CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

LAİK ÜLKE OLUŞUMUZUN 75. YILI KUTLU OLSUN!!!

Cumhuriyet’in temelinin laik bir dünya görüşüne dayalı olduğu hiçbir zaman unutulmamalı ve bu gerçek gözden kaçmamalıdır. Zira Türk halkı teokratik yönetimden çok acı çekmiştir. Geri kalışının nedenleri arasında bunun önemli bir yeri vardır.
(1930, Kırklareli- Mustafa Kemal ATATÜRK)
 
Kadınlarımız; güzel ülkemizde 1934 de seçme ve seçilme hakkına kavuşurken,
İtalya ve Fransada 1946 da, İsviçrede ise 1971 de bu hakka kavuştular.
 
Değerli arkadaşlar,
5 Şubat 1937 de 3115 sayılı yasayla kabul edilerek, 10 Nisan 1937 de yapılan Anayasa değişikliği sonucu Anayasamızın 2. maddesinde LAİKLİĞE yer verildi. Yani güzel ülkemiz Yüce Önderimizin Mustafa Kemal ATATÜRK sayesinde, 75 yıldır LAİK ÜLKE olarak dünyada anılıyor. 55 tane İslam ülkesi içinde TEK LAİK ÜLKE olan Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşı olmaktan da gurur duyuyoruz.
 
7.03.1989 tarihinde Anayasa Mahkemesi tarafından laiklik ile ilgili yapılan bir çağdaş tanımı bilgilerinize sunmak isterim. “Lâiklik; egemenliğe, demokrasiyle özgürlüğe ve bilgi bileşimine dayanan toplumsal bir atılım; siyasal, sosyal ve kültürel yaşamın çağdaş düzenleyicisidir. Onurunu üstün tutarak bireye kişilik ve özgür düşünce olanaklarını veren, bu yolla siyaset-vicdan ayrımını gerekli kılarak vicdan ve dinsel inanç özgürlüğünü sağlayan ilkedir. Dinsel düşünce ve değerlendirmelerin geçerli olduğu dine dayalı toplumlarda siyasal örgütlenme ve düzenlemeler dinsel niteliklidir”.
 
Değerli arkadaşlar,
AB-D emperyalizminin akıl hocası Huntington’un 1996 da yazdığı kitabında, Yüce önderimizi reddetmemizi ve onun kurmuş olduğu demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olan demokratik Türkiye Cumhuriyetinin yeniden bir İslam Cumhuriyetine dönüştürülmesini öneriyor. Ancak bu şekilde ülkemizin İslam ülkelerinin lideri olabileceğini söylüyor. Yani, AB-D emperyalizminin arzu ettiği gibi dünyada Müslüman-Hıristiyan bloklaşmasının bu şekilde sağlanabileceğini belirtiyor. Gerçektende geçen bu süreçte, meydana gelen olaylar bu tespiti doğrulamaktadır. Esas amaç, dünyada devamlı bir terör ortamı yaratmak ve AB-D emperyalizminin ekonomik gücü sayılan silah üretim şirketlerine müşteri bulmak ve onlara silah satmaktır.
 
Değerli arkadaşlar,
Sizlere, 2009 da laikliğimizin 72. yılında yazdığım yazımda, bazı laik olmayan ülkelerde kadın ve erkek arasında uygulanan medeni ilişkiler için aşağıdaki örneklerle dikkatinizi çekmek istemiştim. Yine bilgilerinize sunarım.
 
Umarım, güzel ülkemizdeki laiklik uygulamasının, kadın hakları açısından değerini ve önemini, özellikle kadınlarımız ve tüm yurtsever vatandaşlarımız paylaşır.
 
Sevgi ve saygılarımla (09.04.2012).
Prof.Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR
 
LAİKLİK KARŞITI UYGULAMALAR
·         Suudi Arabistan’da 8 yaşındaki kızının 47 yaşındaki adamla evliliğinin feshi için mahkemeye başvuran anne ret yanıtı aldı. (14.4.2009-Milliyet) Suudi Arabistan’daki bu kızın adı bilinmiyor.
 
