CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

Sağlıklı Akıl Yolu

Saglam Kafa, Saglam Vücut Nasil Gercekleşir? 

1. İnsan beyninin ayaktayken yaklaşık yüzde 10 daha fazla çalıştığı düşünülmektedir. Önemli kararlarınızı alırken kapalı alandaysanız, "volta atmayı" deneyebilirsiniz.

2. İnsan beyni açık havada, kapalı alanlara göre daha yüksek performansta çalışmaktadır. Beyin açık havada ve ayaktayken daha iyi çalışır.

3. Yürürken kolları sallamak, beynin performansını olumlu etkiliyor. Önemli kararlarınızı açık havada, kollarınızı sağa sola sallayarak yürürken almaya ne dersiniz?

4. Yabancı bir dil öğrenme ve ezber beyni güçlendiriyor. Her gün birkaç yabancı ya da yerli yeni bir kelime öğrenin ve kullanın. Sözlük okuyabilirsiniz. Alışveriş listesi ve telefon numaralarını ezberlemeyi deneyebilirsiniz.

5. Zihinsel jimnastik/antrenman yapın. Bunun için başta Sudoku olmak üzere çeşitli bulmacalar çözün. Satranç gibi "akıl oyunları" oynayın. Yatkınsanız Meditasyon, yoga gibi zihin dinginleştiren teknikler üzerine çalışın.

6. Zihinsel rutinlerinizi kırın. Bazen telefonu sol elinizde tutun, çantanızı diğer elinizde taşıyın, evinize başka bir yoldan idin. En azından, bir günlüğüne TV kumandasını sık kullanmadığınız elinizde tutun!

7. Entelektüel damak zevkinizi zenginleştirmek için her gün mutlaka iyi bir özdeyiş antolojisinden, birkaç cümle okuyun. Beyninizi kaliteli cümlelerle besleyin!

8. Her gün güzel bir resme, manzaraya veya fotoğrafa bakmaya çalışın. Estetik algınız, gördüğünüz estetik şeyler kadar gelişir. Beyninizi estetik görüntülerle besleyin!

9. Her gün bir süre sevdiğiniz bir müziği gözleri kapalı dinleyin. Beyin otoriteleri tarafından klasik müziğin zekâyı 7 puan ekleyebildiği iddia edilmektedir.

10. Günde aklımızdan 60 bin ile 80 bin arası düşünce geçer. Bu düşünceler ne hakkındaysa, hayatımız da ona göre şekillenir. Unutmayın kafanızda en çok neyi düşünürseniz, hayatınızda onu çoğaltırsınız.

11. İyi bir uyku kaliteli bir beyin için şarttır. Çok uyuyorum diye üzülmeyin, Einstein'ın günlük 10 saatten fazla uyuduğu biliniyor. 24 saati geçen uykusuzluk beyinde sarhoşluğa benzer bir etki yapmaktadır.

12. Bol ve temiz "birinci el" oksijen beyin için çok önemlidir. Beynimiz ağırlık olarak vücudumuzun %2'sini oluşturduğu halde, vücuda gelen oksijenin %25'ini tüketmektedir. Oksijensiz kaldığınızda ölümü ilk gerçekleşen organ beynimizdir. Odanızın penceresini açarak kendinize bol bol oksijen ısmarlayın!

13. Beyin kendisinin nasıl çalıştığı hakkındaki bilgi ve inançlarınıza göre çalışır. "Türkün aklı tuvalette çalışır" diye inanıyorsanız, beyniniz sizi doğrulayacaktır! Beynin çalışma prensipleri hakkında doğru bilgi öğrenin.

14. Farklı düşünme tarzlari beyni gelistirir. Çocuklar ve hayvanlarla daha fazla vakit geçirin. Sizden farklı düşünen insanlarla konuşun.

15. Kullanılmayan organ körelir. Sürekli TV seyrederek beyninizi "düşük viteste" çalıştırmayın. Beyninizin sınırlarını zorlamayan etkinlikler, beyninizi geliştirmez.

16. Beyin "garbage in, garbage out" ilkesine göre çalışır. Bu kuralın Türkce meali şudur: "Beyninize çöp girerse, beyninizden çöp çıkar." Beyninize ne verirseniz, onu size verir. Kafa konforunuzu bozacak
verileri beyninize almayın.

17. Beyin içindeki düşünceler harita, dış dünya ise araziye benzer. Beynimizdeki iç gerçek (harita) araziye uymadığında fikirlerimizin "son kullanma tarihi" geçmiş demektir. Bir insanın kafasının içindeki iç değişim, kafasının dışındaki dış degişimdenyavaş ise, o kişinin "dinozorlaşma" süreci başlamış demektir.

