CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

Helal gıdayı Kur'an’a neden sormuyorsunuz ?


Yaşar Nuri Öztürk
Din üzerinden çıkar sağlamanın en acımasız oyunlarından biri de yıllardır gündemde olan ve son günlerde yeniden hararetlenen ‘helal gıda aldatmacasıdır. İç içe yalanlar, iç içe istismarlar, iç içe iftiralarla dolu bir tezgâhtır bu. Allah ile aldatmanın en yaman eylemlerinden biridir.

Bir yandan ‘Devletin depolarındaki yüzbinlerce ton GDO’lu buğdayın ekmek yapılmak üzere hazırlandığı* manşetlere çıkıyor (11 Ağustos 2012 Yurt Gazetesi), öte yandan ‘helal gıda' sertifika ve patent çalışmalarına ilişkin haberler arzı endam ediyor. GDO’lu buğdayları halka yedirenler ‘helal gıda* patentlerini ne için verir acaba? Bu halk bugüne kadar ‘haram gıda’ mı yiyordu. Yiyordu da, halkı haram gıda yemekten bunlar mı kurtaracak? Onlarca Mâûn ihlali sırtlarında irinli bir kambur gibi duran bunlar...

Kitleler aldatılıyor. Hiç değilse bu münasebetle birileri de çıkıp Kur’an’ın ‘helal gıda* anlayışından söz etsin! O da yok. Kur'ansal gerçeklerin üstü namertçe örtülüyor ve İslam, gözümüzün içine baka baka. Allah'a ve dine iftira tezgâhlarıyla hayasızca kirletiliyor.

‘Helal gıda aldatmacasının mahiyetini ben, ‘Allah ile Aldatmak’ kitabımda ayrıntıladım. Burada küçük bir özet vereceğim.

Bu çıkar tezgâhı ilkin Avrupa'da yaşayan Müslümanları aldatmak için işletildi. Deniz Feneri, Yimpaş, Kombassan dinci soygunlarından çok önce... İslam fıkhına yalan söyleterek “Yahudi ve Hıristiyanların kestikleri etler yenmez" sloganıyla Müslümanları aldatıp hijyen kurallarına uymadan kesilmiş kaçak etleri “İslâmî kurallara göre kesilmiş" veya ‘helal gıda* teranesiyle hem de daha yüksek rakamlarla sattılar.

19901ı yılların birinde Türk Başkonsolosluğu nun davetiyle konferans için Hamburg'a gitmiştim. Havalimanından aldılar. Akşam yemeğini başkonsolosluk konutunda yiyecektik. İçeri girdik: başkonsolos çok öfkeli ve üzgündü. Sebebi ben sormadan o anlattı: “Hocam, din istismarı, düşünebileceğiniz boyutları aştı, artık tam bir çeteciliğe.

tam bir dehşete dönüştü. Adamlar. Almanların sattıkları etlerin kullanım tarihi geçmişlerini toplamış, üzerlerine ‘helal gıda' damgası vurup Almanın sattığı fiyatın bir buçuk katına bizim yurttaşlara satmışlar. Yiyenlerin bir kısmı zehirlenmiş. İçlerinde ağır vakalar var. Durum bize intikal ettirildi. Ben biraz önce hastaneden geldim. Bu nasıl iştir hocam, böyle din mi olur, böyle Müslümanlık mı olur. Almanlar bu olup bitenleri izliyor. Bu adamlar bize ve dinimize neden saygı duysun?”

İşte size, helal gıda tezgâhından bir kesit. Eşeleyin, hemen hepsinde buna benzer çıkar oyunları göreceksiniz. Dillerine doladıkları temel üçkâğıt şu: “İslâmî kurallara göre kesilmiş et...”

