CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

Hrant Dink Boşuna Öldürülmedi !

Ermenistan'ın bu sözde "yumuşama sinyalini" (!) pazarlayan sadece Mehmet Ali Birand değildi. CNN TÜRK diplomasi danışmanı Yalım Eralp de, Erivan'ın bu açılımının arkasında Hrant Dink cinayetinin iki ülkeyi birbirine yakınlaştırmasının olduğunu söylüyordu.

AGOS gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, 19 Ocak 2007 tarihinde uğradığı bir suikast sonucu yaşamını kaybetti. Hrant Dink'in öldürülmesinden beş gün sonra, 24 Ocak günü Kanal D isimli televizyon kanalının akşam haberlerinde, Mehmet Ali Birand, "belki de Hrant boşuna ölmedi" diyerek Ermenistan Dışişleri Bakan Yardımcısının demecini aktarıyordu. "Erivan'dan ilişkilerde yumuşama sinyali geldi. Ermenistan Dışişleri Bakan Yardımcısı Arman Kirakosyan, Erivan'ın Ankara ile ön koşulsuz diplomatik ilişki kurmaya hazır olduğunu söyledi" diye sunulan haberde Ermenistan Dışişleri Bakan Yardımcısı'nın şunları söylediği belirtilmekteydi:
"Üzücü olan, iki devlet arasında diplomatik ilişki bulunmamaktadır. Ermenistan'ın dediği odur ki hiçbir ön koşul olmadan diplomatik ilişkilerin başlamasına hazırız. Bunun için Hrant Dink çalışıyordu ve konuşuyordu. Ümitliyiz ki Türkiye'nin bu arzusu iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiyi ilerletecek ve güçlendirecektir"
Ermenistan'ın bu sözde "yumuşama sinyalini" (!) pazarlayan sadece Mehmet Ali Birand değildi. CNN TÜRK diplomasi danışmanı Yalım Eralp de, Erivan'ın bu açılımının arkasında Hrant Dink cinayetinin iki ülkeyi birbirine yakınlaştırmasının olduğunu söylüyordu. Eralp, "Hrant buna çok sevinirdi. Onun boşuna ölmediğini ummak istiyorum" diyordu.
Hrant Dink'in öldürülmesinin üzerinden bir yıl geçti. Dink cinayetinden bir yıl sonra Ermenistan Dışişleri Bakan Yardımcısı Arman Kirakosyan, bu sefer de Cumhuriyet gazetesinden Leyla Tavşanoğlu ile yaptığı söyleşide (Cumhuriyet, 20.1.2008) Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesini dilediklerini ifade ederek "Bunun için hiçbir ön koşulumuz yok" demektedir. Kirakosyan, Ermeni diasporası tarafından sözde soykırım meselesinin Türkiye'ye kabul ettirilmek istenmesine ilişkin ise "Bizim onlara baskı yapma gibi bir gücümüz yok" şeklinde konuşmaktadır.
Bugün Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkiler neden normal değil? İlişkilerdeki gerginliğin tek nedeni sözde Ermeni Soykırımı ile ilgili iddialar mı? Ermenistan'ın ilişkilerin normalleşmesi için hiçbir ön koşulu öne sürmemesi gerçekten bir iyi niyet belirtisi ya da bir yumuşama sinyali mi?
İlginçtir ki, ne Mehmet Ali Birand'ın haberinde ne de Cumhuriyet'ten Leyla Tavşanoğlu'nun söyleşisinde Ermenistan-Türkiye ilişkilerindeki gerginliğin asıl nedeni hakkında bir açıklama var. Her ikisi de Türkiye'nin Ermenistan ile ilişkilerindeki gerginliğin gerçek nedeni konusunda Ermenistan Dışişleri Bakan Yardımcısı'na sorulması gereken asıl soruları sormamakta, aksine sadece Ermenistan'ın tezlerinin Türkiye kamuoyu gözünde meşruiyet kazanmasına yardımcı olmaktadır.
Gerçekte söz konusu olan Ermenistan'ın bir yumuşama sinyali vermesi değil, Türkiye'nin yumuşatılmaya çalışılmasıdır. Ermenistan Dışişleri Bakan Yardımcısı'nın söylediği gibi iki ülke arasında diplomatik ilişki yoktur. Peki, neden?
Madem Hrant Dink bu konuda çalışıyordu, o zaman sözü Hrant Dink'e bırakalım ve Türkiye ile Ermenistan arasında neden diplomatik ilişki olmadığını Dink'ten öğrenelim. Hrant Dink, kendisi ile yapılan bir söyleşide bu konuda şunları söylüyordu:
Soru: Ermenistan'ın Türkiye'den beklentileri neler?
Hrant Dink: Diplomatik ilişkilerin kurulmasını, sınırların açılmasını ve görüşmelerin ön koşulsuz başlamasını istiyor.

Soru: Türkiye dostluğu geliştirmek için Ermenistan'dan hangi adımları atmasını istiyor peki?

Hrant Dink: Karabağ'da işgal ettiği bölgelerden çekilmesini, soykırımın dünyaca tanınması ısrarından vazgeçmesini ve bugünkü sınırı belirleyen Kars-Gümrü Anlaşmasını Ermenistan'ın tanımasını istiyor. Oysa Ermenistan Devlet Başkanı Koçaryan, "bizim Türkiye'den toprak talebimiz yok" diye çok net söyledi. Ermenistan hükümeti soykırım konusunda da "bu işin lokomotifi ben değilim. Soykırımı kabul edin diye benim diplomatik, siyasi bir talebim yok. Bu diasporanın işi. Ben onu bu çabasında ancak desteklerim. Çünkü bizim tarihsel dramımızdır. Soykırımın Türkiye ve dünya tarafından kabul edilmesi bizi sadece memnun eder" diyor." (Radikal, 5.7.2004)

Görüldüğü gibi Ermenistan'ın üç talebi vardır:
• Diplomatik ilişkilerin kurulması,
• Sınırların açılması
• Görüşmelerin önkoşulsuz başlaması…
Türkiye de buna karşılık (Ermenistan'ın "önkoşul" olarak değerlendirdiği) şu talepleri ileri sürmektedir:
• Ermenistan'ın işgal altında tuttuğu Azerbaycan topraklarından çekilmesi,
• Soykırımın dünyaca tanınması konusundaki ısrarından vazgeçmesi
• Bugünkü sınırı belirleyen Kars-Gümrü Anlaşmasını tanıması…
İşte "önkoşul" denilen ve vazgeçilmesi istenilen talepler bunlardır. Ve Hrant Dink cinayetinden hemen sonra Kanal D'nin Ermenistan'ın sözcülüğüne soyunması bu amaç doğrultusunda şekillenmekte, "Erivan'dan ilişkilerde yumuşama sinyali…"nden bahsedilmektedir. Oysa Ermenistan, bugüne kadar sahip olduğu pozisyonu değiştirmiş değildir.
Bu bağlamda şu iki soruyu sormamak mümkün değildir:



1. Ermenistan neden soykırımın dünyaca tanınması konusundaki ısrarından vazgeçmiyor?
Hrant Dink'e göre bunun önemi yoktur. Önemli olan Ermenistan Devlet Başkanı Koçaryan'ın, "bizim Türkiye'den toprak talebimiz yok" demesidir. Oysa asıl bu tür demeçlerin uluslararası ilişkilerde zerre kadar önemi yoktur. Uluslararası ilişkilerde söz, senet değildir. Bunun en güzel örneği 12 Eylül darbesinin lideri Kenan Evren'in, dönemin NATO Başkomutanı General Rogers tarafından verilen sözlü güvence ile Yunanistan'ın NATO'nun askeri kanadına dönüşüne onay vermesidir. Burada Türkiye'nin nasıl bir diplomatik kozu harcadığını ve deyim yerindeyse nasıl "kazık yediğini" artık herkes bilmekte ve teslim etmektedir. Bu nedenle bu tür kişisel demeçlerin diplomaside kalıcılığı ve bağlayıcılığı olamaz. Yarın Koçaryan gider başkası gelir, "bizim toprak talebimiz var" der. İşte o zaman çıkıp "ama Koçaryan böyle demişti" diyemezsiniz. Uluslararası ilişkilerde esas olan devletlerin sürekliliğidir. Uluslararası hukuk da bunu esas alır. Onun için uluslararası ilişkiler, devletten devlete ilişkilerdir. Kaldı ki Ermenistan Devlet Başkanı, diasporanın sözde soykırımı kabul ettirme çabasını desteklediğini de açık açık söylemekte ve "soykırımın Türkiye ve dünya tarafından kabul edilmesi"nin kendilerini memnun edeceğini belirtmektedir zaten.
2. Ama diplomatik ilişki kurulması hususunda, bu sözde soykırım konusu kadar önemli olan diğer mesele, bugünkü sınırı belirleyen Kars-Gümrü Anlaşması'nın Ermenistan tarafından tanınmamasıdır. "Bizim Türkiye'den toprak talebimiz yok" diyen Ermenistan'ın, iki ülke arasındaki sınırı belirleyen anlaşmayı neden tanımadığı merak konusudur. Sınırlar her şeyden önce devletlerin topraklarını birbirinden ayırır. Eğer başka bir ülkeden gerçekten toprak talebiniz yok ise, o ülkeyle aranızda olan sınırı belirleyen anlaşmayı tanımamak mantıklı mıdır?

Ayrıca Türk kamuoyunun gözünden saklanmaya çalışılan nokta da şudur ki, Ermenistan Bağımsızlık Bildirisi'nin 11. maddesinde Türkiye'nin doğusundan "Batı Ermenistan" olarak bahsedilmektedir. Yine Ermenistan bayrağında Ağrı Dağı'nın yer alması ve bu dağın "Ararat" olarak tanımlanması da gözlerden saklanmaya çalışılan bir başka noktadır.
Bu bağlamda, Dink cinayetinin hemen ardından hem Mehmet Ali Birand'ın hem de Yalım Eralp'in gerçekleri gözlerden saklayarak Ermenistan sözcülüğüne soyunmaları ve Hrant Dink'in "boşuna ölmediğini" vurgulamaları yeterince açıktır. Peki, cinayetin üzerinden bir yıl geçtikten sonra Ermenistan Dışişleri Bakan Yardımcısı'na sayfalarını açan Cumhuriyet gazetesinin, yapılan söyleşide Ermenistan'ın neden Kars-Gümrü Anlaşmasını tanımadığına ve Ermenistan Bağımsızlık Bildirisi'nde Doğu Anadolu'dan neden "Batı Ermenistan" (Western Armenia) olarak bahsedildiğine hiç değinmemesi nasıl değerlendirilmelidir?
Bugün artık Hrant Dink'in ölümüyle ne tür sonuçlar elde edilmek istendiği açıktır. Ermenistan Dışişleri Bakan Yardımcısı'nın vurguladığı gibi,"Hrant Dink'in çalıştığı ve konuştuğu" konular da işte bunlardır. ABD'nin Avrupa ve Avrasya'dan sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Daniel Fried'in Dink cinayetinden 15 gün sonra Milliyet'e verdiği demeçte ifade ettikleri ise aslında işin perde arkasını gösterir mahiyettedir. "TCK'nın 301.maddesinin gereksizliğini" vurgulayan Fried, Dink'in cenazesinde atılan "Hepimiz Hrant Dink'iz hepimiz Ermeniyiz" sloganının "harika bir mesaj" olduğunu ve Türklüğe hakaret olmadığını söylemekte, Türkiye'nin Ermenistan'a el uzatması ve Ankara'nın "kendi iyiliği için" tarihini dikkatli bir şekilde incelemesi gerektiğini vurgulamaktadır. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsüne göre Türkiye'nin Irak'a girmesinin ciddi sakıncaları da bulunmaktadır! (Milliyet, 6.2.2007) Türkiye'ye verilen bu mesajların, Dink cinayetinden sonra Türkiye siyasal gündemini işgal eden konularla örtüşmesi dikkat çekicidir.
Son bir yıldır, "Hepimiz Ermeniyiz, hepimiz Hrant'ız" sloganını, ardında gizlediği amaçları sorgulamadan, naif duygularla benimseyen bir kısım yurttaşlarımızın aslında hangi hedeflerin yolunda figüran kılındıklarını değerlendirmelerinde yarar vardır. Sözde Ermeni soykırımını bugüne kadar yazdığı yazılarda, yaptığı söyleşilerde sürekli savunan ve defalarca vurgulayan Hrant Dink'in de aslında hangi amaç doğrultusunda çalıştığının unutulmaması gerekir!
Serdar ANT 20 Ocak 2008 Pazar

