CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR
Türklere atılmış iftiralar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türklere atılmış iftiralar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Sevr'de Ermeni Meselesi

Dr. M. Galip BAYSAN ANKARA, 01 Kasım 2007 Perşembe
Osmanlı toplumunda, Ermeni ,isyanlarının başladığı 1880'lerdenberi geçen 120 yıla yakın süre içinde, Ermeni iddialarının ilk defa zirve yaptığı tarih 10 Ağustos 1920, yani Sevr Antlaşmasının Osmanlı görevlileri tarafından kabul edildiği tarihtir.

İlk defa zirve yapıldığı tarih deyişimizin bir nedeni,bu günlerde ikinci defa zirveye doğru ilerlenme yolunda, başta Fransa olmak üzere Avrupa ülkelerinin gösterdikleri çaba ve Ermenilere verdikleri destektir.

Ocak 2001'de Fransa'nın 577 üyeli Meclisinden sadece 51 milletvekilinin katıldığı, (şike gibi özel) bir oturumda kabul ettiği ve Cumhurbaşkanı Jack Chirac tarafından apar topar imzalanıp yürürlüğe konarak başlatılan süreç ve geçen 10 Ekim 2006 tarihinde yine Fransa Meclisi tarafından ve yine bir azınlık grup toplantısında alınan "Soykırımı tanımayanlara ağır cezalar öngören kanun"la başlayan dönem, AB üyelerinin tıpkı Kıbrıs Rum kesimine olduğu gibi Ermenilere de verdikleri sınırsız destek, bütün bunların yanında önümüzdeki günlerde ABD'de tartışılan Soykırımı tanıma yasası ile ilgili gelişmeler; onları tarihlerindeki ikinci zirveye doğru hızla götürmektedir. Ermenilerin birinci zirvede elde ettikleri inanılmaz başarı, günümüz Ermeni camiası ve destekleyicileri için iyi bir emsal ve motivasyon kaynağı olmuştur. Bu nedenle Sevr'e giden yolda Hıristiyan Batı Dünyası ve Ermenilerin davranışlarının incelenmesi, Türk aydınları için bir "Paranoya" olmanın aksine hiçbir zaman unutulmaması gereken çok önemli derslerle doludur ve bu konu ile ilgilenen herkesin günümüzde cereyan eden siyasi olaylar ve nedenlerini daha kolay anlamalarına yardımcı olacaktır.

1919 yılı boyunca Amerika'da Ermeni propagandası çok yoğun bir çalışma içinde bulunuyor, Amerikan halkı, basın yayın organları, cemiyetler ve Kilise organları gibi vasıtalarla Başkan Wilson'u ve siyasetçileri etkilemeye çalışıyordu. Savaş bitmişti, Türk Toprakları büyük yabancı güçlerin işgal ve kontrolü altındaydı. Ancak "propaganda makinesi" halkın saf vicdanını ve masum dini duygularını, merhametlerini hedef aldığından hala başarılı oluyordu. Bu kaynaklar "Dünya savaşının bitmiş olmasına rağmen, Ermenilerin bir devlet kurmak istedikleri topraklarda savaşın hala devam ettiğini, Türklerin Ermenilere zulûm yaptıklarını" iddia ediyorlardı. Hatta sırf bu propagandaların etkisinde kalan Başkan Wilson, 21 Ağustos 1919'da Damat Ferit Paşa'ya bir nota göndermişti. Bu notada
"Kafkasya ve başka bölgelerde Ermenilerin öldürülmesi engellenmezse, Osmanlı İmparatorluğunun Türk bölgelerinden, Wilson prensiplerinin 12 nci maddesiyle tanınan bağımsızlığın geri alınacağı ve barış koşullarının Türkiye aleyhine değiştirileceği" bildiriliyordu. (1)

Tabii Nota tarihinin, 23 Temmuz – 7 Ağustos 1919 arası yapılan Erzurum Kongresi sonrasında oluşu, Ermenilerin bu kongreden büyük rahatsızlık duyduğunun ve bir hareket gösterme ihtiyacının işaretleri kabul edilebilir. Başkan Wilson Ermeni baskısının yoğunlaşması üzerine durumu yerinde incelemek üzere General James G. Harbourd başkanlığında bir heyet görevlendirdi. 46 kişilik heyet Anadolu ve Güney Kafkasya bölgelerinde 30 günlük bir seyahat yaptılar. Bu gezide heyet (Haydarpaşa – Konya- Adana üzerinden Tarsus, Mersin, İskenderun, Halep, Mardin'e oradan otomobille Diyarbakır, Harput, Malatya, Sivas, Erzincan, Erzurum, Kars, Erivan, Tiflis yolunu takip edecek sonra Bakü – Batum ve Karadeniz yoluyla İstanbul'a dönecekti. (2) 20 Eylül'de Sivas'a gelen heyet, Milli Mücadele liderleri ile de görüştü. Özellikle Amerikalı generalin ricası üzerine 22 Eylülde gizli olarak yapılan görüşme oldukça önemli sayılabilirdi. (3) Mustafa Kemal'in 24 Eylül'de General Harbord için hazırladığı bir muhtıra Amerikalı generale verilmek üzere 5 Ekim'de Yaveri Nuri Bey vasıtası ile Samsun (Canik) Mutasarrıfı Hamit Bey'e gönderilmişti. (4) Gezi dönüşü heyet raporunu 16 Ekim 1919'da kaleme aldı.

Rapor Ermeni Mandaterliği ile ilgili lehte ve aleyhte bazı esaslar ortaya koyuyordu. General Harbord genel olarak ayrı bir Ermenistan kurulmasına kesinlikle karşı çıkarken, bütün bölgede tek bir Manda yönetimi kurulmasını, eğer bölge halkı arasında bir kamu oyu yoklaması yapılırsa Manda Yönetimi için Amerika'nın tercih edileceğini belirtmiştir. Eğer ABD sadece Ermeni Mandaterliğini üstlenirse, bölgeye beş yılık bir süre içinde ortalama 750.000.000 Dolar harcamak ve bölgedeki Türk, Müslüman, Rus ve İran'a karşı bölgeyi koruyabilmek için yeterli olacak büyüklükte bir askeri güç'e ihtiyaç vardı. (5) Bölgeye gönderilecek askeri güç için tahminler bölgede yaşayan Ermenilerce desteklenecek Fransızların önerdiği 20.000 kişilik bir Avrupa ordusuyla, İngilizlerin yeterli bulduğu bir kaç subay arasında değişiyordu. (6)

Hatırlanacağı gibi Barış Konseyinde İngiltere baştan itibaren Ermenistan'ın koruyuculuğu görevini Amerika'ya yüklemek istiyordu. Ancak sadece Ermenistan küçük bir bölge olması nedeniyle, daha cazip olması için: İstanbul ve Boğazların mandaterliğini de Amerika'nın almasını istiyordu. Böylece bir taşla bir kaç kuş birden vurmuş olacaktı. Şöyle ki:
1- Savaş içinde "Ermeni Soykırım iddialarının" menşei Anadolu'daki Amerikan okulları, misyonerleri, Elçilik ve Konsoloslukları idi.
2- Ermeniler lehine kamu oyu vicdanına en fazla etkili olunan toplum Amerikan halkı olmuştu.
3- Amerikan halkı insanlık (ve dinsel) idealleri uğruna savaş içinde göç eden Ermenilere yardım için büyük kampanyalar yapmış ve halâ devam eden yüzlerce milyon dolara ulaşan yardım fonları oluşturmuştu.
4- Ermeni Lobisi'nin en etkin olduğu ülke de Amerika idi.
5- ABD'nin savaşa sokulması için bu olgulardan yararlanılmıştı.
6- Savaş içinde yapılan gizli anlaşmaların uygulamaya konması için tek engel Başkan Wilson ve onun ilkeleri idi. Eğer Rusya'ya verilecek pay ABD'ye devredilirse ABD'nin muhtemel bir itirazının önü alınmış olacaktı.
7- Rusya'daki iç savaş kızıllar lehinde gelişme gösteriyordu.
8- Doğu Anadolu ve Güney Kafkasya'da meydana getirilen bir Ermeni devleti bir yanda Türklerin, daha Doğudaki Turan ülkeleri ile temasını önlerken aynı zamanda Bolşevik bir Rusya ile İngiliz ve Fransız sömürge bölgeleri arasında bir tampon oluşturacak, İngiliz ve Fransız sömürgeleri muhtemel bir Sovyet tehdidinden korunmuş olacaktı.
9- İngiltere ve Fransa (kısmen de İtalya) kendi kamu oyları önünde verdikleri Türkleri cezalandırma ve Ermeni devleti kurma sözlerini de tutmuş olacaklardı.

İngilizler savaşın bitiminde Ermenistan topraklarını Türk Birliklerin çekilmesinin ardından hemen işgal etmişlerdi. Hükümet, bir Ermeni Mandasının işgücü ve para olarak pahalıya mal olacağının ama bunun karşılığında İngiltere'ye bir getiri sağlayamayacağının farkındaydı. İngilizler Doğu Anadolu ve Kafkasya'da kaldıkları sürede Ermenilerin bölgede üstün bir konuma geçmesi için ellerinden geleni yaptılar. Türklerin asker ve sivil birlikleri dağıtıldı, silah ve cephaneleri ellerinden alınıp Ermenilere verildi ve Türk lider ve memurlar görevlerinden alınıp sürgün edildi, yerlerine Ermeni yöneticiler getirildi. Ancak İngilizlerin bu bölgede bulunmalarının en önemli nedeninin Kafkas petrolleri ve Rus iç savaşında "Beyaz Ruslar"a yardım etmek olduğu her halde tahmin edilmeyecek (fakat açıklanacak) bir husus değildi.

İngiltere Kafkasya'dan çekilirken, ABD'nin gelişi de şüpheli olunca Fransa ile anlaşmayı ve hatta Ermenistan'a Fransa'nın asker gönderebileceğini de düşünmeye başladı. Lloyd George Paris'te Clemenceau ile 15 Eylül'de yaptığı, bir görüşme sırasında Kafkasya'nın ardından, 1 Kasım'dan itibaren kuvvetlerini Suriye ve Kilikya'dan çekmeye başlayacağını açıkladı. Fransız lider sadece tanımlanan bölgede İngiliz askerinin yerini Fransız askerinin almasını kabul etti. Ayrıca Fransız lideri "Ermenilerin soykırım tehdidi altında bulunması nedeniyle, sırf Konferansa yardımcı olmak amacıyla Ermenistan'a Fransız askeri göndermeyi" de önermişti. Tabii ki bu öneri herhangi bir anlaşmanın kabul edildiği anlamına gelmemeliydi. Fransa'nın Ermenistan'da bulunmak gibi bir arzusu yoktu. Bu aynı zamanda Fransızlar için olağanüstü bir külfet anlamına geliyordu. (7) Galiba General Harbord heyetinin "Ermenilerin amaçları ne olursa olsun, Türk topraklarında ayrı bir Ermenistan yaratmanın mantıklı bir yönü yok." (8) görüşüne onlarda katılıyor ama vazgeçmek de istemiyorlardı. İngilizler bu anlaşmaya uygun olarak 29 Ekim 1919'da Kilis'i, 30 Ekim'de Urfa ve Maraş'ı ve 5 Kasım'da da Antep'i Fransızlara devrettiler.

Ankara'da Büyük Millet Meclisi'nin açıldığı günlerde İtilaf Devletleri San Remo'da 18-26 Nisan günleri arasında yaptıkları toplantıda Anadolu'daki gelişmeleri hiç dikkate almadan; bir yıl önceden kararlaştırdıkları gibi. Türk ve Müslüman topluma hemen hemen hiç hak tanımayan bir anlaşma hazırladılar. Anlaşma 11 Mayıs günü Osmanlı Devletine sunuldu ve basına açıklandı. (9) Ve Osmanlı Devletine cevap vermesi için bir aylık bir süre tanındı. Konferans tamamen Lloyd George'un istediği gibi gelişmişti. Bazı yazarlar Konferansı "Lloyd George'un sirk'i" olarak değerlendirmektedirler. (10) Performansı mükemmeldi ve istediğini (en azından kağıt üzerinde) elde etmişti.

Yunan Ve Ermeni Zaferi
Kurulacak Ermenistan'la ilgili esaslar 25 Nisan Pazar günü saat 11'de San Remo'da Villa Devachan'da başlayan görüşmelerde İngiliz temsilciliğinin aşağıdaki tasarısı İngilizce ve Fransızca olarak sunuldu. (11)
a. Türkiye ile Barış Antlaşması tasarısının ilk baskısının Bölüm III, Kesim V'inde yer alan sınırlar içinde, Amerika Birleşik Devletleri'nin Ermenistan Mandaterliğini kabul etmesi için Başkan Wilson'a çağrıda bulunulması.
b. ABD Mandater olmayı kabul etmek istemiyorsa, Birleşik Devletler Başkanından, Ermenistan'ın aşağıdaki madde tasarısında belirtilen sınırları hakkında hakemlik yapmasının istenmesi.c. Barış Antlaşmasına Ermenistan hakkında şu anlamda bir madde konulması: Türkiye, Ermenistan ve öteki bağıtlı yüksek taraflar, Erzurum, Trabzon, Van ve Bitlis İllerinde Türkiye ile Ermenistan sınırı konusunu, ABD Başkanının hakemliğine sunmayı ve bu konudaki kararını olduğu kadar, bağımsız Ermenistan Devletinin denize çıkışı için ileri sürebileceği tüm hükümleri kabul etmeyi kararlaştırmışlardır.Bu hakemliğe dek, Türkiye ile Ermenistan'ın sınırları bugünkü gibi kalacaktır. Ermenistan'ın kuzey ve doğudaki, yani Ermenistan ile Gürcistan ve Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki sınırları, üç Kafkas Devleti'nin kendi aralarında bu konuda bir anlaşmaya varamamaları halinde, Yüce Kurulca, Ermenistan'la Türkiye arasındaki sınırla ayni zamanda saptanacaktır.

Fransız ve İtalyan temsilcileri bu öneriyi kabul ettiler. ABD Başkanı Wilson kendisinden talep edilen mandaterliği kabul etme izni alabilmek için 24 Mayıs 1920 tarihinde Kongreye bir başvuruda bulundu. Wilson'un teklifi uzun bir değerlendirme sonrasında şöyle devam ediyordu:

"...... San Remo'daki Konseyin çağrısına cevaben Kongrede Yürütme Organı'na Amerika'nın Ermenistan Mandasını kabul etme yetkisi verilmesini acilen tavsiye eder ve isterim. Bu öneriyi Amerikan halkının, işlemin gerçekleştirilmesine istekli olduğu inancı ile sunuyorum. Ermenistan'a duyulan yakınlık, halkımızın sadece belirli bir kesiminde değil, Ermenistan'ın yaşamının en kritik noktasından yardımları sayesinde kurtulduğu, yurdun tüm Hıristiyanlarında görülmektedir. Bu cömert halk, gönüllerinde Ermenistan sorununu kendi sorunları yapmışlardır. Anlatılması güç bir eza –cefa döneminden sıyrılmakta olan Ermenilerin yüce beklentiler ve umutlarla sarıldıkları, bu halk ve hükümetidir ve umarım Kongrede bu beklentilere gerekli biçimde cevap verecektir...." (12)

1-Haziran 1920 günü Senato 52'ye karşı 23 oyla şu kararı aldı.
"Başkan Wilson'un 24 Mayıs 1920 tarihli mesajıyla sunduğu Ermenistan Mandaterliği'nin Yürütme Organınca kabulünü, Kongre ret eder..." (13)
Bu karar Ermeni tarihi için dönüm noktası kabul edilebilir. Ermenistan'ı yaratmayı düşünen liderler Llyod George, Clemenceau ve Briand, Nitti ve Hatta Wilson ellerinden geleni yapmış, barış antlaşmasına bir Ermenistan haritası eklemişlerdi. Ermeni toplumu 40-50 yıldır verdikleri mücadelenin sonucunu elde etmek üzeri bulunuyorlardı. Dünyanın her tarafındaki Ermeni cemaati büyük bir sevinç ve gurur içinde, mutlu idiler. Artık Ermenistan önünde hiç bir engel kalmamış gibiydi; çünkü nede olsa Damat Ferit ve Osmanlı Sultanı İngilizlerin avucundaydı ve her istenileni yapıyordu, yapacaktı.
Ellerinde yeterli Kara Gücü olmayan ve Türklerle yeni bir savaşa girmek istemeyen işgal güçleri için en önemli avantaj Sultan ve Hükümeti idi. "Eğer bize destek vermezseniz İstanbul'dan kovulursunuz" şantajı çok etkili oluyordu. Bu kozu ustaca kullanıp İstanbul Hükümeti'nin Anadolu Hükümeti ile mücadele etmesini ve Anadolu'daki direnci yok etmesini istediler. İmkansız gibi görünen bu durum neredeyse Şeyhülislamın fetvası ile gerçekleşiyordu. Anadolu'nun dört bir yanında isyanlar başladı. (14) Batılıların üzerinde durmadığı bu olay, Türkler için çok büyük ölçüde tehlikeli boyutlara ulaşmıştı. Konya'da, Balıkesir – Bandırma ve İzmit Adapazarı, Bolu Yozgat, Güneydoğu Anadolu bölgelerinde gelişen isyanlar Ankara'yı da tehdit etmeye başlamıştı.