Yukarıdaki fotoğrafta ise onunla aynı kaderi paylaşan kızın adı Roshan Kasem... O da 8 yaşında ... Yanında oturan 55 yaşındaki adamla nişanlandığını bilmiyor bile...
 
·         Bir başka olur Suudilerin düğünü  (26 Haziran 2008-Milliyet)
 
 
Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'ta yapılan toplu nikah ilginç görüntülere sahne oldu. 1.600 çiftin gıyabında evlendirildiği etkinlikte sadece damatlar vardı.
 
·         Abu Dabi’de de gelinsiz tören (27.07.2008 Milliyet)
 
Birleşik Arap Emirlikleri’nden Abu Dabi’de hükümet önceki gün 300 çiftin evlendiği toplu nikah töreni düzenledi. Abu Dabi’nin batısındaki Liwa’da düzenlenen ve yalnızca damatların katıldığı tören 4. Liwa Hurma Festivali’ne denk getirildi.

12 EYLÜL DAVASI : AKIL TUTULMASI

DAVA NEDENİYLE AÇIKLAMADIR



            “12 Eylül Harekatında; askerler tarafından yönetime el konulması nedeni olarak; sokağa kadar inen siyasi cinayetler, şeriat amaçlı mitingler, kavga ortamına sürüklenen toplum ve siyaset, bazı yörelerde mahalle komitelerinin kurulması, Cumhurbaşkanı’nın seçilememesi, ekonominin 70 sent’e muhtaç olunduğu açıklamaları yanında, Afganistan’ın işgali gibi uluslararası konjoktüründe etkili olduğu gözardı edilmemelidir.

            Darbe ayrı bir olaydır, darbe sonucu kötü muamele ve kanunsuz davranışlar ayrı bir olaydır. Bunların birbirine karıştırılmaması gerekir. Daha önce ve sonra yapılan hukuk ve kanun dışı uygulamalarda siyasi ve idari yetkililerin sorumluğu da nazara alınmalıdır.

            Her türlü olayın hukuk çevçevesinde çözümlenmesi gerekir. Bu bakımdan, olay ile ilgili yasal prosedüre bakmak zorunludur :

Darbe sonrası hazırlanan ve darbeyi yapanlara dokunulmazlık getiren 1982 Anayasası, yapılan halkoylamasında % 91.37 evet oyuna karşılık, % 8.63 hayır oyu ile kabul edilmiştir..

Bu dokunulmazlığı kaldıran değişikliğini içeren ve darbeden 30 yıl sonra 12 Eylül 2010 yılında halkoyuna sunulan Anayasa değişikliği paketi ise % 58 evet oyuna karşılık, % 42 hayır oyu ile yürürlüğe girmiştir.

Sonradan yürürlüğe giren yasaya göre, 12 Eylül yöneticileri ve takibeden dönemin Devlet Başkanı hakkında dava açılmasına karşı önemli hukuki itirazlar mevcuttur.

-İşlendikten sonra yürürlüğe giren kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı kimsenin cezalandırılamayacağı,

-Sonra yapılan kanun değişikliklerinin, daha önce işlenen olay ve suçlara uygulanamayacağı,

-Bir eylemin işlendikten sonra yürürlüğe giren yasa ile suç haline getirilemeyeceği

-Suça ilişkin zamanaşımı sürelerinin gözardı edilmesi,

yolundaki hükümlere rağmen başlatılan soruşturma sonunda dava açılması ileride önemli hukuki ve sosyal çatışmalara yol açacaktır.

Örneğine rastlanmayan ilgi çekici bir uygulama olarak, açılan davaya ait iddianamenin birer örneğinin, davaya katılması ihtimaline binaen TBMM Genel Sekreterliği ve Başbakanlığa gönderilmesi de ayrı bir tartışma noktasını oluşturmaktadır.