Ermeni Katliamında Şok Kanıt

Bitlis'in Mutki İlçesine Bağlı Kavakbaşı Köyünde Ermeniler ve Rus Kazakları Tarafından Katledilmiş 20 Bin Civarında Türk'ün Toplu Mezarı Bulundu.
Mutki ilçesine bağlı Kavakbaşı köyünde Ermeniler ve Rus Kazakları tarafından katledilmiş 20 bin civarında Türk'ün bulunduğu toplu mezardaki cesetlerin çocuk, kadın, yaşlı ve askerlere ait olduğu bildirildi.
1. Dünya Savaşı'nda Ermeni Çetelerinin Katliamına Uğramış Mağdurlar Derneği Başkanı Törehan Serdar, 1915 yılında Rus ordusunun Bitlis'i ilk işgalinde yapılan katliamda yaklaşık Kavakbaşı köyünde 20 bin kişinin katledildiğini ifade etti.
Törehan Serdar, katliamı yapan Rus Kazakların ve Ermenilerin iz kalmaması için katlettikleri insanları toplu olarak gömdüklerini belirtti.
Serdar, gömülen cesetlerin Türklere ait olduğunun belirlendiğini, aralarında kadın, yaşlı, asker ve çocuklara ait iskeletlerin de yer aldığı buluntular üzerinde incelemelerin sürdürüldüğünü kaydetti.
Hava şartlarının ve arazi zeminin uygun olmaması sebebiyle araştırmaların aksadığını hava şartlarının düzelmesinden hemen sonra çalışmalara devam edeceklerini ifade eden Serdar,
"Yapılan araştırmalar sonuncunda katliama uğramış 20 bine yakın kişinin Türklere ait olduğu da ortaya çıktı."
dedi.
24 Nisan'ı sözde soykırım günü ilan ettirmek için tüm dünyada seferber olan Ermenilerin Türklere yönelik katliamlarından birinin daha gün yüzüne çıktığını vurgulayan Serdar, Ermenilerin ve Rus Kazakları'nın Türkiye'de yaptıkları en büyük katliam olduğunu ifade etti.
Serdar,
"20 bin kişiye ait olduğu sanılan ve kazı çalışmaları devam eden toplu mezar vahşeti, kanıt olarak gösterilecek. Ermeniler ellerine pankart alıp Türkiye'yi katliamla suçlamayı biliyorlar, fakat tarihi hiç bilmiyorlar ya da işlerine gelmiyor. İşte katliam diyenlere belge. Kim kimi katletmiş işte kanıt."
diye konuştu

Cihan ANKARA, 24 Ocak 2008 Perşembe

(1915–1920 Arasında Doğu Anadolu'da Neler Oldu?-Bir Müttefik İnceleme Heyetinin Tespitleri-

(1915–1920 Arasında Doğu Anadolu'da Neler Oldu?)
Birinci Dünya Savaşının son yılında müttefiklerin talebine olumlu yanıt vermekte hiç bir çekince görmeyen Osmanlı liderleri'nin izniyle, Türk –Ermeni meselesini yerinde incelemek üzere içlerinde yabancı gazetecilerinde de bulunduğu bir heyet kuruldu.
Ahmet Refik Bey bu heyetin reisiydi. Alman yazarı Vays, Avusturyalı yazar D. İstayn'dan müteşekkil heyet 17 Nisan –20 Mayıs 1918 tarihleri arasında bir kısım Doğu illerini dolaştı. Ahmet Refik Altınayın bu gezi ile ilgili hatıraları "Kafkas Yollarında" adı ile yayınlandı. Bu anılarda yansıtılan tablo şöyledir.
"Trabzon'da bir şey kalmamış, her köşe, her ev, her türbe tahrip edilmiş... Camiler elim bir halde, hemen bütünü ahır'a tahvil edilmiş. İçlerinde dört –beş parmak kalınlığında gübre serilmiş, Mihrapları, minberleri, ahşap kısımlar kâmilen yakılmış, kelime-i tevhitler parçalanmış. Duvarlara Rusça yazılarla beraber yapılan resimler pek yakışıksız! Bu resimlerde Türk kadınlığı tahkir ediliyor." (1)
"...İnsanlar devamlı çalışıyorlar. Tarlalarda genç ve dinç hiç bir erkek yok. Bir müthiş istilâdan sonra harap kulübelerine dönen bedbaht köylüler, ağarmış sakallarıyla, bükülmüş vücutlarıyla torunlarının cansız ve kansız vücutlarını omuzlarına almışlar, güya yaşamak ve mesut olmak için, yurtlarına dönüyorlar. Bazen yol kenarlarındaki yangın yerlerinde, felaketten kurtulan duvarlar üzerine yeni kerestelerden çatılar kuran köylüler görünüyor... Cevizlik harap, Bütün köy yangın yerinden başka bir şey değil. Cevizlikten Hamsi köy'e kadar pek çok Rum köyü var. Büyük kısmı tahrip edilmemiş. Köylüler tarlalarında çalışıyorlar. Kiliselerinin kapıları sımsıkı kilitlenmiş." (2)
Ardaşa'ya geldiğimiz zaman, harabeden başka bir şey görülmüyordu... Rusların tahribatından, Ermenilerin mezaliminden kalbe dehşet geliyor... Caminin içi, mezarlık, kâmilen perişan, cami ile medrese ahıra dönüştürülmüş, mezarlığın bir kısmına kahvehane yapılmış, sokaklar fişek kovanlarıyla dolu... Rusların geri çekilmesini müteakip Ermenilerin zulmettikleri beldelerden biri de Erzincan. Vaktiyle 20.000 nüfusu barındıran kasabada şimdi 3–4.000 kişi bile yok. Rusların istilası sırasında kasabada kalanlar fakir ve aciz halk. Bunların da bir kısmı Ermeniler tarafından kesilmiş, öldürülmüş, yakılmış ve kuyulara atılmış. Kasaba Osmanlı Ordusu tarafından Şubat'ta kurtarılmış. Ölülerin toplanması hala bitmiyor..." (3)
Heyet 6 Mayıs 1918'de Erzurum'a varır.
"Erzincan ıssızlığıyla kalbe kasvet veriyor. Bu yangın yerlerinden bir an evvel kurtulmak adeta bir saadet. Yola çıktığımız zaman açlık manzaraları, sefaletler, Ermeniler tarafından kesilmiş başlar, parçalanmış vücutlar bir türlü gözlerimizin önünden gitmiyor. Yolda köyler hep yakılmış, yanmamış, yıkılmamış, kurumamış hiç bir şey yok... Ilıca büyükçe bir köy. Erzurum ovası buradan başlıyor. Ovanın solunda kalan köyler tamamen harap. Ermeniler en çok burada mezalim yapmışlar. Çoluk çocuk, kadın, erkek köyde ikamet edenlerin hepsini öldürmüşler, bir tek nüfus bile kalmamış... Yalnız Erzurum sokaklarında toplanan İslâm naşı 4.000'den fazla..." (4)
Son olarak ünlü yazar Şevket Süreyya Aydemir'in kendi, yaşamını anlattığı "Suyu Arayan Adam" adlı kitabından Erzurum'da Ermenilerin neler yaptığı konusundaki gözlemlerini doğrudan alıntı yaparak izliyoruz. Yedek subay teğmen Aydemir'in anıları şöyledir:
"Ermeni ordusuna Taşnak komitacıları hâkimdi. Bu komita'nın en büyük hırsı, sadece bir imha ve intikam savaşından ibaretti. Çılgın hesaplaşmanın bir türlü sonu gelmiyordu. Erzurum yolu üstündeki Cınıs köyü karşısında Evreni köyünde, kadın, erkek, çoluk çocuk bütün köylüler öldürülmekle kalmamıştı. Öldürülenlerin vücutları parçalanarak, kolları, bacakları, kafaları, kasap dükkânlarındaki etler gibi duvarlara çivilere, çengellere asılmıştı. Fakat bunları yapanların hırsları bununla da sönmemişti. Köyde ne kadar hayvan ele geçmişse mandalar, sığırlar, davarlar, kümes hayvanları, hatta köpekler öldürülmüş, parçalanmış, yerlere serilmişti. Cınıs'ta ise bütün köy halkını ayakta ve köyün ağzında bekliyor gördük. Fakat bunlar bir ölü kafilesiydi. Köyden çıkarılan köye gireceğimiz yol üstünde süngülenirken birbirine sokulan ve yapışan kadın, erkek, çocuk bu insanlar, dayanılmaz bir soğuk altında (bazen gece –30C0) kaskatı donmuşlar ve öylece kalmışlardı." (5)
"Erzurum'da şehrin galiba yarı nüfusu öldürülmüştü. Yalnız Gürcü kapı İstasyonu'nda 3.000 kadar ölü, bir odun ve kereste deposunda olduğu gibi, intizamla adeta zevkle dizi, dizi, yığın yığın, sıralanmış istiflenmişti. Bunlar Erzurum şehrinin kadın, erkek, çocuk Türk halkındandı. Sıraların, istiflerin bozulmaması, yıkılmaması için, boylarına, cüsselerine göre dizilen ölü sıralarının aralarına, yerine göre ayrı ayrı boylarda çocuk yahut yaşlı ölü vücutları sıkıştırılmıştı. Bütün bunları yapanlar belli ki yaptıklarından zevk alıyorlardı. Bu zevki mümkün olduğu kadar uzatmak, daha fazla tutmak istiyorlardı." (6)
Değerli okuyucular, tekrar ve açıklıkla belirtmek isteriz ki, bu acı sahneleri size sunmamızın amacı, ne daha önce tenkit ettiğimiz propagandacılar Lepsius, Bryce, Toynbee, Margenthau ve onların da öncesindeki Gladstone gibi propaganda yapmak, ne de Ermeni düşmanlığı aşılamaktır. Amacımız bu gün dünyanın büyük bir kesiminin kasıtlı olduğuna inandığımız bir inatla görmek, duymak istemedikleri, bu bölgedeki insanlık dışı olayları görmelerini sağlamak için, satha çıkarmaktır. Burada acı çeken insanlar Ermeniler veya herhangi bir Hıristiyan toplum olsaydı, öyle tahmin ediyoruz ki ( tıpkı günümüzdeki Ermeni asıllı gazetecimiz Hrant Dink olayında olduğu gibi) Kuzey Kutbundaki Eskimo halkı bile abartılı cinayetlerle süslü soykırım hikâyelerini ezberlemişlerdi. Bölgede yapılanlar uluslararası şahitli, ispatlı bir soykırım, bir insanlık suçudur. Türk halkını tabii hakkı olan bir pasif savunma tedbiri alması nedeniyle cani olarak ilan eden liderler bizce bu olayların gerçek suçlularıdır. Ermenilere, silah, teçhizat ve son anda görüldüğü gibi asker dahi vererek takviye eden, kışkırtan Ruslar, İngilizler, Fransızlar, Almanlar ve Avusturyalılar derece derece suçludurlar. Dünya'da bu iddiayı cesaretle ortaya koyacak, savunacak, masum Türk insanının hakkını arayacak tek merci sizlersiniz. Bütün bu gerçekleri öğrenmişken artık eskisi gibi susamazsınız, günahkârlar masum Türk ve Müslümanlara hangi ses tonuyla "katil – barbar" diye bağırabiliyorlarsa siz de onlara iki misli şiddetle ve aynı sözlerle "katil, hainler, sahtekârlar" diye haykırma hakkına sahipsiniz. Kanaatimizce gerçek tarihi gelişmeler ve değerlendirmeler ışığında, bu sizin "hem hakkınız, hem de vazifeniz" olacaktır.
İngilizlerin Kafkasya ve Doğu Anadolu'daki üç il (Elviye-i selâsiye / Kars, Ardahan ve Batum) ile ilgili niyetleri Mütareke görüşmeleri sırasında açığa çıkmıştı. Amiral Calthorpe sadece Kafkasya'nın değil savaş öncesi hudutlarına çekilerek, Sarıkamış'a kadar bu üç ilin de tahliye edilmesini istedi. Bu üç il için Temmuz ayında bir "Halk Oylaması" yapıldığı ve halkın büyük çoğunluğunun isteğiyle katılım kabul edildiği belirtildi ise de İngilizler bu illerin boşaltılması isteğinden vazgeçmediler. İşgal Donanması İstanbul'a ilerlerken 11 Kasım 1918 günü bütün Kafkasya ve üç ilin tahliyesi talebi hükümete iletildi. (7) Emir 23 Kasım 1918 günü 9. Ordu komutanı Yakup Şevki Paşa'ya bildirildi. Ordu'nun Kafkasya'dan çekilmesi bekleniyordu ancak üç ilden çekilmesi haberi bölgedeki Müslüman halkı üzerinde büyük bir üzüntü yarattı. Bunun anlamı yeniden Ermeni baskıları, yeniden Ermenilerin kıyım yapabileceği anlamına geliyordu. Kimse işgal bölgesinde VAN, ERZİNCAN, ERZURUM, kıyımlarını unutmamıştı. Kafkasya'nın Türk kontrolüne geçmeden önce 31 Mart 1918'de Ermenilerin Bakü'de uyguladığı toplu kıyım olayını (8) unutmamışlardı.
Rusya içinde meydana gelen iç çatışmalar bu bölgede de yayılmıştı ve İngilizler bu bölgede hâkimiyet kurmaya çalışıyorlardı. Enver Paşa'nın Ağustos 1918'de Bakû'ye doğru ilerleyen 14.000 kişilik bir birliği karşılama görevini 10.000 kişilik bir gönüllü birliği üstlenmişti. Bunların 3000'i Rus ve 7000'i ermeniydi. 1000 kişiye yakın bir İngiliz birliği de onları organize etmek amacındaydı. (9) Türkler şehre girerken İngilizler fazla zayiat vermeden gemilerle uzaklaştılar. Daha sonra Sovyet Tarihçileri bu olaya atıfta bulunarak 1987 yılına kadar İngilizlerin, kendi savaş sonrası amaçları (Bakü petrolleri) için Bakûlüleri güç durumda terk ettiklerini iddia edeceklerdir. (10)
Daha önce Rus, Gürcü, Ermeni soykırım ve zulümlerini görmüş olan bölgedeki Türk ve Müslüman halk, hem özgürlüklerini kaybetmemek ve hem de kendilerini korumak için harekete geçtiler. Bu amaçla daha Mütareke imzalanmadan 29 Ekim 1918'de "Ahıska Geçici Hükümeti" 3 Kasım 1918'de "Aras Türk Hükümeti", 5 Kasım 1918'de Kars ilinde "Kars İslâm Şûrası" kuruldu. (11)
Dipnotlar