Türklerin antlaşmaya tepkisi tam anlamıyla bir şok, hayal kırıklığı ve sınırsız bir öfke olmuştu. Tevfik paşa 11 Mayıs günü anlaşmayı gördükten sonra yurda çektiği telgrafta, Yunanlıları Anadolu'dan çıkarmak için hiç umut kalmadığını ve koşulların "bağımsızlık prensipleri" ile bir arada düşünülemeyeceğini, bildiriyordu. Koşulların İstanbul'da duyulmasının ardından basın, Türkiye'ye "İdam cezası" verildiğini söyleyerek bir ağızdan itiraz etti. Sadrazam da, İngiliz Yüksek Komiseri de Robeck'e, antlaşmayı milliyetçilere kabul ettirmenin neredeyse "olanaksız" olduğunu söylüyordu. Paris'teki delegasyon başkanı Tevfik paşa, müttefikler, (İngiltere ve Fransa) arasında bir çatlak olduğunu fark ettiği için görüşmeleri biraz uzatmak ve bir şeyler elde etmek istiyordu. (15) Bunu fark eden işgalciler ellerindeki en büyük koz "Yunan Ordusunu" öne sürdüler. Yunanlılar 22 Haziran'da Balıkesir, Bursa istikametinde ilerlemeye başladılar. Yunan Ordusu ilerlerken İngilizlerde denizden zayıf Türk Birliklerinin direncini kırmak için, yan ve gerilerine deniz gücü ile baskı yapmaya başladı. (16) Türk müfrezeleri 30 Haziran'da Balıkesir'i, 3 Temmuz'da Nazilliyi, 7 Temmuzda da Bursa'yı terk ettiler. Bursa'nın terki Türk kamu oyunu çok yaraladı. Meclis kürsüsünün üstüne siyah bir örtü örtüldü ve Millet Meclisi üyeleri Bursa kurtarılıncaya kadar bu örtüyü kaldırmamaya yemin ettiler ve kaldırmadılar. (17) Yunan Ordusunun iştahı bir türlü tükenmiyordu 20-27 Temmuz arasında Doğu Trakya'yı işgal ederek İstanbul kapılarına dayandılar.

Batı dünyasında Yunanlıların bu kadar kolay ilerleyebileceği tahmin edilmiyor, özellikle askerler Yunanlıların üstesinden gelemeyeceği bir çıkmaza gireceği endişesini dile getiriyorlardı. Churchill bu konuda görüşünü şu sözlerle belirtiyor:
"Yunan kuvvetlerinin dikkat çekici ve ümit edilmeyen başarısı Müttefik devlet adamlarınca alkışlandı, askerler gözlerine inanamadılar, Lloyd George çok coşkulu idi. Görünüşe göre o bir kere daha haklı çıkmış ve askerler yanılmıştı." (18)
Aslında plânın çok cüretkâr olduğunun Lloyd George'da farkındaydı. Yunan saldırısına izin verdiği zaman, çevresindekilere "Başarıya ulaşırlarsa sorun yok ama eğer bu cüretkâr davranış başarılı olmazsa, o zaman ortaya .. doğrudan kabul edilmesi gereken .. yeni bir durum çıkacaktır. Her şey önümüzdeki üç dört hafta içinde belli olur." (19) diyordu.
Lloyd George tam bir Yunan fanatiği gibi davranıyordu. Ermenilerden çok Yunan İmparatorluğunun hayali ile yaşıyor gibiydi. Bütün ağırlığını en kritik anlarda Yunanlılardan tarafa koymaktan çekinmiyordu. Yunanistan'ın Türk milliyetçileri yeneceğine ve İstanbul Hükümetine yürekten inanıyordu. Kendisine karşı çıkan Churchill ve Mareşal Sir Heny Wilson'un protestolarına kulak asmıyor ve onlar için şu sözleri söylüyordu.
"Elbette askerler Yunanlılara karşıdır... Onlar Türkleri benimser. Asker Muhafazakârdır. Türkleri desteklemek de Muhafazakârların politikasıdır. Onlar Yunanlılardan nefret eder. Muhafazakârların endişelerinden Henry, Wilson'un yaptıklarımıza bu denli karşı çıkışının nedeni budur." (20)
Yunanlıların seri ilerleyişi nedeniyle paniğe kapılan Damat Ferit, 25 Haziran'da Tevfik Paşa'yı görevinden aldı ve İstanbul'da 22 Temmuz günü bir şura toplandı (Saltanat Şurası) ve bu sırada alınan yetki ile Osmanlı temsilcileri Hadi Paşa, Rıza Tevfik ve Reşad Halis Beyler 10 Ağustos 1920 Salı günü Paris'in Sevr (Sevres) mevkiinde anlaşmayı imzaladılar. Barış Antlaşmasının önde gelen iki Ermeni temsilcisinden biri olan Avadis Aharonyan, günlüğünde haklı olarak, Sevres Antlaşmasının imzalandığı günü "Hayatımın en mutlu günü" olarak anmaktadır. Gerçekten de bütün dünya Ermenileri ve Yunan ırkı mensupları için 10 Ağustos, Tarihlerinin en aydınlık dönemini gösteriyordu. Bu anlaşma ile Anadolu ve Trakya bölgelerinde iki yeni Hıristiyan Devlet; dev bir Yunan İmparatorluğu ve yakın bir gelecekte Doğu Akdeniz ve Baku'ye kadar genişleme şansı olan tarihin gelmiş geçmiş en büyük Ermeni Devleti doğmuş oluyordu. Osmanlı Devleti'nin yapacak hiç bir şeyi kalmamıştı. Sevre'le birlikte 900 yıla yakın süren Anadolu ve Doğu Avrupa Müslüman hakimiyetinin sonunun geldiği kabul ve ilan ediliyordu.
Sevr Antlaşmasında doğrudan Ermenilerle ilgili maddeler 88,89 ve 230'ncu maddelerdir ve şöyledir:
Md.88: Türkiye öteki müttefik devletlerin yaptıkları gibi, Ermenistan'ı özgür ve bağımsız bir devlet olarak tanıdığını bildirir.

Md.89: Öteki kayıtlı yüksek taraflar gibi Türkiye ve Ermenistan da, Erzurum, Trabzon, Van ve Bitlis illerinde, Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırın tespit edilmesi işini ABD Başkanı'nın hakemliğine sunmayı ve bu konudaki kararın olduğu kadar, Ermenistan'ın denize çıkışı ile sözü geçen sınıra bitişik bütün Osmanlı topraklarının Askerden arındırılmasına ilişkin ileri sürülebilecek bütün hükümleri kabul etmeyi kararlaştırırlar.

Md.230: Osmanlı Hükümeti 1 Ağustos 1914 tarihinde Osmanlı İmparatorluğunun parçası bulunan her hangi bir bölgede savaş durumu sırasında işlenen topluca ölümlerden sorumlu olan ve müttefik devletlerce istenen kişileri kendisine teslim etmeyi yüklenir. (21)


Yunanlılar elde ettiği inanılmaz şansın peşini bırakmadılar 29 Ağustos'ta Uşak ve çevresini de işgal ettiler ve Eskişehir – Kütahya – Afyon şehirleri yakınına geldiler. Büyük Millet Meclisi bu anlaşmayı tanımadığını ve anlaşmayı imzalayanların 29 Nisan 1920 tarihinde çıkardığı "Hıyanet-i Vataniye" kanunu gereğince yargılanacağını ilan etti (22)



DİPNOTLAR

1 . Seçil Akgün,General Harbord'un Anadolu Gezisi ve Ermeni meselesine Dair Raporu s.74-75 (İstanbuk-1981)
2. Aynı Eser, S.74-75.
3 . Fethi Tevetoğlu, "M.Kemal Paşa- General Harbord Görüşmesi "Türk –Kültürü, No:80, Haziran 1969, s.3-5.
4 . Aynı Eser, S.4-5.
5 . Seçil Akgün, a.g.e., S.136-145.
6 . Paul C. Hemreich :Sevr Entrikaları, S.153. ( Sabah Kitapları, İstanbul-1996)
7 . Aynı Eser, s.106- 107.
8 . Andrew Mongo, Atatürk, S.243 (Türkçesi Füsun Deruker, Yeni Binyıl, Sabah Kitapları, İstanbul –2000).
9. Sevr Entrikaları S.219-233.
10. David Walder, The chanak Affair, S.110 (Hutchinson of London –1969).
11. Osman Olcay: Sevre Andlaşmasına Doğru, S.566-567. (SBS Basın Yayın Yüksek Okulu-1980 )
12. General Harbord'un Raporu, S.155-158, James B. Gidney : A Mandate for Armenia S.226.(The Kent State Univ.Press,Ohio-1967)
13. Aynı Eser, S.158.
14. Türk İstiklâl Harbi, VI Cilt, İÇ Ayaklanmalar (1919-1921) (Genkar Basımevi, Ankara – 1964, Kroki-i Grafik-I).
15 Sevr Entrikaları, S.237 – 238.
16. İhsan Ilgar, Milli Mücadele'de Bursa, S.42-51 (Tercüman-İstanbul -1980) Hacim Muhittin Çarıklı'nın Hatıraları, S.275-278 (Ankara –1970).
17. İkinci Harp Tarihi Semineri, İhsan Güneş, S.152 (Bildiriler –Ankara).
18. Winston S. Churchill : The Aftermath Being a Sequel to The World Crisis, S.376 (London-1944).
19. Sevr Entrikaları, S:239.
20. Aynı Eser, S.238, 251, Dip Not: 7-8.
21. Geçmişten Bugüne Ermeni İlişikleri, S.82 (Genkur- Ankara –1989).
22. Hamza Eroğlu, Türk İnkilâp TArihi, S.211 (Milli Eğitim Basımevi; İstanbul-1982).

Çukurova'da Fransız-Ermeni İşbirliği (1918-1921) 2/2

Süleyman HATİPOĞLU* ANKARA, 08 Temmuz 2007 Pazar
2. Bölüm

Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi'ni takip eden günlerde Türk yurdu yer yer işgallere uğrarken Çukurova yöresi de 1918 yılının Kassm ve Aralık aylarında Fransız ve İngiliz ortak işgaline uğramıştı.
Kaç - Kaç Hadisesi:

Kaç-Kaç[70] olayına da gelince; yavaş yavaş şehri terkeden Türk aileleri 10 Temmuz 1920'de tamamen genel bir kaçışa başladılar. 10 Temmuz'daki katliam söylentisi hemen hemen bütün şehirdeki Türkleri kaçmaya mecbur etmişti[71]. Ermenilerin kasıtlı olarak yaptıkları katliamlar ise şehirde asayişi bozmuş ve halkın kaçmasına zemin hazırlamıştı. Bu durumu anlayan halk da düşmandan temizlenmiş Toroslara sığınmak için harekete geçti. Fakat, Adana'dan çıkış zor idi. Her tarafta Ermeni çeteleri her an müslüman Türk'ün can güvenliğini tehdit ediyorlardı. Bu büyük bir tehlike idi. Asıl mesele bu olup, Toroslara sığınmaktan amaç ise kaçıp kurtulmaktan daha çok, orada teşkilatlanıp, Adana'yı düşman istilasından kurtarmaktı.

Bu durumun farkına varan Fransızlar, 9 Temmuz 1920 tarihinde Ermeni komitecileri ile düzme bir oyun tertip ederek; müslüman halkın şehri boşaltmalarını kolaylaştırmak için güneydeki bahçeler tarafına Cezayirli müslüman askerlerini nöbetçi koyup, bu duruma müsamaha gösterdiler[72].10 Temmuz sabahı iki saat süren silahların müslüman mahalleleri üzerine sıkılmasından sonra Türkler, koltuklarında birer bohça ile Oba yoluna doğru kaçmaya başladılar[73]. Çarşıdaki Türkler dükkanlarını kapamadan, evde kadınlar eşyalarını ve giyecek bir şey almadan şehrin batı ve güney taraşarına, yani oba semtlerine kaçmaya başladılar[74]. Kaç-Kaç yolculuğuna ova köylüleri de, paniğe kapılarak iştirak etmişlerdi[75]. İşte bu ana-baba yurdunu ve evini mahşeri bir vaziyette terk ederek kocası karısını; çocuğu anasını bulamayan, bu günün adına işgal tarihinde Kaç-Kaç denilmiştir[76]. Kaç-Kaç gerçek anlamda bir millî kıyam olup, zulme karşı yapılan bu sessiz direniş nesillerden nesillere intikal edecek, hiç bir zaman unutulmayacaktı[77].

10 Temmuz günü Fransız uçakları, sabahın erken saatlerinden, öğlene kadar bu Kaç-Kaç kafilesine katılanların üzerlerine bomba ve sivri çiviler atmışlardı. Zalim Fransızlar Türkleri burada da rahat bırakmamışlar ve böylece bazılarının ölümlerine sebep olmuşlardı[78]. Kaç-Kaç sırasında bulunan Ab-dulkadir Bilginer kitabında olayı şöyle yazmaktadır[79]:

"...Bizler dikenli ve tozlu yollarda, kuşları uçurtmayan kasıp kavuran güneş tepemizde; etrafımızda vicdansız süngülü askerler, durup dinlenmeden yürüyorduk....askerler arasında çok sayıda Ermeniler de vardı. Ellerine istedikleri fırsat geçmiş, bizlerden intikam alıyorlardı. Ara sıra: "Alçak Dacikler" deyip gülüyorlardı-Dacik Ermenice Türk demekmiş-. Kafilenin arasına tüfeklerle giremiyorlardı. Canı yananlar bir hadise çıkarabilir korkusu vardı. Bir ara solumuzda acı bir kadın sesi, bağırışlar, itişip kakışmalar oldu. Yaşlı bir nineye çabuk yürü diye dipçik vurmuşlar. O ana kadar ufak tefek homurdanmalar dışında yürüyüş oldukça sakindi. İhtiyar nineye yapılan bu alçaklığa halk dayanamadı. Askerlere saldıranlar bile oldu. Fransız askerleri daha çok ateş açarak, halkı tehdide başladılar. Askerlerin bütün güvenceleri havaya silah sıkmaktı. Ermeni olduğu anlaşılan bir asker ise: "Sinirlenmeyin sonunuz daha fena olur" dedi ve yürüdü...." artık halk yavaş yavaş Toroslara göç ederken, paralı olanlar ise daha içerlere kaçmışlardı[80].

O günlerde Pozantı'da yayın yapan Yeni Adana Gazetesi daha sonra bu Kaç-Kaç olayından şu şekilde bahseder[81]:


Adana'nın Kara Günü (10 Temmuz 1336/1920)

Geçen sene Fransızlarla akd edilen mütarekenin nihayet bulduğu günleri takip eden günlerde Fransızlar, ateşlenmiş Ermeniler, gayz ve ihtirasla zavallı islâmların başına bela kesilmişlerdir. Her geçen gün Adana için kanlı bir matem gölgesi bırakıyordu. Kafkas dağlarından gelen haydut "fiişmanyan" Ermeni kilisesinde bir hükümet tesis etmiş burada sokaklardan toplanan islâmlar bin bir türlü engizisyon cezalarıyla idama gönderiliyordu. Bütün şehri zulüm, felaket doldurmuştu.

Sırtlan hisli Bremond, Dufieux celladlarına emir vermiş memleket kan ve ateşle boğuluyordu. Bu hainlikler gittikçe artıyor. Bu son müslümanların kalbi zulüm korkusuyla titriyor. Kafile kafile kadın, çocuk yollara dökülmüş şehrin cenubuna doğru akıp gidiyordu.

