CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

Kısır Çekişimelerden Çıkış Yolu

Toplumuzda karşılıklı bir güvensizlik hat safhaya ulaşmış, toplumumuz bir iç çekişme kıskacı içine düşmüştür. Bu sorunlar yumağından çıkılabilinmesi için bilimsel verilere dayalı bir çözüm formülü vardır, ama bu formül maalesef ilgililerce bilinmemektedir. İlgililer bilgisiz olunca da, hiçbir şey yapılamamaktadır. Bu nedenle bu çözüm formülünün ilgililere duyurulması için ne gerekiyorsa yapılması en acil işlem olmak zorundadır. Bunun için aşağıda sunulan bu formülü bizzat değerlendirip, bir yanlışlık veya hata bulamadığınız takdirde, tanıdığınız medya mensuplarına, siyasilere, yakınlarınız ve tanıdıklarınıza, vs. ulaştırmanız çocuklarınıza ve geleceğinize yapacağınız en büyük hizmet olacaktır.

Prof. Dr. İsmet Gedik
Sorunlarımız, nedeni ve çözümü
A- Sorunlarımız
Günümüzde toplumumuzu derinden etkileyen sorunların en önemlilerini önce kısaca sıralayalım:
1-    Tarih boyunca faili meçhul (siyasi) cinayetler oluşması;
2-    Yargıyı etki altına alma çabaları;
3-    İnsanların sağ-sol, laik-şeriatçı, alevi-sünni, türk-kürt, vs. gibi kutuplaşmalara bölünmesi;
4-    Devlet denetiminde bulunan fabrikaların özelleştirilmeleri sonucu fabrikalarda çalışanların işsiz duruma düşmeleri; kısaca işçi-işveren ilişkileri
5-    Büyük bir çoğunluğun geçimini sağlayacak bir işi olmaması;
6-    Öğrencilerin ve gençlerin sınavlarda başarısız olmaları ve istedikleri bir mesleğe kavuşamamaları;
7-    Vs.

B- Neden(ler)i
Şimdi bu sorunları tek tek ele alıp, her birinin nedenini saptamaya çalışalım.
1- Tarih boyunca faili meçhul (siyasi) cinayetler oluşması.
İster faili belli olsun, ister olmasın, tüm siyasi cinayetler, iktidar dediğimiz devlet yönetimini ele geçirme mücadelelerinden kaynaklanırlar. Geçmiş tarihimize bakalım:
-    Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Bey, amcası Dündar Beyi rakip gördüğünden onu öldürtür. Yerine oğlu Orhan Bey geçer,
-    Orhan Beyden sonra tahta geçen 1. Murat hem oğlunu, hem kardeşini öldürten ilk padişah olarak bilinir. Kardeşleri İbrahim ve Halil ile oğlu Savcı Beyi öldürtmüştür.
-    Yerine geçen Yıldırım Beyazıt, kardeşi Şehzade Yakupu öldürtür.
-    Ondan sonra, kardeşlerini öldürterek tahta çıkan 1.Mehmet olmuştur.
-    Ondan sonra tahta geçen 2. Murat amcası Mustafa Çelebiyi ve kardeşleri Ahmet, Yusuf ve Mahmutu boğdurtmuştur.
-    Ondan sonra tahta geçen 2. Mehmet (Fatih), kundaktaki kardeşi Ahmeti boğdurtmuştur.
-    Ondan sonra tahta geçen Yıldırım Beyazıt, Kardeşi Cem Sultanı öldürtür (Taht kavgasını kaybeden Cem, İtalyaya kaçar; Yıldırım Beyazıt da, Papa Alexandre Borgiaya 300 000 altın vererek, Cem Sultanı öldürtür (1495); cesedi Bursaya getirtilir.)
-    Kardeşler (ve yakın kan-bağı olanlar) arasındaki iktidarı ele geçirme mücadeleleri bu şekilde devam ederken, Osmanlı Devletinin son yıllarına doğru, iktidarı ele geçirme mücadelesine saray erkânı ve askeri güç mensupları da dâhil olur. Padişahlara, sadrazamlara darbeler yapılarak iktidara sahip olma mücadeleleri devam eder.
-    Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulmasıyla birlikte, asil-soyluluğa dayandırılan babadan oğula iktidar hakkı yerine, Cumhuriyet denilen halkın sahipliğine dayandırılan yeni bir devlet-yönetimi anlayışı oluşturulması çabaları başlar.
-    Devlet yönetimini ele geçirme mücadeleleri bu yeni sistemde de devam eder; karşılıklı suikastlar gündemden eksilmez.
-    Partili demokratik sisteme geçişle birlikte, halk farklı görüşlere bölünür ve iktidar mücadelesi halk arasına kadar indirgenir. Her bir siyasi parti devlet bürokrasisi içine kendi yandaşlarını yerleştirmeye başlar. Siyasi cinayet şebekesi zincirleri oluşur. Bu tür mücadeleler nedeniyle Sabahattin Aliler, Abdi İpekçiler, Turan Dursunlar, Doğan Özler, Uğur Mumcular, Gün Sazaklar  hayatlarını kaybederler. Ve bu böylece hala devam etmektedir.
Uzatmaya gerek yok, iktidarı ele geçirmek için ilgililer arasında cinayetler işlenmesi, tarih boyunca hep olmuştur ve olmaya da devam etmektedir. Bu tür mücadeleler, sadece ülkemizde değil, dünyanın her yerinde, her ülkesinde olmaktadır. İktidarı ele geçirmek gibi bir hedefin yanlışlığının nerden kaynaklandığını, yani bu kısır döngüden nasıl çıkılabileceği konusunu (çözüm yolunu), diğer sorunların nedenlerini de ortaya koyduktan sonra, ortak bir çözüm formülü ile vereceğiz.
2- Yargıyı etki altına alma çabaları: yukarıda açıklanan, iktidarı ele geçirme mücadelelerinin bir başka ayağını oluşturur. Çözümü yukarıdaki sorunla beraber olacaktır.

