Yüksek Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur. İşte parola budur. Türk gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir. Biz de bunu görmekle bahtiyar olacağız. -Mustafa Kemal Atatürk
Kemalizm yaşanarak oluşmuş bir ideolojidir
Deneyci olduğu ve sert doktrinleri olmadığı için iç çelişkileri yoktur. Diğer ideolojiler görünürde teorik olarak zengin görünmelerine karşın, bir halkın yaşadıklarından ve deneyimlerinden çıkmadıkları için, ve sadece kişi veya kişilerin teorik dogmaları oldukları için, pratik uygulamada bir çok tehlikeli çelişkiler içine düşmüşlerdir ve yok olmaya mahkumdurlar.
Kemalizm’in temelinde özgürlük ve barış yatar (yurtta sulh, cihanda sulh). Kemalizm özgür, akılcı, çağdaş, araştırmacı ve eşitlikçi birey yetiştirmeyi amaçlar. Kemalizm toplumun yönlendirdiği bir ideoloji olarak özgür, bilimsel ve akılcı bireylere emanet edilmesi gereken bir ideolojidir.
Kemalizm’e karşı yapılan tüm saldırılar, nafiledir. Halkımızın savaş ile yok edilemeyeceğini Kurtuluş Savaşımız sonrası anlayan kapitalist ve emperyalist güç odakları, Kemalist sistemin ancak ve ancak dogmalara inanan ve onlar ile yaşayan çağ dışı cahil bir toplumun yaratılması ile mümkün olacağını görmüşlerdir. Bu nedenle ülkemizdeki Müslümanlık ile uzaktan yakından ilgisi olmayan dini akımların ve toplulukların güçlenmesi için çalışmaktadırlar. Halkımızı kamplara ayırmak için din konusunun yanı sıra çokkültürlülük kandırmacasını da topluma enjekte etmişlerdir.
Ben akılcı, çağdaş, araştırmacı, özgür, eşitlikçi, barışcı, laik, paylaşımcı, tam bağımsız yaşam tarzını halkımın yaşam tarzı olarak görüyor ve bu yaşam tarzını düzenleyen ideolojinin adına Kemalizm diyorum. Kemalizm, halkın yaşadıklarından, çektiği acılardan ve geleceğe umutla bakışından doğmuş olan ve daha kısa bir anlatım ile yaşanarak oluşmuş bir ideolojidir. Bu nedenle dünyadaki tek gerçekçi ideolojidir. Hiçbir kişinin veya zümrenin kendi çıkarları doğrultusunda teori zeminide oluşturduğu uydurma bir ideoloji değildir. Ben bu ideolojiye Kemalizm diyorum, çünkü bu ideolojiyi en güzel ve anlamlı olarak bu kelime tarif ediyor. Çünkü bu ideoloji ne sosyalizmdir, ne komunizm ne de faşizm ve emperyalizm. Kemalizm, halkımızın karakterini yansıtan bir ideolojidir ve her bir bireyinin tam bağımsız olmasını hedefleyen yaşanan ve yaşanacak olan tarihimizin garantisidir, hedefidir.
Doç. Dr. Uğur KOCA
Duygulariyla hareket edenler Tarihe hicbir zaman isimlerini yazdiramazlar !
Ey ulu Tanri, ey milletlerin ve butun insanlarin Tanrisi, dimaglarimizi ve kalplerimizi ac ki, bize dunyada biricik irkin, yasayanlarin irki oldugunu soyleyen hakikati anlayabilelim. Bize ilahi yardimini esirgeme ki, butun memleketlerin ve butun renklerin insanlarini asalet ve hikmet cercevesi icinde birlestirebilelim.
Bize yardim etki, dunyadaki bu hayatimizda butun zamanlarimizi calisma, baris ve olumlu gelisme ugrunda sarfedebilelim..
Bize oyle bir basiret ihsan eyle ki, bir insan olarak bilelim. Ve o kuvvet ve cesareti ver ki, iyiyi tahkim ve kotuyu islah edelim.
Bize oyle bir basiret ihsan eyle ki, bir insan olarak; cehalet yerine bilginin, yalan yerine dogrunun, korku yerine umidin beslendigi musterek bir imanin vekar ve gercekligini ogrenebilelim.
Ey ulu Tanri, bize uzerinde yasadigimiz dunyanin musterek bir toprak oldugunu soyleyebilecek o yuksek zekadan ver ve bu toprak uzerinde ebedi hurriyetin bir vatanini kurmak icin bize inayet ve gorus birligi ihsan eyle !
Kısır çekişimelerden çıkış yolu
Prof. Dr. İsmet Gedik
Sorunlarımız, nedeni ve çözümü
A- Sorunlarımız
Günümüzde toplumumuzu derinden etkileyen sorunların en önemlilerini önce kısaca sıralayalım:
1- Tarih boyunca faili meçhul (siyasi) cinayetler oluşması;
2- Yargıyı etki altına alma çabaları;
3- İnsanların sağ-sol, laik-şeriatçı, alevi-sünni, türk-kürt, vs. gibi kutuplaşmalara bölünmesi;
4- Devlet denetiminde bulunan fabrikaların özelleştirilmeleri sonucu fabrikalarda çalışanların işsiz duruma düşmeleri; kısaca işçi-işveren ilişkileri
5- Büyük bir çoğunluğun geçimini sağlayacak bir işi olmaması;
6- Öğrencilerin ve gençlerin sınavlarda başarısız olmaları ve istedikleri bir mesleğe kavuşamamaları;
7- Vs.
B- Neden(ler)i
Şimdi bu sorunları tek tek ele alıp, her birinin nedenini saptamaya çalışalım.
1- Tarih boyunca faili meçhul (siyasi) cinayetler oluşması.
İster faili belli olsun, ister olmasın, tüm siyasi cinayetler, iktidar dediğimiz devlet yönetimini ele geçirme mücadelelerinden kaynaklanırlar. Geçmiş tarihimize bakalım:
- Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Bey, amcası Dündar Beyi rakip gördüğünden onu öldürtür. Yerine oğlu Orhan Bey geçer,
- Orhan Beyden sonra tahta geçen 1. Murat hem oğlunu, hem kardeşini öldürten ilk padişah olarak bilinir. Kardeşleri İbrahim ve Halil ile oğlu Savcı Beyi öldürtmüştür.
- Yerine geçen Yıldırım Beyazıt, kardeşi Şehzade Yakupu öldürtür.
- Ondan sonra, kardeşlerini öldürterek tahta çıkan 1.Mehmet olmuştur.
- Ondan sonra tahta geçen 2. Murat amcası Mustafa Çelebiyi ve kardeşleri Ahmet, Yusuf ve Mahmutu boğdurtmuştur.
- Ondan sonra tahta geçen 2. Mehmet (Fatih), kundaktaki kardeşi Ahmeti boğdurtmuştur.
- Ondan sonra tahta geçen Yıldırım Beyazıt, Kardeşi Cem Sultanı öldürtür (Taht kavgasını kaybeden Cem, İtalyaya kaçar; Yıldırım Beyazıt da, Papa Alexandre Borgiaya 300 000 altın vererek, Cem Sultanı öldürtür (1495); cesedi Bursaya getirtilir.)
- Kardeşler (ve yakın kan-bağı olanlar) arasındaki iktidarı ele geçirme mücadeleleri bu şekilde devam ederken, Osmanlı Devletinin son yıllarına doğru, iktidarı ele geçirme mücadelesine saray erkânı ve askeri güç mensupları da dâhil olur. Padişahlara, sadrazamlara darbeler yapılarak iktidara sahip olma mücadeleleri devam eder.
- Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulmasıyla birlikte, asil-soyluluğa dayandırılan babadan oğula iktidar hakkı yerine, Cumhuriyet denilen halkın sahipliğine dayandırılan yeni bir devlet-yönetimi anlayışı oluşturulması çabaları başlar.
- Devlet yönetimini ele geçirme mücadeleleri bu yeni sistemde de devam eder; karşılıklı suikastlar gündemden eksilmez.
- Partili demokratik sisteme geçişle birlikte, halk farklı görüşlere bölünür ve iktidar mücadelesi halk arasına kadar indirgenir. Her bir siyasi parti devlet bürokrasisi içine kendi yandaşlarını yerleştirmeye başlar. Siyasi cinayet şebekesi zincirleri oluşur. Bu tür mücadeleler nedeniyle Sabahattin Aliler, Abdi İpekçiler, Turan Dursunlar, Doğan Özler, Uğur Mumcular, Gün Sazaklar hayatlarını kaybederler. Ve bu böylece hala devam etmektedir.