Temmuz'un onuncu günü şehir bir mezbaha halini aldı. O gaileden yarım saat sonra tertip edilen ihtilal başlamış, şehrin Ermenilerle meskun olan aksamından cehennemi bir ateş açılmıştı. Yollarda, sokaklarda bir çok zavallıların cesetleri yatıyor. Kızlar, kadınlar canlarını kurtarmak için yalın ayak, baş açık temmuz güneşinin kızgın alevleri içinde yükselen, kesif tozlara boğularak akın, akın hicret ediyorlardı. Anasını kayıp eden yavrular, göğsü delinmiş yavrusunun üzerine kapanan ak saçlı analar namusu üzerine titreyen bakirelerle ovalar, obalar dolmuştu.

Hicret başlamış, kanlı eller ufka doğru yükselmiş sırtlan sadaları bu kafaların arkasından yükseliyordu. Günler geçti. Gülistan gibi kıymetli memleketimiz baykuş yuvalarına döndü. Kanlı eller saf-ı Seyhan kenarında yıkandı. Türk hazineleri yağma edildi.
Bu gün hâlâ kulaklarımızda uğuldayan bir çok zehirli sedalar var.

(Geliyorlar, doldururlar…. ah namusum... yavrum) bu sözleri her ağız ayrı ayrı söylüyor.

Beş yüz senelik yuvasından uzaklaşıp gidiyordu. 10 Temmuz kara gün, binlerce islâm mezarının açıldığı gündü".

Kaç-Kaç olayı Adanalıları gerçekten sarsmıştı. Bu hadise Fransızlar için de kötü bir puandı. Türkler kaçmışlardı ancak bunun intikamını almak için hazırlanıyorlardı. Onlar sadece canlarını kurtarmak için kaçmamışlardı, To-roslarda Millî Teşkilât'a dahil olarak Adana'nın kurtuluşu için savaşmak amacıyla kaçmışlardı. Kaç-Kaç'ta gizlenen millî ruh bu idi[82]. 10 Temmuz 1920'de binlerce Adanalının, cehennemi bir sıcakta, toz toprak içinde, sefil, perişan bir vaziyette gerçekleştirdikleri bu kaçış, Fransızlarla Ermenileri memnun etmişti[83].

Ermenilerin Killikya Devleti Kurma Girişimleri:

Meydana gelen Kaç-Kaç olayından sonra, Ermeniler ve bilhassa Ermeni fiişmanyan Hükümeti ve komitecilerin; "fiehirde Türk kalmadı. Bize verdiğiniz vaadinizi yerine getiriniz. Biz Kilikya Hıristiyan Cumhuriyeti kuracağız" diyerek, resmen Fransız Genel Valisi'ne müracaat etmişlerdi[84].

Bu arada Ermeniler Fransızların Çukurova'dan çekileceği propagandasını yaymaya başlamışlardı. Bunun üzerine, Ermenilerin lideri durumunda bulunan Dr.Mihran Damadian hemen Beyrut'taki Ermeni komitesi başdelegesi Dr.Malezian'la haberleşerek, harekete geçmiştir. Durumdan haberdar olan "Guiliguia (Kilikya)" adındaki Ermeni gazetesinin baş yazarı Veradzine, Abdioğlu Köyü'nde bir kaç komiteci ile yerleşerek, Fransız mandası altında, Kuzey sınırı demiryolu; doğu ve batı sınırı Ceyhan ile Seyhan nehirleri olmak üzere "Kilikya Mezopotamya Cumhuriyeti"ni kurdular. Bunun üzerine Veradzine'i, Fransızlar almış oldukları tedbirlerle sürgün etmişlerdi[85]. Bundan sonra da Çukurova'da bulunan bütün Hıristiyan delegeleri bir bildiri yayınlayarak, eylemlerini sürdürmeyi düşündüler. Bu olaydan cesaret alan Dr.M.Mihran Damadian 5 Ağustos 1920 sabahı saat 10.00'da Ermeni şeşeri ile vilayete gelerek, cumhuriyetin geçici hükümet başkanı olduğunu belirtip, kabinesiyle hükümet konağına oturdu. Ermeni şeşeri Damadian'ın bu hareketini açıkça alkışlayarak desteklediler[86]. Bremond ise eserinde; halk yığınları ve Ermeni mahallesi de dahil olmak üzere, bu olaya kayıtsız kalmışlardı demektedir[87].

Bunun üzerine Bremond, beklenmedik bu olay karşısında, önce Beyrut'taki askerî kumandanı ve sonra da Paris'i durumdan haberdar etti. Bremond'un her iki yerden aldığı emir: "Kaça mal olursa olsun, bu cüretkarların haddini bildir." Olmuştur[88]. Bundan sonra da Bremond, Damadian'ın telefonunu kestirdi ve özel sekreteri Teğmen Georges Perrien'i göndererek, vilayetten ayrılmasını istedi. Damadian; "Ermeni ahalisine danışmadan bulunduğu yerden ayrılmayacağını" bildirdi. Damadian'ın bu direnişini kırmak için, Bremond güç kullanmaya karar verdi. Bunun üzerine Fransız avcı bölüğünden erler yollanarak, kabinesi ile beraber Damadian oradan atıldı. Damadian'ın hükümet binasından atılmasından sonra ise, Ermeniler gösteriler yaptılar ve Fransız kuvvetleri bu gösterileri bastırarak, asayişi sağladılar[89]. Bremond gerekeni yaparak, bunları Fransa işgalindeki başka şehirlere sürgüne göndermiştir. Böylece bu Ermeni Devleti'nin ömrü iki saat onbeş dakika sürmüştür[90].

Ermenilerin bağımsız bir devlet kurmaları veya buna teşebbüs etmeleri Fransızları sükutu hayale uğratmıştı. Zira Türk'ü öldürmek için onbinlerce verdikleri silahların kendilerine çevrilmesinden dolayı endişeleri artmıştı. fiimdi bu silahları geri nasıl toplayacaklardı[91]. Bir başka olay da Mavera-ı Kafkas'ta İngilizlerin başına geldiği gibi, Fransızlar da Ermeni müttefikleriyle kötü tecrübeler edindiler. Bundan sonra da Fransızlar Türk dostluğunu açıktan açığa aramaya başladılar[92]. Bu olaylar üzerine Fransızlar Ermenilere vermiş oldukları desteği geri çektiler. Bu durumu protesto etmek üzere Da-madian ve Ermeni Başpapazı ortak olarak bir bildiri yayınladılar buna göre; bu desteğin devamını istediler, aksi takdirde kendi üzerlerine düşen görevleri yapmayacaklarını ilan ettiler[93].

Bütün bunlara rağmen, Çukurova'daki Ermeniler, Fransızların desteği altında bir varlık göstermek amacıyla Türklere karşı akla gelmeyecek insanlık dışı davranışlarına devam etmişlerdi. Hacın, fiar, Zeytun, Urumlu bölgeleri Fransız işgali altındayken bölgedeki silahlandırılmış Ermeniler, Türklere yapmadıklarını bırakmamışlardı[94]. Görüldüğü gibi, bu Ermeni hareketleri vahşet halinde devam etmiş olup, bu vahşetin sonunun ne zaman geleceği ve neye varacağı belli değildi. Fransızların peşi sıra giden Ermeniler vardıkları yerlerde yerli Ermenileri de ayaklandırdılar. İşgalden sonra Adana'ya bir Ermeni Polis Müdürü tayin edilmişti. Abdurrahman ismindeki Arap asıllı bir vali de İstanbul Hükümeti'nden ziyade, Fransızların ve Ermenilerin emrinde çalışmaktaydı. Zaten asıl vali Dufieux isminde bir Fransız idi. Hacın gibi yerler de fiilen Ermeni idaresine geçmişti[95]. Ali Saip Adana'dan ayrılıp Urfa'ya gidince, oradaki halkı şu şekilde uyarmıştı[96]:

"Adana'ya Fransız ayağı bastığı günden itibaren, din, namus, haysiyet ve şerefe tecavüz başladı. Burada da aynı zulümler başlamak üzere bulunuyor. Fransız kumandanı, muvazzaf jandarmaların terhisiyle kaydettireceğini söyledi. Bundan maksat da hazırladıkları 300 Ermeniyi jandarma kaydettirmektir. Adana ve Kozan'da kulağı kesilen ve gözleri oyulan müslümanları gözümle gördüm. Bu felaket görmüş bölgeden, bağrım, ciğerim yanık olarak, buraya geldiğim ve burada da aynı kötülüklerin başlamak üzere bulunduğuna vakıf olduğum için, sizi uyarmayı verilmiş bir görev sayıyorum".

Ermenilerin yaptıklarından bir kaç örnek daha vermek istiyorum; "Saimbeyli (Hacın)'ye gitmekte olan Kamavorlar[97] Eskikarakol yerine yakın Gölyeri çayırlığında Çerkez İsmail Bey'in Yılkı adıyla adlanan at sürüsünü otlattığını gördüler. Onu soymaya kalkıştılar. İsmail bey direnince silahlı düello başladı. İsmail Bey öldürüldü ama, ölmeden önce de bir Kamavoru öldürdü. Sağ kalanlar İsmail Bey'in gövdesini yarık yarık ettiler. Ellerini kalçalarından açtıkları yarıklara soktular. Ölü arkadaşlarını da, ata yükleyerek Saimbeyli'ye taşıdılar"[98]. Tavaslı ve Hacılar köyünden Ahmet ve Mustafa ile arkadaşı ve daha kaydedilmemiş olan bir çok Türk, gözleri oyulmak ve burunları kesilmek suretiyle şehit edilmişlerdi. Kozan'ı işgal sırasında dağlarda ve yollarda parça parça edilmiş vaziyette 140 Türk ölüsü bulunmuştu[99].

Ali Saip hatıralarında bu olayları şöyle anlatmaya devam etmektedir[100];
"Bu denli ve her türlü kayıtlardan, mesuliyetlerden azade kudurmuş canavarlar gibi etrafa saldıran fedailer, eti kemikten ayrılmış Türklere pek çok hakaret ve eziyet etmek için, müslüman kadınlarını tehdit ve sıkıştırma ile ve nümayişlerle kiliselerde hıristiyan yapıyorlardı. Bu acıklı olayı hakkıyla nakil ve tasvir etmeyi ağır başlılık, izzet-i nefis ahlâk anlayışımıza uygun görmüyorum". şeklinde yazarak, olayların boyutunun korkunç olduğunu vurgulamak istemiştir.



Sonuç:

Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz; Çukurova yöresine yönelik Fransa'nın sömürge politikası, gelecekteki Ermeni isteklerin yegane dayanağını oluşturmuştur. Bu durum ise Çukurova'da Ermeni-Fransız işbirliğini ortaya çıkarmış ve neticede bu hareket Ermeni zulmüne dönüşerek, Türkleri tehdit eder bir hal almıştır. Ermenileri böyle davranmaya sürükleyen en büyük sebep, Fransa'nın Çukurova'da onlara müstakil bir devlet kurma sözü vermesidir[101]. Fransa, Çukurova'da kurulucak olan tampon bir Ermeni Devleti ile Türkiye'nin Suriye'ye doğrudan müdahalesini önleyecek ve bu ise Suriye'deki Fransız hakimiyetine bir güvence meydana getirecekti.

Zaten Fransa'nın Çukurova politikası başlıca iki doğrultuda kendisini göstermekteydi. Ermenilere askeri harekatta yer verilmesi, Çukurova'nın ise idari yönden Ermenileştirilmesi[102]; bunun sonucu olarak da bölgede Ermeni mezaliminin şiddetlendiğini görmekteyiz. Fransa'nın bu politikası doğrultusunda Çukurova'daki Ermeniler Fransız desteği altında bir varlık göstermek hevesiyle Türklere karşı akla gelmeyecek insanlık dışı davranışlarına devam etmişlerdir. Hacın, Şar, Zeytun, Urumlu bölgeleri Fransız işgali altındayken bölgedeki silahlandırılmış Ermeniler Türklere yapmadıklarını bırakmamışlardı[103]. Görüldüğü gibi bu Ermeni hareketleri vahşet halinde sürmekteydi.

Türk insanının bu duruma müsaade etmesi düşünülemezdi. Nitekim kısa sürede ferdi teşebbüsler şeklinde ve daha çok intikam amacına dayalı mukavemet hareketlerinin ortaya çıkması engellenememiştir. Bu milli direnişleri tek bir çatı altında toplamak amacıyla Mustafa Kemal Paşa 5 Ağustos 1920 günü Pozantı'da bir kongre toplayarak, Pozantı'yı Çukurova'nın il merkezi yapmış ve bu bölgenin milli kurtuluş hareketlerini Ankara'ya bağ-lamıştır. Böylece Çukurova'daki Milli Mücadele yeni bir boyut kazanmış ve Mustafa Kemal Paşa'nın takip ettiği başarılı dış politika sonucu 20 Ekim 1921 tarihinde Türkiye ile Fransa arasında imzalanan, bölgenin Fransa tarafından boşaltılmasını sağlayan Ankara Anlaşması ile görmüştür.


DİPNOTLAR


*M. Kemal Üniversitesi, Fen. Ed. Fakültesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi, HATAY.

[70]Kaç Kaç olayı için bkz., Süleyman Hatipoğlu, Fransa'nın Çukurova'yı İşgali ve Pozantı Kongresi, Ankara, 1989, s.52 vd.

[71]D.Arıkoğlu, a.g.e., s.162.

[72]K.Ener, Çukurova'nın İşgali ve Kurtuluş Savaşı, İstanbul, 1963, s.79.

[73]"Adana'nın Kara Günü (10 Temmuz 1336)", Yeni Adana, S.124 (10 Temmuz 1337), Pozantı 1921; K.Ener, Çukurova'nın İşgali ve Kurtuluş Savaşı, s.79; Hatice Başcı (Yaş 91, Derleme tarihi 4 Ağustos 1987), Karataş İlçesi Fevziye Köyü sakinlerinden) bu olayları şöyle anlatmaktadır: "Kaç-Kaç'ı hatırlıyorum, kaçmak için hazırlık yaptık, arabalara eşyalarımızı yükledik. Bu sı-rada köye bir Fransız subayı geldi ve köylülere; 'siz kaçmayın, size bir şey yapamazlar dedi. Bunun üzerine biz kaçmaktan vaz geçtik" şeklinde yapmış olduğu açıklamada, Kaç-Kaç'a ova köylerinin tamamının katılmadığı anlaşılmaktadır.

[74]G.Girici, "İşgal ve Milli Mücadele Hatıraları, A.Remzi Yüreğir'in Kurtuluş Anılarından", Yeni Adana, 21 Aralık 1978, Adana, 1978; G.Girici, "Çukurova'nın İşgali ve Milli Mücadele'nin Önemli Olayları", Yeni Adana, 30 Aralık 1977, Adana, 1977.

[75]D.Arıkoğlu, a.g.e., s.163; Ayşe fiumnu (Yaş 80, Derleme Tarihi 31 Temmuz 1988 Ceyhan halkından) Kaç-Kaç olayını bana şöyle anlatmıştır: "Gâvur geldi dediler; iki at arabası ve biri de öküz arabası ile kaçtık. Ceyhan'dan Yapalak'a, oradan da Burnaz'a gittik. Burnaz'da bir veya iki gece kaldık, tekrar Yapalak'a geldik. Yapalak emin yerdi, gâvurdan uzaktı. Bir müddet burada kaldıktan sonra Ceyhan'a döndük, bir de ne görelim, gâvurlar Ceyhan'ı yakmışlar".

[76]G.Girici, "Çukurova'nın İşgali ve Milli Mücadele'nin Önemli Olayları", Yeni Adana, Adana, 1977.

[77]Y.Ayhan, a.g.e., s.55.

[78]D.Arıkoğlu, a.g.e., s.163-164.

[79]Abdulkadir Bilginer, Kaçkaç'ta Bir Çukurova Çocuğu, Bursa 1983, s.44-45.

[80]D.Arıkoğlu, a.g.e., s.164. Hatice Tınaz bu olayları bana şu şekilde anlatmıştır: "Köyümüzün yarısı -Adana'nın Yüreğir ilçesine bağlı Kayarlı Köyü- Ermeni idi. Biz çocuktuk, önceleri Ermeni çocuklarıyla kardeş gibiydik, onlarla oyun oynardık. Fakat işgalden sonra bu durum bozuldu. Oyun oynarken, Ermeni arkadaşlarımız bize; 'azkaldı, iki gün sonra honi ile ağzınıza sı-çacağız' dediler. Bundan sonra rahatımız bozuldu. O sırada Kaç-Kaç başlamıştı. Babam (Mehmet Avşar) bizi toparladı ve kaçtık. Döndükten sonra köyümüzde kaçmayan müslümanların hepsini yakmışlar. Babam, bunların kemiklerini toparlayarak toprağa gömdü. Kaç-Kaç sonrasında Ermeniler; Eğriağaç, Horlar, Asmalı, Tokuç, Kötüköyü, Dursunlu, Arapköyü, Kesmebu-run, Solaklı, Pekmezsuyu, fiıhmurat, Tanrıverdi, Kayarlı, Hinnepli, Kumrulu ve Kızıltahta köylerinin, tamamen yanmış olduğunu gördük" demiştir.

