CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

Inkilap Nedir, Ihtilal Nedir? Ve,

inkılap : 1. değişme, bir durumdan başka bir duruma geçme. 2. toplum ve devlet hayatında kısa sürede meydana getirilen değişiklik.


İnkılap, kelime anlamı ile değişme, bir halden başka bir hale dönmeyi ifade eder. İnkılap; Arapça “ kalp” kelimesinden gelmiş olup, bir milletin sahip olduğu siyasi, sosyal ve askeri alanlardaki kurumların devlet eliyle makul ve ölçülü metotlarla köklü bir şekilde değiştirilmesi olarak tanımlanmaktadır. İnkılap ve devrim kelimelerinin Fransızca karşılığı “révolution”, İngilizce karşılığı “revolution”dur. Kelime Latince kökenli olup, revolvere kelimesinden gelmektedir. Revoultion kelimesi, ani ve şiddetli, kökten bir değişikliği ifade etmek üzere ilk defa 1789 Fransız İnkılabı ile kullanılmaya başlanmıştır. Kelime genel olarak, inkılabı ifade etmek için kullanılmışsa da, büyük harfle yazıldığında da Fransız inkılabını ifade eder. Fransız inkılabına Fransız ihtilali de denilmektedir. Dilimizde kullanılan inkılap kelimesi de bu yüzden, çok defa ihtilal kelimesi ile karıştırılmaktadır. Bazı yazarlarların eserlerinde, Türk İnkılabı, ihtilal olarak ifade edilmektedir. Aslında inkılap ve ihtilal aynı şeyleri ifade etmez. Ihtilal, inkılabın bir evresini, mevcut otoriteye karşı gelmeyi, zora başvurmayı öngörür. İhtilal kelimesinin Fransızca ve İngilizce tam karşılığı mevcut değildir.

Bir başka anlamı ile ihtilal, karıştırmayı, düzensizliği ve karışıklığı ifade eder. İnkılap sözcüğünün karşılığı ise, “yerleşik toplumsal düzeni köklü, hızlı ve geniş kapsamlı olarak niteliksel değiştirme ve yeniden biçimlendirme eylemi” olarak açıklanmaktadır. Türk hukuk lugatına göre, “inkılap, eski bozuk düzenin, köhnemiş düzenin yıkılmasından sonra yapılan yenileştirme hareketidir.” Bu anlamda inkılap, ne hazırlık safhasını ne de aksiyon safhasını içermemektedir. İnkılap, basit bir olay değildir. Bir ülkenin sosyal bünyesinin kökten ve genel olarak değişikliğini ifade eder. Önemli bir Halk hareketi olarak görülür ve genellikle kuvvet kullanımını gerekli kılar. İnkılap, yeni bir sosyal düzenin yerleşmesi amacına yönelik olarak da bir tür iktidarı ele geçirme tekniğidir. İnkılap deyimi, belirli alanlarda sosyal yönden, önemli değişiklikleri de ifade etmek üzere de kullanılır.

İnkılap, evrim veya tekamül (evolution) ve ıslahattan (reforme) farklıdır. Evrim veya tekamül genel anlamda tedrici gelişmeyi, değişikliği ifade eder. “Yavaş yavaş açılma ve şekil alma” anlamına gelir. Reform veya eski deyimle ıslahat, toplum hayatında belirli alanlarda yapılan düzeltmelerdir. Reformlar, o ülkenin hukuk düzenine uygun olarak yapılır, tedricidir, zorlayıcı değildir. İnkılap, hükümet darbesinden de ayrı ve farklı bir anlam taşır.

Hükümet darbeleri sadece iktidardaki kişileri değiştirirler. Toplumdaki sosyal, ekonomik yapıya ilişmezler. İnkılap ise her şeyden önce siyasal ve Sosyal Yapının kökten değiştirilmesini amaç edinir.
Geniş anlamda anılan inkılap kelimesi yanı sıra dilimizde bir de dar anlamda inkılap kelimesi kullanılır. Dar anlamda inkılap, sosyal hayatta ve sosyal müesseselerde belli yönlerden kökten değişmedir. Bu değişme, gelişme şeklinde ve genel anlamda inkılabın ana amacına uygun olarak gelişir. Milliyetçilik prensibinin tabii bir sonucu olarak dil ve Tarih inkılapları, batılaşma prensibinin de sonucu olarak Şapka ve Harf inkılabının kabulü ve devletin laikleştirilmesi, dar anlamda inkılabı ifade eder. 1961 anayasasında da yer alan “Atatürk devrimleri” deyimi, dar anlamda anılan inkılapların topunu birden belirtmek üzere kullanılmıştır. Türk İnkılabı veya Atatürk İnkılabı denildiğinde, geniş ve şümullü anlamı ile Kurtuluş Mücadelesini de içine alan Büyük Türk İnkılabı ifade edilir. 

Sonuç olarak inkılap basit ve sadece bir olay değildir. Yeni bir hukuki düzenlemenin aynı zamanda hareket noktasıdır ve idare edenlerin hukuk anlayışına karşı da müeyyidedir. Toplum mevcut olduğu andan itibaren fiil olarak inkılap da mevcut olmuştur. İnkılap fiili, inkılap fikrinden öncedir. İlkel toplumlarda bu tür hareketler, ya topluluğun ihtiyaçlarının tatmin olmamış olmasından veya politik grupların ihtiraslarından doğan şuursuz hareketleridir. Ancak XVIII’ inci yüzyıldan itibaren toplumda gelişmeler, topluma yeni bir yön vermenin zorunluluğunu ortaya koymuştur. Amerikan ve Fransız inkılapları yeni bir fikrin, yeni bir dünya anlayışının zaferidir. Toplumu geliştirmek için insan aklının düşündüğü reformlar, aynı zamanda toplumu düzenleyen kuralları da değiştirmek gücüne sahip olmak istemişlerdir. Gelişmeye toplum düzeninin sert bir şekilde engel oluşu, iktidarların tarihi ve sosyal gelişme önünde direnmeleri inkılabı Halk hareketi olarak zorunlu kılmıştır. İnkılap kaçınılmaz bir gelişmenin biraz sert ve fakat çabuklaştırılmış şeklidir. İnkılap, topluluğun hastalığına bir çaredir. İnkılap, iktidarı yenileştirme ve kuvvetlendirme gibi tarihi bir fonksiyonu da yerine getirir. 

İnkılabın Unsurları

İnkılap, Halk hareketi olarak mevcut düzeni zor kullanarak yıkmayı ve yıkılan düzen yerine yeni bir düzen kurmayı ifade eder. Bu tarife göre inkılap olayının unsurları şunlardır:

a. İnkılap önce bir Halk hareketidir. Hareketten maksat ani ve enstantane bir hareket değildir. Modern inkılap teorisi, inkılabın sanıldığının aksine ani bir olay, birden patlak veren bir hareket olmayıp için için gelişen, oldukça uzun bir sürecin eseri oluğunu ortaya koymaktadır.
Buna göre bir inkılapta bir hazırlık, patlama ile başlayan bir uygulama devresi mevcuttur.
İnkılabın en başta gelen bir özelliği de topluma mal edilmesi, toplumca yapılan bir hareket olmasıdır. Bir kişiye, bir zümreye, bir sınıfa dayanılarak yapılan inkılap, toplumca benimsenmedikçe gerçek anlamda bir inkılap niteliğini taşımaz.

b. İnkılap mevcut düzeni yıkma olayıdır. Mevcut düzenin yıkılması, mevcut hukuk düzenine karşı gelmeyi, kanuna, aykırı olan harekete geçmeyi gerekli kılar. Dayanağını direnme hakkında bulan bu toplum hareketi, eskimiş, yıpranmış ve iktidarda bulunanların zorla devama çalıştıkları eski düzenin yıkılmasını öngörmektedir.

c. İnkılap, yıkılan düzen yerine yeni bir düzen kurmayı amaç edinir. İnkılap, yıkılan düzen yerine yeni bir düzen kurmayı amaç edinmekle inkılabın yeni bir hukuki düzen olduğu,
gelecek hukuk düzeninin geçerliliğinin temelini teşkil ettiği anlaşılır. İnkılap, eski hukuk düzeninin enkazı üzerinde yeni hukuk düzeninin kuruluşudur.

