Güneş ışığının, D vitamini sağlayarak beden üzerinde yol açtığı sayısız faydanın yanı sıra akıl sağlığı üzerinde de büyük etkisinin olduğu ortaya çıktı.
Yapılan araştırmalar, D vitamini eksikliği içindeki çocukların depresyona daha açık olduklarını gösterdi.
"Güneş ışığı vitamini" de denilen D vitamini yüksek seviyedeki çocuklarda akıl sağlığı problemlerinde yüzde 10 azalma görüldü.
İngiltere'de Bristol Üniversitesi'ndeki bilim adamları tarafından yaşları dokuzla 13 arasında değişen 2 bin 700 çocuk üzerinde yapılan araştırmada, D vitamini yeterli olan çocuklarda hem depresyon daha az görüldü hem de bunların gençlik yıllarında da depresyona daha az maruz kaldıkları belirlendi.
D vitamini temel olarak güneş ışığından elde edilirken yağlı balıklarda da bulunuyor.
D vitamininin iki türü D2 ve D3'ten en kuvvetli antidepresanın D3 vitamini olduğu tespit edildi.
.
Bu milletin tek sahibi var: Kendisi!
Yüksek Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur. İşte parola budur. Türk gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir. Biz de bunu görmekle bahtiyar olacağız. -Mustafa Kemal Atatürk
HAŞHAŞİ İSLAMİ CEMAATLERDE EĞİTİM
Nurullah AYDIN
7 Haziran 2012 ANKARA
Zihin kontrolü, beyin yıkama, ipnoz, cips yerleştirme gibi çağdaş yöntemler gerçekte tarihin derinliklerinden bugünlere ulaşan egzoterik bilgilerin mekanikleşmesi sonucudur. Teknoloji her alanda olduğu gibi bu alanda da önplandadır.
İster din mensubu, tarikat, cemaat, hizmet erleri densin, ister partili densin, ister ajan densin uygulanan yöntem benzerdir. Nasıl mı bakın;
Haşhaşilerde olduğu gibi Fedaayiinlerin yetiştirilişinde adaylar, yaşam boyu kendilerini de öğretmenleri kadar önemli kılacak olan, ebedi bilgelik ve gizli güç sahibi olacaklarına inanarak cemaate katılırlar ve dokuz dereceden oluşan bir aydınlanma sürecinden geçirilirler.
İlk derecede; öğretmenler adayları, önceden öğrenip kabul ettikleri dinsel ve siyasal düşünce ve yargılardan kuşku duyma durumuna düşürürler. Daha önce kendilerine öğretilen her türlü bilginin önyargılı ve sarsılabilir olduğuna, olası her çeşit tartışma tekniği kullanılarak, inandırılırlar. Bunun sonucu, öğrencilerin her sorunun en doğru yorumunu yapabilen tek gerçek bilgi kaynağının öğretmenleri olduğuna inanmaları ve öğretmenlerinin kişiliklerine bağımlı duruma gelmeleridir. Öğretmenler, aynı zamanda, formel bilginin aslında, hazır duruma geldiklerinde öğrenecekleri, gerçek, gizli ve güçlü sırrın sadece bir örtüsü olduğu hakkında sürekli ipuçları verirler. Bu akıl bulandırma tekniği, öğrencinin bir öğretmene körü körüne bağlılık andı içecek hale gelmesine kadar sürdürülür.
İkinci derecede; Öğrencilere bu derecede, korunması İmama teslim edilmiş olan içrek bilgiler olmadıkça, bu içrek öğretinin basit birer simgesi durumunda olan dinsel kurallar izlenerek Allah'ın rızasına ulaşmanın imkânsız olduğu öğretilir.
Üçüncü derecede; Gelmiş geçmiş imamların sayısı ve kişilikleri, yedi sayısının maddi ve manevi dünyadaki anlamı aktarılır. Artık, kesinlikle Onikiimamcı inanç ve görüşlerden uzaklaşılarak, son altı imamın saygı duyulmaya gerek olmayan, manevi bilgilerden yoksun, sıradan insanlar oldukları öğretilir.
Dördüncü derecede; Öğrenciye, yedi Natık (bildiren-peygamber) dönemleri, onları izleyen altı Samit (suskun imamlar) ve her yeni natığın kendinden önce gelenlerin dinsel öğretisini nasıl değiştirdiği öğretilir. Bu eğitim, Muhammed'in son peygamber ve Kur'an'ın da Allah'ın son vahyi olamadığının kabul ettirilmesini içerir ki, tüm bunlar öğrenciyi İslam dininden çıkarır. Bu derecede ayrıca, yedinci ve son natık, Sahib-ul-Amr (varlıkların sahibi) İsmail'in oğlu Muhammed'in Eskilerin Bilimini (Ulum-ul Evvelin) tamamlayıp, içrek öğretinin bilimi olan Tevil bilimini (Allegorik yorum) kurduğu aktarılır.