3- Şimdi diğer soruna geçelim: İnsanların sağ-sol, laik-şeriatçı, alevi-sünni, türk-kürt,  vs. gibi kutuplaşmalara bölünmesi olayı.
Bu durum, demokrasi denilen ve halkın idareyi ele alması olarak tanımlanabilinecek sistemin ortaya çıkmasıyla yaygınlaşan bir toplumsal sorundur. Asil-soyluluğa dayalı babadan oğula aktarılan yönetim hakkı, demokratik sistemlerde, particilik denilen farklı görüş sahipliğine yerini bırakır. Bunun sonucu, halk farklı görüşlere bölünmek durumunda kalır. Bu farklı görüşler, kâh sağcı-solcu, kâh laik-şeriatçı gibi farklı gruplaşma oluşumlarına yol açar. Etnik bölünmelerin nedeni de, lider, şıh-şeyh gibi tepede bulunan kişilerin yönlendirmeleri ve yandaş sahibi olmaya çalışmaları sonucu ortaya çıkarlar, yani halka gösterilen hedeflere göre, halkın farklı yönlenmelere gitmesi olayı söz konusudur. Hâlbuki hayat, daha rahat bir duruma ulaşabilme mücadelesinden oluşur ve daha rahat bir duruma nasıl ulaşılacağı, çözüm formülünde verilecektir.