[81]"Adana'nın Kara Günü (10 Temmuz 1336)", Yeni Adana, S.124, Pozantı 1921.

[82]Yusuf Ayhan, a.g.e., s.58.

[83]Ş.Ş. Aydemir, Tek Adam, c.2, İstanbul, 1985, s.174-175. 84

[84]Ahmet Remzi, a.g.r.Bu rapor için bkz., S.Hatipoğlu, Orta Toros Geçitlerinde Türk-Fran-sız Mücadelesi s.63,; G.Girici, "İşgal ve Millî Mücâdele Hatıraları, A.Remzi Yüreğir'in Kurtuluş Anılarından", Yeni Adana, 22 Aralık 1978, Adana, 1978.

[85]Paul De Veou, La Passion de la Cilicie. 1919-1922, Paris, 1937, s.203 vd.

[86]Paul Du Veou, a.g.e., s.205 vd.; Girici, "Çukurova'nın İşgali ve Millî Mücâdele'nin Önemli Olayları", Yeni Adana, Adana, 1977; S.R.Sonyel, a.g.e., c.1, s.201-202; G.Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, s.47; Nurşen Mazıcı, a.g.e., s.121.

[87]E.Bremond, La Cilicie En 1919-1920, Paris, 1921, s.66.

[88]G.Girici, "Çukurova'nın İşgali ve Millî Mücâdele'nin Önemli Olayları", Yeni Adana, Adana, 1977.

[89]Du Veou, a.g.e., s.205.

[90]G.Girici, "Çukurova'nın İşgali ve Milli Mücadelenin Önemli Olayları", Yeni Adana, Adana, 1977; G.Girici, "İşgal ve Millî Mücadele Hatıraları, A.Remzi Yüreğir'in Kurtuluş Anılarından", Yeni Adana, 22 Aralık 1978, Adana, 1978.

[91]A.Remzi, a.g.r.; S.Hatipoğlu, a.g.e, s.64

[92]G.Jaeschke, Kurtuluş Savaşi İle İlgili İngiliz Belgeleri, Çev. Cemal Köprülü, Ankara, 1971, s.47.

[93]Paul Du Veou, a.g.e., s.360.

[94]ATASE, Atatürk Arşivi, Kls.23, Dos.1336/13-1, F.40-7; Atatürk Özel Arşivi'nden Seçmeler, Ankara, 1981, s.132-135.

[95]Ş.Ş.Aydemir, Tek Adam, c.2, İstanbul, 1985, s.171.

[96]Müslüm Akalın, Millî Mücâdele'de Urfa (Anılar-Belgeler), Urfa 1985, s.52-53.

[97]Kamavor: Bölgede Ermeni çetelerine verilen isim.

[98]Mustafa Onar, Saimbeyli, Adana, l989, s.95. 99

[99]Ali Saip, a.g.e., s.21-22; A.Cevdet Çamurdan, Kurtuluş Savaşında Doğu Kilikya Olayları, Adana, 1969, s.242-243.

[100]Ali Saip, a.g.e., s.23.

[101]Salahi R. Sonyel, "Yeni Belgelerin Işığı Altında Ermeni Tehcirleri", Belleten, o. XXXVI, S.141, Ankara, 1972

[102]Y. Akyüz, a.g.e, s.180-181.

[103]Necla Basgün, Türk-Ermeni Münasebetleri, İstanbul, 1973, s.93

Çukurova'da Fransız-Ermeni İşbirliği (1918-1921) 1/2

Süleyman HATİPOĞLU* ANKARA, 26 Haziran 2007 Salı
1. Bölüm

Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi'ni takip eden günlerde Türk yurdu yer yer işgallere uğrarken Çukurova yöresi de 1918 yılının Kassm ve Aralık aylarında Fransız ve İngiliz ortak işgaline uğramıştı. Çukurova bölgesi, ortak bir işgale uğramasına rağmen, bu bölgede İngilizlerle Fransızlar arasında nüfuz yönünden siyasi bir çekişme kendini gösteriyordu. Fransa, İngiltere üzerinde yaptığı baskıdan başarıyla çıkacak, Suriye ve Kilikya bölgesini kendi nüfuzu altına alacaktı[1]. Nitekim 15 Eylül 1919 tarihinde Suriye ve Kilikya'da işgal kuvvetlerinin tebdili hakkındaki "İngiliz-Fransız Mukâvelesi" nin imzalanması ise[2], bu yörelerin Türk halkını büsbütün dehşete düşürmüştü. Çünkü, bu sözleşmeye göre Maraş, Antep ve Urfa şehirleri İngilizler tarafından boşaltılarak, Fransızlara terk edilecekti. İngilizler bu suretle durmadan kaynayan ve Türkler tarafından mutlaka savunulacağını düşündükleri bir toprak parçasını Fransızlara bırakır ve onların Arap memleketleri üzerindeki dikkatlerinin dağılmasını sağlarken[3], aynı zamanda bu bölgede yaşayan Türk halkını da Fransız zulmüne terketmiş oluyorlardı[4]. Zaten Mustafa Kemal, bu sözleşmeden haberi olunca, derhal çok acil olarak, Erzurum Müdafaa-i Hukuk Merkeziyesi'ne çektiği telgrafta; "Eylül ayının 15. günü (1919) İngiltere ile Fransa, 1916 yılında imzaladıkları antlaşmayı esas kabul ederek, "Suriye İtilafnamesi" adı altında milletimizi yakından ilgilendiren bir mukavele üzerinde anlaştılar. Bu mukavelenameye göre, İngilizlerin haksız olarak işgal ettikleri yerleri tahliye eyledikleri bölgeleri, Fransızlar haksızlık üzerine haksızlık yaparak işgale başlayacaklar, Halep'i hariçte bırakarak, Urfa, Ayıntap, Maraş ile Adana vilayetlerimizdeki çoğunluğu İslâm ve Türk olan ve zengin topraklarımızı işgal bölgelerine dahil ederek, kuzeye doğru da Harput ve Sivas'a kadar uzanıp, buraları da dahile alarak Mersin'in batısına kadar uzanan ve Batı Anadolu ile Doğu Anadolu'yu birbirinden ayıran bu bölgeler Fransız nüfuz ve idaresine girecektir" diyerek, durumun ciddiyetini belirtmiş ve bu konunun idarecilere ve gazetelere duyurulması gerektiğini bildirmiştir[5].


Fransa'nın Çukurova'daki Emelleri:

Bu sözleşmeye göre Fransızlar Çukurova'nın verimli topraklarını ellerine geçirmişler ve aynı zamanda Suriye'yi uzun süre ellerinde tutabilmeleri için, Orta Toros Geçitleri'ne de hakim olmuşlardır. Bu hususta Fransız yetkilileri bu yöreler için şunları söylemişlerdi[6]: "Kilikya'nın Fransızlar tarafından işgali, stratejik ve ekonomik sebeplerle Suriye'nin tarihi müdafaasını teşkil eden Toros Geçitleri'ni ele geçirmeyi istilzam etmektedir..." Suriye'de kurulacak Fransız hakimiyetinin devamını sağlamak için Toros Tünelleri'ni ele geçirmek, aynı zamanda Çukurova'ya da hakim olmak demekti. Burada, göz önünde bulundurulan stratejik önem yanında Çukurova'nın zirai açıdan büyük bir potansiyele sahip olması da Fransız sanayii için ayrı bir hammadde kaynağı teşkil etmesiydi. Zaten Fransız yetkilileri, Çukurova'yı ekonomik açıdan değerlendirmekte ve kendi iktisadî çıkarları için bu bölge üzerinde hassasiyetle durmakta idiler[7].

Bu bölge üzerinde Fransızların tatbik etmeyi düşündükleri başka fikirleri de vardı. Fransa daha önce tehcir kanunu ile bölgeden uzaklaştırılan Ermenileri tekrar Çukurova'ya getirip, eski yerlerine yerleştirmek istiyordu[8]. Fransızlar Ermenileri niçin buraya yerleştirmek istiyorlardı sorusuna gelince; bunun sebebi gayet açıktı. Çünkü onlar Ermenilerden istifade etmek[9] ve bu doğrultuda da Ermenileri Türk insanına karşı maşa olarak kullanmak isterken, aynı zamanda da Ermenilere Çukurova'da bir devlet kurmayı vaad ediyorlardı[10]. Ayrıca Fransızlar, bölgeyi terketmek durumuna gelince; burada ortaya çıkacak boşluğu bir Ermeni devletçiği ile doldurabileceklerini de düşünüyorlardı.

Böylece Türk Devleti ile, güneydeki yani Suriye'de yaşayan müslüman Araplar arasında bir tampon devlet kurulacak ve müslümanların birleşmeleri de önlenmiş olacaktı. Bu konuda Mustafa Kemal Büyük Nutuk'ta meseleye şöyle bir açıklık getirmektedir: "...Halen ecnebi taht-ı işgalinde bulunan ma-natıktan, Kilikya'yı Arabistan ile Türkiye arasında bir etat tampon vücuda getirmek maksadiyle anavatandan ayırmak arzusunda bulunulduğu mevzû bahis edildi. Anadolu'nun en koyu Türk muhiti ve en mahsuldar ve zengin bir mıntıkası olan bu kıtanın hiçbir suretle ayrılmasına muvafakat edilmeyeceği..."[11]. Böylelikle bu bölgede Fransa'nın denetiminde bir Ermeni Hıristi yan devleti oluşturularak, iki islâm ahalisi arasına bir nifak sokmak niyetinde olduklarını görebiliriz.

Bu sözleşme ile İngilizler, işgalleri altında bulunan Güney ve Güneydoğu Anadolu bölgesini Fransızlara bırakırken, bundan çeşitli şekillerde faydalanacaklarını düşünüyorlardı. Bir kere devamlı olarak kaynayan bir bölgenin sorumluluğunu Fransızlara devretmek suretiyle onları Türklerle karşı karşıya bırakmışlardı. Diğer bir husus ise, İngilizler bölgeden çekilme kararıyla buradaki kuvvetlerinin serbest kalmasını sağlamışlardı. Ayrıca İngilizler, Türklerin kutsal vatan toprakları olan bu bölgeleri sonuna kadar müdafaa edeceklerini anlamış olduklarından, Fransızları bu bölgede meşgul ederek, dikkatlerini de Arap ülkelerinden çekmişlerdi. İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Sir de Robeck'in 12 Kasım 1919 günü Lord Curzon" a göndermiş olduğu rapor, bu düşünce ve görüşleri doğrulamaktadır[12]:"Suriye ve Güneydoğu Anadolu'nun İngiliz işgalinden Fransız işgaline devri hususundaki kararın açıklanması üzerine burada gösterilen tepki, Adana bölgesinin Türkiye'nin tabii ve ayrılmaz bir parçası olduğu gerçeğini bir kere daha ortaya koymuştur. Nitekim bu karar üzerine İstanbul'daki Müttefik devletlerinin yüksek komiserlerine memleketin çeşitli yerlerinden gönderilen telgraşarla Fransızların Antep, Urfa ve Maraş işgalleri protesto edilmiştir. Gelen telgraşarın hemen hemen aynı formun tekrarından ibaret bulunuşu millî hareketin teşkilatlanışının yaygın ve süratli olduğunu,...". göstermektedir. Ayrıca diğer bir hususta İngiltere, Irak ve Mısır'a karşılık bu bölgeleri Fransa'ya terk etmişti[13].

Böylece, Yıldırım Orduları Grubu Komutanı Mustafa Kemal'in bütün çabalarına rağmen Mondros Mütarekesi gereğince 7 Kasım 1918 tarihinden itibaren bölgede başlayan İngiliz-Fransız ortak harekatı bir müddet sonra "Suriye İtilafnamesi" ne göre tam bir Fransız işgaline dönüşmüştü. Fransızların tarihi, kültürel ve askerî bakımdan bölgedeki varlıklarını uzun süre devam ettirmeleri mümkün olamazdı. Ermenilerin, millî emelleri, Fransızların sömürgeci gayelerinin tahakkukunda bir vasıta olarak kendisini gösterirken, dikkat çekici bir paradoks da meydana getirmekteydi. Zira, bu sömürgeci emeller, Ermeni isteklerinin, istikbaldeki yegane dayanağını oluşturacaktı.

Bütün bunlara dayalı olarak, Ermeni liderlerinin Anadolu toprakları üzerinde bağımsız bir Ermenistan Devleti kurulması için çalıştıklarını biliyoruz. Bunlar yalnız, Doğu Anadolu vilayetlerini değil; Maraş ve Kilikya'yı da Ermenistan sınırları içinde gösteriyorlardı. Fransızlar ise, bir yandan Ermenileri silahlandırıp eğiterek, Güney Anadolu'ya savaş ortağı olarak sürerken, bir yandan da Ermenilerin Adana ve İskenderun üzerindeki isteklerine karşı duruyorlardı. Buralarda kendilerinin tarihi rolü bulunduğunu ve bölgenin Fransızlara ait olabileceğini kesinlikle ifade etmekteydiler [14].

Diğer taraftan "Suriye İtilafnamesi" ne göre İngilizlerin yerini önce Fransız askerî elbisesi giyinmiş Ermeni Gönüllü Taburları aldı[15]. Bunu Fransız askerleri takip etti. Daha sonra da, bu bölgedeki Türk çoğunluğunu yok etmek isteyen Fransızların, taşıt gemileriyle getirdiği Amerika, Mısır, Suriye ve Fransa'daki muhacirler takip etti[16]. Olayların bizzat içerisinde bulunan Gani Girici ise; "İşgal esnasında Çukurova'ya 200.000 Ermeni geldi"[17] diyerek, hadiseleri doğrulamaktadır. Böylece Çukurova'ya bir Ermeni akını başlamıştı[18]. Çukurova'ya Ermenilerin gelmesi üzerine Adana valisi Nazım Bey istifa ederek, görevini vekaleten yürütmeye başladı. Nazım Bey işgalden sonra İstanbul'a çektiği telgrafta, sağlık durumu ve mahallin icabından dolayı istifa ettiğini bildiriyor ve vilayetin halini pek acıklı bir surette tasvir ediyordu. Fransızların amacı orada bir Ermeni Cumhuriyeti kurmak ve Ermenilerin halen zayıf bir azınlıkta bulunmalarından dolayı, şimdiki halde buna muvaffak olamazlarsa, geçici olarak müstakil bir hükümet teşkil etmek olduğunu ve işgal askerlerinin yüzde sekseninin Ermeni Gönüllüleri'nden[19] ol masının buna dahil olduğunu belirtmişti[20]. Ayrıca Fransızlar Çukurova'yı iş-gal ederken, Ermeni Gönüllüleri'nin yanı sıra diğer sömürgelerinden getirdiği Tunus, Cezayir ve Senagal'li askerlerden de yararlanma yoluna gitmişlerdi[21].

Böylece, Fırat nehrinin batısında Kilikya ve Suriye'ye yerleşmiş olan Fransız kuvvetleri dört tümene ulaşmıştı. Suriye-Kilikya Fransız Baş Mümessili ve Doğu Ordusu Başkomutanı General Gouraud kumandasındaki Fransız kuvvetlerinden Birinci Doğu Tümeni karargahı ile beraber büyük bir kısmı Adana'daydı. Ayrıca 7. Süvarı alayının karargahı Adana'da ve birlikleri de piyade alaylarının emrinde bulunuyordu. Bu tümenin bir alayı Tarsus'a, bir alayı da Mersin'e yerleşmişti. İslahiye, Bahçe, Ceyhan ve Pozantı'da Birinci Tümenden birer takviyeli tabur bulunmaktaydı. Fransızlar geniş bir alana yayılmış olan bu tümenin her yerde zayıf olduğuna hükmederek, 1920 yılı fiubat ayında Suriye'deki İkinci Tümeni de Anadolu'ya getirmişler, ayrıca sırf Antep'e karşı zaman zaman takviye kuvvetleri de sevketmişlerdi[22].