Beşinci derecede; Geleneklerin tümü terkedilerek, Sayılar Bilimi ve Tevil uygulamalarının öğretimine başlanır. Sürekli konuşulan konu dindir. Kur'an'ın sözcük anlamına giderek daha az önem verilirken, İslam dininin tüm kural ve koşulları ortadan kaldırılmak istenir. On iki sayısının anlamı ve on iki hucca (kanıt) öğretilir. Bu huccalar, imamların propagandasına temel oluşturan ve onların kişisel öğretilerini yönlendiren kanıtlardır. Aynı zamanda, hucca sözcüğü, her imam tarafından, baş dai olarak atanan kişilere de ad olarak verilmiştir. Sonradan, oniki hücce insan omurgasındaki oniki sırt omuru ile bağdaştırılır; yedi kafa omuru (cervical) ise yedi peygamberi ya da yedi imamı simgeler.
Altıncı derecede; İslam dininin koşulları (namaz, oruç, hac, zekat, kelime-i şehadet) ve tüm diğer ritlerinin allegorik anlamları bu derecede öğrenciye aktarılır. Görünümde uygulanan bu koşul ve ritlerin temelde önemsiz olduğu ve bilgiye ulaşmış kişilerin bunlardan vazgeçebileceği öğretilir. Çünkü bu uygulamalar, kurnaz yasa koyucular tarafından, cahil ve kaba halkı yönetmek için konulmuştur.
Yedinci derecede; Bu ve bundan sonraki derecelere, öğretinin gerçek yapısı ve amaçlarını kavrayabilen önde gelen kişiler kabul edilir. Önceden varolan (Pre-existent) ve Sonradan ortaya çıkan (Subsequent) kavramları ve bunların dualist yapısı bu derecede öğretilir ve böylece, kişinin Tek Tanrı öğretisine olan inancının yıkılması amaçlanır. Yedinci derece Büyük Giz'in açıklamasını getirir; tüm insanlar ve evrendeki tüm varlıklar aslında bir bütündür, en basit şey bile bu bütünün bir parçasıdır ve bu bütünün yaratma/yoketme gücü vardır. Bir cemaatci olarak birey, kendinde uyanmaya hazır olan bu gücü kullanma şansına sahiptir. Bu nedenle, gücün bir parçası olduğunu kavrayan kişi, insanlığın bu muazzam potansiyelinden habersiz olan diğer bilgisizleri yönetebilir. Bu güç, Zamanın Tanrısı (Lord of Time) adı verilen esrarlı varlık sayesinde edinilmiştir.
Sekizinci derecede; Önceden var olan-Sonradan ortaya çıkan ikili öğretisi geliştirilir, öğrenci tarafından derinlemesine kavranmasına çalışılır. Ayrıca, en önemlisi, bu iki kavramın da üzerinde, ne adı, ne nitelikleri bilinebilen, hakkında hiç bir bilgi bulunmayan, tapınmak bile mümkün olmayan bir yüce Varlık olduğu hakkında ilk bilgiler verilmeye başlanır. Bu isimsiz Varlık, Zerdüşt inancındaki, Zervan Akanana’yı (Sonsuz Zaman) andırmaktadır. Ancak, öğretinin bu noktasında, cemaatler arasında farklı anlayışlar, çatışma ve karışıklıklar ortaya çıkmıştır. Yine de, bu fikirleri kabul edenlerin yeri, dualistlerin ya da maddecilerin yanından başka bir yer olamaz.. Bu derecede, öğrenciye peygamber olmak için, mucizeler yaratmaktansa politik, sosyal, dini ve felsefi bir sistem yaratıp uygulamak kabiliyetini göstermek gerektiği öğretilir. Ayrıca, dünyanın sonu, yeniden doğuş, cennet-cehennem gibi allegorik kavramların yanısıra çeşitli kıyamet doktrinleri de aktarılır. Sekizinci dereceye hak kazanabilmek için, kişi tüm dinlerin bir sahtekarlık olduğuna inanmalıdır. Önemli olan yalnızca birey ve bireysel akıldır; o da ancak, en büyük güç olan imama hizmet ederek mükemmelliğe erişebilir.
Dokuzuncu derecede; Aydınlanmanın bu en son derecesinde, tüm dogmatik din kurumlarından sıyrılan kişi artık, en saf ve basit anlamıyla, bir filozof olmuştur. Kendi arzusuna ve keyfine uygun düşen, düşünce sistem veya karışımını istediği gibi kabul etme özgürlüğüne kavuşmuştur. Bu derece, inanç diye bir kavramın mevcut olmadığı, aslında herşeyin eylemden ibaret olduğu sırrının açıklandığı son derecedir. Her hangi bir eylemi düşünüp uygulamak da, tüm akıl ve mantığın yegane sahibi olan imamın elindedir.
Türkiye’de ve İslam ülkelerinde yaşanan olayları, bu eğitimi almış, ABD-İngiltere-Fransa istihbarat siyasi, askeri ticari kurslarına seminerlerine katılmış tipler açısından değerlendirin.
Günün Sözü: Dürüst olmayan yalancı hangi kimlikte olursa olsun insan olamamıştır.
.
7 Haziran 2012 ANKARA
Zihin kontrolü, beyin yıkama, ipnoz, cips yerleştirme gibi çağdaş yöntemler gerçekte tarihin derinliklerinden bugünlere ulaşan egzoterik bilgilerin mekanikleşmesi sonucudur. Teknoloji her alanda olduğu gibi bu alanda da önplandadır.