Toplumun her kesiminin ve her bireyin hukuk ve yasa çerveçesinde yorum ve davranışta bulunması hayati önem taşımaktadır.

Av.A.Erdem Akyüz

MHP'nin 40 yildir bitmeyen derdi

Turban serbestisinin onunu acan Anayasa degisikligine MHP'nin destek vermesi bazi cevreleri sasirtti. Gorunen o ki, bu kesimler MHP'nin tarihini, dusunsel dunyasinin olusumunu pek bilmiyor.

Alparslan Turkes ile Nihal Atsiz'in yollarinin neden ayrildigini; katiksiz bir Turkcu olan Ali Balseven'in dava arkadasi ulkuculer tarafindan neden olduruldugunu bilmeyenler, MHP'nin bugununu anlayamazlar. Iste 40 yil onceki o yol ayriminin hikáyesi.

TARIH: 25 Mayis 1973. Yer: Ankara. Ali Balseven, 25 yasindaydi. Kahramanmarasliydi. Ankara Universitesi Ziraat Fakultesi son sinif ogrencisiydi. MHP'liydi. Ama...

O gun aksamuzeri Kurtulus Parki'nda bir grup MHP'li tarafindan onu kesildi.
Ali Balseven karsisina cikanlarin hepsini taniyordu. Dava arkadaslariydi. Hepsi ulkucuydu.

Ancak...

Bozkurtlar birbirine dusmustu. Basbug o gunlerde soylemisti o unlu sozunu:

"Davadan doneni vurun!"

O gun ulkudaslari, Ali Balseven'i bicaklayarak oldurdu. Peki, neden?

Ali Balseven davadan mi donmustu? Hayir! Birini mi ihbar etmisti? Hayir! Peki, sucu neydi? Sucu...

MHP'de her sey dort yil once bir kongrede baslamisti.

KIRILMA NOKTASI

Tarih: 8 Subat 1969. Yer: Adana

O gun sehir merkezi cok hareketliydi. Mavi gomlek giyen dokuz genc, motosIkletlerle kentte tur atiyordu. Dokuz motosIklet; Alparslan Turkes'in doktrini "dokuz isIk"i temsil ediyordu.

Mavi gomlek neyin simgesiydi? Bilinmiyor. Bilinen, Mussolini'nin yari-askeri genclik orgutu militanlarinin kara gomlek giydigiydi. MotosIkletli gencler gerekli ilgiyi topladiktan sonra kent merkezine geldiler.

Burada, 16 bagimsiz Turk devletinin bayraklarini tasiyan 16 gencle bulustular. Alana gelen mehter takimi, ara vermeden buyuk bir coskuyla calmaya basladi. Kalabalik giderek artiyordu. Alparslan Turkes ve parti yoneticilerinin gelmesiyle yuruyuse gecildi.

Askeri bir disiplin altinda yuruyenlerin istikameti; milliyetci hareketin en buyuk tarihsel donusumunun yasanacagi kurultay salonuydu.

Sehir merkezinden gelenleri kongre salonunda bir o kadar daha kisi karsiladi. Bu grup Turkes'e mesafeliydi; liderleri irkci-Turanci Nihal Atsiz idi.

"Tanri Turk'u Korusun" pankarti altinda toplanmislardi. Orta Asya nostaljisini canlandirmak isteyen bu gencler arasinda paganist simgeler modaydi.

Bu nedenle hemen hepsi kalpak giyiyordu. Sarkik biyikliydilar. Yakalarinda Bozkurt rozetleri vardi. Esir Turklerin kurtarilip, yeniden insa edilecek "Buyuk Turkiye"ye inaniyorlardi. Turanciydilar.

"Adsiz"dilar; Gokturkler'de henuz kamusal bir gorevi yerine getirmemis gencler ozel isim tasiyamazlardi. Kendilerini kanitlayana kadar bu genclere "adsiz" denirdi.

Asiri milliyetci Nihal Atsiz, bu nedenle kendine "Atsiz" soyadini secmisti. Karsilikli sloganlar altinda kongre basladi.