Ayrıca Fransız komutanlığına bağlı olarak, bölgedeki Ermeni kuvvetlerinin mevcudu 10.000 civarında bulunuyordu. Bunların bir kısmı Fransız askeri gibi teşkilatlanmış ve Fransız üniforması taşıyan birlikler halindeydiler. 4.500 mevcutlu bir alay olan bu birlik, daha Birinci Dünya Savaşı bitmeden önce, Fransızlar tarafından Mısır'da kurulmuş olup, Lejyon Doryan (Legion D'orient) adını taşıyordu. Güney Anadolu işgal edilirken, Fransız kıtaatı ile beraber eski yurtlarına dönen Ermenilerin bir kısmı, askerî düzen içerisinde millî kuvvetler halinde örgütlenmişlerdi. Ermeni kuvvetlerinin üçüncü kısmını ise çeteler teşkil ediyordu. Bu Ermeni kuvvetlerinin bölge itibarıyla dağılımı şöyledir[23]:

Antep'te.......................................2.500 kişi
(Bunlara Ermeni Alayının iki taburu dahil).
Maraş'ta........................................2.000 kişi
(Bunlara Ermeni Alayının bir taburu dahil.)
Hacın'da (Saimbeyli).........................1.500 kişi
Urfa'da..........................................1.000 kişi
Zeytun'da (Süleymanlı).....................500 kişi
Şar'da...........................................350 kişi
Kozan'da........................................300 kişi
Adana ve Mersin'de..........................1.000 kişi
Osmaniye, Haruniye,
Bahçe ve İslahiye'de.........................1.000 kişi


Bu paradoks, Çukurova'da Fransız-Ermeni işbirliğini devam ettirmiş ve müşterek hareket Türkleri tehdit etme şekline dönüşmüştü. Böylelikle kısa sürede Çukurova bölgesinde Ermeni-Fransız zulmünün Türklere yönelmesi neticesini doğurmuştur. Hakim bir millet iken bir anda üçüncü sınıf bir sömürge ahalisi durumuna düşen ve sahip olduğu toprakları elinden çıkarmaya zorlanan Türk halkının, bu duruma rıza göstermesi düşünülemezdi. Nitekim bütün yurtta ferdi girişimler şeklinde ve daha çok intikam gayesine dayalı direniş hareketlerinin ortaya çıkmasını engellenememiştir.

Ermenilerin Çukurova Politikası:

Ermenilerin bölgedeki politikalarına ve faaliyetlerine gelince; Ermeniler eski çağlarda yaşadıkları toprakları Asıl Ermenistan adıyla iki kısıma ayırmışlardı. Birincisi "Büyük Ermenistan" ikincisi ise "Küçük Ermenistan" . Büyük Ermenistan 15 vilayete bölünmüştü[24]. Küçük Ermenistan ise, üç vilayete ayrılmış ve Kilikya Ermeni Krallığı adıyla da belirttikleri prensliğin toprakları Kilikya'da, sahil ve dağlık Kilikya olmak üzere iki kısıma ayrılmıştı[25]. Kilikya Ermenistanı'nın sınırları esneklik gösteren ve yüzyıllar boyunca bir çok devletlerin işgal ve istilasına uğramış bir geçit ve çarpışma sahası olan bu bölgelerde hiç bir zaman devamlı, mütecanis ve millî bir Ermenistan devleti mevcut olmamıştır. Küçük küçük krallıklar, çoğu zaman bölgedeki büyük devletlere bağlı olarak, muayyen yörelere hükmetmişlerdir[26].

Burada şunu da ifade etmek yerinde olur kanaatindeyim; Ermeniler yaratılış itibariyle ancak güçlü olanın yanında yer almışlardır. Örneğin Türklerin Anadolu'ya gelmesiyle Bizans'a karşı Türklerin yanında yer almışlardır[27]. Çünkü Türkler o sırada güçlüydüler ve bu asırlarca böyle devam etmişti[28]. Mondros Mütarekesi'nden sonra ise Türkler zayıf duruma düşmüş bulunuyordu. Üstelik Türk yurdu ucundan kıyısından istila edilmişti. Böylelikle güç başkasının eline geçmiş gibi görünmekteydi. Öyle ise, güçlü olanın yanında yer almaları tabiatları gereği idi.

Ayrıca bir başka husus da; İtilaf Devletleri, Kafkasya'dan Kilikya'ya kadar uzanacak "Büyük Ermenistan" fikrinden vazgeçmeyeceklerini ve böyle bir politikayı da Türklere kabul ettirebilecek güce sahip olduklarını tahmin ediyorlardı[29]. Bu düşünceye ve bu geçmişe dayanarak politikalarını çizmeye çalı-şan Ermeniler, Osmanlı İmparatorluğu yıkılırken, mutlu sona ulaşabileceklerini zannettiler. Birinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında Çukurova'da kargaşa yaratmaya çalıştılar. Mondros Mütarekesi'nden sonra bu kargaşa daha da artmıştı. Bunun üzerine Çukurova yöresine bir Amerikan soruş-turma heyeti gelmişti. Çeşitli din, dil ve ırklara mensup halkın ileri gelenlerini toplayarak, Adana'nın idaresi hakkındaki fikirlerini sordu. Bunlardan ortodoks ve katolik Ermeniler Fransa himayesinde bir Ermenistan kurulmasını istediler[30]. Zaten Fransızlar da, kendi denetimlerinde Kilikya adıyla bir Ermenistan meydana getirmek istiyorlardı[31].

Mondros Mütarekesi'nden sonra, İstanbul Patriği ve Sis Ermeni Katali-kosluğu'nun organizatörlüğünde, Fransız işgalinin kısmî olarak gösterdiği müsamahadan da yararlanma yoluna gitmişlerdir[32]. Fransızların Ermenilere göstermiş oldukları bu müsamaha ise; tarihî, kültürel ve askerî bakımdan bölgedeki varlıklarını uzun süre devam ettirmek isteyen Fransa'nın politikasını gerçekleştirmede bir araç olmasıdır. Böylece İtilaf Devletleri Ermenilere müstakil-bağımsız bir devlet vaad etmişlerdi[33]. Bu durum Fransız, İngiliz veya Rusların Ermenileri çok sevmelerinin bir sonucu değildi. Bilakis bölgede başta Fransızlar olmak üzere, müstevlilerin çıkarları söz konusuydu. Örneğin Fransa, Çukurova'da kurulacak olan bir Ermeni Devleti'yle Türkiye'nin Suriye'ye doğrudan müdahalesini önleyecek ve bu ise Suriye'deki Fransız egemenliğine bir güvence teşkil edecekti.

Diğer taraftan, Fransa'nın Çukurova politikası başlıca iki doğrultuda kendini gösteriyordu: Ermenilere askerî harekatta yer verilmesi ve Çukurova'nın idarî yönden Ermenileştirilmesi[34]. Ayrıca Ermenilerin Kilikya'daki isteklerini destekleyen Fransa, Adana ve İskenderun üzerinde Ermenilerin tarihî rolleri bulunduğunun kabul edilmesine taraftardı. Fransızlar, Ermeni isteklerini desteklemekle beraber, bu verimli topraklardan ayrılmayı da düşünmüyorlardı[35]. Böylece o zamanlar Fransa Başbakanı Briand da bu hususta şunları söylemiştir[36]:

"Adana bölgesi ve Mersin limanıyla İskenderun, doğal ve mükemmel bir körfez teşkil eder. Buna karşılık stratejik savunmayı sağlayacak dağlar, körfezden bir hayli uzaktır. İşte bu sebepledir ki, askerî tesir sahamızın sınırlarını, Ermenilerin rıza ve istekleri üzerine, daha ötelere götürmek istedik."

İşte bu olaylara paralel olarak, Fransızlar işgalden hemen sonra, vaktiyle Türkiye'den göç ettikleri kabul edilen 100.000 Ermeni'nin Türkiye'ye dönmelerini istedi[37]. Bunun üzerine 1915 tehcirinde Anadolu'dan çıkarılan Ermenilerden 100.000 kadarı Çukurova'ya gelerek, 70.000'i Adana ve köylerine, 12.000'i Dörtyol'a, 8.000'i Hacın'a, geri kalanı da Kozan civarına ve ayrıca Maraş ve Zeytun'a da 50.000 Ermeni yerleştirilmiştir[38].

Ermenilerin Çukurova'ya gelişlerini Bremond eserinde şu şekilde anlatmaktadır; bunun için okullar, iş yerleri ve atölyeler organize olundu. Aynı zamanda 1919 yılı sonlarında 60.000 Ermeni'nin bulunduğu Adana'daki yığılmayı önlemek için, aşağıdaki şekilde yeniden yerleşme oluşturuldu: Hacın 8.000, Hassa 1.000, Dörtyol 12.000, Osmaniye 1.000, Misis 1.200-1.500 arası, Abdioğlu 1.000 civarında, Nacarlı 1.000 civarında, İncirlik 1.200, Tarsus 3-4.000 arası, Mersin 2-3.000 arası. Bundan sonra ise Kilikya'daki Ermenilerin sayısı 1919 yılı sonunda 120.000 kişiye ulaşmıştı[39]. Bu olayı yaşayanlardan Ceyhanlı Hamit Selçuk şöyle anlatmaktadır[40]: "Fransız işgaliyle beraber eski göçen Ermeniler geldiler. Sonra da beraber geri gittiler". 4-6 Kasım 1919 tarihlerinde Harbiye Nazırı Cemal Paşa'nın 12. Kolordu Komutanlığına gönderdiği bir yazıda; Ermeni nüfusunun çoğalması için Anadolu'dan ve Amerika'dan Adana'ya gönderilen muhacirlerin durdurulması[41] istenmektedir.

Zaten İngiliz ve Fransızlar, güneyi Ermeni milisleriyle birlikte işgal etmişler, Adana'da bulunan Ermeniler işgalcileri yollara halılar sererek karşılamışlardı[42]. Böylece Fransız-Ermeni işbirliği devam etmiş, müşterek hareket[43], Türkleri tehdit etme şekline dönüşmüştü[44]. Bu davranış Çukurova ve Güneydoğu Anadolu için bir felaket olmuştu. Bu durum bölgede Fransız-Ermeni işbirliğini ve bunun tabii sonucu olarak da Ermeni taşkınlıklarını görüyoruz.

Bu sırada Ermeniler bazı cemiyetler kuruyor ve bu cemiyetler vasıtası ile faaliyete geçiyorlardı. Bu cemiyetlerden birisi Gençlik Dernekleri idi. Çukurova'ya gelen Ermenileri müstahsil duruma getirmek, Türkleri Fransız makamlarına jurnallemek ve gençlerini siyasi cemiyetlerle yetiştirmek yönünden gayret sarf ediyorlardı. Sık sık gösteriler düzenliyorlar ve her fırsattan yararlanarak, hülyasını güttükleri Ermenistan krallığının bayrağını çekiyorlardı[45]. Ermeniler bu fırsattan azami derecede istifade etmek ve Fransızların gözüne girebilmek için Türklere karşı tecavüzlere başlayarak, ikinci bir cemiyet olarak da Ermeni İntikam Alayı'nı kurdular[46]. Bu konuda Ali Saip[47]:

"Adana'da teşkil edilen Ermeni İntikam Alayı alenen zulüm ve itisaf bayrağını açmış idi. Fakat bu alay kimden intikam alacaktı? Ordu terhis edilmiş, Adana vilayeti kontrol altına alınmış idi. Fransızlarca bu ünvan altında bir alay teşkiline nasıl muvafakat ediyorlardı. Bu intikam alayına ne lüzum vardı. Fakat onların hedefi yalnız Türk Hükümeti, Türk hakimiyeti değildi, bizzat Türk hayatına kast idi ve bilhassa onu yaşatmamak, onu boğmak öldürmek idi" demektedir. Nitekim Ermeni intikam hareketleri fiubat 1919'da korkunç bir artış göstermiştir. Fransızlar bile buna tahammül edememişler ve Ermeni Gönüllüleri'nden bir taburu dağıtarak, 1 Mart 1919'da Port Said'e göndermişlerdi[48]. Buna rağmen, Ermenilerin vahşiyane hareketleri oldukça hızlı bir şekilde devam etmişti[49].

Ayrıca Fransızlar Çukurova'da, Türklerin elindeki silahları toplamışlar ve diğer yandan ise Ermenileri Türklere karşı silahla donatmışlardı[50]. Bunun üzerine Temsil Heyeti Başkanlığı tarafından, Albay Refet Bey'e gönderilen bir telgrafta; Adana'da halkın durumunun iyi gitmediği, Fransızların Maraş ve Urfa'da yaptıklarını aynen Adana'da da tatbik ettikleri, Ermenileri silahlandırdıkları ve bunları müslüman halka saldırttıkları, Kozan civarında müs-lümanlardan toplanan silahları ve hatta hayvanatı dahi Ermenilere verdikleri, adı geçen civarda Hamamköyü, Kurdoğlu Çiftliği, Toklubey Çiftliği, Ço-lakhasan, Yassıçalı, Mehmetağa ve Kabasakal köyleri Ermeni jandarma ve gönüllüleri tarafından tamamen tahrip edildiği ve bu köylerden kaçan müslüman halkın Ceyhan ve Karsantı taraşarına hicret ettikleri ve Bucak civarında diğer bir kaç köyün yakıldığı haber alınmıştır. Fransızlar bu durumda Çukurova'da yaşayan halk arasında intikam tohumlarını ekerek, Ermenilerin Türkleri katletmesini teşvik etmekteydiler[51], şeklindeki haberiyle de olayların korkunç boyuta ulaştığı belirtilmekteydi.

Adana'da kısa bir süre vali vekili olarak bulunan Esat Bey ise anılarında şunları söylemektedir[52]:"Adana'nın Ermeni murahhası Muşıh vardı. Avrupa'da tahsil görmüş, genç ve halis bir komitacı idi. Kendisinin oturduğu binanın altındaki dükkanlarda bomba yapılıyordu. Bir gün bir bomba infilak eder, bina berheva olur. Binanın enkazı altında ve sandık içinde bombalar çıkar. Kiliseleri ve reis-i ruhanilerin oturdukları yerleri bile böyle silah depoları ve birer fesat ocakları haline getirmişlerdi. Bundan başka mukaddesata, ibadethanelere kadar el uzatmışlardı, ezcümle akşam ve yatsı ezanları minarelerden okunurken Ermeniler tarafından kurşun atılmak suretiyle müezzinlerin hayatlarını tehlikeye koymuşlardı. Bu kabil sarkıntılıklar işgal memurlarının gözleri önünde ve memleketin içinde yani nüfus kesafeti inzibat vesaiti kuvvetli bir yerde oluyordu. Kırlarda köylerde artık ne yapmazlardı...."
Bu durumlara şahit olan Gani Girici, bir olayı şöyle anlatmaktadır: "Ermeniler, Adana daki Hacı Bayram Camiinin minaresine köpek çıkardılar ve havlattılar. Bundan sonra, Türkler ezanınız okunuyor, namaz kılmaya gidin dediler" [53]. Ayrıca Ermeniler Türk dükkanlarını 10 fiubat 1919 tarihinden itibaren yağmalamaya başladılar. 25 fiubat da ise, sarraf Vanlı Ahmet Efendi'nin evi talan edilerek ve kendisi süngülenerek, delik deşik bir vaziyette şehit edildi[54]. Böylece Fransızlar, haksız işgallerinden sonra, halka karşı çok fena hareketlerde bulundular ve bunları Fransız üniforması altında Ermenilere yaptırdılar[55]. Bu konuda TBMM Gizli Oturumunda M.Kemal şöyle demiştir[56]:

"...Denebilirki, her ne sebeple olursa bu memlekette Ermenilerle milletimiz arasında bir takım kanlı vekayi cereyan etmiştir. Bu iki milletin birbirine ve bilhassa Ermenilerin milletimize karşı kuvvetli buuz ve adavetleri vardır. Binaenaleyh Ermenileri bize taslit etmek, ahali-i islâmiyeye taslit etmek, bittabi gayet yanlış hareketti. Çünkü, Ermenilerin gayesi -bilhassa himaye ve siyanet görüldükten sonra- Kilikya'da, Antep'te, Maraş'ta, Urfa'da, her nerede bulurlarsa ahali-i islâmiyeyi imha etmektir. Oralarda bulunan zavallı kardaşlarımız pek acı muamelelere maruz kalmışlardır...".

Fransızların desteği ile Ermeniler, Çukurova'da yaşayan Türk halkına karşı aşırı bir şekilde acımasız olarak eylemlere giriştiler. Ermeniler yapacakları bu eylemlere silah temin etmek için, Türk jandarmalarının idaresinde bulunan ve içerisinde silah bulunan depoya yaptıkları baskın sırasında Jandarma Okulu Muallimi Osman Efendi ve iki jandarmayı, ayrıca sivil halktan da iki kişiyi şehit ettiler[57]. Bu hadiselerden başka, 11 Haziran (1920) günü öğleden sonra ise çaresiz bir grup halk Kâhyaoğlu Çiftli ğ i'ne vardıklarında, otuz kadar Ermeni'den oluşan bir çetenin saldırısına urayarak, bütün erkekler bir eve, kadınlarla çocuklar diğer bir eve doldurularak, kırküç erkek, yirmibir kadın ve sayısı tespit edilemeyen çocuklar kamadan geçirilmiş ve kadınların kollarını ve kulaklarını kesmek suretiyle bilezik ve küpelerini de almışlardır[58].