İster din mensubu, tarikat, cemaat, hizmet erleri densin, ister partili densin, ister ajan densin uygulanan yöntem benzerdir. Nasıl mı bakın;
Haşhaşilerde olduğu gibi Fedaayiinlerin yetiştirilişinde adaylar, yaşam boyu kendilerini de öğretmenleri kadar önemli kılacak olan, ebedi bilgelik ve gizli güç sahibi olacaklarına inanarak cemaate katılırlar ve dokuz dereceden oluşan bir aydınlanma sürecinden geçirilirler.
İlk derecede; öğretmenler adayları, önceden öğrenip kabul ettikleri dinsel ve siyasal düşünce ve yargılardan kuşku duyma durumuna düşürürler. Daha önce kendilerine öğretilen her türlü bilginin önyargılı ve sarsılabilir olduğuna, olası her çeşit tartışma tekniği kullanılarak, inandırılırlar. Bunun sonucu, öğrencilerin her sorunun en doğru yorumunu yapabilen tek gerçek bilgi kaynağının öğretmenleri olduğuna inanmaları ve öğretmenlerinin kişiliklerine bağımlı duruma gelmeleridir. Öğretmenler, aynı zamanda, formel bilginin aslında, hazır duruma geldiklerinde öğrenecekleri, gerçek, gizli ve güçlü sırrın sadece bir örtüsü olduğu hakkında sürekli ipuçları verirler. Bu akıl bulandırma tekniği, öğrencinin bir öğretmene körü körüne bağlılık andı içecek hale gelmesine kadar sürdürülür.
İkinci derecede; Öğrencilere bu derecede, korunması İmama teslim edilmiş olan içrek bilgiler olmadıkça, bu içrek öğretinin basit birer simgesi durumunda olan dinsel kurallar izlenerek Allah'ın rızasına ulaşmanın imkânsız olduğu öğretilir.
Üçüncü derecede; Gelmiş geçmiş imamların sayısı ve kişilikleri, yedi sayısının maddi ve manevi dünyadaki anlamı aktarılır. Artık, kesinlikle Onikiimamcı inanç ve görüşlerden uzaklaşılarak, son altı imamın saygı duyulmaya gerek olmayan, manevi bilgilerden yoksun, sıradan insanlar oldukları öğretilir.
Dördüncü derecede; Öğrenciye, yedi Natık (bildiren-peygamber) dönemleri, onları izleyen altı Samit (suskun imamlar) ve her yeni natığın kendinden önce gelenlerin dinsel öğretisini nasıl değiştirdiği öğretilir. Bu eğitim, Muhammed'in son peygamber ve Kur'an'ın da Allah'ın son vahyi olamadığının kabul ettirilmesini içerir ki, tüm bunlar öğrenciyi İslam dininden çıkarır. Bu derecede ayrıca, yedinci ve son natık, Sahib-ul-Amr (varlıkların sahibi) İsmail'in oğlu Muhammed'in Eskilerin Bilimini (Ulum-ul Evvelin) tamamlayıp, içrek öğretinin bilimi olan Tevil bilimini (Allegorik yorum) kurduğu aktarılır.
Beşinci derecede; Geleneklerin tümü terkedilerek, Sayılar Bilimi ve Tevil uygulamalarının öğretimine başlanır. Sürekli konuşulan konu dindir. Kur'an'ın sözcük anlamına giderek daha az önem verilirken, İslam dininin tüm kural ve koşulları ortadan kaldırılmak istenir. On iki sayısının anlamı ve on iki hucca (kanıt) öğretilir. Bu huccalar, imamların propagandasına temel oluşturan ve onların kişisel öğretilerini yönlendiren kanıtlardır. Aynı zamanda, hucca sözcüğü, her imam tarafından, baş dai olarak atanan kişilere de ad olarak verilmiştir. Sonradan, oniki hücce insan omurgasındaki oniki sırt omuru ile bağdaştırılır; yedi kafa omuru (cervical) ise yedi peygamberi ya da yedi imamı simgeler.
Altıncı derecede; İslam dininin koşulları (namaz, oruç, hac, zekat, kelime-i şehadet) ve tüm diğer ritlerinin allegorik anlamları bu derecede öğrenciye aktarılır. Görünümde uygulanan bu koşul ve ritlerin temelde önemsiz olduğu ve bilgiye ulaşmış kişilerin bunlardan vazgeçebileceği öğretilir. Çünkü bu uygulamalar, kurnaz yasa koyucular tarafından, cahil ve kaba halkı yönetmek için konulmuştur.