AYRISMANIN NEDENI

27 Mayis 1960 askeri mudahalesine katilan dokuz subay, 22 Subat 1964 tarihinde Cumhuriyetci Koylu Millet Partisi'ne katildi. Liderleri Alparslan Turkes'ti. Bu ekip kisa bir sure sonra partiyi ele gecirdi. Alparslan Turkes, partinin genel baskani oldu.

Ihtilalci subaylarin parti yonetimine gelmesiyle CKMP'de buyuk donusumler yasandi. Ornegin, partinin o tarihe kadar ulke yarisinda teskilati varken, bu sayi hemen 61 il ve 435 ilceye yayildi.

Turkiye ilk kez, partili genclerin kendilerine verdikleri isimle, "komando yuruyusu"yle tanisti. Genel Baskan Turkes'e, "Basbug" deniliyordu.

CKMP, Turkcu bir partiydi. Bu siyasal cizgi genis kitlelerle bulusamiyor; oy alamiyordu. Turkes ve arkadaslari, "ayaklari yere basmayan romantik Turkcu" parti cizgisini degistirmeye karar verdi.

Turkes ve subay arkadaslari her ne kadar cumhuriyetci, laik ve Turkcu olsalar da, oy alabilmek icin Islam motiflerinden yararlanmaya karar verdiler!

Siyaset dunyasinda Islam'in ne kadar onemli oldugunu sosyolojik olarak kavradilar. Bu degisim/donusum sadece parti programiyla sinirli olmayacakti; hareketin simgeleri/sembolleri bile degistirilecekti.

Iste Adana kongresi bu amacla toplanmisti.

Adana'da toplanilmisti; cunku biliyorlardi ki Ankara, Istanbul gibi kentlerde parti cizgisinin degismesine karsi cikan guclu bir "Turkcu" grup vardi.

Ve iki gun suren Adana kongresinde buyuk tartismalar, kavgalar ve ayrismalar yasandi...

BUYUK DONUSUM

Kongre iki gun boyunca hayli hareketli gecti. Kongre Baskani Orhan Kaleli bile divandan istifa etmek zorunda kaldi. Turkculerin simgesi "Tanridagi"nin yanina, Islamiyet'in simgesi "Hiradagi" eklenip yeni bir slogan uretilmisti: "Tanridagi kadar Turk, Hiradagi kadar Musluman."

Zamanla, "Tanri Turk'u Korusun" pankartinin yerini de "Kanimiz Aksa da Zafer Islam'in" alacakti! Benzeri Islami simgeler, Turkcu gruptan "Turkler Araplastirilmak isteniyor" seklinde tepki aldi.

Nihal Atsiz ekibi, kongrede direkt Turkes'i hedef aldi. Aslinda Nihal Atsiz ile Turkes'in dava arkadasligi cok eski yillara dayaniyordu.

Turkes daha Kuleli Askeri Lisesi'nde ogrenci iken Nihal Atsiz ile tanismisti. Onu ogretmeni bilmisti!

1944 Turkculer Davasi'nda birlikte yargilanip hukum giymislerdi. Simdi ise karsi gruptaydilar. Nihal Atsiz ekibi, kongrede hep benzer sozleri soylediler Turkes'e:
"Sen git guvendigin Araplara biat et!"

"Oy toplamak icin Arap develere bin!"


Sonucta, Nihal Atsiz grubu, kongreyi kaybetti. Turkculer ellerindeki parti kimliklerini kursuye dogru firlatarak salondan ayrildilar.

Nihal Atsiz, gazetecilere su aciklamayi yapti:

"MHP'de Allah, Tanri'yi kovdu!"

Turkculuk, Osmanli Devleti'nin son doneminde dogmus; Cumhuriyet ile birlikte dirilmis; 1969 kongresinde oldurulmustu!

