Prof. Dr. Ozer OZANKAYA
YaklasIk 40 yildanberi, bir cok Batili devlet, Osmanli Devletinin son doneminde Dogu ve Guney Anadolu’da ozellikle Rusya, Ingiltere, Fransa ve Amerike’nin kiskirttigi Ermeni – Turk kanli kavgalarindan Turk ulusunu ve Tukiye Cumhuriyeti Devleti’ni sorumlu tutmak, ustelik bunu “Ermenilere karsi soykirim„ gibi sunmak haksizligini isleyegelmektedirler. Bu ulkelerin nesnellik olcutlerine uyma geregini gozardi eden politikacilari, “Turkler Ermenilere soykirim uygulamislardir„ diyen Parlamento kararlari almakta, bu savin dogru olmadigini soylemeyi suc sayan ve cezalandiran yasalar bile cikarmaktadilar!
Demokrasi ve baris ilkelerine taban tabana zit olan bu tutumu, Turkiye’nin yuklu tutarda ornegin Fransiz helikopteri, Alman Tanki ya da Amerikan ucagi ... satinalmasi ve benzeri odunler karsiliginda, kimi kez gecici olarak unutmus gorunmekte, kimi kez parlamentolarina dek getirmekle birlikte cogunluk oyuna ulasmamasina calisacaklari sozlerini vermekte, Turk hukumetlerinden odun uzerine odun koparmaya calismaktadirlar.
Nesnellik bilimin de, demokrasinin de, uluslar arasinda barisin da en temel geregidir. Ben de bir toplumbilimci niteligimle, bu konuya iliskin gozlem ve degerlendirmelerimi, kati savlar olarak degil, elestiriye acik onermeler olarak sunmak istiyorum.
I. SOYKIRIMI, AMA TURK'E KARSI GIRISILMIS SOYKIRIMI!
Osmanli Devleti'nin tarih sayfalarina gocme sureci, bilindigi gibi, dogal kaynaklar ve pazar arayisindaki sanayilesmis Batili devletlerin kendi aralarindaki cikar cekismeleri yuzunden, Osmanli uyrugu halklarin her yonden yikimlara ugratilmasi esliginde gerceklesti. Bu yikimlarin en buyugunu Osmanli Devletinin asil yukunu cektigi halde her turlu gelismenin disinda tutulan Turk kesimi yasadi. Amerikali Goc Tarihcisi Prof. Justine McCarthy’nin gercek arastirmalara dayali yapitlarinda sergilendigi uzere, Osmanli'nin Turk uyruklari, devletin bati eyaletlerindeki 500 yillik Turk yurdu Rumeli'den (ABD'nin tum tarihinin 225 yildan ibaret oldugu dusunulsun!) her turlu insan haklari cignenerek sokulup sokulup atildiklari gibi, dogusunda da yapay olarak bir Ermenistan yaratabilmek ugruna Turk nufustan arindirilmis bir bolge olusturulmak istenmis ve Ingiliz, Rus, Fransiz kiskirtma ve silahli destegi ile kurulan Ermeni ceteleri kadin, yasli, cocuk demeden "yalnizca Turk oldugu icin" Turkleri kiyimdan gecirmege ve bolgeden kacirmaga kalkismislardir. Ermeni nufus cogunlugu da binlerce yillik Turk
vatandaslarina karsi islenen bu cinayetlere bas kaldirmamis ya da kaldiramamistir.
Ancak Turklere karsi uygulanan kiyim Osmanli'nin Bati eyaletlerinde basarili oldugu halde Dogu'da basarili olamamis, Osmanli Devleti buradaki cogunluk Turk nufusu korumak ve Rusya ile savasirken arkadan hancerlenmeyi onlemek icin Ermeni uyruklarini ulkenin guneyindeki bolgelere zorunlu goce tabi tutmustur. Bu, sIk sIk soylendigi gibi, yalniz Carlik Rusyasiyla savasmakta olan Osmanli Ordusunun iki ates arasinda kalmamasi icin basvurulmus bir onlem degildir. Turke karsi girisilen soykirim cinayetlerine karsi koymayan ya da koyamayan ve saldirilara ortak olan Ermeni nufusun, bir daha Turk komsulariyla baris icinde birlikte yasama sansi da kalmamisti.
Bunun icin de o bolgeden baska yere gocurulmeleri zorunluluk olmustu. Turk Bagimsizlik Savasi sirasinda da Adana, Maras, Gaziantep .. yoresinde Fransiz uniformasi altinda Turklere saldirtilmalari, Dunya Savasi sirasinda zorunlu olarak goc ettirilen Ermenilerin Cumhuriyetin kurulmasi uzerine yurtlarina donmelerini daha da olanaksiz duruma getirmistir. Goruldugu gibi Dogu Anadolu'daki Ermeni halk, Batili devletlerin cikar hesaplarina arac olmaya hayir demedikleri, diyemedikleri icin, bu bolgedeki binlerce yillik varliklarina kendi elleriyle son vermislerdir!
Ama Ermeni siyasetcileri ve onlari kiskirtmis olmanin sorumlulugunu tasiyan Siyaset Batisi, 1970'lerden baslayarak olaylari tam anlamiyla ters-yuz etmege baslamis, oldurulen, yurdundan ve ocagindan surulen ve mesru savunma durumunda birakilan Turkler insan degil de hamam bocegi imis gibi, onlara karsi baslatilan bu soykirim saldirisindan hic soz etmeden, sanki 'Osmanli Devleti ve Turk halki Almanlarin, Ruslarin, Ispanyollarin Yahudilere yaptigi gibi, durduk yerde Ermenilere karsi soykirimi uygulamistir.' diyen bir propaganda makinesini isletmege baslamislardir.
Turkiye Cumhuriyeti, durustlukle izledigi barisci politika geregi gecmisin bugunumuzu zehirlememesine ozen gosterir ve Ermeni cetelerin ve onlara uyan Ermeni halkin kiyimlari ile onlari destekleyen somurgeci devletlerin sorumluluklarini gundemden dusururken, bu soylu politikasi onlar tarafindan kendisine karsi silah olarak kullanilmaya baslanmistir.
Oysa bir ulusa iftira etmek, soykirim girisiminin ta kendisidir!
II. SOYKIRIM SAVI NEDEN BIR KARACALMADAN IBARETTIR?
Bu propagandalarin yalandan baska birsey olmadigi matematiksel bir kesinlikle bircok kez kanitlanmistir, dedim. Bunun yalnizca birkac ornegini sunmak isterim. Bu ornekler, kanimca, dogruya saygisi olan herkesi inandirmaya yetecek acikliktadir. Buna karsin sozkonusu propaganda makinesinin neden isletildigi ve Turkiye'nin bunu neden
onleyemedigi, konunun baska bir yonudur ve ona iliskin tahminlerimi daha sonra belirtecegim.
Ermeni savlarinin birer karacalmadan ibaret oldugunu gostermege yetecek nitelikteki kanitlarin bir bolumu sunlardir :
1) Osmanli Devleti, Birinci Dunya Savasina Almanya'nin gudumundeki Enver Pasa ve benzeri devlet yoneticilerinin cabalariyla suruklenmisti. Butunuyle Osmanli Ordusu savas boyunca "Alman Askeri Egitim Kurulu"nu olusturan Alman generallerinin dogrudan dogruya komutasi altina sokulmustu. Liman von Sanders'ler, Falkenhein'lar bunun canli kanitlaridir.
Eger Osmanli Devleti Ermeni uyruklarina karsi bir soykirim uygulamis olsaydi, Alman hukumeti bunu belgeleyecek olanaklara en cok sahip olacak konumda bulunuyordu. Oysa bugune degin Alman arsivlerinde boyle bir belge bulunup ortaya cikarilamamistir!
2) Savas sonrasinda Mondros silah birakismasini imzalayan Osmanli devleti butun yonetimiyle Ingiliz, Fransiz ve Itayan isgalcilerine teslim oldu. Savas suclulari mahkemelere verildi, Maltalara suruldu. Ama Osmanli Devletinin butun arsivlerine el koymus olan savas galibi bu devletler, Ermenilere karsi soykirim uygulandigina iliskin hicbir kanit bulamamis, boyle herhangi bir yargida da bulunamamislardir.