Yedinci derecede; Bu ve bundan sonraki derecelere, öğretinin gerçek yapısı ve amaçlarını kavrayabilen önde gelen kişiler kabul edilir. Önceden varolan (Pre-existent) ve Sonradan ortaya çıkan (Subsequent) kavramları ve bunların dualist yapısı bu derecede öğretilir ve böylece, kişinin Tek Tanrı öğretisine olan inancının yıkılması amaçlanır. Yedinci derece Büyük Giz'in açıklamasını getirir; tüm insanlar ve evrendeki tüm varlıklar aslında bir bütündür, en basit şey bile bu bütünün bir parçasıdır ve bu bütünün yaratma/yoketme gücü vardır. Bir cemaatci olarak birey, kendinde uyanmaya hazır olan bu gücü kullanma şansına sahiptir. Bu nedenle, gücün bir parçası olduğunu kavrayan kişi, insanlığın bu muazzam potansiyelinden habersiz olan diğer bilgisizleri yönetebilir. Bu güç, Zamanın Tanrısı (Lord of Time) adı verilen esrarlı varlık sayesinde edinilmiştir.
Sekizinci derecede; Önceden var olan-Sonradan ortaya çıkan ikili öğretisi geliştirilir, öğrenci tarafından derinlemesine kavranmasına çalışılır. Ayrıca, en önemlisi, bu iki kavramın da üzerinde, ne adı, ne nitelikleri bilinebilen, hakkında hiç bir bilgi bulunmayan, tapınmak bile mümkün olmayan bir yüce Varlık olduğu hakkında ilk bilgiler verilmeye başlanır. Bu isimsiz Varlık, Zerdüşt inancındaki, Zervan Akanana’yı (Sonsuz Zaman) andırmaktadır. Ancak, öğretinin bu noktasında, cemaatler arasında farklı anlayışlar, çatışma ve karışıklıklar ortaya çıkmıştır. Yine de, bu fikirleri kabul edenlerin yeri, dualistlerin ya da maddecilerin yanından başka bir yer olamaz.. Bu derecede, öğrenciye peygamber olmak için, mucizeler yaratmaktansa politik, sosyal, dini ve felsefi bir sistem yaratıp uygulamak kabiliyetini göstermek gerektiği öğretilir. Ayrıca, dünyanın sonu, yeniden doğuş, cennet-cehennem gibi allegorik kavramların yanısıra çeşitli kıyamet doktrinleri de aktarılır. Sekizinci dereceye hak kazanabilmek için, kişi tüm dinlerin bir sahtekarlık olduğuna inanmalıdır. Önemli olan yalnızca birey ve bireysel akıldır; o da ancak, en büyük güç olan imama hizmet ederek mükemmelliğe erişebilir.
Dokuzuncu derecede; Aydınlanmanın bu en son derecesinde, tüm dogmatik din kurumlarından sıyrılan kişi artık, en saf ve basit anlamıyla, bir filozof olmuştur. Kendi arzusuna ve keyfine uygun düşen, düşünce sistem veya karışımını istediği gibi kabul etme özgürlüğüne kavuşmuştur. Bu derece, inanç diye bir kavramın mevcut olmadığı, aslında herşeyin eylemden ibaret olduğu sırrının açıklandığı son derecedir. Her hangi bir eylemi düşünüp uygulamak da, tüm akıl ve mantığın yegane sahibi olan imamın elindedir.
Türkiye’de ve İslam ülkelerinde yaşanan olayları, bu eğitimi almış, ABD-İngiltere-Fransa istihbarat siyasi, askeri ticari kurslarına seminerlerine katılmış tipler açısından değerlendirin.
Günün Sözü: Dürüst olmayan yalancı hangi kimlikte olursa olsun insan olamamıştır.
.
İSLAMİ UYANIŞ MI? HAŞHAŞİLERİN İKTİDARI MI?
Nurullah AYDIN
6 Haziran 2012 ANKARA
İnsanlık tarihi; dinler ve ideolojilerle, mutlu olmanın sosyal yaşamı düzenlemenin arayışlarıyla doludur.
Her din, her ideoloji; mutlak kendini doğru kabul etmiş inanmayanı yandaş olmayanı ötekileştirmiş ve yok edilmesini amaçlamıştır. İnsan olma gerçeğine varan aydınlarca ise barış içinde bir arada yaşama çabaları ise sürmüştür. İnsan odaklı aydınlar, siyasetçiler ise bunun içinde büyük bedeller ödemişledir.
İslam dünyasında Arap baharı denilen hareketlenme var. Denilen Arap dünyası diktatörlüklerden arınarak özürlüklere demokrasiye kavuşuyor.
Sistemi rejimi kuran batı emperyalizmi yeni yapılanmayı bu şekilde kitlelere sunarken, Müslüman kitleler birbirini öldürmeye yüzyılların birikimi olan kentlerinin yakılıp yıkılmasında öncü rolü oynuyorlar.
Ama Türkiye’de başlayan İslam dünyasını sarmalayan İslami hareketler hakkında birçok kesim farklı tanımlamalar getiriyor.
Oysa olanlara bakıldığında bir İslami akımın güçlendiği ve iktidarlara geldiği görülüyor.
Bu hareket; Haşhaşiler hareketidir.
Haşhaşiler (Arapça: Hashīshīya ya da Hashīshūn), Haşişin ya da Haşhaşiyyin de denir.
