CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

4 MİLYON SURİYELİ NEDEN KABUL EDİLDİ - YURTTAŞLIK HAKKI

[Editörün notu: BİR PLANI OLMAYAN, BAŞKALARININ PLANININ BİR PARÇASI OLUR!"]

"Yapılmaya çalışılan, güncel politikanın sınırlarını aşan ve doğrudan ulusal varlığa yönelen yıkıcı bir eylemdir. “İnsani duygularla”, “mazluma yardımla” bir ilgisi yoktur.

"Suriyeliler, Türk yaşam biçimine uyumsuz gelenekleriyle, kültürel bozulmanın taşıyıcıları olacaklardır. Suriyelilere verilen ayrıcalıklar vatandaş olsalar de sürecek, koloniler halinde ülkenin değişik yörelerinde yaşayacaklardır. Bu insanlardan, kültürel düzeyi düşük, eğitimsiz bir azınlık kitlesi yaratılacaktır.

"Bu büyük kitle örgütlenmeye başlayacak ve anadilde eğitim adıyla Arapça eğitim isteyecektir. Bu istek, müfredata Arapça dersi koyarak Türk milli eğitimini Araplaştırma yönünde büyük adımlar atan AKP tarafından yerine getirilecektir.

"Musul ve Kerkük Kürtleşirken Anadolu Araplaşmaktadır. Suriyelilere vatandaşlık düşüncesi, Osmanlı’dan miras kalan ve Anadolu Türklüğünü ayrıştırmaya yönelen gözükara ve akıldışı bir tasarımdır. Anadolu’da binlerce yılda oluşan Türkleşme sürecine darbe vurmaktır.



Dört milyon Suriyeliye yani küçük bir ülke nüfusu kadar insana, yurttaşlık hakkı verilmek isteniyor; bir kısmına verildi.

Dünya tarihinde; birçok savaş, işgal ve zora dayalı göç yaşandı. Ancak, en yoğun göçlerde bile, bu kadar insan bu kadar kısa sürede; bir ülkeden başka bir ülkeye göç etmedi. Hiçbir ülke, bu kadar yoğun bir göçü kabul etmedi. Ülkesi ne denli büyük olursa olsun hiçbir devlet, bu kadar insanı içine almadı.

Hükümet, sığınmacılara vatandaşlık verilmesinde ayak diretirse, altından kalkamayacağı bir işe girişmiş olacak ve Türkiye’ye büyük zarar verecektir. Bu çılgın girişimin kuşkusuz bir nedeni vardır. Yapılmaya çalışılan, güncel politikanın sınırlarını aşan ve doğrudan ulusal varlığa yönelen yıkıcı bir eylemdir. “İnsani duygularla”, “mazluma yardımla” bir ilgisi yoktur. Musul ve Kerkük Kürtleşirken Anadolu Araplaşmaktadır. Suriyelilere vatandaşlık düşüncesi, Osmanlı’dan miras kalan ve Anadolu Türklüğünü ayrıştırmaya yönelen gözükara ve akıldışı bir tasarımdır. Anadolu’da binlerce yılda oluşan Türkleşme sürecine darbe vurmaktır.

Açıklama

Recep Tayyip Erdoğan, 3 Temmuz 2016 günü Kilis’te yaptığı konuşmada, Suriyeliler için “kardeşlerim” tanımını kullandı ve “Kardeşlerimizin içerisinde inanıyorum ki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak isteyenler var. Bakanlığımız oluşturduğu bir ofisle takip etmek suretiyle bu kardeşlerimize bu yardımı, bu desteği yaparak, onlara vatandaşlık imkanını vereceğiz” dedi.1

Doğal Tepki

Açıklama, Türk halkının geniş bir kesimi tarafından tepkiyle karşılandı. Tepki yaygındı ama açıklamanın arkasındaki gerçek yeterince bilinmiyordu. Muhalefet partilerinden doyurucu bir açıklama ve tepki gelmiyor, az sayıda ulusçu aydının yaptığı sağlıklı değerlendirmeler ise halka ulaşmıyordu.

Yandaş basının yorum ve değerlendirmeleri, her zaman olduğu gibi çok geri ve çok ilkeldi. Tepki gösterenlere saldırılıyor; “Rusya’dan 200 bin nataşayı vatandaş yapsak sevinirdiniz” ya da “Müslümanlar yerine ateistleri mi vatandaş yapalım” gibi bilimsel! açıklamalar yapılıyordu.