İnkılabın Evreleri (Safhaları)

İnkılap üç evrede gerçekleşir;

a. Birinci Evre: Birinci evreyi teşkil eden fikri cephe, cemiyette değişiklik fikrinin tohumlarının atıldığı ve geliştirildiği devredir. Düşünürlerin, yazarların ve filozofların hazırladıkları ve yön verdiği devredir. İnkılaplar önce akla dayanan yeni bir sosyal düzen arayan fikirler olarak doğar. Ölçülü bir istek ve şüphe iken, taraftar bulunca iman ve ihtiras haline gelir. İnkılap fikirleri Halk yığınlarınca benimsenirse güç ve kuvvet kazanır.

b. İkinci Evre: İkinci evre, hazırlık evresinin tamamlanmasından sonra gelir ve aksiyon safhasıdır. Dar anlamı ile ihtilali ifade eder. İhtilal başarı gösterirse meşruluk kazanır. Modern ihtilaller bir tabiye ve taktik işidir. Disiplinli ihtilalciler ister.

c. Üçüncü Evre: Üçüncü evreyi, yıkılan, bozulan düzenin yerine bir yenisini kurma fiili teşkil eder. Yeniden kurma ile inkılap başarılmış olur. İhtilal kelimesi, canlı ve enerjik bir hareketin ifadesi olmakla beraber, inkılabın ancak bir safhasını, daha doğrusu tamamlanmamış durumunu ifade eder. İnkılap siyasi ve hukuki hüviyeti olan bir topluluk içerisinde eskilerin yerini yeni bir idarenin, yeni bir düzenin ve yeni müesseselerin almasıdır. İnkılapta topluma yeni ve ileri bir fikre dayanan yeni bir düzen ve değer getirilmiş olur.

İnkılapçılık ise; kurucu ve yapıcı bir düşünceyle modern toplum hayatında yeni ilerleme ve gelişmelere imkan hazırlamaya yönelik bir düşünceyi benimsemektir. İnkılapçılık bir taraftan uygarlık gereği yeni inkılapları öngörürken, diğer taraftan da ileriye yönelmeyi gerekli kılmaktadır. İnkılapçılıkla, Türk toplumu endüstri, bilim, teknoloji, tıp ve sanayi gibi her
alanda, her türlü gelişmeye yabancı kalmayacak kendini çağın gereklerine göre yenileyecektir. Bu anlamda, inkılapları sevmeyi ve korumayı, onları medeni ve insani
yaşayışın gereği olarak savunmayı öngörür. İnkılapçılık diğer bütün ilkeleri içine alır yani hepsini kapsayan genel bir ilkedir.

Türk İnkılabının Özelliği 

Türk inkılabı, bir diriliş ve yenilik hareketidir. Milli bağımsızlık ve milli egemenlik mücadelesidir. Dışarıda işgalciye, içeride Sultan – Halifeye karşı birlikte, bir arada yapılmıştır. Milleti batıya – batı kültürüne, batı zihniyetine götüren kökten sosyal bir deşişikliktir. “Türk inkılabı Türkiye’de doğu kültürü yerine batı kültürünü kurmuş, softa zihniyeti yerine, modern zihniyeti getirmiş ve şeriat zihniyetinin söndürdüğü milli şuuru, milletin ruhunda uyandırmıştır.” Paul Gentizon (Pol Jantizon) “Hulasa, 1922’den 1928’e kadar Türkiye’de cereyan eden hadiselere benzer bir sey bütün dünyada vukua gelmiş değildir. Tabiri caiz ise, bütün bir millet derisini değiştirmiştir.” Türk inkılabı, amaç, hazırlanış ve uygulama yönünden diğer inkılaplardan çok farklılık gösterir. Fikir yönünden hazırlık, inkılabın kaynağını teşkil eder. Fransiz ihtilalini hazirlayan fikirleri, Fransız yazar ve fikir adamları Voltaire (Volter) ve Montesquieu (Monteskiyö), diderot (Didero), Jena Jacques rousseau (Jan Jak Ruso) yüzyıllar boyunca çalışma ve eserleriyle ortaya koymuşlardır. Türk inkılabı bir doktrin hareketinin sonucu değildir ve bir doktrine de bağlı değildir. Türk inkılabı Osmanlı Devleti’nin tarihi kaderine tabi olmasi sonucu olarak önce bir vakia ve daha sonra bu vakiaya bağlı bir fikir olarak ortaya çıkmıştır. 

Türk inkılabını bir başka özelliği de ondaki paragmatik durum ve her türlü teorik ve ideolojik hazırlığın yokluğudur. Öyle ki, Türk inkılabı hiç meydanda yokken, birden hakikat olmuştur. Tarih böyle bir ideolojik hazırlık için, ne Mustafa Kemal’e ne de Türk milletine vakit bırakmamıştır. Her ikisi de inkılap yapmak vaziyetine getirilerek Tarih içinde irticalen birtakım işler yaratmak mecburiyetinde bırakılmışlardır.” 

19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Atatürk’ün esas amacı yeni bir Türk devleti kurmaktı. Yeni Türk devleti bir taraftan milli egemenlik diğer taraftan da milli bağımsızlık mücadelesi ile birlikte kurulmuştur. Yeni devletin kuruluşunun baş özelliği inkılaplarla birlikte, bir arada kurulmuş olmasındandır. Türk inkılabının amacı sona eren Osmanlı İmparatorluğu yerine özgür ve bağımsız yeni ve modern bir devlet kurmaktı. Yeni Türk Devletini kurma amacı Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihi görevinin sona ermesi ile ortaya çıkmıştır. Esas problem, Osmanlı İmparatorluğu yıkıldığı için bu devleti yeniden kurmak değil, yıkılmaya yüz tutan ve fiilen yıkılan bir devletin yerine yeni ve modern bir devletin kurulmasıdır. Türkler, bu bakımdan sürekli bir devlet Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkıntıları üzerine kurulan yeni Türk devleti, Türk milletinin devlet kurma konusunda kabiliyetine ve üstün başarısına bağlı kalmıştır. İnkılapla Türk Milleti siyasi ve hukuki topluluk olarak modern bir devlet, sosyal yönüyle ileri ve medeni bir toplum olma tercihini yapmıştır.

1789 Fransız ve 1917 Rus inkılaplarından farklı olarak Türk inkılabında, inkılabın hazırlığını yapanlar, fikri yönden olgunlaştıranlar ve onu aksiyon alanında başarıya götürenler aynı kişilerdir. Büyük Atatürk, Türk inkılabının hem fikri hazırlığını yapmış, hem de aksiyon alanında onu başarıya ve zafere ulaştırmıştır. İnkılapçı Atatürk, artık zamanını tamamlamış olduğuna inandığı bir imparatorluğun üzerine yepyeni temellere dayanan bir devlet kurmuştur. Atatürk, inkılabı başarıya ulaştırırken aynı zamanda özgür, bağımsız, modern ve yeni bir devlet kurmuştur. Yeni devletin kuruluşu önce fikri yönden bir hazırlık çalışması gerektirmiştir. Türk inkılabının amacını teşkil eden yeni devlet kurma fikri Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihe intikali ile ortaya çıkmıştır.

Yeni Türk Devleti’nde yapılan inkılapları; siyasi alanda, hukuk alanında, eğitim ve kültür alanında, sosyal alanda ve ekonomi ve sağlık alanında yapılanlar olmak üzere beş ana grupta toplamak mümkündür. Bu inkılaplar gruplarına göre şunlardır;

A) Siyasi Alanda Yapılan İnkılaplar

1)Saltanatın kaldırılması (1 Kasım 1922)
2)Cumhuriyetin ilanı (29 Ekim 1923)
3)Halifeliğin kaldırılması (3 Mart 1924)
4)Yeni Türk Devleti’nde anayasa hareketleri
4.a)İlk anayasanın kabulünden önce çıkarılan anayasa niteliğindeki kanunlar
4.b)20 Ocak 1921 anayasası (Teşkilat-ı Esasiye)
4.c)20 Nisan 1924 anayasası (İkinci anayasa)
5)Çok partili rejim denemeleri ve sonuçları
5.a)TBMM’de çeşitli grupların ortaya çıkışı
5.b)Müdafa-I hukuk Grubu’nun kuruluşu ve bunun Halk fırkasına dönüşmesi
5.c)Terakkiperver Cumhuriyet Fıkrası
i.Fırkanın kuruluşu
ii.Şeyh Sait İsyanı ve fırkanın kapatılması
5.d)Atatürk’e süikast girişimi
5.e)Serbest Cumhuriyet Fırkası
5.f)Menemen Olayı


B) Hukuk Alanında Yapılan İnkılaplar

1)Medeni Kanunun kabulü
2)Ceza Kanunun kabulü
3)Hakimler Kanun kabulü
4)Ticaret Kanunun kabulü
5)Borçlar Kanunun kabulü
6)İcra ve İflas Kanunun kabulü