8. yüzyılda İsmaililiğin Nizarî kolundan çıkan bu topluluğun 15. yüzyıla dek faaliyetlerini sürdürdükleri sanılmaktadır. Kapalı bir topluluk olan Haşhaşiler radikal bir din akımının takipçileri olarak ortaya çıktılar. Suikasti, Eyyubilere, Selçuklulara ve Abbasilere Tapınak Şövalyelerine Haçlılara karşı siyasi yaptırım aracı olarak kullandılar ayrıca üçüncü haçlı seferi sırasında haçlılara ve tapınak şövalyelerine de suikast yapmışlardır. Avrupa dillerine Haçlı Frankları tarafından taşınan assassin sözcüğünün kökeni haşhaşindir. .
Assassin sözcüğünün kökeni
İngilizcedeki "assassin" sözcüğünün Arapça haşhaşin (afyonkeş) sözcüğünden türediği varsayılır. Hasan Sabbah'ın müritleri, kendilerini "esaslarına bağlı olan" anlamındaki 'Esasiyun' şeklinde adlandırıyorlardı. Bununla birlikte bazılarına göre sözcüğün kökeni Marko Polo'nun 1273'teki Alamut ziyaretini anlattığı anılarında bahsettiği, haşhaştan çok alkollü içecekleri andıran bir uyuşturucudur.
Bazı yazarlara göre de sözcük Hasan'ın takipçileri cümlesinden geliyordu. Bazıları ise, o çağlarda uyuşturucu kullanımı toplumda kabul görmeyen bir alışkanlık olduğundan haşhaşini, yani toplum dışı ve serseri sözcükleriyle bağdaştırdı. Bir başka deyişle, Hasan Sabbah'ın İsmaili örgütünün bu sözcükle anılması uyuşturucu kullandıklarının ispatı olmayabilir. Bir başka rivayete göre, göreve çıkmadan önce sakinleşmek için haşhaş kullandıklarıydı. Bazıları kullandıkları maddenin bir uyarıcı olduğunu ve savaşta onları çılgına çevirdiğini iddia ederler. Bu maddenin erginleme törenlerinde yeni üyeye ölümden sonra kendisini bekleyen ödülleri göstermek için kullanıldığı da söylenir.
Kendilerine ed-da’va-t-ul-cedide (yeni dava, yeni öğreti) ya da fedaayiin (Arapça fedailer –bir amaç uğruna kendini feda etmeye hazır olan) derlerdi.
Haşhaşiler; Hasan Sabbah'ın 1090 yılında Alamut Kalesi'ni almasıyla kurulmuştur. Hasan Sabbah'ın amacı Selçuklu Devleti'nden intikam almaktı. Bunun için Nizamülmülk ve Sultan Melikşah'ı öldürmek istiyordu(Devlet sarayında kovulma mevzusundan dolayı). Hasan Sabbah, Alamut kalesini aldıktan sonra kalede bazı düzenlemeler yaptı; kalenin asma bahçelerini yeniledi, surlarını güçlendirdi. Hasan’ın gençlik yıllarında bir şeyhin ona haşhaş içirmesiyle haşhaşın büyük etkisinde kalmıştı. Haşhaşla birçok kişiyi kandırabileceğini o zaman anlamıştı. Alamut Kalesi’ni aldıktan sonra Hindistan'dan haşhaş meyvesini getirdi.
İslam ülkelerindeki hareketlenme Haşhaşilerin yeniden doğuşu anlamına geliyor mu?
Batı stratejik merkezleri İslam dünyasının zaaflarını iyi tespit ederek istismar etmede 100 yıldır başarılılar.
Önce İngilizler; Arabistan’da Vahhabi hareketini Osmanlı-Türk müslümanlarına karşı örgütlediler.
Sonra İngilizler; Orta Asya’da Cemalettin Afgani’yi, Ortadoğu’da Arap dünyasında Muhammed Abduhu; İslam’ın ilahi mesajdan saptıracak görüş ve düşüncelerle donatarak kullandılar.
Şimdilerde Amerikalılar ve İngilizler kimleri örgütledi ve örgütlüyor?
Günün Sözü: Aklını kullanamayan, okumayan, düşünmeyen, sorgulamayan insanın, köle olması kaçınılmazdır.
.
6 Haziran 2012 ANKARA
İnsanlık tarihi; dinler ve ideolojilerle, mutlu olmanın sosyal yaşamı düzenlemenin arayışlarıyla doludur.
Her din, her ideoloji; mutlak kendini doğru kabul etmiş inanmayanı yandaş olmayanı ötekileştirmiş ve yok edilmesini amaçlamıştır. İnsan olma gerçeğine varan aydınlarca ise barış içinde bir arada yaşama çabaları ise sürmüştür. İnsan odaklı aydınlar, siyasetçiler ise bunun içinde büyük bedeller ödemişledir.
İslam dünyasında Arap baharı denilen hareketlenme var. Denilen Arap dünyası diktatörlüklerden arınarak özürlüklere demokrasiye kavuşuyor.
Sistemi rejimi kuran batı emperyalizmi yeni yapılanmayı bu şekilde kitlelere sunarken, Müslüman kitleler birbirini öldürmeye yüzyılların birikimi olan kentlerinin yakılıp yıkılmasında öncü rolü oynuyorlar.