“İslâmî kurallara göre kesilmiş” ne demek? Böyle bir kıstas mı var? Müşriklerin kestikleri etler yenmez, Ehlikitap denen Yahudi ve Hıristiyanların kestikleri yenir. Buna ilave edilecek bir tek kural var: Kesimin hijyenik olması. Başka bir kural yok. Bir mezhebin fetvasıyla değil, bütün mezheplerin ittifakıyla, Ehlikitap diye anılan Yahudi ve Hıristiyanların kestikleri etler, hiçbir kayıt ve şart aranmaksızın helaldir: yenir. Yeter ki kesilen hayvan, eti helal bir hayvan olsun. Bu gerçek halktan saklanarak ‘helal gıda' veya ‘İslâmî usulle kesim' rantçılarına vurgun imkânı hazırlanmaktadır.

Allah ile aldatmanın muhteris vurguncuları, ‘helal* kavramını birtakım uydurma yollarla belirlerken başkalarının hakkına tecavüzün bir haramlaşma sebebi olduğuna asla değinmezler. Onların aldatmalarına maruz kalan halk da bu gerçeği onlara asla hatırlatmaz. Onlar soymaya, halk da soyulmaya devam eder.

MÜŞRİKLERİN KESTİKLERİ YENMEZ İSE...

Meseleyi Kur'an verileri açısından iyice tahlil ederseniz şu dehşet verici manzarayla karşılaşırsınız: Kestikleri yenmeyecek olanların başında bu ‘helal gıda* kalpazanları gelmektedir. Çünkü bunlar dine yalan söylettikleri, yani Allah'a iftira ettikleri ve riyakârlık yaparak halkı aldattıkları için Mâûn suresinin beyanlarına göre ‘hükmen müşrik’ durumundadır. Ve müşriklerin kestikleri etlerin yenmeyeceğinde en küçük bir tartışma yoktur. Ayrıca Kur'an, müşrikleri ‘bizatihi pislik: neces' olarak nitelemektedir. (Tevbe suresi, 28) Pisliğin helal gıda üretmesi nasıl düşünülebilir?! Meseleye Kur'an açısından bakanlar, bu ‘helal gıda* aldatmacılarının. esasında ‘haram gıda* sektörü yarattıklarını anlamakta gecikmezler.

Yaptıkları iş, açık bir Mâûn suresi ihlalidir.

Mâûn suresi ihlalleri, bu ihlali yapanları hem müşrik damgasıyla damgalar hem de ‘haram yiyici’ damgasıyla. Hal böyle iken bunlar ‘helal gıda'dan nasıl söz edebilirler?!

htt|):www.yıııtgazetesi.coııı.trgundemlıelal-gi(layi-Kıırana-neden-sorımıyorsunuz-h169

55.html

MEĞER TÜRK ADINI HAÇLILAR VERMİŞ …İMİŞ?!

MEĞER TÜRK ADINI HAÇLILAR VERMİŞ …İMİŞ?!

Eski Manisa Milletvekili Şahin Mengü – Aydınlık gazetesinin 3 Ağustos, Cuma günkü sayısında- Türk adının Haçlılar tarafından verildiğini söylemiş…
Türk Milletvekili sorumluluğuna sahip olmuş olan bu sayın kişinin bu uydurma, ya da kökensiz iddiası, tarih bilimini “uydur , uydur söyle “ sanması, ülkemizi, tarihimizi, kültürümüzü yok etmek isteyenlerin ekmeğine yağ sürer.
Bu cahilce iddianın neresini düzeltelim?
1. Haçlı seferleri 1096 da başlamıştır. Bu tarihte haçlılar
2. TÜRK adını karşılarındakine verMEmişler
3. kendilerine karşı koyan savaşçıların Türk adı taşıdığını öğrenmişlerdir!
4. Türk adı Anadolu’da, M.Ö. 2200’de (ikibin ikiyüz) görülmektedir
Bunun Asur, Hitit ve Mısır kaynaklarında okunduğunu Prof. Ekrem Memiş ortaya çıkarmıştır.
Anadolu tarihinde TÜRK adının tarihi budur.
Eski Milletvekili 1096 + 2200 = Üç bin iki yüzyıl yanılmıştır?!.