Vatandaş Olmak

Vatandaşlık, yalnızca hükümet politikalarına bağlı, yasal düzenlemelerle sağlanacak bir kavram değildir. İstemle, maddi güçle ya da kısa sürelere sıkıştırılan devlet uygulamalarıyla elde edilemez. Vatandaşlık kavramı, uzun dönemlerden geçerek tarihsel süreçler içinde olgunlaşan duygu ve düşünce birliği üzerinde oluşur. Bu yakınlaşma, toplumun ruhsal yapısını biçimlendirir ve kuşaktan kuşağa geçen kalıtlar bütünü olarak milletin özyapısını belirler. Yurttaşlık kavramıyla tanımlanan ruhi şekillenme birliği; dil birliği, toprak birliği ve ekonomik çıkar birliğinden sonra, toplumları ulus yapan dört temel koşuldan biridir.

Yabancıyı vatandaş yapmak, uluslaşmış ülkelerin yöneticileri tarafından çok dikkatlice ele aldıkları, nicel artışlara asla izin vermedikleri bir konudur. Kabul edecekleri az sayıdaki yabancıyı, uzun süre toplumun değerleri yönünde eğitirler yani asimile ederler, sonra vatandaş yaparlar. Bu işin; demokrasiyle, insan haklarıyla değil, ulusal varlığın korunmasıyla ilgili bir sorun olduğunu bilirler. Ulusal varlığı ayakta tutan değerlere uyum göstermeyen yapılanmalara yani farklı kültürlerin siyasi topluluklar oluşturmasına izin vermezler. Toplumsal karmaşaya yol açacak böyle bir girişimin, feodalizme geri dönüş anlamına geldiğinin bilirler.

Yeni “Vatandaşlar”

Hükümet’in açıklamasına göre, bugün Türkiye’de 2 milyon 720 bin Suriyeli sığınmacı yaşıyor. Recep Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı 170 bin Irak’lı sığınmacıyla bu sayı, 2 milyon 890 bine yükseliyor.

Ayrıca Türkiye’de doğan Suriyeli çocuk sayısı, 214 bine ulaştığı biliniyor (Şubat 2017). Avrupa Birliği’yle yapılan Geri Kabul Anlaşması nedeniyle Türkiye’ye gönderilmesi planlanan, yaklaşık 1 milyon kaçak göçmende eklenirse, sığınmacı sayısı 4 milyona yaklaşıyor.2

Yıkıcı Siyaset

Türk siyasetine egemen olan anlayış, 2002 yılından bugüne dek, dönemler içinde git-geller olsa da, gerçek amacını gizlemedi. 14 yıl boyunca sayısız siyasi zikzak yaptı ama bir konuda tutumunu değiştirmedi. Atatürk’e ve devrimlerine karşı nefret duydu ve kurduğu Cumhuriyet’i ortadan kaldırarak, yerine ‘Osmanlı nizamını’ getirmek için yılmadan mücadele etti. 2023’ü, hedefine ulaşma yılı olarak belirledi ve yapacaklarını 63 başlıktan oluşan bir program haline getirerek adım adım uyguladı. Uygulamaları sürdürüyor.

Başörtüsüyle başlayan mücadele, siyasi güç arttıkça çeşitlendi. Eğitim’den Diyanet’e, İmam-Hatip kurslarından üniversitelere, kamu çalışanlarından dış siyasete dek; topluma biçim veren hemen her alanda, laikliğe karşıt dinci bir siyaset yürütüldü. Türk toplumu Sunnileştirilip Araplaştırılmaya çalışıldı.
Suriyelilerin kabul edilip vatandaşlık hakkı verilmesi, sürdürülen siyasetin tehlikeli bir adımıdır. Anadolu’daki Türk varlığının, yalnızca bugününe değil geleceğine de yönelen yıkıcı bir girişimdir. Başkanlık referandumu bu girişimin en üst aşamasıdır.

Araplaşma Adımları

Bugün, Diyanet’e üniversitelerin tümüne verilen kadar ödenek ayrılıyor; öğretmenden çok imam yetiştiriliyor. “Dindar ve kindar nesil” yetiştirmek için eğitim sisteminin hedef kitlesi 3 yaşa kadar indi. Kuran kursları ve 3 yaştan itibaren öğrenci kabul eden kreş görünümlü sıbyan mektepleri, okul öncesi eğitime alternatif olma yolunda hızla ilerliyor. Diyanet’in 4-6 yaş grubu kuran kursları, her türlü denetimden uzak “tarikat kaynakları” olarak çığ gibi büyüyor.

AKP’nin Arap ülkeleriyle, özellikle Suudi Arabistan’la kurduğu ilişkiler, Cumhuriyet politikalarını ters yüz ediyor ve Osmanlı’nın kavm-i necip (üstün ırk) anlayışı üzerine oturuyor.

Dış Siyaset

Arap ülkeleriyle 2002’de başlayan ilişki geliştirme süreci, akçalı ilişkilerle başlayıp siyasi ve kültürel anlaşmalarla sürdürüldü. Abdullah Gül, Şubat 2009’da Suudi Arabistan’a gittiğinde; “Turizm İşbirliği Mutabakat Zaptı” ile Suud Üniversitesi, TÜBİTAK, İstanbul Teknoloji Üniversitesi arasında bir “Bilim ve Teknoloji Alanında İşbirliği Protokolü”! imzaladı.