(1) Ahmet Refik Altınay, Kafkas Yollarında, s.8–9 (Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara–1981).
(2) Aynı Eser, s.24.
(3) Aynı Eser, s.36.
(4) Aynı Eser, s.45–48.
(5) Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam, s.120–121 (7. Baskı, İstanbul–1979).
(6) Aynı eser, s.121.
(7). Tevfik Bıyıkoğlu, Türk İstiklâl Harbi C.I, S.157 (Ankara –1962).
(8). Abdülhaluk Çay, The March 31, 1918 Bakû Massacre, İmperialism and the Armenian Community, S:127. (İnstitute for the studes of Turkish Culture, Ankara –1987); Firuz Kazemzadeh, The Struggle For Transcaucasia, 1917–1921, S.128–137 (New York –1951); W.E.D. Allen and Paul Muratoff. Caucasian Battlefield, (Cambridge –1953); Ulrich Trumpener, Germany and the Ottoman Empire, 1914 – 1918, P. 187 (Princetone Unirversity Press –1968).
(9). Peter Hopkirt, İstanbul'un Doğusunda Bitmeyen Oyun, S.210–211 (Çeviren Mehmet Harmancı, Sabah Kitapları, İstanbul- 1995).
(10). Aynı eser, S.220.
(11). Ahmet Ender Gökdemir, Cenub-i Garbi Kafkas Hükümeti, S.35 (Atatürk

Dr. M. Galip Baysan ANKARA, 24 Ocak 2008 Perşembe

“Özgür” ve “bağımsız” Ermenistan yanılsaması

SOVYET ERMENİSTANI’NIN DEVLET BAŞKANI KARİNYAN’DAN
“Özgür” ve “bağımsız” Ermenistan yanılsaması
Karinyan’a göre Taşnak hükümeti, kendi sınırları içinde yaşayan diğer milletlere ikinci sınıf muamelesi yapacaktır. Ermenilerin nüfusun sadece üçte birini oluşturduğu dikkate alınırsa, iktidardaki Ermeni burjuva azınlığının oynayacağı rol açıktır. Yeni “cumhuriyet”in hükümeti, sadece geniş Ermeni emekçilerini değil, bütün çevre ülkelerin nüfusunun bulunduğu çoğunluğu karşısına alacaktır.
MEHMET PERİNÇEK
İÜ AİİTE Ar. Gör.
Sovyet Ermenistanı’nın ilk Merkez Yürütme Kurulu Başkanlarından (Devlet Başkanı) A. B. Karinyan, Ermeni meselesini ve milliyetçi hareketini inceleyen birçok makale ve kitap kaleme almıştır. 1928 yılında dizi şeklinde çıkan makalelerini “Ermeni Milliyetçi Akımları” adıyla kitap olarak yayımladığımız Karinyan, 1919 yılında Ermenistan Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin yayın organı olan “Karmir Droşak”ta önemli bir yazı yazar. “Bağımsız Ermenistan” başlıklı yazı, daha sonra Stalin’in başında olduğu Milletler Halk Komiserliği’nin (Bakanlığı) haftalık gazetesi Jizn Natsionalnostey’in (Milletlerin Yaşamı) 22 ve 29 Haziran 1919 tarihli sayılarında iki bölüm halinde basılır.
Sovyet Ermenistanı’nın önemli devlet ve bilim adamlarından Karinyan’ın yazısının çıktığı dönemde Taşnaklar, Ermenistan’ın bağımsızlığını daha yeni ilan etmiştir. Türkiye’de ise Mustafa Kemal önderliğindeki Kurtuluş Savaşı merkezi anlamda başlamamıştır. Karinyan’ın yazısında sıcağı sıcağına ortaya koyduğu tespitler öngörüsünün ne kadar güçlü olduğunu göstermektedir. Diğer taraftan Türk-Sovyet dostluğunun resmi anlamda doğmamış olması da Ermeni meselesiyle ilgili olguların Türkiye’ye destek olmak amacıyla değil, tamamen gerçekleri ortaya koymak için tespit edildiğini göstermektedir.
“BU YANILSAMAYA SON VERİLMELİDİR”
Karinyan, Ermeni milliyetçilerinin İngiliz-Fransız emperyalistleriyle zaferlerini aynı zamanda kutladığına dikkat çekerek başlar yazısına. Sadece Taşnaklar değil, Ermeni muhafazakârları ve liberalleri gibi ılımlı hareketler de “bağımsız” ve “özgür” Ermenistan’ı sevinçle karşılamışlardır. Bütün bu hareketlerin taraftarları, halkı Ermenistan için yeni bir dönemin başladığına, kötü ve acı günlerin geçmişte kaldığına ikna etmeye çalışmaktadır.

Karinyan, özellikle o günlerde bu inancın bir dizi savunucusu olduğunu belirtir. Ermeni halkının önemli bir kısmı bu inançla yatıp kalkmaktadır. Büyük ve korkunç Emperyalist Savaş artık arkada kalmıştır. Savaştan yorulmuş emekçi kitleler, nefes alabilecekleri her fikre meyil etmeye hazırdır. Herkes, normal bir iş sahibi olmak istemekte, yeni bir hayatın hayalini kurmaktadır. Rus ve göçmen Türk Ermenileri ve Ermenistan’dan kaçan Ermeni mülteciler, bu “yeni hayatın” “özgür” ve “bağımsız” Ermenistan’da gerçekleşeceğine inanmaktadır. Bu inanca kapılmış olan kitleler, vatanlarına geri dönmek için sıraya girmiştir.

Karinyan’a göre Ermeni komünistlerinin görevi bu yanılsamaya son vermektir. Ermeni Bolşeviklerinin kitlelere karşı borcu, emperyalist dünyanın yardımıyla kurulan “bağımsız Ermenistan”ın özünü ve gerçek yüzünü ortaya koymaktır. Vatanlarına geri dönenler, “bağımsız Ermenistan”ın gerçek durumu ve geleceğiyle tanışmalıdırlar. Ermeni milliyetçilerinin uzun süredir üstünü örttüğü gerçeklerle yüz yüze gelinmelidir.

TAŞNAKLARIN BÜYÜK ERMENİSTAN TALEPLERİ

“Bağımsız Ermenistan”la ilgili olarak Taşnaklar, birçok kez ayrıntılı olarak fikir beyan etmişlerdir. Bunlardan birinde Dr. Hamo Ogancanyan, İtalyan gazetesi Secello’nun muhabirine, büyük devletlere Taşnak hükümetinin milli taleplerini şu şekilde ilettiklerini söylemiştir: Ermenistan, savaşa ve Abdülhamit’in ve Jön Türklerin ölümcül politikalarına kadarki sınırları içinde kurulmalıdır. Altı vilayet, Kilikya (Antep, Adana, Maraş çevresi) ve Güney Kafkasya’da Ermenilerin yaşadığı bölgeler Ermenistan sınırlarına dâhil edilmelidir. Birleşik ve bağımsız Ermenistan, Barış Konferansı tarafından konferansa temsilci gönderme hakkına sahip bir devlet olarak tanınmalıdır. Ermenistan, Cemiyet-i Akvam’a alınmalıdır. Birleşik Ermenistan’ın 3 milyon kilometrekare yüzölçümü ve 4 veya 5 milyon nüfusu olmalıdır. Ogancanyan ardından ekonomik talepleri sıralayacaktır. (Cakamart, 1919, No. 105. “Ermenistan’ın Talepleri” başlıklı makale)
DÖRT TARAFI DÜŞMANLA ÇEVRİLİ ÜLKE
Karinyan’a göre bu talepler aşırı iyimserdir. Sovyet Ermenistanı’nın ilk devlet başkanlarından Karinyan, İngiliz-Fransız emperyalizminin kısa süre içinde bu iyimserliği ortadan kaldıracağına emindir. Ermeni milliyetçilerinin bütün umutlarına rağmen Versay Konferansı’nda Ermenistan’ın sınırları çok daha dar çizilmiştir. Diğer taraftan “Ermenistan Cumhuriyeti”, dört bir tarafı başka milletlerin yaşadığı düşman ülkelerle çevrilmiştir.
TAŞNALARIN DESPOTİK MİLLİ POLİTİKASI
Karinyan, “bağımsız” Ermenistan hükümetinin kendi sınırları içinde yaşayan diğer milletlere ikinci sınıf muamelesi yapacağının ve despotik bir milli politika izleyeceğinin altını çizer. Ermenilerin nüfusun sadece üçte birini oluşturduğu dikkate alınırsa, milli devlet çerçevesinde Ermeni burjuva azınlığının oynayacağı rol açıkça görülecektir. Yeni “cumhuriyet”in hükümeti, sadece geniş Ermeni proleter ve köylü kitlelerini değil, bütün çevre ülkelerin nüfusunun bulunduğu çoğunluğu karşısına alacaktır. Bütün diğer Ermeni olmayan unsurlar, merkez kaç kuvvetlere dönüşecek, ülkeden kaçacak ve komşu ülkelerle bağlantı kurmaya çalışacaktır. Kendilerini ezen Ermeni hükümetine nefret duyan bütün bu öğeler, her zaman bu küçük despotların sallanan binasının yıkılmasının hayalini kuracaktır. Komşu devletler ise kendi sınırları içindeki Ermenileri ezecek ve Ermenistan’la hesaplaşmaya can atacaktır. Karinyan’ın ifadesiyle bu durum kaçınılmazdır. Ardından kaçınılmaz olarak askeri çatışmalar da başlayacaktır. Tabi Ermeni hükümeti, iç ve dış düşmanla savaşmak için ordular kurmak zorunda kalacaktır. Bu durumda Ermenistan’ın “milli ordu” kurmak için şimdiden harekete geçmesi gereklidir. Fakat bu, zor ve gerçekleştirilemez bir görevdir. En fanatik milliyetçiler bile bunu görmektedir.