ASYA’DA TÜRK ADININ DOĞUŞU
Boşver’ci değilseniz ve sabrınız da varsa gerisini, Türk kavramının doğuşunu Asya’da görebilirsiniz:
Kelimenin aslı
5. TÜRÜK’tür. Asya’da “biz Türükler” diye konuşulur
6. Türük, ÖKÜK TÜRÜK cümlesinin kısaltılmışıdır
7. RABBÂNİ CİNS, Tanrısal Tür demektir.(K. Mirşan)
Şeriat devleti kurmak isteyen AKP’lilere Türk adını reddetmenin, bu Rabbânî değerdeki adı reddetmek olduğunu bildirmek isteriz.
Türkiye Cumhuriyeti kurucularının partisi olan CHP’nin Türk adını tartışmakla nasıl bir bilgisizlik içinde kendilerini inkâr etmekte olduklarına da dikkatlerini çekmek isteriz.

TARİHİN DERİNLİKLERİNE İNMEK İSTER MİSİNİZ?
Günümüzden 80bin, bir öteki iddiaya göre 35bin yıl önce, Orta Asya kişisi “insan üstü bir kudrete” inanmıştır.
Bu inanç, çok sayıda bin yıl kafalarda işlenmiş ve ön-atalarımız, M.Ö.8500’lerde kurdukları ilk devlete
• BİR-OY Bil yâni, “Tanrı inancında Qağanlık” adını
vermişler. Bu devletin M.Ö. 4binlerde yeniden yapılanmasıyla
• AT-Oy Bïl, “Tanrıya ulaşma ruhlu Qağanlık”, sonra, M.Ö. 879’da yeniden organize olmasıyla
• TÜRÜK BÏL adını almış…CHP’nin kurduğu Cumhuriyet’in adı da
• TÜRKİYE CUMHURİYETİ olmuştur.

Bu, başka hiçbir ülkenin sahip olmadığı bir tarih ve kültürü ifade eden Türk adını yok etmek, Türkleri tarihten silmek demektir; Dış Güçlerin amacı budur..

HANGİ HAKLA?..
Günümüzdeki siyasal kuruluşlar - Demokrasi gereği- bu tür bir karar alabilirler fakat, onlar gene - demokrasi gereği- yarın yokturlar. Bu geçici haklarıyla
• Kendilerini aşan büyük bir tarih ve kültürü yok etmeye hiç bir şekilde hakları yoktur.

Halûk Tarcan Bilimsel Araştırmacı (CNRS-Paris) 


.

Bu bir oyun (Blog'un özel notu: insanlık düşmanlığı oyunu)

Tuncay Güney: Bu bir oyun

"Ergenekon belgeleri’ evinde çıkan çakma haham Daniel Tuncay Güney: Ergenekon bir ‘oyun’dur ve herkes üstüne düşeni yapar.. Kemalizm iflas etti, global patronlar artık başkanlık sistemi istiyor.

Ergenekon soruşturması, onun evinden çıkan 6 çuval belge ve Ümraniye'de bir gecekonduda bulunanel bombaları ile başladı. O günlerde her sözü ihbar kabul edilen, her açıklaması m...
anşetlere çıkan, TRT ekranlarında ağırlanan Tuncay Güney, Ergenekon soruşturması konusunda farklı açıklamalar yapmaya başlayınca o kesimlerin gözünden düştü. Kanada'da yaşayan ve adını Daniel Tuncay Güney olarak değiştiren Güney, Mustafa Mutlu'ya yazdığı mektupta çarpıcı iddialarda bulundu.

Vatan gazetesi yazarı Mustafa Mutlu bir süre önce Tuncay Güney'i konu alan bir yazı kaleme aldı. Mutlu'nun yazısına Tuncay Güney'den cevap geldi. Güney'in mektubunu olduğu gibi yayınlayan Mutlu mektuptaki çelişki ve detaylara dikkat çekti.