Uzatmaya gerek yok, iktidarı ele geçirmek için ilgililer arasında cinayetler işlenmesi, tarih boyunca hep olmuştur ve olmaya da devam etmektedir. Bu tür mücadeleler, sadece ülkemizde değil, dünyanın her yerinde, her ülkesinde olmaktadır. İktidarı ele geçirmek gibi bir hedefin yanlışlığının nerden kaynaklandığını, yani bu kısır döngüden nasıl çıkılabileceği konusunu (çözüm yolunu), diğer sorunların nedenlerini de ortaya koyduktan sonra, ortak bir çözüm formülü ile vereceğiz.
2- Yargıyı etki altına alma çabaları: yukarıda açıklanan, iktidarı ele geçirme mücadelelerinin bir başka ayağını oluşturur. Çözümü yukarıdaki sorunla beraber olacaktır.
3- Şimdi diğer soruna geçelim: İnsanların sağ-sol, laik-şeriatçı, alevi-sünni, türk-kürt, vs. gibi kutuplaşmalara bölünmesi olayı.
Bu durum, demokrasi denilen ve halkın idareyi ele alması olarak tanımlanabilinecek sistemin ortaya çıkmasıyla yaygınlaşan bir toplumsal sorundur. Asil-soyluluğa dayalı babadan oğula aktarılan yönetim hakkı, demokratik sistemlerde, particilik denilen farklı görüş sahipliğine yerini bırakır. Bunun sonucu, halk farklı görüşlere bölünmek durumunda kalır. Bu farklı görüşler, kâh sağcı-solcu, kâh laik-şeriatçı gibi farklı gruplaşma oluşumlarına yol açar. Etnik bölünmelerin nedeni de, lider, şıh-şeyh gibi tepede bulunan kişilerin yönlendirmeleri ve yandaş sahibi olmaya çalışmaları sonucu ortaya çıkarlar, yani halka gösterilen hedeflere göre, halkın farklı yönlenmelere gitmesi olayı söz konusudur. Hâlbuki hayat, daha rahat bir duruma ulaşabilme mücadelesinden oluşur ve daha rahat bir duruma nasıl ulaşılacağı, çözüm formülünde verilecektir.
4- Devlet denetiminde bulunan fabrikaların özelleştirilmeleri sonucu fabrikalarda çalışanların işsiz duruma düşmeleri (işçi-işveren ilişkileri).
Son çeyrek asır içinde, devlet yönetiminde olan işletmelerin, özel sektör işletmeleri karşısında gittikçe başarısızlığa düşmeleri nedeniyle, dünya genelinde, devlet sektörleri bu tür işletmeciliklerden çekilmeye ve işletmeleri özel sektörlere satmaya yönelmişlerdir ve özelleştirme denilen işlemler dünyada yaygınlaşmaya başlamıştır.
Acaba özel işletmeler neden devlet sektörüne bağlı işletmelerden daha verimli olmuşlardır? Burada önemli olan konu bu sorunun yanıtını bulmak ve ona göre davranmaktır.
Dünyamızda her şey sürekli bir değişim-dönüşüm içindedir ve tüm işletmeler dünyadaki bu değişim-dönüşümleri dikkate alarak kendilerini yeniden re-organize etmek durumundadırlar. Özel işletmelerde, fabrikanın sahibi işletmesini yenilemek, dünya koşullarına uydurma konusunda, devlet işletmelerine göre, daha avantajlıdır, çünkü olayları takip edip, gereken önlemleri hemen alabilir. Hâlbuki devlete bağlı bir işletmede, müdür tepedekilerden müsaade isteyecektir; bürokrasi çarkı çok yavaş işler. Ayrıca tepedekiler demokratik seçimler nedeniyle sık-sık değişecektir. Her yeni gelen işlere uyum sağlayana kadar, atı-alan Üsküdarı geçmiş olur ve işletme zarar edecek duruma düşer.
Peki, günümüzde uygulandığı şekliyle özelleştirme yapılması doğru mu? Tekel işçileri olayında olduğu gibi, işçiler zararlı duruma düşmüyor mu? Bu konuyla yakından ilgili diğer sorun da şu: İşçi-işveren ilişkileri nasıl olmalı, grev-lokavt gibi hayatı ve toplumu kötü yönde etkileyen olaylar nasıl önlenir?
Bu soruların yanıtı bizi olayların özüne ve gerçeğe götürür. Doğadaki oluşumlarda, oluşturma ve sahiplenme erki hangi taraftadır, kimdedir? Hangi taraf hangi tarafa bağımlı olmak durumundadır? Bu sorunun yanıtı da, diğer tüm sorunların yanıtlarını içeren çözüm formülünde verilecektir.
5- Halkın büyük bir çoğunluğun geçimini sağlayacak bir işi olmaması; ve
6- Öğrencilerin ve gençlerin sınavlarda başarısız olmaları ve istedikleri bir mesleğe kavuşamamaları konularının nedeni, çözüm formülü içinde verilecektir.
C- Çözüm
Her şey bir sistem sorundur. Sistem kavramından şunun anlaşılması gerekir: Doğada işler nasıl yürür? Ne neye, kim kime bağımlı olarak gelişir?
Bu sorunun yanıtını verebilmek için, bedenimizle hücrelerimiz arası ilişkiye bir göz atalım.
Arkadaşınız hasta ve ateşi var. Ateşini sürekli takip etmek için de koluna dijital bir termometre bağladınız ve her an ateşini ölçüyorsunuz. Onu rahatlatmak ve ortamın streslerinden uzaklaştırmak için piknik yapmaya karar verip orman kıyısındaki çimenler üzerinde sofra kurdunuz. Afiyetle yemeklerinizi yediniz. Mideleriniz tam doldu ve bedeninizdeki tüm kan aşırı faaliyet göstermek zorunda olan sindirim sistemi hücrelerine tahsis edildi. Diğer organlarından kan çekilince bedeninizde bir gevşeme duygusu, yorgunluk hissetmeye başladınız. Tam böylesine rahatladığınız ve gevşediğiniz anda, ormanın kenarından bir vahşi ayının size doğru yaklaştığını gördünüz.
Bakın şimdi ne olur. Siz daha akıl ve mantığınızı kullanıp, neyi nasıl yapmanız gerekir şeklinde bir düşünme sistemi içine girmeden, bedeninizdeki Hypothalamus-Pitiutary-Adrenal = HPA- ekseni harekete geçer.
Bir tehlike olduğunu fark eden Hypothalamus (H) hücreleri hemen, pitiutary (P) salgı bezini uyarır ve alarm vermesini söyler Bunun üzerine pitiutary (P) kan dolaşım sistemine adrenocorticotropic hormones (ACTH) salgılar. Bu mesajı alan böbrek-üstü-adrenal (A) bezi, kaçmak veya savaşmak konusunda bedenin karar vermesi için gerekli ayarlamalara başlar.
Sindirim sistemi organlarına tahsis edilen kan hemen geri çekilir; beyne ve kas hücrelerine yönlendirilir. Çünkü o an çalışması gereken bu iki sistemdir, tüm enerji onlara tahsis edilmelidir. Bu arada gözünüz arkadaşınızın kolundaki termometreye takıldı ve 1 dakika önce 39 derece olan ateşinin o anda 37 dereceye düşmüş olduğunu fark etti!
Peki ne oldu da arkadaşınızın ateşi aniden düşüverdi?
Bedenlerimizin sahipleri olan hücrelerimiz, tehlike anında tüm güçlerin tek bir amaç için harcanması gerektiğini çok iyi bildiklerinden, iç-güvenlikte (bağışıklık sisteminde) görev yapan hücrelerin görevlerini askıya alarak, enerji harcamasını durdurmalarını isterler. Bunun gereği için de Thymus (T) bezine sinyal gönderilerek bağışıklık sistemi faaliyetlerini durdur mesajı verilir.
