece oynanan oyuna doğruluk, dürüstlük, gerçekçilik adına ters taraftan katılmayı tercih ederler. Böylece masum halkımızın acı içinde yok olan milyonlarca insanının sesi boğulur kalır, çıkmaz ve üstelik suçlu kabul edilirler. Türk tarafının görüşleri "İnkarcı Cephe" karalaması ile asla dinlenmez. Bizce Bu konudaki prangaları kırarak gerçekleri dünyaya haykırmak her Türk Aydınının birinci görevi olmalıdır. Şimdi Doğu Anadolu'daki gelişmeleri takip edelim.

Bu dönemle ilgili, Ermeni taraftarı bir yazarın genel görüşleri şöyledir:
"1915 zorunlu göç olayının da sonunda bir ücreti vardı. Yudeniç'in birlikleri ilerleyip Van, Bitlis, Muş, Erzurum, Erzincan ve daha sonra Trabzon'u işgal edince Müslüman halk hemen Ermeni intikamının tadını tattı. Türk yerli halk 1916 kışında panik halinde batıya doğru kaçmaya başladı. Çoğu dağlarda çaresizlik içinde perişan öldüler. Her ne kadar bu ölümler Ermenilere uygulananlar kadar büyük olmasa da bu sivillerden binlercesi Ermeni gönüllü birlikleri tarafından öldürüldüler. Bu cevabi kıyımlar Türk yayınlarında yoğun bir şekilde anlatılmaktadır. Rus yayınlarında bu konuya temas edilir. Yarbay Tverdokhlebor hatıralarında canlı bir şekilde Ermeni çetelerin Müslüman köylerini nasıl tahrip edip, işkence ettiklerini, ırza geçme ve işkence yaptıklarını, Türklerin Erzurum'da karşılaştıkları felaketi anlatır. İşgalci Rus kuvvetleri bütün bir Müslüman köyünün, Ermeni çetelerinin soygun, cinayet, ırza geçme ve topluca yakma olaylarına yüzlerce defa şahit olduklarını belirtmişlerdir. Erzurum'daki olaylar savaşta pişmiş Rus subaylarını bile hasta edince Ermenileri ancak top ateşi tehdidi ile durdurabilmişlerdir. Bütün savaşlarda olduğu gibi askerlerin veya yarı askerlerin kurbanları masum siviller olmaktadır." (1)

H.M. Sachar bu konuya temas eden ender yazarlardan biridir ama Ermenileri nasıl kayırmağa çalıştığını herhalde fark etmişsinizdir. "Ermenilere yapılanlar kadar şiddetli değil" dediği soykırım, Ermenilere ne yapıldıysa onun 5-10 misli olmuştu.

Doğu Anadolu'da savaş sona erdiği zaman Doğu Anadolu ve Kafkasya'da 1,2 Milyondan fazla Müslüman yerlerinden sürülmüştü. Doğu Anadolu'da 1 Milyondan fazla, Kafkas göçmeni Müslümanlardan da 130.000 kişi hayatını kaybetmiş bulunuyordu. Sürülenlerde de salgın hastalık, açlık, sefalet ve Ermeni çeteleri yüzünden büyük ölçüde kırılınca neticede ölü miktarı 2-2,5 milyon arası bir seviyeye yükselmiş bulunuyordu. "Van'daki Müslümanların % 62'si, Bitlis Vilayetinde % 42'si, Erzurum Vilayetinde % 31'i, Diyarbakır'da ise % 26'sı ölmüştür." (2)

Savaşın son günlerinde 11 Nisan 1918'de Bitlis'e Vali olarak gönderilen Mazhar Müfit (Kansu) Bitlis'i nasıl bulduğunu bakın nasıl anlatıyor:

"...Bitlis'i tahayyül ve tasavvur ettiğimden çok daha perişan bir halde bulmuştum. Osmanlı İmparatorluğu'nun bütün refah ve imkanlarından faydalanmış olarak büyüyen ve doğu şehirlerimizin en mamurlarından biri olan Bitlis, bir harabeden farksızdı. Rus istilâsı şehri yıkmıştı, yine Rus ric'ati yakmıştı ve Ermeni çetelerinin katliamları ve muhaceret vilayet merkezinde insan ve aile bırakmamıştı.
Şehirde ve harabeler arasında ancak iki yüzü geçmeyen insan bulduğumuzu söylersem, buna asla hayret edilmemelidir. O insanlar da açlıktan, her çeşit yoksulluktan perişan ve bitkin bir halde bulunuyorlardı. Hoş biz de, hemen bu aç ve bitkin insan kafilesinin arasına katılıvermiştik. Üç dört ay, hepimiz, kelkil denilen darı hamurundan ekmek ve buna tek katık olarak da deve dikenine benzeyen ve kendi kendisine yetişen kengil denilen bir otu yemeğe mahkûm ve mecbur kalmıştık." (3)

