CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

İRBEÇ'e Kulak Verin, Ne Diyor !..

ImageProf. Dr. Yusuf Ziya İrbeç, 23. Dönem AKP Antalya Milletvekili…1959 Antalya doğumlu…İktisatçı, Dış Politika Uzmanı ve Öğretim Üyesi; Viyana İktisat Üniversitesi'ni bitirdi.


Yüksek lisans ve doktorasını aynı üniversitede tamamladı. Viyana Diplomat Akademisi'nde ihtisas yaptı. Doçent ve Profesör oldu. Birçok üniversitede öğretim üyesi olarak ders verdi.

Afyon Kocatepe Üniversitesi'nde Dekan Yardımcılığı, Çankaya Üniversitesi'nde Bölüm Başkanlığı, Beykent Üniversitesi'nde Dekanlık, Rektör Yardımcılığı ve Rektörlük, Bahçeşehir Üniversitesi'nde Uğur Eğitim Kurumları Başkanvekilliği, Uluslararası Balkan Üniversitesi'nde Kurucu Rektörlük görevlerinde bulundu. TOBB ve Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu'nda; KEİPA, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Ankara Ticaret Odası'nda yönetici ve danışman olarak görev yaptı. Yurtiçi ve dışında 100'ün üzerinde bilimsel makalesinin yanı sıra 3 kitabı yayınlandı. 23. Dönem'de Türkiye-AB KPK Üyesi oldu. Çok iyi düzeyde Fransızca, Almanca, İngilizce, İtalyanca ve Arapça, orta düzeyde Rusça bilen İrbeç’in yurt içi ve yurt dışında 100’ün üzerinde bilimsel makalesinin yanı sıra 3 kitabı yayınlandı.

Image



Prof. Dr. Yusuf Ziya İrbeç, 21 Ocak 2011 günü, yaptığı bir basın toplantısıyla partisinden istifa etti. Basın açıklamasını tek kelimesini değiştirmeden aynen aşağıya alıyorum:



Bildiğiniz gibi, 22 Temmuz 2007’den beri Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde AK Parti Milletvekili olarak bulunmaktayım. Milletvekilliğinden önce, birçok üniversitede hem akademisyen, hem de rektör olarak çalıştım. Türkiye ve dünyadaki ekonomik ve politik gelişmeleri yakından takip eden, 7 yabancı dil bilen bir milletvekili olarak; AK Parti Ekonomik İşler Başkan Yardımcılığı ile TBMM Avrupa Birliği Uyum Komisyonu Başkan vekilliği görevlerinde bulundum. Bu görevlerim sırasında, birçok uluslararası temaslarım oldu ve ülkemi en iyi şekilde temsil etmeye ve menfaatlerini korumaya çalıştım.



Vatanına, milletine ve manevi değerlerine bağlı bir milletvekili olarak; içinde bulunduğum partinin özellikle iç politikada takip ettiği stratejinin ülkemize getireceği zararlar konusunda endişelerim arttı. Çünkü takip edilen politikalar ile ülkemin ve milletimin sosyolojik, psikolojik ve coğrafik yönden bölünme sürecine sürüklendiğini üzüntü içinde görmekteyim. Bu endişelerimi, hem milletvekili arkadaşlarım arasında ferden, hem de parti toplantılarında defalarca ve alenen dile getirdim. Ancak, yaptığım görüşmelerin ve konuşmaların, keza ikazların hiçbir fayda getirmediğini üzüntüyle müşahede ettim. Bu kaygılarıma sebep olan hadiselerin başında, Başbakanın her konuşmasında toplumu ayrıştırmaya yönelik söylemleri gelmektedir. Şöyle ki; Sayın Başbakan 4 Ocak 2011 tarihli grup konuşmasında aynen şu cümleleri kullanmıştır:



“Ama biz, bu ülkedeki tüm etnik unsurları, dedik ya, Türk’üyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla, Çerkez’iyle, Gürcü’süyle, Abaza’sıyla, Roman’ıyla, aklınıza ne gelirse hepsiyle, bunlar birer alt kimliktir ve bunlar kesrettir ve vahdette biz bunları topluyoruz.”



Sayın Başbakan bu tür söylemleri, milletimize verdiği zararları hesap etmeden alışkanlık haline getirmiştir. Davranışlarından da, bu alışkanlıklarından vazgeçmeyeceği açık bir şekilde görülmektedir. Buna karşın önceki başbakanlardan hiçbiri, devlet adamı sıfatı ve ciddiyetiyle, böyle bir söylemi benimsememiştir. Vatanına, milletine ve manevi değerlerine bağlı ve aynı zamanda milletinin fertleri arasında hiçbir ayırım gözetmeyen bir milletvekili sıfatıyla, Başbakana şahsen şu soruyu yöneltmek istiyorum:



“Sizden evvel bu milleti kim böldü de, siz bütünleştirmeye çalışıyorsunuz?”