Suudi Arabistan’a Aralık 2015’te, Cumhurbaşkanı olarak bu kez Recep Tayyip Erdoğan, gitti ve iki ülke arasında, “Stratejik İşbirliği Konseyi” adıyla bir yapının kurulmasını öngören anlaşmaya imza attı. Bölge sorunlarına karşı ortak davranmayı öngören bu anlaşmanın, “ikili ilişkilerin kurumsallaşmasını” sağlayacak önemli bir adım olduğu açıklandı.

Suudi Kralı Selman, 11 Nisan 2016’da Ankara’ya geldi ve şimdiye dek hiçbir devlet başkanına yapılmayan özel bir protokolle karşılandı. Dışişleri Bakanlığı, bu uygulamanın eleştirilmesi üzerine “krallar kral gibi karşılanır” diye garip bir açıklama yaptı.3

Osmanlı'da Araplaşma

1.Selim (Yavuz), hilafeti getirip dini egemenlik aracı olarak kullanmaya başlayınca, Sunni inancına bağlı Araplaşma toplumda siyasi güç haline geldi. Kimlik yozlaşmasına direnen Türkler ise (Türkmenler, Aleviler ve Yörükler) baskı gördüler ve kırıma uğradılar. Atatürk döneminde olması gereken biçime dönüştürülen Türk-Arap ilişkisi, bugün AKP’yle birlikte yeniden eski anlayışa döndü ve Arapçılık hortlatıldı.

Suriyeli Ayrıcalığı

Suriyeli göçmenlere, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarından daha ileri haklar verilmiş ve ayrıcalıklı bir kitle haline getirilmiştir. Yalnızca onların yararlandığı sağlık birimleri oluşturulmuş, hastahanelerden yararlandırılmış ve ücretsiz ilaç almaları sağlanmıştır. Pasaport yerine geçen bir kart verilmiş, bu kartla pirim desteği alarak çalışmaları kabul edilmiştir. Türkçe bilmeyenler dahil, KPSS sınavına girmeden özel sınavla devlet memuru olmaları sağlanmıştır.

İlk aşamada 100 bin Suriyelinin kamu kuruluşlarında işe alınacağı açıklanmıştır. Değişik sektörlerdeki işletmelerde, Suriyeli çalışan kontenjanları oluşturulmuştur. Üniversitelere sınavsız alınmakta, Türk öğrencilere geri ödemek koşuluyla aylık 400 YTL kredi verilirken, Suriyeli öğrencilere 1200 YTL karşılıksız burs verilmektedir.

Olacaklar

Dört milyon Arap, Anadolu’nun değişik bölgelerine, bir plan dahilinde ve topluluk halinde yerleştirilmiş ve kimliklerini korumaları sağlanmıştır. Kent varoşlarında Suriyeli mahalleleri oluşmaktadır. Kırsal alanda yerleştirildikleri yöreler, genellikle Alevi yurttaşlarımızın yaşadığı yerler olmaktadır.

Suriyeliler, Türk yaşam biçimine uyumsuz gelenekleriyle, kültürel bozulmanın taşıyıcıları olacaklardır. Suriyelilere verilen ayrıcalıklar vatandaş olsalar de sürecek, koloniler halinde ülkenin değişik yörelerinde yaşayacaklardır. Bu insanlardan, kültürel düzeyi düşük, eğitimsiz bir azınlık kitlesi yaratılacaktır.

Bu büyük kitle örgütlenmeye başlayacak ve anadilde eğitim adıyla Arapça eğitim isteyecektir. Bu istek, müfredata Arapça dersi koyarak Türk milli eğitimini Araplaştırma yönünde büyük adımlar atan AKP tarafından yerine getirilecektir.

Diyanet, Suriyelilerle yeni bir Sunni kitle bulacak ve bu kitleyi amaçları yönünde kullanacaktır. Diyanet İşleri Başkanlığı, şimdiden, Türkiye’ye gelen bin Suriyeliyi “alim ve ilahiyatçı” kabul etmiştir. Bunların; “tarih, tefsir, hadis” gibi konularda Türkiye’ye katkı yapacağını açıklamış, vatandaşlığa geçirilmelerinin geciktirilmemesini istemiştir.

Sığınmacılar, yurttaşlık hakkı aldıktan sonra örgütlenecek ve giderek artan isteklerde bulunarak, yurt dışıyla bağlantılı siyasi çalışmalar içine gireceklerdir. Bu eğilimin ön uygulamaları şimdiden başlamıştır.