C) Eğitim ve kültür Alanında Yapılan İnkılaplar

1)Eğitim alanında yapılan inkılaplar
1.a)Tevhid-I Tedrisat (Eğitim ve öğretimin birleştirilmesi) Kanunun kabulü
1.b)Latin harflerinin kabulü
1.c)Üniversite reformu
2)Kültür alanında yapılan inkılaplar
2.a)Türk tarihi alanında yapılan çalışmalar
2.b)Türk dili alanında yapılan çalışmalar

D) Sosyal Alanda Yapılan İnkılaplar

1)Kılık kıyafette yapılan değişiklik
2)Tekke zaviye ve türbelerin kapatılması
3)Takvim, saat, ölçüler ve rakamlarda değişiklik
4)Soyadı Kanunun kabulü
5)Milli bayramlar ve tatil günlerinin belirlenmesi
6)Kadın haklarının kabulü

E) Ekonomi ve Sağlık Alanında Yapılan İnkılaplar

1)Ekonomik alanda yapılan çalışmalar
2)Sağlık alanında yapılan çalışmalar

Atatürk’e Göre İnkılapçılık

Atatürk’e göre; Türk inkılabı, Türk Milletini son asırlarda geri bırakmış olan müesseseleri yıkarak, yerlerine milletin en yüksek medeni icaplara göre ilerlemesini temin edecek yeni müesseleri koymuş olmaktır. Atatürk bu anlatımı ile inkılabın, basit bir yönetim değişikliği olmadığını, temel kurumlarda da bir değişmeyi ifade ettiğini ve Türk inkılabının çağdaşlaşmaya yönelik karakterini de vurgulamıştır. Atatürk, kendisinin gerçekleştirmeye çalıştığı fikir ve prensiplerin, Türk milletinin mefkure ve emellerinin özeti olduğunu çeşitli şekillerde açıklamıştır. Atatürk kendi eseri olan inkılabın belirli niteliklerini 5.12.1925 de Ankara hukuk Fakültesi’nin açılışında şu sözlerle anlatmıştır:

Türk İnkılabı nedir? Bu inkılap kelimenin vehleten (ilk anda) ima ettiği ihtilal manasından başka ondan daha geniş bir tahavvülü ifade etmektedir. Milletin mevcudiyetini idame etmek için fertler arasında düşündüğü müşterek rabıta, asırlardan beri gelen şekil ve mahiyetini değiştirmiş, yani millet dini ve mezhebi irtibat yerine Türk Milliyeti rabıtasıyla efradını toplamıştır.” “Altı sene Zarfında büyük milletimizin hayat cereyanında vücuda getirdiği bu tahavvüller herhangi bir ihtilalden çok fazla yüksek olan muazzam inkılaplardandır”. “Çok milletlerin kurtuluş ve yükseliş mücadelesinde mütehevvir oldukları görülmüştür. Fakat bu tehevvür Türk Milletinin şuurlu tehevvürüne benzemez”.

Atatürk’ün inkılapçılık anlayışının temelinde Türk Milletini, dünya kültür ve medeniyetlerinden yararlandırma düşüncesi vardır. Türk inkılabı toplum hayatında ortaya çıkan teorik ve pratik sorunları, ihtiyaçları karşılamak ve problemleri çözmek amacıyla ortaya çıkmıştır. Atatürk yeri ve zamanı uygun oldukça gerçekleştirdiği inkılaplar ile, Türk Milletini çağdaş medeniyet seviyesine getirmeyi planlamıştır. Bu sebepten bütün inkılaplar, Türk Milletinin ilerlemesini sağlamaya yönelik gerçekleştirilmiştir.

Türk Milletinin ilerleyerek devam etmesi ve bunu sağlayan inkılapların korunması için, inkılapçılık ilkesini, Türkiye Cumhuriyetinin temel ilkelerinden birisi olarak Anayasaya koydurmuştur.

Vizyon; Kapinin anahtarlari; Zaman-mekan paradokslari


Yuksek Turkiye ulkusu olan Degerli Arkadaslarim,

Alttaki yaziyi lutfen etraflica ve derin dusunerek okuyunuz. Zira basari yada basarisizliklarimizdaki, ruhsal yasayi anlatmaktadir:


Gelecege ait programi olmak:


Zaman-mekan paradokslarini cok iyi anlamak gerekir. Ama maalesef, bizlerin, zihin yapisi oldukca daginik ve beyinlerimiz pek cok konuda tersine calisiyor. Burada bir yasa var; eger insan kendini konsantre edebilirse imkanlari yaratir, ama bizler beyne (dusunce beyinde uretilmez, ruhta uretilir) bedene bagli varliklar olarak bir turlu gercek konsantrasyonu basaramamaktayiz. Zihniyetimiz hep kisir cekismelerle, ruhsuz dunya isleri ve vesevese ile
doludur. (bkz. siyasamiz).

Bilindigi uzere biz sadece bedensel yasamla sinirli degiliz. Bu yasamla birlikte, ruhen, pekcok seyleri de beraber yasiyoruz. Bagli (yani bedene, dunyaya bagli) ve serbest (ruhsal) suurumuzla saniye ve saniye bircok islerin icindeyiz. Basarili oldugumuz butun islerde ruhsal
konsantrasyon vardir.
Yani bir iste basari elde etmissek, az da olsa, belli oranda kendimizi ruhen konsantre etmisiz demektir.

Gereken yogunlukta bir konsantrasyon gucu elde edebilirsek, Ataturkten manevi mirasimiz olan gerekli devrimi gerceklestirebiliriz. Ve karsi devrimi yaratan bizdeki-milletteki nedenlerin tespiti icin zamanda dort bes alti deterministik hayat geriye gidebiliriz. Bunu gerceklestiren insanlarin basinda yuce varligimiz Ataturk vardir. 

Zira su evrensel yasayi, gorkemli idrakiyle bilmektedir ki sartlar ve olaylar, var olus nedenleri degistigi takdirde degisime tabidirler. Gerileten, kayip ettiren sartlar ve olaylarin var olma nedenlerini degistirmeden, sartlari ve olaylari degistiremeyiz.

Atamizin manevi mirascilari olan sizler de tekamul gucunuzun yettigi oranda, o imkani buyutup kucultebilirsiniz. Yani zaman ve mekani tekamulunuz oraninda degistirebilirsiniz.

Zaman ve mekan rolatiftir, degiskendir. Zaman hem uzar, hem kisalir; mekan hem buyur, hem kuculur. Biz farkina bile varamayiz.

Zaman-mekan rolativitesi, Dogallik ilkesi ve imkanlar konusunda kati hukumler verirsek hedefimize yetisemeyiz. Cunku paradokslarla tekamule hizmet diye bir yasa vardir ve bu yasa bizler tarafindan iyice ogrenilip anlasilmadikca KENDIMIZI GECME vazifesini yerine getirmemiz cok zor olur.

Evrende Hak Esitlemesi vardir. Pozitifle negatif birbirini esitler.

Tekrar hatirlatalim ki tarih boyunca Goksel Mudahaleler, Ataturk gibi seckin ruhlarin ortaya cikisi seklinde olmustur.

Ataturk timsali yucelerin gosterdigi kapidan gecmek rahat, ama bu kapinin anahtarini elde etmek icin ruhsal yonde bilgisine kavusmak sarttir.

Ruhsal yonde bilgisi olmayanin vizyonu da yoktur. Ataturk gibi vizyon sahibi olmamiz ile ancak Atamizin miraslarina sahip olabiliriz ve bunu gelistirerek medeniyet ufkunda parildatabiliriz.

Oysa aksi durum ortadadir: Ataturk'un mirasini sahip cikanlarin degil Ataturk'un mirasini yiyenlerin yonetimi altinda olmamiz buyuk gostergedir. 

Ataturk'un mirasinin yenilip tuketimesine seyirci kalmamak icin ne gerekiyorsa onu derhal ogrenip uygulamaya koymamiz sarttir. Bunun icin gereken imkanlardan en onemlisi olan zaman ve mekanin rolatifligi, vizyonumuzu - dusuncelerimizi gerceklestimede bize en buyuk yar ve yardimcidir. Gerceklestirilecek olana konsantrasyon sarttir.

Dejenere bir millet mi olduk? (Gön. notu: Atatürk'e borçlarımızı ödeyebilmeye basladıgımızda dış borçlarımızı da anca ödemeye başlayabiliriz.)

Bir ülkenin kalkınmasında sadece ekonomi, sanayi ve ticarette değil; sosyal ve özellikle kültürel alanda gerçekleştirilecek çalışmaların ve ulaşılacak başarıların da büyük bir rol oynadığı hususu, dünyaca kabul edilen bir gerçektir. Hatta, hemen her konudaki faaliyetler için kültür; reel ve rasyonel çerçevede, yol gösterici bir dinamizm kaynağıdır. 