Yani tehlike alarmı verilen bir bedende, o an grip, nezle, vs. gibi bir iç-savaş varsa, o savaşı yürüten bağışıklık sistemi hücreleri hemen enerji harcamasını durdururlar. Ateşi olan bir insanın ateşi düşer! Beyin tam faaliyetle çalışır ve kaçmak mı, yoksa savaşmak mı gerekiyor konusunda bir karar alınır. Yani çok önemli konularda bilinç-altı dediğimiz hücresel etkileşim sistemi devreye girer.
Şimdi bilinç ve bilinçaltı ayrımının nasıl oluştuğunu açıklayalım.
Bizler yeni bir şey öğrenirken epey zorlanırız. Örneğin araba kullanması olayına bakalım. Öğrenilmesi gereken işlev 5 tanedir. Gaz, fren, debriyaj, vites değiştirme ve direksiyon kontrolü. Bu 5 farklı faktörü el, ayak ve gözlerimizle birbirleriyle uyumlu olacak şekilde kontrol edebildiğimizde, araba kullanma denilen şeyi öğrenmiş oluruz. Dikkat edilmesi gereken konu sadece 5 faktör olmasına karşın, bu 5 faktörü birbiriyle uyumlu olacak şekilde davranmayı ancak aylar süren çabalar sonucu öğreniriz. (Hâlbuki hücrelerin dikkate alıp değerlendirmeleri gereken faktörler binlercedir!) Öğrenme olayı gerçekleştikten sonra, sık sık araba kullanmaya başladıysak, artık hiç zorluk çekmeyiz; arabaya biner binmez araba çalıştırılır ve hiç düşünmemize gerek kalmadan araba uygun vitese konur, gaz verilir ve istenilen yöne gidilir. Tüm bu işlemler yapılırken artık kişinin dikkatini bu olaylara ayırması gerekmez. Kişi yanındaki bir arkadaşı ile değişik konular üzerinde sohbet edebilir. Yani kişinin bilinci başka konular ile meşgul iken, kişi otomatik olarak arabayı kullanır. İşte bu durumda, araba kullanma olayı öğrenilmiş ve otomatik sisteme aktarılmış, sabitleştirilmiş olunur. Bu otomatik sistem ise bilinç-altı sistemidir ve sabitleştirme işlemi, belli kimyasal moleküllerin oluşturulmasıyla yapılır. Yani her yeni bir şey öğrendiğimizde, bedenimizde belli molekül düzenlemeleri gerçekleşir.
Yaşamımızda sık sık yaptığımız tüm eylemler hücrelerimiz tarafından alışkanlık dediğimiz otomatikleşmiş-sabitleştirilmiş bilinçaltı sistemine alınırlar.
Yıllardır oturduğunuz evinizde bir değişiklik yapıp, içe doğru açılan bir kapıyı dışa doğru olacak şekilde değiştirdiğinizi düşünün. Bu değişikliği yaptıktan sonra, günlerce o kapıya gelip açmaya çalıştığınızda, kapıyı önce kendinize doğru çekmeye kalkışırsınız, çünkü beyninizdeki hücreler böyle bir otomatik alışkanlık devresi oluşturmuşlardır. Bu alışkanlık devresinin kaldırılıp, yerine yeni bir devre oluşturulması, haftalar sürer. Ama hücreler değişim-dönüşüm içinde olan bir doğada yaşadıklarını bildiklerinden, eski alışkanlıklara dayalı olarak oluşturulmuş otomatik-sabit devreleri de, yeni uygulama sonucu, bu yeni duruma uyacak şekilde düzenlerler.
Özetleyecek olursak, biz insanların bilinci 4-5 faktörü ancak değerlendirip bunları birbirleriyle uyumlu olacak bir sırada işleme koymayı zar-zor becerirken, hücrelerimiz on binlerce faktörü aynı anda değerlendirip, birkaç salise içinde bir sonuca varabilmektedirler. Yani bizlerin tüm işlerini, tüm sorunlarını gerçekte bedenimiz içindeki hücrelerimiz üstlenip, onlar yapmaktadırlar.
Sonuç: Doğada her şey içindeki bileşenlerine bağımlıdır. Bu durumun sadece hücre-beden arası ilişkilerde değil, doğadaki tüm oluşum ve gelişimlerde böyle olduğu Theory of Integrated Levels (Feibleman 1954) tarafından teorik olarak da ıspatlanmıştır. (Hücre-beden) Alt-sistem - üst-sistem ilişkileri olarak bilinen bu ilkelerin en önemlileri şöyledir:
i-Her sistemde, üst düzey alt düzeye bağımlıdır.
ii-Her sistemde, üst düzey alt düzeye yön (hedef) gösterir.
iii-Herhangi bir düzeyin oluşumunda, oluşturma erki alt düzeydedir; üst düzey sadece hedef gösterir.
Toplumlarda yerleşik bir sürü geleneksel bilgiler vardır. Bu bilgilerin hangilerinin doğru (yararlı), hangilerinin yanlış (zararlı) olduğunu saptamak için, söz konusu bilginin yaşamınızı olumlu yönde mi, olumsuz yönde mi etkilediğine bakmak gerekir. Toplumlarda en yaygın bilgi olan doğadaki oluşturucu-yönlendirici güç sisteminin varlıkların dışında, yani varlığın dışında, üstünde, harici bir sistem olarak düşünülmesi olgusudur ki, tüm toplumlarda tepeye bağımlı sistem oluşumlarına yol açmıştır. Halbuki, beden-hücre ilişkisinde gösterildiği ve tümleşik sistemler teorisi (Theory of integrated levels) ilkelerinde ortaya konulduğu üzere, doğadaki tüm oluşum ve gelişimler tabana bağımlı olacak şekildedir. Dolayısıyla, tüm sorunlarımızın nedeni, doğa ve dünyadaki oluşum ve gelişimleri yanlış anlamak, yanlış yorumlamak ve bu yanlış sisteme göre toplumsal ilişkilerimizi düzenlemekten kaynaklanmaktadır. Çözüm formülü ise çok basittir: Her şeyi, doğadaki sisteme uygun yapmak; yani tabana dayalı örgütlenme ve yapısallaşmalara gitmek:
1-Devleti, daha rahat bir yaşam düzeyine ulaşmak amacına yönelik bir toplumsal birlik-bütünlük oluşturma işlemi olarak görmek;
2- Tek başına yaşayan bir insan sürekli bir koşuşturma içinde olmak zorundadır. Hem ihtiyacı olan sebzeleri, tahılları üretecek, hem tahılları öğütüp un yapacak, hem yiyeceği eti sağlayacak, hem ateş yakacak, hem yemek pişirecek bir fırın yapacak, hem tabak, kaşık yapacak, vs… Bu kadar farklı görevin hepsini bir insanın tek başına yapması imkânsızdır, çünkü buna ne zamanı, ne bilgisi ne de enerjisi yeterli değildir. Toplumsal bir sistem içinde yaşayan bir insan ise, bu görevlerden sadece birini yapar ve diğer insanlarla ürününü veya hizmetini takas ederek yaşar. Bu sayede hem daha az koşuşturur ve hem de çok daha rahat bir yaşam düzeyine kavuşmuş olunur. Bu nedenle toplum (devlet) iş ve meslek sahipleri arasındaki bir ortaklık sistemi olarak görülmelidir. Dolayısıyla yapısallaşması ve yönlendirilmesi tamamen iş-ve meslek dalları arası ilişkiler çerçevesinde olmak zorundadır. Toplum bu şekilde ve tabana bağımlılık çerçevesinde tanımlanıp yapılandırıldığında, 1, 2, 3,4 nolu sorunlar tamamen ortadan kalkar; çünkü
1-yönetimi ele geçirme mücadelesi artık söz konusu değildir, çünkü halk sistemin sahipliğinin bilincindedir ve tepe diye bir yetki ve bağımlılık merkezi yoktur;
2- Halk toplum yaşamının, daha rahat ve huzurlu bir düzeye ulaşmak amaçlı bir ortaklık olduğu bilinciyle yaşadığından, sağ-sol, din, ırk, vs gibi gereksiz parçalanmalarla, rahat ve huzurunun ortadan kaldırılmasına karşı koyar;
3- Bu sistemde her şey tabana bağımlı olarak oluşturulduğundan, tüm işyerleri, bizzat çalışanlar tarafından sahiplenilir ve işveren-işçi ayrımı gibi doğal olamayan durum ortadan kalkmış olur.