UC HILAL

Turkcu grubun kongreyi terk etmesinin ardindan Turkes ve arkadaslari onergeleri tek tek kabul ettiler. Parti adindan baslayarak hareketin her seyini degistirdiler:

Cumhuriyetci Koylu Millet Partisi (CKMP) adi, Milliyetci Hareket Partisi (MHP) oldu.

"Bozkurt" sembolu/amblemi, yerini "Uc Hilal"e birakti.

"Bozkurtlar", "Ulkuculer"e donusturuldu!

"Turkcu" yerine "milliyetci" sifati tercih edildi.

"Turkculer Dernegi" lagvedildi; "Milliyetciler Dernegi" kuruldu.

Sadece "Basbug"a dokunulmamisti.

27 Mayis'in "kudretli albayi" Turkes, kisa bir sure sonra Kábe'ye gidip haci oldu.

MHP artik kendine yeni bir yol cizmisti.

Ve bu yolda "Samanist" saydigi "Bozkurtlara" ihtiyaci yoktu.

Cunku:

Bozkurtlar, Samanist gelenekleri canli tutmak, unutturmamak istiyordu.

O kadar Turkcuyduler ki, Sakarya, Adapazari'na gidip Orta Asya'dan getirilen kimizi iciyorlardi.

Hatta 1960'li yillarin sonunda universitelerde siyasal kavgalarin basladigi o gunlerde, Ankara Siyasal Bilgiler Fakultesi ogrencisi Fehmi Yucesoy okulda solcu ogrencilerden dayak yiyip yere dusunce, "Bana yardim et gok tanrisi" diye dua etmisti!

Niyazi Adiguzel, Nihat Cetinkaya gibi isimler Istanbul Samanistler Dernegi'ni kurmustu!

UTANGAC SOYLEM

Alparslan Turkes, sadece Turkculerle yollarini ayirmadi. O artik utangac bir Kemalist idi. Parti binalarindan Ataturk resimleri indiriliyordu artik.

1960'li yillarin sonu, 1970'li yillarin basi ayni zamanda Turkiye'deki partilerin yeniden saflasmaya basladigi bir donemdi.

MHP bu donemde ideolojiklesme ve radikallesme konusunda mevcut partilerden daha aktifti. Propaganda konusmalarinda, laikligin yerini oy avciligina donuk Islami soylemler aldi.

Politikada mistik/dinsel bir yaklasimi benimsedi. Kirsal alanlar ve varoslar icin bu soyleminin onemli oldugunun farkindaydi.

Bu nedenledir ki, ulkuculer otobuslere bindirilip Adiyaman'daki Naksibendi Menzil Seyhi'nin elini opturulmeye goturulmesine ses cikarmiyordu.

Tarikatlar Turkes'i ziyaret ediyor; ona tufek hediye ediyorlardi!

Turkes artik pragmatikti: Turkcu soylemlerle sadece universitedeki ogrencilerin dikkatini cekecegini biliyordu. Istegi, Islamci soylemlerle "koksuzluk sorunu" yasayan koylu gencleri toplumsal harekete cekmekti.

Laik Turkes, tarikatlara yakinlasti. Oncelikli ilk hedefi Orta Anadolu'daki Sunni Muslumanlarin oylarini almakti.

Basarili da oldu.

ALEVILER

Ali Balseven'in cenazesine MHP'den kimse katilmadi. Cenazede sadece Turkculer vardi. Tabutu Turk bayragi ve Bozkurt flamasina sariliydi.

Baslari kalpakli, sarkik biyikli Turkculer, yoldaslarinin tabutunu Kahramanmaras'a kadar tasidilar.

Ve...

Bilinmeyen bir gercektir:

Ali Balseven Alevi'ydi.

Alevilerin MHP'ye uzak durmasinin bir nedeni de Ali Balseven cinayetidir.

Sonuc:

MHP'nin 40 yillik siyasal cizgisinde bir sapma yoktur.

Soner YALCIN 
sonery@hurriyet.com.tr

.