Tarihi, askeri ve siyasi planda değişme ve gelişmelerle dolu Türk milleti; yüksek kültürünü de etle tırnak gibi varlığının ayrılmaz bir parçası haline getirmiştir. Bu hususta, tarih boyunca yüzlerce fikir ve sanat adamı yetişmiş, binlerce kültür ve sanat eseri ortaya konulmuştur.

Bilindiği üzere; milletin, kendi varlık şuuruna ermesinin en tabii sonucu milliyetçilik; milliyetçiliğin kaynağı ise "milli kültür"dür. Milli kültürü, o milletin eseri olan dil, edebiyat, resim, mimari, müzik, gelenek, görenek ve her türlü el sanatları oluşturur. 

İşte Cumhuriyetimizin kurucusu büyük önder Atatürk; sadece bir asker ve devlet adamı hüviyetiyle değil, aynı zamanda milli kültür ve sanatımıza karşı beslediği engin saygı ve hayranlık ile de milletimizin gönlünde ayrı bir yer tutmuştur.

O, modern bir çağın getirdiği bilgi ve imkanlarla bir yandan bilimde, fende, sanayide, teknikte, eğitim ve kültürde ilerleyen, yükselen Batı'nın çalışmalarını yakından hayranlıkla izlemiş; diğer yandan, kendi milli kültürümüzü, sanatımızı koruyup geliştirerek , çağdaş medeniyete önce ulaşmak, sonra da onun üzerine çıkma gerektiği inancını çeşitli vesilelerle dile getirmiştir. 

Bu çerçevede;

"Türkiye Cumhuriyeti'nin temeli kültürdür." 1 

diyerek, kurduğu yeni rejimin özünü kültürün oluşturduğunu önemle vurgulamış ve:

"Milli kültürün her çığırda açılarak yükselmesini Türkiye Cumhuriyeti'nin temel direği olarak temin edeceğiz." 2 kesin kararlı ifadesiyle de, bu konuda ulaşılacak hedefi göstermiştir. 

Atatürk'ün milli kültür anlayışı ve bu anlayışın dayandığı yüksek felsefe; spekülatif, yani tahminlere dayalı "kurumsal" bir düşünce sistemi değildir. O'nun milli kültür anlayışının özünde, yüce milletimizin bizzat yaşadığı gerçekler ve bu gerçeklerle oluşmuş engin tecrübeler yer alır. 

Kültür'ü; "Okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden anlak çıkarmak, intibah almak, düşünmek, zekayı terbiye etmek" tarzında tarif eden Gazi'ye göre; "İnsan olabilmenin en esaslı unsuru"nu da, böylece gene kültür teşkil etmektedir. Bunu açıklığa kavuşturmak hususunda ise şunları kaydeder: 

"Kültür tabiatın yüksek feyizleriyle mesut olmaktır. Bu ifade içinde çok şey yer alır: Temizlik, saflık, yükseklik, insanlık v.s. Bunların hepsi insanlık vasıflarındandır. İşte kültür kelimesini mastar şekline soktuğumuz zaman, tabiatın insanlara verdiği yüksek vasıfları kendi çocuklarına ve geleceğine vermesi demektir. Buraya kadar anlatmak istediğimiz kültürel insanlardır. Yani hem kendileri kültür sahibidirler, hem de bu hususiyeti çevrelerine ve bütün Türk milletine yaymakta olduklarına inanmışlardır." 3 

Edebiyat ve fikir hayatımızda, "hars" adını verdiği kültür ile medeniyet kavramları etrafında ilk defa ayrıntılı bir şekilde duran Ziya Gökalp; bunların, birleşme ve ayrılma noktaları bulunduğuna temasla şu görüşlere yer verir:

"Milli kültür ile medeniyet arasındaki birleşme noktası, ikisinin de bütün sosyal hayatları içine almasıdır. Sosyal hayatlar şunlardır: Dini hayat, ahlaki hayat, hukuki hayat, rasyonel hayat, iktisadi hayat, lisani hayatı, fenni hayat. Bu sekiz türlü sosyal hayatın bütününe milli kültür adı verildiği gibi medeniyet de denilir. Kültür milli olduğu halde medeniyet milletlerarasıdır. Kültür yalnız bir milletin dini, ahlaki, hukuki, akli, estetik, lisanî, iktisadi ve fenni hayatlarının ahenkli bir bütünüdür. Medeniyet ise, aynı medeniyet dairesine giren birçok milletlerin sosyal hayatlarının müşterek bir yekûnüdür. Mesela, Avrupa ve Amerika medeniyet dairesinde bütün Avrupalı milletler arasında müşterek bir Batı Medeniyeti vardır. Bu medeniyetin içinde birbirinden ayrı ve müstakil olmak üzere bir İngiliz kültürü, bir Fransız kültürü, bir Alman kültürü ilh. Mevcuttur. (...) 


Milli kültüre dahil olan şeyler ise, usul ile fertlerin iradesiyle vücuda gelmemişlerdir. Suni değillerdir. Bitkilerin, hayvanların organik hayatı nasıl kendiliğinden ve tabii bir surette gelişiyorsa, milli kültüre dahil olan şeylerin teşekkül ve tekamülü de tıpkı öyledir. Mesela dil, fertler tarafından, usulle yapılmış bir şey değildir. Dilin bir kelimesini değiştiremeyiz. Onun yerine başka bir kelime icat edip koyamayız. Dilin kendi tabiatından doğan bir kaidesini de değiştiremeyiz. Dilin kelime ve kaideleri ancak kendiliklerinden değişirler. Biz, bu düşünceye seyirci kalırız. Fertler tarafından yalnız bir takım terimler yani lafızlar ilave olunabilir. Yalnız bu lafızlar ait olduğu meslek zümresi tarafından kabul edilmedikçe, lafız mahiyetinde kalarak kelime mahiyetini alamaz. Yeni bir lafız, bir meslek zümresi tarafından kabul edildikten sonra da bir zümre kelimesi mahiyetini alır. Ancak, bütün halk tarafından kabul edildikten sonradır ki, müşterek kelimeler arasına girebilir. (....)

Medeniyet usulle yapılan ve taklit vasıtasıyla bir milletin diğer millete geçen kavramların ve tekniklerin bütünüdür. Milli kültür ise, hem usulle yapılamayan, hem de taklitle başka milletlerden alınamayan duygulardır.

Görülüyor ki, milli kültür ile medeniyeti birbirinden ayıran milli kültürün bilhassa duygulardan, medeniyetin bilhassa bilgilerden mürekkep olmasıdır. İnsanda, duygular usule ve iradeye bağlı değildir. Bir millet başka milletin dini, ahlaki ve estetik duygularını taklit edemez.(.....)

Bir kültürü meydana getiren çeşitli sosyal hayatlar arasında içten bir bağımlılık deruni bir ahenk vardır. Türkün dili nasıl sade ise, din, ahlak, güzellik, siyaset, iktisat, aile hayatları da hep sade ve samimidir.

Türk'ün hayatındaki sevimlilik ve orjinallik bu hakim karakterini bir tecellisinden ibarettir. 

Fakat milli kültürün unsurları arasında bu ahenge bakıp da medeniyetin de ahenkli unsurlardan meydana geldiğini zannetmek doğru değildir. Bir medeniyet ancak milli kültüre aşılanırsa ahenkli bir birliğe kavuşur. Mesela İngiliz medeniyeti, İngiliz kültürüne aşılanmıştır. Bundan dolayı, İngiliz kültürü gibi İngiliz medeniyetinin unsurları arasında bir ahenk vardır.

Milli kültür ile medeniyet arasında bir münasebet de şudur: Her kavmin, ilk önce, yalnız milli kültürü vardır. Bir kavim, kültür bakımından yükseldikçe siyasetçe de yükselerek kuvvetli bir devlet vücuda getirir. Diğer taraftan da, kültürün yükselmesinden medeniyet doğmaya başlar. Medeniyet, başlangıçta milli kültürden doğduğu halde, sonradan komşu milletlerin medeniyetinden de birçok müesseseler alır. Fakat, bir cemiyetin medeniyetinden fazla bir gelişmenin süratle meydana gelmesi zararlıdır. Ribot diyor ki: "Zihnin fazla gelişmesi seciyeyi bozar". Fertte zihin ne ise, cemiyette de mili kültür odur. Buna göre, zihnin fazla gelişmesi de milli kültürü bozar. Milli kültürü bozulmuş olan milletlere "dejenere milletler" denir. 