Şimdi de doğadaki tabana bağımlılık sisteminin diğer bazı özelliklerini ve bunların hayatımıza etkilerini görelim. Bir şeyi oluşturma-yapma erki alt sistemlerde olduğuna göre, bir şeyin yapılması için gereken bilgilerin de alt-sistemlerde depolanması, işleme konulması gerekir. Son yıllarda yapılan biyolojik-genetik ve fizik dalı araştırmaları bunun böyle olduğunu göstermiştir, Blobel 1999, Haken 2000, Kandel 2001, Andersonet al. 2007, Leek et al. 2007, Patel 2008, Li et al. 2010, vs.. Bu araştırmalara göre, bir bedeni oluşturacak olan hücreler, çevrelerindeki değişim-dönüşüm bilgilerini toplarlar, olasılık hesapları yaparak en olası duruma göre yeni oluşturacakları bedenin yapısallaşmasını gerçekleştirirler ve tüm bu bilgiler hücresel yapısallaşmalarda depolanırlar ve işlenirler. (Bu nedenledir ki, beyindeki her bir hücre yaklaşık 40-50 bin faktörü dikkate alarak bir olasılık hesabı yapar ve çıkan sonucu, diğer bir hücreye iletir; o hücre yine, kendisine gelen 40-50 bin veriyi değerlendirip bir olasılık hesabı yapar ve bir diğer görevli hücreye aktarır. Bu şekilde trilyonlarca veri bir-kaç salise veya saniye içinde işlenerek bir sonuca varılır ve beden o sonuca göre davranır!)
Doğa bilimlerindeki bu gelişmelerden anlaşılacağı üzere, biz insanların düşünce ve davranışları tamamen hücrelerimiz arasında ve içinde gerçekleşen yapısal-dokusal değişim-dönüşümler sayesinde oluşturulmaktadır. Bu değişiklikler genelde amino-asit sıralamalarında yapılan değişiklikler şeklinde olmaktadır.
Özet olarak şu sonuç ortaya çıkar: Bir bedenin çevresindeki değişim-dönüşümlere uyumunu sağlayan o bedenin içindeki hücreleridir. Bir insan toplum hayatında kendine bir iş veya meslek arıyorsa, yapması gereken, çevresine bakıp, hangi işlerin kendisine uygun olduğunu saptayıp, bu iş veya meslek hakkında gerekli bilgileri edinmeye çalışmasına bağlıdır. Bir kişiye neyin uygun olup olmadığı da yine, içindeki hücresel dürtülerle belirlenir, çünkü bir bedenin hangi konularda yetenekli olduğu, genetik olarak hücrelerin yapısallaşmalarıyla denetlenir.
Bedenlerle hücreleri arasındaki bu ilişkiyi de ortaya koyduktan sonra, 5 ve 6 nolu sorunların da ortadan kalkacağı görülür.
Sonuç: İnsanlığın tüm sorunları, doğadaki oluşum mekanizmasının tabana bağımlı olduğu gerçeğini bilmemesi, tam tersine, tepeye bağımlı olduğu şeklinde hatalı bir geleneksel bilgiye sahip olması ve ona göre davranmasından kaynaklanmaktadır. Çözüm yolu ise çok basittir: Doğadaki oluşum mekanizmasının nasıl olduğu konusunun toplumsal düzeyde işlenip, gelenek-göreneklere işleyecek derecede yaygınlaştırılması!
Bu konuda daha ayrıntılı bilgiler Doğadaki Oluşum Mekanizmasıyla İnsanlığın Sorunlarının Çözüm Yolu başlıklı kitapta bulunmaktadır.
Ismet Gedik
Kısır Çekişimelerden Çıkış Yolu
Toplumuzda karşılıklı bir güvensizlik hat safhaya ulaşmış, toplumumuz bir iç çekişme kıskacı içine düşmüştür. Bu sorunlar yumağından çıkılabilinmesi için bilimsel verilere dayalı bir çözüm formülü vardır, ama bu formül maalesef ilgililerce bilinmemektedir. İlgililer bilgisiz olunca da, hiçbir şey yapılamamaktadır. Bu nedenle bu çözüm formülünün ilgililere duyurulması için ne gerekiyorsa yapılması en acil işlem olmak zorundadır. Bunun için aşağıda sunulan bu formülü bizzat değerlendirip, bir yanlışlık veya hata bulamadığınız takdirde, tanıdığınız medya mensuplarına, siyasilere, yakınlarınız ve tanıdıklarınıza, vs. ulaştırmanız çocuklarınıza ve geleceğinize yapacağınız en büyük hizmet olacaktır.
Sorunlarımız, nedeni ve çözümü
A- Sorunlarımız
Günümüzde toplumumuzu derinden etkileyen sorunların en önemlilerini önce kısaca sıralayalım:
1- Tarih boyunca faili meçhul (siyasi) cinayetler oluşması;
2- Yargıyı etki altına alma çabaları;
3- İnsanların sağ-sol, laik-şeriatçı, alevi-sünni, türk-kürt, vs. gibi kutuplaşmalara bölünmesi;
4- Devlet denetiminde bulunan fabrikaların özelleştirilmeleri sonucu fabrikalarda çalışanların işsiz duruma düşmeleri; kısaca işçi-işveren ilişkileri
5- Büyük bir çoğunluğun geçimini sağlayacak bir işi olmaması;
6- Öğrencilerin ve gençlerin sınavlarda başarısız olmaları ve istedikleri bir mesleğe kavuşamamaları;
7- Vs.
B- Neden(ler)i
Şimdi bu sorunları tek tek ele alıp, her birinin nedenini saptamaya çalışalım.
1- Tarih boyunca faili meçhul (siyasi) cinayetler oluşması.
İster faili belli olsun, ister olmasın, tüm siyasi cinayetler, iktidar dediğimiz devlet yönetimini ele geçirme mücadelelerinden kaynaklanırlar. Geçmiş tarihimize bakalım:
- Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Bey, amcası Dündar Beyi rakip gördüğünden onu öldürtür. Yerine oğlu Orhan Bey geçer,
- Orhan Beyden sonra tahta geçen 1. Murat hem oğlunu, hem kardeşini öldürten ilk padişah olarak bilinir. Kardeşleri İbrahim ve Halil ile oğlu Savcı Beyi öldürtmüştür.
- Yerine geçen Yıldırım Beyazıt, kardeşi Şehzade Yakupu öldürtür.
- Ondan sonra, kardeşlerini öldürterek tahta çıkan 1.Mehmet olmuştur.
- Ondan sonra tahta geçen 2. Murat amcası Mustafa Çelebiyi ve kardeşleri Ahmet, Yusuf ve Mahmutu boğdurtmuştur.
- Ondan sonra tahta geçen 2. Mehmet (Fatih), kundaktaki kardeşi Ahmeti boğdurtmuştur.
- Ondan sonra tahta geçen Yıldırım Beyazıt, Kardeşi Cem Sultanı öldürtür (Taht kavgasını kaybeden Cem, İtalyaya kaçar; Yıldırım Beyazıt da, Papa Alexandre Borgiaya 300 000 altın vererek, Cem Sultanı öldürtür (1495); cesedi Bursaya getirtilir.)
- Kardeşler (ve yakın kan-bağı olanlar) arasındaki iktidarı ele geçirme mücadeleleri bu şekilde devam ederken, Osmanlı Devletinin son yıllarına doğru, iktidarı ele geçirme mücadelesine saray erkânı ve askeri güç mensupları da dâhil olur. Padişahlara, sadrazamlara darbeler yapılarak iktidara sahip olma mücadeleleri devam eder.
- Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulmasıyla birlikte, asil-soyluluğa dayandırılan babadan oğula iktidar hakkı yerine, Cumhuriyet denilen halkın sahipliğine dayandırılan yeni bir devlet-yönetimi anlayışı oluşturulması çabaları başlar.
- Devlet yönetimini ele geçirme mücadeleleri bu yeni sistemde de devam eder; karşılıklı suikastlar gündemden eksilmez.
- Partili demokratik sisteme geçişle birlikte, halk farklı görüşlere bölünür ve iktidar mücadelesi halk arasına kadar indirgenir. Her bir siyasi parti devlet bürokrasisi içine kendi yandaşlarını yerleştirmeye başlar. Siyasi cinayet şebekesi zincirleri oluşur. Bu tür mücadeleler nedeniyle Sabahattin Aliler, Abdi İpekçiler, Turan Dursunlar, Doğan Özler, Uğur Mumcular, Gün Sazaklar hayatlarını kaybederler. Ve bu böylece hala devam etmektedir.