“TAŞNAK HÜKÜMETİ, İNGİLİZ-FRANSIZ BİRLİKLERİNE MUHTAÇ”
Görev zordur, çünkü Ermenistan, tamamen harap vaziyettedir. Bırakalım düzenli orduyu, yabancıların yardımı olmadan kendi nüfusunu geçindirecek durumda değildir. Halk, savaşlardan, mültecilikten ve halklar arası karşılıklı kırımlardan bitap düşmüş, normal bir hayatın ve komşularıyla dostça ilişkilerin özlemini çekmektedir. Bu bakımdan Ermeni burjuva hükümeti, başkalarının kılıçlarına ve İngiliz-Fransız birliklerine muhtaçtır. “Bağımsız Ermenistan Cumhuriyeti”, dışardan bir yardım almaksızın yaşayamayacaktır.
Daha sonra Karinyan, şu soruyu ortaya atar: Peki bu İngiliz-Fransız birlikleri, Türkiye’de sonsuza dek kalacak mıdır? Karinyan’a göre bu soruya cevap vermek için Avrupa’da seferberliğin ortadan kaldırılması gerekliliği fikrinin günden güne güç kazandığını göz önünde bulundurmak gerekir. Kapitalist Avrupa komünizmden korkmaktadır ve komünizm “mikrobu” hızlı ve güçlü bir şekilde askerler arasında yayılmaktadır. Bu sebeple Avrupa, en kısa zamanda seferberliği kaldırıp, ordularını geri çekip sanayi hayatına tekrardan geri dönmek istemektedir. Versay Konferansı’ndan sonra kapitalist dünyanın önünde duran görev budur.
ERMENİ LEJYONLARININ MİLLİ BOĞAZLAŞMADAKİ ROLÜ
İşte bu yüzden Avrupa emperyalistleri, yerel halklardan oluşan ordular kurmak ve bunlar aracılığıyla “düzeni” sağlamak peşindedir. Fransa, kolonilerinde bu politikayı izlemektedir. İngiltere, Hindistan’da bu yola başvurmuştur. Türkiye’de de bu yapılmak istenmektedir. Kilikya’da şimdiden Ermeni lejyonları oluşturulmuştur. Karinyan, bu durumu şu şekilde değerlendirmeye devam eder:

“Bütün bu yerel ordular, ancak yanlarında Avrupa emperyalizminin disiplinli orduları bulunduğu zaman önemli görevleri yerine getirebilmektedir. Tam tersi durumda yerel halktan orduların oluşturulması, milli boğazlaşmaların, anarşinin ve devrimci patlamaların en önemli faktörü olmaktadır. İngiliz-Fransız ordularının çekilmesinden ve seferberliğin ortadan kaldırılmasıyla Avrupa ordu birliklerinin zayıflamasından sonra Türkiye’de şuan yaşanacak durum budur.”

DOĞU’NUN EMEKÇİLERİ KUKLA DEVLETİN DÜŞMANI

Karinyan, bu olgular dikkate alınmadığı takdirde “Bağımsız Ermenistan Cumhuriyeti”nin yeni üzüntü ve acılara sebep olacağını belirtir. Ülkede yaşayan azınlık milletler bir taraftan, komşu milletler diğer taraftan, her şeyden önce ilk Ermenilere saldıracaktır. Avrupa’ya derin nefret besleyen Doğu’nun bütün emekçi kitleleri de ilk olarak emperyalizmin üssü bu devleti hedef alacaktır. Karinyan, bu ifadelerinin ardından Doğu’nun devrimci hareketinin gelişiminin ilk safhasında şüphesiz kendiliğinden ve örgütsüz bir karakter taşıyacağının altını çizer. Bu kendiliğinden gelişim sürecinde her şeyden önce halk acı çekecektir. Karinyan, bu bakımdan tereddütsüz bir şekilde “bağımsız Ermenistan Cumhuriyeti”nin en fazla Ermeni emekçilerine zarar vereceğini iddia eder.

TAŞNAKLARIN TARİH ÇARPITMALARI

Bu tespitinin ardından Karinyan, “Bağımsız Ermenistan”ı inşa edenlerin Wilson’un basit bir açıklamasının ve himayesinin Ermenistan’ın gerçek bağımsızlığı için yeterli olacağına derinden inandıklarını ifade eder. Hatta Ogancanyan, Ermenistan’ın herhangi bir ülke ve devletten bağımsız bir politika izleyeceğine emindir. Ermeni devlet adamı Karinyan’a göre bu inanç ve fikir, Ermeni aydınlarının hala eski kapitalizm öncesi romantizminden kurtulamadığını kanıtlamaktadır. 20. Yüzyıl Ermeni burjuvazisinin sözcüleri, eski feodal Ermenistan’la böbürlenmiş, övünüp durmuşlardır. Birkaç sene önce K. Hatisyan, Ermeni feodal beyleriyle övünen bir dizi yayın yapmıştır. Bu kör idealist yaklaşım, Ermeni aydınlarında ve hatta edebiyatında kök salmıştır. Ani şehrinde yapılan kazılar, Ermeni tarihiyle ilgili yapılan inceleme ve araştırmalar, hemen hemen her zaman hep bu spesifik milli romantik görüşün ürünü olmuştur.

Karinyan’a göre Ermeni aydınları ve özellikle de Ermeni küçük burjuvazisi, “prenslere”, “lordlara” ve çelik zırhlı şövalyelere hep bayılmışlardır. Bugüne dek devamlı kendilerine idealize edilmiş bir “Ermenistan” çizmektedirler. Başka türlü düşünememektedirler. Ermeni burjuvazisi, güncel kaygılarla arzularını romantik ortaçağın boya ve çiçekleriyle süslemeyi çok sevmektedir. Bay Ogancanyan ve onunla birlikte Ermeni aydınlarının geniş bir kesimi, bu yolda ilerlemektedir.

“TAŞNAKLAR, ÜLKENİN EKONOMİK SONUNU HAZIRLIYOR”

Karinyan, Ermeni burjuvazisinin bağımsız milli bir kapitalizm geliştirmeye gücü olmadığını da vurgular. “Bağımsız Ermenistan”da izlenecek bu işbirlikçi politikalarla kapitalist yolla kalkınmaya çalışmak nafiledir. Çünkü emperyalizm çağında Ermenistan’ın ve burjuvazisinin gücü finans tekelleriyle boy ölçüşmeye yetmeyecek ve emperyalist tekellerin bir şubesi olmaktan ileriye gidemeyeceklerdir. Ne kadar “bağımsız” olsa da Ermenistan gibi küçük ölçekli ülkeler, bu şekilde emperyalist devletlerin pazarı olmaktan kurtulamayacaktır. Balkanlar örneği, bunun en önemli kanıtıdır. Dolayısıyla Ermenistan’ın geleceğini emperyalistlerin zaferine bağlayan Taşnaklar, aslında ülkenin ekonomik-siyasal sonunu hazırlamaktadırlar.
BUGÜNE ÇIKAN DERSLER
Karinyan’ın “Bağımsız Ermenistan” başlıklı makalesi, Ermeni meselesini aydınlatması yanında günümüz gelişmelerine de ışık tutmaktadır. Irak’ın kuzeyinde kurulan kukla devletle Karinyan’ın özünü ortaya koyduğu Taşnak Ermenistanı arasında hiçbir fark yoktur. Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde emperyalizmin bölge ülkelerine karşı savaş üssü işlevi görecek olan kukla devleti bekleyen gelişmeler Taşnak Ermenistanı’nın kaderinden farklı olmayacaktır. Tabi emperyalizmin saldırgan politikalarının aleti olmanın faturası, en fazla yine Kürt halkına çıkacaktır. Bu bakımdan Karinyan’ın uyarıları, kukla devleti inşa edenler ve bu yanılsamanın peşinden sürüklenenler açısından da derslerle doludur.
KUTU I:
A. B. Karinyan kimdir?
Artaşes Balasiyeviç Karinyan (Gabrielyan), 11 Kasım 1886 tarihinde Bakû’de doğmuştur. 1907 yılından beri Sovyetler Birliği Komünist Partisi üyesi olan Karinyan, 1910 yılında Petersburg Üniversitesi’ni bitirir. Ardından Bakû’de devrimci faaliyetlerin merkezinde yer alır. 1918 yılında Bakû Komünü’nün Adalet Halk Komiseri (Bakanı) olur. Ermenistan’da Sovyet iktidarının kurulmasının ardından Sovyet Cumhuriyeti’nin İktisat Komitesi Başkanlığını yapar. 1924-28 yılları arasında Ermenistan Merkez Yürütme Kurulu Başkanı’dır. Karinyan’ı, 1929-30 yıllarında Ermenistan SSC Eğitim Halk Komiser (Bakan) Yardımcısı olarak görüyoruz. 1906 yıllından beri yayıncılıkla uğraşan A. B. Karinyan, İskra, Bakinskiy Raboçi, Pravda, Put Pravdı gibi Bolşevik yayın organlarında makaleler yazmıştır. Ermenistan SSC Bilimler Akademisi üyesi de olan Karinyan, üstün hizmetlerinden dolayı Lenin Nişanı ve Emekçi Kızıl Bayrak madalyasıyla ödüllendirilmiştir. 1982 yılında ölen Karinyan’ın siyaset, iktisat ve tarih üzerine yayınlarının dışında edebiyatçı ve eleştirmen kimliğiyle de birçok eseri vardır.
KUTU II:
Karinyan’ın Ermeni Milliyetçi Akımları kitabındaki saptamaları
- Türkiye Ermenileri, Rusya Ermenilerine göre çok daha iyi şartlarda yaşamışlardır.
- Ermeni milliyetçiliğinin saldırganlığının nedeni, Ermeni burjuvazisinin doğuşundan itibaren işbirlikçi karakterde olmasıdır.
- “Taşnakizm”, saldırgan Ermeni milliyetçiliğinin bir devamıdır.
- Taşnaklar, her dönemde Batı emperyalizminin ve Çarlık Rusyası’nın aleti oldular.
- Taşnaklar, bu temelde Birinci Dünya Savaşı’ndan çok önce Türkiye karşıtı şovenist bir kampanya başlattı. Sadece Kafkas Cephesi’nde değil, Çanakkale Cephesi için de gönüllü birlikler oluşturarak emperyalist orduların komutasında savaştılar.
- Büyük Ermenistan’ın önündeki en büyük engel, bölgede Ermenilerin Müslüman nüfusa oranla tartışmasız azınlık olmasıydı. Bu yüzden Ermeni gönüllü birlikleri, Türk ve Kürt nüfusu sistemli olarak imha etti. Bu katliamlar, Taşnakları kullanan Çarlık komutanlarını bile çileden çıkartacak düzeydeydi.
- Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Taşnak Ermenistanı, devrimci Türkiye ile Sovyet Rusya arasına duvar ördü.
- Taşnak hükümetinin toprak politikası, Müslüman köyleri talana dayanıyordu.