Ama Türkiye’de başlayan İslam dünyasını sarmalayan İslami hareketler hakkında birçok kesim farklı tanımlamalar getiriyor.
Oysa olanlara bakıldığında bir İslami akımın güçlendiği ve iktidarlara geldiği görülüyor.
Bu hareket; Haşhaşiler hareketidir.
Haşhaşiler (Arapça: Hashīshīya ya da Hashīshūn), Haşişin ya da Haşhaşiyyin de denir.
8. yüzyılda İsmaililiğin Nizarî kolundan çıkan bu topluluğun 15. yüzyıla dek faaliyetlerini sürdürdükleri sanılmaktadır. Kapalı bir topluluk olan Haşhaşiler radikal bir din akımının takipçileri olarak ortaya çıktılar. Suikasti, Eyyubilere, Selçuklulara ve Abbasilere Tapınak Şövalyelerine Haçlılara karşı siyasi yaptırım aracı olarak kullandılar ayrıca üçüncü haçlı seferi sırasında haçlılara ve tapınak şövalyelerine de suikast yapmışlardır. Avrupa dillerine Haçlı Frankları tarafından taşınan assassin sözcüğünün kökeni haşhaşindir. .
Assassin sözcüğünün kökeni
İngilizcedeki "assassin" sözcüğünün Arapça haşhaşin (afyonkeş) sözcüğünden türediği varsayılır. Hasan Sabbah'ın müritleri, kendilerini "esaslarına bağlı olan" anlamındaki 'Esasiyun' şeklinde adlandırıyorlardı. Bununla birlikte bazılarına göre sözcüğün kökeni Marko Polo'nun 1273'teki Alamut ziyaretini anlattığı anılarında bahsettiği, haşhaştan çok alkollü içecekleri andıran bir uyuşturucudur.
Bazı yazarlara göre de sözcük Hasan'ın takipçileri cümlesinden geliyordu. Bazıları ise, o çağlarda uyuşturucu kullanımı toplumda kabul görmeyen bir alışkanlık olduğundan haşhaşini, yani toplum dışı ve serseri sözcükleriyle bağdaştırdı. Bir başka deyişle, Hasan Sabbah'ın İsmaili örgütünün bu sözcükle anılması uyuşturucu kullandıklarının ispatı olmayabilir. Bir başka rivayete göre, göreve çıkmadan önce sakinleşmek için haşhaş kullandıklarıydı. Bazıları kullandıkları maddenin bir uyarıcı olduğunu ve savaşta onları çılgına çevirdiğini iddia ederler. Bu maddenin erginleme törenlerinde yeni üyeye ölümden sonra kendisini bekleyen ödülleri göstermek için kullanıldığı da söylenir.
Kendilerine ed-da’va-t-ul-cedide (yeni dava, yeni öğreti) ya da fedaayiin (Arapça fedailer –bir amaç uğruna kendini feda etmeye hazır olan) derlerdi.
Haşhaşiler; Hasan Sabbah'ın 1090 yılında Alamut Kalesi'ni almasıyla kurulmuştur. Hasan Sabbah'ın amacı Selçuklu Devleti'nden intikam almaktı. Bunun için Nizamülmülk ve Sultan Melikşah'ı öldürmek istiyordu(Devlet sarayında kovulma mevzusundan dolayı). Hasan Sabbah, Alamut kalesini aldıktan sonra kalede bazı düzenlemeler yaptı; kalenin asma bahçelerini yeniledi, surlarını güçlendirdi. Hasan’ın gençlik yıllarında bir şeyhin ona haşhaş içirmesiyle haşhaşın büyük etkisinde kalmıştı. Haşhaşla birçok kişiyi kandırabileceğini o zaman anlamıştı. Alamut Kalesi’ni aldıktan sonra Hindistan'dan haşhaş meyvesini getirdi.
İslam ülkelerindeki hareketlenme Haşhaşilerin yeniden doğuşu anlamına geliyor mu?
Batı stratejik merkezleri İslam dünyasının zaaflarını iyi tespit ederek istismar etmede 100 yıldır başarılılar.
Önce İngilizler; Arabistan’da Vahhabi hareketini Osmanlı-Türk müslümanlarına karşı örgütlediler.
Sonra İngilizler; Orta Asya’da Cemalettin Afgani’yi, Ortadoğu’da Arap dünyasında Muhammed Abduhu; İslam’ın ilahi mesajdan saptıracak görüş ve düşüncelerle donatarak kullandılar.
Şimdilerde Amerikalılar ve İngilizler kimleri örgütledi ve örgütlüyor?
Günün Sözü: Aklını kullanamayan, okumayan, düşünmeyen, sorgulamayan insanın, köle olması kaçınılmazdır.
.
ÇİFT BAŞLI UCUBE YARATMAK - Halûk Tarcan
Zaman ve mekânda çift dilli, çift bayraklı bir devlet görülmemiştir; bu, eşyanın tabiatına aykırıdır.
Eğer çift dil ve çift bayrak varsa bu, iki devletin fiilen varlığı demektir. Kısacası, bir federasyon mevcuttur. Ama bu durumda, halkı çoğunlukta olan devlet , demokrasi gereği , egemen olan devlettir. Onun dili devletin resmî dili, bayrağı devletin resmî bayrağıdır, başka dil ve bayrak olamaz.