Milli kültür ile medeniyetin sonuncu bir münasebeti de şudur: Milli kültürü kuvvetli, fakat medeniyeti zayıf bir milletle, milli kültürü bozulmuş, fakat medeniyeti yüksek olan başka bir millet, siyasi mücadeleye girince, milli kültürü kuvvetli olan millet daima galip gelmiştir. Mesela, Eski Mısırlılar, medeniyette yükselince milli kültürleri bozulmaya başladı. O zaman yeni doğan Fars Devleti ise, medeniyetten henüz geri olmakla beraber, kuvvetli bir milli kültüre malikti. Bu sebeple, Farslılar, Mısırlıları yendiler. Birkaç yüzyıl sonra, İran’da medeniyet yükseldi, buna karşılık milli kültürleri henüz bozulmaya başladığından, gerek Yunanlılar, gerek İranlılar, kuvvetli bir milli kültürle meydana çıkan medeniyetsiz Makedonyalılara yenildiler. 4

Bu konuda Atatürk, Ziya Gökalp'ten farklı bir görüşü benimser. "Medeniyeti kültürden ayırmanın güç ve lüzumsuz" olduğuna temasla: kültür'ün unsurları etrafında, şunları kaydeder: 

"Hars (kültür): 

a) Bir insan cemiyetinin devlet hayatında;

b) Fikir hayatında, yani ilimde, sosyolojide ve güzel sanatlar;

c) İktisadi hayatta, yani ziraatte, ticerette, kara, deniz ve hava ulaşımında yapabildiği şeylerin toplamıdır." 

Sayın, Dr. Müjgan Cunbur'un da isabetle kaydettiği gibi, Atatürk'ün, ilk kültür tarifinde "psikolojik bir görüş, bir eğitimci görüşü hakimken" bu ikinci tarifte, "bir sosyologun anlayışıyla karşılaşılmaktadır." 5 

Nitekim Atatürk'e göre; Medeniyet denildiği zaman; devlet, fikir ve iktisat hayatında görülen üç tür faaliyet söz konusudur. Diğer taraftan; "şüphesiz her insan cemiyetinin hars yani medeniyet derecesi bir olmaz. Bu farklar devlet, fikir, iktisadi hayatların her birinde ayrı ayrı göze çarptığı gibi, bu fark üçünün neticesi üzerinde de görülür. Mühim olan neticeler üzerindeki farktır. Yüksek bir hars (kültür) onun sahibi olan millete kalmaz. Diğer milletlerde de tesirini gösterir. Büyük kıtalara yayılır. Belki bu itibarla olacak, bazı milletler yüksek harsa(kültüre) medeniyet diyorlar. 

Avrupa medeniyeti [asr-ı hazır (şimdiki 20. yüzyıl) medeniyeti gibi)] tarzında "sentezci" bir tavır takınır. 

Türk milli kültürünün, Türk gençliğinin zihninde ve Türk Milletinin şuurunda daima canlı bir halde tutulması gereğine gönülden inanan Atatürk; bunun, "Üniversitelerimize ve yüksekokullarımıza düşen başlıca vazife olduğunu" söyler. Bunları gerçekleştirmek için de, Türkiye'nin üç büyük kültür bölgesine ayrılmasının; "İstanbul'a ek olarak Ankara'da ve Doğu bölgelerinde (Van'da) kurulacak Üniversitelerle modern bir kültür şehri yaratılmasının gereğine" 6 işaret eder. 

Milli kültür programlarının, kültürden sanata uzanan bir çizgide ele alınması ile ilgili olarak da:

'Türk Tarih ve Dil Kurumları'nın Türk milli varlığını aydınlatan çok kıymetli ve mühim birer ilim kurumu mahiyetini aldığını görmek, hepimizi sevindirici bir hadisedir. 

Türk Tarih Kurumu; yaptığı kongre, kurduğu sergi, yurt içindeki kazılar, ortaya çıkardığı eserlerle şimdiden bütün ilim dünyasına kültürel vazifesini yerine getirmeye başlamış bulunuyor.

İlk resim galerimizi de bu yıl (1937'de) açmış bulunuyoruz. 

Geçen yıl Ankara'da kurulan Devlet Konservatuarı'nın; müzikte sahnede, kendisinden beklediğimiz teknik elemanları süratle verebilecek hale getirilmesi için, daha fazla gayret ve fedakarlık yerinde olur.' 7 tarzında memnuniyetini dile getirir. 

Derin ve engin bir geçmişe sahip bulunan Türk milletinin tarihi dönemleri içerisinde, kültür ve medeniyet kavramlarını bir bütün olarak gören ve değerlendiren Atatürk'ün isabetli tespitleri çerçevesinde; 'Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türk halkı medenidir. Tarihte medenidir, hakikatte medenidir.' 8 Ayrıca: 

"Türkler bütün dünya medeniyet ve insanlığı için bir imtisal (gereğini yerine getirme) örneğidir. Yalnız bu kadar değil; Türkler tarihin çok eski devirlerinde insanlığa karşı yaptıkları vazifeleri yeniden, fakat bu sefer daha iyi bir şekilde yapmaya hazırlanan yüksek bir varlıktır." 9 

şeklinde, milletimize beslediği büyük taktir ve hayranlık duygularını ortaya koyar. Bunu takiben "medeniyetin esasının, özünün ilerleyip, yükselme ve gücünün temelinin de aile hayatında olduğunu" 10 vurgular. 

Bu bakımdan; aileden başlamak ve bütün milleti içine alacak şekilde, "Medeniyet yolunda yürümenin ve başarılı olmanın hayatın şartı olduğunu" 11 dile getirdikten sonra, ulaşılacak hedefleri tam bir kararlılıkla şöyle gösterir. 

"Artık duramayız, behemahal (mutlaka) ileriye gideceğiz. Geriye ise hiç gidemeyiz. Çünkü ileri gitmeye mecburuz. Millet vazıhan (açık olarak) bilmelidir; medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki, ona bigane (ilgisiz) olanları yakar ve mahveder. 

İçinde bulunduğumuz aile-i medeniyette (medeni dünyada) layık olduğumuz yeri bulacak ve onu muhafaza ve ilan edeceğiz. Refah, saadet ve insanlık buradadır." 12 

İşte bütün bunlar için, medeniyet ve onunla bütünleştiğine inandığı kültür konusunda, şu kesin hükümleri verir:

"Gözlerimizi kapayıp mücerred (her şeyden sıyrılmış halde) yaşadığımızı fart edemeyiz. Memleketimizi bir çember içine alıp cihan ile alakasız yaşayamayız. Aksine; ilerlemiş, medeni bir millet olarak medeniyet sahasının üzerinde yaşayacağız. 

Bu hayat ancak ilim ve fen ile olur. İlim ve fen nerede ise oradan alacağız ve milletin her ferdinin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt (sınırlama) ve şart yoktur." 13 

"Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşid (yol gösterici) ilimdir, fendir. İlim ve fennin haricinde mürşid aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir (sapıklıktır)." 14 

Atatürk'e göre; edebiyat, resim, heykel, müzik, tiyatro, mimari gibi bütün güzel sanatları, kültürün oluşumu içinde ele almak ve değerlendirmek gerekir. 

O, Edebiyat'ı "askerlik gibi yüksek idealist bir meslek için bile uyandırıcı, hedeflendirici, yürütücü ve nihayet fedakar ve kahraman yapıcı" aktif bir unsur sayarak; "her insan cemiyeti ile bu cemiyetin, o gününü ve geleceğini koruyan ve koruyacak olan her kuruluş için en esaslı terbiye vasıtalarından biri" kabul eder. 15 Bunun içinde, Milli Eğitim Bakanlığı'nın, edebiyat öğretimine özel bir önem ve değer vermesi gerektiğini belirttikten sonra; ulaşılacak sonucu şu satırlarında hükme bağlar: 

"Türk çocuğu konuşurken, onun beyan ve anlatış tarzı; Türk çocuğu yazarken, onun ifade üslubu; kendisini dinleyenleri onun yürüdüğü yola götürebilecek, bu kabiliyeti sayesinde Türk çocuğu kendisini dinleyen veya yazısını okuyanları, peşine takarak yüksek Türk ülküsüne iletebilecek ulaştırabilecektir." 

"Bu edebiyat anlayışı, böyle bir edebiyat öğretimi sayesindedir ki, edebiyatın masasından anlaşılan gayeye varmak mümkün olabilir." 16 

Edebiyat başta olmak üzere bütün güzel sanatları milli kültürün öz, ayrılmaz bir parçası kabul etmiştir. Bu inançla; "bir milleti yaşatmak için bir takım temeller lazımdır ve bilirsiniz ki, bu temellerin en mühimlerinden biri sanattır. Bir millet sanat ve sanatkardan mahrumsa, tam bir hayata malik olamaz." Diyerek; kültür platformunda, sanata ve sanatkara verdiği üstün değeri, veciz bir şekilde dile getirmiştir. 