Türkiye’de yaşayan Arapların partileşme çalışmalarını yürüten Beyt Nahreyn Arap-Arami Birliği adlı örgütün sözcüsü Mim Yavuz Binbay; Türkiye’de 8 milyon Arap ve Arami yaşadığını ve diğer halklar gibi “anadilde eğitim” hakkı başta olmak üzere, tüm hakların verilmesini istedi. Binbay, ayrıca, Aralık ayında gerçekleştirdikleri konferansın ardından partileşme kararı aldıklarını, partileşme çalışmalarını yürütmek üzere bir komisyon kurduklarını açıkladı.

Metin Aydoğan

DİPNOTLAR
1 “Suriyeli Göçmenlere Vatandaşlık Hakkı Geliyor!” politikmotto.com
2 “Türkiye’nin Yeni Seçmenleri: Suriyeliler” www.hurriyet.com.tr
3 “Yeni Türkiye-Suudi İttifakı” www.dw.com
4 “Türkiye’de Araplar Partileşiyor” t24.com.tr


.

''HAYIR'' DEMEZSENİZ NE OLACAK?

YAZININ TAMAMINI OKUYUN SAKLAYIN VE PAYLAŞIN..

Mehmet Faraç 'In yazısı...

''HAYIR'' DEMEZSENİZ NE OLACAK?

Memleketin giderek kangrenleşen sosyo-ekonomik koşulları liboş numaracılığına prim vermediği için, “evet” tayfasındaki referandum telaşı da gittikçe büyüyor...

İşte bu dönemde, AKP cenahı ve işbirlikçilerinin tek propaganda söylemleri “hayır” cephesine yönelik “terörist” suçlamaları da değil artık...

Özellikle kararsız kitlelere yönelik dört koldan kuşatma, bulgur-pirinç sömürüsü, yandaş medya yalanları, tehditler ve uyduruk anket tuzaklarına rağmen de kitlelerde zafer algısı yaratılamıyor...

Yani referandum tuzağıyla cumhuriyete son darbeyi vurmak isteyenler büyük şaşkınlık içindeler...

Halk inanmıyor çünkü “evet” propagandalarının temelsiz ve takiyeci söylemlerine...

Ve de AKP’liler, 15 yıl sonra alacakları en büyük darbenin iktidar tükenişini başlatacağının pekala farkındalar...

Baksanıza; iktidarın devlet olanaklarını pervasızca kullanması, bürokrasinin siyaset uşağı haline getirilmesi, işbirlikçi MHP yönetimindeki şaşkınlık ve bindirilmiş kıtalarla yapılan mitinglere rağmen umut verici bir manzara yaratılamıyor...

Unutmayınız ki; kim ne derse desin, memleketin ahval ve şeraiti de her halükarda şamar vuruyor takiyeyle dayatılan zavallı evetçiliğe!..

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, önceki akşam Show TV, Habertürk ve Bloomberg HT ortak canlı yayınında yaptığı açıklamalar da şaşkın AKP çevrelerine moral vermekten öteye gidemedi... Dedi ki Erdoğan;

“Şu anda ibre yükselişte... Daha iyi olacağı kanaatindeyim. Çünkü ‘Hayır’ diyenler neden ‘Hayır’ dediklerinin izahını yapamıyorlar. Ellerinde buna yönelik veri yok.”

CHP’DEN NET UYARILAR...

Eminim Erdoğan’ın “en iyi savunma taarruzdur” deyişine sığınarak yaptığı yukarıdaki açıklamaları duyanlar kahkaha atmaktan da kurtulamamıştır...

Aksine savunanlara sormak lazım; Erdoğan “hayır” oyları hızla yükselirken, muhalefetin, “AKP ‘evet’in gerekçelerini anlatamıyor” şeklindeki savunmasını neden taklit etti acaba?..

Çünkü “evet” tayfası; devlet olanakları, medya pohpohçuluğu ve bıktırıcı anket yalanlarıyla kendilerini kandırmaya devam ederken, “hayır”lı gerekçeler toplumu uyandırmaya devam ediyor...

O halde iyisi mi Erdoğan’ın “hayır dediklerinin izahını yapamıyorlar” yanıltmasına CHP’nin hazırladığı “Hayır demezseniz ne olacak” broşürüyle yanıt verelim de, millet tüm gerçekleri ayrıntılı ve anlaşılır biçimde öğreniversin...

İşte 16 Nisan’da dayatılacak tehlikenin tüm adımlarını net biçimde anlatan “hayır”ın 20 gerekçesi;

| Tek adam rejimi kurulacak, tek adam her şey olacak, devletin tümüne hükmedecek. Bir kişi başkan seçilecek ve o kişi hem hükümet hem Meclis hem de mahkeme olacak.

| Başkan aynı zamanda bir partinin genel başkanı olacak.

| O partinin genel başkanı hâkimleri atayacak. Kararname adı altında kanun yapabilecek. Seçtiğin meclisi fesih edebilecek.

| Tek adam orduya emir verecek.

