Nurullah AYDIN
6 Haziran 2012 ANKARA
İnsanlık tarihi; dinler ve ideolojilerle, mutlu olmanın sosyal yaşamı düzenlemenin arayışlarıyla doludur.
Her din, her ideoloji; mutlak kendini doğru kabul etmiş inanmayanı yandaş olmayanı ötekileştirmiş ve yok edilmesini amaçlamıştır. İnsan olma gerçeğine varan aydınlarca ise barış içinde bir arada yaşama çabaları ise sürmüştür. İnsan odaklı aydınlar, siyasetçiler ise bunun içinde büyük bedeller ödemişledir.
İslam dünyasında Arap baharı denilen hareketlenme var. Denilen Arap dünyası diktatörlüklerden arınarak özürlüklere demokrasiye kavuşuyor.
Sistemi rejimi kuran batı emperyalizmi yeni yapılanmayı bu şekilde kitlelere sunarken, Müslüman kitleler birbirini öldürmeye yüzyılların birikimi olan kentlerinin yakılıp yıkılmasında öncü rolü oynuyorlar.
Ama Türkiye’de başlayan İslam dünyasını sarmalayan İslami hareketler hakkında birçok kesim farklı tanımlamalar getiriyor.
Oysa olanlara bakıldığında bir İslami akımın güçlendiği ve iktidarlara geldiği görülüyor.
Bu hareket; Haşhaşiler hareketidir.
Haşhaşiler (Arapça: Hashīshīya ya da Hashīshūn), Haşişin ya da Haşhaşiyyin de denir.
8. yüzyılda İsmaililiğin Nizarî kolundan çıkan bu topluluğun 15. yüzyıla dek faaliyetlerini sürdürdükleri sanılmaktadır. Kapalı bir topluluk olan Haşhaşiler radikal bir din akımının takipçileri olarak ortaya çıktılar. Suikasti, Eyyubilere, Selçuklulara ve Abbasilere Tapınak Şövalyelerine Haçlılara karşı siyasi yaptırım aracı olarak kullandılar ayrıca üçüncü haçlı seferi sırasında haçlılara ve tapınak şövalyelerine de suikast yapmışlardır. Avrupa dillerine Haçlı Frankları tarafından taşınan assassin sözcüğünün kökeni haşhaşindir. .
Assassin sözcüğünün kökeni
İngilizcedeki "assassin" sözcüğünün Arapça haşhaşin (afyonkeş) sözcüğünden türediği varsayılır. Hasan Sabbah'ın müritleri, kendilerini "esaslarına bağlı olan" anlamındaki 'Esasiyun' şeklinde adlandırıyorlardı. Bununla birlikte bazılarına göre sözcüğün kökeni Marko Polo'nun 1273'teki Alamut ziyaretini anlattığı anılarında bahsettiği, haşhaştan çok alkollü içecekleri andıran bir uyuşturucudur.
Bazı yazarlara göre de sözcük Hasan'ın takipçileri cümlesinden geliyordu. Bazıları ise, o çağlarda uyuşturucu kullanımı toplumda kabul görmeyen bir alışkanlık olduğundan haşhaşini, yani toplum dışı ve serseri sözcükleriyle bağdaştırdı. Bir başka deyişle, Hasan Sabbah'ın İsmaili örgütünün bu sözcükle anılması uyuşturucu kullandıklarının ispatı olmayabilir. Bir başka rivayete göre, göreve çıkmadan önce sakinleşmek için haşhaş kullandıklarıydı. Bazıları kullandıkları maddenin bir uyarıcı olduğunu ve savaşta onları çılgına çevirdiğini iddia ederler. Bu maddenin erginleme törenlerinde yeni üyeye ölümden sonra kendisini bekleyen ödülleri göstermek için kullanıldığı da söylenir.
Kendilerine ed-da’va-t-ul-cedide (yeni dava, yeni öğreti) ya da fedaayiin (Arapça fedailer –bir amaç uğruna kendini feda etmeye hazır olan) derlerdi.
Haşhaşiler; Hasan Sabbah'ın 1090 yılında Alamut Kalesi'ni almasıyla kurulmuştur. Hasan Sabbah'ın amacı Selçuklu Devleti'nden intikam almaktı. Bunun için Nizamülmülk ve Sultan Melikşah'ı öldürmek istiyordu(Devlet sarayında kovulma mevzusundan dolayı). Hasan Sabbah, Alamut kalesini aldıktan sonra kalede bazı düzenlemeler yaptı; kalenin asma bahçelerini yeniledi, surlarını güçlendirdi. Hasan’ın gençlik yıllarında bir şeyhin ona haşhaş içirmesiyle haşhaşın büyük etkisinde kalmıştı. Haşhaşla birçok kişiyi kandırabileceğini o zaman anlamıştı. Alamut Kalesi’ni aldıktan sonra Hindistan'dan haşhaş meyvesini getirdi.
İslam ülkelerindeki hareketlenme Haşhaşilerin yeniden doğuşu anlamına geliyor mu?