Ermenilerin Maraş’tan Ayrılmaları, 1920-1922

Yrd. Doç. Dr. Mehmet Yetişkin - Sütçü İmam Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi
Ermenilerin Maraş’ı terk etmeleri ile onların bağımsızlık kazanma amacıyla devlete karşı sık sık ayaklanmalar çıkarmaları, emperyalist devletlerin bir maşası olarak rol oynamaları ve en sonunda da işgalciler ile işbirliği yapmaları arasında sıkı bir ilişki vardır. Ermeniler Maraş’ta Türkler ile birlikte, kendi tarihi ve demografik gerçeklerine uygun bir yaşam yerine, dış güçlerin desteği ile bağımsızlık için mücadele etmişler, ancak mücadeleyi kaybedince de bölgeyi terk etmeyi seçmişlerdir. Bu gidişte, kendi izledikleri gerçeklerden yoksun siyaset ile, emperyalist devletlerin çıkar çatışmalarının büyük sorumluluğu vardır. Onlar şehirde kovulmamış, emperyalistlerin ve işgalcilerin emellerine alet olduklarından, onlarla birlikte ayrılmışlardır.

Maraş şehrinde oldukça azınlıkta olmakla birlikte Ermeniler Maraş’ın önce İngilizler ve sonra da Fransızlar tarafından işgalini kendileri için kaçırılmaz bir fırsat olarak görmüş, sonunda batılı büyük devletlerin desteklerini elde ettiklerini düşünmüşlerdir. Bu desteğe güvenerek bir bağımsız Ermenistan kurma şansını yakaladıklarını ve bunu iyi değerlendirmeleri gerektiğini algılamışlardır. Paris’te Ermeni delegasyonu başkanlığını yapan Boghos Noubar oldukça geniş topraklar üzerinde bir Ermenistan istemiş, ancak istediği topraklar üzerindeki toplam nüfus içinde oranları ancak yüzde 15 olmasına bakmaksızın, kuzeyde Karadeniz, güneyde Akdeniz’e ulaşan sınırları ve Rusya Ermenistan’ını içine alan bir bağımsız Ermeni devleti kurmak iddiasında bulunmuş ve hatta bu devletin bağımsızlığını da 30 Kasım 1918’de ilan etmiştir. Maraş şehri bu düşünülen ve sözde ilan edilen devletin sınırları içinde yer alıyordu.1

Mütareke döneminde bölgeyi ilk işgal eden İngilizlerin varlığını kendi çıkarları için kullanma yolları deneyen Ermeniler, İngilizlerin şehri işgali döneminde umduklarını bulamamışlardı. Bunda gerek İngilizlerin bu bölgedeki geçici olmaları, çünkü buraları gizli anlaşmalarla Fransızların etki bölgesine ayrılmıştı, ve gerekse de İngilizlerin gelecekteki Fransız işgalcilerinden daha gerçekçi bir işgal politikası izlemeleri etkili olmuştur. İngilizlerin Fransızlar ile yaptıkları Eylül 1919 tarihindeki Suriye İtirafnamesi hükmünce zengin petrol yataklarına sahip Musul vilayeti karşılığı Çukurova ve Güneydoğu Anadolu’yu Fransızlara terk ederek bölgede çekilmeleri, ve bölgenin Ermeni yanlısı Fransızların işgali altına girmesi Ermenilere bağımsızlık yolunda büyük bir umut ve sevinç vermiştir.

Ermeniler Fransız desteği ile kendi amaçlarına ulaşmak isterken, Fransızlar da kurmayı düşündükleri büyük Suriye mandası için kuzeyde kendi kontrollerinde bir “Ermeni” tampon bölgesi oluşturmak düşüncesindeydi. Bunun için Ermeniler Fransızlarla, Fransızlar da Ermenilerle işbirliği yapmışlardır. Fransızlar bölgenin işgali ve bu işgalin sürdürülebilmesi için Ermeni gönüllülerine, Birinci Dünya Savaşı sırasında kurdukları ve gelecekteki “Küçük Ermenistan’ın ordusu”2 olarak gördükleri Ermeni askerlerine, Legion d’Orient, ve işgal ettikleri yerlerdeki silahlandırıp askeri eğitim verdikleri Ermeni milislerine güvenmekteydiler.

Ermeniler ise Fransızların bölgedeki askeri gücü ve uluslararasındaki siyasi desteği ile bölgedeki ezici Türk varlığını dengelemek ve sonra da ya türlü yollarla yok etmek ya da, en azında, kendi kuracakları devlette azınlık durumuna düşürmek istiyorlardı. Bu sebeple, Türklerin kendilerini dostça karşılayıp, birlikte yaşama konusunda gösterdikleri mütareke dönemi anlayışını reddetmişlerdi. İngilizlerin şehri terk edeceğini öğrenir öğrenmez Fransızlara müracaat ederek kendilerinin güvende olmadığını iddia ederek bir an önce şehrin Fransızlar tarafından işgalini istemişlerdi.3 Fransız işgal güçlerinin şehre girdiği gün ise büyük bir coşku içinde şenlikler düzenlemişler ve işgali kendileri için bir “kurtuluş” olarak görmüşlerdir.4

Her ne kadar Türkler ve Birinci Dünya Savaşında taraf oldukları güçler savaştan yenik çıkmışlarsa da, özgür kalma ve yaşama azimlerinden bir şey kaybetmemişlerdi. Ülkenin birçok yerlerinde bağımsızlık için kuvay-ı milliye teşkilatları kurmuş, işgallere karşı mücadeleye başlamışlardı. Mustafa Kemal Paşa’nın 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak bu ulusal güçleri örgütlemeye başlaması, işgalcileri ve onların işbirlikçilerini zor duruma düşürmüştür. Bu bağlamda, Maraş ulusal direncin ilk somut örneğini gösterme başarısını gerçekleştirmiştir.

İşgalin esaret ve yok olmak olduğunu gören Maraş’ta ki Türkler, öncelikle şehrin İngiliz işgalinde olduğu gibi Fransız işgali altında da statükonun devamını istemiş, onların günlük hayata ve resmi işlere karışmamasını beklemişlerdir. Bu amaçla, Maraş’taki Ermenileri de kendi yanlarına katarak işgalci Fransızlara karşı birlikte mücadele etme teklifini sunmuşlardır. Ancak, Ermeniler buna yanaşmamıştır. Bunun üzerine, Ermenilerin tarafsız kalmasını istemişlerse de Ermeniler tarafsız kalmayı da kabul etmemişlerdir.5 Bundan sonra Türkler tek başlarına kendilerini esir etmek isteyen Fransız ve Ermenilere karşı tüm güçleri ile mücadele etmek zorunda kalmışlardır.

Türkler ile Ermeniler ve Fransız işgalcilerin birlikte yaşama umutları sona erince, şehirde çetin ve kanlı mücadele başlamış, taraflar birbirilerini yok etmek için ellerinde gelen çabayı göstermişlerdir. Ermenilerin sürekli olarak Fransızları teşvik ederek Türk evlerini yakmaya ve büyük zararlar verdirmeye çalışmaları, şehirdeki top ve makineli atışlarının oluşturduğu korku, dehşet ve yıkımlar büyük acılara yol açmıştır.6 Buna karşılık Türkler Maraş’ta, Milli Kuvvetlerin de yardım ve destekleri ile Milli Mücadelenin ilk zaferini kazanmışlardır. 21 Ocak 1919’dan 12 Şubat 1920’ye 22 gün süren kanlı mücadeleden sonra Maraş’ta ki Fransız işgal güçleri şehri terk etmek zorunda kalırken, onlara destek vererek Türklere karşı savaşmış olan Ermeniler de şehirde kalma onurunu kaybetmişlerdir. Çünkü onlar Türklerin kendileri ile birlikte işgalci düşmana karşı mücadele teklifini reddetmiş, düşmanla birlik olarak yüzlerce Türk’ün ölümüne sebep olmuşlardı. Eğer kendileri kazanmış olsalardı, büyük ihtimalle şehirdeki Türkler katledilecek, ağır baskı altında kalacak veya şehri terk etmek zorunda bırakılacaklardı.

Dolayısıyla Maraş’ta ki Ermeniler zaferin Türkler tarafından kalması sebebiyle birlikte mücadele etmiş oldukları Fransızlar ile birlikte şehri terk etmek durumunda kalmışlardır. Bu bağlamda, savaştan önce şehirdeki 20 bin civarındaki Ermeni, gerek savaş sırasında canını kaybederek, gerek Fransızlar ile birlikte kaçarak ve gerekse de daha sonra Amerikalı misyoner ve yabancı kuruluşlar denetiminde şehirden ayrılarak şehri terk etmişlerdir. Bu aşamada, Ermenilerin Maraş’ı terk etmesini,

a. Savaş sırasında hayatını kaybedenler,
b. Fransız işgal güçlerinin yenilgi üzerine şehri terk etmesi sırasında onlar ile birlikte kaçanlar
c. Ve daha sonra Amerikalı misyoner, Yakın Doğu Yardım Kurumu yetkilileri, doktor ve öğretmenleri önderliğinde şehri terk edenler olarak üç kısımda incelemek mümkündür.