Seçtiğin milletvekillerinin hiçbir hükmü kalmayacak. Sözünü kimse dinlemeyecek. (Yani mebuslar vitrin mankeni olacak...)

| Almanya, Fransa, İngiltere, ABD, Japonya gibi değil, Suriye, Libya, Mısır, İran, Kuzey Kore, Uganda gibi bir ülkede yaşayacaksın. (Memleket muasır medeniyet hedefinden hızla uzaklaşacak...)

| Rejim değişecek. Sadece adı Cumhuriyet olacak. (Kurtuluş Savaşı’nın ardından kurulan Atatürk’ün emanetinden belki de eser kalmayacak) Gerçekte krallık gibi her şey bir kişinin elinde olacak. Demokrasi kalmayacak.

| Başkan sokakta bir kişiyi öldürse, 400 milletvekili izin vermezse mahkemeye çıkarılamayacak.

| Başkan ve yardımcıları ile bakanları yolsuzluk yapsa, yetim hakkı yese, devlet malına el uzatsa dahi 400 milletvekili izin vermezse mahkemeye çıkarılamayacak.

| Başkan kendini ve bakanlarını mahkemeye çıkarma girişiminde bulunan meclisi fesih edebilecek.

PARTİ DEVLETİNE DOĞRU...

“Hayır’ın aşağıda sıralanan diğer gerekçeleri de memleketin 16 Nisan’da nasıl bir uçuruma sürüklenmek istendiğini net biçimde anlatıyor...

Herkesin anlayacağı şekilde sıralanan bu gerekçeler büyük tehlikeyi algılamayanları gaflet uykusundan uyandırmayıda amaçlıyor;

- Hâkimler ve savcılar başkanın sözünden çıkamayacak. Başkan hak hukuk tanımaz, zorba biriyse seni koruyacak hiç kimse olmayacak.

| Tek adam karar verdiğinden belirsizlik hakim olacak. Ekonomi tek adamın keyfine göre vereceği kararlara kurban edilecek. Kriz, iflaslar, işsizlik ve yoksullukla birlikte çöküş gelecek.

| Asgari ücreti, fiyatları, maaşları, işçi memur alımlarını, dernek sendika kurulması ve kapatılmasını, her şeyi tek adam belirleyecek.

| Tek adam kimsenin aklına ihtiyaç duymayacağından, devlet ve toplum hayatında danışma, ortak akıl, uzlaşma gibi yöntemler olmayacak. Çatışma, kutuplaşma ve terör için en uygun zemin oluşacak. Çatışma ve terör artacak.

| 5 yılda bir sandığa gidip bir başkan bir de onun partisinin çoğunlukta olduğu Meclis’i seçeceksin. Bir dahaki seçime kadar sana kimse bir şey sormayacak. Seçtiğin milletvekili de başkanı kontrol edemeyecek, senin hakkını koruyamayacak.

| Başbakan olmayacak. Bakanlar sadece başkana karşı sorumlu olacak, Meclis’e karşı sorumlu olmayacak. Seçtiğin milletvekilleri bakanlardan ve bürokratlardan hizmet yapmasını isteyemeyecek, hesap soramayacak.

| Camiye, kışlaya, adliyeye siyaset girecek. Buraların hepsi, ‘başkanın partisine’ göre düzenlenecek.

| Devlet parti devleti olacak. Başkan senin partinden değilse devlet kapısında yerin olmayacak.

| Başkan isterse devlet kurumlarını bölgelere ayırarak ülkenin bölünmesine neden olabilecek.

| Başkan, padişahlarda dahi olmayan, Atatürk’e bile verilmeyen yetkilere sahip olacak.

Aydınlık - 29.3.2017

Mehmet Faraç

#İTİRAF TC Devletinin son bulması için NOKTA yı KOYMAK!


[``15 senedir ülkenin getirildiği şu rezil hale bakın.15 senedir ülkeye giren terör örgütlerinin haddi hesabı yok`` 
(Binali Yıldırım, Elazığ)]


16 Nisan 2017 Referandum yani Tek adam iktidarı için oylama ile AKP iktidarı - CumhurBaşkanı Erdoğan Türkiye'yi nereye koşturuyor? :


1- Birleşmiş Milletler hukukuna göre ;

Eğer Türkiye'yi diktatör yönetiyorsa, PKK, İŞİD..v.s. ülkedeki tüm teröristler, BM kanunlarına göre, özgürlük savaşçısı olacaklardır.
Dünya onlara silah, cephane, füze, uçaksavar yardım edecek, hatta onların hakkını korumak için ülkemize girmeye hakları olacaktır. Sebepleri de; ülkemizi diktatörden kurtarmaktır.

2- Diktatör olarak tanımlananlar kimlerdir?

Dünya Hukukunun kiriterlerine göre; başkanı ne meclis, ne anayasa mahkemesi vs denetleyemiyorsa, o başkan BM karşısında diktatör olur.