Batı stratejik merkezleri İslam dünyasının zaaflarını iyi tespit ederek istismar etmede 100 yıldır başarılılar.
Önce İngilizler; Arabistan’da Vahhabi hareketini Osmanlı-Türk müslümanlarına karşı örgütlediler.
Sonra İngilizler; Orta Asya’da Cemalettin Afgani’yi, Ortadoğu’da Arap dünyasında Muhammed Abduhu; İslam’ın ilahi mesajdan saptıracak görüş ve düşüncelerle donatarak kullandılar.
Şimdilerde Amerikalılar ve İngilizler kimleri örgütledi ve örgütlüyor?
Günün Sözü: Aklını kullanamayan, okumayan, düşünmeyen, sorgulamayan insanın, köle olması kaçınılmazdır.
.
Bu milletin tek sahibi var: Kendisi!
Yüksek Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur. İşte parola budur. Türk gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir. Biz de bunu görmekle bahtiyar olacağız. -Mustafa Kemal Atatürk
ÇİFT BAŞLI UCUBE YARATMAK - Halûk Tarcan
Zaman ve mekânda çift dilli, çift bayraklı bir devlet görülmemiştir; bu, eşyanın tabiatına aykırıdır.
Eğer çift dil ve çift bayrak varsa bu, iki devletin fiilen varlığı demektir. Kısacası, bir federasyon mevcuttur. Ama bu durumda, halkı çoğunlukta olan devlet , demokrasi gereği , egemen olan devlettir. Onun dili devletin resmî dili, bayrağı devletin resmî bayrağıdır, başka dil ve bayrak olamaz.
Adında “devlet” sözcüğü bulunmasına karşın ”Amerika Birleşik
Devletleri”nin yâni, bu federasyonun dili İngilizce, bayrağı Amerikan bayrağıdır; milyonları bulan Afrika, Güney Amerika, Asyalılar, Çin ve Kızılderililer vb…halklarının ve bu halkların kendi dillerinin varlığına rağmen tek dil, tek bayrak söz konusudur. Çok kere yazdık, çocuk önce “I am american” demesini öğrenir.
VE DE… Kimsenin aklından devletin kurucusu Lincoln’a küfretmek, değersizlendirmek, heykellerini kırmak gibi ilkel, nankör ve alçakça fikirler geçmez, her şeyden önce, koyu dindar olan Amerikanlar bunun Allah’a küfür olduğunu kabul ederler.
Sovyet Rusya’da ve günümüzdeki Rusya’da, egemenlikleri altına aldıkları halklar , çoğunluğu Türk olan halklardır; Ruslardan önce devlet sahibi olmalarına rağmen, devletin tek dili Rusça ve bayrakları Rus bayrağıdır.
Kürtçeye gelelim…Önce Kürtler prenslik- Hanlık bile değil - ancak köy sayısı hesabıyla derebeylik, şeyhlik hâlinde bulunduklarından Kürtçenin resmî dil olması talebinde bulunamaz durumdadırlar.
Dil konusunda ise Rus ve Fransız kaynaklarının C14 sistemiyle kabul ettiklerine göre; M.Ö.14binde doğmuş olan ve CNRS Şubat 2000 tarih ve 386 no.lu bültende kabul edildiğine göre Hint- Avrupa dillerinin kökeninde yer alan ve de Kürtçe denen yerel dilin cümle yapısının iskeletini oluşturur. Bu şartlarda Kürtçe denen AĞIZ, nasıl olurda Türkçenin yanında ve onun eş değerinde Anayasaya konulması önerilir!..
Tek, Kürtçe diye başlı başına bir kültür dili yoktur, Bu nedenle de Kırmançça’dan Kürtçe imâl edilmeye çalışılmaktadır.
Kırmanç ise bir Ön-Türk kuruluşudur, OQ-ËRİM UÇ (K.Mirşan) ”yöneten OQ halkı” demektir.
Bilim dilinde, vernaküler (vérnaculaire) dil diye bir sınıflandırma vardır; bu, “bulunduğu bölgede adacıklar hâlinde yerel ağızlar”ı ifade eder...Sınır dışı edilen Japon dilci Kojima’nın ortaya çıkardığı gibi, Kürtçe adı altında 14 ağız mevcuttur. Bu14 (ondört) ağızdan oluşan bir ifade şeklinin Anayasa’ya girmesi için teklifte bulunmak, ancak Petrolistan tutkusuna hizmetle açıklanabilir..
Maskeleri indirelim; amaç, ülkenin bölünme ve parçalanma yoluna döşenmiş “hiletaş”lardan biridir.
Demek ki bu tür bir öneride bulunmak için siyasal kuruluş ne demektir bunu bilmek, Türk tarihinin başlangıçtan bu güne kadar zaman ve mekânda gelişimini, devletlerin siyasal yapılarını, dil nedir, nasıl doğmuştur, bu kavram altında ileri sürülen sistemler nelerdir bunları bilmek gerekir.. Yoksa, kahvaltı ederken, bugün canım sıkılıyor, bu sabah Meclis’e bir öneride bulunsam iyi olur cinsinden davranış akbabalara yardım demektir.