Gazi; daha okul sıralarından itibaren, resmi ve özel hayatında edebiyatın daha ziyade şiir ve özellikle hitabet yönü ile ilgilenmiştir, diyebiliriz. O şiiri, tıpkı çok sevdiği Namık Kemal gibi vatan ve millet yolunda heyecan uyandırıcı bir sanat olarak kabul etmiştir. Çok takdir ettiği Tevfik Fikret gibi bilim, fikir ve vicdan hürriyetinin kazanılmasında, korunup gelişmesinde başlıca faktörlerden birisi olarak görmüştür. Hitabet sanatını ise, asker ve devlet adamı vasfını tamamlayan vazgeçilmez bir unsur saymıştır. Şiirle ilgisi dolaylı, hitabet ile doğrudandır. Yani şiir, zaman zaman söylemekten, söyletmekten, dinlemekten zevk aldığı, heyecan duyduğu, derin saygı ve sevgi beslediği edebi türlerin başında gelmiş; hitabet ise, baştan itibaren bizzat meşgul bulunduğu, son derece hoşlandığı bir edebiyat alanı olmuştur.

Nihayet, edebiyatı, "kültürlü medeni toplumların ayrılmaz bir parçası" sayarak, şöyle tarif eder: 

"Söz ve manayı, yani insan dimağında yer eden her türlü bilgileri ve insan karakterinin en büyük duygularını, bunları dinleyenleri ve okuyanları çok alakalı kılacak surette söylemek ve yazmak sanatı. Bunun içindir ki edebiyat; ister nesir halinde olsun, ister nazım şeklinde olsun, tıpkı resim gibi heykeltraş gibi, bilhassa musiki gibi güzel sanatlardan sayıla gelmektedir." 17 

Güzel sanatlarda başarılı olmayan milletlerin, medeniyet alanında yüksek insanlık sıfatıyla tanınmalarının imkansız olduğu 18,, haklı inancını taşıyan Atatürk; sanatın ve sanatkarın büyüğü, küçüğü olamayacağını, 3 Nisan 1922'de Konya Askeri Nalbant Mektebi’ndeki diploma töreninde aynen şöyle ifade eder: 

"Sanatın en basiti, en şereflisidir. Kunduracı, terzi, marangoz, saraç, demirci, sosyal hayatımızda, askeri hayatımızda hürmet ve haysiyet mevkiine en layık sanatkardır." 19 

Ayrıca:

"Sanatkar, cemiyete uzun cehd (çalışma) ve gayretlerden sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır." 20 

anlamlı tarifini takiben:

"Sanatsız kalan bir milletin, hayat damarlarından biri kopmuş demektir." 21 

haklı teşhisini koyar. Hele elini öpmek isteyen bir sanatçıya:

"Sanatçı el öpmez. Sanatçının eli öpülür." 22 

demesi, olgunluğunun zirvesinde sanata ve sanatkara duyduğu saygının en seçkin bir delili olarak değerlendirilmek durumundadır.

Resim ve heykel sanatları konusunda takındığı son derece olumlu ve destekleyici tavrını da, çeşitli vesilelerle ortaya koymuştur. Nitekim 1923 yılında, heykel ve ondan hareketle resim sanatı ve heykeltraş hakkında:

"Dünyada mütemeddin (medeni), müterakki (gelişmiş) ve mütekamil (olgun) olmak isteyen herhangi bir millet, mutlaka heykel yapacak ve heykeltraş yetiştirecektir." 

Dedikten sonra; bu sanatın "dine aykırı olduğunu" iddia edenlere de, şu karşılığı verir: 

"Âbidelerin şuraya buraya tarihi hatıra olarak dikilmesinin dine aykırı olduğunu iddia edenler, İslami hükümleri layıkıyla tetkik etmemiş olanlardır. Cenab-ı Peygamberin İslam dinini tesisinden bu ana kadar bin üç yüz bu kadar sene geçmiştir. Hazret-i Peygamberin ilahi emirleri tebliği esnasında karşısındakilerin kalp ve vicdanında putlar vardı. Bu insanları Hak Yola davet için evvela o taş parçalarını atmak ve bunları ceplerinden kalplerinden çıkarmak mecburiyetinde idi. İslami hakikatler tamamiyle anlaşıldıktan ve hasıl olan vicdani kanaat kuvvetli hadiseler ile de kuvvetlendikten sonra, birtakım münevver insanların böyle taş parçalarına tapınmasını zannetmek İslam alemine hakaret etmek demektir. Münevver ve dindar olan milletimiz, gelişmenin sebeplerinden biri olan heykeltraşlığı azami derecede ilerletecek ve memleketimizin her köşesi atalarımızın ve bundan sonra yetişecek evlatlarımızın hatıralarını güzel heykellerle dünyaya ilan edecektir. 

Bu işe çoktan başlanmıştır. Mesela Sivas'tan Erzurum'a giderken yol üzerinde güzel bir heykele tesadüf edersiniz. Sonra Mısırlılar İslam değil midir? İslamlık, yalnız Türkiye ve Anadolu halkına mı mahsustur? Seyahat edenler pekâlâ bilirler ki, Mısır'da birçok büyük adamların heykelleri vardır. Milletimiz din ve dil gibi, kuvvetli iki fazilete maliktir. Bu faziletleri, hiçbir kuvvet, milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz.İnsanlar olgun olmak için bazı şeylere muhtaçtır. Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki fennin icab ettirdiği şeyleri yapmaz; itiraf etmeli ki o milletin ilerleyip yükselme yolunda yeri yoktur. 

Halbuki bizim milletimiz, hakiki vasıflarıyla medeni olmaya yükselmeye layıktır ve olacaktır.” 23

Sanatçıların, his ve heyecan dünyasına, sanat kabiliyetlerine verdiği değer ise, her türlü takdirin üstündedir. Nitekim, bir gün ressam İbrahim Çallı kendisine " Türk milletinin gönlündeki Mustafa Kemal'in portresini yapmama izin verir misiniz Paşam? Sorusunu yönelttiğinde O'na: "Madem ki gönüllerde yaşayan Mustafa Kemal'i çizmek istiyorsun, benim modelliğime ihtiyaç yok!" 24 anlamlı cevabını verir. 

Heykel, resim gibi musiki konusuna da ayrı bir değer ve önem veren Atatürk; 1925 yılında kendisine, "Hayatta musiki lazım mıdır?" Sorusunun sorulması üzerine: 

"Hayatta musiki lazım değildir. Çünkü hayat musikidir. Musiki ile alakası olmayan mahlukat insan değildir. Eğer söz konusu olan hayat insan hayatı ise, musiki mutlaka vardır. Musikisiz hayat, zaten mevcut olamaz. Musikinin çeşidi tektik edilmeye değer." 25 hükmüne ulaşır.  

Birçok konuda olduğu gibi, müzik alanında da Batıya yönelmek gerektiği inancı ile:

"Bizler alaturka musikiye alışmışız, ama yeni nesiller alafranga musikiye çalışmalıdırlar." 

ve:

"Çocuklarımızın, gelecek nesillerin musikisi, Garb medeniyetinin musikisidir." 26 demiştir. 

Bununla birlikte, bir gün Çankaya Köşkü'ndeki İncesaz Heyeti fiefi Emekli Binbaşı Hafız Yaşar Okur'a: 

"Biz Garb'ınkini hürmetle dinlediğimiz gibi, bizim musikimiz de bütün dünyada hürmetle dinlenecek bir halde olmalıdır." 27 tarzındaki, sentezci tavrını da ortaya koymuştur. 

Klasik Türk müziğinin üstad sanatçılarından Mesut Cemil Bey'in de içinde bulunduğu bir grubun konserini takiben, kendilerine hitaben söylediği şu sözler de aynı anlayışın bir başka ifadesidir: 

"Biz çok defa musikisin tam haysiyetini (itibarını, değerini) bulamıyoruz. İşte bu dinlediğimiz, hakiki Türk Musikidir ve şüphesiz yüksek bir medeniyetin musikisidir. Bu musikiyi, bütün dünyanın anlaması lazımdır. Fakat, onu bütün dünyaya anlatabilmek için, bizim milletçe, bugünkü medeni dünyanın seviyesine yükselmemiz lazımdır." 28 

Nihayet, sanat alanındaki çalışmaları yönlendirmek ve yeni sanatçıların yetişmesini sağlamak yolunda, Ankara'da 1924'de bir Musiki Muallim Mektebi kuruldu ve okul 1936'da Devlet Konservatuarı haline getirildi. Daha sonra buradan mezun olan sanatçılardan oluşan Devlet Tiyatrosu, Devlet Operası ve Balesi kuruldu. 