3- Tek Adam rejimi ülkemizi işgal etmeleri için bir sebeptir.

Bu referandum işte böyle bir yolu açıyor.
Aç kurtlar gözlerini ülkemize dikmiş bekliyorlar.
Son nefesimizi vermemizi bekliyorlar.
Referanduma #EVET demek, ülkemizin nefesinin bitmesi demektir.

#MetinFeyzioğlu  #HAYIR ❕

*

15 senedir TC Devletinin AKP iktidarı Başbakanı'ndan bir #İTİRAF daha:

``15 senedir ülkenin getirildiği şu rezil hale bakın.15 senedir ülkeye giren terör örgütlerinin haddi hesabı yok`` (Binali Yıldırım, Elazığ)
























Bakınız, buna EVET diyor..  Cumhuriyetimizin düşmanları ile aynı safta mı yer alacaksın?



























REFERANDUM: ANAYASA DEĞİŞİKLİK TEKLİFİNİN SAKINCALARI - 1 ve 2 - (TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ)

REFERANDUM: ANAYASA DEĞİŞİKLİK TEKLİFİNİN SAKINCALARI -1

ANAYASA DEĞİŞİKLİK TEKLİFİYLE YAPILMAK İSTENEN BAŞLICA DEĞİŞİKLİKLERİN ANLAMI, YORUMU VE SONUÇLARI (TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ)

Önce mevcut anayasa maddesini veriyorum, ardından, bu maddede yapılmak istenen değişikliği gösteriyorum. Sonra, TBB’nin yorum ve değerlendirmesini –özetleyerek- sunuyorum. Gerektiğinde, kendi yorumumu da ekliyorum.

Yürürlükteki Anayasa maddesinden çıkarılan kısmı < ... > içinde gösterdim.
**
YÜRÜRLÜKTEKİ ANAYASA:
Madde 93 – Meclis, bir yasama yılında en çok üç ay tatil yapabilir; ara verme veya tatil sırasında, Cumhurbaşkanınca toplantıya çağrılır.

ANAYASA DEĞİŞİKLİK TEKLİFİ:
Madde 93 –(2) Meclis, bir yasama yılında en çok üç ay tatil yapabilir; ara verme veya tatil sırasında, Cumhurbaşkanınca toplantıya çağrılır.
**
Değişiklik Teklifi İle İlgili TBB'nin Yorumu (Özet)

Anayasa değişikliği İle Anayasa'nın 93. maddesinde yapılması önerilen değişiklik kapsamında; ara verme veya tatil sırasında "…doğrudan doğruya veya Bakanlar Kurulunun istemi üzerine…" toplanabilen Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin, bundan böyle YALNIZCA CUMHURBAŞKANI TARAFINDAN TOPLANTIYA ÇAĞRILABİLECEĞİ belirtilmektedir.

Bu düzenleme, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin anayasal sistem içindeki merkezî konumuna ve kendi çalışma düzenini belirleme kapasitesine yönelik ciddi bir GERİ ADIM anlamını taşımaktadır.
Önerilen düzenleme teklifinin kabulü halinde Türkiye Büyük Millet Meclis'inin ara verme veya tatil sırasında acil bir ihtiyaç ortaya çıktığında dahi KENDİ İRADESİYLE TOPLANAMAYACAĞI; bunun için ancak CUMHURBAŞKANI'NIN ÇAĞRISINA İHTİYAÇ duyulduğu anlaşılmaktadır. Önerilen değişiklik, parlamentoculuğun yüzlerce yıllık evrimine ve demokratik katılım mücadelesinin genel gelişim yönüne ters düşmekte olduğunu söylemek mümkündür.
*
(Benim yorumlarım: i) Cumhurbaşkanının paşa gönlü isterse, Meclisi toplantıya hiç çağırmayabilir! ii) Ara vermeye veya tatile Meclis kendisi karar veriyor; yeniden toplanmaya veremiyor, Cumhurbaşkanının kararını beklemesi lazım. Burada bir dengesizlik, hatta tutarsızlık yok mudur? CD)

Prof. Cihan Dura
19 Mart, 10:04

***

ANAYASA DEĞİŞİKLİK TEKLİFİYLE YAPILMAK İSTENEN BAŞLICA DEĞİŞİKLİKLERİN ANLAMI, YORUMU VE SONUÇLARI -2 (TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ)

Önce mevcut anayasa maddesini veriyorum, ardından, bu maddede yapılmak istenen değişikliği gösteriyorum. Sonra, Türkiye Barolar Birliği’nin (TBB) yorum ve değerlendirmesini –özetleyerek- sunuyorum. Gerektiğinde, kendi yorumumu da ekliyorum.