Korkunç olan, Türkiye Cumhuriyeti’ni üniter bir devlet olarak kuran CHP’nin, geriye takla atma becerisini göstererek ülkenin bölünmesine çanak tutmasıdır; inanılamayacak bir kokuşmuşluk!..Düşünülemeyecek bir ihanet!..
CHP tarihî görevini yapmıştır, kendi kendini lağvetmelidir.
CHP adını, tarihini bırakıp, başka bir ad ile yeniden, belki birkaç ayrı görüşte partiler olarak kurulmalıdır.
Az daha unutuyordum: CHP’den bir ses, “ben ne Kürt ne de Türk derim” demiş. Demek ki bir de 15’inci ağız varmış!.
Halûk Tarcan- Bilimsel Araştırmacı (CNRS-Paris)
Mecidiyeköy, 27 Mayıs 2012
.
Eğer çift dil ve çift bayrak varsa bu, iki devletin fiilen varlığı demektir. Kısacası, bir federasyon mevcuttur. Ama bu durumda, halkı çoğunlukta olan devlet , demokrasi gereği , egemen olan devlettir. Onun dili devletin resmî dili, bayrağı devletin resmî bayrağıdır, başka dil ve bayrak olamaz.
Adında “devlet” sözcüğü bulunmasına karşın ”Amerika Birleşik
Devletleri”nin yâni, bu federasyonun dili İngilizce, bayrağı Amerikan bayrağıdır; milyonları bulan Afrika, Güney Amerika, Asyalılar, Çin ve Kızılderililer vb…halklarının ve bu halkların kendi dillerinin varlığına rağmen tek dil, tek bayrak söz konusudur. Çok kere yazdık, çocuk önce “I am american” demesini öğrenir.
VE DE… Kimsenin aklından devletin kurucusu Lincoln’a küfretmek, değersizlendirmek, heykellerini kırmak gibi ilkel, nankör ve alçakça fikirler geçmez, her şeyden önce, koyu dindar olan Amerikanlar bunun Allah’a küfür olduğunu kabul ederler.
Sovyet Rusya’da ve günümüzdeki Rusya’da, egemenlikleri altına aldıkları halklar , çoğunluğu Türk olan halklardır; Ruslardan önce devlet sahibi olmalarına rağmen, devletin tek dili Rusça ve bayrakları Rus bayrağıdır.
Kürtçeye gelelim…Önce Kürtler prenslik- Hanlık bile değil - ancak köy sayısı hesabıyla derebeylik, şeyhlik hâlinde bulunduklarından Kürtçenin resmî dil olması talebinde bulunamaz durumdadırlar.
Dil konusunda ise Rus ve Fransız kaynaklarının C14 sistemiyle kabul ettiklerine göre; M.Ö.14binde doğmuş olan ve CNRS Şubat 2000 tarih ve 386 no.lu bültende kabul edildiğine göre Hint- Avrupa dillerinin kökeninde yer alan ve de Kürtçe denen yerel dilin cümle yapısının iskeletini oluşturur. Bu şartlarda Kürtçe denen AĞIZ, nasıl olurda Türkçenin yanında ve onun eş değerinde Anayasaya konulması önerilir!..
Tek, Kürtçe diye başlı başına bir kültür dili yoktur, Bu nedenle de Kırmançça’dan Kürtçe imâl edilmeye çalışılmaktadır.
Kırmanç ise bir Ön-Türk kuruluşudur, OQ-ËRİM UÇ (K.Mirşan) ”yöneten OQ halkı” demektir.
Bilim dilinde, vernaküler (vérnaculaire) dil diye bir sınıflandırma vardır; bu, “bulunduğu bölgede adacıklar hâlinde yerel ağızlar”ı ifade eder...Sınır dışı edilen Japon dilci Kojima’nın ortaya çıkardığı gibi, Kürtçe adı altında 14 ağız mevcuttur. Bu14 (ondört) ağızdan oluşan bir ifade şeklinin Anayasa’ya girmesi için teklifte bulunmak, ancak Petrolistan tutkusuna hizmetle açıklanabilir..
Maskeleri indirelim; amaç, ülkenin bölünme ve parçalanma yoluna döşenmiş “hiletaş”lardan biridir.
Demek ki bu tür bir öneride bulunmak için siyasal kuruluş ne demektir bunu bilmek, Türk tarihinin başlangıçtan bu güne kadar zaman ve mekânda gelişimini, devletlerin siyasal yapılarını, dil nedir, nasıl doğmuştur, bu kavram altında ileri sürülen sistemler nelerdir bunları bilmek gerekir.. Yoksa, kahvaltı ederken, bugün canım sıkılıyor, bu sabah Meclis’e bir öneride bulunsam iyi olur cinsinden davranış akbabalara yardım demektir.