İşte o mektup...

Dünkü yazımda meşhur Ergenekon Soruşturması‘nı başlatan ifadeleri veren ve “sahte haham” olarak bilinen Tuncay Güney‘le ilgili birkaç soru sormuştum. Demiştim ki:

“Ergenekon, bir süre önce Kanada’ya sığınıp kendisini haham ilan eden bu ilginç vatandaşın polise verdiği ifadelerle hayatımıza girdi.

Tuncay Güney’in evinde bulunan çuval dolusu belgeler ve verdiği ifade yüzünden yüzlerce kişi tutuklandı.

Hatta kendisini sorgulayan Adil Serdar Saçan isimli polis şefi bile cezaevine girdi.

Ama ne hikmetse, nasıl olduysa ve kim ya da kimler koruduysa; bu arkadaş salıverildi ve yurt dışına gitmesine izin verildi.

Yani; adamın biri çıkıyor, akıl almaz iddialarda bulunuyor, en kirli ilişkilere tanıklık ettiğini söylüyor ama “temiz” bulunup, postalanıyor...

Doğrusu bu saçmalığın gerekçesini hiçbir zaman anlamadım ve galiba da anlayamayacağım! Sahi; Tuncay Güney denilen “enteresan kişi” neden serbest bırakıldı, bugün neden yok?”

***

Ne yalan söyleyeyim; bu yazıyı Tuncay Güney‘in okumasını ve yanıt yazmasını beklemiyordum.

Dün sabah erken saatlerde kendisinden bir e-posta aldım.

Sözüm ona beni “düzeltiyor” ama aslında bu e-postayla, yazdıklarımdan çok daha karanlık ilişkilerin içinde olduğunu itiraf ediyor!

İşte o e-posta:

***

“Saygıdeğer Mustafa Mutlu

‘Tuncay Güney Neden Unutuldu?’ başlıklı yazınızı okudum.

Taraflı yaklaşımınız yanlış... Yazınızdaki yanlışları düzeltmek isterim.

Gazeteciliği kullanıp ajanlık yapmadım.

Türkiye’deki yetkimi ve yetkimden doğan yeteneğimi kullandım.

2001 yılında Türkiye’nin büyük bir köy-feodal yapı ile yönetildiğini saptadım ve Amerika’ya geldim.

ABD’ye gelirken de uluslararası yetki ve ilişkimi kullandım.

Kanada’da kendimi haham ilan etmedim. 2003 yılında dini eğitim aldım, New York’ta ve haham değil, Rabayli oldum. Görevimi de 32. Gün’e telefonla katıldığım bir programda açıkladım.

Evimde bulunan çuval dolusu belgeler, altı çuvaldı.

İsteseydik 20 çuval bulundururdum.

Unutmayın ben Başbakanlık Devlet Arşivleri’nde görevliydim. O kimliğim de basına verilmişti.

Belgeler ise devletin Türk istihbarat birimlerine ait.

Adil Serdar Saçan işkence yapmasaydı, Amerika’ya kaçmazdım. Ruhum karardı.

Ayrıca “adamın biri” dediğiniz benim görev dosyamı, yaptığım işleri yetkili makamlardan isteyiniz.

İran-Irak-Suriye-Lübnan’da birçok üst düzey yetkili ile görüştüm.

Hangi yetki ile dersiniz?

Basın mı?

Türkiye’de bulunduğum süre içerisinde istediğim basın kuruluşunda çalıştım. Sabah, Milliyet, Akşam gibi...

Solcudan sağcıya, mafyadan PKK’lıya, Manukyan Hanım’dan bakanlara kadar birçok kimse ile teşrik-i mesaim olmuştur.

Türkiye dışını anlatmadım.

Ergenekon mu?

Bu bir oyun ve oyunda herkes üstüne düşeni yapar. Kemalizm iflas etmiştir. Ekonomi ve siyasi hayatımızı yönlendiren global patronlar ‘başkanlık sistemi’ istiyor. Rejim değişiyor. Kürtler haklarını alacak.