Ingiliz, Fransiz, Rus ve Italyan arsivlerinde boyle herhangi bir kanit bulunsaydi bugune degin bin kez dunyaya duyurulmus olurdu.
3) Silah Birakismasi ve Kurtulus Savasi yillarinda Amerika'nin Istanbul Baskonsolosu Morgenthau, Amerikan hukumetinin Ermeni savlarini arastirmak uzere gorevli gonderdigi General Mosley ve General Hardord'un hepsi de bir soykirimindan degil, "Karsilikli birbirini oldurme" olayindan soz edilebilecegini, bu catismalarda Turklerin daha buyuk kayiplara ugradigini belirtmislerdir. Oldurmegi kimlerin baslattigi konusunda ise, beklenebilecegi gibi, sessiz kalmislardir. Eger Turkler baslatmis olsaydi sessiz kalmayacaklari aciktir.
4) Daha 1877 Osmanli - Rus Savasi oncesinde Ingiltere, kendi somurgeci cikarlarinin tehlikeye girecegini gorerek, Rusya'nin Ermenileri baskidan koruma bahanesiyle Osmanli Devletine saldirmasina karsi cikmak uzere, durumu yerinde gozlemlemesi icin bir Kirallik Yuzbasisini gorevlendirmisti. Butun Anadolu'yu at sirtinda gezen Captain Peebody, Five Hundred Miles On Horseback in Asia Minor adli gezi notlarinda baskiya ugramak soyle dursun, toplumun en varlikli ve gonencli kesimi oldugunu Ermenilerin, olsa olsa Ermenilerin Osmanli Devletine karsi sadakatlarinda bir kusur bulundugunun soylenebilecegini gozlemlemistir.
5) Adana-Maras bolgesinde Fransiz uniformasi altinda Ermenileri Turk komsularina saldirttiktan bir sure sonra, Ankara Hukumetiyle anlasmaya varan Fransa’nin Basbakani Clémenceau, “Ermeniler, baslarina gelenlerden, kendilerinden baska hic kimseyi suclayamazlar.„ demekteydi.
E) Turkiye'de bir Ermeni soykirimi yasanmis olsaydi, bunun Ataturk doneminde neden hic agza alinmadigi, tam tersine neden Ataturk Turkiyesi’nin, boyle bir savdan tek sozcukle bile soz edilmeksizin, ozel olarak Milletler Cemiyeti uyeligine davet edildigi, sorulmaya deger bir durumdur.
6) Turkiye'de Ermenilere karsi soykirimi yapilmis olsaydi Almanlarin Yahudilere uyguladigi soykirimindan kacan yuzlerce Yahudi bilim, sanat ve dusun adami ile Nazilere baskaldiran bircok Alman bilim, sanat ve dusun adami kusku yok ki ABD, Isvicre, Kanada vb. ulkelere gidebilecekken Ataturk Turkiyesine gelmek istemezlerdi;
Turkiye'de tam bir ozgurluk ortaminda yasayabileceklerini dusunemezlerdi.
7) Ermenileri yuzyillarca "en bagli uyruk" anlamina gelen "Teb'a-i sadika" diye niteleyen, devletin sadrazamlik dahil en yuksek makamlarinda gorevlendiren, saray mimarlarini kusaklar boyunca hep Ermenilerden (ornegin Balyan ailesinden) secen Osmanli Devletinin, muzik de dahil kulturun her alaninda Turklerle en cok kaynasmis olan, Ermeni alfabesiyle Turk dilinde kitaplar basan, evlerinde bile yogun bicimde Turkce konusan uyruklarina soykirim uygulamasina olanak yoktur.
8) Bugun bile dunyanin bircok ulkesinde yasamakta olan Ermeniler, evlerinde ve kendi aralarinda sIk sIk Turkce konusmaktadirlar. Binlerce yillik yurtlari olan Anadolu'dan bir soykirim sonucunda gocmek zorunda kalmis olsalardi, herhalde Turkce konusmayi surdurmeyi akillarindan bile gecirmezlerdi.
II.
Bir ulusa soy kirimi iftirasi yapmak, kendi basina bir soykirimidir!
Bunu, soz konusu I. Dunya Savasi boyunca ordusunu bile Alman komutanlarinin dogrudan buyrugu altina sokacak olcude –bizce ahmakca- bir “Almanya bagliligi„ sergilemis olan muttefikine karsi yapmak, “dostluga sadakat„ ilkesiyle bagdasmaz.
Buna ek olarak, 3,5 milyon Turk butun gencligini, uretken yillarini Alman toplumunun refahina harcamisken, Turkiye Cumhuriyeti de ABD'den sonra en buyuk orduyu besleyerek, bir yandan, alman sanayisine pazar saglayarak ve bunun icin kendi sanayilesmesini ve demiryollarini baltalayarak, ote yandan Sovyet yayilmasini onlemek uzere NATO icinde soguk savasin en buyuk riskini ustlenerek Almanya'nin gelismesini kolaylastirmis iken, Alman hukumetlerinin hem kendi ulkelerindeki 3,5 milyon Turke, hem de butunuyle Turk ulusuna ve Turkiye Cumhuriyeti'ne en agir hakarette bulunmasi da baslibasina bir jenosid sucu olmaktadir, kanisindayim.
Alman hukumetlerinin, bu ulkedeki Turklerin demokratik haklarini bilincle kullanabilen orgutlu bir birlik olmasini onlemek icin onlar arasinda kurt - turk, alevi - sunni, laik - seriatci, nurcu - suleymanci … gibi bolunmeler olusmasini ozellikle desteklemesi de, insan haklarina yonelik, soykirimi sayilabilecek nitelikte saldirgan tutumlar ve eylemler sayilmak gerekir.
III. BATILI DEVLETLER BU GOZUPEKLIGI NASIL GOSTEREBILIYORLAR?
Soykirimi savinin bir karacalmadan baska birsey olmadigini ortaya koyan, ancak birkacini saydigimiz, boylesine acik ve kesin kanitlara karsin soz konusu iftiranin surdurulebilmekte olmasinin nedenleri neler olabilir?
Bir ulus icin izlenecek en dogru strateji, cagdas bir kultur sahibi olmaktir. Baska deyisle yonetiminin demokratik, felsefe, bilim ve sanatinin ozgur, ekonomisinin ileri sanayiye ve ileri teknolojiye dayali, dilinin geliskin bir yazi dili olmasi, bir ulusu en yuksek guvenlik duzeyinde yasatir.
Batili devletlerin Turk ulusuna „Ermeni Soykirimi“ karacalmasini bunca pervasizca yapabilmesinin bana gore basta gelen nedeni, 1946'dan sonra Turkiye'yi yoneten politikacilarin, Turk ulusuna boyle bir cagdas kultur duzeyine yukselme yollarini acan ve Turkiye Cumhuriyeti devletini guclu ve saygin kilan Cumhuriyet aydinlanmasini surdurecek yerde, ucuz yoldan iktidarda kalip bencil cikarlarin hizmetinde olmayi yeglemeleri, bunun icin de henuz Cumhuriyet aydinlanmasinin ulasamadigi, cogu yolsuz ve okulsuz 40.000 koy ile bir o kadar kucuk yerlesim yerlerinde yasayan ve halkin % 80'ini olusturan koylu yiginlarini yeniden ortacag artigi seyhlik, agalik, tarikacilik, ufurukculuk vb. kurumlarin pencesine dusurmeleri olmustur.
Uluslararasi iliskilerin felsefesi, hala , Ataturk'un dedigi gibi "acgozluluk, cekememezlik ve kin uzerine dayali olmakta" suregidiyor. Bu ortamda bir ulus icin tek guvence bilim, sanat, teknik, ekonomi ve dusunus bicimi acilarindan en cok guclu olmakla saglanabilir.
Bunlardan yoksun birakilmaya baslanan bir ulus ve onun devleti, gercekte zayif dusuruluyor demektir.