Korkunç olan, Türkiye Cumhuriyeti’ni üniter bir devlet olarak kuran CHP’nin, geriye takla atma becerisini göstererek ülkenin bölünmesine çanak tutmasıdır; inanılamayacak bir kokuşmuşluk!..Düşünülemeyecek bir ihanet!..
CHP tarihî görevini yapmıştır, kendi kendini lağvetmelidir.
CHP adını, tarihini bırakıp, başka bir ad ile yeniden, belki birkaç ayrı görüşte partiler olarak kurulmalıdır.
Az daha unutuyordum: CHP’den bir ses, “ben ne Kürt ne de Türk derim” demiş. Demek ki bir de 15’inci ağız varmış!.
Halûk Tarcan- Bilimsel Araştırmacı (CNRS-Paris)
Mecidiyeköy, 27 Mayıs 2012
.
Mustafa Kemal'in Çocukları 19 Mayıs'ı Kutladı !
ANTALYA YÖRÜKLER DERNEĞİ
BAKIRKÖY
BEYOĞLU
BURSA
DENİZLİ
EREĞLİ
İZMİR
KADIKÖY
MERSİN
19 Mayıs Bayramı kutlamaları kapsamında Atatürk'ün Samsun'a gelişini sembolize eden bayrak, Bandırma Vapuru'nun simgesi iskeleden karaya çıkarıldı.
SAMSUN
ŞİŞLİ
ZONGULDAK
LONDRA
.
GERCEK LIDER KIMDIR ?
Değerli arkadaşlar,
19 Mayıs Atatürk’ümüzü anma, Gençlik ve Spor Bayramımızı kutlamak hepimizin görevidir. Bu kutlama amacıyla sizlere yüce önderimizin dünyaca kabul edilmiş liderlik özelliklerini dile getiren, 10.11.2008 tarihli yazımı yeniden göndermek istedim.
AB-D emperyalizminin oyunları ile çökertilen bir imparatorluktan, yeni bir bağımsız ulus devleti, TÜRKİYE CUMHURİYETİ’ni yaratan yüce önderimizin liderlik özelliklerini, tüm yöneticilerimizin bilmesini ve örnek almasını temenni ediyorum.
Özellikle güncel dedikodular yerine, güzel ülkemizin ulusal sorunlarının irdelenmesini ve çözüm üretecek projelerin dile getirilmesini bekliyorum.
Sevgi ve saygılarımla (18.05.2012).
Prof.Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR
GERÇEK LİDER KİMDİR?
Bir ulusun ruhu esir alınmadıkça, bir ulusun azim ve iradesi kırılmadıkça o ulusa hâkim olmanın olanağı yoktur. Asırların yarattığı ulusal bir ruha, kuvvetli ve daimî bir ulusal iradeye hiçbir kuvvet karşı koyamaz (01.09.1924).
Mustafa Kemal ATATÜRK
Erzincan dağlarından
Değerli arkadaşlar,
Yüce önderimiz, bir kez daha 20. yüzyılın lideri seçilmiştir (Mayıs-2008). ABD’de Brown Üniversitesi öğretim görevlisi Profesör Arnold Ludwig, geliştirdiği bir metodoloji sonucunda, Atatürk’ün 20. yüzyılın en büyük siyasi lideri olduğunu ortaya koydu. 11 kategoriye göre seçilen liderler sıralamasında 31 puanla Atamız birinci olurken, Mao Zedung ve Franklin Roosevelt 30 puanla ikinci olmuşlardır. Dünyayı karıştıran Bush ise 15 puan almış.
Değerli arkadaşlar,
Ülkemizde de Sn. Adnan Nur BAYKAL YÖNETİCİLER İÇİN BİR BAKIŞ: Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Liderlik Sırları (Nordstern İmtaş Sigorta katkılarıyla) isimli kitabında; önce 50 maddelik bir YÖNETİCİLİK VE LİDERLİK ÖZELLİKLERİ listesi çıkarmış.
Sonra da NUTUK’u, Atatürkün diğer söylev ve demeçlerini, Atatürk’e ilişkin 100’ün üzerinde kitabı taramış. Ardından ”50 özellik” sınıflandırmasına uyarak Atatürk’ten alıntılar yapmış ve derlediği anektodları da bunlara eklemiş. Böylece yöneticilik ilkelerini çok iyi bilen bir liderimiz ile bugünün yöneticileri arasında, ilginç bir köprü kurmuş.
Buna göre, yüce önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleri ile bu özellikler arasında kurulan ilişkilerden bazılarını bilgilerinize sunmak isterim.
- Karşısındakini dinleme alışkanlığı: “Birbirimizi uyarmakta ve haklı tenkit etmekte yalnız fayda vardır, bundan asla zarar gelmez. Fakat aksinden çok zarar görüleceği tecrübelerle sabittir.”
- Hedefe yönelik kararlılık: “Maksadımız, gün kazanmak değil, bütün hayatımızı hakiki hedeflere sevk ederek, en nihayet millete bir gün eliyle tutacağı maddi eserler vermektir.”