18. Beynin en tehlikeli yanı, "ters çaba" kuralına göre çalıştığı anlardır. Başınıza gelmesinden en çok korktuğunuz şeye odaklanırsanız, beyin onu size çeker, korktuğunuzu başınıza getirir!
Buna ters çaba kuralı denir. Bataklıktan çıkmaya çalıştıkça, dibe gömülmeye benzer. Beyin odaklanılan hedef için çalışır, hedef olumsuz olsa bile onu gerçekleştirmek için çalışır! Topluluk önünde konuşma yaparken "acaba heyecanlanacak mıyım" diye düşünürseniz, korkunuz olmasın, heyecanlanacaksınız! Korkunuza değil, konunuza odaklanın.
Başınıza gelmesinden korktuğunuz en kötü şeye değil, başınıza gelmesini istediğiniz en iyi şeye odaklanın. Unutmayın kafanızda en çok neyi düşünürseniz, hayatınızda onu çoğaltırsınız.

19. Beyin kas sistemi ile değil, elektro-biyo- kimyasal reaksiyonlarla çalıştığı için, kolumuz ya da bacağımız gibi fiziksel anlamda yorulmaz. Beyni yoran en önemli şey monotonluktur. Hayatınızı ne kadar renklendirirseniz, beyninizi o kadar neşelendirirsiniz.

20. Beyin kısa süreli hafızada beş ile yedi arasındaki bilgiyi isleyebilir. Yeni bir bilgi gelince, bu bilgilerden birini atar. Buna sihirli sayı kuralı denir. Bu kural aşılıp aşırı bilgi yüklemesi durumunda, beynimiz "servis dışı" olur. Hayatınızın en büyük kararlarını alırken "kafadan" değil, tıpkı beş haneli iki rakam grubunu çarparken yaptığınız gibi, bir kağıt üzerine yazarak ne yapacağınızı hesaplayın.

21. Ders çalışırken ilk öğrenilenler, son öğrenilenler ile aralarda geçip sık tekrarlananlar ve ilginç bulunanlar en çok akılda kalanlardır. Dersleri kısa aralar vererek çalışmak (geri ders başına dönmek kaydıyla!) akıllıca bir harekettir.

22. Einstein "bir problemi yaratan bir zihni, ayni düzeyde çalıştırarak o problemi çözemezsiniz" der. Yeni bir hayat için gereken, yeni bir akıldır. Yeni bir aklın önündeki en büyük engel entelektüel atalettir. Entelektüel atalet nedir? Düşündüğünü yapmamak ve yaptığı üzerine düşünmemek.

23. Beyin analizde tıkandığında örneklerle akıl yürütür. Kendinize bir "kanaat önderi" seçin ve onun zihnini kafanızın içindeymiş gibi
düşünün. Mesela kararsız kaldığınız bir durumda benim yerimde olsaydı ne yapardı?" diye varsayımsal akıl yürütebilirsiniz.

24. Beyninizin arama motorlarına sizi başarıya programlayacak sorular sorun. Hayatta gelebilecegim en iyi yerde miyim? Tüm hayallerimi gerçekleştirmış olsaydım, hayatımda neler olurdu? Benim diğer insanlardan daha iyi yapabileceğim ne var?

25. Beyinin kendini gerçekleştiren kehanetler kurma gücü çok yüksektir. Kendinizi ve hayatı nasıl tanımlarsanız, öyle algılarsınız.
Dr .Davit J.Schwartz'a göre: "Bir ispatlamak üzere çalışmaya başlar. Ama bir şeyin yapılabileceğine inandığınızda, gerçekten inandığızda aklınız onu yapmak üzere çözüm bulmanıza yardım etmek için çalışmaya başlar.."

26. Kitap okumak güçlü bir beyin jimnastiğidir. Zihinsel adaleleri çalistirir. Okurken Bacon'in su ilkesini izleyebilirsiniz: "Kurnaz insanlar okumayı küçümser. Basit insanlar ona hayran olur. Akıllı insanlar ise ondan faydalanırlar. Yalanlamak ve reddetmek için okuma. İnanmak ve her şeyi kabul etmek icin de okuma. Tartmak, kıyaslamak ve düşünmek için oku."

27."Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur." Fiziksel zindelik zihinsel zindelik getirir. Uzun süre fiziksel hareketsizlik, zihinsel hareketsizlik yapar. Spor yapmaya, fazla kilolarınızdan kurtulmaya, yediğinize ve içtiklerinize dikkat edin. Yeterince su için ve unutmayın ki, insan beyninin %78'i suyla kaplidir!