Şahsen, milletin ismini telaffuz etmekten kaçınan bir tutuma karşı tepki vermek zorunluluğunu hissediyorum. Ülkemizin anayasal adı Türkiye’dir ve üzerinde vatandaş sıfatı ile yaşayan herkes Türk’tür. Bu bir alt kimlik değildir. Oysa Başbakan söylemlerinde milletimizi bütünleştirici bir unsur olan Türklüğü sürekli ve anlaşılmaz bir biçimde alt kimlik haline getirme çabası ve gayreti içindedir.



Ben, aynen Başbakan gibi, İmam Hatip Lisesinden mezun olmuş bir kişi olarak; Başbakanın benimsediği bu davranış ve söylemi sonucunda ortaya çıkan ayırımcılığın yüce dinimizde de yerinin olmadığını ifade etmek istiyorum.

Şimdiye kadar, AK Parti içinde birlikte çalıştığım arkadaşlarımla ve AK Parti’ye oy vermiş vatandaşlarımızla hiçbir sorunum olmamıştır. Ancak, AK Partiye oy vermiş, aynı endişeleri taşıyan çok sayıda milletvekili arkadaşlarımın ve vatandaşlarımızın olduğunu da biliyorum. Tepkim, parti yönetiminin endişelerimi tetikleyen birlik yerine bölünmeye taşıyan baskıcı politikalarınadır.

Açılım politikalarının milletimizin yüreğinde Habur ve benzerleri ile açtığı yara, hepimizin malumudur. Seçim sonrası yapılacak anayasal değişiklikler ile milletimizin ve ülkemizin birlik ve bütünlüğünün bozularak, bu yaranın daha da derinleşeceği endişesini taşımaktayım. Şu anda gösterilen yoğun çaba, her türlü hassasiyeti göz ardı ederek halk oylamasına ihtiyaç bırakmayacak bir milletvekili sayısına ulaşmayı hedeflemektedir. Vatanın ve milletin bütünlüğü üzerinde hiçbir şekilde parti politikası kabul edilemez. Burada asıl olan, milletin birliğini ve bütünlüğünü korumaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle, şimdiye kadar mensubu bulunduğum AK Parti’den istifa ediyorum. Bu vesileyle bana oy vermiş veya vermemiş olan bütün Antalyalı hemşerilerime şahsıma gösterdikleri itimat, güven, destek ve teveccühlerinden dolayı şükranlarımı sunar, görevimi bundan böyle de bir nefer olarak aynı hassasiyet içinde sürdüreceğimi bilmelerini isterim.

Zamanımız da kiralık, kalemimiz de... Ahmet Altan, Canan Barlas, Alev Er...


Zamanımız da kiralık, kalemimiz de... Ahmet Altan, Canan Barlas, Alev Er...


Asıl konuya gelmeden önce, aslında hepimizin bildiği, kendince çeşitli anlamlar yüklediği, gazetecilik mesleğinin kısa bir tanımını ve biraz da ilkelerini hatırlamakta fayda var.

Gazetecilik ve köşe yazarlığı saygın bir meslek algısı yaratan iş kollarından birisidir.

Ortalama bir gazetecinin; doğruluk, dürüstlük, sosyal sorumluluk, özel yaşam ve insanlık onuruna saygı, barış vb gibi pek çok insani değerleri içinde barındırması beklenir.

Ortalama bir gazeteci en azından:

Nosyon sahibi olup, halkın görüş ve düşüncelerine kılavuzluk edecek.

Kanaat önderi olabilecek, gerektiğinde karmaşık gündemi objektif bir şekilde yorumlayıp özetleyerek okuyucunun detaylarla boğulmadan konunun özüne hakim olmasını sağlayacak.

Entelektüel birikimini veya uzmanlığını kullanarak olaylara kendi dünya görüşünden yaklaşacak, okuyucuya rehberlik edecek, rehberlik ederken de objektifliğini ve sahip olduğu değer yargılarını koruyacak.

Taraf olduğu konuları okuyucuya ve kamuoyuna açık ve net olarak belirtecek, ancak taraf olurken bunu herhangi bir şekilde para, imtiyaz veya menfaat karşılığında yapmayacak.