- İnsana değer verme: “Sermayenin azlığına bakarak cesaretiniz kırılmasın. Böyle müesseseler için en kuvvetli sermaye, zeka, dikkat, iffettir. Teknik ve metodik çalışmasını bilmektir. Bu düşünce ile işe sarılınız, muhakkak başarılı olursunuz.”
- Yaptığı işe inanma: “İhtirassız hiçbir şey meydana getirilemez. Gerçek olan budur. Ama ihtirasın, millet yolunda, halk için bir gayeye yönelmesi şarttır.”
- Mükemmeliyetçi olma: “Ben ancak daha iyisini yapabileceğim şeyi tahrip ederim. Yapamayacağım şeyi tahrip etmem.”
- Problem çözücü olma: “Zorlukları çözen kimse olmak isteyenlerin ilk yapacakları, olayın içyüzünü bilip, ona uymak olmalıdır.”
- Programlı olma: “Uygulamayı bir takım evrelere ayırmak ve adım adım ilerleyerek amaca ulaşmaya çalışmak gerekiyordu. Başarı için pratik ve güvenilir yol her evreyi vakti geldikçe uygulamaktı.”
- Strateji bilincine sahip olma: “Sınırlı vasıtalarla büyük işler görmenin denenmiş biricik usulü, kuvvetlerimizi dağıtmamak, mevcut vasıtaların hepsini gayelerimizin en önemli olanları üzerinde toplamaktır.”
- Vizyon sahibi olma: “Değişikliklerin sabit ve belirli vaziyetleri yoktur. Ama bu değişiklikler, faal insanlar için imkan ve kolaylık hazırlar.”
- Yönetme yeteneği: “Her vaziyette, her meselede talimat verenle o talimatı uzakta ve bilhassa talimat verenin temasta bulunmadığı şartlar altında uygulayan arasında görüş ayrılıkları olabilir. Asıl hedefin korunması şartıyla durum, hal ve icaba göre idare olunur.”
- Zamanlama: “İlerde yapacağım şeyi bana şimdiden söyletmeyiniz.”
Değerli arkadaşlar,
Gerçek bir liderimiz olduğu için ne kadar övünsek azdır. Ulusal bağımsızlığımızı sağlayan, ulus devlet olmamızı gerçekleştiren önderimiz ve onun ilke ve devrimleri, emperyalist ülkelerin kirli amaçları için en büyük engeldir.
Örneğin; Yüce önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK’ün ilke ve devrimleri, AB tarafından en büyük engel olarak görülmektedir. Hollandalı 30 yıllık politikacı, Hıristiyan Demokrat parlamenter Oostlander tarafından Mart-2003 de hazırlanan ön raporda, KEMALİZM ilkeleri, AB’ye üye olmamız için en büyük engel olarak tanımlanmıştır.
Yine Avrupa Parlamentosu’nun bir İngiliz milletvekili Andrew Duff de basın toplantısı düzenlemiş ve şöyle demişti: ‘Devlet dairelerinden Atatürk’ün resimlerinin kaldırılması zamanı geldi. Türkiye bunu yapmalıdır.’
Neden ondan bu kadar korkuyorlar, neden onun ilke ve devrimlerinden bu kadar çekiniyorlar?
Lütfen düşünün ve gereken yorumu yapın.
Hiç kimse onu aklımızdan ve kalbimizden silemez, onun ilke ve devrimlerini yok edemez, kaldıramaz.
Onu sonsuza dek yaşatacağız.
Sevgi ve saygılarımla (10.11.2008).
Prof.Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR
12 Eylül Karanlığına Karşı 'Aydınlar Dilekçesi' Güncelliğini Koruyor
15 Mayıs 1984 tarihinde Aydınlar Dilekçesini Cumhurbaşkanlığı Köşküne sunan heyette Prof. Fehmi Yavuz, sözcü Prof. Hüsnü Göksel, Bilgesu Erenus, Aziz Nesin, Esin Afşar ve Prof. Bahri Savcı yer alıyordu.
12 Eylül darbesi karanlığı döneminde bir grup aydının öncülüğünde hazırlanan ve binlerce aydının imzasıyla 15 Mayıs 1984 günü sunulan “Aydınlar Dilekçesi” boyun eğmemenin mirası olarak güncelliğini koruyor.
12 Eylül darbesi karanlığı döneminde bir grup aydının öncülüğünde hazırlanan ve binlerce aydının imzasıyla 15 Mayıs 1984 günü yayınlanan “Aydınlar Dilekçesi” boyun eğmemenin mirası olarak güncelliğini koruyor. 12 Eylül darbesi döneminde yaşanan hak gasplarına ve faşizmin ağırlığına karşı bir araya gelen aydınlar, yaşananlar karşısında taleplerini sıraladıkları bir dilekçe hazırladılar. Aralarında Aziz Nesin, Uğur Mumcu, Halit Çelenk, Yalçın Küçük, Erdal Öz gibi aydınların bir araya gelerek oluşturdukları ve yaklaşık 1300 imzayla desteklenen dilekçe, 5 Mart 1984 tarihinde Altındağ 1 no.lu Noterliği’ne sunulmasının ardından 15 Mayıs 1984’te Cumhurbaşkanlığı ve TBMM Başkanlığı’na verildi.