Anayasa maddesinden çıkarılan veya değişiklik teklifiyle eklenen kısmı < ... > içinde gösterdim.
**
YÜRÜRLÜKTEKİ ANAYASA:
Madde 89
Türkiye Büyük Millet Meclisi, geri gönderilen kanunu aynen kabul ederse, kanun Cumhurbaşkanınca yayımlanır; Meclis, geri gönderilen kanunda yeni bir değişiklik yaparsa, Cumhurbaşkanı değiştirilen kanunu tekrar Meclise geri gönderebilir.

ANAYASA DEĞİŞİKLİK TEKLİFİ:
…Türkiye Büyük Millet Meclisi, geri gönderilen kanunu <üye tam sayısının salt çoğunluğu ile> aynen kabul ederse, kanun Cumhurbaşkanınca yayımlanır; Meclis, geri gönderilen kanunda yeni bir değişiklik yaparsa, Cumhurbaşkanı değiştirilen kanunu tekrar Meclise geri gönderebilir.
**
Değişiklik Teklifi İle İlgili TBB'nin Yorumu (Özet)

Bu değişiklikle, Cumhurbaşkanı tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne geri gönderilen kanunun aynen kabulünün, ancak Meclis "…üye tamsayısının salt çoğunluğu ile…" mümkün olabileceği öngörülmektedir.

Bu düzenlemeyle, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Cumhurbaşkanı tarafından bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderilen kanunu aynen kabul edebilmesi, yani kendi iradesinde ısrar edebilmesi için, kanunların kabulü için öngörülen olağan karar yeter sayısını aşan "nitelikli bir çoğunluğa" ulaşması öngörülmektedir. Bu, Anayasa'da hâlihazırda var olan "basit çoğunlukla (ikinci kez) kabul" sisteminden farklı bir düzenlemedir. Değişiklik teklifiyle birlikte Cumhurbaşkanı'nın kanunların kabulü konusundaki yetkisi, "geciktirici veto" yetkisinden "ZORLAŞTIRICI VETO" yetkisine yükseltilmektedir.

Değişiklikle, Cumhurbaşkanlığı makamında toplanan olağanüstü Yürütme yetkilerine ek olarak, Yasama konusunda da Cumhurbaşkanı lehine büyük bir dengesizlik yaratılmış oluyor. Şöyle ki, CUMHURBAŞKANI; BİR YANDAN "CUMHURBAŞKANLIĞI KARARNAMELERİ" İLE TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ'NE PARALEL BİR YASAMA YETKİSİ KULLANIRKEN, DİĞER YANDAN YASAMA'NIN MECLİS'E BIRAKILMIŞ OLAN AYAĞINDA DA ÖNEMLİ ETKİ VE MÜDAHALE GÜCÜNÜ KAVUŞTURULUYOR.
*
Sonuç olarak, bir yanda "CUMHURBAŞKANLIĞI KARARNAMELERİ", diğer yanda Cumhurbaşkanı ile aynı görüşte olan parti çoğunluğunun "UYUMLU YASAMA FAALİYETİ", bunlar yetmezmiş gibi bir de CUMHURBAŞKANI'NA TANINAN "GÜÇLÜ VETO YETKİSİ"; yasama organı olarak Millet Meclisi’ni, fiilen ve büyük ölçüde etkisiz bir hale getirmektedir.
*
(Benim yorumlarım: Bu değişiklikle Millî İrade’nin yerini, tek bir şahsın iradesinin alması biraz daha pekiştirilmiş olmaktadır. Devredilemez ve paylaşılmaz olan Millî Egemenlik, kısmen de olsa devredilmekte, tek bir şahısla paylaşılmaktadır. Aynı zamanda Tam bağımsızlık ilkesi de bir darbe daha almış bulunuyor. NOT: Salt çoğunluk: Meclis toplam üye sayısının yarısından bir fazlası (bugün için 276, değişiklikle 301); basit çoğunluk: oylamaya katılanların yarısından bir fazlasıdır. CD)

Prof. Cihan Dura
20 Mart, 08:10

Mustafa Kemal’e dil uzatan vatan hainidir!

Yılmaz Özdil, katıldığı canlı yayında Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları için ‘darbeci’ diyen AKP’li belediye başkanına cevap verdi.

Halk Tv’de Uğur Dündar’la Halk Arenası’na katılan SÖZCÜ gazetesi yazarı Yılmaz Özdil, AKP Esenyurt Belediye Başkanı Necmi Kadıoğlu’nun “1923’te darbe yapıp Cumhuriyeti kurdular” sözlerine canlı yayında cevap verdi.