Adında “devlet” sözcüğü bulunmasına karşın ”Amerika Birleşik
Devletleri”nin yâni, bu federasyonun dili İngilizce, bayrağı Amerikan bayrağıdır; milyonları bulan Afrika, Güney Amerika, Asyalılar, Çin ve Kızılderililer vb…halklarının ve bu halkların kendi dillerinin varlığına rağmen tek dil, tek bayrak söz konusudur. Çok kere yazdık, çocuk önce “I am american” demesini öğrenir.
VE DE… Kimsenin aklından devletin kurucusu Lincoln’a küfretmek, değersizlendirmek, heykellerini kırmak gibi ilkel, nankör ve alçakça fikirler geçmez, her şeyden önce, koyu dindar olan Amerikanlar bunun Allah’a küfür olduğunu kabul ederler.
Sovyet Rusya’da ve günümüzdeki Rusya’da, egemenlikleri altına aldıkları halklar , çoğunluğu Türk olan halklardır; Ruslardan önce devlet sahibi olmalarına rağmen, devletin tek dili Rusça ve bayrakları Rus bayrağıdır.
Kürtçeye gelelim…Önce Kürtler prenslik- Hanlık bile değil - ancak köy sayısı hesabıyla derebeylik, şeyhlik hâlinde bulunduklarından Kürtçenin resmî dil olması talebinde bulunamaz durumdadırlar.
Dil konusunda ise Rus ve Fransız kaynaklarının C14 sistemiyle kabul ettiklerine göre; M.Ö.14binde doğmuş olan ve CNRS Şubat 2000 tarih ve 386 no.lu bültende kabul edildiğine göre Hint- Avrupa dillerinin kökeninde yer alan ve de Kürtçe denen yerel dilin cümle yapısının iskeletini oluşturur. Bu şartlarda Kürtçe denen AĞIZ, nasıl olurda Türkçenin yanında ve onun eş değerinde Anayasaya konulması önerilir!..
Tek, Kürtçe diye başlı başına bir kültür dili yoktur, Bu nedenle de Kırmançça’dan Kürtçe imâl edilmeye çalışılmaktadır.
Kırmanç ise bir Ön-Türk kuruluşudur, OQ-ËRİM UÇ (K.Mirşan) ”yöneten OQ halkı” demektir.
Bilim dilinde, vernaküler (vérnaculaire) dil diye bir sınıflandırma vardır; bu, “bulunduğu bölgede adacıklar hâlinde yerel ağızlar”ı ifade eder...Sınır dışı edilen Japon dilci Kojima’nın ortaya çıkardığı gibi, Kürtçe adı altında 14 ağız mevcuttur. Bu14 (ondört) ağızdan oluşan bir ifade şeklinin Anayasa’ya girmesi için teklifte bulunmak, ancak Petrolistan tutkusuna hizmetle açıklanabilir..
Maskeleri indirelim; amaç, ülkenin bölünme ve parçalanma yoluna döşenmiş “hiletaş”lardan biridir.
Demek ki bu tür bir öneride bulunmak için siyasal kuruluş ne demektir bunu bilmek, Türk tarihinin başlangıçtan bu güne kadar zaman ve mekânda gelişimini, devletlerin siyasal yapılarını, dil nedir, nasıl doğmuştur, bu kavram altında ileri sürülen sistemler nelerdir bunları bilmek gerekir.. Yoksa, kahvaltı ederken, bugün canım sıkılıyor, bu sabah Meclis’e bir öneride bulunsam iyi olur cinsinden davranış akbabalara yardım demektir.
Korkunç olan, Türkiye Cumhuriyeti’ni üniter bir devlet olarak kuran CHP’nin, geriye takla atma becerisini göstererek ülkenin bölünmesine çanak tutmasıdır; inanılamayacak bir kokuşmuşluk!..Düşünülemeyecek bir ihanet!..
CHP tarihî görevini yapmıştır, kendi kendini lağvetmelidir.
CHP adını, tarihini bırakıp, başka bir ad ile yeniden, belki birkaç ayrı görüşte partiler olarak kurulmalıdır.
Az daha unutuyordum: CHP’den bir ses, “ben ne Kürt ne de Türk derim” demiş. Demek ki bir de 15’inci ağız varmış!.
Halûk Tarcan- Bilimsel Araştırmacı (CNRS-Paris)
Mecidiyeköy, 27 Mayıs 2012
.
Eğer çift dil ve çift bayrak varsa bu, iki devletin fiilen varlığı demektir. Kısacası, bir federasyon mevcuttur. Ama bu durumda, halkı çoğunlukta olan devlet , demokrasi gereği , egemen olan devlettir. Onun dili devletin resmî dili, bayrağı devletin resmî bayrağıdır, başka dil ve bayrak olamaz.