DÜŞÜNCE KURULUŞLARI /THİNK-TANK VE ÇATIŞMALAR

Hon.Prof.Dr.Nurullah AYDIN
3 Nisan 2012-ANKARA
 
 
Bugün dünya’da yaşananların arka planında düşünce kuruluşlarının olduğu bir gerçektir. Her devletin think-tank kuruluşu vardır. Bir de uluslararası tink-tank kuruluşları vardır.
 
Dünya genelindeki yaklaşık 6 bin düşünce kuruluşundan 2 bine yakını ABD'dedir. En etkin 10 think-tank yine ABD'de. Kurumsal olarak ilk think-tank'lerin 1901-1917'lerde ABD'de ortaya çıktığı belirtiliyor. Bu yüzden en fazla think-tank kuruluşu ABD'de bulunuyor.
ABD hariç en belirleyici ilk 10 ise Avrupa'dadır.
 
Rene Descartes, yaklaşık 500 yıl önce “Düşünüyorum, o halde varım” demişti. Var olmak için düşünmenin şart olduğunu miras bırakan Descartes 1650'de hayata veda etti, ancak ondan sonra gelenler bu anlayışı geliştirdiler. Hatta Düşünce Kuruluşu/Think-Tank adı altında kurumsal yapılara kavuşturup sistematik hale getirdiler.
 
Think-tankler Düşünce fabrikalarıdır. Milyonlarca dolar bütçesi ve binlerce çalışanı bulunan küresel think-tankların zamanla yeni yeni misyonlar edindiği dikkat çekiyor. Başlangıçta bir durumu anlama, analiz etme ve geleceğe yönelik öngörüler çıkarma konusunda çalışan think-tankların günümüzde amaca uygun yapay düşünceler de geliştirdiklerini izliyoruz. Düşünce fabrikası olarak da tanımlanan bu yapıların, laboratuarlarında bir nevi GDO'lu düşünceler üretiyorlar.
 
Komünizm yerine İslam’ın tehdit kabul edilmesi, İslamofobi oluşturma: Anlam olarak İslam korkusu (fobisi)' demek olan kavram, İslam'dan ve Müslümanlardan korkma, çekinmeyi ifade ediyor. Kelime ilk kez 1991 yılında kullanılmış olup 11 Eylül saldırılarıyla gündeme getirildi. Tarihi kökleri İspanya'da Endülüs'ün Müslümanlarına kadar inen kavram, Samuel Huntington'un Medeniyetler Çatışması makalesi ile anlam kazandı. Karikatür krizleriyle de beslendi, büyütüldü. Huntington'un ABD'nin en etkin think-tank'lerinden CFR'nin ideologu olması, dünyanın nasıl yapay bir düşünceyle karıştırılabildiğini gösteriyor.
 
Önce kaos sonra savaş çıkarma: Laboratuarlarda üretilen düşüncelerle savaş bile çıkarıldığını, ülkelerin işgal edildiğini gördük, yaşadık. Nitekim Irak işgalinin yalan bir istihbarat (Irak'ta kimyasal silah olduğu yönündeki düzmece raporlar) bilgisi sonucunda yapıldığı itiraf edildi. Dokuz yılda resmi rakamlara göre 120 bin kişinin ölümüne neden oldu. ABD'nin Kasıtlı yanlış istihbaratla; tüm dünyaya, hem de Birleşmiş Milletler'de, yalan söyleyerek başlatılan bir savaştan geriye, resmi rakamlara göre 120 bin ölü kaldı. Britanya'nın en saygın gazetelerinden The Observer'ın ORB kamuoyu araştırma şirketine dayandırarak yayınladığı bir araştırmaya göreyse, ABD “Irak halkını özgürleştirmek” için başlattığı bu savaşta 1 milyon 200 bin kişinin ölümüne neden oldu.
 
Geride kaos içinde, tüm kurumları ve altyapısıyla çöküntü içinde ve daha da fakirleşmiş bir Irak kaldı. Daha da önemlisi ABD bölgede Şii-Sünni cepheleşmesine yol açtı.
 