Çukurova'da olan bu hadiseler üzerine M.Kemal Paşa, Bursa'da 56. Fırka Komutanı Miralay Bekir Sami Efendi'ye gönderdiği telgrafta; "Gelecekteki durumun General Gouraud'ya bildirilmesi ve kumandan Brissot'ya vaziyetin hemen tebliğ edilmesi maksadıyla; Çukurova'da, islâm ahalisine karşı yapılan bu hareketler, halkın galeyana gelmesine vesile olmuştur. Bu hadiselere derhal son verilmesi istenilmiş, aksi takdirde vuku bulacak hadiselerden hiç bir mesuliyeti kabul edemeyeceğini" bildirmiştir[59]. Bu telgrafa rağmen, Çukurova'daki Ermeni mezaliminin önüne geçilememiştir. Yine 12 Haziran 1920'de Yüreğir ovasında 150 kişiyi öldürmüşler ve bir o kadarını da yaraladıkları yetmezmiş gibi Çotlu Köyü'nde de 5 çobanın gözlerini oymuşlardır[60]. 15 Haziran 1920 tarihinde ise, Camili ve Dedepınar köylerinde Türk çeteleri var bahanesiyle Feytullah Çiftliğine toplanan Ermeni komitecileri 500 kadar kuvvetle iki köyün halkından ve etraftaki aşiretlerden biriken 175-200 kişi kadar silahsız kadın ve çocukları şehit ederek, evlerini de yakıp yıkmışlardır[61].

Başka bir hadise de şöyle cereyan etmiştir: İşgalcilerden Sancak Guvar-nörü ve Harp Divanı Başkanı olan Kolonel Normand, sanki Ermeni komitecilerinin elinde bir maşa olmuştur. Bir çok Türk'ün haksız yere, müdafaası alınmadan idamına emir vermiştir. Kolonel Normand eski garaj (şimdiki Merkez Camii) civarından geçen Seyhan nehri kenarında gözlerini bağlatmadan yirmi iki Türk'ü kurşuna dizdirmiş ve bu işi de bizzat Ermeni çetelerine yaptırmıştı[62].

Fransızlardan yüz bulan Ermeniler, yaptıkları yetmezmiş gibi bir de fiiş-manyan Hükümeti'ni kurdular (16 Haziran 1920)[63]. Türk-Ermeni davalarını halletmek üzere kurulmuş olan bu Ermeni Hükümeti, şimdiki merkez bankasının yerinde bulunan büyük kiliseyi merkez yapmış ve bu vesileyle, Ermeni Hükümeti polis, jandarma ve askerî teşkilatını da kurmuştur. Ermeniler bu hükümetin varlığından faydalanarak, uydurma alacak veya seferberlikte sürgüne giderken Türklere emanet olarak hayvan, eşya vesair gibi şeyler bıraktıklarını bahane ederek, davacı olmaya başladılar. Dava edilen Türk zengin ise hem parası alınıyor, hem de parası olmayanlarla birlikte kilisedeki fiişmanyan Hükümeti'ne götürülerek, akıbeti meçhul hale getiriliyordu. Bu meçhuliyet Adana'nın düşman işgalinden kurtarılmasından sonra, adı geçen kilisenin aranması sırasında alt kısmında tespit edilen sığınaklarda yüzlerce Türk'ün katledildiğinin görülmesiyle aydınlığa kavuşmuştur[64].

Çukurova yöresinde adeta Ermeni mezbahaları kurulmuş, buralarda Türkler kesilmiş, Adana'da Türk kanı kıyasıya akıtılmış, insan mezbahalarına sürüklenerek götürülen Türkler, buralarda boğazlanmıştı. Bu olaylarda, Ermeni Kilisesi baş rolü oynamıştı. Adana sokaklarında çocuk, ihtiyar, kadın, kız, genç demeksizin insanlar parçalanarak, çengellere takılmış, böylece bu vahşet hareketleri tarihe lanet ve esef dolu sahifeler halinde geçmişti. Çengellere çok defa diri diri geçirilen talihsizler de olmuştu. Feryad ve ıztırap içinde diri diri çengele takılmış olan Türk çocukları satırlarla parçalanmıştı. Ermeniler böyle hareketlerde birbirleriyle yarış halindeydiler[65].

Adana'da kilise avlusu kazılarak derin bir mezarlık haline getirilmişti. Bu mezarlık 2.000 kişi alacak kadar kazılmıştı. Mezbahada parçalanmasına gerek duymadıklarını bıçaklayarak çukura atmışlardı. Çukura atılanların çoğu kurşunlanmış, veyahut da başına bir çekiçle vurularak öldürülmüş, ölmese de atılmış olduğu çukurda inleyerek can vermişti[66]. Bu durumdan endişe duyan Türk insanını, şehrin hemen yakınında bulunan, bağına ve bahçesine gidemez hale getirmişlerdi[67].

Böylece işgalciler, şehirde yaşayan Türkleri kaçırmak için şiddeti arttırdılar. Her gün ölüm korkusu ve katliam havadisleri yaydılar; bir yandan da işkence ve zulmü fazlalaştırdılar[68]. Bu haberler ve olaylar üzerine halka karşı katliam yapılmasından endişe ediliyordu. Bu endişeyi Mustafa Kemal şöyle dile getirmiştir: "Adana vilayeti dahilindeki müslümanlar, tepeden tırnağa kadar teslih edilen Ermenilerin tehdidi altında, her dakika katliama maruz bulunuyorlardı" [69]. Mustafa Kemal'in de belirttiği gibi müslüman ahali Ermeni katliamı ile karşı karşıya gelmişti.

DİPNOTLAR:

*M. Kemal Üniversitesi, Fen. Ed. Fakültesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi, HATAY.

[1]İ.Ilgar, "Türk İstiklal Harbi, Güney Cephesi VI",Belgelerle Türk Tarih Dergisi, S.12, İstanbul, 1968, s.17; M.SAnderson, The, Eastern-Question 1774-1923, Newyork, 1966., s.379.

[2]Gotthard Jaeschke, Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi (Mondros'tan Mudanya'ya Kadar), Ankara, 1989, s.64; U.Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, Ankara, s.94; S.Tansel, Mondros'tan Mudanya'ya Kadar, c.2, Ankara, 1977-78, s.208; Atatürk'ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri IV (1917-1938), Haz. Nimet Arsan, Ankara 1964, s. 119-120.

[3] S.Tansel, a.g.e., c.2, s.208. Ayrıca bkz. Taner Baytok, İngiliz Kaynaklarında Türk Kurtuluş Savaşı, Ankara, 1970, s.25'te: "Fransızların Anadolu'ya sızma çabalarını teşvik etmeliyiz. Böylece onları sonuç alamayacakları bir alanda uğraştırıp, daha makul olabilecekleri alanlardan dikkatlerini dağıtmayı başarabiliriz" diyen İngiliz diplomatı G.Kidston, Fransa'nın başına Çukurova'da bir gaile açılacağını görebilmiştir.

[4]S.Tansel, a.g.e., c.2, s.209.

[5]Bu hususta daha geniş bilgi için bkz. Atatürk'ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri IV (1917-1938), s.119-120. Ayrıca bkz. Osman Olcay, Sevr Antlaşması'na Doğru (Çeşitli Konferans ve Toplantı Tutanakları ve Bunlara İlişkin Belgeler), Ankara, 1981, s.LXVI vd.'da; Bu itilafna-meyi "Suriye İtilafnamesi" olarak adlandırmış ve 15 Eylül 1919 günü Paris'te İngiliz ve Fransız Başbakanlarının bir araya gelmesiyle bir antlaşma imzalandığını kaydetmektedir. Ayrıca Adana Ermenilerine Ma'muretü'l-Aziz'e (Elâzığ) gönderilen mektuplardan anlaşıldığı gibi, Fransızlar Adana ve Halep'te hakimiyetlerini sağladıkları an Diyarbakır ve Sivas üzerine ilerleyerek ele geçirmeyi düşünmektedirler. Bkz. BA, BEO, Harbiye Defteri, No. 244/6-52 (Bu evrak Meclis-i Vükela'ya elden takdim edilmiştir).

[6]G.Jaeschke, Kurtuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri, Çev. Cemal Köprülü, Ankara 1971, s.212. Günümüzde de bunun bilincinde olan Suriye daima güney illerimizden bazılarını kendi haritaları içerisinde göstermeye devam etmektedir. Bu vilayetler şunlardır: Adana, Mersin, fianlıurfa, K.Maraş, GAntep, Mardin, Hakkari, Diyarbakır ve Hatay. Bkz. Tokay Gözütok, "Suriye'nin Gözü 9 İlimizde", Tercüman S. 8610 (13 fiubat 1986), İstanbul, 1986, s.1; "Büyük Suriye Projesi Sekiz Türk Vilayetini de İçine Alıyor", Hürriyet, S.1 (1 Mayıs 1948), İstanbul, 1948, s.4'te bu vilayetler Seyhan, İçel, Maraş, Malatya, Urfa, Mardin, G.Antep ve Hatay olarak zikredilmektedir. "Suriye Hatay'ı İstedi Özal Vermedi", Söz, S.6 (13 Kasım 1987), İstanbul, 1987, başlıklı yazıda ise, Suriye'nin bize Hatay'a karşılık El Cezire'yi teklif ettiği iddia edilmiştir. Bu hususta ayrıca bkz. Levis Ma'lûf, el-Müncidü'l-Ebcedî, Tahran 1363 (1943).

[7]Bu hususta, 27 Mart 1920 günü Fransa Parlamentosu'nda eski Fransız Başbakanı Briand konuşmasında 1916 senesinde yapılan antlaşmadan (Sykes-Picot) söz etmiş, Kilikya, Adana, Mersin'den İskenderun ile Diyarbakır ve Van gölüne değin olan toprakların Musul'u da içerecek biçimde Fransa'ya ayrıldığını hatırlatmış ve konuşmasına şöyle son vermiştir: "....Musul, İskenderun'un hinterlandıdır. İskenderun'da bu bölgenin doğal bir mahrecidir. Fransa, pamuktan mahrumdur. Adana'daki pamuk bu bakımdan son derece önemlidir". Bkz. İ.Öztoprak, Kurtuluş Savaşında Türk Basını, Ankara, 1981, s.159 vd.

[8] ATASE, Arş.6-2132, Kls.383, Dos.43-12-6, F.35; Ali Saip, Kilikya Faciaları ve Urfa'nın Kurtuluş Mücadeleleri, Ankara, 1340, s.17-18.

[9]Wayne S.Vucinich, The Ottoman Empire, Newyork, 1979, s.182.

[10]Salâhi S. Sonyel, "Yeni Belgelerin Işığı Altında Ermeni Mezalimi", Belleten, c.XXXVI. S.141 (Ocak 1972), Ankara, l972, s.43-49.

[11]Mustafa Kemal, Nutuk, c.1, İstanbul 1982, s.244.

[12]Taner Baytok, İngiliz Kaynaklarında Türk Kurtuluş Savaşı, Ankara 1970, s.24-25. Ayrıca Güney ve Güneydoğu Anadolu'dan İstanbul'daki İtilaf Kuvvetleri yetkililerine çekilen telgraşar için bkz. B.fiimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, c.1, Ankara 1973, s.223 vd.

[13]S.Selek, Milli Mücadele (Ulusal Kurtuluş Savaşı), c.1, İstanbul, 1982, s.317.

[14]Bu sıralarda Ermenileri himaye eden Amerika Cumhurbaşkanı Wilson bu durumu üstlenmişti. Barış konferansında Ermenileri hararetle savunuyor ve kurulacak Ermenistan Devletinin sınırları ile bizzat ilgileniyordu. Buna karşılık İngilizler, Ermeni isteklerini biraz mübalağalı bulmaktaydılar. Bkz. S.Selek, Milli Mücadele (Ulusal Kurtuluş Savaşı), c.1, s.527.

[15]ATASE, Arş.1-16, Kls.185, Dos.21-91, F.93; ATASE, Arş.6-2132, Kls.383, Dos.43-12-6, F.34; İ.Ilgar, a.g.m. s.17; Necati Çıplak, İçel Tarihi, Ankara, 1968, s.216.

[16]ATASE, Arş.1-1, Kls.48, Dos.15-185, F.26; İ.Ilgar, a.g.m., s.17.

[17]Abdulgani Girici bu sayıya Anadolu'nun çeşitli yerlerinden Çukurova'ya gelen Ermenileri de dahil etmiştir. G.Girici, Derlediğimiz Hatıralar, (Tarih 30 Temmuz 1988), Adana, 1988; Selahattin Tansel, a.g.e., c.2, s.206.

[18]ATASE, Arş.1-1, Kls.48, Dos.15-185, F.26. Buna göre, bu Ermeni akınını durdurmak üzere 4 Kasım 1919 tarihli Harbiye Nazırlığından, Erkan-ı Harbiye-i Umumî Riyaseti'ne de bir yazı gönderilmişti.; B.fiimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, c.1, s.228; Hasan fien, " 5 Ocak",Yeni Adana, 5 Ocak 1968, Adana, 1968, s.2.

[19]Ermeni Gönüllüleri: Legion Ermenien: Legion Do'rient: Gamavur olarak çeşitli dillerdeki yazılış şekli.

[20]Ali Fuat Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, Ankara, 1951, s.172.

[21]ATASE, Arş.1-2, Kls.86, Dos.144 (318), F.99-1; HTVD, S.12 (Haziran 1955), Belge no. 308'de: XV.Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa'nın, Mondros Mütarekesi'nin tatbikini kontrol etmek için Erzurum'a gelen Ravlinson'dan aldığı belgeyi, Harbiye Nezareti'ne: "Adana ve Suriye'ye çıkan bütün Fransız kuvvetleri 12.000 kadardı ve hemen hepsi de Cezayirli, Tunuslu ve Turko denilen müstemlekat askeridir. Fransızların büyük kuvvet sevkine iktidarları yoktur" diyerek durumu bildirmiştir. Ayrıca İhsan Ilgar, a.g.m., s.17'de: "Fransızlar sömürgelerinden getirdikleri bu müslüman askerlere, Türklerin islamiyetten ayrılarak Bolşevik olduğunu ve Halife-'ye karşı isyan ettiklerini sürekli bir şekilde telkin etmişlerdi" diyerek olayın ne derece boyut kazandığını göstermektedir. Daha sonra ise bu askerler, dara düşen halkın camilere koşuşu, camilerde okunan ezanlar, yapılan ibadet ve dualar bu müslüman askerlerin dikkatlerinden kaçmamıştı. Yavaş yavaş hakikati gören Cezayir ve Tunuslular, Türk Milli Direnişi'ne silah, mühimmat, haber verme hizmetinde büyük yardımlarda bulunmuşlardı.

[22]S.Selek, Milli Mücadele (Ulusal Kurtuluş Savaşı), c.1, İstanbul 1982, s.526.

[23]S-Selek, Milli Mücadele (Ulusal Kurtuluş Savaşı), c.l, S.52

[24]E.Uras, Tarihle Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul, 1976, s.18-21; H.Kemal Tür-közü, Osmanlı ve Sovyet Belgeleriyle Ermeni Me/alimL Ankara, 1983, s.3.

[25] M Aklok Kasgaıiı, Klikya T ahi Ermeni Baronluğu Tari/ıı,. Ankara, 1990, s. 1 vd. Ayrıca bu hususla bkz. Erdal Ilıer, "İçel'de Ermeni Faaliyetleri", Kuva\ı Milliye Dergisi, S. 178 vd, Mersin 197i).

[26]H.K.Türközü, a.g.e., s.3 vd.

[27]ATASE, Belgelerle Ermeni Sorunu, Haz. İhsan Sakarya, Ankara, 1984, s.8.

[28]Aslında kötü meziyetlerine rağmen Ermeni halkı, dışarıdan tahrik edilmediğinde yüzyıllar boyunca Türk halkıyla birlikte beraber yaşayabildi. Bkz. Salahi R.Sonyel, "Yeni Belgelerin Işığı Altında Ermeni Tehcirleri", Belleten, c.XXXVI, S.141 (Ocak 1972), s.49.

[29]B.N.Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, c.1, Ankara, 1973, s.215.

