CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

Doğu TÜRKİSTANDA ÇİN ZULMÜ

Yıllardan beri devam eden ancak Ramazan ayının gelmesiyle Müslüman Uygur Türklerine yönelik saldırıları iyice artan Doğu Türkistan’daki Çin zulmü, katliamlara dönüştü. Çin, Doğu Türkistan’da Uygur Özerk Bölgesi’nde Ramazan ayının ilk gününden beri katliam yapmaya devam ediyor. Katliam bölgesinde yaşayan binlerce Müslüman Uygur Türkü’nün akıbeti bilinmiyor.

Ramazanın ilk gününden itibaren artarak devam eden ve artık toplu katliamlara dönüşen Çin zulmüne dur denmesi gerekmektedir. Doğu Türkistan’daki Uygur Türkleri kardeşlerimize yönelik katliamlar seri hale dönüşmüştür. Bölgede yaşayan Müslüman Uygur Türkleri’nin akibetlerinin ne olduğunu bilen yoktur. Oruç, namaz, cami ve hac yasağı getirilen Müslüman Uygur Türkleri şimdide toplu katliamlara kurban gitmekte, Çin bu katliamlara dünyanın gözü önünde ev sahipliği yapmaktadır.

Katil devlet Çin’in Uygur Türkleri üzerinde sırf Müslüman oldukları için uyguladığı mezalim, baskı ve şiddet Türk'ü derinden yaralamaktadır.




Uluslararası Hak İhlalleri İzleme Merkezi, Doğu Türkistan’daki Uygur asıllı Müslüman Türklere yapılan işkencelere dikkat çekerek, Avrupa ve İslam Devletleri’nin bu zulme neden sessiz kaldığını soruyor. Uluslararası Hak İhlalleri İzleme Merkezi, bugün internet sitesinde Çin Devleti’nin Hak İhlalleri Karnesi’ni yayınladı:


”Yüzyıllar boyunca hanedanlıkla yönetilen Çin, feodalite ve imparatorlukların yıkılmasının ardından uzun süre güçlü, merkezî bir otorite kuramamıştır. Ancak 1949 yılında Komünist Parti’nin iktidara gelmesiyle, Mao yönetimindeki devlet büyük bir korku rejimine dönüşmüştür. Komünist rejim süreciyle beraber hayatın her koşulunu kapsayan katı bir baskı dönemi başlamıştır. Bu süreçte insanlar, tektipleştirilmeye, kupon karşılığı yiyecek almaya, üretebildiği ölçüde insan muamelesi görmeye maruz bırakılmışlardır. Nitekim bugün hala devam etmekte olan, işkenceler, halkın gözü önünde gerçekleştirilen idamlar ve idam edilen mahkûmların organlarının ticari amaçla kullanılması Çin’deki komünist rejimin gerçek yüzünü sergilemektedir.


Çin mezalimi altında bulunan Doğu Türkistan’da Uygur asıllı Müslüman Türklere yönelik yeryüzünde örneği bulunmayan korkunç uygulamalarla işkenceler yapılmaktadır.


21. yüzyılda gerçekleştirilen bu vahşet karşısında, barışın timsali olduğu iddiasındaki Avrupa ülkeleri ve İslam Devletleri sessizliklerini korumaktadırlar.


Doğu Türkistan’ın maruz bırakıldığı bu katliam ve baskı politikaları ÇHC tarafından dünya kamuoyuna kapalı bir biçimde gerçekleştirilmektedir. Ancak 2009 yılı Temmuz ayında tazelenen olaylarla bu korkunç uygulamalar tekrar gündeme gelmiş; ancak yine de sözkonusu uygulamalarda bir iyileştirme yapılmamıştır.”



Dünya'nin Gözü Önünde 5 Temmuz 2009'Da Urumçi̇'de Büyük Katli̇amlar Yaşandi.  

Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ise önce bunu kınayan bir açıklama yaptı ama hemen sonra yumuşadı. 

Diğer taraftan ADD bir açıklama yaptı. 
Dedi ki: "Amerikanın oyununa geliniyor." 

Öbür taraftan kendisine çok ulusalcı, hatta sosyalist diyen ama ideolojik bir kaymaya uğramış olan Doğu Perinçek, Doğu Türkistanlı Türkleri suçlayan yayınlar yaptırdı. 

Önce Çin'in, ABD'nin bölgedeki en büyük işbirlikçisi ve köle işçileri kullanma konusu çerçevesinde Doğu Perinçek'in bu tutumunu değerlendirelim... 

Doğu Perinçek, "Bu milletin bağrına saplanmış Çin hançeridir. "

Doğu Perinçek'in Doğu Türkistan ile ilgili açıklamalarını ben yakinen biliyorum. 

Mesela çok enteresan bir tespitim var. 
Bundan yaklaşık on yıl kadar önce Aydınlık dergisinde bir manşet vardı rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu'na ithafen. 

Muhsin Yazıcıoğlu Afganistan'daki eğitim kamplarında, Uygur Türklerini, Uygurlu teröristleri eğiterek Çin'e yönelik CIA ile ortak sabotaj eylemlerini gerçekleştiriyor diyerek kıyameti koparan ve rahmetli Yazıcıoğlu'nu, Doğu Türkistan hareketini manipüle eden, bu milli mücadeleyi CIA işbirlikçisi gibi gösteren yayınlar yapmıştı. 

Ben o zaman Doğu Perinçek'in gerçek niyeti ve kimliği konusunda netleşmiştim. 
Çünkü Çin parçalanıyor diye feryat eden, Çin'in milli menfaatini Türk'ün milli menfaatinin üstünde tutan bir ihanet zihniyetinin resmini görmüştüm. 

Bugün aradan geçen yaklaşık on yıllık zamandan sonra o kanaatimde hiç yanılmadığımı gördüm. 

Çünkü bu insan o zaman solcu, Maocu, komünist, PKK işbirlikçisi, Apo'ya gül uzatan, bir dönem Atatürkçü ve Kemalist, bir dönem ulusalcı bir dönek. 

Aynı zamanda milletimizin ve yeni nesillerin beynini bulandıran bir ideolog olduğun söyleyebilirim. 

Türk milletinin menfaatini zerre kadar düşünen biri olduğuna kesinlikle inanmıyorum. 

İsviçre'ye gidip Ermeni meselesinde şov yaptığına bakmayın. 

Doğu Perinçek ne yaparsa yapsın Türk milletine yaptığı ihanetlerin üzerini örtemez. 
Çizgisi ve istikrarı olmayan kişilerdir bunlar. 

Türkiye'de bazı insanlar, kokuşmuş, çürümüş ideolojilerinin çözemediği bazı meselelerde, Doğu Türkistan meselesinde olduğu gibi, sorumluluğu üzerlerinden atmak için Rabia Kadir'i ve Doğu Türkistanlıları Amerikan emperyalizminin maşası olarak göstermektedir. 

Bu, ancak ve ancak onların onursuzluğu, kişiliksizliğidir. 
Hiçbir insan böyle bir şey iddia edemez. 
Kaldı ki, bunu ispat da edemez. 

Rabia Kadir, başta Türkiye olmak üzere birçok ülkeye başvurarak sığınma talebinde bulundu. 

Bunların hiçbirisinden olumlu cevap alamadığı için Amerika'ya gitmek zorunda kaldı. 

Bunu şu şekilde de ifade edebiliriz: Denize düşen yılana sarılır. 

Doğu Türkistan Türkleri yaşamak için kendilerine uzatılan elin kimin eli olduğuna bakamaz. 
Onların da hayatta kalması gerekiyor. 
Onların önceliği budur. 

Hangi ülke Rabia Kadir'i kabul etti de Rabia Kadir ona rağmen Amerika'ya gitti. 

Uluslararası kamuoyunda terörist olarak bilinen kişilere kucak açan Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nın, bir gün kendi kültüründen, kendi inancından olan kardeşi Rabia Kadir'e kucak açacağına inancım tamdır. 

Türkiye Cumhuriyeti devleti, Doğu Türkistan konusunda üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmeye mecburdur. 
Hiçbir ülke bu konuda Türkiye kadar sorumlu değildir. 

Çünkü bizler kardeşiz ve ağabey olarak gördükleri Türkiye'den, anavatan olarak gördükleri Türkiye'den hiçbir ülkeden beklemedikleri kadar beklenti içerisindeler. 

Bu en doğal hakları. 
Bu konuyla ilgili kimse Doğu Türkistanlı kardeşlerimizi eleştiremez. 

Hiç kimse Uygurlular da nereden çıktı, Uygurlular Çin ile aramızı bozamaz veyahut Uygurlular bizim akrabamız değildir deme hakkına sahip değildir. 

Türkiye Cumhuriyeti'nin cumhurbaşkanının forsunda 16 türk devleti vardır. 
O 16 Türk devletinin biri, Uygur devletidir. 