“Burada, birkaç dakikanızı izin verirseniz alıp bu arkadaş darbe demiş ya şimdi sütü bozukların bir ülkeye nasıl darbe yaptığıyla ilgili birkaç not aktaracağım” diyerek söze başlayan Yılmaz Özdil, 29 Ekim 1923 sabahı Türkiye’nin durumunu;

“29 Ekim 1923 sabahı Türkiye Cumhuriyeti Devletinin nüfusu 13 milyon. 40 bin köy var 37 bininde okul yok, postane yok, dükkân yok. 30 bin köyde cami yok. Traktör sayısı sıfır. Biçerdöver sayısı sıfır. Pirinç ithal. 5 bin köyde sığır vebası var. 1 milyon kişi frengi. 2 milyon kişi sıtma. Verem, tifo, tifüs salgını var. Bitle başa çıkılamıyor. Dünyaya gelen her iki bebekten biri ölüyor. Her 5 anneden 1’i doğumda ölüyor. Ortalama ömür 40 yıl.

Memlekette sadece 337 doktor var. 'Osmanlı Torunları' bunu iyi dinlesin. 60 eczacı var, sadece 8’i Türk. Memlekette sadece 4 hemşire var. 40 bin köy var, sadece 136 ebe var. Komple kül edilmiş köyün sayısı binin üzerinde. Limanlar, madenler yabancıya ait. Demiryollarının bir metresi bile bize ait değil.

Osmanlı’dan ayakta kala kala 4 fabrika kalmış. Sanayi denen işletmelerin yüzde 96’sında motor yok. 10’dan fazla işçi çalıştıran sadece 280 kişi. Bunların 250’si yabancıların. Kişi başı milli gelir 45 dolar. Elektrik sadece İstanbul, İzmir ve Tarsus’ta var. Kara yolu yok. Otomobil sayısı sadece 1490. Bunun üzerine zaten dökülüyoruz. Mübadeleyle 400 bin insan geliyor. Ceplerinde para yok, iş yok, başlarını sokacak ev yok. Sığınacakları akraba yok. Gelen her iki çocuktan biri yollarda at arabalarının sırtında ilk 2 ay içinde hayatını kaybediyor. Bir tanesi benim teyzem. Kendi ailemden biliyorum. Mağarada kalanlar var.

"KADIN İNAN DEĞİL"
Cumhuriyet’ten önce, eşit eğitim hakkı yok, meslek hakkı yok, velayet hakkı yok, miras hakkı yok. Kadın kendisine miras kalan mallar üzerinde tasarruf hakkına sahip değil. Cumhuriyetten önce darbe yapmış bak kansızlar. Memlekette tiyatro, müzik, spor, heykel yok.

Arkeolojik eserler padişahların hediyesi olarak Avrupa’ya kaçırılmış. Kimi alaturka saat kullanıyor. Güneşin battığı anı 12 kabul ediyor. Kimisi zevali saati kullanıyor. Kimisi güneşin tamamen battığı ezani saati esas alıyor. ‘Saat kaç birader?’ diyorsun herkes başka bir şey diyor. Kimisi hicri, kimisi Rumi takvim kullanıyor. Herkes aynı zaman diliminde ama farklı aylarda yaşıyor. Ne ağırlığımız dünyaya ayak uydurabiliyor ne de uzunluğumuz.”

“600 SENE TÜRKÇE’NİN IRZINA GEÇİLMİŞ”
“600 yıl Türkçenin ırzına geçilmiş. Arapça ve Farsça harmanlanmış; Osmanlıca ortaya çıkmış. Fransızca ve İtalyanca kelimeler dilimizi işgal etmiş. Harf Devrimi yapıldı, ‘1 gece de cahilleştik’ diyor bunlar halbuki İbrahim Müteferrika’dan itibaren basılan kitap sayısı 417.

Bu topraklara kitap gelene kadar Avrupa’da 2.5 milyon farklı kitap basılmış. Erkeklerin sadece yüzde 7’si kadınların sadece binde 4’ü okuma yazma biliyor. Okul yaşına gelen her 4 çocuktan 3’ü okula gitmiyor.

Türkiye’nin tüm liselerinde sadece 230 kız öğrenci kayıtlı. Öğretmenlerin 3’te 1’inin öğretmenlik kaydı yok. Sadece 1 tane üniversite var. Medreselerde Türkçe yasak” diyerek anlattı.

“MUSTAFA KEMAL’E DİL UZATAN VATAN HAİNİDİR!”
Ülkeyi Mustafa Kemal Atatürk’ün ve silah arkadaşlarının bu durumda teslim aldığını söyleyerek 30 Ekim 1923 sabahı Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü’ye yazdığı mektubu anlattı. Mustafa Kemal Atatürk İsmet İnönü’ye “Cumhuriyetin ilk gününde bize geri borçlu hastalıklı bir vatan miras kaldı. Yoksul ülkelere örnek olacağız. Özgür bir toplum oluşturmak, çağdaşlaşmak zorundayız. Bu görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim. Allah yardımcımız olsun” dediğini anlattıktan sonra Özdil;

“Mustafa Kemal Atatürk’e ve silah arkadaşlarına ‘darbeci, iki ayyaş’ diyenlere ‘Mustafa Kemal’e dil uzatan vatan hainidir’ diyerek cevap verdi.

(alıntı)
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...