[30]Sadi Kocaş, Tarih Boyunca Ermeniler ve Türk Ermeni İlişkileri, Ankara, 1967, s.236;

[31]ATASE, Atatürk Arşivi, Kls.3, Dos.1335/4-2, F.9, 9-1: 8; Atatürk Özel Arşivinden Seçmeler, Ankara, 1981, s.16-23.

[32]CYurtsever, Ermeni Terör Merkezi Kilikya Kilisesi., İstanbul, 1983, s.287-288.

[33]S.R.Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, c.1, Ankara, 1973, s.43.

[34]Yahya Akyüz, Türk Kurtuluş Savaşı ve Fransız Kamuoyu 1919-1922, Ankara, 1988, s.180-181.

[35] ATASE, Belgelerle Ermeni Sorunu, s.402-403.

[36]ATASE, a.g.e., s.402.

[37]Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, Ankara, 1971, s.45-46; Selahattin Tansel, Mondros'tan Mudanya'ya Kadar, c.2, Ankara, 1978, s.206.

[38]K.Gürün, Ermeni Dosyası, Ankara, 1985, s.279-280; CYurtsever, a.g.e., s.289; Tevfik Coşkun, Kadirli Milli Mücadelesi ve Hatıralar, Kadirli 1967, s.25.

[39]E.Bremond, La Cilicie En 1919-1920, Paris 1921, s.11-12.

[40]Hamit Selçuk (Yaş 82, Derleme tarihi 6 Ağustos 1987).

[41]ATASE, Arş.5/2068, Kls.303, Dos.8-16, F.146-3. Ayrıca bkz. ATASE, Arş.1-1, Kls.48, Dos.15-185, F.26; ATASE, Arş.1-16, Kls.186, Dos.25-93, F.18. Bu olayları kesin olarak doğrulayan, İstanbul'dan Kayseri'nin Evrek köyüne gönderilen bir Ermeni papaz, Jamanak gazetesine gönderdiği mektupta; "...Teşrini evvel'in (Ekim) birinde (1919) Adana'ya vasıl olduk. Nazarı dikkatimizi celbeden Ermeni muhacirlerinin çadırları oldu. fiehrin haricinde çadırlardan mürettep bir şehir daha teşkil etmiş idi". Bu konuda bkz. "Bir Ermeni Rahibinin Mektubu", Vakit, 28 Kanunı evvel 1335 (1920), S.770, İstanbul, 1920; Bilal Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, c.1, s.228.

[42]F.R.Atay, Çankaya, İstanbul, 1984, s.237.

[43]Fransızlar Çukurova'yı işgal ederken yerli hıristiyanlar da (Ermeniler) bunlara yardımcı olmu 4 lardı. Bkz. Wayne S. Vucinich, The Ottoman Empire, Newyork 1979, s.182.

[44]Bilal Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, c.2, s.457 vd.

[45]Tahrik amacıyla da zaman zaman Adana caddeleri Ermeni bayraklarıyla süslenmeye çalışılıyordu. Bkz. "Adana Ahvali", Hakimiyet-i Milliye , 16 fiubat 1336, S.9, Ankara, 1920. Ayrıca 18 Mart 1919'da Fransa'nın Beyrut'taki Suriye-Kilikya Olağanüstü Komiseri Picot'nun Adana'ya gelişinde, Fransız bayraklarının yanı sıra Ermeni bayraklarıyla da selamlanmıştı. Bkz. K.Ener, Çukurova Kurtuluş Savaşında Adana Cephesi, Ankara, 1970, s.34. Bundan sonra Ermeniler kısa sürede silahlanarak, "Ermeni Milis Teşkilatı" nı kurmak üzere harekete geçmişler ve Fransızlar da bu isteklerini kabul etmişlerdi. Bkz. B.fiimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, c.1, s.370.

[46]General Gouraud'nun, emrinde bulunan altı taburdan üçü Ermenilerden meydana gelmişti. Bunların teşkiline 1916'da Başbakan Briand tarafından başlanmış ve bir "Ermeni Alayı" kurulmuştu. Türkler buna "Ermeni İntikam Alayı" adını vermişlerdi. Bkz. Yahya Akyüz, a.g.e.,s. 180 vd. Ayrıca Fransızlar tarafından bazı Türk köylerine gönderilen Ermeni "İntikam Ekipleri" meydana getirilmişti. Bkz. S.R.Sonyel, a.g.e. c.1, s.202.

[47]Ali Saip, Kilikya Faciaları ve Urfa'nın Kurtuluş Mücadeleleri , Ankara, 1340, s.14.

[48]G.Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, s.45-46; S.Tansel, a.g.e., c.2, s.206.

[49]S.R.Sonyel, a.g.m., s.45.

[50]HTVD, S.18 (Aralık 1956), Ankara, 1956, Belge no. 463; ATASE, Atatürk Arşivi, Kls.23, Dos.1336/13-1, F.32, 32-1: 3; Atatürk Özel Arşivi'nden Seçmeler, s.126-131. Bu hususta General Gouraud'nun muhtıra örneğinde detaylı bilgi verilmektedir. Bu muhtırada Fransızlar tarafından dağıtılan silahlarla Ermenilerin müslüman halkı katliamdan geçirdikleri açıkça belirtilmektedir. Bkz. B.fiimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, c.2, s.447 vd.

[51]HTVD, S.13 (Mart 1955), Ankara, 1955, Belge no. 350; Abdullah Halaçoğlu, Hatıralarım, (Yayınlanmamış), Kozan 1990, s.1'de; "...Bir gün 50 kadar Ermeni çetesi gelerek, Hamamköyü'ne gidiyor, orada değirmenciyi öldürüyor ve değirmenini yakıyorlar. Daha sonra Kurdoğlu Çiftliği'ni yakıyorlar, sonra Çolakhasan köyünü ateşe veriyorlar..." diyerek, belgeye doğruluk kazandırmaktadır.

[52]Esat Özoğuz, Adana'nın Kurtuluş Mücadelesi Hatıraları, İstanbul, 1935, s.27; K.Gürün, a.g.e., s.278'de; "Fransızlardan cesaret alan Ermeni göçmenleri oralardaki müslümanlara zulme başladılar. Ceyhan'da Yunus Hoca'yı ezan okurken vurdular..." diyerek, olaylara açıklık getirmektedir.

[53]Gani Girici, Derlediğimiz Hatıralar, (yaş 88, Derleme tarihi 30 Temmuz 1988), Adana, 1988.

[54]Ali Saip, a.g.e., s.12; DArıkoğlu, Hatıralarım, İstanbul, 1961, s.134; Mehmet Hocaoğlu, Arşiv Vesikalarıyla Tarihte Ermeni Mezalimi ve Ermeniler, İstanbul, 1976, s.703; A.Alper Gazigi-ray, Ermeni Terörünün Kaynakları, İstanbul, 1982, s.230-231.

[55]Kâzım Öztürk, Atatürk'ün TBMM Açık ve Gizli Oturumlarındaki Konuşmaları, c.1, Ankara, 1981, s.142; TBMM Gizli Celse Zabıtları, c.1, Ankara, 1985, s.7.

[56] TBMM Gizli Celse Zabıtları, c.1, s.7; K.Öztürk, a.g.e., c.1, s.143.

[57]Gani Girici, "Çukurova'nın İşgali ve Milli Mücadele'nin Önemli Olayları", Yeni Adana, 26 Aralık 1977, Adana, 1977.

[58]HTVD, S.14 (Aralık 1955), Ankara, 1955, Belge no. 372; ATASE, Arş.1/4282, Kls.593, Dos.5-139, F.38-6; A.Alper Giray, a.g.e., s.229; "Ermeni Fecayii", Hakimiyet-i Milliye, S.39 (17 Haziran 1336), Ankara, 1920; Gani Girici, "İşgalci Fransızların Yüz Karası 10 Temmuz 1920, 68 Yıl Önce Kaç-Kaç", Ekspres, 11 Temmuz 1988, Adana, 1988, s.5; D.Arıkoğlu, a.g.e., s.132; M.Hocaoğlu, a.g.e., s.702; Nurşen Mazıcı, Belgelerle Uluslararası Rekabette Ermeni Sorunu'nun Kökeni 1878-1918, İstanbul, 1987, s.121; "5 Ocak Görülmemiş Bir Zulmetin Boğulduğu Gündür", Dirlik, S.776 (5 Ocak 1966), Adana, 1966; Ahmet Remzi (Yüreğir), "Abdulgani Efendi'ye" başlıklı 14 Ağustos 1336 tarihli verilen görev belgesi ve raporu. Bu konuda bkz., Süleyman Ha-tipoğlu, Orta Toros Geçitlerinde Türk-Fransız Mücadelesi (1915-1921) Antakya, 1999.

[59]HTVD, S.14 (Aralık 1955), Ankara, 1955, Belge no. 372.

[60]ATASE, Arş.1/4282, Kls.593, Dos.5-139, F.37.

[61]Ahmet Remzi, a.g.r.; "Ermeni Fecayii", Hakimiyet-i Milliye, S.39 (17 Haziran 1336), Ankara, 1920'de bunlara ek olarak, Adana'nın 10 km. doğusundaki İncirlik Köyü'nde 9 Haziran 1336 (1920)'da Ermeni çeteleri bütün köy halkını bir yere doldurup bomba ile havaya uçurmuşlardır, şeklinde yazılmaktadır; G.Girici, "Çukurova'nın İşgali ve Milli Mücadele'nin Önemli Olayları", Yeni Adana, 26 Aralık 1977, Adana, 1977; G.Girici, "İşgalci Fransızların Yüz Karası 10 Temmuz 1920, 68 Yıl Önce Kaç-Kaç", Ekspres, 11 Temmuz 1988, Adana, 1988.

[62]Gani Girici, Özel Arşivinden; Ahmet Remzi, 14 Ağustos 1336 tarihli Abdulgani Efendi'ye başlıkla hazırlanmış bilgi ve görev raporu, Bu konuda bkz., S.Hatipoğlu, Orta Toros Geçitlerinde Türk-Fransız Mücadelesi, s.58.

[63]ATASE, Arş.1-4282, Kls. 597, Dos. (328-A)-147-A, F.59; G.Girici, "İşgal ve Milli Mücadele Hatıraları, Ahmet Remzi Yüreğir'in Kurtuluş Anılarından", Yeni Adana, 21 Aralık 1978, Adana, 1978.

[64]G.Girici, "Çukurova'nın İşgali ve Milli Mücadele'nin Önemli Olayları", Yeni Adana, 30 Aralık 1977, Adana, 1977; G.Girici, "İşgal ve Milli Mücadele Hatıraları, A.Remzi Yüreğir'in Kurtuluş Anıları'ndan", Yeni Adana, 21 Aralık 1978, Adana, 1978.

[65]Yusuf Ayhan, Mustafa Kemal'in Pozantı Kongresi ve Adana'nın Kurtuluşu, Adana, 1963, s.29; Hatice Tınaz (Avşar), (Yaş 76, Derleme tarihi 4 Temmuz 1989, Adana'nın Yüreğir ilçesine bağlı Kayarlı Köyü'nden). Adı geçen şahıs bu olayları şu şekilde anlatmıştır: "Kaç-Kaç sonrası köyümüze döndüğümüzde, insanlarla hayvanları bir araya koyup gaz dökerek yakmışlar. Köyümüzde sadece dört duvar kalmıştı. İnsanlarla, hayvanları memeğinden çengellemişler, hamile kadınların karınlarından çocukları çıkararak öldürmüşler" diyerek, Yusuf Ayhan'ı doğrulamaktadır.

[66]Y.Ayhan, a.g.e., s.30. Hatice Tınaz bu olayları yine şu şekilde anlatmaktadır: "Gençlerimizi, kızlarımızı kiliselere -şimdiki Merkez Bankasının bulunduğu yer- doldurdular, çıplattılar, zil takıp oynattılar ve sonra da ırzlarına geçtiler ve daha sonra da keserek mahzenlere attılar" diyerek, Yusuf Ayhan'ın yazdıklarını doğrulamaktadır.

[67]HTVD, S.17 (Eylül 1956), Ankara, 1956, Belge no. 429.

[68]Damar Arıkoğlu, a.g.e., s.162.

[69]Mustafa Kemal, Nutuk, c.1, s.381.

ERMENİ SOYKIRIMI YALANI KANADA’DA OKULLARDA OKUTULACAK

Kanada’nın Ontorio eyeletinde bulunan Toronto şehri Eğitim Dairesi tarih dersinde soykırımları ile ilğili bir kurs verme kararı aldı. Bu karara göre Toronto okullarının 11. sınıflarında okutulmak üzere bu konu hakkında 3 örnek seçildi; Almanların 2. Dünya Savaşın da 6 milyon Yahudiyi yok etmesi, Ruanda da Hutuların bir milyondan fazla Tutsi yi katletmesi ve Türklerin 1915-1923 yılları arasında 1.5 milyon Ermeniyi öldürmesi .
Bu karar üzerine Kanada da yaşayan Türkler bir imza kampanyası başlatarak, toplanan 1200 imzalı dilekçeyi bu kararın kaldırılması için Kanada makamlarına verdi.
Her ne kadar Kanada daki Türkler bu idaaların asılsız olduğunu ve 1915-1923 arasında yaşananların savaş sırasında bir vatan savunması olduğunu söyleser bile Kanadalı yetkililer ‘Kanada Hükümetinin bir Ermeni Soykırımı olduğunu kabul ettiğini ve kursun Ontorio Eğitim Bakanlığı tarafından onaylandığını’ açıkladılar.

Ayrıntılar original haberde…
Kanada STAR gazetesinin 07.01.2008 de yayınladığı bu konuyla ilğili haber ve net bağlantısı:
History course proposal upsets Canadian Turks
1,200 people sign petition against class that labels 1915 mass killing of Armenians as a genocide
Jan 07, 2008 04:30 AM Louise Brown,Education Reporter

An unusual new course about genocide to be offered in Toronto high schools this fall has sparked anger among Turkish-Canadians for including the Turkish killing of Armenians in 1915.
The Grade 11 history course, believed the only one of its kind at a high school in Ontario and possibly Canada, is designed to teach teenagers what happens when a government sets out to destroy people of a particular nationality, race or religion, through three examples: the Holocaust which exterminated 6 million Jews in World War II, the Rwandan slaughter of nearly one million Tutsis and moderate Hutus in 1994, and the Turkish killing of an estimated 1.5 million Armenians between 1915 and 1923.
"These are very significant, horrible parts of history, and without sounding hackneyed, we hope we can learn something from them so we can make a better world for our children's children," said Trustee Gerri Gershon, of the Toronto District School Board, who proposed the course after a moving tour in 2005 of the Nazi death camps in Poland."This isn't a course to teach hatred or blame the perpetrators – no, no, no," said Gershon. "Our goal is the exact opposite: To explore how this happens so we can become better people and make sure it never happens again."
But the Council of Turkish Canadians has gathered more than 1,200 signatures on an online petition opposed to the course for calling the Armenian killings a "genocide" and inciting anti-Turkish sentiment. The Turkish government has long denied the slaughter was a genocide, but rather part of the wartime casualties of World War I, with both sides guilty of some provocation.
"To pick Armenia as a genocide when it is so controversial – especially when there are atrocities by other countries that could have been chosen – is just wrong, and will inadvertently lead to the bullying of Turkish-Canadian children," argues Ottawa engineer Lale Eskicioglu, executive director of the council and author of the petition, which she will present to school board staff at a meeting this month.
"Children of Turkish descent already face bullying, racism and hatred in the school yards. We rely on our schools to provide a shelter free from hate-inciting propaganda and not contribute to the divisions between ethnic minorities," she says.
School board Superintendent Nadine Segal says teachers already are being trained to handle these issues "with sensitivity to the cultural mosaic in our schools," and insists the course is not designed to "point fingers, but to examine the early warning signs of genocide and the role of the perpetrator and bystander.
"Our own Canadian government has recognized the Armenian genocide as uncontestable reality, the original genocide of the 20th century, and the course has been approved by the Ontario Ministry of Education," says Segal.
"But students will also be doing independent studies of their own choosing that will allow them to examine other examples of genocide. The goal is to help students gain a deeper understanding of human rights and their responsibilities as global citizens."