Öncelikle Maraş savaşı sırasında tarafların kayıplarına bir bakıldığında, oldukça farklı rakamlarla karşılaşılmaktadır. Arslan Bey komutasında Maraş Kuva-yı Milliyesi’nin, Pazarcık ve Göksun’dan gelen milli kuvvetlerle desteklenmesi sonucu, ve gerek Elbistan ve çevre depolarda silah yardımı ve özellikle de kışladaki silah ve cephanenin kuvay-i milliyecilere dağıtılması sonucu, oldukça güçlü bir konuma gelen Türkler, Ermeniler ile Fransızlara karşı 22 gün başarı ile mücadele etmişler, şehrin önemli bir kesimine hakim olarak savaşmışlardır. Ermeniler ise Fransız askeri yardımını sağlayarak Türklerin Milli Kuvvetlerine benzer “Ermeni Milli Birlik” adlı kendi savunma teşkilatlarını kurmuşlardır.7 Dahası, Ermeniler Fransız askeri birliklerinin de bulunduğu büyük evlere-Bulgurcıyan, Hırlakyan evleri gibi-kiliselere, okullara ve manastırlara sığınarak savaşı sürdürmüşlerdir. Bu binalar genellikle sağlam yapılı ve savunmaya müsait yerlerdi.
Fransız işgalci güçlerine gelince, askerlerin bir kısmını Ermenileri korumak ve onlarla birlikte savaşmak için kilise, okul ve manastırlara yerleştirmiş, komutanları General Quérette ise kışladaki birliklerin başında savaşı sürdürmüştür. Ermeni ve Fransızlar top ve makineli gibi ağır silahlardan üstün iken, Türkler cadde ve sokaklara hakim olarak ve şehri çepeçevre sararak bir üstünlük kurmuşlardır. Hatta, birçokları Ermenilerin topluca sığındığı ve silahlı mücadeleye başladığı kilise, ev, hastahane ve okulların etrafındaki kendi evlerini yakarak, buraların daha rahat sarılmasını ve etkisiz hale getirilmesini sağlamışlardır. Öyle ki Ermenilerin bulunduğu yerler yanmış ve yıkık Türk evleri arasında birer ada şeklinde kalmıştır.8
Savaş çetin ve kanlı geçmiş, genellikle iki kesim de ciddi çatışma ve kayıpları tatmıştır. Savaşın son günlerinde Albay Normand komutasındaki birliklerin şehre yardım için gelmesi ve Mercimek Tepe’yi alarak Müslümanların yaşadığı şehir sakinlerine top atışlarıyla ağır kayıplar verdirmesi,9 bir ara Türklerde bezginlik hali yaratmış, birçokları ev halklarını alarak güvenlik için şehri terk edip komşu yerleşim yerlerine gitmişlerdir.10 Hatta, Ermeniler bu fırsattan faydalanarak bazı Türk evlerini yağmalayıp, rastladıkları bazı Türkleri öldürmüşlerdir.11 Durumun aleyhlerine döndüğünü gören bazı Türk ileri gelenleri, Dr. Mustafa’yı düşmanla görüşmek ve bir anlaşmaya varmak için Fransız komutanla buluşmaya zorlamışlardır. Ancak, milli kuvvetlerin tavizsiz ve inatçı mücadelesi Fransızları pes ettiremeye yetmiştir.12 Fransızlar, 9 Şubat’ta aldıkları karar doğrultusunda, 11/12 Şubat gecesi gizlice şehirden çekilmeye başlamışlardır. Bu çekiliş Ermeniler arasında büyük bir paniğe yol açmış ve binlerce Ermeni apar topar onları izleyerek şehirden kaçmaya başlamıştır.
Çetin ve kanlı olayların yaşandığı çatışmalar boyunca her kesimden yüzlerce ve binlerce insan hayatını kaybetmiştir. Bu bağlamda, Türklerin kayıpları 200 ile 4.500 arasında değişen rakamlarla ifade edilmiştir. Her ne kadar birçok kaynakta Türklerin kayıpları 200 ile 300 arasında gösterilmişse de,13 Amerikan Yakın Doğu Yardım kurumunda çalışan ve savaş boyunca Maraş’ta Ermenilerle birlikte hareket eden Stanley E. Kerr’e göre 200 rakamı Türklerin sadece düzenli askeri birliklerinden kaynaklanan kayıpları ifade etmektedir. Türkler toplamda 4.500 kayıp vermişlerdir.14
Kaynakların ifadesine göre, Fransız kayıpları 800 ile 1.200 arasında değişmektedir.15 Topları ve ağır silahlarının gölgesinde ve bulundukları noktadan fazlaca ayrılmadan savaşan Fransızlar, karşı tarafa yıkıcı ve öldürücü top ve makineli atışları yaparken, kendileri çoğunlukla daha az tacize uğramışlardır.
Ermenilerin kayıpları ise 3.500 ile 12.000 arasında değişen rakamlarla ifade edilmiştir. 10 Şubat akşamı Dr. Mustafa, Amerikalı Dr. Wilson ve Fransız subaylar Alman Hastahanesinde barış için toplanıp karara varmaya çalıştıkları sırada, 10.000 Ermeni hayatta olduğu ifade edilmiştir.16 Yakın Doğu Yardım Kurumundan, W. Nisbitt’in savaşla ilgili memorandumuna göre Ermenilerin toplam kaybı 3.500 ile 4.000 arasında idi ve şehrin yarısı yanmıştı.17 Kerr’e göre, Savaş sonunda şehirde kalan ve dört ana binada-Amarikan misyoner kompleksi, Alman hastahanesi, Betişalom Yetimhanesi ve Katolik Ermeni Kilisesi-toplanan Ermenilerin sayısı 9.700 idi. Fransızların kendilerini kimsenin izlememesi gerektiği yolundaki uyarı ve emirlerine rağmen, Ermenilerden kaç kişinin İslahiye’ye doğru yola çıktığı tam olarak bilinmiyorsa da, 3.400 civarında Ermeni’nin Fransızlar ile birlikte gittiği ve bunlardan 2.400 kadarının İslahiye’ye ulaştığı, yollarda ise 1.000 kadarının öldüğü tahmin edilmektedir.18 Aynı zorlu yolculuğu yapmış olan bir görgü tanığına göre, 4.000 asker ve 5.000’den fazla Ermeni Fransızlarla birlikte Kaçmış, Belpınar’dan sonra ağır ve on üç saat süren bir tipi fırtınasının meydana getirdiği “karmaşa ve terörle mücadele ederek” ve büyük kayıplar vererek ilerlemişlerdir. Bu kayıplar, onların 1918’den beri İtilaf güçlerinin “kendi aralarındaki mücadele ve hatalarının” küçük bir sonucudur.19 Bir başka kaynağa göre, İslahiye’ye yola çıkan 5.000 Ermeni’den ancak üçte ikisi varabilmiş ve oradan da İzmir, İzmit ve diğer Yunan işgali altındaki yerlere gitmişlerdir.20 Yine bir başka kaynağa göre, savaşın başında 22.000 olan ve kaç kişinin Fransızlarla birlikte kaçtığı bilinmeyen bir anda geride kalanlar 9.700 kadardı ve bunlar da Türklerin koruması altında güvene kavuşmuşlardı.21 Ghazarian’a göre 22.000 olan Ermeni nüfusundan 5.000’i ölmüş, 3.000’i Fransızlarla birlikte gitmiş ve 14.000 kişi ise şehirde sağ kalmıştı.22 Bağdadlılar’a göre ise 14.000 olan Ermenilerden 8.000’i savaş sonunda sağ kalmış, geride kalan 6.000 Ermeni’den ise ne kadarının öldüğünün ve ne kadarının ise Fransızlar ile birlikte gittiğinin bilinilmediği belirtilmiştir.23
Fransızların çekilme kararı üzerine birçok Ermeni onlarla birlikte çekilmeye karar vermiş, ancak Fransızlar çekilmeyi gizli tuttuklarından Ermenilerin kendileri ile birlikte kaçma isteğine karşı gelmişlerdir. Gerekçe olarak, eğer kalabalık bir Ermeni halkı onları takip ettiği Türklerce görülürse, üzerlerine baskın yapılıp birçokları öldürülebilirdi. Buna rağmen, Ermeni lejyon askerlerinin ve Rus Albay Simonoff’un destek ve ısrarı üzerine bir kilometre ara ile Ermenilerin Fransızları takip etmesine müsaade edilmiştir. Sığındıkları birçok yerden, Türkler tarafından kendilerine saldırıda bulunulabilir düşüncesi ile Amerikalı misyonerler Fransızlar ile birlikte ayrılmak için yetişkin kızların ve erkeklerin gitmesine karar vermiş, geride ise çoğunlukla çocuk ve kadınların kalmasına müsaade edilmişlerdir.24
Fransızlar ile birlikte İslahiye’ye doğru kaçışan Ermeniler ağır kış şartları altında büyük kayıplar vererek yola devam etmişlerdir. Her ne kadar milli kuvvetlerce Aksu, Eloğlu ve bazı yerlerde saldırılar olmuşsa da bunlar pek etkili olmamıştır. Asıl kayıplar soğuğa ve kara verilmiştir ki o günlerde eşine az rastlanır çetin bir kış yaşanmıştır. Örneğin, yetimhaneden gönderilen 51 kızdan ancak 40’ı İslahiye’ye varmış, Senegalli askerlerden 150’sinin ayakları donduğundan ve kangren tehlikesi üzerine kesilmiştir. Belpınar’dan İslahiye’ye yol kenarları ölü insan kümeleri ile dolmuştur.25
Fransızların şehri terk edeceğini öğrenen bazı Ermeni ileri gelenleri Amerikalı Yakın Doğu Yardım organizasyonunda çalışanlarından ve misyonerlerinden yardım istemiş ve zaten öteden beri birlikte hareket eden bu kimseler onlarla birlikte kalarak, Ermenilerle “korumaya” ve “temsil” etmeye devam etmişlerdir. Maraşta’ki misyonerlerin başı durumunda görünen Mr. Lyman ve diğerleri savaşın kazanıldığı bir anda Fransız kararına inanamamışlardır. Ancak bununla birlikte geride kalan Ermenileri de yalnız bırakmak istememişlerdir.
Fransızların çekilmesi ile hayal kırıklığı, kin ve çaresizlik hisseden Ermeniler, Amerikalıların yardımını arama yanında başka çareler de aramışlardır. Bunlardan birisi kendi güçlerine dayanma yollarını zorlamak olmuştur. Bu amaçla, Bulgurcıyan evine sığınan Hırlakyan Ağa’nın Ermeni ileri gelenlerini toplayarak, eldeki güçleri ve silahları gözden geçirmesi ve Türklere karşı savaşa devam etme isteği ve Türk ordusunda da daha önce görev yapmış olan Hırlakyan’ın oğlu Setrak’ın komutasında yeniden bir askeri düzen oluşturmaya çalışması gibi çareler aramaları dikkat çekmektedir.26 Ancak, Fransızların ağır silahları, binlerce askerine karşı başarı ile mücadele etmiş olan Türklere karşı Ermenilerin tek başına yapabilecekleri fazla bir şey yoktu. Sonuçta, Abarabaşı (Ermeni Katolik Kilisesi) kilisesindeki son silahlı Ermeniler de Amerikalıların arabuluculuğu ve Türklerin ortaya koyduğu şartları kabul etmek zorunda kalarak teslim olmuşlardır. Zaferden sonra Süleymanlı askerlik şubesi başkanı binbaşı Cemil başkanlığında şehirde geçici bir idare kurulmuş, bu idare birkaç suçlu bulduğu kimsenin asılmasına karar vermiştir.27 Ancak, kısa süre sonra idari ve adli işler yeniden tesis edilmiştir. Hükümet mutasarrıf olarak İrfan Bey’i görevlendirmiştir. Irfan Bey’de şehirde asayişi ve düzeni sağlayarak iyi bir ortam oluşturmuştur. Hatta, Ermeniler yeni ve rahat ortamdan memnun kalarak, Türklerden gördükleri yumuşak ve koruyucu yaklaşıma karşı gösterdikleri hoşnutluğu, hükümete çektikleri bir telgrafla dile getirmişler, olan olaylardan Fransızları sorumlu tutarak, kendilerinin Fransızlar tarafından kandırıldığını dile getirmişlerdir.28