Öte yandan, Cumhuriyetin ilk yıllarında açılan Gazi Terbiye Enstitüsü'nde Resim-İş, Müzik bölümleri ile de çalışmalara öğretmen yetiştirmek yolunda hız verildi. 

Ayrıca, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası kuruldu. Bütün sanat dallarında, uluslararası çapta değer taşıyan sanatçılar, Türkiye'ye davet edildi. Devlet Resim ve Heykel sergilerinin açılması girişimlerinde bulunuldu. Her alanda yurtdışına gönderilen sanatçılarla da, Türk kültür ve sanatının uluslar arası boyuta ulaşması hususunda çok ciddi ve önemli adımlar atıldı. 

Sonuç olarak diyebiliriz ki; Türk Millleti, her konuda olduğu gibi, Türk kültüründe ve onunla bütünleşen bir çizgide Türk sanatında da büyük Atatürk'e çok şey borçludur ve ona minnettardır.   

Prof. Dr. Önder GÖÇGÜN

Pamukkale Üniversitesi Rektör Yardımcısı, Denizli - TÜRKİYE. 



DİPNOTLAR:

1 Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Ankara 1959, s. 261.

2 Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri. Cilt:1, Ankara, s. 372. 

3 Afet İnan, a.g.e., s. 261-262.

4 Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, (Haz. Prof. Dr. Mehmet Kaplan), İstanbul 1970, s. 30 v.d.

5 Müjgan Cunbur, Atatürk ve Milli Kültür, Ankara 1973, s.10.

6 Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Cilt 1. s. 401 

7 A.g.e., s. 411

8 A.g.e., Cilt:II, s. 212.

9 Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri; Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt:4, Ankara 1972, s. 591.

10 A.g.e., Cilt II, Ankara 1961, s. 183.

11 A.g.e., Cilt II, s. 183.

12 A.g.e., aynı cilt, s. 210.

13 A.g.e., aynı cilt, s. 44.

14 A.g.e., aynı cilt, s.197.

15 Afet İnan, M. Kemal Atatürk’ten Yazdıklarım, İstanbul, 1971, s. 50.

16 A.g.e., s. 50-51.

17 A.g.e., s. 49.

Bu hususlar etrafında, ayrıntılı bilgi için bkz. Göçgün, Edebiyat Dünyası ve Atatürk, Ankara 1995, s. V, v.d.

18 U tkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, 3. baskı, Ankara 1984. s. 128.

19 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt: II., s. 32.

20 Utkan Kocatürk, a.g.e., s. 144-145.

21 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt:II., s. 125.

22 Vasfi Rıza Zobu, O Günden Bu Güne, İstanbul 1977, s. 323.

23 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II. S. 66.

24 Metin Toker, “Emekliye Ayrılan Çallı’nın Hayatı”, Cumhuriyet Gazetesi, 13 Temmuz 1947, s. 2.

25 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II. S. 235.

26 Utkan Kocatürk, a.g.e., s.150.

27 A.g.e., s. 150.

28 A.g.e., s. 150.

e-kaynak: http://www.akmb.gov.tr/turkce/books/turkkong4-4/tk4-4-21-gocgun.htm

YABANCILARIN TÜRKLER HAKKINDA SÖZLERİ

* Türkler canlı ve yaşamaya kabiliyetli olduklarını her fırsatta ve hayrete değer bir kahramanlıkla ispat etmekten geri kalmıyorlar.

lord beaconsfield

* Türk, asillerin asilidir. yapma olmayan, gösterişi bulunmayan bu pek yüce asalet ona tabiatın hediyesidir.
pierre loti

* Türklerin yalnız sonsuz bir cesareti değil, iradeleri sersemleştiren bir sihirbaz zekası vardır. işte türk bu zekasıyla zafer kazanır, uygarlıklar yaratır ve insanlık dünyasında en şerefli hizmeti başarır. zaten avrupa'nın yarısını yüzyıllarca boyunduruk altına almak başka türlü mümkün olamazdı.
çarnayev (rus komutan)

* silahlı milletin en canlı misali türklerdir. bu diyar köylüsünün orak, katibinin kalem ve hatta kadınlarının etek tutuşunda silaha sarılmış bir pençe kıvraklığı vardır. türk ata biner gibi oturur, keşfe yollanan asker gibi uyanık yürür.
moltke

* Türkler bir ırk ve bir millet olarak yeryüzünün en şerefli insanlarıdır.
lamartine

* savaşın zevkini almak isteyen herkes türklerle savaşmalıdır.
tawsend (ingiliz komutan)

* doğulu önderler, milletlerinin başından ayrılmayarak her hükümetin temeli olan şu iki kanunu hakkıyla yapıyorlar: iyi yola götürmek ve kötülüklerden korumak. bu asil hareket ruslardan fazla özellikle Türklerde göze çarpıyor.
auguste comte

Türkkadınlarının en büyük süsü Türk oluşlarıdır. onlar süslenmek için elmas veya zümrüt takınmıyorlar, belki üzerlerinde taşıdıkları o taşları süslemiş ve kıymetlendirmiş oluyorlar. çünkü her Türk kadını canlı bir inci ve paha biçilmez bir pırlantadır.
lady mary wortley montagu

* Türklerin yaradılışlarında semavi bir azamet, gönül alışlarında meleklerde bulunmayan bir mahviyet var. Bu büyük ruhlu milletin arasında vatanımı unutmaktan korkuyorum. Vatan aziz ve pek aziz. lakin  Türk de aziz ve çok aziz!
conte de bonneval (humbaracıbaşı ahmet paşa)

* Türkün güzel yüzünü, kuvvetli endamını, pırıltılı kostümünü, zarif tavırlarını, kibar gülüşünü, aslanca kükreyişini fırçayla göstermek mümkündür. fakat pek güç olan, Türkün özünü göstermektir. bu öz, ayışığı gibi görülür fakat gösterilemez.
decamps (fransız ressam)

* Türkler yaman binicidirler. türkler hücumunda düşmanı bir yaprak gibi çevirip bozarlar.
câhiz (arap bilgini)

* Türkün ezeli meziyetlerini, tarihî faziletlerini, yüksek kabiliyetlerini inkar etmeyelim.
lord beaconsfield (ingiliz diplomat)

* Türkler öldürülebilir fakat mağlup edilemezler.
napolyon

* Türklerin yürekleri temizdir. onlarda batıl fikirler, basit düşünceler yoktur.
semame ibni eşreş (arap bilgini)

* Türkler kahramandırlar. dostlarına zarar vermezler. fakat kazanç getirirler.
comenius (çek bilgini)

* Türklerin biricik sevdikleri şey hak ve hakikattir ve hiçbir haksızlık yapmadıkları halde haksızlığa uğramışlardır.
william pitt (ingiliz devlet adamı)

* Türklerin vatana bağlılıkları, her özelliklerinin üstündedir.
câhiz (arap bilgini)

* Türk, heredot'tan, tevrat'tan çok eski yüzyılların tanıdığı bir ulustur. sadelik içinde görkemi, sükunet içinde ihtişamı, tahakküm kabul etmeyen bir yüreklilik, alabildiğine geniş bir fetih aşkı, sonsuz bir teşebbüs kabiliyeti, bölgelere uymaktan çok bölgeleri kendine uydurma zevki ve alışkanlığı türk milletinin asırlar dolduran tarihinde açıkça görülür.
hammer

* kim ki en halis Türktür, kim ki eşyaları ve insanları layık olduğu mevkide görür, kim ki paraya değer vermez, kim ki iç duyguları dış durumlara bağlı değildir, o muhakkak ki kendisini bu özelliklere sahip olmayan birçok millete üstün sayacaktır.
kayzerling (alman filozof)

* Türkler merhametli ve hoşgörülüdürler. inanmadıkları gerçeklerin yanıbaşlarında yaşamasına göz yumarlar. bu, kendi güçlerine gururlu bir şekilde güvenmekten ileri gelse bile pey asilanedir.
chateu briand

* Türkler kahramadırlar, dostlarına zarar vermezler. yüce Türk milleti tuttuğu eli bırakmaz, sözünden dönmez, iyi ve kötü günlerde dostundan ayrılmaz. böyle bir ulusla el ele vermek yeryüzünde her zorluğu yenmek için sonsuz bir güç ve yetenek kazanmak demektir.
comenius (çek bilgini)