4-    Devlet denetiminde bulunan fabrikaların özelleştirilmeleri sonucu fabrikalarda çalışanların işsiz duruma düşmeleri (işçi-işveren ilişkileri).
Son çeyrek asır içinde, devlet yönetiminde olan işletmelerin, özel sektör işletmeleri karşısında gittikçe başarısızlığa düşmeleri nedeniyle, dünya genelinde, devlet sektörleri bu tür işletmeciliklerden çekilmeye ve işletmeleri özel sektörlere satmaya yönelmişlerdir ve özelleştirme denilen işlemler dünyada yaygınlaşmaya başlamıştır.
Acaba özel işletmeler neden devlet sektörüne bağlı işletmelerden daha verimli olmuşlardır? Burada önemli olan konu bu sorunun yanıtını bulmak ve ona göre davranmaktır.
Dünyamızda her şey sürekli bir değişim-dönüşüm içindedir ve tüm işletmeler dünyadaki bu değişim-dönüşümleri dikkate alarak kendilerini yeniden re-organize etmek durumundadırlar. Özel işletmelerde, fabrikanın sahibi işletmesini yenilemek, dünya koşullarına uydurma konusunda, devlet işletmelerine göre, daha avantajlıdır, çünkü olayları takip edip, gereken önlemleri hemen alabilir.  Hâlbuki devlete bağlı bir işletmede, müdür tepedekilerden müsaade isteyecektir; bürokrasi çarkı çok yavaş işler. Ayrıca tepedekiler demokratik seçimler nedeniyle sık-sık değişecektir. Her yeni gelen işlere uyum sağlayana kadar, atı-alan Üsküdarı geçmiş olur ve işletme zarar edecek duruma düşer.
Peki, günümüzde uygulandığı şekliyle özelleştirme yapılması doğru mu? Tekel işçileri olayında olduğu gibi, işçiler zararlı duruma düşmüyor mu? Bu konuyla yakından ilgili diğer sorun da şu: İşçi-işveren ilişkileri nasıl olmalı, grev-lokavt gibi hayatı ve toplumu kötü yönde etkileyen olaylar nasıl önlenir?
Bu soruların yanıtı bizi olayların özüne ve gerçeğe götürür. Doğadaki oluşumlarda, oluşturma ve sahiplenme erki hangi taraftadır, kimdedir? Hangi taraf hangi tarafa bağımlı olmak durumundadır? Bu sorunun yanıtı da, diğer tüm sorunların yanıtlarını içeren çözüm formülünde verilecektir.

5-    Halkın büyük bir çoğunluğun geçimini sağlayacak bir işi olmaması; ve
6-    Öğrencilerin ve gençlerin sınavlarda başarısız olmaları ve istedikleri bir mesleğe kavuşamamaları konularının nedeni, çözüm formülü içinde verilecektir.

C- Çözüm
Her şey bir sistem sorundur. Sistem kavramından şunun anlaşılması gerekir: Doğada işler nasıl yürür? Ne neye, kim kime bağımlı olarak gelişir?
Bu sorunun yanıtını verebilmek için, bedenimizle hücrelerimiz arası ilişkiye bir göz atalım.