Iste 1946 sonrasinin basit politikacilari, Ataturk Cumhuriyetinin Turk ulusunu ve devletini guclu kilan kurum ve politikalarini baltalamakla onu gucsuzlestirmege baslamis, somurgeciligi hala ayip saymayan kimi Batili devletler bundan yureklenerek, hem Ataturk modelinin tum Islam dunyasina ve tum somurulen uluslara ornek olmasini engellemek, hem de Turkiye gibi genis bir ulkeyi yeniden somurge durumuna indirgemek
uzere, Turkiye Cumhuriyeti ile Turk ulusuna saldirilarini yavas yavas yenilemege, hem de bu saldirilarin bir bolumunu, sagcisi ve solcusu ile bagnaz kafali ve/ya da cikarci politikacilar, yazar-cizerler, sozde-profesorler ... araciligiyla sanki Turkiye'ye "yardim" imis gibi yutturmaya koyulmuslardir.
Ermeni soykirimi savlari da bu saldirilardan baslica bir tanesidir.
IV. SONUC
Ermeni iftiralarina kesin bir son vermek ve bunlarin helikopter alimlarimiz sirasinda acikca yapildigi gibi Turkiye'yi haraca baglamada bir tur santaj araci olarak kullanilmasini onlemek icin, Turk hukumetleri ve dis temsilciliklerimizin yetkilileri, yukardaki gercekleri gur sesle bir kez ve son kez olmak uzere dile getirmeli, onlari gormezlikten gelerek parlamentolarina ve uluslararasi ortamlara Ermeni iftiralarini tasiyan hukumetlere bu davranisin Turkiye tarafindan "dusmanca eylem" sayilacagini ve ona gore karsilik gorecegini acik ve kesin bir bicimde bildirmelidirler.
Ama bunu yapabilmeleri icin once Turk hukumetlerinin gercekten demokratik, yani her eyleminin hesabini Turk ulusuna vermek yukumlulugunun bilincinde, bilimin ve erdemin yolunda guclu hukumetler olmasi, icerde ve disardaki gorevlilerin de partizan olculerle degil, gercekten Turk ulusunun mesru cikarlarini koruyup kollayacak yeterlikte olma olcusune gore secilip calistirilan gorevliler olmasi zorunludur. Bilim ve yayin dunyamizin da demokratik yurttaslik sorumluluguyla bu yolda etkin destek vermeyi basarmalidir.
Yarim yuzyildan beri bu olculerden uzaklasildikca Turk ulusuna ve Turkiye Cumhuriyeti'ne karsi ic ve dis saldirilarin da arttigina tanik olmaktayiz.
.
Bu milletin tek sahibi var: Kendisi!
Yüksek Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur. İşte parola budur. Türk gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir. Biz de bunu görmekle bahtiyar olacağız. -Mustafa Kemal Atatürk
NARSİZM VE TÜRKİYE GERÇEĞİ
Hon.Prof.Dr.Nurullah AYDIN
7 Mayıs 2012-ANKARA
Toplum da denge bozulmuş, insanlar şaşkındır. Bugününden endişeli, yarınlarından emin değildir. Milli ve manevi değerler altüst edilmiş durumdadır. Türk kimliği, Türk tarihi, Türk mitolojileri, Türk kahramanları, Türk kültür ve değerleri bırakılmış, bir kesim Avrupa/ABD kültür ve değerleri peşinde, bir kesim ise Arapçılığı İslam diye benimsetme çabasındadır.
İnsanlar arası güvensizlik kuşku artmış, kin nefret ve öfke dalgaları toplumun hemen her kesiminde yayılmış durumdadır.
Toplumda doğal olarak farklılar vardır, olacaktır. Bu toplumun zenginliğidir. Ancak bir görüş bir kimlik bir anlayışın despotik olarak egemen kılınması toplum dengesini bozar.
Küçük farklılıklar narsizminin toplumlarda Grup Narsizmi olarak tezahür ettiğini ilk tespit eden de Eric Fromm'dur. Eric Frokmm Sevgi ve Şiddetin Kaynağı adlı eserinde Freud'un teorilerini temel almış, bu teorilere kendi psiko-analitik kavramlarıyla açıklık getirmiştir. Hayatı boyunca karıncayı bile incitmemiş bir İnsan nasıl oluyor da savaş sırasında onlarca İnsanı öldürmeyi göze alabiliyor sorusuna yanıt aramıştır.
İnsanların şiddete yöneliminde üç olgu vardır.Bunlar; ölüm sevgisi, hastalıklı narsizm ve sembiotik ensest saplantısıdır. Fromm'a göre; bu üç yönelim bir araya geldiğinde çürüme sendromu oluşur. Çürüme sendromuna karşı olmak için de Gelişme sendromu olarak ifade edilen bir terim kullanır. Gelişme sendromu ölüm sevgisine karşı hayata bağlılık, narsizme karşı insan sevgisi ve sembiotik ensest saplantısına karşı ise bağımsızlık duygusunu ifade eder.
Çürüme ve Gelişme sendromları konularını ilgilendirmesi bakımdan bireysel ve toplumsal narsizmi incelemeye devam edersek, aşın narsist kişi dış gerçeklerle bütün bağlarını koparmış ve gerçeğin yerine kendini koymuştur. Narsist kişilerin genellikle önemsiz bir söz ettiği zaman dahi, sanki çok önemli bir şey söylemiş gibi hissettiği gözlenir. Narsist bireyde dikkati çeken bir başka husus ise yaptıkları ve ürettikleri ile değil, sahip olduklarıyla övünmesidir. Böyle bir kişi; sahip olduğu bir özellikten ötürü zaten büyük olduğunu ve bu yüzden yeni birşeyler başarmak için çaba göstermesine gerek olmadığını düşünür.
Aşırı narsist bir birey, eleştirilince yoğun öfkeyle, şiddetle tepki gösterir. Kısaca aşırı narsizmin sonuçları adaletsizlik, öfke ve depresyondur.
Bireysel narsizmin biyolojik bir fonksiyonu olduğu gibi toplumsal narsizmin de toplumsal bir fonksiyonu vardır. Ekonomik ve kültürel açıdan yoksul olan toplumun üyeleri için tek doyum kaynağı o topluma ait olmaktan kaynaklanan narsist gururdur. Bu grubun narsizmi, yaralandığı zaman bireysel narsizmde rastlanılan öfke ve şiddet tepkisi görülür. Tarihe göz attığımızda bir bayrağın çiğnenmesi, inanılan tanrıya, krala ya da öndere hakaret, v.b toplumlarda şiddetli intikam duyguları yaratmış bu da sonuçta savaşlara yol açmıştır.
Çünkü; yaralı narsizm, ancak saldırgan ezilirse, ya da hakaret geri alınırsa iyileşebilir
Grup narsizmi tarihte birçok şekil almıştır: dinsel, milli, siyasal gibi. İnsanın tam olarak olgunlaşması, hem bireysel hem de grup bağlamında Narsizmden kurtulmasına bağlıdır.
Dini ve Etnik Bölücülük, Türk toplumundaki Freud ve Fromm'un açıkladığı' Bireysel ve Grup Narsizmini kamçılayarak fay hatları oluşturmaya çalışmaktadır. Esas olan küçük farklılıkları görmeye çalışmaktan ziyade daha fazla olan müşterekleri ortaya çıkarmaktır.
Dini ve Etnik bölücülük emperyalizme ne kadar muhtaçsa, emperyalizm de etnik bölücülüğe o kadar muhtaçtır. O bakımdan milletler için geçerli olan milli yapının korunmasında esas olan, Milli devletin kurumları güçlendirilmelidir. Bu da ancak Milli devlet temelinde yetişmiş bilinçli insanlarla olur. Türkiye’nin gerek kendi içinde gerekse bölgesinde yol haritası gereklidir. Emperyalizme karşı mücadelenin tek yolu ezilen milletlerin ittifakından geçmektedir.
Şurası unutulmamalıdır ki; anti-emperyalist olmadan milli/Ulusalcı/milliyetçi olunmaz. Her anti-emperyalist mücadele de adına ne denirse desin, Milli/Ulusalcı/Milliyetçi bir mücadeledir.
Her türlü psikolojik savaş saldırılarına rağmen, Milli Devlet, Güçlü İktidar, Milli Ekonomi, Milli Ordu yolunda ısrarla yürüyenler her zaman olmuştur. Yine olacaktır.
Günün Sözü: Milli ve manevi değerlerini savunan, koruyan, egemen kılan toplumlar, mutlu, güçlü ve saygın olurlar.
.