Olayların karanlıkta kalmış yönlerini okuyucu adına araştıracak, mesleki kimliğinin ona sunduğu avantajları yönlendirmek amacıyla değil aydınlatmak, daha doğru ve anlaşılır bilgiye ulaşmak amacıyla kullanacak.

Konuya kabul edilebilir bir mesafeden yaklaşacak, net olmayan muğlak olaylarda bir yanılgı payı olabileceğini, hesap ederek kesin yargılar belirtmekten kaçınacak. Gerektiğinde özeleştirisini verecek, kendi kendisini tekzip edecek.

Yukarıda kabaca belirttiğim ilkelere etik değerler ışığında pek çok madde ekleyip çıkarabilirsiniz.

Her mesleğin doğru yapılabilmesi için çeşitlik ilkeler vardır. Hatta bazı mesleklerde bu ilkeler bir yemin veya bildirgeye de bağlanmıştır. Bkz: Hipokrat yemini

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti gazetecik bildirgesinde, “gazeteci, uzmanlık alanı ne olursa olsun öncelikle gazetecidir.” İbaresini kullanır.

Gazetecilik meslek etiği ve ilkeleriyle tüm hayatınızı çevreleyen onurlu bir meslektir. Bir siyasi parti lideri de olsanız, bir Holding de CEO da, ilk kimliğiniz gazeteciliktir.

Para veya menfaat karşılığı dün karşı durduğunuz fikre bugün taraf olamazsınız.

Kaleminizi bir şahsın, şirketin, zümrenin, gurubun, görüşün, partinin, liderin çıkarlarına alet edemezsiniz.

Daha açığı kaleminizi satamazsınız…

Tıpkı Hipokrat yemini etmiş, dini, dili, ırkı, siyasi görüşü her ne olursa olsun kutsal insan hayatını kurtarmak adına edilmiş bir yeminin ağırlığını taşıyan bir doktor gibi.

Hele ki bir vesile ile toplum tarafından kabul görmüş, doğruları halk tarafından benimsenmiş, objektifliğinize inanılmış bir kanaat önderi iseniz, kaleminizi, fikirlerinizi satmak cinayetle eşdeğerdir.


Şimdi tüm bunları anlatma sebebimi merak ediyorsunuz eminim.


Aşağıda vereceğim gazete kupürü bu merakınızı giderecek.

Kupürü okuduğunuzda aslında:

Gazetecilik mesleğinin nasıl çıkarlar uğruna taraf olunarak yapıldığını…

Kanaat önderi olarak addettiğiniz insanların, aslında kendi kanaatlerini para karşılığında oluşturduklarını…

3 gazetecinin para karşılığında nasıl bir siyasetçinin tarafı olduğunu, kalemlerini bu uğurda nasıl sattığını, parayı verenin düdüğü nasıl çaldığını, egosantrik bir aymazlıkla bunun reklamını nasıl yaptığını…

Her gün, okuduktan sonra belki de alkışladığınız yazıların, aslında yazanın değil, yazdıranın fikirleri olduğunu…

Gazetecilik, yazarlık yaptığını savunan bazı isimlerin düpedüz uşak olduklarını, Taraf gazetesinin parayla tutulmuş bir taraf olduğunu…

Gazetecilik meslek ilkelerini umarsızlıkla çiğneyen bu isimlerin aslında mesleğin yüz karası olduklarını….

FARK EDECEKSİNİZ…





30 yıldır bilinen ancak hafızalardan-gozlerden saklanan gerçekler


PKK - ASALA ortaklığı

Son günlerde Gazete ve İnternet sitelerinde İngiliz gizli belgeleri kaynak gösterilerek ASALA ve PKK terör örgütlerinin birlikte hareket ettikleri sanki yeni bir bilgiymiş gibi duyuruluyor. Aslına bakılırsa bu ne, yeni bir bilgi, ne de yeni ispatlanmış bir bağlantı.

Olayı daha iyi anlayabilmek için isterseniz önce bu terör örgütlerinin kısaltma olarak bildiğimiz isimlerinin açılımlarını yapalım.

ASALA: Armenian Secret Army for the Liberation of Armenia yani Ermeni gizli ordusu

PKK: Partiye Karkere Kürdistan yani Kürdistan İşçi Partisi

İşte çeyrek yüzyıldan fazladır Türk ve Kürt halklarının başına bela olan, farklı görünen ancak yöntem ve amaçları aynı olan 2 dış kaynaklı proje örgüt.

Her ikisinin de amacı Türkiye Cumhuriyeti’nin Doğu ve Güneydoğu topraklarını ele geçirmek ve burada bağımsız bir devlet kurmak.