O nedenle Türkiye'de kendine Türk'üm diyen hiç kimse Uygurlar hakkında böyle konuşamaz. 

Doğu Türkistan ezelden beri Türk toprağıdır... 

Tam da bu noktaya geldiğimizde, Türkiye'de bizim genellikle gördüğümüz bir şey var. 

16 tane Türk devleti bugün cumhurbaşkanlığı forsunda yer alıyor ama genellikle gençlerimizin de büyüklerimizin de kafasında bundan farklı bir Doğu Türkistan ve Uygur imajı var. 

İnsanımız zannediyor ki, burası tarih boyunca Çin toprağıydı, burayı Çinliler yönetti. 

Sorumuz iki bölümden oluşuyor; ilk olarak Çin'in 1949 yılında başlayan işgalinden önce Doğu Türkistan'da Uygurlar nasıl yaşarlardı, nasıl bir siyasal yapı vardı? 

İkinci olarak ise Çin nasıl girdi, nasıl sömürgeleştirdi? 

Bu konunun kısaca aydınlatılmasında fayda var. 
Çünkü özellikle genç nesil bu dönemi pek iyi bilmiyor. 

Kısa cümleler halinde Doğu Türkistan tarihini şöyle bir film şeridi gibi gözden geçirirsek, bir kere Doğu Türkistan, Türklerin ilk var olduğu coğrafya. 

Bugün özellikle Uygurların yaşadığı coğrafya olarak bildiğimiz bu bölge Tonyukuk'un, Kül Tigin'in, Bilge Kağan'ın taşlara tarihi kazıdığı bölgedir. 

Bunların hepsi Uygurların kökleri. 

Uygurlar, Göktürkler, Hunlar, Karahanlılar, Seyidiye Hanlığı, yakın tarihte 1933'te kurulan Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti, 1944'te kurulan Doğu Türkistan Cumhuriyeti gibi birçok devlet ve imparatorluğun kurulduğu bir coğrafyadır. 

Türklerin ilk var olduğu coğrafyadır çünkü. 
Türk isminin ilk kullanıldığı coğrafyadır. 

Orhun Abideleri ve Kaşgarlı Mahmut'un Divanı Lügati't Türk'ü kaleme aldığı coğrafyadır. 

Kırgız'ın, Kazak'ın, Özbek'in, Tatar'ın, Türkmen'in, Azeri'nin, Anadolu Türkü'nün hepsinin benim atam dediği Kaşgarlı Mahmut'un kanının döküldüğü coğrafyadır. 

Yusuf Has Hacib'in Kutadgu Bilig ile devlet yönetimini bütün neslimize, geleceğimize miras bıraktığı coğrafyadır. 

Ahmet Yükneki'nin Atabet'ül Hakayık'la yaşadığı coğrafyadır. 

Osman Batur'un mancınıkla Çin uçaklarını düşürdüğü coğrafyadır. 

Karahanlı Hükümdarı Sultan Satuk Buğra Han'la Türklerin İslam'la ilk tanıştıkları coğrafyadır. 

Yine Türklerin ağaçtan oyma harflerle Gutenberg kardeşlerden asırlar önce matbaayı buldukları coğrafyadır. 

Yine Çinliler, atalarımızın akınlarından korunmak için 6 bin kilometrelik Çin Seddi'ni inşa ettikleri dönemde, atalarımızın Tanrı Dağları'ndan gelen kar sularını hem modern tarımda hem de içme suyu olarak kullandığı karz ismi verdiği ve yerin 30-40 metre altından 4-5 bin kilometreden su getirip modern tarımda kullandığı ve bugün Anadolu'da turfanda olarak tabir edilen sebzeciliğin yapıldığı coğrafyadır. 

Musikinin ilk ortaya çıktığı yer Yarkent şehridir. 
Musiki ile birlikte enstrümanların icad edildiği coğrafyadır. 

Uygur alfabesi diyoruz, Göktürk alfabesi diyoruz, Moğollara, Cengiz Han'a dili veren coğrafyadır. 

Cengiz Han'ı Cengiz Han yapan coğrafyadır. 
Çünkü Cengiz Han'ın bütün komutanları Uygur Türküydü. 

Böyle bir coğrafya, hangi Türk olursa olsun kendini bulduğu coğrafyadır. 

Dokuz Oğuz, On Uygur olarak adlandırılan coğrafya, yani Oğuz'un Uygur'un bir ananın evladı olduğu söylenen coğrafyadır. 

Ama bugün maalesef bütün bu süreçte Türkler batıya doğru bir misyonu kendilerine seçmişler fakat Uygur dediğimiz bu kütlenin bir kısmı batıya gelirken bir kısmı hala kendi mevzisini müdafaa noktasında o bölgede bulunmuş, o bölgeyi korumuş, Çinle mücadelesini devam ettirmiş ve bugün Çinle o mücadeleyi hala sürdürüyor. 

Ama maalesef o bölgeye karşı gösterilen ilgisizlik sonucu, gözden ve gönülden ırak olması nedeniyle unutulan ata vatanı Doğu Türkistan haline gelmiş. 

Yakın tarihimizde Türkiye Cumhuriyeti'nden başka ikinci bir bağımsız Türk devletinin olmadığı dönemde, 1933 yılında, Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti ile Hoca Niyaz Hacı'nın Kaşgar'da İslam devletini kurduğu coğrafyadır. 

Yine 1944'te Gulca'da Doğu Türkistan Cumhuriyeti'nin kurulduğu coğrafyadır. 

Sovyetler Birliği daha parçalanmadan önce batıda en uç noktada Türkiye, doğuda Türkistan vardı. 

Ama maalesef 1 milyar 300 milyonluk bir Yecüc-Mecüc'ün, bir insan selinin insafına terkedilmiş. 

Diğer Türk cumhuriyetleri ve boylarının ilgisizliği sonucu bu hale geldi. 
Aynı durum maalesef bugün de devam etmektedir. 

Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen kardeşlerimizin, Azeri Türkü kardeşlerimizin Şanghay İşbirliği Örgütü'ne atmış oldukları imza gereği, Çin'in katliamından kurtulmak için siyasi sığınma talebinde bulunanların iade edildiği coğrafya Doğu Türkistan. 

21. yüzyılda Uygur Türklerinin köle gibi satıldığı coğrafya burası. 

Bakın, son on yıl içerisinde elli tane Doğu Türkistanlı Türk, Kazakistan tarafından, Kırgızistan tarafından Çin'e iade edilmiş. 

Sırf Çin'le Şanghay işbirliğine imza attıkları, teröristlerin ve suçluların iade edilmesi anlaşması çerçevesinde. 
Üstelik bu iade edilenlerin bir kısmı da o coğrafyada idam edildi. 

En son bir ay önce Dursun Azizi isimli bir kardeşimiz Kazakistan'dan Çin'e iade edildi. 

Ama bütün bu olumsuzluklara rağmen 5 Temmuz 2009 Doğu Türkistan'lı kardeşlerimizin en son milli mücadelesidir. 

Yukarıda da belirttiğim gibi Doğu Türkistan'ın pek çok unutulan mücadelesi var. 

1990'da Barın'da, 1995'te Hoten'de, 1997'de Gulca'da, en son 2009'da Urumçi'de olan olaylardan dünya kamuoyunun da Türkiye kamuoyunun da haberi yok. 

Bakmayın daha öncekilerin hiçbiri hiçbir etki oluşturmadı, çünkü hiçbir şekilde kamuoyunun gündemine gelmedi. 

Çünkü lokal kaldı, örtbas edildi, ama artık bunları gizlemenin imkanı kalmadı. 

Çünkü özellikle internet, Allah'ın Doğu Türkistanlılara bir lütfu. 
5 Temmuz olaylarında Çin çok şaşırdı. 
Bir anda suç üstü yakalandı. 

Bu süreçte Doğu Türkistan'lı kardeşlerimiz, dışarıdaki diaspora teşkilatları olarak, ödenen bedelleri, hayatlarını kaybeden kardeşlerini anlatarak bu fırsatı en iyi şekilde değerlendirerek bir farklılık yarattı. 

Dünya ilk defa Doğu Türkistan gerçeğiyle yüzleşmiş oldu. 

Öyle bir algı oluşturuldu ki, Çin büyük bir mucize, ekonomik büyüme böyle devam ederse, 21. yüzyıl Çin'in olacak ama çok büyük çelişkiler gizleniyor. 

Bugün Doğu Türkistan'ın kişi başına geliri 2 bin dolarsa, Şanghay'da 30-40 bin dolar. 

Çin bu egemenliğini önümüzdeki yüzyılda devam ettirebilecek mi? 

Evet. 

Bazı stratejistlerin görüşüne göre Çin önümüzdeki dönem Amerika'yı yakalayacak hatta geçecek. 