Arkadaşınız hasta ve ateşi var. Ateşini sürekli takip etmek için de koluna dijital bir termometre bağladınız ve her an ateşini ölçüyorsunuz. Onu rahatlatmak ve ortamın streslerinden uzaklaştırmak için piknik yapmaya karar verip orman kıyısındaki çimenler üzerinde sofra kurdunuz. Afiyetle yemeklerinizi yediniz. Mideleriniz tam doldu ve bedeninizdeki tüm kan aşırı faaliyet göstermek zorunda olan sindirim sistemi hücrelerine tahsis edildi. Diğer organlarından kan çekilince bedeninizde bir gevşeme duygusu, yorgunluk hissetmeye başladınız. Tam böylesine rahatladığınız ve gevşediğiniz anda, ormanın kenarından bir vahşi ayının size doğru yaklaştığını gördünüz.
     Bakın şimdi ne olur. Siz daha akıl ve mantığınızı kullanıp, neyi nasıl yapmanız gerekir şeklinde bir düşünme sistemi içine girmeden, bedeninizdeki Hypothalamus-Pitiutary-Adrenal = HPA- ekseni harekete geçer.
Bir tehlike olduğunu fark eden Hypothalamus (H) hücreleri hemen, pitiutary (P) salgı bezini uyarır ve alarm vermesini söyler Bunun üzerine pitiutary (P) kan dolaşım sistemine adrenocorticotropic hormones (ACTH) salgılar. Bu mesajı alan böbrek-üstü-adrenal (A) bezi, kaçmak veya savaşmak konusunda bedenin karar vermesi için gerekli ayarlamalara başlar.
Sindirim sistemi organlarına tahsis edilen kan hemen geri çekilir; beyne ve kas hücrelerine yönlendirilir. Çünkü o an çalışması gereken bu iki sistemdir, tüm enerji onlara tahsis edilmelidir. Bu arada gözünüz arkadaşınızın kolundaki termometreye takıldı ve 1 dakika önce 39 derece olan ateşinin o anda 37 dereceye düşmüş olduğunu fark etti!
Peki ne oldu da arkadaşınızın ateşi aniden düşüverdi?
Bedenlerimizin sahipleri olan hücrelerimiz, tehlike anında tüm güçlerin tek bir amaç için harcanması gerektiğini çok iyi bildiklerinden, iç-güvenlikte (bağışıklık sisteminde) görev yapan hücrelerin görevlerini askıya alarak, enerji harcamasını durdurmalarını isterler. Bunun gereği için de Thymus (T) bezine sinyal gönderilerek bağışıklık sistemi faaliyetlerini durdur mesajı verilir.
Yani tehlike alarmı verilen bir bedende, o an grip, nezle, vs. gibi bir iç-savaş varsa, o savaşı yürüten bağışıklık sistemi hücreleri hemen enerji harcamasını durdururlar. Ateşi olan bir insanın ateşi düşer! Beyin tam faaliyetle çalışır ve kaçmak mı, yoksa savaşmak mı gerekiyor konusunda bir karar alınır. Yani çok önemli konularda bilinç-altı dediğimiz hücresel etkileşim sistemi devreye girer.
Şimdi bilinç ve bilinçaltı ayrımının nasıl oluştuğunu açıklayalım.
Bizler yeni bir şey öğrenirken epey zorlanırız. Örneğin araba kullanması olayına bakalım. Öğrenilmesi gereken işlev 5 tanedir. Gaz, fren, debriyaj, vites değiştirme ve direksiyon kontrolü. Bu 5 farklı faktörü el, ayak ve gözlerimizle birbirleriyle uyumlu olacak şekilde kontrol edebildiğimizde, araba kullanma denilen şeyi öğrenmiş oluruz. Dikkat edilmesi gereken konu sadece 5 faktör olmasına karşın, bu 5 faktörü birbiriyle uyumlu olacak şekilde davranmayı ancak aylar süren çabalar sonucu öğreniriz. (Hâlbuki hücrelerin dikkate alıp değerlendirmeleri gereken faktörler binlercedir!) Öğrenme olayı gerçekleştikten sonra, sık sık araba kullanmaya başladıysak, artık hiç zorluk çekmeyiz; arabaya biner binmez araba çalıştırılır ve hiç düşünmemize gerek kalmadan araba uygun vitese konur, gaz verilir ve istenilen yöne gidilir. Tüm bu işlemler yapılırken artık kişinin dikkatini bu olaylara ayırması gerekmez. Kişi yanındaki bir arkadaşı ile değişik konular üzerinde sohbet edebilir. Yani kişinin bilinci başka konular ile meşgul iken, kişi otomatik olarak arabayı kullanır. İşte bu durumda, araba kullanma olayı öğrenilmiş ve otomatik sisteme aktarılmış, sabitleştirilmiş olunur. Bu otomatik sistem ise bilinç-altı sistemidir ve sabitleştirme işlemi, belli kimyasal moleküllerin oluşturulmasıyla yapılır. Yani her yeni bir şey öğrendiğimizde, bedenimizde belli molekül düzenlemeleri gerçekleşir.
Yaşamımızda sık sık yaptığımız tüm eylemler hücrelerimiz tarafından alışkanlık dediğimiz otomatikleşmiş-sabitleştirilmiş bilinçaltı sistemine alınırlar.
Yıllardır oturduğunuz evinizde bir değişiklik yapıp, içe doğru açılan bir kapıyı dışa doğru olacak şekilde değiştirdiğinizi düşünün. Bu değişikliği yaptıktan sonra, günlerce o kapıya gelip açmaya çalıştığınızda, kapıyı önce kendinize doğru çekmeye kalkışırsınız, çünkü beyninizdeki hücreler böyle bir otomatik alışkanlık devresi oluşturmuşlardır. Bu alışkanlık devresinin kaldırılıp, yerine yeni bir devre oluşturulması, haftalar sürer. Ama hücreler değişim-dönüşüm içinde olan bir doğada yaşadıklarını bildiklerinden, eski alışkanlıklara dayalı olarak oluşturulmuş otomatik-sabit devreleri de, yeni uygulama sonucu, bu yeni duruma uyacak şekilde düzenlerler.
Özetleyecek olursak, biz insanların bilinci 4-5 faktörü ancak değerlendirip bunları birbirleriyle uyumlu olacak bir sırada işleme koymayı zar-zor becerirken, hücrelerimiz on binlerce faktörü aynı anda değerlendirip, birkaç salise içinde bir sonuca varabilmektedirler. Yani bizlerin tüm işlerini, tüm sorunlarını gerçekte bedenimiz içindeki hücrelerimiz üstlenip, onlar yapmaktadırlar.
Sonuç: Doğada her şey içindeki bileşenlerine bağımlıdır. Bu durumun sadece hücre-beden arası ilişkilerde değil, doğadaki tüm oluşum ve gelişimlerde böyle olduğu Theory of Integrated Levels (Feibleman 1954) tarafından teorik olarak da ıspatlanmıştır. (Hücre-beden) Alt-sistem - üst-sistem ilişkileri olarak bilinen bu ilkelerin en önemlileri şöyledir:
i-Her sistemde, üst düzey alt düzeye bağımlıdır.
ii-Her sistemde, üst düzey alt düzeye yön (hedef) gösterir.
iii-Herhangi bir düzeyin oluşumunda, oluşturma erki alt düzeydedir; üst düzey sadece hedef gösterir. 