Kudos for the new course have been rolling in from historians and human rights advocates, Segal adds, including former United Nations special envoy Stephen Lewis, author Joy Kogawa and genocide historian Frank Chalk, co-director of the Montreal Institute for Genocide and Human Rights Studies at Concordia University.
The course is being designed with the help of experts from UNICEF, York University, the Canadian Centre for Genocide and Human Rights Education, the University of Toronto and the Holocaust Centre of Toronto. Schools from as far away as Montreal have asked for the curriculum, says Segal.
Both Segal and Gershon cite the International Association of Genocide Scholars' unanimous declaration of the Armenian killings as "genocide" in 1997.
However, Eskicioglu calls the course "propaganda by the Armenian diaspora" and notes that although Prime Minister Stephen Harper has recognized the Armenian tragedy as genocide, his government also supports Turkey's call for an "impartial" joint historical review of events – a move Armenians refuse to take part in.
"We are asking either for the removal of the genocide course from the curriculum," says the petition, "or removing any discussion of the Ottoman-Armenian tragedy from its contents."
Gershon says she would oppose any such change.
Orijinal haber bağlantısı:
http://www.thestar.com/article/291545

Ermeni Katliamında Şok Kanıt

Bitlis'in Mutki İlçesine Bağlı Kavakbaşı Köyünde Ermeniler ve Rus Kazakları Tarafından Katledilmiş 20 Bin Civarında Türk'ün Toplu Mezarı Bulundu.
Mutki ilçesine bağlı Kavakbaşı köyünde Ermeniler ve Rus Kazakları tarafından katledilmiş 20 bin civarında Türk'ün bulunduğu toplu mezardaki cesetlerin çocuk, kadın, yaşlı ve askerlere ait olduğu bildirildi.
1. Dünya Savaşı'nda Ermeni Çetelerinin Katliamına Uğramış Mağdurlar Derneği Başkanı Törehan Serdar, 1915 yılında Rus ordusunun Bitlis'i ilk işgalinde yapılan katliamda yaklaşık Kavakbaşı köyünde 20 bin kişinin katledildiğini ifade etti.
Törehan Serdar, katliamı yapan Rus Kazakların ve Ermenilerin iz kalmaması için katlettikleri insanları toplu olarak gömdüklerini belirtti.
Serdar, gömülen cesetlerin Türklere ait olduğunun belirlendiğini, aralarında kadın, yaşlı, asker ve çocuklara ait iskeletlerin de yer aldığı buluntular üzerinde incelemelerin sürdürüldüğünü kaydetti.
Hava şartlarının ve arazi zeminin uygun olmaması sebebiyle araştırmaların aksadığını hava şartlarının düzelmesinden hemen sonra çalışmalara devam edeceklerini ifade eden Serdar,
"Yapılan araştırmalar sonuncunda katliama uğramış 20 bine yakın kişinin Türklere ait olduğu da ortaya çıktı."
dedi.
24 Nisan'ı sözde soykırım günü ilan ettirmek için tüm dünyada seferber olan Ermenilerin Türklere yönelik katliamlarından birinin daha gün yüzüne çıktığını vurgulayan Serdar, Ermenilerin ve Rus Kazakları'nın Türkiye'de yaptıkları en büyük katliam olduğunu ifade etti.
Serdar,
"20 bin kişiye ait olduğu sanılan ve kazı çalışmaları devam eden toplu mezar vahşeti, kanıt olarak gösterilecek. Ermeniler ellerine pankart alıp Türkiye'yi katliamla suçlamayı biliyorlar, fakat tarihi hiç bilmiyorlar ya da işlerine gelmiyor. İşte katliam diyenlere belge. Kim kimi katletmiş işte kanıt."
diye konuştu

Cihan ANKARA, 24 Ocak 2008 Perşembe

(1915–1920 Arasında Doğu Anadolu'da Neler Oldu?-Bir Müttefik İnceleme Heyetinin Tespitleri-

(1915–1920 Arasında Doğu Anadolu'da Neler Oldu?)
Birinci Dünya Savaşının son yılında müttefiklerin talebine olumlu yanıt vermekte hiç bir çekince görmeyen Osmanlı liderleri'nin izniyle, Türk –Ermeni meselesini yerinde incelemek üzere içlerinde yabancı gazetecilerinde de bulunduğu bir heyet kuruldu.
Ahmet Refik Bey bu heyetin reisiydi. Alman yazarı Vays, Avusturyalı yazar D. İstayn'dan müteşekkil heyet 17 Nisan –20 Mayıs 1918 tarihleri arasında bir kısım Doğu illerini dolaştı. Ahmet Refik Altınayın bu gezi ile ilgili hatıraları "Kafkas Yollarında" adı ile yayınlandı. Bu anılarda yansıtılan tablo şöyledir.
"Trabzon'da bir şey kalmamış, her köşe, her ev, her türbe tahrip edilmiş... Camiler elim bir halde, hemen bütünü ahır'a tahvil edilmiş. İçlerinde dört –beş parmak kalınlığında gübre serilmiş, Mihrapları, minberleri, ahşap kısımlar kâmilen yakılmış, kelime-i tevhitler parçalanmış. Duvarlara Rusça yazılarla beraber yapılan resimler pek yakışıksız! Bu resimlerde Türk kadınlığı tahkir ediliyor." (1)
"...İnsanlar devamlı çalışıyorlar. Tarlalarda genç ve dinç hiç bir erkek yok. Bir müthiş istilâdan sonra harap kulübelerine dönen bedbaht köylüler, ağarmış sakallarıyla, bükülmüş vücutlarıyla torunlarının cansız ve kansız vücutlarını omuzlarına almışlar, güya yaşamak ve mesut olmak için, yurtlarına dönüyorlar. Bazen yol kenarlarındaki yangın yerlerinde, felaketten kurtulan duvarlar üzerine yeni kerestelerden çatılar kuran köylüler görünüyor... Cevizlik harap, Bütün köy yangın yerinden başka bir şey değil. Cevizlikten Hamsi köy'e kadar pek çok Rum köyü var. Büyük kısmı tahrip edilmemiş. Köylüler tarlalarında çalışıyorlar. Kiliselerinin kapıları sımsıkı kilitlenmiş." (2)
Ardaşa'ya geldiğimiz zaman, harabeden başka bir şey görülmüyordu... Rusların tahribatından, Ermenilerin mezaliminden kalbe dehşet geliyor... Caminin içi, mezarlık, kâmilen perişan, cami ile medrese ahıra dönüştürülmüş, mezarlığın bir kısmına kahvehane yapılmış, sokaklar fişek kovanlarıyla dolu... Rusların geri çekilmesini müteakip Ermenilerin zulmettikleri beldelerden biri de Erzincan. Vaktiyle 20.000 nüfusu barındıran kasabada şimdi 3–4.000 kişi bile yok. Rusların istilası sırasında kasabada kalanlar fakir ve aciz halk. Bunların da bir kısmı Ermeniler tarafından kesilmiş, öldürülmüş, yakılmış ve kuyulara atılmış. Kasaba Osmanlı Ordusu tarafından Şubat'ta kurtarılmış. Ölülerin toplanması hala bitmiyor..." (3)
Heyet 6 Mayıs 1918'de Erzurum'a varır.
"Erzincan ıssızlığıyla kalbe kasvet veriyor. Bu yangın yerlerinden bir an evvel kurtulmak adeta bir saadet. Yola çıktığımız zaman açlık manzaraları, sefaletler, Ermeniler tarafından kesilmiş başlar, parçalanmış vücutlar bir türlü gözlerimizin önünden gitmiyor. Yolda köyler hep yakılmış, yanmamış, yıkılmamış, kurumamış hiç bir şey yok... Ilıca büyükçe bir köy. Erzurum ovası buradan başlıyor. Ovanın solunda kalan köyler tamamen harap. Ermeniler en çok burada mezalim yapmışlar. Çoluk çocuk, kadın, erkek köyde ikamet edenlerin hepsini öldürmüşler, bir tek nüfus bile kalmamış... Yalnız Erzurum sokaklarında toplanan İslâm naşı 4.000'den fazla..." (4)
Son olarak ünlü yazar Şevket Süreyya Aydemir'in kendi, yaşamını anlattığı "Suyu Arayan Adam" adlı kitabından Erzurum'da Ermenilerin neler yaptığı konusundaki gözlemlerini doğrudan alıntı yaparak izliyoruz. Yedek subay teğmen Aydemir'in anıları şöyledir:
"Ermeni ordusuna Taşnak komitacıları hâkimdi. Bu komita'nın en büyük hırsı, sadece bir imha ve intikam savaşından ibaretti. Çılgın hesaplaşmanın bir türlü sonu gelmiyordu. Erzurum yolu üstündeki Cınıs köyü karşısında Evreni köyünde, kadın, erkek, çoluk çocuk bütün köylüler öldürülmekle kalmamıştı. Öldürülenlerin vücutları parçalanarak, kolları, bacakları, kafaları, kasap dükkânlarındaki etler gibi duvarlara çivilere, çengellere asılmıştı. Fakat bunları yapanların hırsları bununla da sönmemişti. Köyde ne kadar hayvan ele geçmişse mandalar, sığırlar, davarlar, kümes hayvanları, hatta köpekler öldürülmüş, parçalanmış, yerlere serilmişti. Cınıs'ta ise bütün köy halkını ayakta ve köyün ağzında bekliyor gördük. Fakat bunlar bir ölü kafilesiydi. Köyden çıkarılan köye gireceğimiz yol üstünde süngülenirken birbirine sokulan ve yapışan kadın, erkek, çocuk bu insanlar, dayanılmaz bir soğuk altında (bazen gece –30C0) kaskatı donmuşlar ve öylece kalmışlardı." (5)
"Erzurum'da şehrin galiba yarı nüfusu öldürülmüştü. Yalnız Gürcü kapı İstasyonu'nda 3.000 kadar ölü, bir odun ve kereste deposunda olduğu gibi, intizamla adeta zevkle dizi, dizi, yığın yığın, sıralanmış istiflenmişti. Bunlar Erzurum şehrinin kadın, erkek, çocuk Türk halkındandı. Sıraların, istiflerin bozulmaması, yıkılmaması için, boylarına, cüsselerine göre dizilen ölü sıralarının aralarına, yerine göre ayrı ayrı boylarda çocuk yahut yaşlı ölü vücutları sıkıştırılmıştı. Bütün bunları yapanlar belli ki yaptıklarından zevk alıyorlardı. Bu zevki mümkün olduğu kadar uzatmak, daha fazla tutmak istiyorlardı." (6)
Değerli okuyucular, tekrar ve açıklıkla belirtmek isteriz ki, bu acı sahneleri size sunmamızın amacı, ne daha önce tenkit ettiğimiz propagandacılar Lepsius, Bryce, Toynbee, Margenthau ve onların da öncesindeki Gladstone gibi propaganda yapmak, ne de Ermeni düşmanlığı aşılamaktır. Amacımız bu gün dünyanın büyük bir kesiminin kasıtlı olduğuna inandığımız bir inatla görmek, duymak istemedikleri, bu bölgedeki insanlık dışı olayları görmelerini sağlamak için, satha çıkarmaktır. Burada acı çeken insanlar Ermeniler veya herhangi bir Hıristiyan toplum olsaydı, öyle tahmin ediyoruz ki ( tıpkı günümüzdeki Ermeni asıllı gazetecimiz Hrant Dink olayında olduğu gibi) Kuzey Kutbundaki Eskimo halkı bile abartılı cinayetlerle süslü soykırım hikâyelerini ezberlemişlerdi. Bölgede yapılanlar uluslararası şahitli, ispatlı bir soykırım, bir insanlık suçudur. Türk halkını tabii hakkı olan bir pasif savunma tedbiri alması nedeniyle cani olarak ilan eden liderler bizce bu olayların gerçek suçlularıdır. Ermenilere, silah, teçhizat ve son anda görüldüğü gibi asker dahi vererek takviye eden, kışkırtan Ruslar, İngilizler, Fransızlar, Almanlar ve Avusturyalılar derece derece suçludurlar. Dünya'da bu iddiayı cesaretle ortaya koyacak, savunacak, masum Türk insanının hakkını arayacak tek merci sizlersiniz. Bütün bu gerçekleri öğrenmişken artık eskisi gibi susamazsınız, günahkârlar masum Türk ve Müslümanlara hangi ses tonuyla "katil – barbar" diye bağırabiliyorlarsa siz de onlara iki misli şiddetle ve aynı sözlerle "katil, hainler, sahtekârlar" diye haykırma hakkına sahipsiniz. Kanaatimizce gerçek tarihi gelişmeler ve değerlendirmeler ışığında, bu sizin "hem hakkınız, hem de vazifeniz" olacaktır.
İngilizlerin Kafkasya ve Doğu Anadolu'daki üç il (Elviye-i selâsiye / Kars, Ardahan ve Batum) ile ilgili niyetleri Mütareke görüşmeleri sırasında açığa çıkmıştı. Amiral Calthorpe sadece Kafkasya'nın değil savaş öncesi hudutlarına çekilerek, Sarıkamış'a kadar bu üç ilin de tahliye edilmesini istedi. Bu üç il için Temmuz ayında bir "Halk Oylaması" yapıldığı ve halkın büyük çoğunluğunun isteğiyle katılım kabul edildiği belirtildi ise de İngilizler bu illerin boşaltılması isteğinden vazgeçmediler. İşgal Donanması İstanbul'a ilerlerken 11 Kasım 1918 günü bütün Kafkasya ve üç ilin tahliyesi talebi hükümete iletildi. (7) Emir 23 Kasım 1918 günü 9. Ordu komutanı Yakup Şevki Paşa'ya bildirildi. Ordu'nun Kafkasya'dan çekilmesi bekleniyordu ancak üç ilden çekilmesi haberi bölgedeki Müslüman halkı üzerinde büyük bir üzüntü yarattı. Bunun anlamı yeniden Ermeni baskıları, yeniden Ermenilerin kıyım yapabileceği anlamına geliyordu. Kimse işgal bölgesinde VAN, ERZİNCAN, ERZURUM, kıyımlarını unutmamıştı. Kafkasya'nın Türk kontrolüne geçmeden önce 31 Mart 1918'de Ermenilerin Bakü'de uyguladığı toplu kıyım olayını (8) unutmamışlardı.
Rusya içinde meydana gelen iç çatışmalar bu bölgede de yayılmıştı ve İngilizler bu bölgede hâkimiyet kurmaya çalışıyorlardı. Enver Paşa'nın Ağustos 1918'de Bakû'ye doğru ilerleyen 14.000 kişilik bir birliği karşılama görevini 10.000 kişilik bir gönüllü birliği üstlenmişti. Bunların 3000'i Rus ve 7000'i ermeniydi. 1000 kişiye yakın bir İngiliz birliği de onları organize etmek amacındaydı. (9) Türkler şehre girerken İngilizler fazla zayiat vermeden gemilerle uzaklaştılar. Daha sonra Sovyet Tarihçileri bu olaya atıfta bulunarak 1987 yılına kadar İngilizlerin, kendi savaş sonrası amaçları (Bakü petrolleri) için Bakûlüleri güç durumda terk ettiklerini iddia edeceklerdir. (10)
Daha önce Rus, Gürcü, Ermeni soykırım ve zulümlerini görmüş olan bölgedeki Türk ve Müslüman halk, hem özgürlüklerini kaybetmemek ve hem de kendilerini korumak için harekete geçtiler. Bu amaçla daha Mütareke imzalanmadan 29 Ekim 1918'de "Ahıska Geçici Hükümeti" 3 Kasım 1918'de "Aras Türk Hükümeti", 5 Kasım 1918'de Kars ilinde "Kars İslâm Şûrası" kuruldu. (11)
Dipnotlar

(1) Ahmet Refik Altınay, Kafkas Yollarında, s.8–9 (Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara–1981).
(2) Aynı Eser, s.24.
(3) Aynı Eser, s.36.
(4) Aynı Eser, s.45–48.
(5) Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam, s.120–121 (7. Baskı, İstanbul–1979).
(6) Aynı eser, s.121.
(7). Tevfik Bıyıkoğlu, Türk İstiklâl Harbi C.I, S.157 (Ankara –1962).
(8). Abdülhaluk Çay, The March 31, 1918 Bakû Massacre, İmperialism and the Armenian Community, S:127. (İnstitute for the studes of Turkish Culture, Ankara –1987); Firuz Kazemzadeh, The Struggle For Transcaucasia, 1917–1921, S.128–137 (New York –1951); W.E.D. Allen and Paul Muratoff. Caucasian Battlefield, (Cambridge –1953); Ulrich Trumpener, Germany and the Ottoman Empire, 1914 – 1918, P. 187 (Princetone Unirversity Press –1968).
(9). Peter Hopkirt, İstanbul'un Doğusunda Bitmeyen Oyun, S.210–211 (Çeviren Mehmet Harmancı, Sabah Kitapları, İstanbul- 1995).
(10). Aynı eser, S.220.
(11). Ahmet Ender Gökdemir, Cenub-i Garbi Kafkas Hükümeti, S.35 (Atatürk

Dr. M. Galip Baysan ANKARA, 24 Ocak 2008 Perşembe
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...