28. Her şey beyinde başlar. Her şey beyinde biter. Insan "kafadan" kaybeder ya da kazanır. Eski bir bilgeliğe kücük bir "çekme kat" atarak, size sunmak istiyorum: "Öğrendiklerinize dikkat edin, düşüncelerinize dönüşür. Düşüncelerinize dikkat edin, duygularınıza dönüşür. Duygularınıza dikkat edin davranışlarınıza dönüşür. Davranışlarınıza dikkat edin alışkanlıklarınıza dönüşür. Alışkanlıklarınıza dikkat edin, karakterinizi biçimlendirir.
Karakteriniz ise kaderinizdir."

29. Son olarak kafanızı nasıl daha iyi çalıştırabileceğiniz üzerine daha fazla kafa yorun!

Unutmayın, beynimizi daha iyi çalıştırmak için kullanacağımız organ yine beynimiz!

GELECEGE AIT PLANI, PROGRAMI OLMAK YADA OLMAMAK, ISTE BUTUN MESELE BU!.

ZAMANIN ROLATIFLIGINDEN NASIL YARARARLANABILIRIZ, HIC DUSUNDUNUZ MU?

Zaman-mekan paradokslarini cok iyi anlamak gerekir. Ama maalesef bizlerin zihin yapisi oldukca daginik ve beyinlerimiz pek cok konuda tersine calisiyor. Burada bir yasa var; eger insan kendini konsantre edebilirse imkanlari yaratir, ama bizler beyne (dusunce beyinde uretilmez, ruhta uretilir) bedene bagli varliklar olarak bir turlu gercek konsantrasyonu basaramamaktayiz. Zihniyetimiz hep kisir cekismelerle, ruhsuz; plansiz, programsiz, vizyonsuz, tasarimsiz dunya isleri ve vesvese ile doludur.

Bilindigi uzere biz sadece bedensel yasamla sinirli degiliz. Bu yasamla birlikte, ruhen, pekcok seyleri de beraber yasiyoruz. Bagli (yani bedene, dunyaya bagli) ve serbest (ruhsal) suurumuzla saniye ve saniye bircok islerin icindeyiz. Basarili oldugumuz butun islerde ruhsal konsantrasyon vardir. Yani bir iste basari elde etmissek, az da olsa, belli oranda kendimizi ruhen konsantre etmisiz demektir.

Gereken yogunlukta bir konsantrasyon gucu elde edebilirsek, Mustafa Kemal Ataturk'ten manevi mirasimiz olan gerekli devrimleri gerceklestirebiliriz. Ve karsi devrimi yaratan nedenlerin tespiti icin zamanda, dort-bes-alti 4-5-6 deterministik hayat geriye gidebiliriz yani zamanda yolculuk yapabiliriz. Bu tur zamanda yolculugu gerceklestiren insanlarin basinda yuce varligimiz Mustafa Kemal Ataturk vardir.

Zira su evrensel yasayi, gorkemli idrakiyle bilmektedir ki, 'sartlar ve olaylar, var olus nedenleri degistigi takdirde degisime tabidirler. Gerileten, kayip ettiren sartlar ve olaylarin var olma nedenlerini degistirmeden, sartlari ve olaylari degistiremeyiz.'

Atamizin manevi mirascilari olan sizler de tekamul gucunuzun yettigi oranda, o imkani buyutup kucultebilirsiniz. Yani zaman ve mekani, tekamulunuz oraninda degistirebilirsiniz.

Zaman ve mekan rolatiftir, degiskendir. Zaman hem uzar, hem kisalir; hem buyur, hem kuculur; hem genisler hem daralir. Bunun boyle oldugunu, bazi ekstrem hallerimiz disinda farkina bile varmiyoruz.

Zaman-mekan rolativitesi, Dogallik Ilkesi ve imkanlar konusunda kat'i hukumler verirsek hedefimize erisemeyiz. Cunku 'paradokslarla tekamule hizmet' diye bir yasa vardir ve bu yasa bizler tarafindan iyice ogrenilip anlasilmadikca, kendimizi asip gecme vazifesini yerine getirmemiz cok zor olur.

Evrende, 'Hak Esitlemesi' vardir. Pozitifle negatif birbirini esitler.

Tekrar hatirlatalim ki tarih boyunca Goksel Mudahaleler, Mustafa Kemal Ataturk gibi seckin ruhlarin ortaya cikisi seklinde olmustur.