Toplumlarda yerleşik bir sürü geleneksel bilgiler vardır. Bu bilgilerin hangilerinin doğru (yararlı), hangilerinin yanlış (zararlı) olduğunu saptamak için, söz konusu bilginin yaşamınızı olumlu yönde mi, olumsuz yönde mi etkilediğine bakmak gerekir. Toplumlarda en yaygın bilgi olan doğadaki oluşturucu-yönlendirici güç sisteminin varlıkların dışında, yani varlığın dışında, üstünde, harici bir sistem olarak düşünülmesi olgusudur ki, tüm toplumlarda tepeye bağımlı sistem oluşumlarına yol açmıştır. Halbuki, beden-hücre ilişkisinde gösterildiği ve tümleşik sistemler teorisi (Theory of integrated levels) ilkelerinde ortaya konulduğu üzere, doğadaki tüm oluşum ve gelişimler tabana bağımlı olacak şekildedir. Dolayısıyla, tüm sorunlarımızın nedeni, doğa ve dünyadaki oluşum ve gelişimleri yanlış anlamak, yanlış yorumlamak ve bu yanlış sisteme göre toplumsal ilişkilerimizi düzenlemekten kaynaklanmaktadır. Çözüm formülü ise çok basittir: Her şeyi, doğadaki sisteme uygun yapmak; yani tabana dayalı örgütlenme ve yapısallaşmalara gitmek:
1-Devleti, daha rahat bir yaşam düzeyine ulaşmak amacına yönelik bir toplumsal birlik-bütünlük oluşturma işlemi olarak görmek;
2- Tek başına yaşayan bir insan sürekli bir koşuşturma içinde olmak zorundadır. Hem ihtiyacı olan sebzeleri, tahılları üretecek, hem tahılları öğütüp un yapacak, hem yiyeceği eti sağlayacak, hem ateş yakacak, hem yemek pişirecek bir fırın yapacak, hem tabak, kaşık yapacak, vs… Bu kadar farklı görevin hepsini bir insanın tek başına yapması imkânsızdır, çünkü buna ne zamanı, ne bilgisi ne de enerjisi yeterli değildir. Toplumsal bir sistem içinde yaşayan bir insan ise, bu görevlerden sadece birini yapar ve diğer insanlarla ürününü veya hizmetini takas ederek yaşar. Bu sayede hem daha az koşuşturur ve hem de çok daha rahat bir yaşam düzeyine kavuşmuş olunur. Bu nedenle toplum (devlet) iş ve meslek sahipleri arasındaki bir ortaklık sistemi olarak görülmelidir. Dolayısıyla yapısallaşması ve yönlendirilmesi tamamen iş-ve meslek dalları arası ilişkiler çerçevesinde olmak zorundadır. Toplum bu şekilde ve tabana bağımlılık çerçevesinde tanımlanıp yapılandırıldığında, 1, 2, 3,4 nolu sorunlar tamamen ortadan kalkar; çünkü
1-yönetimi ele geçirme mücadelesi artık söz konusu değildir, çünkü halk sistemin sahipliğinin bilincindedir ve tepe diye bir yetki ve bağımlılık merkezi yoktur;
2- Halk toplum yaşamının, daha rahat ve huzurlu bir düzeye ulaşmak amaçlı bir ortaklık olduğu bilinciyle yaşadığından, sağ-sol, din, ırk, vs gibi gereksiz parçalanmalarla, rahat ve huzurunun ortadan kaldırılmasına karşı koyar;
3- Bu sistemde her şey tabana bağımlı olarak oluşturulduğundan, tüm işyerleri, bizzat çalışanlar tarafından sahiplenilir ve işveren-işçi ayrımı gibi doğal olamayan durum ortadan kalkmış olur.