İnsanlar arası güvensizlik kuşku artmış, kin nefret ve öfke dalgaları toplumun hemen her kesiminde yayılmış durumdadır.
Toplumda doğal olarak farklılar vardır, olacaktır. Bu toplumun zenginliğidir. Ancak bir görüş bir kimlik bir anlayışın despotik olarak egemen kılınması toplum dengesini bozar.
Küçük farklılıklar narsizminin toplumlarda Grup Narsizmi olarak tezahür ettiğini ilk tespit eden de Eric Fromm'dur. Eric Frokmm Sevgi ve Şiddetin Kaynağı adlı eserinde Freud'un teorilerini temel almış, bu teorilere kendi psiko-analitik kavramlarıyla açıklık getirmiştir. Hayatı boyunca karıncayı bile incitmemiş bir İnsan nasıl oluyor da savaş sırasında onlarca İnsanı öldürmeyi göze alabiliyor sorusuna yanıt aramıştır.
İnsanların şiddete yöneliminde üç olgu vardır.Bunlar; ölüm sevgisi, hastalıklı narsizm ve sembiotik ensest saplantısıdır. Fromm'a göre; bu üç yönelim bir araya geldiğinde çürüme sendromu oluşur. Çürüme sendromuna karşı olmak için de Gelişme sendromu olarak ifade edilen bir terim kullanır. Gelişme sendromu ölüm sevgisine karşı hayata bağlılık, narsizme karşı insan sevgisi ve sembiotik ensest saplantısına karşı ise bağımsızlık duygusunu ifade eder.
Çürüme ve Gelişme sendromları konularını ilgilendirmesi bakımdan bireysel ve toplumsal narsizmi incelemeye devam edersek, aşın narsist kişi dış gerçeklerle bütün bağlarını koparmış ve gerçeğin yerine kendini koymuştur. Narsist kişilerin genellikle önemsiz bir söz ettiği zaman dahi, sanki çok önemli bir şey söylemiş gibi hissettiği gözlenir. Narsist bireyde dikkati çeken bir başka husus ise yaptıkları ve ürettikleri ile değil, sahip olduklarıyla övünmesidir. Böyle bir kişi; sahip olduğu bir özellikten ötürü zaten büyük olduğunu ve bu yüzden yeni birşeyler başarmak için çaba göstermesine gerek olmadığını düşünür.
Aşırı narsist bir birey, eleştirilince yoğun öfkeyle, şiddetle tepki gösterir. Kısaca aşırı narsizmin sonuçları adaletsizlik, öfke ve depresyondur.
Bireysel narsizmin biyolojik bir fonksiyonu olduğu gibi toplumsal narsizmin de toplumsal bir fonksiyonu vardır. Ekonomik ve kültürel açıdan yoksul olan toplumun üyeleri için tek doyum kaynağı o topluma ait olmaktan kaynaklanan narsist gururdur. Bu grubun narsizmi, yaralandığı zaman bireysel narsizmde rastlanılan öfke ve şiddet tepkisi görülür. Tarihe göz attığımızda bir bayrağın çiğnenmesi, inanılan tanrıya, krala ya da öndere hakaret, v.b toplumlarda şiddetli intikam duyguları yaratmış bu da sonuçta savaşlara yol açmıştır.
Çünkü; yaralı narsizm, ancak saldırgan ezilirse, ya da hakaret geri alınırsa iyileşebilir
Grup narsizmi tarihte birçok şekil almıştır: dinsel, milli, siyasal gibi. İnsanın tam olarak olgunlaşması, hem bireysel hem de grup bağlamında Narsizmden kurtulmasına bağlıdır.
Dini ve Etnik Bölücülük, Türk toplumundaki Freud ve Fromm'un açıkladığı' Bireysel ve Grup Narsizmini kamçılayarak fay hatları oluşturmaya çalışmaktadır. Esas olan küçük farklılıkları görmeye çalışmaktan ziyade daha fazla olan müşterekleri ortaya çıkarmaktır.
Dini ve Etnik bölücülük emperyalizme ne kadar muhtaçsa, emperyalizm de etnik bölücülüğe o kadar muhtaçtır. O bakımdan milletler için geçerli olan milli yapının korunmasında esas olan, Milli devletin kurumları güçlendirilmelidir. Bu da ancak Milli devlet temelinde yetişmiş bilinçli insanlarla olur. Türkiye’nin gerek kendi içinde gerekse bölgesinde yol haritası gereklidir. Emperyalizme karşı mücadelenin tek yolu ezilen milletlerin ittifakından geçmektedir.
Şurası unutulmamalıdır ki; anti-emperyalist olmadan milli/Ulusalcı/milliyetçi olunmaz. Her anti-emperyalist mücadele de adına ne denirse desin, Milli/Ulusalcı/Milliyetçi bir mücadeledir.
Her türlü psikolojik savaş saldırılarına rağmen, Milli Devlet, Güçlü İktidar, Milli Ekonomi, Milli Ordu yolunda ısrarla yürüyenler her zaman olmuştur. Yine olacaktır.
Günün Sözü: Milli ve manevi değerlerini savunan, koruyan, egemen kılan toplumlar, mutlu, güçlü ve saygın olurlar.
.
Deniz'in Babasına Mektubu
Turhan Feyizoğlu 6 Mayıs 2007
Deniz Gezmiş'in 1971 yılında babasına yazdığı mektuptan:
"Baba, sana her zaman müteşekkirim. Çünkü Kemalist düşünceyle yetiştirdin beni.
Küçüklüğümden beri evde devamlı Kurtuluş Savaşı anılarıyla büyüdüm. Ve o zamandan beri yabancılardan nefret ettim.
Baba, biz Türkiye'nin 2. kurtuluş savaşçılarıyız.
Elbette ki hapislere atılacağız, kurşunlanacağız da. Tıpkı 1. Kurtuluş Savaşı'nda olduğu gibi.
Ama bu toprakları yabancılara bırakmıyacağız. Ve bir gün mutlaka yeneceğiz onları.
Düşün baba, bugün hükümet, işini gücünü bırakmış bizimle uğraşıyor.
Biz çoktan onları tarihin çöplüğüne atmış durumdayız.
Baba, mektubuma son verirken seni, annemi, Bora'yı, Hamdi'yi devrimciliğimin olanca ateşiyle kucaklarım.
Ya vatan ya ölüm."
*
Deniz'in dedeleri İkizdere'nin Cimil köyünden.
Konya'dan Cimil'e gelen ailenin en büyüğü Mustafa Ağa'dır.
Gezmiş ailesi, Oğuz Türklerinden.
*
Gezmiş ailesi, zaman içerisinde Cimil köyünden Türkiye'nin değişik bölgelerine ekonomik nedenlerle göç ettikleri zaman Deniz Gezmiş'in dedesi de Erzurum'a gitmiş.
Deniz Gezmiş'in dedeleri, ilk önce Erzurum'un Ovacık nahiyesi Çıkrıklı köyüne yerleşmiş.
*
Gezmiş ailesi, Çıkrıklı köyünde uzun bir süre yaşadıktan sonra Birinci Dünya Savaşı ile Türk Kurtuluş Savaşında yaşanan olaylar nedeniyle Ilıca'ya bağlı Beypınar (Eski adı Öznü) köyüne yerleşmişti.
Birinci Dünya Savaşı ve Türk Kurtuluş Savaşı döneminde Ermeni çetecilerin yaptığı katliamlara bölgedeki Türkler direnmişlerdi.
Gezmiş ailesi de, diğer yurttaşlarında katılımıyla-desteğ iyle birlikte direnerek Ermeni çetecileri Ovacık bucağına sokmamışlardı.
Türk direnişçiler, Ermeni çetecilerin Erzurum Aşkale'den İspir'e giden yol bağlantısını kesmişler İspir bölgesinde büyük katliamlara yol açmalarını bir ölçüde engellemişlerdi.
*
Fakat Ermeni çeteleri, Erzurum bölgesinde Türk katliamları yaptı.
Erzurum ovasında Alaca köyü ve çevresinde katliamlar yapan Ermeni çeteler Efraim Gezmiş'i bu direniş sırasında katletmişlerdi.