Bununla birlikte, sayıca içinde bulundukları toplumun çok az bir kesimini oldukları halde, büyük güçlerin kendi çıkarları için kışkırtıcı emellerine alet olan Ermeni ileri gelenlerinin sorumsuzca hareket etmeleri sonucunda, kendi halklarının Türkler ile birlikte gelişme ve ilerleme şansını ortadan kaldırmışlardır. Bir tarihçinin ifadesi ile, “Onlar Avrupa tarafından baştan çıkarıldılar ve intihar” etmişlerdir.29 Yıllar sonra batılı güçlere sığınıp onların yardımını aramanın ve sonunda da kaybetmenin acısını objektif olarak değerlendiren bazı Ermeniler, Türklerle birlikte hareket etmiş olsalardı ve başkalarının oyuncağı olmasalardı daha iyi bir durumda kalabileceklerini itiraf etmişlerdir. Ama artık iş işten geçmişti, ve Türk’e duyulan öfke ve hıncın yerini, yaptıkları yanlışın verdiği vicdan muhasebesi almıştır.30
Maraş’ta yedi mahalle-Şekerdere, Kümbet, Kuyucak, Çukuroba, Tekke, Akdere, Çarşı-içinde yaklaşık 1.000 ev ve 350 dükkan, 5 cami, 10 kilise, 15 mektep ile Kışla yanmış ve yıkılmıştır. Tahminen o günkü para ile 700.000 lira maddi zarar ortaya çıkmıştır.31 Amerikalılardan Dr. Shepard ve Dr. Lambert’ın yaptığı bir araştırmaya göre ise 6 kilise ve 7 cami yanmıştır. Yanan ve tahrip olan evlerin tespit edilmesinin zorluğuna rağmen genelde evlerin %40’nın yandığını, çarşıdaki tüm Ermeni ve Türk dükkanlarının yağmalandığını tespit etmişlerdir.32
Fransızlar çekilirken Amerikalılara ellerindeki yiyecekleri ve diğer malzemeyi vermişlerdi.33 Hatta, Dr. Mustafa ile yaptıkları anlaşmada, Türklerin muhatap olarak Amerikalıları görmesini istemişlerdi.34 Bu sebeple, Maraş’ta kalan Ermeniler, Amerikan Yakın Doğu Yardım Organizasyonu, Amerikan misyonerleri, doktor ve öğretmenleri gözetiminde bırakılmışlardır. Amerikalı ve diğer yabancılar ise eskiden beri kendi ülkelerinin gücünü kullanarak Ermenilere destek olmuş, onların Türklerle samimiyet kurmasını ve karışmasını bir dereceye kadar önlemişlerdir. Kendi önderliklerinde ve kendilerine sadık, kendi mezheplerini izleyen yeni bir toplum oluşturmak istemişlerdi. Misyonerler, yabancı bir ülkede kendi hükümranlıklarını ilan etmiş ve bu hükümranlığın itaatçi halkı olarak da azınlıkları bulmuşlardır. Ve daha kötüsü, Ermeniler de bu yabancıların gerçek niyetlerini bilmeden kendilerini onların kucağına atmışlardır. Amerikalı ve diğer yabancı misyoner, öğretmen ve yardımseverler, Türklerin gözünde Ermenileri destekleyen ve doğan tatsız olaylarda rolleri olan zararlı kimselerdi ve bu nedenle şehri ve Türk vatandaşı olan Ermenileri terk etmeliydiler. Onların şehri terk etmesi için Ermeniler tarafından da istenmediklerinin kendilerine söylenmesini istemişlerdir. Bu amaçla, savaştan sonra şehirdeki Türk ileri gelenleri Ermenilere Amerikalıları istemediklerine dair söz almak istemiş, ancak Ermeniler buna yanaşmamıştır.35 Bu şekilde Ermeniler geçmişte Fransız işgalciler ile hareket ederken, şimdi de Amerikalıların yanında yer almışlardır.
Ermenilere destek olmak ve onların içinde yaşadıkları toplumdan bu yolla ayrı kalmasını sağlamak için Amerikan Uluslararası Genç Adamın Hıristiyan Örgütü (The Young Men’s Christian Association International) adlı örgütte Maraş’ta çalışmalarını yoğunlaştırmak istemiştir. Bu örgüt, Konya, Halep, Antep ve Maraş gibi yerlerde şubeler açmıştır. Ancak Maraş şubesi sorumlusu Frank Johnson ve örgütün genel sekreteri James Perry Antep’te buluşup Maraş’a gelirken, Antep yakınlarında bir saldırı sonucu öldürülmüştür.36
Ayrıca, bu sırada Paris’te büyük devletler bir araya gelerek Türklerin kaderini tayin etmeye çalışıyordu. Boghus Noubar öncülüğündeki Ermeniler büyük güçlerin desteğinde aşırı toprak taleplerinde bulunuyordu.37 Hatta, Fransızların daha büyük güçlerle tekrar Maraş’a dönüp şehri işgal edeceğinden bahsediliyordu.38 Bu durumda şehirdeki Türkler geride kalan Ermenilerin hala kendileri için tehlike olduğuna ve bu nedenle de onların şehri terk etmeleri gerektiğine inanıyorlardı. Savaşın sona erdiği günlerde her ne kadar Ermenilerin canına dokunulmamışsa da, halk onların dışarıda rahatça dolaşıp, alışveriş yapmasına ve işlerini takip etmesine mesafeli yaklaşmıştı. Hatta, Ermenilere yeterince yiyecek ve diğer ihtiyaç malzemesi satılmasına dahi karşı çıkmışlardı. Bu sebeple Amerikalıların öncülüğünde bir gurup mutasarrıf İrfan Bey’den yardım istemiş, ve ancak onun aracılığı ile istedikleri malzemeleri tedarik edebilmişlerdi.39 Ermeniler de sığındıkları yerlerden serbestçe çıkmaya korkup, Amerikalıların gözetimi altında güvende olduklarını düşünmüşlerdi.
Ancak, Bağdadlılar’a göre, Kılıç Ali Ermenilere teslim olduktan sonra bir aylık iaşe verildiğini ve onların serbestçe dolaşmaları için garanti sağlandığını belirtmekte ve Ermenilerin de eskiden olduğu gibi işlerine döndüğünü kaydetmektedir.40
Ermenilerin yabancılar kontrolünde ve etkisinde sürekli olarak düşmanca bir tutum içinde olmalarının sıkıntısını yaşayan Maraş ileri gelenleri, onların bundan sonra çocuklarını eğitmek için Türk mekteplere göndermeleri gerektiğini dile getirmişler, Türk tebaası olan herkesin aynı ortamlarda ders almasının daha doğru olacağını belirtmişlerdir. Ancak Ermeniler buna karşı çıkmışlar, hatta kendilerine karşı daha anlayışlı olunması için şehirdeki halkın gözünde dini bir etkisi olan Dayızade’den yardım istemişlerdir. Dayızade’nin ise onlardan İslam Dini’nin üstünlüğünü kabul etmelerini istemesi ve ancak Ermenilerin bunu reddetmeleri nedeniyle ondan istedikleri yardımı bulamamışlardır.41 Artık şehirde hiçbir şey eskisi gibi değildir. Savaşın verdiği yıkım ve can kaybı taraflar arasındaki uçurumu kapanmaz şekilde derinleştirmiştir.
Bu durumda, kendi eğittikleri ve zor duruma düşmelerinde de payları olan Amerikalılar, Ermenileri kaybetmek veya terk etmek istememişlerdir. Şehirde kalan Ermenileri ülke dışına çıkarmak için gayret göstermişlerse de, resmi çevreler buna önceleri engel olmaya çalışmış, ancak sonradan Ermeni ve Amerikalıların ısrarlı tutumları karşısında onların şehri terk etmelerine müsaade eden izinler verilmiştir. Yaptıkları mücadele sonunda Amerikalılar kendi destek ve yardımları ile Ermenileri Halep’e ve oradan da Beyrut’a taşımışlardır. Kerr’in iddiasına göre, Ankara Anlaşması’nın ve Kasım 1921’de Muhittin Paşa, Fransız delege Franklin-Bouillon ve Mustafa Kemal Paşanın bildirilerinin ve bu anlaşma ile azınlıklara Avrupa’daki azınlıklara tanınan tüm hakların tanıdığının ve genel af ilan edilmiş olduğunun Maraş’ta bilinmediğini, bu nedenle de Maraş’ta ki Ermenilerin Halep’e taşınmaya başlandığı belirtilmektedir.42
İlk Ermeni kafilesi kendilerine tahsis edilen jandarmaların korumasında 1.400 çocuk ve kalabalık bir gurup olarak şehirden ayrılmıştır. Onar kişilik guruplara ayrılmış ve her gurubun başına bir çocuğun lider olarak atanmış ve öğretmenleri denetiminde yola çıkan kafile “neşeli bir şekilde şehirden geçip Antep’e giden yolu tutmuşlardır.” Yolda Aksu’yu geçerken “maskeli ve silahlı” kimselerce soyulmuş, soygun sırasında kafileyi korumaya çalışan jandarmalardan ikisi şehit edilmiştir. Bu durumda bölgedeki güçlü çete reislerinin veya aşiret guruplarının jandarmaya karşı dahi çatışmayı göze aldığı görülmektedir. Bu tür soygun ve kayıpların önünü almak için çareler aranmış, sonunda da bölgedeki güçlü aşiret ve çete reislerine verilen paralar karşılığı onların koruması altında Ermeniler Halep ve Beyrut’a götürülmeye başlanmıştır. Belli bir ücret karşılığı taşıma ve koruma anlaşılan Türk’e ait olarak ve yiyecek de Yakın Doğu Yardım Organizasyonu tarafından karşılanarak Ermeniler taşınmışlardır. Çocuklar katırların sırtına yüklenen ve özel olarak 200 kadar yapılmış olan sandıklarda taşınmışlardır. Bazen üç dört çocuk bir katır sırtında yolculuk yapmıştır. Kerr, “Tüm çocuklar bu yolla hiçbir sıkıntı ile karşılaşmadan Halep’e taşındı. Oradan Beyrut’a demir yolu ile taşınan çocuklar Akdeniz kıyılarındaki yetimhanelere yerleştirildiler” şeklinde yazmıştır.43 Bu yolla geride kalan Ermenilerde şehirden ayrılıp Halep ve Beyrut’a gitmişlerdir.
Maraş’ta son olarak 3.000 Ermeni kalmıştır ki bunların birçokları orduda görevli idi ve birçokları da mal ve mülklerini terk etmek istemiyorlardı. Bazıları ise çok fakir olduğundan gidecek yol parası yoktu. Kerr’in iddiasına göre, Maraş ileri gelenleri, polis şefi, kuvayı milliyeciler, mutasarrıf ve jandarma komutanı hariç, herkes onların şehri terk etmesini istiyorlardı. Özellikle, Ermeni ileri gelenlerinin barış görüşmelerinde hala bölgede bağımsız bir Ermeni devleti kurmak için dışarıda çaba harcamaları, Türk halkının duygularını kabartmış, ve Ermenilerin bir an önce şehri terk etmeleri gerekliliğini kabul edilmişti. Sonunda Ocak 1922’de bu son kalan Ermeni kafile ve onlara yardım eden Amerikalı misyoner ve Yakın Doğu Yardım kurumu çalışanları şehri terk ederek Suriye ve Lübnan’a gitmişlerdir.44