Dilekçeye sıkıyönetim yasağı
“Aydınlar Dilekçesi” olarak bilinen girişim, çok sayıda aydının katıldığı çeşitli toplantılarda belirlenen görüşlerin yazmanlar kurulu tarafından kaleme alınmasıyla dilekçe haline getirildi. “Türkiye’de Demokratik Düzene İlişkin Gözlem ve İstemler” başlığıyla hazırlanan dilekçe, Cumhurbaşkanlığı ve TBMM Başkanlığı’na verildiği gün Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından yasaklandı.
“Aydınlar Dilekçesi” olarak bilinen girişim, çok sayıda aydının katıldığı çeşitli toplantılarda belirlenen görüşlerin yazmanlar kurulu tarafından kaleme alınmasıyla dilekçe haline getirildi. “Türkiye’de Demokratik Düzene İlişkin Gözlem ve İstemler” başlığıyla hazırlanan dilekçe, Cumhurbaşkanlığı ve TBMM Başkanlığı’na verildiği gün Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından yasaklandı.
Dilekçe ve imzalara el konuldu
Aydınlar Dilekçesi’ni hazırlayan ve imzalayan bazı isimler hakkında Kenan Evren’in “vatan hainliği” suçlamasıyla da dilekçenin yayınlandığı tarihten 5 gün sonra dava açıldı. 20 Mayıs 1984’te Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı’nın Sıkıyönetim Askeri Savcılığı’nca açılan dava sonrası dilekçe ve imzalara el konuldu.
Aydınlar Dilekçesi’ni hazırlayan ve imzalayan bazı isimler hakkında Kenan Evren’in “vatan hainliği” suçlamasıyla da dilekçenin yayınlandığı tarihten 5 gün sonra dava açıldı. 20 Mayıs 1984’te Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı’nın Sıkıyönetim Askeri Savcılığı’nca açılan dava sonrası dilekçe ve imzalara el konuldu.
Aydınlar Dilekçesi davasında 59 kişi yargılandı
Aydınlar Dilekçesi’ni hazırlayanlar arasında Aziz Nesin, Yalçın Küçük, Halit Çelenk, Uğur Mumcu, İlhan Selçuk, İlhan Tekeli, Mete Tunçay, Haluk Gerger gibi birçok isim bulundu. Ahmet Taner Kışlalı, Vedat Türkali, Hikmet Çetin, Mustafa Balbay, Emil Galip Sandalcı, Erdal Öz, Esin Afşar, Bilgesu Erenus gibi isimlerle birlikte 1300’ü bulan imzayla desteklenen dilekçe hakkında açılan davada 59 kişi yargılandı.
Aydınlar Dilekçesi’ni hazırlayanlar arasında Aziz Nesin, Yalçın Küçük, Halit Çelenk, Uğur Mumcu, İlhan Selçuk, İlhan Tekeli, Mete Tunçay, Haluk Gerger gibi birçok isim bulundu. Ahmet Taner Kışlalı, Vedat Türkali, Hikmet Çetin, Mustafa Balbay, Emil Galip Sandalcı, Erdal Öz, Esin Afşar, Bilgesu Erenus gibi isimlerle birlikte 1300’ü bulan imzayla desteklenen dilekçe hakkında açılan davada 59 kişi yargılandı.
Dava sanıkların lehine sonuçlandı
“Sıkıyönetim yasaklarına aykırı olarak bildiri dağıtmak” suçundan Ankara 1 no.lu Sıkıyönetim Mahkemesi’nde görülen, 18 Ağustos 1984 tarihinde ilk duruşması yapılan dava, 7 Şubat 1986'da tüm sanıkların lehine sonuçlandı.
“Sıkıyönetim yasaklarına aykırı olarak bildiri dağıtmak” suçundan Ankara 1 no.lu Sıkıyönetim Mahkemesi’nde görülen, 18 Ağustos 1984 tarihinde ilk duruşması yapılan dava, 7 Şubat 1986'da tüm sanıkların lehine sonuçlandı.
Aziz Nesin, dava savunmasının bir bölümünde şu ifadeleri kullandı:
"Bizler bu dilekçeyi yazar ve imzalarken bunun karşılığında aydın olduğumuz için bir minnet beklemiyorduk ve aydın olmanın ayrıcalıklarından yararlanmaya kalkmış değildik. Emekli olduktan sonra holdinglerin yönetim kurullarında ve büyük sermayeli ticaret kuruluşlarında ve bankalarda ve benzeri büyük sermaye gruplarında ve özel girişim kuruluşlarında ve dış alım- satım firmalarında, yüksek çıkarlar karşılığında hiç anlamadıkları işlerde ve hiç çalışmadan görev alan ve aç gözleri hiç doymayan yaşlı kişilerin aydın olduklarını söylemelerinden utanmaları nasıl gerekirse, bu dilekçeyi yazıp imzalamak karşılığında bugünkü yönetimin tutumunu bildiğimizden nimet değil külfet, ödül değil ceza bekleyen bizler de kendimizi aydın sanmaktan onur duymaktayız.Bu dilekçeyi imzalayanlar arasında salt ulusal düzeyde değil uluslararası düzeyde sanatçılar, yazarlar, gazeteciler, bilimciler, hukukçular, eski bakanlar vardır. Bunlar aydın değillerse, Türkiye’de Aydın ilinden başka aydın kalmaz."