1917 yılı Kasım ayında iktidarı ele geçiren Lenin ve arkadaşlarının arzularının aksine Rus-Türk cephesindeki askerler kitle halinde eve dönüş hazırlığına başladılar. 18 Aralık 1917'de Erzincan Mütarekesi'nden sonra cepheden çekilip giden bu Rus askerlerinin çoğu Ermenilerle birleşerek Müslüman köylerini ve kasabalarını basmaktan ve yağma etmekten, erkek ve kadınlarını öldürmekten geri durmuyorlardı. Cephedeki Rus birliklerinin yerini Ermeni birlikleri almağa başlamışlardı. Birde iç bölgelerdeki asayişi sağlamak amacıyla "Ermeni Milis Teşkilatı" da kurulmuştu. Ruslar bölgedeki şehir ve kasabalara Ermeni memurlar tayin ediyor ve yönetimi tamamen Ermenilere bırakmak istiyorlardı. Bu suretle Brest – Litovsk görüşmeleri sonunda Ruslar buradan çekilince, bölgede bir "Ermeni Devleti"'nin kurulması için bütün hazırlıklar yapılmış gibi idi. Lenin ve çevresindeki Ermeni Bolşevikler, Rus askerleri daha tamamıyla çekilmeden Ermenilerin idareyi ele almaları ve buraların Türklere iadesine mani olmayı tasarlamışlardı. (4)

Ermeniler, bu fırsattan istifade ile 1915 Tehcir olayının öcünü almak bahanesiyle Rus işgal bölgesindeki Müslüman ahaliye karşı yeni bir "imha Hareketi"ne giriştiler. Müslüman köyleri Ermeniler tarafından tahribata uğramakta ve köy halkı öldürülmekte idi. Üstelik çekilip gitmekte olan Rus askerleri de onlara katılınca bölgede genel bir "soykırım" hareketi başlamış oldu. Bu suretle Rus işgali altındaki sahada Müslüman – Türk ahalinin can ve mal emniyeti kalmamıştı. Ermeni çeteleri ve disiplinsiz Rus askerlerinin taşkınlıklarına karşı koyacak bir Rus askeri idaresi de mevcut değildi. (5)

1918 yılı başlarında Ermenilerin tam teşkilatlı bir kolorduları vardı. Savaşın başlarında Rusların emrinde 120.000 Ermeni askeri olduğu ve bunların 80.000'inin Almanya'ya, 40.000'inin de Türklere karış savaştığı değişik Ermeni yayınlarında ifade edilmektedir. Ermenilerden ayrıca İngiltere'de, Mısır'da, Fransa'da gönüllü alayları teşkil edildi. Ermeniler bu gönüllülere çok güveniyorlardı.(6)

Doğu Anadolu'daki Ermeni Kolordusu'nun iki (tüfekçi) Tümen, üç gönüllü Tugay, bir süvari tugayı ve birkaç milis tugayından teşekkül etmişti.(7) Tüfekçi Tümenler, Rus Ordusu'nda hizmet etmiş olan "druzina" (tabur) larından ibaret olup, savaş zamanında çok iş görmüşlerdi. Kafkas Cephesinde General Yudeniç komutasındaki Rus birliklerinde Ermeni asker çoktu. Bunların ekserisi, Rus işgali altındaki Türk topraklarından Erzurum, Erzincan, Van ve Eleşkirt Vadisi halkından olup, Rus ordusuna ve oradan da Ermeni kıtalarına gönüllü olarak katılmışlardı. Rus ordusunda Ermeni subayları da çoktu, onlarda Ermeni milli birliklerinde görev aldılar.

İhtilalden sonra çözülen Rus ordusunun silahları, bilhassa ağır makinalı tüfekleri, Ermenilerin eline geçti. Ermeni askeri kuvvetleri 16.000 piyade, 1.000 süvari ve 4.000 milisten oluşmuştu. Gürcü kuvvetlerinin de 10.000 kadar olduğu ve Tiflis'teki Rus harp malzemelerinin Gürcülerin elinde olduğu biliniyor.(8)

Rus Sovyet Halk Komiserleri Meclisi tarafından Türkiye Ermenileri hakkında 13 Ocak 1918'de şöyle bir karar yayınlandı:
"Halk Komiserleri Meclisi, Ermeni halka, Rus işçi ve köylü hükümetinin, Rusya tarafından işgal edilmiş olan Türkiye, Ermenistan Ermenilerinin bağımsızlıkları da dahil olmak üzere özellikle hukukunu ve serbestçe kendi idarelerini kurmaları hakkını tanıdığını bildirir."