Ermenilerin Çukurova ve Güney Anadolu’da ki varlıkları, gerek kendilerinin rızası ve gerekse de işgalci devletlerin çıkarları doğrultusunda, 1916’da imzalanan gizli anlaşma Skyes-Picot’un yürürlükte kalması ile mümkündü. Oysa, Türkler Fransızları Maraş, Urfa ve Antep’te yenmişlerdi. İşgalcilere güvenerek Türklerle savaşan Ermeniler de bu yenilgilerle oldukça zor duruma düşmüşlerdi. Kendileri de yenilenler tarafını tuttuğundan yenilmişlerdi. Fransa kendi ekonomik çıkarları için Türklerle Sykes-Picot anlaşmasını ortadan kaldıran ve Sevres anlaşmasını reddeden 20 Ekim 1921 Ankara Anlaşmasını imzalamış, buna göre de Fransızlar güçlerini Bağdat demiryolunun güneyine çekerek, Çukurova ile Güney Anadolu Türklere bırakılmıştı. Buna karşılık bölgedeki Hıristiyanlar için genel af ilan edilmiş, onların malları ve güvenliği garanti altına alınmıştı. Ancak, işgalcilerle işbirliği yanlışlığının vermiş olduğu korku ve acıdan dolayı Ermenilerin Türklerle bir daha eskisi gibi dostane yaşayabileceklerine kendileri de inanmıyordu. Fransızlar ve İngilizler de onlara verdikleri sözleri tutamamıştı.45 Ayrıca, Ermeni komitecileri bölgedeki Ermenilerin bölgeyi terk etmesi için kışkırtıcı propagandalar yapmaktaydı. Sonuçta bu propagandalar bölgedeki Ermenilerin Kıbrıs ve Suriye’ye göç etmelerine yol açmıştır.46
Maraş’ta ki savaşın bittiği 12 Şubat 1920’den son Ermeni kafilesinin şehri terk ettiği Ocak 1922 tarihine kadar Ermeniler şehirde kendi ev, okul, kilise ve hastahanelerinde kalmış, bu süre içerisinde Amerikalı misyoner, öğretmen, doktor ve yardım kuruluşu üyelerinin denetim ve gözetiminde kalmışlardır. Her ne kadar Türk halk savaşın getirdiği yıkımların acısını hissetmişse de, bu dönemde Ermenilere karşı hiçbir ciddi saldırıda bulunmamıştır. Ermeniler hükümetin koruması altında kendi işleri ile meşgul olmuşlardır. Onların görev ve sorumluluklarını bilen birer Türk vatandaşı olarak kalmaları için çaba harcanmışsa da, Ermeniler hala Fransız veya başka bir dış gücün yardımını umarak ve bu yardım sonucu kendilerine bağımsızlık verileceğini umarak içinde bulundukları şartlara uymaktan kaçınmışlardır. Ancak, bu ayrılıkçı ümitleri Mustafa Kemal önderliğinde Ankara merkezli yeni kurulmakta olan genç ve dinamik Türk devletinin kazandığı her başarı ile biraz daha sönmüştür. Sonunda yabancıların “koruması” ve kendilerinin de yabancı desteği ile “bağımsız” olma hayalleri yıkılan Ermeniler, çareyi bölgeyi terk etmede bulmuşlardır.
--------------------------------------------------------------------------------
Dipnotlar
1 Salahi R. Sonyel, Minorities and the Destruction of the Ottoman Empire, Turkish Historical Society, Ankara, 1993, s. 419.
2 Sonyel, Minorities..., s. 416.
3 Yaşar Akbıyık, Milli Mücadelede Güney Cephesi (Maraş), Kültür Bakanlığı, Ankara, 1990, p 277; Stanley E. Kerr, The Lions of Marash: Persenal Experiences with American Near East Relief, 1919-1922. State University of New York Press, Albany, 1973, s. 61.
4 Osmanlı Belgelerinde Ermeni-Fransız İlişkileri (1918-1919), vol. 2, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Ankara, 2002, belge no, 61; Adil Bağdadlılar, Uzunoluk: İstiklal Harbinde Kahramanmaraş. Kervan Matbaası, Kahramanmaraş, 1974, s. 45; Yalçın Özalp, Mustafa Kemal ve Milli Mücadelenin İlk Zaferi. Belediye Yayınları, Kahramanmaraş, 1984, s. 40-41; Ahmet Eyicil, “Fransızların Maraş’ı İşgali,” Madalyalı Tek Şehir Kahramanmaraş Dergisi, no. 8 (12 Şubat 1991), s. 14; Ahmet Hulki Saral and Tosun Saral, Vatan Nasıl Kurtarıldı: Nur Dağları, Toroslar, Adana, Maraş, Gaziantep ve Urfa’da Yapılan Kuvayı Milliye Savaşları. Türkiye İş Bankası, Ankara, 1970, s. 157.
5 “The 22 Days of Marash: Papers on the Defense of teh City against Turkish Forces, January-February 1920,” The Armenian Review, 31 (Spring 1977-78), s. 65; Osmanlı Belgelerinde Ermeni-Fransız İlişkileri, vol. 2, document no, 85.
6 “The 22 Days of Marash..., 31, s. 67.
7 “The 22 Days of Marash: Papers on the Defense of teh City against Turkish Forces, January-February 1920,” The Armenian Review, vol. 30 (Winter 1977-78), s. 388.
8 Hüsamettin Karadağ, Milli Mücadelede Maraş. Mersin, 1943, s. 40; “The 22 Days of Marash..., 31, s. 66. Özellikle, Ermeni kaynakları Ermeni halkın kendi kiliselerinde yakılarak öldürüldüklerini yazarlar. Ancak, bu kiliseler sadece suçsuz halkın toplandığı ibadethaneler değillerdi. Buralarda Fransız askerleri, Ermeni militanları, gönüllüleri, ve lejyonerleri ağır silahlarla silahlı halde Türk halka saldırılar düzenlemekteydi. Buraları birer savunma kaleleri gibi idi. Türkler bu kalelerin alınması için çalışmışlardı. Karadağ’a göre, Ermeniler ve Fransızlar Kale hariç tüm müstahkem mevkilere hakimdi. Eğer Kale’de onların kontrolünde olsaydı, Türklerin “durumları çok fena olurdu.”
9 Genelkurmay ATASE Başkanlığı Arşivi, Barış Faaliyetleri Koleksiyonu: Klasör No:1162, E/Y Dosya No: 153/81, Belge: 2-11; Bağdadlılar, a.g.e., s. 117; Kerr, a.g.e., s. 146-151; Karadağ, a.g.e., s. 48.
10 Bağdadlılar, a.g.e., s. 117. Bağdadlılar olayı anlatırken şöyle yazmaktadır; “Bununla beraber şehir boşalıyordu. Ailesini, çocuklarını bulabilenler birlikte, bulamayanlar tek başına köy yollarını tutmuşlardı. Erkeklerini bulamayan kadınlar erkeksiz çıkıyorlardı köy yollarına. Mahşer gibi herkes her şeyden evvel nefsini düşünüyordu. ...”
11 Kerr, a.g.e., s. 154.
12 Ali Sezai Efendi, “Maraş’ın Şekerli, Hatuniye, Bostancı, Kuytul Mahallerinden Mürekkeb Şubenin Reisi Olarak Bilfiil Teşkilatı Yaparak ve Milli Müdafaa ve Harb Safahatından Bulunarak Yazdığı Tarihçeden İcap Eden Yerlerin Hülasasıdır.” Basılmamış el yazı ile kaleme alınmış bir belge; R. Yaşar Büyükoğlu, Milli Mücadele Döneminde Güneydoğu Anadolu (30.X. 1918-20.X. 1921), Hacettepe Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi. Ankara, 1998, s. 164; Saral, a.g.e., s. 197-198.
13 Hakimiyet-i Milliye, 21 Şubat 1336 (1920); Bağdadlılar, a.g.e., s, 121; Akbıyık, a.g.e., s. 219; Büyükoğlu, a.g.e., s. 172, 174; Meclis-i Ayan Tutanakları, 4 Mart 1336 (1920). Ayan meclisinde, İngiliz ve Fransız gazetelerinin binlerce insanın Maraş müdafaası sırasında öldüğüne dair tartışılan bir soruya karşılık Abdurrahman Şeref Efendi, Şura-i Devlet Reis Vekili, “Maktulinin ve meskensiz kalan ahalinin miktarını da bilmiyorum. Fakat her gün gelen resmî cetveller vardır, bunlara nazaran iki-üçyüz kişi de bu ihtilâl esnasında öldü. Bu iki-üçyüz kişi içinde Müslim de var, Ermeni de vardır, karışıktır. Kasabaya hariçten top, mitralyöz atılıyor. Ahali de heyecanla birbirini öldürüyor. Mamafih zayiat miktarı binlerce değil, bir-ikiyüz kişiden ibarettir. İzam ettikleri gibi değildir,” demiştir.
14 Genelkurmay ATASE Başkanlığı Arşivi, Barış Faaliyetleri Koleksiyonu: Klasör No:1162, E/Y Dosya No: 153/81, Belge: 2-12,13; Kerr, a.g.e., s. 195.
15 Paul du Véou, La Passion de la Cilicie. Paris: Librairie Orientaliste, 1937, s. 100; Kerr, a.g.e., s. 195. Véou’ya göre, 1.200 Fransız askeri ölmüş veya savaş dışı kalmıştı. 300 kadarının ise ayakları donduğundan kangren olma tehlikesi ile kesilmek zorunda kalmıştı.
16 Kerr, a.g.e., s. 168.
17 Kerr, a.g.e., s. 257.
18 Véou, a.g.e., s. 101; “The 22 Days of Marash..., 31, s. 57-58; Kerr, a.g.e., s. 196. Kerr’in iddiasına göre, yaklaşık 2.000’i köylerden olmak üzere savaş öncesinde 24.000 Ermeni Maraş’ta yaşamaktaydı. Bunlardan 9.700’ü Maraş’ta hayatta kalmış, 2.400’ü de İslahiye’ye ulaşmıştı. 11.900 Ermeni şehirdeki ve köylerdeki çatışmada, İslahiye’ye giderken yollarda hayatını kaybetmişti. Ancak, bu rakam oldukça abartılı görünmektedir. Véou, kaçış sırasında 3.000 Ermeni’nin öldüğünü iddia etmektedir.
19 Véou, a.g.e., s. 99; “The 22 Days of Marash..., 31, s. 59, 61. Dr. Elliott, “Fransız ve İngiliz devlet adamları bu saatte ne yapıyorlardı? Rahat adamlar, yiyebilen adamlar, altında uyuyabilecek çatıları olan adamlar, karıları ve çocukları güvende ve sıcak ortamda olan adamlar-onlar oturup dünya satrancı üzerinde uluslar arası politikanın büyük oyununu oynuyorlar, bu sırada dünyada hayatlar kanıyor, büyük acılar çekiliyor her harekette” diye yazarak emperyalistleri trajik olarak kınıyordu.
20 “The 22 Days of Marash..., 31, s. 63.
21 Kerr, a.g.e., s. 177-181.
22 “The 22 Days of Marash..., 31, s. 68.
23 Bağdadlılar, a.g.e., s. 123.
24 Kerr, a.g.e., s. 165-166.
25 Kerr, a.g.e., s. 188-189.
26 Kerr, a.g.e., s. 155-156.
27 ATASE Arşivi, Barış Faaliyetleri Koleksiyonu: Klasör No:1162, E/Y Dosya No: 153/2-13
28 Saral, a.g.e., s. 204-205; Akbıyık, a.g.e., s. 218.
29 Sonyel, Minorities..., s. 429.
30 Mim Kemal Öke, Ermeni Meselesi. İstanbul: Aydınlar Ocağı Yayını, 1986, s. 232; Sonyel, Minorities..., s. 430.
31 ATASE Arşivi, Barış Faaliyetleri Koleksiyonu: Klasör No:1162, E/Y Dosya No: 153/2-13; Saral, a.g.e., s. 205.
32 Kerr, a.g.e., s. 207.
33 “The 22 Days of Marash..., 31, s. 68.
34 Bağdadlılar, a.g.e., s. 120.
35 Kerr, a.g.e., s. 241.
36 The Times, Cumartesi, 14 Şubat 1920; Kerr, a.g.e., s. 203-204.
37 Sonyel, Minorities..., s. 419.
38 Hüsamettin Karadağ, Milli Mücadelede Maraş. Mersin, 1943, s. 54-55; Akbıyık, a.g.e., s. 223-228; Kerr, a.g.e., s. 222. Kerr’e göre 15.000 Fransız askerinin çarpışarak şehre doğru geldiği söylentisi dilden dile dolaşmaktaydı.
39 Kerr, a.g.e., s. 200-201.
40 Bağdadlılar, Uzunoluk..., s. 123.
41 Kerr, a.g.e., s. 241-242.
42 Kerr, a.g.e., s. 247.
43 Kerr, a.g.e., s. 248-251.
44 Kerr, a.g.e., s. 253-254.
45 Kerr, a.g.e., s. 252.
46 Bige Yavuz, Kurtuluş Savaşı Döneminde Türk-Fransız İlişkileri: Fransız Arşiv Belgeleri Açısından, 1919-1922, TTK, Ankara, 1994, s. 157.
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...