Şimdi de doğadaki tabana bağımlılık sisteminin diğer bazı özelliklerini ve bunların hayatımıza etkilerini görelim. Bir şeyi oluşturma-yapma erki alt sistemlerde olduğuna göre, bir şeyin yapılması için gereken bilgilerin de alt-sistemlerde depolanması, işleme konulması gerekir. Son yıllarda yapılan biyolojik-genetik ve fizik dalı araştırmaları bunun böyle olduğunu göstermiştir, Blobel 1999, Haken 2000, Kandel 2001, Andersonet al. 2007, Leek et al. 2007, Patel 2008, Li et al. 2010, vs.. Bu araştırmalara göre, bir bedeni oluşturacak olan hücreler, çevrelerindeki değişim-dönüşüm bilgilerini toplarlar, olasılık hesapları yaparak en olası duruma göre yeni oluşturacakları bedenin yapısallaşmasını gerçekleştirirler ve tüm bu bilgiler hücresel yapısallaşmalarda depolanırlar ve işlenirler. (Bu nedenledir ki, beyindeki her bir hücre yaklaşık 40-50 bin faktörü dikkate alarak bir olasılık hesabı yapar ve çıkan sonucu, diğer bir hücreye iletir; o hücre yine, kendisine gelen 40-50 bin veriyi değerlendirip bir olasılık hesabı yapar ve bir diğer görevli hücreye aktarır. Bu şekilde trilyonlarca veri bir-kaç salise veya saniye içinde işlenerek bir sonuca varılır ve beden o sonuca göre davranır!)
Doğa bilimlerindeki bu gelişmelerden anlaşılacağı üzere, biz insanların düşünce ve davranışları tamamen hücrelerimiz arasında ve içinde gerçekleşen yapısal-dokusal değişim-dönüşümler sayesinde oluşturulmaktadır. Bu değişiklikler genelde amino-asit sıralamalarında yapılan değişiklikler şeklinde olmaktadır.
Özet olarak şu sonuç ortaya çıkar: Bir bedenin çevresindeki değişim-dönüşümlere uyumunu sağlayan o bedenin içindeki hücreleridir. Bir insan toplum hayatında kendine bir iş veya meslek arıyorsa, yapması gereken, çevresine bakıp, hangi işlerin kendisine uygun olduğunu saptayıp, bu iş veya meslek hakkında gerekli bilgileri edinmeye çalışmasına bağlıdır. Bir kişiye neyin uygun olup olmadığı da yine, içindeki hücresel dürtülerle belirlenir, çünkü bir bedenin hangi konularda yetenekli olduğu, genetik olarak hücrelerin yapısallaşmalarıyla denetlenir.
Bedenlerle hücreleri arasındaki bu ilişkiyi de ortaya koyduktan sonra, 5 ve 6 nolu sorunların da ortadan kalkacağı görülür.
Sonuç: İnsanlığın tüm sorunları, doğadaki oluşum mekanizmasının tabana bağımlı olduğu gerçeğini bilmemesi, tam tersine, tepeye bağımlı olduğu şeklinde hatalı bir geleneksel bilgiye sahip olması ve ona göre davranmasından kaynaklanmaktadır. Çözüm yolu ise çok basittir: Doğadaki oluşum mekanizmasının nasıl olduğu konusunun toplumsal düzeyde işlenip, gelenek-göreneklere işleyecek derecede yaygınlaştırılması!

Bu konuda daha ayrıntılı bilgiler Doğadaki Oluşum Mekanizmasıyla İnsanlığın Sorunlarının Çözüm Yolu başlıklı kitapta bulunmaktadır.

MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...