Uzatmaya gerek yok, iktidarı ele geçirmek için ilgililer arasında cinayetler işlenmesi, tarih boyunca hep olmuştur ve olmaya da devam etmektedir. Bu tür mücadeleler, sadece ülkemizde değil, dünyanın her yerinde, her ülkesinde olmaktadır. İktidarı ele geçirmek gibi bir hedefin yanlışlığının nerden kaynaklandığını, yani bu kısır döngüden nasıl çıkılabileceği konusunu (çözüm yolunu), diğer sorunların nedenlerini de ortaya koyduktan sonra, ortak bir çözüm formülü ile vereceğiz.
2- Yargıyı etki altına alma çabaları: yukarıda açıklanan, iktidarı ele geçirme mücadelelerinin bir başka ayağını oluşturur. Çözümü yukarıdaki sorunla beraber olacaktır.
3- Şimdi diğer soruna geçelim: İnsanların sağ-sol, laik-şeriatçı, alevi-sünni, türk-kürt, vs. gibi kutuplaşmalara bölünmesi olayı.
Bu durum, demokrasi denilen ve halkın idareyi ele alması olarak tanımlanabilinecek sistemin ortaya çıkmasıyla yaygınlaşan bir toplumsal sorundur. Asil-soyluluğa dayalı babadan oğula aktarılan yönetim hakkı, demokratik sistemlerde, particilik denilen farklı görüş sahipliğine yerini bırakır. Bunun sonucu, halk farklı görüşlere bölünmek durumunda kalır. Bu farklı görüşler, kâh sağcı-solcu, kâh laik-şeriatçı gibi farklı gruplaşma oluşumlarına yol açar. Etnik bölünmelerin nedeni de, lider, şıh-şeyh gibi tepede bulunan kişilerin yönlendirmeleri ve yandaş sahibi olmaya çalışmaları sonucu ortaya çıkarlar, yani halka gösterilen hedeflere göre, halkın farklı yönlenmelere gitmesi olayı söz konusudur. Hâlbuki hayat, daha rahat bir duruma ulaşabilme mücadelesinden oluşur ve daha rahat bir duruma nasıl ulaşılacağı, çözüm formülünde verilecektir.
4- Devlet denetiminde bulunan fabrikaların özelleştirilmeleri sonucu fabrikalarda çalışanların işsiz duruma düşmeleri (işçi-işveren ilişkileri).
Son çeyrek asır içinde, devlet yönetiminde olan işletmelerin, özel sektör işletmeleri karşısında gittikçe başarısızlığa düşmeleri nedeniyle, dünya genelinde, devlet sektörleri bu tür işletmeciliklerden çekilmeye ve işletmeleri özel sektörlere satmaya yönelmişlerdir ve özelleştirme denilen işlemler dünyada yaygınlaşmaya başlamıştır.
Acaba özel işletmeler neden devlet sektörüne bağlı işletmelerden daha verimli olmuşlardır? Burada önemli olan konu bu sorunun yanıtını bulmak ve ona göre davranmaktır.
Dünyamızda her şey sürekli bir değişim-dönüşüm içindedir ve tüm işletmeler dünyadaki bu değişim-dönüşümleri dikkate alarak kendilerini yeniden re-organize etmek durumundadırlar. Özel işletmelerde, fabrikanın sahibi işletmesini yenilemek, dünya koşullarına uydurma konusunda, devlet işletmelerine göre, daha avantajlıdır, çünkü olayları takip edip, gereken önlemleri hemen alabilir. Hâlbuki devlete bağlı bir işletmede, müdür tepedekilerden müsaade isteyecektir; bürokrasi çarkı çok yavaş işler. Ayrıca tepedekiler demokratik seçimler nedeniyle sık-sık değişecektir. Her yeni gelen işlere uyum sağlayana kadar, atı-alan Üsküdarı geçmiş olur ve işletme zarar edecek duruma düşer.
Peki, günümüzde uygulandığı şekliyle özelleştirme yapılması doğru mu? Tekel işçileri olayında olduğu gibi, işçiler zararlı duruma düşmüyor mu? Bu konuyla yakından ilgili diğer sorun da şu: İşçi-işveren ilişkileri nasıl olmalı, grev-lokavt gibi hayatı ve toplumu kötü yönde etkileyen olaylar nasıl önlenir?
Bu soruların yanıtı bizi olayların özüne ve gerçeğe götürür. Doğadaki oluşumlarda, oluşturma ve sahiplenme erki hangi taraftadır, kimdedir? Hangi taraf hangi tarafa bağımlı olmak durumundadır? Bu sorunun yanıtı da, diğer tüm sorunların yanıtlarını içeren çözüm formülünde verilecektir.
5- Halkın büyük bir çoğunluğun geçimini sağlayacak bir işi olmaması; ve
6- Öğrencilerin ve gençlerin sınavlarda başarısız olmaları ve istedikleri bir mesleğe kavuşamamaları konularının nedeni, çözüm formülü içinde verilecektir.
C- Çözüm
Her şey bir sistem sorundur. Sistem kavramından şunun anlaşılması gerekir: Doğada işler nasıl yürür? Ne neye, kim kime bağımlı olarak gelişir?
Bu sorunun yanıtını verebilmek için, bedenimizle hücrelerimiz arası ilişkiye bir göz atalım.
Arkadaşınız hasta ve ateşi var. Ateşini sürekli takip etmek için de koluna dijital bir termometre bağladınız ve her an ateşini ölçüyorsunuz. Onu rahatlatmak ve ortamın streslerinden uzaklaştırmak için piknik yapmaya karar verip orman kıyısındaki çimenler üzerinde sofra kurdunuz. Afiyetle yemeklerinizi yediniz. Mideleriniz tam doldu ve bedeninizdeki tüm kan aşırı faaliyet göstermek zorunda olan sindirim sistemi hücrelerine tahsis edildi. Diğer organlarından kan çekilince bedeninizde bir gevşeme duygusu, yorgunluk hissetmeye başladınız. Tam böylesine rahatladığınız ve gevşediğiniz anda, ormanın kenarından bir vahşi ayının size doğru yaklaştığını gördünüz.
Bakın şimdi ne olur. Siz daha akıl ve mantığınızı kullanıp, neyi nasıl yapmanız gerekir şeklinde bir düşünme sistemi içine girmeden, bedeninizdeki Hypothalamus-Pitiutary-Adrenal = HPA- ekseni harekete geçer.
Bir tehlike olduğunu fark eden Hypothalamus (H) hücreleri hemen, pitiutary (P) salgı bezini uyarır ve alarm vermesini söyler Bunun üzerine pitiutary (P) kan dolaşım sistemine adrenocorticotropic hormones (ACTH) salgılar. Bu mesajı alan böbrek-üstü-adrenal (A) bezi, kaçmak veya savaşmak konusunda bedenin karar vermesi için gerekli ayarlamalara başlar.
Sindirim sistemi organlarına tahsis edilen kan hemen geri çekilir; beyne ve kas hücrelerine yönlendirilir. Çünkü o an çalışması gereken bu iki sistemdir, tüm enerji onlara tahsis edilmelidir. Bu arada gözünüz arkadaşınızın kolundaki termometreye takıldı ve 1 dakika önce 39 derece olan ateşinin o anda 37 dereceye düşmüş olduğunu fark etti!
Peki ne oldu da arkadaşınızın ateşi aniden düşüverdi?
Bedenlerimizin sahipleri olan hücrelerimiz, tehlike anında tüm güçlerin tek bir amaç için harcanması gerektiğini çok iyi bildiklerinden, iç-güvenlikte (bağışıklık sisteminde) görev yapan hücrelerin görevlerini askıya alarak, enerji harcamasını durdurmalarını isterler. Bunun gereği için de Thymus (T) bezine sinyal gönderilerek bağışıklık sistemi faaliyetlerini durdur mesajı verilir.
Yani tehlike alarmı verilen bir bedende, o an grip, nezle, vs. gibi bir iç-savaş varsa, o savaşı yürüten bağışıklık sistemi hücreleri hemen enerji harcamasını durdururlar. Ateşi olan bir insanın ateşi düşer! Beyin tam faaliyetle çalışır ve kaçmak mı, yoksa savaşmak mı gerekiyor konusunda bir karar alınır. Yani çok önemli konularda bilinç-altı dediğimiz hücresel etkileşim sistemi devreye girer.