Özal’a Amerika, “Türkiye’yi ya büyüt ya küçültelim” dedi.

Türkiye büyüyemedi, küçülecek.

Özal’a, “Büyük Ortadoğu Devleti olsun” demişlerdi;
olmadı.

BOP dayandı kapımıza...

Yazınızdaki yanlış cümlelerinizi düzeltmek çok üzücü...

Hakkımda hiçbir şey bilmeden dedikodu ile yazıyorsunuz.

Unutmayın ki; benim dosyam devlet sırrı kapsamında... Oysa ben TRT’ye çıktığımda, ‘Devlet sırrından çıkarın’ demiştim. Tekrar izleyin TRT röportajımı lütfen. Siz ise küçültücü cümleler kullanıyorsunuz... Oysa ben bir görev adamıyım ve halen işimi yapıyorum.

Bu yazımı köşenizde düzelterek yayınlarsanız sevinirim.

Tekrar hakkımda bir şey yazmak isterseniz. Telefon açabilirsiniz. Telefonum: (.... .... .... ....)

Saygı ve dostça...
Daniel Tuncay Güney"

.

İPNOZ USTALARI SAHNEDE

Nurullah AYDIN
18 Temmuz 2012-ANKARA


Herkesimin elinde müzik aleti var. Kimi saz çalıyor, kimi darbuka, kimi flüt, kimi saksofon.. Her kafadan bir ses çıkıyor. Çarpık çağdışı düşünceler, yaşam biçimleri, ilişkiler ağıyla halkı kuşatıyor. Gazetelerde yazılanlara, TV'larda konuşulanlara dikkat ediyor musunuz? İpnoz ustaları siyasette, yargıda, medyada, üniversitelerde gerçekleri tersyüz etmekle meşgul. Türkiye kaos içinde ama onlar çıkar peşinde, halkın çoğu ise farkında değil.

Kaos olan nedir?

Devlet kavramının altüst edilişi

Ülkenin yeraltı yerüstü kaynaklarının yabancıların eline geçişi

Zengin yoksul/fakir farkının artması

Tarafsızlık ve yansızlığın terkedilmesi.

Millet kavramının azınlık radikal dinci zihniyetin inancı düşüncesi imiş gibi yansıtılması

Hukukun-adaletin katledilmesi.

Ayrımcılığın ve nefret söyleminin egemen hale geldiği, bir dönemde, aydınların, gazetecilerin, hukukçuların görevi, daha da önem kazanmaktadır.

Halk derin bir uyku içindedir. Rahat, huzurlu, memnun mu? Memnun olanlar kimler? Halk; olup bitenleri görememenin çaresizliği içinde. Aydınlatması gereken siyasetçi, akademisyen, gazeteci halkın içinde değil. Bu durumda, ipnoz ustaları ilizyonist gösterilerle halkı uyutuyor.

Biliyorum: halk okumayı, düşünmeyi sevmiyor. Düşünürse rahatının kaçmasından korkuyor. Yuvanızın temeline dinamit koymak istiyorlar; diyoruz, aldırmıyorlar. Sözümüze kulak verirlerse, tedbir almak gerekeceğini anlıyor; zahmete girmek istemiyorlar. Bir tek endişesi var: Gününüzü gün etmek, dilediğiniz gibi yaşamak.

Halk mücadeleden ürküyor. Öylesine ürküyor ki, sizin için yapılan mücadelelerle ilgisinin olmadığını, göstermek ihtiyacını duyuyor.

Ülkenin birçok sorunu var. Şer güçler, sayılamayacak kadar çok. Diken üzerinde. Fakat halk dikenli bir yolda ayağını yaralamadan yürümenin, mümkün olmayacağını unutuyor.