Bu görüş ihtimal dahilinde görülebilir. 
Çin, Amerika'yı yakalayabilir hatta geçebilir de. 

Çünkü Çin'de hiçbir hak ve hukuk uygulanmamakta, bütün hak ihlalleri gerçekleştirilmektedir. 
Ölüm üzerine, acı ve ıstırap üzerine kurulu bir sömürü sistemi var. 

Bugün Rabia Kadir'le ilgili Amerikan işbirlikçisi lafları dolaşıyor ancak Amerika'nın dünyadaki en büyük işbirlikçisi Çin'dir. 

Amerika Çin'e 2 trilyon dolara yakın tahvil borçlanmıştır. 
Çin'deki bütün yatırımlar da Amerikan yatırımıdır. 
Karşılıklı danışıklı dövüştür bu. 

Amerika'nın Çin'deki insan hakları ihlallerine hiçbir şekilde itirazı yoktur. 
Çünkü Çin'deki en büyük yatırımcı Amerika'dır. 

Ucuz iş gücü, ucuz maliyet ve hammadde Amerikan ekonomisinin de ayakta durması için elzemdir. 

Çin emperyalizminin yaşaması için Amerikan bağımlılığının devam etmesi gerekiyor. 
Bu mükemmel bir işbirliği ve planlı bir karşılıklı rıza ilişkisidir. 

Peki, Çin bu süreci nasıl devam ettirecektir, Çin'i ne bekliyor? 

İki ay önce Çin Komünist Partisi 18. kurultayını gerçekleştirdi. 
Kurultayın birinci gündem maddesi yolsuzluklarla mücadeleydi. 

Çin Komünist Partisi kurulduktan sonra ve hatta ihtilali gerçekleştirdiğinde partinin sloganı, halkların eşitliği, sosyal adalet, barış gibi insanın kulağına hoş gelen şeylerdi. 

Aradan geçen 63 yıllık süre içerisinde şu görüldü ki, Çin Komünist Partisi, yolsuzlukta gırtlağına kadar batmıştır. 

Görevini Xi Jinping'e devreden Hu Jintao, on yıllık genel sekreterlik görevi boyunca 2.5 milyar dolarcık servet edinmiştir. 

Bu nasıl komünizm, bu nasıl sosyal adalet, bu nasıl halkların eşitliği? 

Halkların eşitliği meselesine gelecek olursak, Çin, Doğu Türkistan'ı 1949'da işgal ettiğinde burada %5 Çinli göçmen yaşamaktaydı. 
Onlar da Doğu Türkistanlıların refahına katkı sağlamak için alt kademe hizmetli, işçi olarak çalışmaya gelmiş insanlardı. 

Aradan geçen 63 yılın sonunda Doğu Türkistan'daki Çinli göçmen oranı başkent Urumçi'de %80 civarındadır.
 Kaşgar, Yarkent, Hoten, Aksu, Turfan gibi uygur şehirlerinde de % 30-%40 gibi rakamlara ulaşmıştır. 

Gelecekte Çin demokratikleşse dahi, olası bir referandumda Doğu Türkistan'ın Çin toprağı olarak kalması için gerekli altyapı hazırlanmıştır. 

Nerede sosyalizm, nerede komünizm, nerede halkların eşitliği? 
Halkların eşitliği diye birşey yok. 

Çin milliyetçiliğinin, Çin şovenizminin, Çin ırkçılığının zirve yaptığı bir coğrafyadır Türkistan. 

Bugün Türkiye'deki Maoculara ithaf olunur. 

Türkler kendi milletini sevdiği zaman, kendi milletinin birliğini, bütünlüğünü, bekasını istediği zaman şovenist, ırkçı, faşist olur, ama Çin'in yaptıkları çok masumanedir. 

Çünkü bunların ruhu satılmıştır. 
Bunlar Çin penceresinden Çin gözlüğü ile bakmaktadırlar. 

Çin Komünist Partisi'nin 18. kurultayında yeni devlet başkanı seçilen Xi Jinping, aslında yıllar öncesinden belirlenmiş bir isimdir. 

Demokrasiyi görüyor musunuz? 

Devlet başkanı seçilecek kişi, yıllar öncesinden x kişidir diye zaten bu ilan ediliyor ve halk kurultayında halk bunu seçmiş oluyor. 
Bunun ne demokrasiyle, ne halkla, ne de halk kurultayıyla alakası yoktur. 

Komünist partideki bir grup oligarşi, menfaat şebekesi, mutlu azınlık, burjuva, 1.5 milyarlık Çin'i yönetmektedir. 

Yeni seçilen Xi Jinping on yılda kaç milyar dolar servet edinecek, dikkatle takip etmemiz gereken bir konu. 

Türkiye'deki solcular, Maocular Çin'i ne kadar takip ediyor bilmiyorum ama Çin'deki bütün sermaye Çin Komünist Partisi yöneticilerinin tekelindedir. 
Babasının, karısının, çocuğunun Çin'deki o büyük şirketlerde mutlaka hisseleri vardır. 

Bu şirketlerin yönetimindedirler ve onlar bu büyük pastanın sahibidirler ve bu zenginlik halka yansımamaktadır. 

Bildiğimiz kadarıyla Çin'de kırsalda iki, şehirde bir çocuk yapmaya izin veriliyor. 

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun Pekin ve Urumçu'yi kapsayan gezisi sırasında, bazı basın mensupları sanki ortak fikir gibi, makale ve köşe yazılarında Çin'deki çocuk politikasını gündeme getirmişler. 

Halkın bu durumdan ne kadar şikayetçi olduğunu belirtmişler. 
Giden basın mensupları şunu tespit etmişler, halk tek çocuk politikasından hoşnutsuz. 

Halk buna dayanamıyor ama komünist parti içinde veya bürokraside veyahut ekonomik imtiyaza erişmiş elit kesimler, 10 bin dolar karşılığı ikinci çocuğu yapabiliyor. 

Doğu Türkistanlı bir Türk'ün o parayı verip ikinci çocuğu yapmasının mümkünatı yok. 
Ama bugün Çin'de 300 milyon insan 10 bin doları bahşiş veriyor gibi verip ikinci çocuğu yapabiliyor. 
Bu aslında bir tür soykırımdır. 

Ülkeyi hem işgal edeceksin hem de işgal ettiğin halkın üreme kabiliyetine kota koyacaksın. 
Böyle bir zulüm yok. 

Bunu ne Firavun, ne Nemrut, ne Hitler, ne de Amerikan emperyalizmi yapmadı. 
Amerikan emperyalizmi Çin'in zulmü ile karşılaştırılırsa Çin zulmü Amerika'yı ona katlar. 

Amerika bir yere girdiği zaman yeraltı zenginliklerini sömürüyor, petrole el koyuyor, bir kısım insanı da öldürüp çekip gidiyor. 

Çin, Doğu Türkistan'ı işgal ettiği günden beri, hem yeraltı ve yerüstü zenginliklerimizi sömürüyor hem de oranın sahiplerinin aile planlaması adı altında üremelerini sınırlandırıyor. 

1985 yılında aile planlaması yürürlüğe girdi, 28 yılda en az 10 milyon Türk evladı dünyaya gelme hakkından mahrum edildi. 

Yine aynı şekilde 2005 yılında uygulanan bir politikaya değineceğim. 
Yaşları 18 ila 25 arasındaki genç kızlarımızı Doğu Türkistan'dan iş vadiyle götürülerek fabrikalarda ağır şartlarda sosyal güvenlikten mahrum olarak çalıştırılmakta, bazılarını da gayriahlaki yerlerde çalıştırmaktadırlar. 

5 Temmuz 2009'daki olaylar işte bu ahlaksızlıklara karşı başkaldırıdır. 

Yine 2005 yılında uygulanmaya başlanan bir projeyle 6-7 yaşlarındaki, Türk'ün geleceği olan evlatlarımız, çift dilli eğitimden geçirilecekler denilerek Doğu Türkistan'dan koparılıyor, Çin bölgelerine götürülerek oralardaki gettolarda Türk kimliğinden uzaklaştırma, mankurtlaştırma uygulamalarına tabi tutuluyorlar. 

Bu politikanın ne tür bir vahşet ve ihanet getireceğini önümüzdeki on yıl içerisinde göreceğiz. 

O çocuklar eğitimlerini tamamladıktan sonra kendi vatanlarına birer hain, Çin yönetimine bağlı bir köle, bir mankurt olarak döneceklerdir. 

Bu politika dünyanın hiçbir yerinde yok. 

Ayrıca Çin'deki erkek çocuk oranının %62 olduğu ve kız çocuklarının kürtajla alındığı ya da doğduktan sonra ölüme terkedildiği iddiaları var. 

40 milyon erkek iş bulamıyor. 
Evlenecek Çinli erkek iş bulamıyor. 