Dilekçede neler ifade edildi?
Birçok aydının bir yandan imzalarıyla destek vermeye devam ettiği öte yandan yargılama sürecinde bazı imzaların geri çekildiği, 12 Eylül karanlığına karşı hatırı sayılır önemi bulunan, “Aydınlar Dilekçesi” içerisinde hangi ifadeler yer aldı?
Birçok aydının bir yandan imzalarıyla destek vermeye devam ettiği öte yandan yargılama sürecinde bazı imzaların geri çekildiği, 12 Eylül karanlığına karşı hatırı sayılır önemi bulunan, “Aydınlar Dilekçesi” içerisinde hangi ifadeler yer aldı?
“Akılcı yöntemlerle aydınlık geleceğe inanıyoruz”
“Türkiye’de Demokratik Düzene İlişkin Gözlem ve İstemler” başlığıyla 6 sayfa olarak hazırlanan dilekçe, Türkiye’de yaşanan ağır bunalım sürecine değinilerek, “Biz Türk aydınları, eksiklerimizin ve sorumluluğumuzun öneminin ve önceliğinin bilincindeyiz. Bu bilinç, bize toplumumuzun sağlıklı ve güvenli bir düzene geçişiyle ilgili görüşlerimizi açıklama görev ve hakkını vermektedir. Bizler toplumumuzun akılcı yöntemler kullanarak aydınlık bir geleceğe ulaşacağına coşkuyla inanıyoruz” ifadeleriyle de şu şekilde sunuldu:
“Türkiye’de Demokratik Düzene İlişkin Gözlem ve İstemler” başlığıyla 6 sayfa olarak hazırlanan dilekçe, Türkiye’de yaşanan ağır bunalım sürecine değinilerek, “Biz Türk aydınları, eksiklerimizin ve sorumluluğumuzun öneminin ve önceliğinin bilincindeyiz. Bu bilinç, bize toplumumuzun sağlıklı ve güvenli bir düzene geçişiyle ilgili görüşlerimizi açıklama görev ve hakkını vermektedir. Bizler toplumumuzun akılcı yöntemler kullanarak aydınlık bir geleceğe ulaşacağına coşkuyla inanıyoruz” ifadeleriyle de şu şekilde sunuldu:
“Düşünce üretmek bunalım değil toplumsal canlılığın gereği”
“Halkımız, çağdaş toplumlarda geçerli insan haklarının tümüne layıktır ve bunlara eksiksiz olarak sahip olmalıdır. Ülkemizin, insan haklarının güvenceleri yurt dışında tartışılır bir ülke durumuna düşürülmüş olmasını onur kırıcı buluyoruz. Yaşam hakkı ve insanca yaşama, örgütlü ve toplumsal varolmanın çağımızda hiçbir gerekçe ile ortadan kaldırılamayacak baş amacıdır; doğal ve kutsal bir haktır. Bu hakkın anlam kazanması, düşünceyi özgürce açıklamaya, geliştirmeye ve etrafında örgütlenmeye bağlıdır. Bireylerimizin yeni ve değişik düşünce üretmelerini, gösterilmeye çalışıldığı gibi, bunalımların nedeni değil, toplumsal canlılığın gereği sayıyoruz.”
“İşkence insanlığa karşı işlenen suçtur”
“İnsanların son sığınağı olan adalet, insanca yaşamın da başlıca dayanağıdır” denilen dilekçede, yargı kararı olmaksızın yurttaşların haklarının kısılması, siyasal hakların ellerden alınmasının toplumsal yıkımlara yol açacağı belirtildi. İşkencenin ise insanlığa karşı işlenen suç olduğu vurgulanan metinde şu ifadeler yer aldı:
“İnsanların son sığınağı olan adalet, insanca yaşamın da başlıca dayanağıdır” denilen dilekçede, yargı kararı olmaksızın yurttaşların haklarının kısılması, siyasal hakların ellerden alınmasının toplumsal yıkımlara yol açacağı belirtildi. İşkencenin ise insanlığa karşı işlenen suç olduğu vurgulanan metinde şu ifadeler yer aldı:
“İşkencenin kaldırılması için önlemler alınmalıdır”
“Varlığı yasal kararlarla da kanıtlanan işkence insanlığa karşı suçtur. İşkencenin yargısız, peşin ve ilkel bir cezalandırma alışkanlığına dönüştürülmüş olmasından endişe ediyoruz. Ayrıca, özgürlüğü sınırlama amacını aşan cezaevi koşullarını da eziyet ve işkence sayıyoruz. İşkencenin büsbütün ortadan kaldırılması için gerekli önlemler alınmalıdır.”