Siyasi-yönetim krizi çıkarmak: Bir gazete manşetiyle Düşünce Fabrikaları'nın yönetim krizi geliştirme merkezleri olarak da kullanıldığı görülmüştür.  Ortadoğu ülkeleri üzerine felaket senaryoları'nın konuşulduğu think-tank enstitüsü'nde düzenlenen toplantıya, her ülke uzmanları katılır. Emekli NATO generalleri, akademisyenler, gazeteciler, iş adamları, sivil toplum kuruluşları temsilcileri görüş ve önerileriyle kamuoyu oluşturma görevini yerine getirirler. Ülkelerde başlatılan kriz istenen müdahaleyi getirir.
 
Terörü destekleme toplantıları, açıklamalar bildiriler: Bazı vakıflar aynı zamanda bir think-tank kuruluşu olarak terör toplantıları yaparak yetkilileri yönlendirmektedirler.
 
Ekonomiyi batırma ve krize yol açmak: Özellikle 2008'de başlayan küresel kriz deneyiminden de hareketle global güç odaklarının ‘Ekonomik savaş taktikleri' geliştirmeye başladıkları görülüyor. Çünkü ülkeler artık ekonomik atraksiyonlarla krize sokuluyor, teslim alınıyor. Özellikle gelişmekte olan ülkelere yönelik sistematik bir biçimde uygulanmaktadır. Ekonomik tetikçiler her yerde görev yapmaktadırlar.  Zamanın IMF Başkan Yardımcısı Stanley Fischer, sorumluluk alanındaki Türkiye'ye verdiği akıllarla 2001'de tarihinin en büyük ekonomik krizine sürüklemişti. Aynı Fischer'in daha sonra İsrail Merkez Bankası Başkanı olarak bize önerdiklerinin tam tersini yapması, bir görevi yerine getirdiğini gösteriyor.
 
Bütün bunlar, birilerinin yapay düşünceler, empoze etme yollarıdır.
Peki Ya Türkiye’nin milli/Ulusal düşünce kuruluşu var mı? Yok. Ne var? ABD başta olmak üzere diğer devletlerin finansmanını, eğitimini sağladığı embesil kuruluşlar var.
 
Günün Sözü: Ne yaptığını ve ne yapacağını bilmezsen, başkalarının oyuncağı olursun.

İSTANBUL’DA ŞEYTANIN DOSTLARI TOPLANTILARI

Hon.Prof.Dr.Nurullah AYDIN

2 Nisan 2012-ANKARA


Yüzyıllarca barışın, adaletin kardeşliğin huzurun ve güvenin merkezi olan İstanbul tarihin en karanlık dönemini yaşıyor. Kardeşi kardeşe düşüren fitne tohumlarının atıldığı fitne husumet ölüm yıkım kararlarının alındığı merkez üs haline getirildi.

ABD-İngiltere Fransa şer üçgeni; 100 yıldır doyamadıkları Müslüman kanını, ne yazık ki devşirdikleri münafık ve fasıklar gürühu sözde İslamcı işbirlikçilerle bir kez daha dökmeye kararlılar.

Haçlı ittifak Bizanslaşan Türkiye merkezli toplantılarla zehirlerini kusuyorlar, ölüm kusmaya devam ediyorlar. 

Libya fesatlık kaos planı, İstanbul’da yapıldı uygulandı. İzmir NATO üssünden kalkan NATO ABD-İngiltere-Fransa uçaklarının bombaladığı, yakılıp yıktığı Libya’da, petrol şer güçlerin eline geçti ama kardeş katliamları devam ediyor! 

Şimdi de ne kadar şeytan dostları varsa bir araya geldiler. Yine İstanbul da Suriye toplantısı yapıldı. Dostlar toplantısı diyorlar oysa ölüm ve yıkım toplantısı yaptılar.

Ne kadar kan içici vampir varsa sırıtarak İstanbul toplantılarını organize ettiler, toplandılar. 