Böyle bir sosyal sapıklığı, sosyal sorumsuzluğu Çin Komünist Partisi beraberinde getirmiştir. 

Çin'deki çocuklar amca, dayı, teyze, hala kavramını bilmiyor. 
Egoist, şahsiyetçi, tamamen bencil bir nesil yetişiyor. 
Bu insanlar gelecekte sadece Çin'in değil dünyanın başına bela olacaklar. 

Çünkü paylaşımdan uzak, hoşgörüden uzak, akrabalık, merhamet duygusu olmayan bu nesil sadece Asya'yı değil tüm dünyayı tehdit etmektedir. 

Bu durum Çin'de psikolojik sorunları da beraberinde getiriyor. 
Ninesi, dedesi, babası, annesi olan ama amcası, halası olmayan bir nesil yetişecek. 

Milli davanın sağı solu olmaz. 

Türk Milleti; Doğu Türkistan'ı Çin'in insafına terketmeyecek, sırf ideolojik sapkınlık uğruna Çin'e satmayacaktır. 

Doğu Türkistan davası sadece milliyetçilerin değil, sadece islamcıların değil, sadece Türkçülerin değil ben insanım diyen herkesin davasıdır. 

Herkes Uygur Türklerinde kendisinden bir şeyler bulabilir. 
Ben insanım diyen, ben Türk'üm diyen, ben Müslümanım diyen ya da ben sağım diyen ya da ben solum diyen her kesim, Doğu Türkistan'da kendisinden bir parça bulabilir... 

Yararlanılan Kaynaklar:

 www.turksolu.org
http://cesuryorum.blogspot.com/ 

.

“ BİLİRKİŞİ - MAHKEME - AVUKAT - BELEDİYE ” bağlantılı yolsuzluk iddiaları ÖRTBAS mı edilmek isteniyor ?


“ BİLİRKİŞİ - MAHKEME - AVUKAT - BELEDİYE ” bağlantılı  yolsuzluk  iddiaları
ÖRTBAS mı  edilmek isteniyor ?

 
Sultangazi Belediyesinde meydana geldiği iddia edilen İmar Yolsuzlukları iddiaları ilginç bir boyut kazandı.

ADLİYEDE   BİLİRKİŞİ   SKANDALI   !

BİLİRKİŞİ   RAPORLARI DA   SAHTE  ÇIKTI  
Gaziosmanpaşa Belediyesinde başlatılan  imar yolsuzlukları iddiaları  Sultangazi Belediyesinde devam ediyor. Zincirleme sahtecilik iddialarımıza ilişkin 4 ayrı dosyada,
 “ BİLİRKİŞİ - MAHKEME - AVUKAT- BELEDİYE ” odaklı yolsuzluklar ortaya çıktı. (İddialarımız, her aşamamasıyla 3.000 sayfayı aşan belgeleleriyle tek tek ispatlıdır!)

8 AYRI KEŞIFTE ,  BILIRKIŞILERIN   IMZALARI  YOK  !
Skandal olaylarla medyada gündemden düşmeyen Gaziosmanpaşa Adliyesinde iddialar ayyuka çıktı.
Şimdi ise; 20 trilyonluk arsalarda, içerik itibariyle sahte ve gerçeğe aykırı raporlar düzenleyen bilirkişiler, Harita ve Kadastro Mühendisi Mehmet K. ile İnşaat Mühendisi E.Hasan B. haklarında MALİYE HAZİNESİNE ve Savcılığa suç duyurusunda bulunduk. Bu kişilerce düzenlenen diğer dosyaların da geçmişe yönelik olarak müfettiş marifetiyle incelenmesini talep ettik.

" Belediyenin çaycısında, şoförün de bile sahte kâşeler var ! "
Gaziosmanpaşa Belediyesindeki yasadışı işlemler MEDYA' da haber olduğu gibi, sahte imza ve kaşe kullanılarak 253 adet bina projeleri, aynı şekilde iş merkezlerinde sahte uygulamalar, 114adet şaibeli Jeolojik Raporlardaki usulsüzlük ve sahtecilikler, çıkar ilişkileri yapılanmasıyla UCUBE bir sistemle İmar Yolsuzluklarındaki sahtecilikleri daha önceden, delilleriyle ve belgeleriyle KAMUOYUNDA PAYLAŞTIK. ( Haber kaynakları da sunulmuştur)

Oluş şekli ve seyrine göre; bu yolsuzlukların yine Belediye bünyesinden ya da başka kamu birimlerinden, işbirliği içinde gerçekleştiği yönünde bulgular söz konusudur.

Planlı İmar Yolsuzluğu 18  YIL süresince kademe kademe uygulandı !!!

TAMAMLAYICI   SAHTECİLİK  mi ?
 İddia konusu sahte işlemler  " Yeni Sahteciliklerle”  mi  tamamlanıyor ?
Gaziosmanpaşa ‘dan ayrılarak  kurulan  Sultangazi İlçesi Belediye Başkanı Cahit Altunay ve ekibi ;
 “ Bizler  4 yıllık yeni belediyeyiz, KURUCU İŞLEM DEĞİL TAMAMLAYICI İŞLEM yapıyoruz “ şeklinde yazılı cevaplar veriyorlar.

 Ayrıca,“ BOĞAZIMIZDAN HARAM LOKMA GEÇMEDİ ” diyerek basına açıklamalar yapan Cahit Altunay ‘a soruyoruz :

Temeli  zincirleme hile ve  sahteciliğe dayanan işlemler, TAMAMLANIR MI ?
YOK HÜKMÜNDEKİ sahteciliğin ve hilenin; kurucusu, tamamlayıcısı mı olur ?
 KURUCU sahtecilik mi ?
 TAMAMLAYICI sahtecilik mi ?
 YARIM KALAN sahte ve hileli işlemler Sultan gazi Belediyesinde hızla artarak devam ediyor.
Adeta yağmurdan kaçarken doluya mı  tutulduk ?
 Hızla tamamlamaya çalışıyorlar herhalde…. !
“HARAM LOKMA” meselesini de sizlerin takdirine sunuyorum….

ALTUNAY, ISRARLA SUÇ İŞLİYOR !
3.500 m2 Arsa Kaybolur mu ?
 36yıldır tapulu maliki olduğu arsaların, Adli ve İdari Yargı kararlarıyla sabit olmasına rağmen, 3.500 m2 'lik kısmı YÜRÜTÜLEN ARAZİ oluyor!!! Yapılan sahteciliklerle haksız imar yoğunluğu ve haksız imar alanı kazanılıp, VAR OLANI YOK, YOK OLANI VAR yaparak istedikleri kişilere hukuk dışı yerler kazandırılıyor.

Sadece Yürütülen değil, UÇAN ARSA mı var ?
Sultan gazi Belediye Başkanı Cahit Altunay ve ekibine, iddialarımızı konu hile ve sahteciliğe dayanan olaylara ilişkin detaylı bilgi ve belgeleri tek tek sunmamıza rağmen, NEDENSE görmezden geliniyor. Bağımsız mahkemede, yapılan işlemlerin SUÇ teşkil ettiği ve 2005 yılından bugüne kadar devam ettiğine dair KARAR verilmiştir. ( Gaziosmanpaşa 4.Asliye Hukuk Mahkemesi 2012/58 D.İş ) Gaziosmanpaşa Belediyesinde başlayan hukuka aykırı işlemler, 2009 yılından itibaren de Sultan gazi Belediyesinde artarak devam etmektedir.

Kamuoyunu yanlış yönlendirmeye sebebiyet veren bir açıklama belediye basın bürosunca yayınlanmıştır.
"HER  İDDİAMIZIN  ARKASINDAYIZ !!! " hiçbir kimseye iftira atmıyoruz, tam aksine avukatları olarak bana ve müvekkillerime İFTİRA edilmektedir.
Tüm işlemlerin 2005 yılında tamamlanıp bitmiş gibi gösterilmesi de tamamen saptırmadır.

Yargı kararları olmasına rağmen bizim, müfteri ilan edilmemiz de kamuoyunu yanıltmak suretiyle KENDİNİ AKLAMAK amaçlıdır. Müvekkilim, başından itibaren hazırlanmış hile ve sahteciliğe dayalı bir SENARYO ile mağdur edilmek istenmektedir.Sahteciliğe dayalı işlemlerle müvekkilim  “ TUZAĞA DÜŞÜRÜLEN AV ” misali kandırıldığı gibi şimdi de kamuoyu yanıltılmak istenmektedir.