*
Cemil Gezmiş, yaptığı bir açıklamada, Kurtuluş Savaşı döneminde Gezmiş ailesinin katkılarını şöyle anlatmıştı:
"Anne tarafından dedem, Balkan Savaşı'na askeri lise öğrencisi olarak katılmış, Kurtuluş Savaşı'nda yaralanmış ve İstiklal Madalyası almış şerefli bir subaydır.
Babamın üç dayısı Erzurum'un geri alınmasında Ermeniler tarafından şehit edilmişti."
*
Erzurum Kongresi'nde Mustafa Kemal'e yardımcı olanlardan birisi de Deniz'in babası Cemil Gezmiş'in amcası Tabip Tevfik Bey'di.
Erzurum'un ilk baş tabibi olan Tevfik Bey, Erzurum Kongresindeki katkılarının yanı sıra Mustafa Kemal'in çok önem verdiği uçak sanayisinin oluşturulması amacıyla kurdurduğu Tayyare Cemiyeti'nin Erzurum Şube Başkanlığ'ını yapmıştı.
*
Deniz de, Türk Kurtuluş Savaşı'nın hedefiyle yetişmişti.
Türkiye'nin bağımsızlığı için yaşamı pahasına mücadele veren herkesi sevgiyle anıyorum.
*
Turhan Feyizoğlu
.
Deniz Gezmiş'in 1971 yılında babasına yazdığı mektuptan:
"Baba, sana her zaman müteşekkirim. Çünkü Kemalist düşünceyle yetiştirdin beni.
Küçüklüğümden beri evde devamlı Kurtuluş Savaşı anılarıyla büyüdüm. Ve o zamandan beri yabancılardan nefret ettim.
Baba, biz Türkiye'nin 2. kurtuluş savaşçılarıyız.
Elbette ki hapislere atılacağız, kurşunlanacağız da. Tıpkı 1. Kurtuluş Savaşı'nda olduğu gibi.
Ama bu toprakları yabancılara bırakmıyacağız. Ve bir gün mutlaka yeneceğiz onları.
Düşün baba, bugün hükümet, işini gücünü bırakmış bizimle uğraşıyor.
Çünkü bizden başka gerçek muhalefet kalmamış durumda.
Ve hepsi Kemalist çizgiden sapmışlar. Ve tarih önünde hüküm giymiş durumdadırlar.
Biz çoktan onları tarihin çöplüğüne atmış durumdayız.
Baba, mektubuma son verirken seni, annemi, Bora'yı, Hamdi'yi devrimciliğimin olanca ateşiyle kucaklarım.
Ya vatan ya ölüm."
*
Deniz'in dedeleri İkizdere'nin Cimil köyünden.
Konya'dan Cimil'e gelen ailenin en büyüğü Mustafa Ağa'dır.
Gezmiş ailesi, Oğuz Türklerinden.
*
Gezmiş ailesi, zaman içerisinde Cimil köyünden Türkiye'nin değişik bölgelerine ekonomik nedenlerle göç ettikleri zaman Deniz Gezmiş'in dedesi de Erzurum'a gitmiş.
Deniz Gezmiş'in dedeleri, ilk önce Erzurum'un Ovacık nahiyesi Çıkrıklı köyüne yerleşmiş.
*
Gezmiş ailesi, Çıkrıklı köyünde uzun bir süre yaşadıktan sonra Birinci Dünya Savaşı ile Türk Kurtuluş Savaşında yaşanan olaylar nedeniyle Ilıca'ya bağlı Beypınar (Eski adı Öznü) köyüne yerleşmişti.
Birinci Dünya Savaşı ve Türk Kurtuluş Savaşı döneminde Ermeni çetecilerin yaptığı katliamlara bölgedeki Türkler direnmişlerdi.
Gezmiş ailesi de, diğer yurttaşlarında katılımıyla-desteğ iyle birlikte direnerek Ermeni çetecileri Ovacık bucağına sokmamışlardı.
Türk direnişçiler, Ermeni çetecilerin Erzurum Aşkale'den İspir'e giden yol bağlantısını kesmişler İspir bölgesinde büyük katliamlara yol açmalarını bir ölçüde engellemişlerdi.
*
Fakat Ermeni çeteleri, Erzurum bölgesinde Türk katliamları yaptı.
Erzurum ovasında Alaca köyü ve çevresinde katliamlar yapan Ermeni çeteler Efraim Gezmiş'i bu direniş sırasında katletmişlerdi.
*
Cemil Gezmiş, yaptığı bir açıklamada, Kurtuluş Savaşı döneminde Gezmiş ailesinin katkılarını şöyle anlatmıştı:
"Anne tarafından dedem, Balkan Savaşı'na askeri lise öğrencisi olarak katılmış, Kurtuluş Savaşı'nda yaralanmış ve İstiklal Madalyası almış şerefli bir subaydır.
Baba tarafından dedem, Sarıkamış Muhaberebesi'nde Moskof ordularına karşı savaşırken esir düşmüş ve üç yıl Sibirya ormanlarında işkence çekmiştir.
Gezmişoğulları Birinci Dünya Savaşı'nda onaltı şehit bir vermiş bir ailedir.
*
Erzurum Kongresi'nde Mustafa Kemal'e yardımcı olanlardan birisi de Deniz'in babası Cemil Gezmiş'in amcası Tabip Tevfik Bey'di.
Erzurum'un ilk baş tabibi olan Tevfik Bey, Erzurum Kongresindeki katkılarının yanı sıra Mustafa Kemal'in çok önem verdiği uçak sanayisinin oluşturulması amacıyla kurdurduğu Tayyare Cemiyeti'nin Erzurum Şube Başkanlığ'ını yapmıştı.
*
Deniz de, Türk Kurtuluş Savaşı'nın hedefiyle yetişmişti.
Deniz'in dedeleri birinci kurtuluş savaşçısıydı Deniz de ikinci kurtuluş savaşçısıydı.
Türkiye'nin bağımsızlığı için yaşamı pahasına mücadele veren herkesi sevgiyle anıyorum.
*
Turhan Feyizoğlu
.
Bir de Burdan Bak ve Dusun !. / Enkarnasyon Bilgisi İle Kisa Bir Analiz ve Hirant Dink Sembolu
Bu yazi, bu blogun baglanti grubu olan http://groups.yahoo.com/group/YuksekTurkiyeIdeali/ inde Hirant Dink'in karisinin "duygusal bir hak arayis" konusmasi uzerine gonderilmisti.
Gundemde baska seyler olsa bile, mesele, ilk gunku tazeligini korudugu icin, alttaki yazi tekrar dikkatlerinize sunulmustur. Ermeniler'in ve diger etnik topluluklarin ve onlari haksiz yere destekleyenlerin, siddetini ve dozunu artirarak insanlik dusmanligi yapmaya devam ettikleri malumunuzdur.
Bir de burdan bak ve dusun !.
Gundemde baska seyler olsa bile, mesele, ilk gunku tazeligini korudugu icin, alttaki yazi tekrar dikkatlerinize sunulmustur. Ermeniler'in ve diger etnik topluluklarin ve onlari haksiz yere destekleyenlerin, siddetini ve dozunu artirarak insanlik dusmanligi yapmaya devam ettikleri malumunuzdur.
Bir de burdan bak ve dusun !.
Ataturk'un Turkiye Cumhuriyetini secerek Turkiye'ye dogmus Turkler oz eletistirlerini yapiyorlar.
Acaba Ataturk'un Turkiye Cumhuriyeti'ni secerek Turkiye'ye dogmus olan Ermeniler- Hirant Dink'ler, Yahudiler ve digerleri, Turkiye Cumhuriyeti'ne karsi olan sorumluluklarini yerine getiriyorlar mi ? Turkiye Cumhuriyetinin vatandasi olarak, Turkiye Cumhuriyetinin ilelebet payidar kalmasi icin ne yapmislar ve halen ne yapiyorlar? Hele simdi tam zamani, Yurtta sulh cihanda sulh icin ne yapiyorlar? hangi elle tutulur gozle gorulur somut cabalarin icindeler? Lafla peynir gemisi yurumez. Ne gibi icraatlari var bir de onlara bakin. Biliyoruz, "kor olur badem gozlu olur". Boyle demek ikiyuzluluktur.Neyse onu soylemek lazim. Ne Hirant'a ne diger Ermenileriler'e ne de diger "yurttaslari" hak etmedigi mevkiye koymak, en buyuk haksizliktir, zulumdur. Yanlis anlamayin, Adalatten kil kadar sasmaz yasalariyla evrenleri cekip ceviren Guc, hic bir varligin onune hak etmedigini komaz, hak etmedigini yasatmaz.