Adında “devlet” sözcüğü bulunmasına karşın ”Amerika Birleşik
Devletleri”nin yâni, bu federasyonun dili İngilizce, bayrağı Amerikan bayrağıdır; milyonları bulan Afrika, Güney Amerika, Asyalılar, Çin ve Kızılderililer vb…halklarının ve bu halkların kendi dillerinin varlığına rağmen tek dil, tek bayrak söz konusudur. Çok kere yazdık, çocuk önce “I am american” demesini öğrenir.
VE DE… Kimsenin aklından devletin kurucusu Lincoln’a küfretmek, değersizlendirmek, heykellerini kırmak gibi ilkel, nankör ve alçakça fikirler geçmez, her şeyden önce, koyu dindar olan Amerikanlar bunun Allah’a küfür olduğunu kabul ederler.
Sovyet Rusya’da ve günümüzdeki Rusya’da, egemenlikleri altına aldıkları halklar , çoğunluğu Türk olan halklardır; Ruslardan önce devlet sahibi olmalarına rağmen, devletin tek dili Rusça ve bayrakları Rus bayrağıdır.
Kürtçeye gelelim…Önce Kürtler prenslik- Hanlık bile değil - ancak köy sayısı hesabıyla derebeylik, şeyhlik hâlinde bulunduklarından Kürtçenin resmî dil olması talebinde bulunamaz durumdadırlar.
Dil konusunda ise Rus ve Fransız kaynaklarının C14 sistemiyle kabul ettiklerine göre; M.Ö.14binde doğmuş olan ve CNRS Şubat 2000 tarih ve 386 no.lu bültende kabul edildiğine göre Hint- Avrupa dillerinin kökeninde yer alan ve de Kürtçe denen yerel dilin cümle yapısının iskeletini oluşturur. Bu şartlarda Kürtçe denen AĞIZ, nasıl olurda Türkçenin yanında ve onun eş değerinde Anayasaya konulması önerilir!..
Tek, Kürtçe diye başlı başına bir kültür dili yoktur, Bu nedenle de Kırmançça’dan Kürtçe imâl edilmeye çalışılmaktadır.
Kırmanç ise bir Ön-Türk kuruluşudur, OQ-ËRİM UÇ (K.Mirşan) ”yöneten OQ halkı” demektir.
Bilim dilinde, vernaküler (vérnaculaire) dil diye bir sınıflandırma vardır; bu, “bulunduğu bölgede adacıklar hâlinde yerel ağızlar”ı ifade eder...Sınır dışı edilen Japon dilci Kojima’nın ortaya çıkardığı gibi, Kürtçe adı altında 14 ağız mevcuttur. Bu14 (ondört) ağızdan oluşan bir ifade şeklinin Anayasa’ya girmesi için teklifte bulunmak, ancak Petrolistan tutkusuna hizmetle açıklanabilir..
Maskeleri indirelim; amaç, ülkenin bölünme ve parçalanma yoluna döşenmiş “hiletaş”lardan biridir.
Demek ki bu tür bir öneride bulunmak için siyasal kuruluş ne demektir bunu bilmek, Türk tarihinin başlangıçtan bu güne kadar zaman ve mekânda gelişimini, devletlerin siyasal yapılarını, dil nedir, nasıl doğmuştur, bu kavram altında ileri sürülen sistemler nelerdir bunları bilmek gerekir.. Yoksa, kahvaltı ederken, bugün canım sıkılıyor, bu sabah Meclis’e bir öneride bulunsam iyi olur cinsinden davranış akbabalara yardım demektir.
Korkunç olan, Türkiye Cumhuriyeti’ni üniter bir devlet olarak kuran CHP’nin, geriye takla atma becerisini göstererek ülkenin bölünmesine çanak tutmasıdır; inanılamayacak bir kokuşmuşluk!..Düşünülemeyecek bir ihanet!..
CHP tarihî görevini yapmıştır, kendi kendini lağvetmelidir.
CHP adını, tarihini bırakıp, başka bir ad ile yeniden, belki birkaç ayrı görüşte partiler olarak kurulmalıdır.
Az daha unutuyordum: CHP’den bir ses, “ben ne Kürt ne de Türk derim” demiş. Demek ki bir de 15’inci ağız varmış!.
Halûk Tarcan- Bilimsel Araştırmacı (CNRS-Paris)
Mecidiyeköy, 27 Mayıs 2012
.
Mustafa Kemal'in Çocukları 19 Mayıs'ı Kutladı !
ANTALYA YÖRÜKLER DERNEĞİ
BAKIRKÖY
BEYOĞLU
BURSA
DENİZLİ
EREĞLİ
İZMİR
KADIKÖY
MERSİN
19 Mayıs Bayramı kutlamaları kapsamında Atatürk'ün Samsun'a gelişini sembolize eden bayrak, Bandırma Vapuru'nun simgesi iskeleden karaya çıkarıldı.
SAMSUN
ŞİŞLİ
ZONGULDAK
LONDRA
.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:
Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,
Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.
Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!
Ne mutlu Türküm diyene!.
Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,
Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.
Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!
Ne mutlu Türküm diyene!.
Bunları Biliyor muydunuz?
Bunları Biliyor muydunuz?
* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”
* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,
* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,
* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,
*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,
* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,
* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...
* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”
* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,
* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,
* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,
*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,
* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,
* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...