Adli ve idari yargıda verilen karar gerekçeleri dahi tırpanlanıp, kendi işlerine gelen şekilde bildirimde bulunuyorlar aslında ;

Bizzat avukat olarak sahtecilikleri tespit ettikten sonra derhal MALİYE HAZİNESİ ‘ne İHBAR ‘da bulunup davalar açtık.Hazine Avukatları dosyalara el koydu



BAHSEDİLEN ARAZİ KİM VEYA KİMLERE MENFAAT SAĞLIYOR?
Mahkeme Kararları da Yok sayılıyor.Mahkemenin “suç var, yargılama yapılması gerekir” kararına rağmen, müvekkilin 20 TRİLYONLUK parselleri, hukuka aykırı, hile ve sahteciliklerle elinden alınmak istenmektedir. BİLİRKİŞİ - MAHKEME - AVUKAT- BELEDİYE odaklı ortaklaşa ve zincirleme kötü niyetle işbirliği halinde gerçekleştirilen “ hile ve sahteciliğe ” dayanan, iddialarımıza konu olayların tüm aşamaları onlarca somut delil, belge, bilgi, bulgu ve ciddi emareler ile ispatlı olup, bizde oluşan kanı budur.

Gerçekler inatçıdır.  Adalet Cesaret ister.
Bizler, sadece gerçeğin ve Adaletin peşindeyiz ! 
İddia konusu mide bulandırıcı “VİDALANMIŞ İŞLER ” ayyuka çıkınca;
sözünde durup bakalım kimler  İSTİFA  edecek ?

Basına ve kamuoyuna saygıyla duyurulur. 12.02.2013 Av.Ömer KİBAR
Hayatta küçümseme hiçbir kimseyi
NOKTA' da küçüktür ama BİTİRİR cümleyi
Not : Lütfen şayet içeriği bizim gibi onaylıyorsanız, bu metni tüm önemli sitelere ve ülkede düşüncesi ne olursa olsun NAMUSLU her insanın mailine ulaştırın

“HARAM LOKMA” meselesini de sizlerin takdirine sunuyorum….



 



 ( Kaynak;16/03/2004 tarihli "Sahte mimarlar aranıyor" haberi için http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=109693)
(Kaynak; 21 Ocak 2006 tarihli "Belediye sahte imza kullandı" haberi için http://www.birgun.net/worker_index.php?news_code=1137812581&year=2006&month=01&day=21)



SİLİVRİ VE BASTİL

HUKUKUN EGEMENLİĞİ DERNEĞİ
 Society Of Law Sovereign-Societe Du Droit Souverain-Verein Des Souveraenen Rech


SİLİVRİ ÖNÜNDE BİR “BASTİLLE OLAYI” YAŞANMIŞTIR.

SİLİVRİ YURTSEVERLERİ DERHAL TAHLİYE EDİLMELİDİR.
TASFİYE SÜRECİNDEKİ BİR MAHKEMEDE DAVA GÖRÜLEMEZ

Ergenekon Terör Örgütü adı verilen ve Silivri Cezaevi kampusü içinde görülmekte olan davanın son gelişmeleri üzerine bir açıklama yapan Hukukun Egemenliği Derneği E.Genel Başkanı Av.A.Erdem Akyüz; bu davada yargılanmakta olan tüm sanıkların derhal tahliye edilmeleri gerektiği ve tasfiye sürecine giren bir özel mahkemede davanın görülemeyeceğini ifade etti.
         Akyüz “Yargılama ve kovuşturmanın başladığı senelerdenberi söylendiği üzere davanın adı dahi yanlış ve saptırıcıdır. Tarihe mal olmuş bir Türk Destanının adı verilen terör örgütü davası olamaz.
Yargılamanın yapıldığı yer; şehir dışında, ulaşım ve konaklama olanaklarının bulunmadığı bir yerde, üstelik cezaevi sınırları içindedir. Yani daha davası devam etmekte ve masumiyeti esas olan kişiler şimdiden mahkum edilmiş gibidirler.
Burada yaşanan olay tarihi “Bastille Olayını” anımsatmaktadır. Hatırlanacağı üzere Bastille Baskını’nda; ellerinde tırpan, kürek gibi, aletlerle binlerce Fransız, hapishane olarak kullanılmakta olan Bastille Cezaevini basmış ve içerideki mahkumları salıvermişlerdir. Eylemin yapılış amacı, Kraliyet tarafından hapsedilen düşünce suçlularını kurtarmaktı. Bastil Baskını, tarihde yeni bir sürecin ve çağın başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Bu gün Silivri Cezaevi önünde yaşanan ve demokratik hakların kullanıldığı olaylar da bu süreci anımsatmaktadır.  Bastil cezaevinin yıkılarak taşlarından köprü yapılması gibi, Silivri Cezaevi de Müze olacaktır.
Kovuşturma sürecinde yaşanan hukuksuzluklar, kopyala yapıştır yöntemiyle binlerce sayfaya varan iddianameler, tek bir davaya monte edilen onlarca dava, ceza yargılama usul hukukuna aykırılığı saptanan sayısız uygulamalar herkes tarafından bilinmektedir. Bunlar tarihe mal olmuştur ve tarih tarafından yargılaması yapılacaktır.
Ancak içinde bulunduğumuz koşullarda, yargılaması devam eden ve yaklaşık olarak 5 senedenberi tutuklu olarak yargılanan sanıkların, yurtseverlerin bir an önce ve derhal tahliye edilmeleri gerekli ve zorunludur.  Türkiye’yi bir karmaşaya götürebilecek derecede hatalı uygulamaları başlatanlar, uygulayanlar ve bunlara destek verenler sorumlu olacaklardır.

Açıklamadır.

Türk-Ermeni İlişkileri Uluslararası Sempozyumu (TÜRKÇE - ENGLISH)

UZM. YRD. BERNA TÜRKDOGAN

 

Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman DEMÎREL’in yüksek himayelerinde İğdır Valiliği ile Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı’nca düzenlenen “Iğdır Soykırım Anıt ve Müzesi’nin Açılışı”nı, “Iğdır-Hakmehmet Köyü Toplu Mezar Kazısı”nı ve “21. Yüzyıla Girerken Tarihe Dostça Bakış: Türk Ermeni İlişkileri Uluslararası Sempozyumu 5-7 Ekim 1997 tarihinde Iğdır’da gerçekleştirilmiştir.

Törenlere Devlet Bakanı Ramazan Mirzaoğlu, Iğdır ve Kars milletvekilleri, Iğdır Valisi Şemsettin Uzun, Belediye Başkanı Nurettin Araş, Nahçıvan Ali Meclis Başkanı Vasıf Taliboy, Doğubeyazıt Tugay Komutanı Tuğgeneral Fehim Güler, Atatürk Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Erol Oral, Iğdır Garnizon Komutanı Albay Ümit Dündar, İl Jandarma Alay Komutanı Albay Ahmet Yılmaz Turan, Türkiye’nin Nahçıvan Başkonsolosu Burhan Aydın, İlçe Kaymakamları, yerli ve yabancı bilim adamları, öğrenciler ve vatandaşlar katıldı.

Devlet Bakanı Ramazan Mirzaoğlu, “Türkiye Cumhuriyeti, yüzyılın en büyük iftirasına maruz kalmıştır” dedi. 21. Yüzyıla girerken, tarihe dostça bakış, Türk-Ermeni İlişkileri uluslar arası sempozyumun açılışında konuşan Bakan Mirzaoğlu, Türklerin tarih boyunca hiçbir şekilde soykırım yapmadığını söyledi. Türklerin en güçlü olduğu dönemde değil de en zayıf oldukları dönemlerde soykırım yaptıklarına dair sözlerin açıkça bir iftirayı gösterdiğine işaret eden Mirzaoğlu, “Tarih boyu birlikte yaşadığımız insanları yıllar sonra neden katledelim?” diye sordu.

Uluslararası sempozyumlarda tarafsız olduklarından şüphe duyulmayan yerli ve yabancı bilim adamları sayesinde tarihi gerçeklerin ortaya çıkarılacağını ümit ettiğini ifade eden Mirzaoğlu, şunları söyledi;
“Açılan toplu mezarlar mezarlardan çıkarılan kemiklerin Türklere ait olduğu artık bir gerçektir. Hakmehmet köyünde açılan toplu mezarda buna en yakın zamanda bir örnektir. Ermeniler, Yahudiler, Ruslar’ın Osmanlı döneminde hür yaşamalarına izin verilmiştir. Patrikhaneler, ibadethaneler buna birer misaldir. Ama ne yazık ki, emperyalist devletler Ermenileri kullanmayı bilmiştir. Çeteler kurdurmuşlar, o çetelere silah vererek, Türklere karşı kışkırtmayı başarmışlardır.”