Mustafa Kemal Ataturk timsali yucelerin gosterdigi kapidan gecmek rahat, ama bu kapinin anahtarini elde etmek icin ruhsal yonde bilgisine kavusmak sarttir. Ruhsal yonde bilgisi olmayanin, vizyonu da yoktur.

Mustafa Kemal gibi vizyon sahibi olmamiz ile ancak Mustafa Kemal Ataturk'un miraslarina sahip olabiliriz ve bunu gelistirerek medeniyet ufkunda parildatabiliriz.

Oysa aksi durum ortadadir: Mustafa Kemal Ataturk'un mirasini sahip cikanlarin degil, Ataturk'un mirasini yiyenlerin, yagmalayip talan edenlerin yonetimi altinda olmamiz buyuk gostergedir.

Ataturk'un mirasinin yenilip tuketimesine seyirci kalmamak icin ne gerekiyorsa onu derhal ogrenip uygulamaya koymamiz sarttir. Bunun icin gereken imkanlardan en onemlisi olan zaman ve mekanin rolatifligi -ki bu, uzaklari yakin eder- vizyonumuzu, dusuncelerimizi gerceklestimede bize en buyuk yar ve yardimcidir. 

Gerceklestirmek istedigimize konsantarsantre olmak sarttir; malumdur ki zaman ve mekanin rolatifliginden yararlanmak, konsantrasyon ve onun kalitesiyle yakin alakalidir.

.

3 MART 1924 YASALARI

DEVRİM YASALARI: 3 MART 1924 YASALARI
 
Ulus, Cumhuriyet’in bugün ve gelecekte her türlü saldırılardan korunmasını istiyor
M. Kemal Atatürk


M. Kemal, 1 Mart 1924 günü Türkiye Büyük Millet Meclis’ini açış konuşmasında, üç önemli konunun çözüme kavuşması zorunluluğunu Meclis’in görüşlerine sunar:
  1. Ulus, Cumhuriyet’in bugün ve gelecekte her türlü saldırılardan korunmasını istiyor. Bu istek, Cumhuriyet’in bir an önce, denenmiş ve olumlu olan bütün ilkelere tam olarak dayanması biçiminde özetlenebilir. Anayasa’da ulusun isteğini, hareket yönünü izlemek, hepimizin görevidir.
  2. Kamuoyu ile belirlenen eğitim ve öğretimin birleştirilmesi ilkesinin, zaman geçirmeden uygulanmasını zorunlu görüyoruz. Bu davranış her anlamı ile ulusal bir nitelik özelliğindedir.
  3. Bunun gibi, bağlı olmakla mutlu olduğumuz İslam dinini, yüzyıllardan beri gelenek durumuna getirilmiş olduğu gibi, siyasal bir araç olarak kullanmaktan kurtarmanın ve yüceltmenin gerekli olduğu gerçeğini görüyoruz. Kutsal ve Tanrısal inanışımızı ve vicdanımızı, karışık ve türlü renge giren ve her biçim çıkarların oluşum yeri olan politikadan ve politikanın bütün kötülüklerinden bir an önce ve kesinlikle korumak, ulusun mutluluğunun emrettiği bir zorunluluktur. Ancak bu şekilde Müslümanlığın yücelikleri ortaya çıkar.

Meclis’te, Osmanoğullarından yurt içinde bulunanların ödenekleri ile Şeriye ve Evkaf Bakanlığı bütçeleri üzerinde görüşmeler yapılırken söz alan Yusuf Akçura, “Bütçede Halifeliğe ödenek veren bölümün, Cumhuriyetimizin temeline aykırı olduğunu” belirtir. Balıkesir Milletvekili Vasıf Çınar, “Sultanlığı yıktık, fakat saltanatın simgesi olan Saray, bütün görkemliğiyle duruyor ve yaşıyor. Yarın, bizi yıkmak için hazır bekleyen bu kurumu, kendimiz, yine biz yaşatıyoruz. Elinde bir gücü bulunmayan, herhangi bir saldırı karşısında Saray’ına kapanmaktan başka elinden bir şey gelmeyen Halife’nin, Türkiye Cumhuriyeti’nin kutsal göğsünde bulunuşunun anlamı var mıdır?
Gerçeği görmezlikten gelmeyelim. Yüksek Meclis’in onaylayacağı bütçede, halifeliğin yeri yoktur. Artık bu Ulusun kesesinden, halifelik için bir şey verilemez. Din, bir vicdan işidir. Özellikle bizim dinimiz, herkesin vicdan özgürlüğüne saygı gösterir ve uyar. Bu bakımdan, bu bütçe Cumhuriyet’in ruhu ile çelişkili durumdadır. Cumhuriyeti ilan eden sizleri, şimdi de, gerçeğin, tarihin ve yaşamın gösterdiği, istediği, çizdiği yola çağırıyorum” der.