Gerçek dostları şeytan ise çıkardığı yeni fitne ile sevinçlidir muhakkak.

Bölgeden kim ne istiyor? 

Açıklamalar; tarih bilgisinden mahrum zihniyeti bozuk tiplerin hezeyanı değil de nedir ki?

Arap baharı yaşatılan ülkelerin petrol kaynakları,çıklamalar; toplantıullanıy-line geçti,  din istimasrı yaparak haksızlıkla insları katlednelerdir. batılıların eline geçmiş, kardeş kardeşi öldürmüş, öldürmeye devam ediyor. Kentler yakılıp yıkılmış, hala halk diyorlar. Hala utanmadan barıştan, huzurdan, refahtan, güvenden bahsediyorlar.

Bu ne pişkinlik.

Ölenler, özgürlükleri ve onurları için mi canlarını feda ediyor. Utanmadan bir de katil çapulcu Suriyelileri rahmetle yad ederek, yakınlarına baş sağlığı dileyip yaralananlara da acil şifalar temennisinde bulunuyorlar.

Ne zamandan beri, İngiliz Fransız Amerikan vahşi kan içicilerinin ajanlığını yapanlar rahmete layık görülüyor?

Ne zaman ki; İngiliz-Fransız fitne tohumları ekildi, Osmanlı hakimiyetini kaybetti. Bölge, kan, savaş, yıkım bölgesi haline geldi.

Bugün Türkiye’nin zavallı çaresiz işbirlikçi gurühu, Türkleri katledenlerle birlikte bir kez daha bölgede Müslüman kanı dökülmesine rol alıyor.

Yazık hem de çok yazık.

Yine utanmadan, uluslararası toplum deyimini kullanıyorlar.

Kimdir bunlar? Batının despot devletleri yani ABD-İngiltere Fransa şer üçlüsü. Şeytanın çağımızın temsilcileri. Ve bunlarla birlikte hareket eden Türkiye.

İstanbul’daki toplantı; Suriye’nin dostları toplantısı değil şeytanın dostları toplantısı daha uygun.

Afganistan, Irak, Sudan, Yemen, Mısır ve Libya’nın yaşadığı acı, Suriye’de yaşatılıyor. 

Değişim diyorlar, reform diyorlar, demokratik hakların teslim edilmesi diyorlar. özgürlüklerin önündeki engelleri kararlılıkla kaldırılması diyorlar.

Bunun için de dostça ve kardeşçe telkinlerde bulunduk, diyorlar.

Diyorlar ama dediklerinin anlamının kan, gözyaşı, yıkım demek olduğunu sinsice ve haince çok iyi biliyorlar.

Türkiye de ise akıl tutulması yaşanıyor. 

Bölgede yaratılan kaos devam edecek. Kaos aşamasında son ülke Türkiye’dir.

Hala gaflet dalalet ve hıyanet içinde olanlar var.

Bugün buradan, şeytanın dostlarına karşı vereceğimiz mesaj, net ve kesindir. 

Bizler, Suriye ile ortak bir tarihi, ortak bir kültürü paylaşıyor, sınırın iki yanındaki akraba topluluklar olarak yüzyıllardır barış içinde, kardeşlik hukuku içinde varlığımızı idame ettiriyoruz. 

İngiliz-Fransız-Amerikan katillerine ve işbirlikçi münafık fasık sözde Müslümanlara karşı  mücadele eden en acımasız saldırılar karşısında olağanüstü mücadele veren kahramanları da buradan bir kez daha selamlıyorum. 

Dünya’nın her yerinde, Ortadoğu coğrafyasında özgürlük mücadelesi veren Ademin çocuklarına, kardeşlerimize, asla yalnız olmadıklarını, asla kendi kaderlerine terk edilmeyeceklerini buradan bir kez daha hatırlatmak istiyorum.

Yapılması gerekenler yapılacaktır.

Günün Sözü: İnsanların en aşağılığı din istismarı yaparak haksızlıkla insanları katledenlerdir.
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...