* Türkler muhakkak ki avrupa tarihinin ve yakın asya tarihinin bildiği en halis efendi millettir.
kayzerling

* insanları yücelten iki büyük meziyeti vardır: erkeğin cesur, kadının iffetli olması. bu iki meziyetin yanında bir meziyet daha vardır: vatana her şeyini feda edecek kadar bağlı olmak. bunlar büyük kahramanlığı, elem ve kedere karşı koymayı doğurur. işte Türkler bu çeşit kahramanlardandır.
napolyon

* her Türkün bakışında silahın ruha verdiği güveni görmek mümkündür. o hayata ve olaylara güvenle bakmayı öğrenmiştir.
molkte

* kılıcı insafsız bir beceriyle kullanan Türkün eli, yendiği insanların yarasını sarmakta da ustadır.
lord byron

* Türk korkmaz, korkutur. bir şey isterse onu yapmadıkça vazgeçmez. hangi işe al atarsa başarır.
semame ibni eşreş

* Türkler pek namuslu insanlardır. ne savaşta be barışta hile yapmazlar. fırsattan istifadeye tenezzül etmezler. özleri ve sözleri doğrudur.
câhiz

* Türkçeyi öğrenmek benim için büyük bir mutluluk oldu. çünkü türkü anlamak için kendisiyle mutlaka tercümansız konuşmalıdır. tercüman, ışığı örten zevksiz bir perde oluyor.
gelland (fransız bilgini)

* yaşlılık hiç bir yerde Türkiye'de olduğu kadar saygıya değer olmadığı için yaşlı Türkler burada günlerini pek tatlı geçirirler.
a. ubucuni

* Türk askeri cesurdur. anavatanını sever ve onun için gerekirse çekinmeden canını feda eder.
albert weinstein

* Türkler kendilerini anlamayanlara, kim olursa olsun, kendilerini anlatmak yolunu biliyorlar. onları bu yola niçin sürüklemeli.
antoine galland

* artık Türklerle savaşmam. onlar çok cesur ve iyi insanlar.
andreas phitiades

* Türkler asya'nın güçlü ulusudur.
albert sorel

* dünyada iki bilinmeyen vardır. biri kutuplar, diğeri Türkler.
albert sorel

* Türk toplumunda kişisel nitelik ve değer dışında hiçbir şeye önem verilmez.
baron büsbek

* Türkler bilime saygılı ve ince duygulu bir millettir.
baron büsbek

* Türklerin avrupa dengesi için gerekli bir unsur oldukları kesindir.
lord beaconsfield

* yine kurtuldum. ancak bugün Türklerin tutsağıyım. demirin, ateşin ve suyun yapamadığını onlar yaptılar. beni tutsak ettiler. ayağımda zincir yok. zindanda da değilim. özgürüm. istediğimi yapıyorum. ama yine de tutsağım. şefkatin, cömertliğin, soyluluğun, nezaketin kölesiyim. Türkler beni işte bu elmas bağa sardılar.
demirbaş şarl

* on ulusun on yiğit adamının gücü tek bir kimsede toplansa yine bir Türke bedel olmaz.
câhiz

* Türklerin en çok konuştuğu şey savaştır, zaferdir. eğlenceleri ise attır, silahtır.
câhiz

* Türklerin doğrulukları ve namuslulukları ne kadar övülse yeridir.
charles macfarlene

* Türk milleti ikibin yıldır profesyonel askerdir. tüm olarak türklerin mesleği askerliktir.
donaldson

* dünyanın hangi ordusuna sorarsanız sorun, Türk askerinin karşısında düşünmenin hiç de kolay olmadığını veya olamayacağını size söyler.
donaldson

* Türkler denizin dibinde bir istiridye kabuğunun içindeki nciye benzer. bu denizden çıkarılııp br hükümdarın tacını ya da bir gelinin kulaklarını süslediği zaman değer kazanır.
efrasyap

* Türklerle dost ol ama düşman olma.
gianni de michelis

* Kemal Atatürk, sahasındaki en büyük adam ulusunu ve büyük ulusu da onu bulmuştur.
helbert melzig

* dünyada Türklerden başka hiçbir ordu bu kadar süre ayakta duramaz.
hamilton

* Türklerden başka dini ve vatanı uğruna canını vermeye hazır asker yoktur
hamilton

* Türkler devlet yıkmakta ve devlet kurmakta birinci sınıf ustadır. ülkeleri değil kıtaları altüst etmişler ve korkunç saldırışlar arasında sarsılması hiç de kolay olmayan egemenliklerini yaratmışlardır. tarih Türklerden çok şey öğrendi. onların elinden çıkma öyle eserler vardır ki uygarlık için birer süs olmaktadır.
hammer

* Türk askeri aslan gibi cesaretlidir. kuzu gibi söz dinler.
hobart

* hiçbir millet bu dünyayı Türk kadar çalkalamadı.
ismail habib sevük

* Türk, kıza su gibi baktı ve suyu kız gibi severek.
ismail habib sevük

* çanakkale'de başarılı olamadık. nasıl başarılı olurduk ki? zira Türkler yuvasına girilmiş aslanların hiddetiyle, cüret ve cesaret kahramanlığı ile savaşıyorlardı. böyle bir millet görmedim.
sir julien corbet

* Türkler az söylerler çok yaparlar.
maktul ibrahim paşa

* Türkler size dokunmadıkça siz de onlara sakın dokunmayın.
hz muhammed

* nerede birTürk varsa orayı kalbinden seveceksin.
bahadır han*

* Türk dilini incelerken insan zekasının dilde başardığı büyük mucizeyi görürüz.
max muller

* Türk müziği çok duygulu bir müziktir.
lady mary wortley montagu

* Türk gibi ölüme gülerek bakan bir eri başka hiçbir ulusta bulamazsınız. yalnız ona iyi bir komutan gerektir.
mulman

* toplumsal düzenin Türkler arasında kurmuş olduğu ilişkilerin hepsinde temiz yüreklilik ve iyi niyet hakimdir. vatandaşların birbirlerine karşı borçlu oldukları işlemleri yapma ve yerine getirmeleri için başka ülkelerde olduğu gibi senetleşmeye yani yazılı belgeye ihtiyaçları yoktur. çünkü onların övülmeye değer hallerinden biri de verdikleri söze genellikle sadık kalmaları ve karşılarındakini aldatmaktan, güveni suistimal etmekten çekinmeleridir.
monradgea d'ohsson

* kendi ulusuna karşı bu kadar dürüst ve cömert olan müslüman Türkler hangi mezhebe bağlı olursa olsun aynı dürüstlüğü yabancılara karşı da yapar ve yerine getirirler. bu noktada müslümanla müslüman olmayan arasında hiçbir fark gözetmezler.
monradgea d'ohsson

* Türkü anlamamak için tarihe göz yummak gerekir. haksız saldırılar ve adi iftiralar önünde Türkün vakur kalışı, kuşku yok ki körlerin gerçeği, eşyayı anlamadıklarını düşündüklerinden ve körlere acıdıklarındandır. bu soylu davranış o adi iftiralara ne açık bir cevap oluyor.
pierre loti

* her Türk kendini aslan, düşmanını av, atını ceylan bilir.
semame ibni eşreş

* lisanımız pek güzeldir.dünyanın en güzel lisanıdır dersek abartmış olmayız. güzelliği nispetinde de kolaydır.
şemsettin sami

* eğer bir Türk devleti olmasaydı yaratmak gerekirdi.
thiers

* Türkün ahlaki seciyesi çocukluğunda aldığı iyilik telkinleriyle değil çevrelerinde fenalık görmemek suretiyle oluşur.
thomas thorsten
' TURKIYE; ATATURK'U ALLAH'A BORCLUSUN, GERIYE KALAN HER SEYI DE ATATURK'E...'
Daniel DUMOULIN
 
RESİMLERİ KALDIRILMAYA ÇALIŞIRLARKEN....

Şili'nin başkenti Santiago'da Apoguindo Caddesi Novigod Parkı'ndaki Atatürk anıtı

"Şili'nin başkenti Santiago kentinin Belediye Başkanının, kentte yaşayan kişilerin örnek alması için Apoguindo Caddesi'ndeki Novigod Parkı'na, Atatürk'ün, üzerinde bazı sözlerin de yer aldığı bir rölyefini yaptırmıştır.. yazının tercümesi :

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, vatanının fedakar ve sadık hizmetkarı, benzeri olmayan kahraman, insanlık idealinin canlı emsali... Bütün hayatını Türk Milletine vakfetmiş, milletine kendi ruhunu, ateşini vermiştir. Hatırası milletinin ruhunu ateşli tutan sönmez bir meşale olarak yaşamaktadır.
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...