Tehlikeyi görünce, korkulu bir rüya görürmüşçesine sırtını dönüyor. Yeni ve eskisinden daha derin bir uykuya dalıyor.

Hiçbir feryat, halkı uyandıramıyor. Tehlikeyi anlamasını temin edemiyor. Yaklaşan düşmanın, ara sıra yumruğunu yiyor; hassas bir yerinize iğne batırılmış gibi şöyle bir sıçrıyor; şaşkın şaşkın bakıyor ve sonra da başını yastığa gömüyor.

Nasıl mı? Türkiye'de, Siyasetin Yargı'yı Kuşatmasından öte; Yargı'nın, Siyaset tarafından teslim alınması ve yapılandırılması gerçeğiyle karşı karşıyayız...

Yargı dahil olmak üzere, devletin ve toplumun kurumları, köhnemiş çağdışı zihniyete sahip olanların birimi haline dönüştürülmüştür.

Siyasete tabi olan Yargı kimliği sergileniyor. Belli zihniyete sahip kişilerce devlet bünyesinde oluşturulan Yargı'nın dramatik örnekleri ortaya konulmuştur. Yargı, siyaset iç içedir.

Uygulamalarla; yasama, yürütme ve yargı arasındaki danışıklı ilişki, bağımsız ve tarafsız Yargı anlayışıyla bağdaşmayan unsurlar bütün gerçekliğiyle ortaya çıkmaktadır.

ABD-İngiltere-Fransa ile içiçe geçmiş Türkiye içi güç birliği karşısında, bu sürecin aktörleri, duygularına, koltuk servet hırslarına hakim olamamışlardır.

Türkiye; kin nefret ve öfke ile intikam diye sayıklayan dini istismar eden, adaleti katleden bir fasıklar güruhu ile karşı karşıyadır.

Üstünlerin Hukukunu gerçekleştirmenin hazzıyla birbirlerini kutlayanlar artmaktadır. Devlet nüfuzunun kötüye kullanılması suretiyle oluşan böyle bir tablodan demokrasi, insan hakları, kamu hizmeti verimliliği ve toplumsal barışın çıkmayacağı açıktır.

Türkiye, hukuku askıya alan bu ilişkiye mahkûm olmayacaktır. Kendisini kuşatan yapıyı kıracak ve Sosyal Hukuk Devletini yeniden inşa edecektir.

İnanıyor ve umut ediyorum ki;

Aydınlar, Milli güçler; ülke sathında kamu gücünün kötüye kullanılması suretiyle oluşturulmuş çıkar ilişkilerine girmeden ve tenezzül etmeden;

Sivil Toplumun sesi olacaklardır.

Mağdurların hak ve hukukuna sahip çıkacaklardır.

Çevre katliamına karşı çıkacaklardır.

Yaratılan korku ve baskı iklimine karşı haykıracaklardır.

Hukuktan yana, adaletten yana, haktan yana olacaklardır.

Üstünlerin hukukunun temsilcisi olmayacaklardır.

Güçsüzlerin, mazlumların ve mağdurların sesi olacaklardır.



Günün Sözü: Din adına dini tersyüz edenler, adalet adına adaleti adına katledenler en aşağılık insanlardır.

.