3 Mart 1924 günkü Meclis toplantısında Meclis Başkanlığına üç önerge verilir:
  1. Şeyh Saffet Efendi ile elli arkadaşının, Halifeliğin kaldırılması ve Osmanoğulları soyundan olanların Türkiye dışına çıkarılması ile ilgili yasa önerisi.
  2. Siirt Milletvekili Halil Hulki Efendi ve elli arkadaşının, Şeriye (Dinişleri) ve Evkaf Bakanlığı ile Genelkurmay Bakanlığı’nın kaldırılması ile ilgili yasa önerisi.
  3. Manisa Milletvekili Vasıf Bey ve elli arkadaşının, eğitim ve öğretimin birleştirilmesi ile ilgili yasa önerisi.
Görüşme tartışmalar beş saate yakın sürer saat 18.45’te Türkiye Büyük Millet Meclisi 429, 430, 431 Sayılı Yasaları çıkarır. Bu yasalarla:
a. Türkiye Cumhuriyeti’nde, halkın işlevi ile ilgili yasaları yapmaya ve yürütmeye yalnız Türkiye Büyük Millet Meclisi ile onun kurduğu hükümetin yetkili olduğu saptanır. Şeriye ve Evkaf Bakanlığı kaldırılır.
b. Türkiye içindeki bütün bilim ve öğretim kurumları, bütün medreseler, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanır.
c. Halife, görevden çıkarılır ve Halifelik makamı kaldırılır. Çıkarılan Halife ve Osmanoğulları soyundan olanların hepsine, Türkiye Cumhuriyeti Ülkesinde oturmak süresiz olarak yasak edilir.
3 Mart 1924 günü TBMM’nce kabul edilen yasalar laik cumhuriyet yapılanmasında önemli yapı taşlarıdır.
Cumhuriyet öncesinin kul ve tebaa anlayışından yurttaşlık bilincine, ümmet toplumundan ulus devlete ulaşılması; özgür düşünen bireylerden oluşan toplumun laik bir devlet yapısına kavuşmasıyla mümkün olacaktır. Devletin laik bir yapıya kavuşması için de öncelikle eğitim ve hukuk sisteminin çağdaş bir eksene oturması zorunludur. Aklını özgürce kullanan, yurttaşlık bilinciyle donanmış bireyler de ancak eğitimle yetiştirilir.

EĞİTİM BİRLİĞİ YASASI ile de evrenselliği yakalama uğraşının bir başka boyutu gerçekleştirilmiştir.
Cumhuriyet dönemi öncesi üç grup öğretim kurumu vardır:
  1. Dini Öğretim Kurumları ( Sıbyan Mektepleri, Medreseler)
  2. Tanzimat’la birlikte başlayan genel öğretim kurumları ve meslek okulları (Rüşdiye, İdadi, Tıbbıye (1826), Harbiye (1834), Darülfünun (Üniversite) 1900’lü yıllardan sonra süreklilik kazanmışlardır.)
  3. Yabancı Okullar (Azınlık Okulları) idi
Cumhuriyet yönetimi, “Öğretim Birliği Yasası”, Ziya Gökalp’in deyimi ile “kozmopolit” bir durumda olan Osmanlı eğitim kurumlarını Milli Eğitim çatısı altında toplayarak, dağınıklığa son verdiği gibi din temeline dayalı okulları kapatarak, çağdaş, laik eğitimin yapılanmasını gerçekleştirmiştir. Eğitimde, “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” kuşakların yetiştirilmesi yolu açılmıştır. Böylece, bilimi dinden, aklı inançtan bağımsızlaştıran “aydınlanma” süreci de başlamıştır.