Turkiye Cumhuriyeti'nin Kurulus Ilkeleri icinde yasamayi hak edip dogdu Hirantlar da. Gene yanlis anlamayin, Hirant Dink sadece bir semboldur. Karisi da. Bu semboller, PKK ile olan mucadelenin neresindeler? Hirant Dink'in karisi elindeki metinden okudu ve "birilerini" karanlik guc olmakla sucladi. Mealen, "Bebekler temiz dogar ama onlari kocami, kardeslerimizi oldurecek sekilde yetistiren karanlik gucu sorgulamak gerekir." dedi. Bak sen. Karanlik guc yuvarlak bir laf. Bunu, "ayrim yapmadim" demek icin kullandi. Halbuki kullanma sebebi belli. Ilk egitim ve ogretim, suurlati yazilimi nerde baslar? Ana kucaginda baba ocaginda. Sorumlulugu, Turk ana kucagi baba ocagina ve Turkler'e yikti gitti. Metindeki bakis, "Medeniyet, dunya insanligi birdir." gercegi ile hic alaka kurmamis. Sanki Turkler'le ayni gok catinin altinda , ayni topraklarin her yerinde yasamiyorlar. Oyleyse, biz de onlarin anlayabildikleri dille konusalim: Kendilerinin "Asala teror orgutu" Turk elcileri oldururken, elciliklerimiz kan golu icinde birakilirken, Hirant'in karisinin demecinin aynisini neden yoktu?
Fransizlar "o yasa" yi cikarma karari alirlarken, Turkiye Cumhuriyeti Yurttasi olarak, bir iki ciliz laf disinda hangi guclu, etkili faaliyette bulundular? ve Hirantin karisinin demecinin aynisini neden yoktu? Bu, çifte standarttır.
Kendilerini, Türkiye Cumhuriyeti Yurttaşı olarak da sorumlu hissetmiyorlar; "Yurtta sulh, cihanda sulh" için Türkiye Cumhuriyeti Yurttaşlarıyla işbirliği yapmak için elle tutulur gözle görülür herhangi bir samimi çabalarını gösterin, gösteremezsiniz çünkü yok.
Kendilerine Turk demeyen yurttaslar, Turkiye Cumhuriyeti bireyleri olarak bu Yurdun tum nimetlerinden fazlasiyla yararlaniyor. Durum boyle iken, Ermeni ve kendine Turk demeyen diger yurttaslardan Turkiye Cumhuriyetinin ilelebet payidar kalmasi icin canini disine takmis, bedenini siper etmis mucadele veren bir tane de olsa bir isim gosterin? Gosteremeyeceginizi sizlerde biliyorsunuz.
Turkiye Cumhuriyeti'nde ilelebet payidarligi icin ne yaptiklarina bakiyorum. Sulh icin laf etmis bir iki isim verilmeye kalkilsa bile, bunlar, Ugur Mumcular gibi Turkiye Cumhuriyeti'nin ilelelebet payidar kalmasina ve Yurtta sulh, Cihanda sulha kendini vakfetmis midirler ?! Azicik da olsa icten, gercek anlamda cabalarini gormedik bu yolda. Ornek vereyim, PKK teroruyle olan mucadelede ne yarim agiz lafla ne de "gosteris icin olsun" diye bile olsa hic ortalikta yoklar.
Ermeni yurttaslar ve kendilerine Turk demiyen diger yurttaslar, ve uluscu olmayan yurttaslar, kendilerinin de haklarini PKK terorune karsi savunurken sehit olmus Mehmetciklerin cenazelerinde nedense ortalikta yoklar. Benim mi gozumden kacti bilmek isterim. Yanlis anlasilmasin, 'ben Turkum' demeyen, Ataturk'un milliyetcilik anlayisina ulasamayan yurttaslari suclamiyorum. Turk olarak, siyasi bilincsizligimizin; merhametimizin, bilincsiz sevecenligimizin; adam sendeciligimizin, baskalarina inanmak icin inanmamizin bize asilsiz suclama olarak, kursun olarak donmekte oldugunun gorulmesini istiyorum.
Acaba Ataturk'un Turkiye Cumhuriyeti'ni secerek Turkiye'ye dogmus olan Ermeniler- Hirant Dink'ler, Yahudiler ve digerleri, Turkiye Cumhuriyeti'ne karsi olan sorumluluklarini yerine getiriyorlar mi ? Turkiye Cumhuriyetinin vatandasi olarak, Turkiye Cumhuriyetinin ilelebet payidar kalmasi icin ne yapmislar ve halen ne yapiyorlar? Hele simdi tam zamani, Yurtta sulh cihanda sulh icin ne yapiyorlar? hangi elle tutulur gozle gorulur somut cabalarin icindeler? Lafla peynir gemisi yurumez. Ne gibi icraatlari var bir de onlara bakin. Biliyoruz, "kor olur badem gozlu olur". Boyle demek ikiyuzluluktur.Neyse onu soylemek lazim. Ne Hirant'a ne diger Ermenileriler'e ne de diger "yurttaslari" hak etmedigi mevkiye koymak, en buyuk haksizliktir, zulumdur. Yanlis anlamayin, Adalatten kil kadar sasmaz yasalariyla evrenleri cekip ceviren Guc, hic bir varligin onune hak etmedigini komaz, hak etmedigini yasatmaz.
Turkiye Cumhuriyeti'nin Kurulus Ilkeleri icinde yasamayi hak edip dogdu Hirantlar da. Gene yanlis anlamayin, Hirant Dink sadece bir semboldur. Karisi da. Bu semboller, PKK ile olan mucadelenin neresindeler? Hirant Dink'in karisi elindeki metinden okudu ve "birilerini" karanlik guc olmakla sucladi. Mealen, "Bebekler temiz dogar ama onlari kocami, kardeslerimizi oldurecek sekilde yetistiren karanlik gucu sorgulamak gerekir." dedi. Bak sen. Karanlik guc yuvarlak bir laf. Bunu, "ayrim yapmadim" demek icin kullandi. Halbuki kullanma sebebi belli. Ilk egitim ve ogretim, suurlati yazilimi nerde baslar? Ana kucaginda baba ocaginda. Sorumlulugu, Turk ana kucagi baba ocagina ve Turkler'e yikti gitti. Metindeki bakis, "Medeniyet, dunya insanligi birdir." gercegi ile hic alaka kurmamis. Sanki Turkler'le ayni gok catinin altinda , ayni topraklarin her yerinde yasamiyorlar. Oyleyse, biz de onlarin anlayabildikleri dille konusalim: Kendilerinin "Asala teror orgutu" Turk elcileri oldururken, elciliklerimiz kan golu icinde birakilirken, Hirant'in karisinin demecinin aynisini neden yoktu?
Fransizlar "o yasa" yi cikarma karari alirlarken, Turkiye Cumhuriyeti Yurttasi olarak, bir iki ciliz laf disinda hangi guclu, etkili faaliyette bulundular? ve Hirantin karisinin demecinin aynisini neden yoktu? Bu, çifte standarttır.
Kendilerini, Türkiye Cumhuriyeti Yurttaşı olarak da sorumlu hissetmiyorlar; "Yurtta sulh, cihanda sulh" için Türkiye Cumhuriyeti Yurttaşlarıyla işbirliği yapmak için elle tutulur gözle görülür herhangi bir samimi çabalarını gösterin, gösteremezsiniz çünkü yok.
Kendilerine Turk demeyen yurttaslar, Turkiye Cumhuriyeti bireyleri olarak bu Yurdun tum nimetlerinden fazlasiyla yararlaniyor. Durum boyle iken, Ermeni ve kendine Turk demeyen diger yurttaslardan Turkiye Cumhuriyetinin ilelebet payidar kalmasi icin canini disine takmis, bedenini siper etmis mucadele veren bir tane de olsa bir isim gosterin? Gosteremeyeceginizi sizlerde biliyorsunuz.