Köleleşmenin Derin Kamuflajı POSTMODERN ÖZGÜRLÜK

Köleleşmenin Derin Kamuflajı
POSTMODERN ÖZGÜRLÜK


Av. Hüseyin ÖZBEK
İstanbul Barosu Genel Sekreteri

Geleceğin siyasi tarihçileri Türk halkını tutsak eden ekonomik kelepçenin hukuk kelepçesiyle nasıl tamamlandığına ayrı bir bölüm ayıracaklardır. Hukuk kelepçesinin bireysel ve toplumsal bilinci darmadağın edecek yoğunluktaki sivilleşme kampanyasının ardından geldiğine dikkat çekeceklerdir. Milenyum köleliğini postmodern sivillik illüzyonuyla sınırsız özgürlük olarak algılatan toplum mühendisliğini araştırmacılara tez konusu olarak önereceklerdir. Ekonomik kıskaçtan kurtulmayı imkansızlaştıran bir hukuk metnini, halkın yoğun istemiyle gerçekleşen sivilleşmenin kutsal belgesi olarak sunma ustalığına pes diyeceklerdir.
Toplumsal talebe dönüştürülmek için olağanüstü çaba gösterilen “yeni ve sivil” Anayasanın ülke gündemine niçin ve nasıl sokulduğuna biraz daha yakından bakalım: ABD’nin başını çektiği, AB’nin ikincil güç olarak omuz verdiği emperyalist- kapitalist sistem çıkarlarının belirlediği koşulları dünyanın geri kalanına dayatmaktadır. Ülkelerin, ulusların Yeni Dünya Düzeni olarak tanımladığı bir çerçevede sistemin yörüngesine girmesini arzu etmektedir. Hangi devletin milli sınırları içinde olursa olsun ihtiyacı olan ekonomik kaynaklara koşulsuz ulaşabilmeyi, ulusal mevzuatça engellenmeden kullanabilmeyi istemektedir. Yerel halk ve ulus devletin kendi kaynaklarını özgürce kullanımına ise tahammül edememektedir.
ABD’nin başını çektiği Yeni Dünya Düzeni’nin sorunsuz işlemesinin ön koşulu ulus devletlerin ve halkların dayatılan sistemi itirazsız kabullenmesidir. Hedef ülkelerin milli ekonomilerinin, milli hukuk sistemlerinin, siyasal yapılarının emperyal çıkarlara uyarlanması iki şekilde gerçekleştirilmektedir:
1- Süreç içinde borçlandırılarak ekonomik kıskaca alınan ülkenin milli ekonomisi, milli bürokrasisi, milli ordusu, milli kurumlarının evrimsel biçimde çökertildiği bir süreçle küresel sisteme entegre edilmektedir.
2- Ulus devlet olmakta direnen, sisteme kafa tutan ülkeler için askeri seçenek devreye sokulmaktadır. Emperyalist sistem hukuki meşruiyeti tartışmalı, çok uluslu askeri operasyonlarla müdahalede bulunmakta -dikta rejiminin ve kötü liderin tasfiyesine yönelik dünya ölçeğindeki yoğun kampanyaların ardından- ülke ve halk özgürlüğüne kavuşturulmaktadır!
Sisteme kafa tutan, siyasal ve ekonomik bağımsızlıkta direnen ülkeler, sınır aşan kampanyalarla küresel terörün kötülük coğrafyası olarak yaftalanmaktadır. Uluslar arası tekellerin tekelci medyası kısa sürede hedef ülkeyi ve liderini nefret simgesine dönüştürerek yapılacak müdahaleyi meşrulaştırmaktadır. Irak’ta, Libya’da, Afganistan’da yaşananlar ikinci seçeneğin çarpıcı örnekleridir.
Sözü birinci seçeneğin uygulandığı ülkemize getirip, Türkiye’nin sistemin yörüngesine nasıl sokulduğuna bakalım: Cumhuriyet’in ekonomik mucizesinin ürünü KİT’lerin tasfiyesiyle kamunun ekonomik saygınlığı, devlet baba imajı yok edilerek halka yabancılaştırılmaktadır. Cumhuriyet’in milli burjuvazi yaratma ülküsüyle desteklenen yerli sermaye tekelci aşamada uluslar arası sistemle bütünleştiği oranda ulusal duyarlılıklardan arındırılmaktadır! Ekonominin gayrı milleştiği bir ülkede siyasi anlayışın ve devletin milli kalması olanaksızdır. Bu nedenle ekonominin Türk’ün elinden çıkmasını devletin tüm kurumlarıyla Türk’ün elinden çıkması izlemektedir. Türkiye’yi uluslar arası kapitalist sisteme entegre eden dış dinamikler, sisteme biat eden sivil makyajlı bir siyasi yapıyı iktidarda tutarak istikrarın sürmesini istemektedirler!