HALİFELİĞİN KALDIRILMASI Yasasının gerekçesinde, özetle: “Türkiye Cumhuriyeti içerisinde Halifelik Makamı’nın bulunmasının Türkiye’yi iç ve dış siyasette iki başlı olmaktan kurtarmadığı, bağımsızlığında ve siyasal hayatında ortaklık kabul etmeyen Türkiye’nin açık ya da gizli böyle bir ortaklığa tahammülü olmadığı ve İmparatorluğu çöküntüye sürüklemiş bir hanedanın halifelik giysisi altında sürmesinin ülke için artık bir tehlike doğurduğu belirtiliyordu. Ayrıca, Halifeliğin, aslında İslam’ın ilk dönemlerinde hükümet anlamında kurulduğu, günümüzde dünya ve ahiret işlerinin tümünü yüklenmiş olan hükümetlerin yanında ayrı bir halifelik makamının yeri olmadığı” vurgulanıyordu.
Halife-i ruy-i zemin (Yeryüzünün Halifesi) ve Zillulahi fi’l arz (Allah’ın Dünyadaki Gölgesi) sanlarını kullanan Osmanlı Padişahları, siyasi ve dini yetkeyi (otoriteyi) ellerinde tutuyorlardı. Cumhuriyetin ilanından önce saltanatın kaldırılmasıyla siyasi yetkeden yoksun kalan Padişah’ın, Hilafetin kaldırılmasıyla da din yetkesi yok edilerek, laik, demokratik devlet yapılanması pekiştirilmiştir. Yüzyıllardır dini politikanın aracı olarak kullanan anlayışın kalelerinden birisi daha çökertilmiştir.
Hilafet makamının kaldırılması, ulus devlet düzeninin temelleri oluşturulurken yapılması zorunlu bir değişimdir. Ayrıca bu yenilik ile devletin ve toplumun dinsel - siyasal bir kurumdan arındırılması sağlanmış, laik bir yapılanmanın öncü adımları atılmıştır.
 İstanbul Valisi, 4 Mart 1924 gecesi, Dolmabahçe Sarayı’na gider. Halife Abdülmecit’e, Büyük Millet Meclisi’nin karırını bildirir. Abdülmecit İsviçre’ye gitmeye karar verir. 5 Mart 1924 sabahı, on otomobil ve kamyon, eski Halife ile beraberindekileri trene bindirmek üzere Çatalca’ya götürürler. Böylece halifelik tarihe karışmış olur.
Halifeliğin kaldırılmasında halifenin kendisinden (Abdülmecit) bir tepki gelmez. Hiçbir İslam ülkesi ya da devleti de bir daha kendisini sahiplenmez, (ölümü 1944). Asıl tepkiyi İngilizlere gönderdiği sığınma mektubunu “Halife-i Müslüman” sıfatıyla imzalamış olan Vahdettin gösterir. San Remo’dan İngiliz Kralına bir mektupla başvurur. (12 Mart 1924).Bu mektupta Vahdettin’in savları ve istemleri:
  • Kaldırma kararını veren, “Asi tebaa”mdan olan Ankara Meclisi öldü; hükmü yoktur ve etkisi olamaz.
  • Karar, Kuran’a ve Türk milletinin haklarına aykırıdır.
  • Size hitap ediyorum, çünkü size sadık 100 milyondan fazla Müslüman var.
  • Hanedan mal ve mülklerine el konulması kutsal haklara aykırıdır, yardım ediniz.
İngiltere Kralının 1 Nisan 1924 günlü yanıt mektubu ise kısa ve yalındı. Kral, üzüntülerini bildirerek,  “Müslüman olmayanların müdahalesi haklı ve meşru görülemez; ayrıca sonuç da getirmez.”der.
Halife ve Hanedan mensuplarının yurt dışına sürülmesinden sonra, 29 Ocak 1925’te Rum Patriği de aynı işleme tabi tutulur (L’Illustration, 21.02.1925). Rum patriğinin sürülmesi de Ortodoks ökümenizmine (evrenselliğine) bir darbe olacaktır. Patrik Constantin VI’nın yurt dışına çıkarılmasıyla, İstanbul Hıristiyan Enternasyonalizminin de başkenti olmaktan çıkartılır [i].

ŞERİYE VE EVKAF BAKANLIĞINI KALDIRAN YASA ile Türkiye Cumhuriyeti’nde yasa yapma yetkisi yalnızca TBMM’ne bırakılır. Hukuk sisteminde evrensel ölçütlere uymanın yolu açılır. Artık, kamu yaşamına ilişkin karar ve işlemler Şeyhülislam’ın verdiği “fetva”larla ve hiç değişmeyen Dinsel kaynaklı kurallara göre değil, çağdaş evrensel değerlerin üzerinde yükselen hukuk sistemine göre oluşturulacaktır. Böylece bu yasa ile ulusal egemenlik ve laiklik ilkesinin yaşama geçirilmesinde zorunlu olan bir adım daha atılır.
3 Mart 1924 yasalarıyla ilgili olarak Fransız tarihçi Paul Dumont: “Türkiye Cumhuriyeti, eski Türkiye’nin üç yüz yıldır yapamadığını üç günde gerçekleştirdi. Ani bir davranışla, teokrasinin son kösteklerinden kendini kurtaran Türkiye, Avrupalı düşüncelerin izinde duraksamadan ileri atıldı. Bu bütün Batılı düşünür ve yazarların daha düne kadar değişmez ve taşlaşmış saydıkları kurumların tam anlamıyla yıkılışıdır.” değerlendirmesiyle böylesine önemli bir değişimin yurt dışındaki yankılarını yansıtır.