Turkiye Cumhuriyeti'nde ilelebet payidarligi icin ne yaptiklarina bakiyorum. Sulh icin laf etmis bir iki isim verilmeye kalkilsa bile, bunlar, Ugur Mumcular gibi Turkiye Cumhuriyeti'nin ilelelebet payidar kalmasina ve Yurtta sulh, Cihanda sulha kendini vakfetmis midirler ?! Azicik da olsa icten, gercek anlamda cabalarini gormedik bu yolda. Ornek vereyim, PKK teroruyle olan mucadelede ne yarim agiz lafla ne de "gosteris icin olsun" diye bile olsa hic ortalikta yoklar.
Ermeni yurttaslar ve kendilerine Turk demiyen diger yurttaslar, ve uluscu olmayan yurttaslar, kendilerinin de haklarini PKK terorune karsi savunurken sehit olmus Mehmetciklerin cenazelerinde nedense ortalikta yoklar. Benim mi gozumden kacti bilmek isterim. Yanlis anlasilmasin, 'ben Turkum' demeyen, Ataturk'un milliyetcilik anlayisina ulasamayan yurttaslari suclamiyorum. Turk olarak, siyasi bilincsizligimizin; merhametimizin, bilincsiz sevecenligimizin; adam sendeciligimizin, baskalarina inanmak icin inanmamizin bize asilsiz suclama olarak, kursun olarak donmekte oldugunun gorulmesini istiyorum.
Size anlatmak istedigim herseyi ifade eden alttaki forward yaziyi tekrar okuyun lutfen.
"Varliklar enkarne olurken onlari kendine ceken sey, beseri planda mevcut olan enerji alanlari yani bilgi alanlaridir.
Yani, beseri plandaki hangi alanin icersinde kendilerini gelistirebileceklerini veya hangi alanin gelisimine katkida bulunabileceklerini daha onceden kararlastirmakta ve ona gore dogus planini yapmaktadir varliklar. Ve tabiidir ki icersine enkarne olacagi alanin muphemligini de yuklenme soz konusudur boylece.
Durum boyle olunca, o alanda acilan ilerleme imkaninin sorumluluklari ile tanisip, o sorumluluklari tasima faaliyetleri icersine girebildigi olcude varlik, ilerlemeler kaydedebilir.
Kisacasi sorumluluklar, ilerleme taslaridir !.
Ataturk’un Kurdugu Turkiye Cumhuriyeti’ni secerek enkarne olmus varliklar olarak her birimiz, Alanimizin bize actigi ilerleme, ilerletme imkanlarinin sorumluluklarinin idrakinde - suurunda miyiz? ne kadarinin suurundayiz?
Ozetle demek istedigim o ki, bu enkarnasyonumuzun hakkini verebiliyor muyuz? "
--
Sinirlarinin baska insanlarin sinirlari icersinde yok olup gitmesine asla izin verme!
Nurgul Erdat
.
--
Sinirlarinin baska insanlarin sinirlari icersinde yok olup gitmesine asla izin verme!
Nurgul Erdat
TÜRK MİLLETİ’NİN MANEVİ GÜCÜ VE DİSİPLİNİ
Hon.Prof.Dr.Nurullah AYDIN
29 Nisan 2012-ANKARA
Türk Milleti; tarihin her safhasında, her coğrafyada bulunmuş, devletler kurmuş, adaletin, güvenin, huzurun düzenini kurmuştur.
Türk’ün en önemli özelliği; manevi değerlere sahip olması, savaşçı özelliği ve disiplinidir.
Bakın; ABD’de 1957 yılında yayınlanan MC CALL isimli dergide; Kore Savaşı sırasında Çin’deki esir kamplarında geçen bir olay şöyle anlatılır.
...Kampta, kızılların yaptıkları ilk iş, Birleşmiş Milletler ordularından esir alınan askerlerin kendi memleketlerine ait üniforma ve rütbelerini sökmek olmuştu. Bunların yerine herhangi bir rütbe işareti olmayan düz ve tek tip elbise dağıtılmıştı.
Bu durumda, Çinlilerin ilk anda bekledikleri gerçekleşti. Birleşmiş Milletler ordusunu oluşturan çeşitli ülkelerin askerlerinde, rütbesiz olmanın getirdiği disiplinsizlik başladı. Arkadan rütbe otoritesinin yerini pazu kuvveti aldı. Güçlü olanın sözü geçmeye başladı. 100 kişilik bir esir grubuna 10 kişilik yemek verildi. Dağıtılmayıp ortaya konan bu yemeği, bileği güçlü olanlar aldı. Diğerleri aç kaldı. Hasta olanlar bakıma alınmadı. Kendi hallerine terk edildi. Sık sık ölümler görüldü.
Yalnız bu esirler arasında bir grup hemen dikkati çekiyordu... Bunlar Türklerdi... Üniformaları yoktu. Rütbe işaretleri yoktu. Ama, Yüzbaşı yine Yüzbaşı, Onbaşı yine Onbaşıydı. Rütbeli gibi davranışları vardı. Esir kampındaydılar ama sanki barış şartlarındaki bir kışlada yaşıyormuşçasına disiplin içindeydiler. Sabahları alışılagelmiş tekmiller alınıyor, sabah sporu yapılıyordu. Hasta olanlar ayrılıyor, yine kendi içlerinden belirledikleri görevlilerle bakımları ve tedavileri yapılıyordu. Kendilerine göre bir eğitim programları vardı. Spor yapıyor, güreş tutuyor, oyun oynuyorlardı. Yemek zamanı gelince ekmek ve yemek ortaya konuyor, gözetim altında eşit olarak bölüşülüyordu. En sonunda da Yüzbaşı, diğerleri ne kadar aldıysa o kadar alıyordu.
Bu durum, Çinli subay ve yöneticilerin dikkatini çekmekte gecikmedi.
Yüzbaşıyı, grubun başından alıp hapsettiler.
Ama, durumda bir değişiklik olmadı. Bu sefer en kıdemli bir Teğmendi. Başa hemen o geçti. Her şey hiçbir şekilde bozulmadan aynen devam etti. Teğmeni de hapsettiler.
Bu sefer, başa en kıdemli olan bir Başçavuş geçti. Ne var ki, diğer Birleşmiş Milletler ordusu askerlerinin şaşkın bakışları arasında, yine tekmiller alınıyor, sporlar yapılıyor, hasta ve yaralıların bakımları yapılmaya çalışılıyor, herkesin birbirine sevgi ve saygısı hiçbir şey olmamışçasına devam ediyordu.
Nihayet, üniversitelerden gelen psikolog ve terbiyecilerden oluşan bir grubun önünde, hapisten çıkarılan Yüzbaşı sorguya çekildi. Neydi bu olayın sırrı? Diğer ülke askerleri arasında en ufak bir birlik bulunmazken, her yerde bileği güçlü olanın sesi çıkarken, diğer ülke askerleri arasındaki hasta ve yaralılarla kimse ilgilenmezsen, nasıl oluyordu da Türk askeri böyle davranıyordu?
Yüzbaşı, bu soruyu gülümseyerek cevapladı: "- Bu davranışların kökü, Türk askerinin kışlada aldığı askeri terbiyeden evvel, evinde aldığı geleneksel Türk aile terbiyesine dayanır. Bütün ülkelerde askerlik hayatı ile sivil hayat arasında büyük farklar vardır. Onlarda disiplin hayatı üniforma giydikten sonra başlar. Halbuki biz onu evvelâ anamızdan öğreniriz. Aile içinde uygularız. Evde herkesin yeri ve sırası bellidir. Sıra değişmez. Görev devreder. Köylerimizdeki kahvelerde, camilerimizde bile davranışlarımızın özel bir sırası, düzeni vardır. Hastalarımıza dağ başlarındaki köylerimizde doktor bulamayız. Kendi imkânlarımızla biz bakarız. Köylerimizde gece görülen tek ışık, hasta beklenen evlerimizdedir. Bizde en ümitsiz hasta bile kendi haline terk edilmez. Başkasının hakkını yemek, yanımızdaki aç iken kendi karnımızı doyurmak dini ve milli ahlâkımıza uymaz."