Devlet Bakanı Mirzaoğlu, bugün Türkiye Cumhuriyeti topraklarında Ermenilerin ve Yahudilerin yaşadığını, Lozan Antlaşması’na uyan Türkiye’nin azınlıkların haklarını sonuna kadar korumasını bildiğini söyledi ve Türkiye Cumhuriyeti, varsa sorunları barışçı yollardan çözümlemesinden yanadır, bırakın Türk-Ermeni ilişkilerini Türkiye dünyada güçlü bir barışın oluşmasından yanadır, dedi.
Atatürk Araştırma Merkezi Başkanı Prof.Dr. Azmi Süslü de, yaptığı konuşmada, yeni bir yüzyıla girerken, bu yüzyılın dünyaya barış getirmesi dileğinde bulundu.

Prof.Dr. Süslü, Anadolu’nun her köşesinin şehitlerle dolu olduğunu, Türklerin değil, asıl Ermenilerin soykırım yaptıklarını söyledi.

Bir milyon insanın Ermenilerce hunharca katledildiğine dikkati çeken, Prof. Dr. Süslü, “Van’da Muş’da, Bingöl’de, Iğdır’da, Erzurum’da ve Anadolu’nun birçok köşesinde Türkler Ermenilerin katliamlarına maruz kalmıştır. Amerikalı bir grup parlamenter de yaptığı incelemede bir milyon Müslüman Türkün katledildiğini tespit ve kabul etmiştir” diye konuştu. Bugüne kadar toplu mezarların açılmamasını “şehitlerimizin rahatsız olmamaları” anlayışından kaynaklandığını işaret eden Başkan şunları söyledi;
Her şeye rağmen geç de kalınmış olsa Anadolu’nun her köşesindeki toplu mezarlar açılacak ve Ermenilerin yaptığı soykırım ortaya çıkarılmaya devam edecektir. Terör, toprak ve tazminat talepleri devam ettiği sürece bu konudaki ilmi çalışmalarımız da devam edecektir. Bundan böyle tokat yemeden, iftiraya uğramadan önce tarihi gerçekleri tek tek ortaya çıkarmaya devam edeceğiz.

Iğdır’da yaptırılan soykırım anıtı ve müzesi ümit ediyorum ki, bir araştırma merkezi bir eğitim merkezi haline gelir. Bu anıt, yapılan soykırımı yeni nesillerin zihinlerine nakledilmesini sağlar.” dedi.
Iğdır Valisi Şemsettin Uzun da, Iğdır’da yaptırılan Soykırım anıt ve mü/esinin bir gerçeği ifade ettiğini belirterek, “Iğdır da tarih yazılmıştır” dedi.

“Umarım ki bu sempozyumda tarihi gerçekler iyice su yüzüne çıkar ve Ermenilerin Türklere yaptığı soykırım dünyaya anlatılır” diye devam etti.

Iğdır’da 1998 yılında yapımına başlanan “Soykırım Anıt ve Müzesi” Devlet Bakanı Ramazan Mirzaoğlu tarafından açıldı.

Açılış töreni saat 09.00’da anıta çelenklerin konulması,saygı duruşu ve İstiklâl Marşı’nın okunması ile devam etti. İmam Hüseyin Yeşil tarafından Kur’an okundu, İl Müftüsü Osman Dalcı da dua etti.
Anıtın açılışını yapan Devlet Bakanı Ramazan Mirzaoğlu, mezalime uğrayanların anısına dikilen anıttan mutluluk duyulduğunu, bu anıtın dostluk anıtı olduğunu, müzenin ise insanlığa ibret müzesi niteliğinde olduğunu söyledi.

Yapılan tüm eserleri barışa, dostluğa, insanlığa adadıklarını ifade eden Bakan Mirzaoğlu, “Milletimiz büyük millettir. Devlet-millet el ele vererek her türlü zorluğun üstesinden gelmesini bilmiştir, bilmeye de devam edecektir. Son günlerde yaşadığımız deprem sonrası gelişmelerde buna bir örnektir” diye konuştu.

Komşumuz Ermenistan’ın Iğdır’a yaptırılan bu anıttan ibret almasını arzu ettiklerini ifade eden Bakan Mirzaoğlu, şöyle konuştu;

Türkiye Cumhuriyeti olarak her zaman barıştan, dostluktan yanayız. Komşularımızla ticari, kültürel ilişkilerimizi geliştirmekten yanayız. Afrika’ya, Avrupa’ya, Asya’ya barış tohumlarını geçmişte biz attık, yine atmaya devam ediyoruz. Bütün insanlara kültürel haklar, dini haklar verdik. Bizler Türkiye Cumhuriyeti içerisinde dost ve kardeş olarak Ermenisi ile her insanı ile barış ve kardeşlik içinde yaşıyoruz. Din, ırk, mezhep ayrımı yapmıyoruz. Biz barıştan, adaletten yanayız. Barış mesajlarımızdan anlamayanlara, topraklarımızda gözü olanlara karşı her zaman kararlı konumdayız. Dostluk elimizi tutsunlar, bu topraklara göz dikmekten vazgeçsinler. Kars’ta açacağımız Doğu Kapısı dostluk kapısı olacaktır.

Iğdır Valisi Şemsettin Uzun da, anıtın yapılış kararını, 1995 yılında Iğdır’da yapılan aynı konu üzerindeki bir sempozyumdan sonra alındığını hatırlatarak, kararın uygulandığını söyledi. Anıtın temelini 1 Haziran 1998 yılında attıklarını belirten Vali Uzun, “ülkenin en büyük soykırım anıtıdır. Temeli atıldığında çok büyük mutluluk duyduk. Anıtı yaparken bütün üniversitelerin fikirlerini aldık” diye konuştu.
1915-1920 yılları arasında Iğdır’da yaklaşık 80 bin kişinin Ermeniler tarafından hunharca katledildiğine dikkat çeken Vali Uzun, şöyle devam etti.

“Madur olan biziz, Katliama uğrayan da biziz. Ama görüyoruz ki, Ermeniler işi ters göstermeye çalışıyorlar. Katliamı onlar yapmış. Dünyada yaklaşık 20 yerde sözde soykırım anıtları yapmışlar, yapmaya da devam ediyorlar. Türkiye Cumhuriyeti haklı davasını dünya platformunda anlatamamıştır. Soykırıma uğradığı gerçeğini dünyaya kabul ettirememiştir. Ermenilerin amacı, Türkiye’yi uluslar arası platformda başarısız kılmaktır, sonra da tazminata mahkum etmektir, daha sonra da toprak istemektir.
Bizim Ermenilerden toprak talebimiz yoktur. Asla da olmayacaktır. Ama Ermeniler için kan ve toprak talebi devam etmektedir. Ermenilerin, büyük Ermeni devleti kurma hayalleri hala devam ediyor. Bunu simgeleyen belgeler vardır. Bölücü örgüt PKK terör örgütü de aynı rüyayı görmektedir. Demiştir.
Iğdır Belediye Başkanı Nurettin Araş, “açılış töreninde “Iğdır’ın anlamlı bir anıta sahip olmasından duyduğu mutluluğu dile getirdi. Anıta gözümüz gibi bakacağız dedi. Anıtın Türk ruhunu oluşturduğunu söyledi. Bu anıtın yorumunu iman, insaf sahibi insanların yorumlarına bıraktıklarını ifade etti.
Soykırım anıtının mimarı Prof.Dr. Cafer Alioğlu Giyasi de yaptığı konuşmada, yükselen anıtın Ermenilerin tüm iddialarını çürüttüğünü bildirdi.

Giyasi şöyle dedi;

“Soykırım anıtı için seçilen yer Iğdır şehrinin Doğu girişinde, yani Azerbaycan, İran ve Ermenistan’dan gelen yolların kavşağıdır. Üçgen biçimli arazinin sahası 1.3 hektardır. Bu yerin anıt inşası için seçilmesinde amacımız Iğdır’a komşu ülkelerden gelen misafirleri ilk olarak bu anıtla karşılamaktır. Anıtın ilerisinde bir de müze bulunmaktadır. Müzeye giriş kapısı Türk Selçuklu mimarlık geleneğine dayanan taç kapı şeklindedir.

Suni tepe kurganın ortasında 36 metre olan kılıç topağı yükseliyor. Türkiye devleti simgesi ve bayrağında olan beş köşeli yıldızı yükseliyor. Anıtta yapılan kılıçların sayısı beştir. Onlar planda beş köşeli biçim yaratıyor. Üstten bakıldığında kılıç topağı Türkiye devleti simgesi ve bayrağında olan beş köşeli yıldız gibi görünüyor. Tepede beş köşeli yıldızın her ucundan bir Türk kılıcı yükseliyor ve onların uçları yukarıda birleşip bütünleşiyor.” Diye açıklama yapmıştır.

Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Öğretim Üyesi Prof.Dr. Cevat Başaran, anıt içerisinde yer alan müze hakkında verdiği bilgide, müzede ilk kez Iğdır Ovası’nda yapılan toplu mezarların oluşturduğu panoların sergilendiğini, ayrıca müzede Erzurum, Van ve Kars’ta yapılan toplu mezar kazılarının görüntülerinin de gösterildiğini söyledi.