Türkiye’nin uluslar arası sisteme entegrasyon tezgahı aynı kaderi paylaştığı ülkelerle birebir benzerlik göstermektedir. Hedef ülke öncelikle büyük bir ekonomik bunalıma sürüklenmektedir. Ekonomik bunalım siyasi bunalıma dönüşmekte, ülkenin iflasına, batışına ilişkin abartılı söylemlerle kitlelere umutsuzluk, yarınsızlık şırıngalanmaktadır. Çöküş süreçleri halkın sihirli eller, mucizeler yaratan önderler beklediği dönemlerdir. Gerçekten de kurgulanmış iktisadi kaosun, ekonomik alt üst oluşun, büyük çaplı batışların, piyasa anarşisinin ardından ortaya mucizevi kurtuluş reçeteleriyle Ekonomi Süpermenleri çıkıvermektedir! 1980 sonrası bu açıdan incelendiğinde Turgut Özal’ın 24 Ocak 1980 kararları ile Kemal Derviş’ in 15 günde 15 yasa kumpasının ardındaki dinamikler daha iyi anlaşılacaktır
Türkiye’nin ekonomik tanzimi tamamlanmış gibidir. Ülkenin ekonomik yapısıyla siyasi yapısı birbiriyle tamamen örtüşmektedir. Cumhuriyet bürokrasisinin son tortuları da temizlenerek devlet millilikten tümüyle arındırılmaktadır. Ülkenin kuruluş felsefesine bağlı kurumlar, sisteme uyumda sorun çıkaran dinamikler tasfiye edilmektedir. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ülkenin kuruluş denkleminden gelen güçlü konumunun ortadan kaldırılması, dikkate alınacak bir dinamik olmaktan çıkarılması büyük ölçüde tamamlanmıştır. Askeri bürokrasinin tasfiyesinde özel yetkili yargının ve hukukun üstlendiği işlev kuşkusuz ileride daha sağlıklı değerlendirilecektir. Milli ekonomi, milli duyarlılık, milli çıkarlar söylemi arkaik kavramlar olarak alaya alınmaktadır. Ülkenin idari hiyerarşisi sistemle uyumlu, rejimle sorunlu yeni nesil dindarlığın tek tipleştirilmiş kadrolarından oluşturulmaktadır.
Ekonomik ve siyasal açıdan sistemin istediği kıvama getirilen ülkede sıranın hukuki tanzime geldiği anlaşılmaktadır. Sisteme ekonomik ve siyasal bağımlılığı hukukileştirip meşrulaştıracak bir teslimiyet metni post modern özgürlük illüzyonuyla kitlesel talebe dönüştürülmek istenmektedir. Birey ve sivil olmaya izin vermeyen katı bir cemaat hiyerarşisi içinden gelen güç sahiplerinin anladığı sivillik halkın tam bir itaat zinciri içinde yönetimin buyruklarına uymasıdır. Bu türden bir sivilleşme programının halkın ekonomik demokratik taleplerini kapsamayacağı kuşkusuzdur.
Türkiye’yi ulus devlet olmaktan çıkarıp çok kimlikli, çok kültürlü, ortak paydalardan yoksun, müşterek gelecek umudunu yitirmiş post modern kabilelere dönüştürecek bir ayrışma tasarımı her derde derman sivilleşme reçetesi olarak sunulmaktadır!
Ayrışmanın, dağılmanın, çözülmenin, çatışmanın, ülkeyi bir kaos coğrafyasına dönüştürmenin ana yazılımı SİVİL ANAYASA olarak halkın önüne konulmaktadır.
Tarih ve insanlık önünde onursuz sefiller olarak anılmak istemeyen bir toplumun bu türden bir sivilleşme illüzyonunu elinin tersiyle yüz geri etmesi gereken günler yaşıyoruz.

.
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...