                      ATATÜRK DEVRİMİ – Fethi Karaduman
                                   www.ataturkdevrimi.com
             

29 Ekim KANADA'DA TÜRKİYE CUMHURİYETİ GÜNÜ İLAN EDİLDİ

Türkiye'de 29 Ekim 2011 Cumhuriyet Bayramı kutlama törenlerinin iptal edildiği yıl Ottawa (Kanada'nin baskenti oluyor) belediye baskani29 Ekim'i, Turkiye Cumhuriyeti gunu ilan etti.
Kutlama ile ilgili Belediye Başkanı imzalı yazının fotokopisi orada yaşayan bir arkadaş tarafından gönderilmiştir.


Arkadaşlar inkılâplarımız henüz yenidir. Dedikleri gibi kökleşip benimsendiği hakkındaki kanaatlerimiz ileride karşılaşacağımız hadiselerle tahakkuk edecektir. Fakat şimdi şuna emin olmalısınız ki bugün başına şapka giyen, sakalını bıyığını tıraş eden, smokin ve frakla cemiyet hayatında yer alanlarımızın çoğunun kafalarının içindeki zihniyet hâlâ sarıklı ve sakallıdır.
Mustafa Kemal Atatürk -1930 Türk Ocağı


--
--
Cenap Erenben
Toronto, Canada

ORHAN BORAN KİMDİR?

Önceki hafta gazetede bir haber yayınlandı. İki yıldan beri kemik iliği hastalığıyla mücadele eden 84 yaşındaki sunucu Orhan Boran için (A Rh Negatif) kan aranıyordu… Bu haberin ardından Türk Kızılay’ı harekete geçti. İstanbul Medeniyet Üniversitesi’nin Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesinde yatmakta olan Orhan Boran’ın vefakar eşi Güler Hanıma ve tedavisini üstlenen Hekimlere ulaşıldı. Kızılay Genel Başkanı Ahmet Lütfi Akar’ın talimatıyla; her ay 4 ünite kanın Orhan Boran için temin edileceği kendilerine bildirildi. Kara günleri aydınlığa dönüştüren Kızılaya sonsuz şükranlarımızı sunuyoruz.
 
Haberlerde “sunucu” olarak adı geçen Orhan Boran, Hürriyet ve Milliyet gazetelerinde, 25 yıl yazarlık yapmıştır. Fakat, halkımız kendisini daha çok Yuki’nin babası olarak tanır. Ben şimdi, Dr. Burak Orhan Boran’ın “Yuki adında bir kardeşim yok” dediğini, işitir gibi oluyorum. Çünkü Yuki Orhan Boran’ın 1960’lı yıllarda radyolardan sunduğu, halkımızın gönlünde taht kuran, sanal bir tipleme idi. Sayın Orhan Boran’ın yazarlığı yanında, İstanbul Şehir Tiyatrolarındaki oyunculuk dönemi de unutulmamalıdır. Fakat O’nun en başarılı yönü, meddahlığı çağımıza taşıyan usta bir sanatçı olmasındadır.
 
KİMİN OĞLUDUR?
 
Şimdi de, Orhan Boran’ın babası, merhum Dr. Hikmet Boran’ı (1901-1945) anmak ve anımsatmak istiyoruz. Hikmet Bey, henüz 18 yaşındaki bir Tıbbiye öğrencisi iken, 4-11 Eylül 1919’da toplanan tarihi Sivas Kongresi’ne katılan 38 delegeden birisidir. Milli Mücadele için oluşturulan bütün derneklerin “Rumeli ve Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adıyla,  bir çatı altında toplanmasını öneren kişidir. O kadarla da kalmamış; ABD veya İngiltere’nin güdümüne girmeyi savunan “mandacıların” cesaretle karşısına dikilmiştir. Bu bağlamda,  Mustafa Kemal Paşa’ya şunları söylemiştir:
 
“Paşam, temsilcisi olduğum Tıbbiyeliler beni buraya İstiklal davamızı başarmak için gönderdiler. “Mandayı” kabul edemem… Bunu kabul edecek olanları şiddetle reddederiz. Örneğin “manda” düşüncesini siz bile kabul etseniz, sizi de reddederiz. Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcısı değil, vatan batırıcısı olarak ilan eder; şiddetle karşı koyarız!”
 