Atatürk Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Enver Konukçu da yaptığı açıklamada, amaçlarının herhangi bir düşmanlığı körüklemek olmadığını, milletlerarası anlaşmalara rağmen hayatlarını kaybeden insanların hatırasını gelecek kuşaklara taşımak olduğunu ifade etti.
Sempozyum da konuşan Azerbaycan Milletvekili Sabır Rüstem Hanlı, “Türkiye’de Osmanlı Tarihi’nden utanır hale geldik” dedi. Dünyadaki emperyalist güçlerin Türklere karşı bir oyun içerisinde olduklarını, Türklerin ise uğradıkları soykırım ve haksızlıkları dünyaya anlatmaktan aciz kaldıklarını ileri sürdü. Türk tarihi kadar şerefli tarih olmadığını ifade eden Hanlı, “öyle bir hale geldik ki, Türkiye’de Osmanlı Tarihi’nden utanır hale geldik. Türkiye tarihi, Türkiye dili Azerbaycan tarihi dili, Türkmenistan tarihi dili, diye saçma sapan şeyler ortaya atıldı. Asla böyle bir şey söz konusu değildir. Dünyada tek bir Türk tarihi ve Türk dili vardır. Diye konuştu.

Emperyalist güçlerin ortaya koyduğu oyunlar sonucu geçmişimizden de utanır bir millet haline gelindiğini ileri süren Hanlı, toplu mezarların açılmasında geç kalındığını, bunun da büyük bir hata olduğu görüşünü savundu.

6 Ekim 1999 Çarşamba günü, Iğdır Ticaret Meslek Lisesi Konferans Salonu’nda düzenlenen Sempozyum 3 Oturum halinde gerçekleştirildi.

Prof.Dr. Yaşar Sütbeyaz’ın Başkanlığını yaptığı I. Oturum’da, Başkan Yardımcısı olarak Doç. Dr. Esin Dayı görev aldı. Prof.Dr. Erich Feigl “Ağrı Dağı ve Iğdır Açısından Dostlara Dostça Bakış”, Prof.Dr. Cevat Başaran “Hak Mehmet Öncesi toplu Mezar Kazılarına Bakış”, Prof.Dr. Mehlika A. Kaşgarlı “Haçlı seferleri ve Ermeniler”, Yrd.Doç.Dr. Erol Kürkçüoğlu “Ortaçada Bizans ve İran’ın Ermeni Siyaseti”, Yrd.Doç.Dr. Mehmet Onbaşı “XVI. Yüzyılda Kayseri ve Civarında Ermeniler”, Doç.Dr. Şükür Memmedov “Ermenilerin Türkiye ve İran’dan Göç Ettirilmeleri Politikası” başlıklı bildirileri sundular.
Öğleden sonra devam eden II. Oturumun Başkanlığını Prof.Dr. İsa Habibbeyli ve Yrd.Doç.Dr. Erol Kürkçüoğlu yaptılar. Bu oturumda, Prof.Dr. Stefano Trinchese “Italy and Turco-Armenian Relations”, dr. Erdal İlter “Taşnak Partisi’nin Ermeni İsyanlarındaki Rolü”, Doç.Dr. Cafer Guli Mirzayev “Andranik’in Nahcıvan’daki Vahşetleri”, Doç.Dr. Ali Yusifov “Nahcıvan şehrinde Ermeni Mezalimi”, Doç. Dr. İsmail Hacıyev “Moskova ve Kars Antlaşmalarında Nahcıvan”, Dr. Hüsamettin Yıldırım “Türk-Ermeni İlişkilerinde Ermenilerden İtiraflar” başlıklı bildirilerini sundular. Prof.Dr. Yaşar Akbıyık “Haçin ve Zeytun Ermeni Meselesi’nin Çözümü” başlıklı bildirisini gönderdiği Sempozyuma aynı tarihlerde bir evlat sahibi olmanın mutluluğunu yaşadığı için katılamadı.

Daha sonra ise Prof.Dr. İsa Habibbeyli “Azerbaycan Kaynaklarında Ermenilerin Yaptıkları Katliamlar”, Doç.Dr. İman Caferov “Edebi Sayahatnâmelerde Ermeni Meselesi”, Prof.Dr. Enver Konukçu “Sürmeli’de Eçmiyadzin Kutsal Kilisesi ve Araş Yakınlarındaki Hak Mehmet Köyü Olayı”, Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam “Doğu Anadolu Mimarisinde Türk-Ermeni Kültür İlişkileri”, Prof.Dr. Mehmet Saray “Ermeniler Yol Ayrımında”, başlıklı sunumlarını yaptılar. Tartışma ve Değerlendirme bölümleri ile sona eren sempozyumun sonuç bildirgesi ekte verilmiştir. Ayrıca yapılan kazının raporu da Atatürk Üniversitesi’nden gelen Prof.Dr. Cevat Başaran ve beraberindeki kazı ekibi örencileri Dr.Ali Yalçın Tavukçu ve Arş.Gör. Ertan Küçüktepe tarafından hazırlanarak yayıma hazır hale getirilmiştir.

21. YÜZYILA GİRERKEN TARİHE DOSTÇA BAKIŞ: TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ ULUSLARARASI SEMPOZYUMU SONUÇ BİLDİRİSİ
Tarihi gerçeklere ışık tutmak maksadıyla yaklaşık 20 yıldır üniversitelerin yaptığı bilimsel çalışmalar kapsamında arşiv belgeleri, yerli ve yabancı kaynaklar, birkaç yıldan beri de sesli-görüntülü malzemeler kullanılırken, bir yandan da canlı tarih taramaları ve Ermeniler tarafından katledilen Türklere ait toplu mezar kazıları yapılmıştır. Bu çalışmaların bir halkası olarak da, Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermenilerin dünyanın çeşitli yerlerinde katlettiği Türklerin anısını yaşatacak olan Iğdır Soykırım Anıt ve Müzesi 5 Ekim 1999 tarihinde açılmış, Iğdır Hakmehmet Köyü nde Ermenilerin katlettiği Türklere ait toplu mezar .kazısı yerli ve yabancı bilim adamları ve basın-yayın mensuplarının katılımı ile 5-6 Ekim 1999 tarihlerinde yapılmış ve 6 Ekim 1999 tarihinde de çeşitli ülkelerden bilim adamlarının bildiri sunduğu “21. Yüzyıla Girerken Tarihe Dostça Bakış: Türk-Ermeni İlişkileri Uluslararası Sempozyumu” düzenlenmiştir. 5-6 Ekim 1999 tarihlerinde Iğdır da yürütülen yukarıdaki bilimsel faaliyetlerle aşağıdaki sonuçlara ulaşılmıştır:

1- 5 Ekim 1999 tarihinde açılışı yapılan, günümüz Türkiyesi nin ilk ve en büyük Soykırım Anıt ve Müzesi’nde sergilenen malzemeler, 5-6 Ekim 1999 tarihlerinde Hakmehmet Köyü’nde yapılan toplu mezar kazısında ortaya çıkan bulgular ve sempozyuma sunulan bildiriler, Ermenilerin iddiasının aksine Türklerin bir soykırıma tâbi tutulduğunu ispatlamaktadır.

2- Iğdır Soykırım Anıt ve Müzesi’nin, Türk-Ermeni ilişkileri konusunda araştırma yapılabilecek bir merkez haline getirilmesi ve buranın Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki Üniversitelerden birine bağlanmasının uygun olacağı ve yanına yapılması Valilikçe planlanan Kültür Merkezi nin süratle bitirilmesinin, ayrıca Hakmehmet Köyü toplu mezar alanının bir şehitlik haline getirilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır.

3- Yerli ve yabancı bilim adamlarınca sempozyuma sunulan bildirilerde, Ortaçağdan günümüze kadar olan Türk-Ermeni ilişkileri bilimsel kaynaklara dayanılarak değerlendirilmiş ve tarihi gerçekler ortaya çıkarılarak insanlığı aydınlatma hedefi güdülmüştür..

4- 21. Yüzyıla girerken Kafkasya Bölgesinde etkin ve kalıcı bir barışın, huzur ve güven ortamının tesis edilmesi gerekmektedir. Bu maksada hizmet edilmesi için Ermenistan, haksız bir şekilde işgal ettiği Azerbaycan topraklarından çekilmeli, sorunlarını barışçı yollarla çözmeli, bundan sonra da komşularına yönelik asılsız iddialardan ve toprak taleplerinden vazgeçmelidir.