Kapsamlı af talebi
Ölüm cezalarının kaldırılması gereğine inandıklarını ve görülmekte olan davaların bir an önce sonuçlandırılması gerektiği görüşü paylaşılan dilekçede, “Suçları oluşturan, toplumsal ve siyasal koşullardır. Türkiye'nin içinde yaşadığı çalkantılı dönemin topluma yüklediği sorumluluk unutulmamalıdır. Bu nedenlerden ötürü ve sosyal barışa katkıda bulunmak için kapsamlı bir affı kaçınılmaz görüyoruz” talebi de yer aldı.
Ölüm cezalarının kaldırılması gereğine inandıklarını ve görülmekte olan davaların bir an önce sonuçlandırılması gerektiği görüşü paylaşılan dilekçede, “Suçları oluşturan, toplumsal ve siyasal koşullardır. Türkiye'nin içinde yaşadığı çalkantılı dönemin topluma yüklediği sorumluluk unutulmamalıdır. Bu nedenlerden ötürü ve sosyal barışa katkıda bulunmak için kapsamlı bir affı kaçınılmaz görüyoruz” talebi de yer aldı.
“Örgütlenme hakkı güvenceye kavuşturulmalı”
Siyasi partiler, sendikalar, mesleki kuruluşlar ve derneklerle birlikte birey ve grupların demokratik özgürlüklerini korumak, örgütlenme ve katılım haklarını güvencelere kavuşturmak gerektiği belirtilen dilekçede, çok yönlü kamuoyunun oluşması ve TRT’nin özerkliğinin sağlanması gerektiği de ifade edildi.
Siyasi partiler, sendikalar, mesleki kuruluşlar ve derneklerle birlikte birey ve grupların demokratik özgürlüklerini korumak, örgütlenme ve katılım haklarını güvencelere kavuşturmak gerektiği belirtilen dilekçede, çok yönlü kamuoyunun oluşması ve TRT’nin özerkliğinin sağlanması gerektiği de ifade edildi.
"Eğitimin temel amacı üretici insan yetiştirmek"
Ayrıca eğitimin temel amacının özgür düşünceli, bilgili, becerili ve üretici insan yetiştirmek olduğunu belirten aydınlar, eğitime ilişkin görüşlerini de şu şekilde açıkladı:
Ayrıca eğitimin temel amacının özgür düşünceli, bilgili, becerili ve üretici insan yetiştirmek olduğunu belirten aydınlar, eğitime ilişkin görüşlerini de şu şekilde açıkladı:
“Bütün yüksek öğretim kurumlarının, atamalarla oluşturulan aşırı yetkili bir kurulun buyruğuna verilmesi, hem gençlerin iyi yetiştirilmesini, hem de bilim yapılmasını şimdiden engellediği gibi ülkenin geleceği için büyük kaygılar da doğurmaktadır. Bu nedenle, YÖK düzeninin bir an önce seçim ilkesine dayalı özerklik yönünde değiştirilmesini gerekli görüyoruz.”
“Topluma karşı sorumlulukların bilincindeyiz”
Dilekçede, her türlü sanat yapıtlarının üretiminde ve yayımında özgürlüğü, kültürel yaratıyı sınırlayan sansürün toptan kaldırılması ve ceza sorumluluğunun yalnız olağan yargı mercilerince saptanması gerektiği kanaati de belirtildi. “Aydınlar dilekçesi” şu şekilde sonlandırdı:
Dilekçede, her türlü sanat yapıtlarının üretiminde ve yayımında özgürlüğü, kültürel yaratıyı sınırlayan sansürün toptan kaldırılması ve ceza sorumluluğunun yalnız olağan yargı mercilerince saptanması gerektiği kanaati de belirtildi. “Aydınlar dilekçesi” şu şekilde sonlandırdı:
“Bütün bunlarıın ışığında, topluma karşı sorumluluklarının bilincinde olan bizler, çağdaş demokrasinin, ayrı ayrı ülkelerin özel koşullarına göre uygulamadaki değişikliklere karşın, değişmeyen bir özü olduğuna bu özü oluşturan kurum ve ilkelerin bizim ulusumuzca da benimsenmiş bulunduğuna, bunlara aykırı düşen yasal düzenleme ve uygulamaların demokratik yöntemlerle ortadan kaldırılması gerektiğine, yaşadığımız bunalımdan, böylelikle, sağlıklı ve güvenli olarak çıkılacağına olanca içtenliğimizle inanmaktayız.”
(soL – Haber Merkezi)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:
Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,
Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.
Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!
Ne mutlu Türküm diyene!.
Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,
Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.
Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!
Ne mutlu Türküm diyene!.
Bunları Biliyor muydunuz?
Bunları Biliyor muydunuz?
* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”
* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,
* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,
* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,
*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,
* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,
* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...
* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”
* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,
* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,
* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,
*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,
* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,
* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...