Şimdi bilinç ve bilinçaltı ayrımının nasıl oluştuğunu açıklayalım.
Bizler yeni bir şey öğrenirken epey zorlanırız. Örneğin araba kullanması olayına bakalım. Öğrenilmesi gereken işlev 5 tanedir. Gaz, fren, debriyaj, vites değiştirme ve direksiyon kontrolü. Bu 5 farklı faktörü el, ayak ve gözlerimizle birbirleriyle uyumlu olacak şekilde kontrol edebildiğimizde, araba kullanma denilen şeyi öğrenmiş oluruz. Dikkat edilmesi gereken konu sadece 5 faktör olmasına karşın, bu 5 faktörü birbiriyle uyumlu olacak şekilde davranmayı ancak aylar süren çabalar sonucu öğreniriz. (Hâlbuki hücrelerin dikkate alıp değerlendirmeleri gereken faktörler binlercedir!) Öğrenme olayı gerçekleştikten sonra, sık sık araba kullanmaya başladıysak, artık hiç zorluk çekmeyiz; arabaya biner binmez araba çalıştırılır ve hiç düşünmemize gerek kalmadan araba uygun vitese konur, gaz verilir ve istenilen yöne gidilir. Tüm bu işlemler yapılırken artık kişinin dikkatini bu olaylara ayırması gerekmez. Kişi yanındaki bir arkadaşı ile değişik konular üzerinde sohbet edebilir. Yani kişinin bilinci başka konular ile meşgul iken, kişi otomatik olarak arabayı kullanır. İşte bu durumda, araba kullanma olayı öğrenilmiş ve otomatik sisteme aktarılmış, sabitleştirilmiş olunur. Bu otomatik sistem ise bilinç-altı sistemidir ve sabitleştirme işlemi, belli kimyasal moleküllerin oluşturulmasıyla yapılır. Yani her yeni bir şey öğrendiğimizde, bedenimizde belli molekül düzenlemeleri gerçekleşir.
Yaşamımızda sık sık yaptığımız tüm eylemler hücrelerimiz tarafından alışkanlık dediğimiz otomatikleşmiş-sabitleştirilmiş bilinçaltı sistemine alınırlar.
Yıllardır oturduğunuz evinizde bir değişiklik yapıp, içe doğru açılan bir kapıyı dışa doğru olacak şekilde değiştirdiğinizi düşünün. Bu değişikliği yaptıktan sonra, günlerce o kapıya gelip açmaya çalıştığınızda, kapıyı önce kendinize doğru çekmeye kalkışırsınız, çünkü beyninizdeki hücreler böyle bir otomatik alışkanlık devresi oluşturmuşlardır. Bu alışkanlık devresinin kaldırılıp, yerine yeni bir devre oluşturulması, haftalar sürer. Ama hücreler değişim-dönüşüm içinde olan bir doğada yaşadıklarını bildiklerinden, eski alışkanlıklara dayalı olarak oluşturulmuş otomatik-sabit devreleri de, yeni uygulama sonucu, bu yeni duruma uyacak şekilde düzenlerler.
Özetleyecek olursak, biz insanların bilinci 4-5 faktörü ancak değerlendirip bunları birbirleriyle uyumlu olacak bir sırada işleme koymayı zar-zor becerirken, hücrelerimiz on binlerce faktörü aynı anda değerlendirip, birkaç salise içinde bir sonuca varabilmektedirler. Yani bizlerin tüm işlerini, tüm sorunlarını gerçekte bedenimiz içindeki hücrelerimiz üstlenip, onlar yapmaktadırlar.
Sonuç: Doğada her şey içindeki bileşenlerine bağımlıdır. Bu durumun sadece hücre-beden arası ilişkilerde değil, doğadaki tüm oluşum ve gelişimlerde böyle olduğu Theory of Integrated Levels (Feibleman 1954) tarafından teorik olarak da ıspatlanmıştır. (Hücre-beden) Alt-sistem - üst-sistem ilişkileri olarak bilinen bu ilkelerin en önemlileri şöyledir:
i-Her sistemde, üst düzey alt düzeye bağımlıdır.
ii-Her sistemde, üst düzey alt düzeye yön (hedef) gösterir.
iii-Herhangi bir düzeyin oluşumunda, oluşturma erki alt düzeydedir; üst düzey sadece hedef gösterir.
Toplumlarda yerleşik bir sürü geleneksel bilgiler vardır. Bu bilgilerin hangilerinin doğru (yararlı), hangilerinin yanlış (zararlı) olduğunu saptamak için, söz konusu bilginin yaşamınızı olumlu yönde mi, olumsuz yönde mi etkilediğine bakmak gerekir. Toplumlarda en yaygın bilgi olan doğadaki oluşturucu-yönlendirici güç sisteminin varlıkların dışında, yani varlığın dışında, üstünde, harici bir sistem olarak düşünülmesi olgusudur ki, tüm toplumlarda tepeye bağımlı sistem oluşumlarına yol açmıştır. Halbuki, beden-hücre ilişkisinde gösterildiği ve tümleşik sistemler teorisi (Theory of integrated levels) ilkelerinde ortaya konulduğu üzere, doğadaki tüm oluşum ve gelişimler tabana bağımlı olacak şekildedir. Dolayısıyla, tüm sorunlarımızın nedeni, doğa ve dünyadaki oluşum ve gelişimleri yanlış anlamak, yanlış yorumlamak ve bu yanlış sisteme göre toplumsal ilişkilerimizi düzenlemekten kaynaklanmaktadır. Çözüm formülü ise çok basittir: Her şeyi, doğadaki sisteme uygun yapmak; yani tabana dayalı örgütlenme ve yapısallaşmalara gitmek:
1-Devleti, daha rahat bir yaşam düzeyine ulaşmak amacına yönelik bir toplumsal birlik-bütünlük oluşturma işlemi olarak görmek;
2- Tek başına yaşayan bir insan sürekli bir koşuşturma içinde olmak zorundadır. Hem ihtiyacı olan sebzeleri, tahılları üretecek, hem tahılları öğütüp un yapacak, hem yiyeceği eti sağlayacak, hem ateş yakacak, hem yemek pişirecek bir fırın yapacak, hem tabak, kaşık yapacak, vs… Bu kadar farklı görevin hepsini bir insanın tek başına yapması imkânsızdır, çünkü buna ne zamanı, ne bilgisi ne de enerjisi yeterli değildir. Toplumsal bir sistem içinde yaşayan bir insan ise, bu görevlerden sadece birini yapar ve diğer insanlarla ürününü veya hizmetini takas ederek yaşar. Bu sayede hem daha az koşuşturur ve hem de çok daha rahat bir yaşam düzeyine kavuşmuş olunur. Bu nedenle toplum (devlet) iş ve meslek sahipleri arasındaki bir ortaklık sistemi olarak görülmelidir. Dolayısıyla yapısallaşması ve yönlendirilmesi tamamen iş-ve meslek dalları arası ilişkiler çerçevesinde olmak zorundadır. Toplum bu şekilde ve tabana bağımlılık çerçevesinde tanımlanıp yapılandırıldığında, 1, 2, 3,4 nolu sorunlar tamamen ortadan kalkar; çünkü
1-yönetimi ele geçirme mücadelesi artık söz konusu değildir, çünkü halk sistemin sahipliğinin bilincindedir ve tepe diye bir yetki ve bağımlılık merkezi yoktur;
2- Halk toplum yaşamının, daha rahat ve huzurlu bir düzeye ulaşmak amaçlı bir ortaklık olduğu bilinciyle yaşadığından, sağ-sol, din, ırk, vs gibi gereksiz parçalanmalarla, rahat ve huzurunun ortadan kaldırılmasına karşı koyar;
3- Bu sistemde her şey tabana bağımlı olarak oluşturulduğundan, tüm işyerleri, bizzat çalışanlar tarafından sahiplenilir ve işveren-işçi ayrımı gibi doğal olamayan durum ortadan kalkmış olur.