1991 yılında Sovyetler Birliğinden ayrılarak bağımsızlığını ilan eden Ermenistan tarihsel ideallerinden bir tanesini kısmen de olsa gerçekleştirdi.

Bir devlet olmanın sorumluluğu ile stratejik davranılarak ASALA terör örgütü görüntüde bitirildi. Görüntüde diyoruz çünkü aslında Ermeni gizli servisi ile birleşti ve tarihsel ortağına yani PKK’ya desteğini hiçbir zaman kesmedi.

İmralı’daki terörist başı ve siyasi kanadı BDP’nin demokratik özerklik söylemlerini anlayabilmek için bu tarihsel gerçeği göz ardı etmemek gerekir.

Hedef bağımsız Ermeni ve Kürt devletlerinin kurulması ve Türkiye’nin doğusunun bu devletler tarafından işgal edilmesidir.

Bu projenin birinci ayağı gerçekleştirilmiş ancak tamamlanmamıştır.

İki dil ve demokratik özerklik sadece bu projenin gerçekleştirilmesi gereken sistematik hedeflerinden iki tanesi, iki önemli kontrol noktasıdır.

PKK ve ASALA 5 Ağustos 1981 tarihinde ortaklaşa bir basın açıklaması yapmışlar ve eylem birliği ilkesini benimsemişlerdir.

Hedef Türkiye Cumhuriyeti topraklarıdır.

Bu tarihsel ortaklık günümüzde de güçlenerek devam etmektedir.

Aşağıda göreceğiniz 6 Ağustos 1981 tarihli Hürriyet gazetesi haberi, bu tarihsel bilginin yeni olmadığının, PKK terör örgütünün Türkiye Cumhuriyetini bölmek amacıyla hareket ettiğinin ve asla demokratik bir çözümü kabul etmeyeceğinin açık kanıtıdır.

Beyhude çabalarla bu emperyalist oyuna alet olup sözde demokrasi mücadelesi veren Türk aydınlarına ilanen duyurulur.

İşte o haber:

Ermeni ve Kürt örgütleri eylem birliğine karar verdi: Ermeni Gizli Ordusu adındaki örgütle Kürt İşçi Partisi isimli örgüt ortak bildiri yayınladı...



.

Yasadigimiz kotuluklerden kurtulmanin yolu



"Olum, varligin sonu olsa, olumle hersey bitmis olsa, kotuluklerin isi is olurdu. Oluvermekle, bedenlerinden, varliklarindan, butun kotuluklerden kurtulmus olurlardi. Ama ruh olumsuz olunca, kotuluklerden kacmanin, kotuluklerden kurtulmanin, ruhu olabildigince bilge kilmaktan baska yolu yoktur. Ruhun olumsuzlugu bilinince, ona yalniz hayat denilen sure icin degil, ilerisi icin de dikkat edilmesi gerekir. Cunku ruh, ne bilgi edinmisse, insan ne yapmis, nasil davranmissa, Hades'e (Ahiret'e) ancak onunla gidecektir. Hades yolcusuna baska bir seyin zarari da, yarari da soz konusu degildir."

Yukaridaki ifadeyi Eflatun'un "PHAIDON" diyalogundan aldik. Sokratin sozlerinden bunlar.  Yasadigimiz kotuluklerden kurtulma yolunu ve geregini ne de guzel anlatiyor.

“HAARP Kıyamet Teknolojisi”



HAARP Nedir?

HAARP, HF'da [1] yüksek enerji çıkışları ile iyonosferin ısıtılması ve burada bir takım değişimler yapılarak etkilerinin incelenmesi için başlatılmış bir projedir. Kullanılan frekans aralığı 2.8-10MHz arasıdır, çıkış gücü ise resmi kaynaklarda 3.6 Gigawatt olarak belirtilmesine karşılık 10 Gigawatt'a çıkarılabileceği açıklanmaktadır. Bu enerji dünyadaki en büyük radyo vericisi ünvanını kazandırmaktadır. Merkezin 1 saat boyunca çalıştırılması durumunda Hiroşima atılan atom bombası kadar enerji ortaya çıkaracağı hesaplanmıştır. Fakat bu merkezin yılda 4-5 kere ve sürekli olmayıp vuruş modunda (seri ve güçlü atışlar üretme) ile çalışacağı bildirilmektedir.(Bahse konu enerjinin aslında ne kadar tehlikeli boyutlara ulaşabileceğini göstermek için bu örnek verilmiştir)HAARP'ın Yeri ve Projeyi Gerçekleştirenler Kimler?