5- Bütün bu faaliyetlerin sonuçları kitaplar, albümler, CD-ROM’lar filimler halinde dünya kamuoyunun bilgisine sunulmalıdır.
On the eve of the 21st Century

A Friendly look at the History:

The International Symposium on the Turkish-Armenian Relations

Final Declaration**
in order to shed light on the historical facts, during the last 20 years various universities have been earnying out academic researches on archieves-documents and on many local and foreign sources. During recent years a series of interviews have been earned out with eye-witnesses and also, many mass-graves of the Turks massacred by the Armenians during 1915-18 have been opened. Within the framework of these works and studies, a museum and a monuments in the memory of the Turks massacred by the Armenians in various parts of the world during the First World War was erected in Igdır on 5th October 1999 at a solemn ceremony. On the 5th and 6th October 1999, a big mass-grave at the Hak Mehmet Village of id İr was opened in the presence of the local and foreign experts and members of the press.

in addition to these activities and International Symposium was organized in Iğdır provincial centre on 5th-6th October 1999 which adopted the following resolution unanimously:

The documents and findings being exhibited in the Monument and Museum which was inaugurated in Igdır on 5th October 1999, and the findings unearthed at the Hak Mehmet Village, as well as the academic papers submitted to the International Symposium, underlines the fact that during 1915-18. The Armenians massacred hundreds of thousands of Turks in Eastern Turkey.Thus proving the baselessmen of the Armenian allegations on this matter.

It has been decided to advice that the “Igdır Monument and Museum of Massacre” be turned into a technically well-fitted modern research centre in the field of Turkish-Armenian relations and handed över to one of the universities in the region
it has also been decided to urge the quick completion of the “Cultural Centre” planned by the Governor of Igdır, and that the Hak Mehmet mass-grave area be turned into a Martyrdom.

in the papers submitted to the Symposium, the Turkish-Armenian relations since the Middle Ages have been evaluated in the light of documents and academic sources, historical facts have been underlined and world public opinion have been supplied with sufficient information in this subject.

On the eve of the 2İst Century, in the Kafkas Area an effective and flashing peace on security should be established.

For this aim, the Armenians must withdraw from the Azerbaican territories which they invaded unlawfully, try to settle the problems by peaceful means, and blaming her neighbours by fabricated allegations and give-up her claims of territory from her neighbours.

The results of these activities be supplied to the world public opinion in books, albums, CD-Rom’s and films.

IĞDIR – HAKMEHMET KÖYÜ TOPLU MEZAR KAZISI RAPORU***
Iğdır’ın 12 km. kuzey-batısında yer alan Hakmehmet Köyü’nde 1919 olayları sırasında katledilen Türkler’e ait bir kuyu-mezar olduğu ilk kez, köylülerin anlatımları sonucu, Prof. Dr. Enver Konukçu tarafından tespit edilmiştir. Buradaki araştırmaların tarihi belgelerle de doğrulanması üzerine, mezarda bilimsel kazı yapılması kararlaştırılmıştır.

Iğdır’da 5-7 Ekim 1999 tarihlerinde düzenlenen “21. yy’a Girerken Tarihe Dostça Bakış: Türk – Ermeni İlişkileri Uluslararası Sempozyumu” çerçevesinde gerçekleştirilen kazı çalışmasına 6 Ekim’de başlanmış ve çalışma şartlarının güçlüğü nedeniyle kazı 7 Ekim’de de sürdürülmüştür. Kazı çalışmaları Atatürk Üniversitesi’nden Arkeolog Prof. Dr. Cevat Başaran, Dr. Ali Yalçın Tavukçu ile Arş. Gör.Etan Küçükefe ve Hacettepe Üniversitesi’nden Antropolog Yrd. Doç. Dr. Yılmaz Erdal’dan oluşan teknik ekip tarafından yürütülmüştür. Çalışmalara Hakmehmet Köylüleri de katkıda bulunmuştur.,

Hakmehmet Köyü meydanında bulunan ve üzerinde bir yazıt yer alan kuyunun önce yüzeyden ağzı tespit edilmiş ve yarım-daire açma metoduyla kazılmasına başlanmıştır. Üstteki yaklaşık 1.00-1.50 m’lik dolgu toprağın kaldırılmasından sonra, 0.90-1.00 m’lik kuyunun ağzı tam olarak ortaya çıkmıştır. Kuyunun ağız kısmının üç sıra moloz taşlarla örülü ve üzerinin de sonradan yerleştirilmiş bir beton tablayla kapatılmış olduğu tespit edilmiştir. İlk 8 m.’de herhangi bir bulguya rastlanmamıştır. 11. m’de, iri blok taşlarla birlikte bir mandanın kafa isketeli ortaya çıkarılmıştır. Bu iskeletin kafasında muhtemelen kurşunla açılmış bir delik olduğu görülmüştür. Çalışma zemininin olumsuzluğu nedeniyle ilk gün çalışmalarına ara verilmiştir.

İkinci gün öncelikle açma genişletme çalışmaları yapılmıştır. Bu çalışmalar sırasında iki kez köy içme suyu şebekesine ait boruların patlatılması, işleri olumsuz yönde etkilemiştir. 12 m. derinliğe ulaşıldığında, kuyu zemininden su çıkmaya başlamıştır. Üstteki çapı yaklaşık 0.90-1.00 m. olan kuyunun tabanda 2.50-3.00 m’ye kadar genişlediği görülmüştür. Oldukça güç çalışma şartları altında 12 m. derinlikte gerçekleştirilen kazı çalışmaları sırasında, üst üste yığılmış insan iskeletlerine rastlanmıştır. Dipteki su ve çamurun içerisinden 290’ye yakın insana ait kafatası, kol, bacak ve kaburga kemikleri ile çok sayıda iskelet parçası çıkartılmıştır. Bazı isketeler arasında iri blok taşlara da rastlanmıştır. 13 m. derinliğe kadar inilmiş olduğu halde, iskelet yığınının devam ettiği gözlenmiştir. Ancak suyun gittikçe yükselmesi ve kuyu tabanını aşındırması, göçme tehlikesi yarattığından çalışmalar durdurulmuştur. Toplu mezarın tespitine yönelik çizimlerin yapılması, fotoğraf ve slayt çekimlerinin ardından kuyu tekrar kapatılmıştır.
Hakmehmet köyü kuyu-toplu mezarında sadece insan iskeletleri bulunmamış 12. m.’de, üzerinde bronz düğme bulunan üç kumaş parçası, biri tam ikisi yarım üç mermi kovanı, 2 mermi çekirdeği, 1 hançer yüzü ve bir de akik tespih boncuğu ele geçmiştir. Maddi bulguların yanı sıra ele geçen iskeletleri bazılarının üzerinde kurşun patinalarına rastlanması, bunların ölmeden önce yoğun baskı altında kaldıklarını göstermektedir.

Kuyu – mezar çalışmalarında 13. m. derinlikte ele geçen insan iskeletleri ve bunlara ait maddi bulgular, burada bir katliam yaşandığını belgelemektedir. Bugüne kadar açılan Iğdır – Oba Köyü, Erzurum – Alaca köyü, Yeşilyayla ve Tımar Köyleri; Kars – Subatan ve Van – Zeve toplu mezarlarından farklı bir mezar türünün, Hakmehmet Köyü’nde ortaya çıkarılan kuyu mezar olduğu görülmüştür. Normalde 1.50 – 2.00 m. derinde bulunan gömülere karşı Hakmehmet kuyu mezarı, 12-13 m. derinde kendiliğinden oluşmuştur. Buna göre köyün masum insanlarını kadın-erkek, çoluk çocuk demeden katleden Ermeniler, ceset yığınından kurtulabilmek için köyün su kuyusunu kullanmışlardır.

Baş aşağı 13 m. derinlikteki kuyuya atılan yarı canlı insanlar dışarıya çıkmasın diye, üzerlerine iri blok taşlar atılmıştır. Böylece dışarıdan bakıldığında bir hayvanın içeriye düştüğü görüntüsü verilmek istenmiştir.

Sonuç olarak, mezar taşında 51 neferin mezarı olarak belirtilen Hakmehmet Köyü kuyu-mezarı kazısı, hem tarihi olayları bütün gerçekliğiyle gün yüzüne çıkarmıştır, hem de, Ermenilerin bölgede gerçekleştirdikleri soykırıma ulaşan katliamın yeni bir boyutunu ortaya koymuştur.


NOT: 5-7 Ekim 1999 tarihinde Iğdır’da Açılan Ermeni Soykırım Anıtı Açılışı ve 21. YÜZYILA GİRERKEN TARİHE DOSTÇA BAKIŞ: TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ ULUSLARARASI SEMPOZYUMU hakkında Anadolu Ajansı Erzurum Bölge Müdürlüğü’nden Esat Bindesen’in katkılarıyla hazırlanmış haber metnidir.

** Metnin İngilizce çevirisi Oktay Öksüzoğlu’na aittir.
*** Atatürk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Cevat Başaran, Dr. Ali Y. Tavukçu, Arş. Gör. Ertan Küçüktepe’nin hazırladığı rapor metnidir.

.

MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...