Şimdi de doğadaki tabana bağımlılık sisteminin diğer bazı özelliklerini ve bunların hayatımıza etkilerini görelim. Bir şeyi oluşturma-yapma erki alt sistemlerde olduğuna göre, bir şeyin yapılması için gereken bilgilerin de alt-sistemlerde depolanması, işleme konulması gerekir. Son yıllarda yapılan biyolojik-genetik ve fizik dalı araştırmaları bunun böyle olduğunu göstermiştir, Blobel 1999, Haken 2000, Kandel 2001, Andersonet al. 2007, Leek et al. 2007, Patel 2008, Li et al. 2010, vs.. Bu araştırmalara göre, bir bedeni oluşturacak olan hücreler, çevrelerindeki değişim-dönüşüm bilgilerini toplarlar, olasılık hesapları yaparak en olası duruma göre yeni oluşturacakları bedenin yapısallaşmasını gerçekleştirirler ve tüm bu bilgiler hücresel yapısallaşmalarda depolanırlar ve işlenirler. (Bu nedenledir ki, beyindeki her bir hücre yaklaşık 40-50 bin faktörü dikkate alarak bir olasılık hesabı yapar ve çıkan sonucu, diğer bir hücreye iletir; o hücre yine, kendisine gelen 40-50 bin veriyi değerlendirip bir olasılık hesabı yapar ve bir diğer görevli hücreye aktarır. Bu şekilde trilyonlarca veri bir-kaç salise veya saniye içinde işlenerek bir sonuca varılır ve beden o sonuca göre davranır!)
Doğa bilimlerindeki bu gelişmelerden anlaşılacağı üzere, biz insanların düşünce ve davranışları tamamen hücrelerimiz arasında ve içinde gerçekleşen yapısal-dokusal değişim-dönüşümler sayesinde oluşturulmaktadır. Bu değişiklikler genelde amino-asit sıralamalarında yapılan değişiklikler şeklinde olmaktadır.
Özet olarak şu sonuç ortaya çıkar: Bir bedenin çevresindeki değişim-dönüşümlere uyumunu sağlayan o bedenin içindeki hücreleridir. Bir insan toplum hayatında kendine bir iş veya meslek arıyorsa, yapması gereken, çevresine bakıp, hangi işlerin kendisine uygun olduğunu saptayıp, bu iş veya meslek hakkında gerekli bilgileri edinmeye çalışmasına bağlıdır. Bir kişiye neyin uygun olup olmadığı da yine, içindeki hücresel dürtülerle belirlenir, çünkü bir bedenin hangi konularda yetenekli olduğu, genetik olarak hücrelerin yapısallaşmalarıyla denetlenir.
Bedenlerle hücreleri arasındaki bu ilişkiyi de ortaya koyduktan sonra, 5 ve 6 nolu sorunların da ortadan kalkacağı görülür.
Sonuç: İnsanlığın tüm sorunları, doğadaki oluşum mekanizmasının tabana bağımlı olduğu gerçeğini bilmemesi, tam tersine, tepeye bağımlı olduğu şeklinde hatalı bir geleneksel bilgiye sahip olması ve ona göre davranmasından kaynaklanmaktadır. Çözüm yolu ise çok basittir: Doğadaki oluşum mekanizmasının nasıl olduğu konusunun toplumsal düzeyde işlenip, gelenek-göreneklere işleyecek derecede yaygınlaştırılması!
Bu konuda daha ayrıntılı bilgiler Doğadaki Oluşum Mekanizmasıyla İnsanlığın Sorunlarının Çözüm Yolu başlıklı kitapta bulunmaktadır.
Inkilap Nedir, Ihtilal Nedir? Ve,
inkılap : 1. değişme, bir durumdan başka bir duruma geçme. 2. toplum ve devlet hayatında kısa sürede meydana getirilen değişiklik.
İnkılap, kelime anlamı ile değişme, bir halden başka bir hale dönmeyi ifade eder. İnkılap; Arapça “ kalp” kelimesinden gelmiş olup, bir milletin sahip olduğu siyasi, sosyal ve askeri alanlardaki kurumların devlet eliyle makul ve ölçülü metotlarla köklü bir şekilde değiştirilmesi olarak tanımlanmaktadır. İnkılap ve devrim kelimelerinin Fransızca karşılığı “révolution”, İngilizce karşılığı “revolution”dur. Kelime Latince kökenli olup, revolvere kelimesinden gelmektedir. Revoultion kelimesi, ani ve şiddetli, kökten bir değişikliği ifade etmek üzere ilk defa 1789 Fransız İnkılabı ile kullanılmaya başlanmıştır. Kelime genel olarak, inkılabı ifade etmek için kullanılmışsa da, büyük harfle yazıldığında da Fransız inkılabını ifade eder. Fransız inkılabına Fransız ihtilali de denilmektedir. Dilimizde kullanılan inkılap kelimesi de bu yüzden, çok defa ihtilal kelimesi ile karıştırılmaktadır. Bazı yazarlarların eserlerinde, Türk İnkılabı, ihtilal olarak ifade edilmektedir. Aslında inkılap ve ihtilal aynı şeyleri ifade etmez. Ihtilal, inkılabın bir evresini, mevcut otoriteye karşı gelmeyi, zora başvurmayı öngörür. İhtilal kelimesinin Fransızca ve İngilizce tam karşılığı mevcut değildir.
Bir başka anlamı ile ihtilal, karıştırmayı, düzensizliği ve karışıklığı ifade eder. İnkılap sözcüğünün karşılığı ise, “yerleşik toplumsal düzeni köklü, hızlı ve geniş kapsamlı olarak niteliksel değiştirme ve yeniden biçimlendirme eylemi” olarak açıklanmaktadır. Türk hukuk lugatına göre, “inkılap, eski bozuk düzenin, köhnemiş düzenin yıkılmasından sonra yapılan yenileştirme hareketidir.” Bu anlamda inkılap, ne hazırlık safhasını ne de aksiyon safhasını içermemektedir. İnkılap, basit bir olay değildir. Bir ülkenin sosyal bünyesinin kökten ve genel olarak değişikliğini ifade eder. Önemli bir Halk hareketi olarak görülür ve genellikle kuvvet kullanımını gerekli kılar. İnkılap, yeni bir sosyal düzenin yerleşmesi amacına yönelik olarak da bir tür iktidarı ele geçirme tekniğidir. İnkılap deyimi, belirli alanlarda sosyal yönden, önemli değişiklikleri de ifade etmek üzere de kullanılır.
İnkılap, evrim veya tekamül (evolution) ve ıslahattan (reforme) farklıdır. Evrim veya tekamül genel anlamda tedrici gelişmeyi, değişikliği ifade eder. “Yavaş yavaş açılma ve şekil alma” anlamına gelir. Reform veya eski deyimle ıslahat, toplum hayatında belirli alanlarda yapılan düzeltmelerdir. Reformlar, o ülkenin hukuk düzenine uygun olarak yapılır, tedricidir, zorlayıcı değildir. İnkılap, hükümet darbesinden de ayrı ve farklı bir anlam taşır.
Hükümet darbeleri sadece iktidardaki kişileri değiştirirler. Toplumdaki sosyal, ekonomik yapıya ilişmezler. İnkılap ise her şeyden önce siyasal ve Sosyal Yapının kökten değiştirilmesini amaç edinir.
Geniş anlamda anılan inkılap kelimesi yanı sıra dilimizde bir de dar anlamda inkılap kelimesi kullanılır. Dar anlamda inkılap, sosyal hayatta ve sosyal müesseselerde belli yönlerden kökten değişmedir. Bu değişme, gelişme şeklinde ve genel anlamda inkılabın ana amacına uygun olarak gelişir. Milliyetçilik prensibinin tabii bir sonucu olarak dil ve Tarih inkılapları, batılaşma prensibinin de sonucu olarak Şapka ve Harf inkılabının kabulü ve devletin laikleştirilmesi, dar anlamda inkılabı ifade eder. 1961 anayasasında da yer alan “Atatürk devrimleri” deyimi, dar anlamda anılan inkılapların topunu birden belirtmek üzere kullanılmıştır. Türk İnkılabı veya Atatürk İnkılabı denildiğinde, geniş ve şümullü anlamı ile Kurtuluş Mücadelesini de içine alan Büyük Türk İnkılabı ifade edilir.