HAARP, çok ilginç bir yerde konuşlanmıştır, Alaska Gakona. Gakona'da askeri üstün yakınlarında ve kimsenin girmediği özel bir alanda tesis kurulmuştur. Niçin burası seçilmiştir? İki temel amacı vardır. Birincisi Alaska dünyadaki elektromanyetik kuşakların özel bir kesişim bölgesinde bulunmaktadır. Dünyanın elektromanyetik alanlarına müdahale edebilmek için en iyi yerdir. İkincisi ise insanlardan uzak, korunması kolay ve gözlerden mümkün olduğunca uzak bir yer olmasıdır.

Gakona daki bu merkezde 21m. yüksekliğinde 180 adet kule üzerinde cross dipol anten inşa edilmiştir.

HAARP'ın Amaçları

Bunu ikiye ayırmak durumundayız; birincisi ABD hükümeti tarafından yapılan resmi açıklamalar, diğeri ise bağımsız kaynakların, radyo amatörlerinin ve araştırmacıların yaptıkları.
HAARP'ın resmi kaynaklardaki amaçları:
Atmosferdeki termonükleer araçları kontrol edecek elektromanyetik vuruşları gerçekleştirmek.
Denizaltılar ile haberleşmeyi kolaylaştırmak. Bu haberleşme ELF(Extremely Low Frequency) ve VLF(Very Low Frequency) dediğimiz 30Hz-30KHz civarında çalışmaktadır. ELF'nin yan etkileri bilindiğinden mevcut ELF vericileri ile HAARP vericileri değiştirilmek istenmektedir.
Radar sistemlerini geliştirmek.
Çok geniş bir alanda ABD ordusunun haberleşmesini sağlamak.
Cray ve EMass süper bilgisayarlarının yardımı ile yer altının tomografik haritasını çıkarabilmek.
Petrol, doğalgaz ve mineral yataklarını tespit etmek.
Cruise füzesine benzer alçak irtifadan uçan füze ve hava araçlarını havada imha etmek.HAARP'ın sadece bu amaçları gerçekleştirmesi durumunda bile “Star Wars” projesine gerek kalmayacağını görüyor ve çekiniyoruz. Fakat bunlar işin görünen yanı, buz dağının altında çok daha vahim bir tablo ile karşılaşıyoruz. Bu tablo projenin karşısında olanlar tarafından dile getirilmektedir. Özellikle de 230 sayfalık “Angels Don't Play This HAARP-Melekler HAARP ile Oynamaz” adlı kitap bu görüşleri dile getiren en önemli kaynaktır.

HAARP karşıtı birçok görüş yayınlanmış ve bu görüşler inanılmaz baskılara uğramış, net deki sayfalar kapatılmıştır.(Umarım bu sayfa da kapatılmaz) Fakat ABD hükümeti bu karşıt görüşleri tam anlamıyla yalanlayacak bir döküman veya bilgiyi basına vermemiştir. Bu da karşıt görüş oluşturanların şüphelerinde haklı olma gerçeğini arttırmaktadır. Şimdi HAARP karşıtı açıklamalara bakalım ve teorileri destekleyen olayları inceleyelim.
İklimleri değiştirebilir.
Kutupları eritebilir veya yerinden oynatabilir.
Ozon tabakası ile oynayabilir.
Deprem yaratabilir.
Okyanus dalgalarını kontrol edebilir.
Dünyanın enerji kuşakları ile oynayarak insan biyolojisini ve beynini etkileyebilir.
Radyasyon yaymadan termonükleer patlama oluşturabilir.Yukarıda yazanları tekrar okuyup son 10 yılda yaşanan olayları göz önünüze getirmenizi istiyorum.

Aklınıza gelen örneklerin sadece basit doğa olayları veya küresel ısınmayla açıklanamayacağını bir kez düşünün. Dünyamız yaşadığı sıkıntıları sadece doğal nedenlerle mi yaşıyor, yoksa insan parmağı işin içinde mi?