Komiserler Meclisi, bu hakların bir takım ilk teminatın hazırlanması ve Ermeni halkının referandumu ile mümkün olacağını kabul eder. Komiserler Meclisi, kısmen teminat olmak üzere şu aşağıdaki şartları uygun bulur:
Madde 1: Ermenistan'ın Rus askerleri tarafından boşaltılması ve Türkiye Ermenistan halkının maddi ve şahsi güvenlikleri için derhal bir Ermeni gönüllü ordusunun kurulması.
Madde 2: Ermeni kaçaklarının ve çeşitli ülkelere dağılmış Ermeni göçmenlerinin serbestçe Türkiye Ermenistan'ına dönmeleri.
Madde 3: Savaş sırasında Türk Hükümeti tarafından Türkiye içlerine sürülmüş Ermenilerin Türkiye Ermenistan'ına zorluk göstermeden dönmeleri, Komiserler Meclisi, Türk delegeleriyle barış görüşmelerine başlayınca bu şart üzerinde ısrar edecektir.
Madde 4: Türkiye Ermenistan'ında demokratik esaslara dayanarak seçilmek üzere halk delegelerinden oluşan geçici bir Ermeni Hükümeti kurulması, Kafkas işleri için geçici ve olağanüstü komiser tayin edilmiş olan Stepan Şahumyan, Türkiye Ermenistan'ındaki halka ikinci ve üçüncü maddelerin uygulanması, dördüncü maddeye göre, Rus askerlerinin buraları boşaltması vasıtalarının ve tarihini tayin edecek, bir karma komisyon kurulması için bütün yardımlarda bulunacaktır.

Türkiye Ermenistan'ının coğrafi hudutları, Ermeni –İslâm halkı ve huduttaki illerin halkının demokratik bir şekilde seçecekleri delegeler ve komiser Sahumyan vasıtasiyle saptanacaktır. (9)

Ermeni soygun ve soykırımları nedeniyle Ordu Komutanı Vehib Paşa 11 Şubat 1918'de komutan Gürcü generali Odişelidzeye Ermenilerin Müslüman ahaliye zulümlerinin durdurulması için bir tel çekti. Odişelidze de "Müslüman ahalinin korunacağı" hakkında teminat verdi. Bu teminata rağmen Ermeni mezalimi durmadı. 10 Şubat günü Brest – Litavsk görüşmeleri kesilmişti. Sovyetlerin de niyeti belli olmuştu. Rus-Ermeni işgalindeki Türk topraklarını kurtarmak için 12 Şubat'ta Türk Ordusu'nun ileri harekatı başladı. Kar ve soğuğa rağmen savaş meydanında hızla ilerlendi ve 14 Mart 1918 günü, 1914 yılındaki Türk –Rus sınırına varıldı. (10)
1'nci Kafkas Kolordusu Komutanı Kurmay Albay (sonradan paşa) Kâzım Karabekirin daha sonra General Harbord başkanlığındaki Amerikan heyetine verdiği raporda Türk askerinin ilerleyişi ve karşılaştığı korkunç sahneleri izliyoruz:
"Her taraf karla kaplı olduğu için yürüyüş epeyce güçtü. Özellikle Ermeni çeteleri, Erzincan Ovası'na inen geçitleri tutmuşlardı. Onun için gece yürüyüşüyle 13 Şubatta Erzincan ovasına indik ve o gün akşama doğru Erzincan'a girdik.
Erzincan'daki kıyım korkunçtu. Kimi güzel yapılar ateşe verilmiş, kimi binalar içine doldurulan İslâm halkla birlikte yakılmış, kuyular insan cesetleriyle doldurulmuştu. Bu dokunaklı görüşler Erzurum yöresinde neler geçtiğini insana tahmin ettiriyordu. Rus subayları ile birlikte bu kıyım, fotoğraflarıyla, raporlarda belgelendi...
Kış bütün ağırlığıyla sürmekte olduğundan hiç olmazsa çevik bir müfrezeyle Erzurum'un yardımına koşmayı uygun buldum. Bu müfreze 22 Şubat'ta Mamahatun'u işgal etti. Burada sağ kalan kimse bulunmadı. Bütün ahali büyük bir çukura doldurularak öldürülmüştü. Aşkale, Yeni köyden sonra 2 Martta Kara bıyık Hanları (Kandilli) işgal edildi... Erzurum'a doğru ilerlerken geçtiğimiz yerlerde hayat eseri kalmadığını görüyorduk. Alaca köyde bulunan cesetler insanın aklını oynatacak bir görünüşte idi. Bütün çocuklar süngülenmiş, yaşlılar ve kadınlar samanlıklara doldurulmuş yakılmış, gençler baltalarla parçalanmıştı. Çivilere asılmış ciğerler ve yürekler görülüyordu. Bütün bu acıklı görünüşler Erzurum'a atılmaya ve oradaki zavallılara yardıma koşmaya bizi mahkûm etmişti."(11)
Rus ordusu Komutanı General Odişelidze'nin Erzincan'daki Ermeni mezaliminden bir sahneyi şöyle anlatır.