Gazi Paşa, Tıbbiye’nin 3’üncü sınıfında öğrenci olan ve de Sivas Kongresinde İstanbul’u temsil eden üç delegeden birisi olan Hikmet Beyin bu tepkisine kızmadı. Aksine, mutlu oldu. Çünkü, Amasya Genelgesini imzalayan arkadaşlarının “manda” fikrine kapılmasından büyük bir rahatsızlık duymaktaydı. “Müsterih ol Çocuk” dedi… “Gençlikle gurur duyuyorum” “Azınlıkta kalsak bile, mandayı kabul etmeyeceğiz” “PAROLAMIZ TEKTİR: YA İSTİKLAL YA ÖLÜM !”  (ATATÜRK sevdiklerine “Çocuk” diye hitap ederdi)
 
Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulunca; Hikmet Bey, arkadaşı Yusuf Balkan’la birlikte, Askeri Tıbbiye’deki öğrenimini yarıda bırakarak Ankara’ya geldi. İki arkadaş Cebeci’deki Asker Hastanesinde görevlendirildi. O tarihte, “tifüs salgını” halkımızı ve özellikle cephedeki askerimizi kırıp geçirmekteydi. Bu nedenle onlar, İbrahim Tali (Öngören) Beyin başkanlığında “tifüse karşı aşı” üretmek için gece gündüz çalıştılar.  Bunun ardından, “Sıhhiye Subayı” olarak, Büyük Taarruza katıldı. Zafer’den sonra İstanbul’a dönerek, Tıbbiyedeki öğrenimini tamamladı.
 
HİKMET BEY,14 MART TIP BAYRAMININ ONURLU İSMİDİR
 
Ülkemizde, batılı anlamdaki tıp eğitimine (Sultan 2. Mahmut döneminde) 14 Mart 1827 tarihinde Tıbbiye’nin kurulmasıyla başlanmıştır. Bu nedenle, her yıl 14 Mart günü “Tıp Bayramı” olarak kutlanmaktadır. 1919 yılında İstanbul İtilaf Devletlerinin işgali altında iken, Tıbbiye öğrencileri 14 Mart günüHikmet Bey ve arkadaşlarının önderliğinde, Tıbbiyenin kuleleri arasına büyük bir Türk Bayrağı asarak işgale ve emperyalizme başkaldırdılar. Hikmet Beyin Sivas Kongresi için seçilmesinde bu olay etkili olmuştur.
Cumhuriyet kurulduktan sonra, Hikmet Bey mesleğini icra ederek, siyasetten uzak durmuştur. Sivas Kongresindeki tarihi görevini, kişisel çıkarları için asla kullanmamıştır. O’nun biricik oğlu Orhan Boran da hiçbir zaman babasının kimliğiyle böbürlenmemiştir. Adeta, Dr. Hikmet Boran’ın oğlu olduğunu sır gibi saklamıştır. Tabip Yarbay Hikmet Boran Sarıkamış’ta görevliyken, karda mahsur kalan Mehmetçiklere ulaşmaya çalıştığında ciğerlerini üşüterek, verem hastalığına tutulmuş ve 1945 yılında Hakkın Rahmetine kavuşmuştur. Mezarı,İstanbul-Karacaahmet Şehitliğindedir. O’nu minnetle saygıyla anıyoruz.
 
ATATÜRK,  Sivas Kongresinin bu genç delegesini her zaman hatırlamıştır. Balıkesir İlinden Mebus (Milletvekili) adayı olmasını önerdiğinde; “Hikmet Bey Giresun doğumludur, Balıkesir’e uzaktır” diyerek, savsaklamışlardır. Oysa, “Giresun” Savaştepe İlçesinin önceki adıdır.  Hikmet Bey sağ olduğu halde, Gazi Paşaya “öldü” diyebilmişlerdir… ATATÜRK’ ün 15-20 Ekim 1927 günlerinde Ulusumuza sunduğu Büyük Nutuk (SÖYLEV) “Gençliğe Seslenişi” ile sonlanır. ATATÜRK’ ün esinlendiği, umutlandığı ve de görevlendirdiği gençlik Dr. Hikmet Boran’lardır.
 
Şahap Osman ARAS,
“Çağın İçinden” ( 25 Şubat 2012-ULUS GAZETESİ )
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...