HAARP Çalışma Prensibi ve Gerçek Etkileri

Bu bölümde işin teknik yanına girip, HAARP'ın resmi kaynaklar dışında iddia edilen etkilere sahip olup olmadığı araştıracağız. Mantık olarak değerlendirdiğimizde de milyonlarca doları ve değerli bilim adamı kaynağını, üstelik arkasında ABD ordusunun çok önemli bir desteğini de alarak bu işe kanalize etmenin, gökteki ışık oyunlarını incelemek veya iyonosferi biraz ısıtıp neler olacağı görmekle açıklanabileceğini sanmıyorum. Haberleşmeyi daha iyi yapmak veya toprak altını incelemek gibi başka kaynaklarla da yapılabilecek işlerin ise bu işin asıl amaçlarını gizlemeye yönelik bir çalışma olduğunu düşündüren bulgular vardır. Proje, “Yıldız Savaşları” projesinden bile tehlikeli, çünkü çok az bir kaynakla, çok büyük etkiler yapabilmek mümkün. ABD'nin niçin “Yıldız Savaşları” projesini askıya aldığını şimdi daha iyi analiz edebiliyoruz.
Yaptığım incelemeler sonucunda HAARP'ın temel işlevi; iyonosferdeki bir alanı ısıtıp (Minimum 50Km çapında) burada lens-ayna işlevi görecek bir bölge yaratmak ve bu lensi kontrollü bir şekilde kullanarak ELF yayılımı ile doğal olmayan ve yukarıda 7 madde de açıklanan etkileri meydana getirmek. Bir diğer görüşte çok yüksek enerji ile dünyanın enerji kuşaklarına gönderilecek HF dalgalarının yan etki olarak doğal bir ELF oluşturabileceği ve bunun kontrol dışına çıkması ile yine yukarıda yazan olayların olabileceğidir. Kısaca bu cümleler ile açıklayabileceğimiz konuyu şimdi ayrıntı düzeyinde inceleyelim.
Öncelikle ELF konusunu incelemek gerekiyor. Çok düşük frekanstaki radyo dalgalarının(10-30Hz) canlıların sağlığına etkileri kanıtlanmıştır(Davranış bozuklukları, sinir ağı rahatsızlıkları, doku hasarları, doğum bozuklukları, katarakt, bağışıklık ve kan sisteminin bozulması, kanser, ani mutasyon değişiklikleri). Bu dalgaların yaydığı elektromanyetik radyasyon canlılarda beklenmedik sağlık sorunlarına neden olabildiği gibi, elektronik cihazların da çalışmasını etkilemektedir. Bunlar arasına kalp pillerinden tutun, uçaklara, TV alıcılarından haberleşme sistemlerine kadar birçok elektronik sistem girmektedir. ABD ordusunun denizaltılar ile haberleşmede bu sistemi kullandığını fakat sistemin yan etkileri nedeni ile sürekli eleştiri aldığı biliniyordu. Bu nedenle ELF programı zayıflatılıp yerine “zararsız” olduğu iddia edilen HF ile değiştirilmesi gündeme geldi. Acaba HF kullanan HAARP zararsız mıydı? HAARP HF enerji dalgalarını “vuruşlu” iletim haline çevirerek kullanıyor. Başka bir deyişle, HAARP aslında ELF sinyallerini belirli oranda (saniyede 30-3000 devir) açıp kapatarak, onun gücünü iki kat arttırıyor. Sonuçta, istenildiği takdirde ELF radyasyonu gezegenin yüzeyinde “belirli bir alana” yöneltilebilecekti.

10 Aralık 1976 tarihinde Birleşmiş Milletlerin aldığı bir karar son derece ilginçtir. “Askeri veya herhangi bir çevresel değişim tekniklerinin düşmana yönelik kullanımı yasaklanmıştır”. BM'in bu şekilde bir karar almaya iten neydi? Çevresel değişimleri yapacak bir teknoloji olmasaydı acaba böyle bir karar alınır mıydı?