MC CALL Dergisi, kendi halkına sorar: "...Anadolu bozkırının ortasında doğan, bin bir mahrumiyet içerisinde yetişen Türk çocukları bizim her türlü imkânları, rahatlıklı hayatı vererek yetiştirdiğimiz çocuklarımızla aynı şartlar altında, aynı sınavı geçirdiler. Onlar muvaffak oldular. Tam gittiler, tam olarak geri dönmesini becerdiler. Bizimkiler birbirlerine ellerini uzatmadılar. Yalnız kendileri için, bireycilik ve bencillikle yaşamanın örneklerini verdiler. Nedir bu bizim cemiyetimizin zayıflığının ve çürüklüğünün sebebi? Nedir bir türlü çözülemeyen Türkün kuvveti, manevi gücünün sırrı?”
İşbirlikçi ve döneklerce, devletin sarsıldığı, değerlerin altüst edildiği günümüzde; Türk Milleti’nin asil evlatlarının bir kez daha kutsal görev zamanı gelmiştir.
Türk Milleti’nin varlığı ve bekasının tehdit altında tehlikede olduğu bugünlerde; birlik ve beraberliğimizi bozmak, milli ve manevi manevî değerlerimizi parçalamak isteyen şarlatanlarca, ileri demokrasi, açılım saçılım, yeni anayasa adıyla yürütülen ihanet uygulaması karşısında Türk Milleti; sahip olduğu disiplinle hareket edecektir.
Günün Sözü: Doğru strateji, disiplin, sakinlik zafere giden yoldur.
.
29 Nisan 2012-ANKARA
Türk Milleti; tarihin her safhasında, her coğrafyada bulunmuş, devletler kurmuş, adaletin, güvenin, huzurun düzenini kurmuştur.
Türk’ün en önemli özelliği; manevi değerlere sahip olması, savaşçı özelliği ve disiplinidir.
Bakın; ABD’de 1957 yılında yayınlanan MC CALL isimli dergide; Kore Savaşı sırasında Çin’deki esir kamplarında geçen bir olay şöyle anlatılır.
...Kampta, kızılların yaptıkları ilk iş, Birleşmiş Milletler ordularından esir alınan askerlerin kendi memleketlerine ait üniforma ve rütbelerini sökmek olmuştu. Bunların yerine herhangi bir rütbe işareti olmayan düz ve tek tip elbise dağıtılmıştı.
Bu durumda, Çinlilerin ilk anda bekledikleri gerçekleşti. Birleşmiş Milletler ordusunu oluşturan çeşitli ülkelerin askerlerinde, rütbesiz olmanın getirdiği disiplinsizlik başladı. Arkadan rütbe otoritesinin yerini pazu kuvveti aldı. Güçlü olanın sözü geçmeye başladı. 100 kişilik bir esir grubuna 10 kişilik yemek verildi. Dağıtılmayıp ortaya konan bu yemeği, bileği güçlü olanlar aldı. Diğerleri aç kaldı. Hasta olanlar bakıma alınmadı. Kendi hallerine terk edildi. Sık sık ölümler görüldü.
Yalnız bu esirler arasında bir grup hemen dikkati çekiyordu... Bunlar Türklerdi... Üniformaları yoktu. Rütbe işaretleri yoktu. Ama, Yüzbaşı yine Yüzbaşı, Onbaşı yine Onbaşıydı. Rütbeli gibi davranışları vardı. Esir kampındaydılar ama sanki barış şartlarındaki bir kışlada yaşıyormuşçasına disiplin içindeydiler. Sabahları alışılagelmiş tekmiller alınıyor, sabah sporu yapılıyordu. Hasta olanlar ayrılıyor, yine kendi içlerinden belirledikleri görevlilerle bakımları ve tedavileri yapılıyordu. Kendilerine göre bir eğitim programları vardı. Spor yapıyor, güreş tutuyor, oyun oynuyorlardı. Yemek zamanı gelince ekmek ve yemek ortaya konuyor, gözetim altında eşit olarak bölüşülüyordu. En sonunda da Yüzbaşı, diğerleri ne kadar aldıysa o kadar alıyordu.
Bu durum, Çinli subay ve yöneticilerin dikkatini çekmekte gecikmedi.
Yüzbaşıyı, grubun başından alıp hapsettiler.
Ama, durumda bir değişiklik olmadı. Bu sefer en kıdemli bir Teğmendi. Başa hemen o geçti. Her şey hiçbir şekilde bozulmadan aynen devam etti. Teğmeni de hapsettiler.
Bu sefer, başa en kıdemli olan bir Başçavuş geçti. Ne var ki, diğer Birleşmiş Milletler ordusu askerlerinin şaşkın bakışları arasında, yine tekmiller alınıyor, sporlar yapılıyor, hasta ve yaralıların bakımları yapılmaya çalışılıyor, herkesin birbirine sevgi ve saygısı hiçbir şey olmamışçasına devam ediyordu.
Nihayet, üniversitelerden gelen psikolog ve terbiyecilerden oluşan bir grubun önünde, hapisten çıkarılan Yüzbaşı sorguya çekildi. Neydi bu olayın sırrı? Diğer ülke askerleri arasında en ufak bir birlik bulunmazken, her yerde bileği güçlü olanın sesi çıkarken, diğer ülke askerleri arasındaki hasta ve yaralılarla kimse ilgilenmezsen, nasıl oluyordu da Türk askeri böyle davranıyordu?
Yüzbaşı, bu soruyu gülümseyerek cevapladı: "- Bu davranışların kökü, Türk askerinin kışlada aldığı askeri terbiyeden evvel, evinde aldığı geleneksel Türk aile terbiyesine dayanır. Bütün ülkelerde askerlik hayatı ile sivil hayat arasında büyük farklar vardır. Onlarda disiplin hayatı üniforma giydikten sonra başlar. Halbuki biz onu evvelâ anamızdan öğreniriz. Aile içinde uygularız. Evde herkesin yeri ve sırası bellidir. Sıra değişmez. Görev devreder. Köylerimizdeki kahvelerde, camilerimizde bile davranışlarımızın özel bir sırası, düzeni vardır. Hastalarımıza dağ başlarındaki köylerimizde doktor bulamayız. Kendi imkânlarımızla biz bakarız. Köylerimizde gece görülen tek ışık, hasta beklenen evlerimizdedir. Bizde en ümitsiz hasta bile kendi haline terk edilmez. Başkasının hakkını yemek, yanımızdaki aç iken kendi karnımızı doyurmak dini ve milli ahlâkımıza uymaz."
MC CALL Dergisi, kendi halkına sorar: "...Anadolu bozkırının ortasında doğan, bin bir mahrumiyet içerisinde yetişen Türk çocukları bizim her türlü imkânları, rahatlıklı hayatı vererek yetiştirdiğimiz çocuklarımızla aynı şartlar altında, aynı sınavı geçirdiler. Onlar muvaffak oldular. Tam gittiler, tam olarak geri dönmesini becerdiler. Bizimkiler birbirlerine ellerini uzatmadılar. Yalnız kendileri için, bireycilik ve bencillikle yaşamanın örneklerini verdiler. Nedir bu bizim cemiyetimizin zayıflığının ve çürüklüğünün sebebi? Nedir bir türlü çözülemeyen Türkün kuvveti, manevi gücünün sırrı?”
İşbirlikçi ve döneklerce, devletin sarsıldığı, değerlerin altüst edildiği günümüzde; Türk Milleti’nin asil evlatlarının bir kez daha kutsal görev zamanı gelmiştir.
Türk Milleti’nin varlığı ve bekasının tehdit altında tehlikede olduğu bugünlerde; birlik ve beraberliğimizi bozmak, milli ve manevi manevî değerlerimizi parçalamak isteyen şarlatanlarca, ileri demokrasi, açılım saçılım, yeni anayasa adıyla yürütülen ihanet uygulaması karşısında Türk Milleti; sahip olduğu disiplinle hareket edecektir.
Günün Sözü: Doğru strateji, disiplin, sakinlik zafere giden yoldur.
.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:
Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,
Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.
Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!
Ne mutlu Türküm diyene!.
Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,
Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.
Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!
Ne mutlu Türküm diyene!.
Bunları Biliyor muydunuz?
Bunları Biliyor muydunuz?
* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”
* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,
* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,
* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,
*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,
* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,
* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...
* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”
* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,
* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,
* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,
*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,
* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,
* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...