"Türk kıyımını yapan Ermenilerin adlarını iyi bilmediğim için burada anamayacağım. Her türlü müdafaadan mahrum ve silahsız 800'den fazla Türk öldürülmüştür. Büyük çukurlar açılmış ve zavallı Türkler. bu çukurların başına götürülüp hayvan gibi boğazlanmış ve bu çukurlara doldurulmuş. Ermenilerden biri sayarmış, "Yetmiş mi oldu? Çukurda Yer Vaaar" on kişi daha alır, kes" deyince on kişi daha keserler ve çukura atıp üzerlerine toprak örterlermiş. Bu kıyım bir doktor ve müteahhit tarafından tertiplenmiş. Bizzat müteahhit olan kişi, eğlenmek için bir eve doldurduğu seksen kadar zavallının kapıdan çıkarken birer birer kafalarını parçalamış." (12)

Bir Rus yarbayı Khleboff, üst makamlara verdiği raporda.

"Erzincan'dan Erzurum'a çekilmekte olan Ermeni çeteleri yollarının üstündeki bütün Müslüman köylerini ve sakinlerini yok etmişlerdir." demektedir. (13)

Buna paralel gelişmeler Erzurum ve çevresinde de yaşandı, Erzurum'daki olaylar bir başka yazımızın konusu olacaktır.

Sayın okurlarımız, geçmişte olmuş tatsız ve acı olayları unutup, birlikte mutlu bir geleceğe doğru ilerlemek bir erdemdir. Türk halkı bu nedenle uzun yıllar Batılı Ülkeler tarafından açıkça desteklenen Yunan ve Ermeni mezalimi hakkında erdemli bir davranış içinde bulunmuş ve yapılanlar pek konuşmamıştır. Ancak Türk insanının bu asil davranışı aleyhinde, iğrenç yorumların yapılmasına sebebiyet verince ne kadar acı olursa olsun, geçmişte karşı tarafın yaptıklarını ortaya koymak bir mecburiyet halini almıştır. Biz yinede bu acı sayfaları hiç karıştırmak istemezdik.


Dipnotlar:

(1) Howard M. Sachar, The Emergence of the Middle East,1914-1924 s.114.( The Penguin Press, Washington-1969)

(2) Hüdavendigar Onur,Millet-i Sadıkadan Haykın Çocuklarınar, s.126 ( İstanbul-1999).

(3) Mazhar Müfit Kansu, Erzurumdan Ölümüne Kadar Atatürk'le Beraber, 1.Cilt.s.7 (Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara-1988).

(4) Akdes Nimet Kurat, Türkiye ve Rusya,1748-1919 s.461( Ankara Üniversitesi-1970).

(5) Aynı Eser, s.461.

(6) Ermeni Komitelerinin A'mal ve Harekat-ı İhtilaliyesi, Meşrutiyetten Evvel ve Sonra,s..166,174 ( H. Erdoğan Cengiz, Ankara-1983)

(7) W.E.D. Allen and Paul Muratoff, Caucasion Battlefields A History of the Wars on the Turco-Caucasion Berder (1828-1921) P.458 (Cambridge University Pres-1953).

(8) Aynı Eser, s.459.

(9) Esat. Uras: Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, s.641-642 (İstanbul-1987)

(10) W.E.D. Allen and Paul Maratof, a.g.e, s.463.

(11) Kazım Karabekir, Birinci Cihan Harbi'ni Nasıl İdare Ettik? Erzincan ve Erzurum'un Kurtuluşu, Cilt-lll, s.166 (Emre Yayınları, İkinci Baskı, İstanbul-1995);Kazım Karabekir, 1917-20 Arasında Erzincan'dan Erivan'a Ermeni Mezalimi, s.75-79 (Emre Yayınları, Hazırlayan, Ömer Hakan Özalp, İstanbul-2000); İsmet Parmaksızoğlu, Ermeni Komitelerinin İhtilal Hareketleri ve Besledikleri Emeller, s.160-161 (Ankara-1981).

(12) Altan Deliorman, Türklere Karşı Ermeni Komitecileri, s.201-202 (3. Baskı, İstanbul-1980).

(13) Aynı Eser, s.202.
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...