HAARP ve Doğa Olayları İlişkisi

1981 yılında nükleer mühendis ve ABD nin önde gelen Tesla araştırmacılarından Albay Thomas Bearden, Amerikan Psikotronik Derneği'nde bir konferans verdi. Konuşmasının bir bölümünde 1978 yılında Specula dergisinde de tartışılan Tesla vericileri tarafından üretilen kalıcı dalgalardan bahsetti.
“Yaptığımız şey frekansı değiştirmektir. Eğer frekansı bir yönde değiştirirseniz, enerjiyi dünyanın diğer bölümünde hedeflediğiniz yerin ilerisindeki atmosfere boşaltırsınız. Havayı iyonize etmeye başladıkça, hava akışı seyrini, jet gidişlerini vb. şeyleri değiştirebilirsiniz. Bu mükemmel bir hava makinasıdır. Eğer ani bir şekilde boşaltırsanız, bunun gibi küçük iyonizasyon elde etmezsiniz. Bu kez kıvılcımlar ve ateş topları dünyanın yüzeyine boşalacaktır. Bu aletle ileri geri oynayarak, dünya çapında dev hava değişikliklerine yol açabilirsiniz.”
28.Temmuz.1976 yılında Çin, Tanghan'da yaşanan ve 650.000'in üzerinde kişinin ölümüyle ilgili New York Times'da bir yazı çıktı. Sarsıntıdan hemen önce gökyüzü aniden aydınlanmıştı. Beyaz ve kırmızı ışıklardan oluşan bu ateş topu 200 mil uzaktan bile görülmüş, birçok ağacın yaprakları yanmış ve sebzeler kavrulmuştu, tıpkı 17 Ağustos 1999 depreminde olduğu gibi.
1979 yılında 56 önemli deprem olmuş. 1981 yılında ise bu rakam 71'e yükselmiş. Bu tarihte hem ABD, hem de Rusya ELF ericilerini arttırmıştı. Burada kısa bir bilgi notu daha düşmek istiyorum. Dünyada büyüklüğü 7 ve üzerindeki depremlerin yıllara dağılımı: 70 li yıllarda 5, 80 li yıllarda 5 ve 90 lı yıllarda 9 dur. Bilim adamları ne kadar olayları doğal seyrinde giden bir durum gibi izah etmeye çalışsalar bile sismik hareketlerde gerek sayı gerekse büyüklük olarak bir artış vardır.
Volkanik hareketlerde, sel ve tayfunlardaki artışları da güncel haberleri takip edenler görmektedir. Dünyamız adeta bir kabuk değiştirmektedir. Bu olayların ortaya çıkmasında insanların ne kadar etkisi olmaktadır. Yer altında yapılan nükleer patlamaların, dünyanın çok farklı yerlerinde volkanik ve sismik hareketlere neden olduğunu artık biliyoruz. Zaten bu nedenle denemelere son verildi. Ama dünyamızın dengesini ve doğal gidişini değiştiren HAARP ve benzeri sistemler halen kullanılmaktadır. İşin tehlikeli bir yönü de yaratılmak istenen küçük ve kontrollü atmosferik ve sismik olayların kontrolden çıkacağıdır. Buna domino taşı etkisi de denmektedir. Örneğin Ankara'dan İstanbul'a uzanan bir domino taşı dizisi yapalım. Bir taşı devirdiğimizde sırayla İstanbul'a kadar uzanan taşlar devrilir. Fakat bu taşların gittikçe büyüdüğünü düşünelim ve İstanbul'daki son taş 1 ton ağırlığında olsun. Küçük bir domino taşını Ankara'dan devirdiğimizde 1 ton ağırlığındaki son taş yıkıldığında ortaya çıkan enerji ilk verdiğimiz enerjiden kat kat büyüktür ve bilim adamları özellikle sismik oluşumlarda bu tip küçük tetiklenmelerin büyük sarsıntılar meydana getirebileceğini kabul etmektedir.
Konumuza dönecek olursak anlattıklarımızın sadece varsayımlar olmadığını, bilimsel gerçeklere dayanarak bu olayların olabileceğini ve hatta olduğunu söylemektir. Yer altındaki fay hatlarının nereden geçtiğini ileri teknoloji sahibi ülkeler son derece hassas bir şekilde biliyorlar. Bu hatlara yapılacak küçük bir “tetiklemenin” nelere yol açabileceğini de sanırım test ettiler.

HAARP Karşıtı Hareketler:

Yazımızın başında HAARP karşıtı görüşlerin olduğunu söylemiştik. Özellikle radyo amatörlerinin ve bağımsız araştırmacıların bu konuda verdiği bazı bilgileri aktarmak istiyorum.
Clare Zickuhr, konuyla ilgilenen bir ARCO çalışanı ve aynı zamanda bir radyo amatörü. Gar Smith, bağımsız araştırmacı ve “Earth Island Journal” in editörü. Bu ikilinin konuyla ilgili görüşleri ise şu şekilde:
“Şu anda Alaska, Gakona yakınlarında izole edilmiş Hava Kuvvetleri faaliyet alanında yapılanma altında olan Pentagon'un sırlarla dolu HAARP projesi, dünyanın en güçlü iyonosferik ısıtıcını yaratmak için ilk adımı attı. Bilimadamları, çevreciler ve yerliler dünyanın iyonosferine 1 Gigawatt'tan fazla radyasyonlu güç verme kabiliyeti olan HAARP projesi için vericilerinin, insana vereceği zarar, doğal hayata karşı oluşturacak olan tehdit ve etkisi hemen ortaya çıkmayan çevresel etkileri daha da tırmandıracağı konusu ile ilgileniyorlar.
HAARP yetkilileri, Eastlund'un icadıyla herhangi bir ilişkiyi yalanlarken; Eastlund, Ulusal Halk Radyosu'na gizli ordunun 1980'lerin sonunda ortaya attığı kendi çalışmasını geliştirmeyi planladığını söyledi. Microwave News'in Mayıs 1994 sayısında Eastlund kendi patentlerinin gerçekleşmesi için HAARP projesinin açıkça ilk adım olarak gördüğünü söylemiştir. HAARP'ın orduyla olan ilişkisi; ARCO'nun APTI'yi ve E-Systems'e satmasıyla birlikte daha da belirginleşmiştir”
Princeton Üniversitesi'nden Dr. Richard Williams, “Üst amosferdeki kimyasal elementleri, ozon moleküllerinin oluşumunda esaslı bir etkiye sahip olabilir… İyonosferin ısısının değiştirilmesiyle ozon üreten kimyasal reaksiyonların etkileneceği bilinmektedir.”
Prof. Dick Williams, “Bugüne dek eşi görülmemiş miktardaki enerji, yine benzeri görülmemiş bir reaksiyon üretebilir. İyonosferle deney yapmak oldukça dikkat isteyen, hassas birşeydir. Belli bir yerde sınırlandırılmış olay, dünyaya oldukça hızlı bir şekilde yayılabilir.”
Alaska halkı bir avukat tutarak bu bölgede yapılmakta olan HAARP deneylerine bir son verilmesi için kongre üyelerine dilekçe göndermiştir. Başkan Clinton'un da konuya sıcak bakmadığını ve projeye destek vermediğini biliyoruz.
Internet üzerinde yaptığım araştırmalarda aşağı yukarı hep aynı şeylerden bahsediliyor. Aydoğan Vatandaş'ın “HAARP Kıyamet Teknolojisi” adlı kitabındaki herşeyi Internet'te bulmak mümkün.

NOTLAR:
[1]:  HF dediğimiz High Frequency radyo dalgaları amatör telsizcilikte 1.8MHz ile 30MHz arasını kullanır. 1.8MHz de 30W, 3.5MHz de 150W, 14-30MHz de ise 400W maksimum çıkış gücüne izin verilir. Özel durumlarda ise yükselticilerle maksimum 1KW'a kadar çıkışlar yapılabilmektedir. Bu dalgaların özelliği gök dalgaları dediğimiz yayılımı kullanarak binlerce kilometre uzaklıktaki istasyonlar ile iletişim sağlayabilmesidir. Yeryüzünün 40-500Km arasında bulunan İyonosfer tabakası bir ayna görevi görerek HF dalgasının yayılımını sağlar. Yüksek yoğunlukta proton ve elektronlardan oluşan İyonosfer tabakası değişik katmanlardan oluşmaktadır. Bu katmanlar gece ve gündüz değişmektedir. Zira güneş ışınları bu katmanları doğrudan etkilemektedir. Hatta güneş fırtınalarında bu etkiyi en çok hisseden katman iyonosfer olduğundan HF iletişimini de doğrudan etkiler. Güneş patlamalarında auroral dediğimiz ışık oyunlarıda bu tabakada gerçekleşir. Katmanların yeryüzünden yüksekliği aşağıda açıklandığı şekildedir.
Gündüz: Gece:
40-80Km D Tabakası 40-150Km E Tabakası
80-150Km E Tabakası 150-500Km F Tabakası
150-500Km F1 ve F2 Tabakası

D tabakası sadece gündüz oluşur, yoğunluğu çok azdır. E tabakası ikinci tabakadır ve özellikle öğlen çok yoğundur. Son tabaka F tabakası gündüzleri F1 ve F2 olarak adlandırılır, geceleri birleşerek F tabakasını oluştururlar ve yoğunluğu en fazla olan tabakadır. Düşük frekanslı dalgaların sahip olduğu enerjinin neredeyse tamamı D tabakası tarafından emilir. Bunun sonucu esas dalganın kırılımını sağlayan E ve F tabakalarına erişemezler. Yüksek frekanslı dalgalar ise çok az emilirler ve D tabakasını geçtikten sonra E ve F tabakalarında iyonize tabakadan yansıyarak yeryüzüne geri dönerler. Gündüz saatlerinde D tabakası oluştuğundan düşük frekansta gök dalgaları ile haberleşme yapılmasına engel olur. Geceleri ise D tabakası kaybolduğundan düşük frekanslı dalgalar iyonosferde kırılır ve toprağa geri yansır. Hatta tekrar göğe çıkarak birkaç defa yansıma da yapabilirler. Burada kast ettiğimiz düşük frekanslar HF dediğimiz frekanslardır. Frekans yükseldikçe kırılma az olur ve dolayısıyla gök dalgası ile yayılımı da azalır.
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...