Sonuç olarak inkılap basit ve sadece bir olay değildir. Yeni bir hukuki düzenlemenin aynı zamanda hareket noktasıdır ve idare edenlerin hukuk anlayışına karşı da müeyyidedir. Toplum mevcut olduğu andan itibaren fiil olarak inkılap da mevcut olmuştur. İnkılap fiili, inkılap fikrinden öncedir. İlkel toplumlarda bu tür hareketler, ya topluluğun ihtiyaçlarının tatmin olmamış olmasından veya politik grupların ihtiraslarından doğan şuursuz hareketleridir. Ancak XVIII’ inci yüzyıldan itibaren toplumda gelişmeler, topluma yeni bir yön vermenin zorunluluğunu ortaya koymuştur. Amerikan ve Fransız inkılapları yeni bir fikrin, yeni bir dünya anlayışının zaferidir. Toplumu geliştirmek için insan aklının düşündüğü reformlar, aynı zamanda toplumu düzenleyen kuralları da değiştirmek gücüne sahip olmak istemişlerdir. Gelişmeye toplum düzeninin sert bir şekilde engel oluşu, iktidarların tarihi ve sosyal gelişme önünde direnmeleri inkılabı Halk hareketi olarak zorunlu kılmıştır. İnkılap kaçınılmaz bir gelişmenin biraz sert ve fakat çabuklaştırılmış şeklidir. İnkılap, topluluğun hastalığına bir çaredir. İnkılap, iktidarı yenileştirme ve kuvvetlendirme gibi tarihi bir fonksiyonu da yerine getirir.
İnkılabın Unsurları
İnkılap, Halk hareketi olarak mevcut düzeni zor kullanarak yıkmayı ve yıkılan düzen yerine yeni bir düzen kurmayı ifade eder. Bu tarife göre inkılap olayının unsurları şunlardır:
a. İnkılap önce bir Halk hareketidir. Hareketten maksat ani ve enstantane bir hareket değildir. Modern inkılap teorisi, inkılabın sanıldığının aksine ani bir olay, birden patlak veren bir hareket olmayıp için için gelişen, oldukça uzun bir sürecin eseri oluğunu ortaya koymaktadır.
Buna göre bir inkılapta bir hazırlık, patlama ile başlayan bir uygulama devresi mevcuttur.
İnkılabın en başta gelen bir özelliği de topluma mal edilmesi, toplumca yapılan bir hareket olmasıdır. Bir kişiye, bir zümreye, bir sınıfa dayanılarak yapılan inkılap, toplumca benimsenmedikçe gerçek anlamda bir inkılap niteliğini taşımaz.
b. İnkılap mevcut düzeni yıkma olayıdır. Mevcut düzenin yıkılması, mevcut hukuk düzenine karşı gelmeyi, kanuna, aykırı olan harekete geçmeyi gerekli kılar. Dayanağını direnme hakkında bulan bu toplum hareketi, eskimiş, yıpranmış ve iktidarda bulunanların zorla devama çalıştıkları eski düzenin yıkılmasını öngörmektedir.
c. İnkılap, yıkılan düzen yerine yeni bir düzen kurmayı amaç edinir. İnkılap, yıkılan düzen yerine yeni bir düzen kurmayı amaç edinmekle inkılabın yeni bir hukuki düzen olduğu,
gelecek hukuk düzeninin geçerliliğinin temelini teşkil ettiği anlaşılır. İnkılap, eski hukuk düzeninin enkazı üzerinde yeni hukuk düzeninin kuruluşudur.
İnkılabın Evreleri (Safhaları)
İnkılap üç evrede gerçekleşir;
a. Birinci Evre: Birinci evreyi teşkil eden fikri cephe, cemiyette değişiklik fikrinin tohumlarının atıldığı ve geliştirildiği devredir. Düşünürlerin, yazarların ve filozofların hazırladıkları ve yön verdiği devredir. İnkılaplar önce akla dayanan yeni bir sosyal düzen arayan fikirler olarak doğar. Ölçülü bir istek ve şüphe iken, taraftar bulunca iman ve ihtiras haline gelir. İnkılap fikirleri Halk yığınlarınca benimsenirse güç ve kuvvet kazanır.
b. İkinci Evre: İkinci evre, hazırlık evresinin tamamlanmasından sonra gelir ve aksiyon safhasıdır. Dar anlamı ile ihtilali ifade eder. İhtilal başarı gösterirse meşruluk kazanır. Modern ihtilaller bir tabiye ve taktik işidir. Disiplinli ihtilalciler ister.
c. Üçüncü Evre: Üçüncü evreyi, yıkılan, bozulan düzenin yerine bir yenisini kurma fiili teşkil eder. Yeniden kurma ile inkılap başarılmış olur. İhtilal kelimesi, canlı ve enerjik bir hareketin ifadesi olmakla beraber, inkılabın ancak bir safhasını, daha doğrusu tamamlanmamış durumunu ifade eder. İnkılap siyasi ve hukuki hüviyeti olan bir topluluk içerisinde eskilerin yerini yeni bir idarenin, yeni bir düzenin ve yeni müesseselerin almasıdır. İnkılapta topluma yeni ve ileri bir fikre dayanan yeni bir düzen ve değer getirilmiş olur.
İnkılapçılık ise; kurucu ve yapıcı bir düşünceyle modern toplum hayatında yeni ilerleme ve gelişmelere imkan hazırlamaya yönelik bir düşünceyi benimsemektir. İnkılapçılık bir taraftan uygarlık gereği yeni inkılapları öngörürken, diğer taraftan da ileriye yönelmeyi gerekli kılmaktadır. İnkılapçılıkla, Türk toplumu endüstri, bilim, teknoloji, tıp ve sanayi gibi her
alanda, her türlü gelişmeye yabancı kalmayacak kendini çağın gereklerine göre yenileyecektir. Bu anlamda, inkılapları sevmeyi ve korumayı, onları medeni ve insani
yaşayışın gereği olarak savunmayı öngörür. İnkılapçılık diğer bütün ilkeleri içine alır yani hepsini kapsayan genel bir ilkedir.
Türk İnkılabının Özelliği
Türk inkılabı, bir diriliş ve yenilik hareketidir. Milli bağımsızlık ve milli egemenlik mücadelesidir. Dışarıda işgalciye, içeride Sultan – Halifeye karşı birlikte, bir arada yapılmıştır. Milleti batıya – batı kültürüne, batı zihniyetine götüren kökten sosyal bir deşişikliktir. “Türk inkılabı Türkiye’de doğu kültürü yerine batı kültürünü kurmuş, softa zihniyeti yerine, modern zihniyeti getirmiş ve şeriat zihniyetinin söndürdüğü milli şuuru, milletin ruhunda uyandırmıştır.” Paul Gentizon (Pol Jantizon) “Hulasa, 1922’den 1928’e kadar Türkiye’de cereyan eden hadiselere benzer bir sey bütün dünyada vukua gelmiş değildir. Tabiri caiz ise, bütün bir millet derisini değiştirmiştir.” Türk inkılabı, amaç, hazırlanış ve uygulama yönünden diğer inkılaplardan çok farklılık gösterir. Fikir yönünden hazırlık, inkılabın kaynağını teşkil eder. Fransiz ihtilalini hazirlayan fikirleri, Fransız yazar ve fikir adamları Voltaire (Volter) ve Montesquieu (Monteskiyö), diderot (Didero), Jena Jacques rousseau (Jan Jak Ruso) yüzyıllar boyunca çalışma ve eserleriyle ortaya koymuşlardır. Türk inkılabı bir doktrin hareketinin sonucu değildir ve bir doktrine de bağlı değildir. Türk inkılabı Osmanlı Devleti’nin tarihi kaderine tabi olmasi sonucu olarak önce bir vakia ve daha sonra bu vakiaya bağlı bir fikir olarak ortaya çıkmıştır.
“Türk inkılabını bir başka özelliği de ondaki paragmatik durum ve her türlü teorik ve ideolojik hazırlığın yokluğudur. Öyle ki, Türk inkılabı hiç meydanda yokken, birden hakikat olmuştur. Tarih böyle bir ideolojik hazırlık için, ne Mustafa Kemal’e ne de Türk milletine vakit bırakmamıştır. Her ikisi de inkılap yapmak vaziyetine getirilerek Tarih içinde irticalen birtakım işler yaratmak mecburiyetinde bırakılmışlardır.”
19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Atatürk’ün esas amacı yeni bir Türk devleti kurmaktı. Yeni Türk devleti bir taraftan milli egemenlik diğer taraftan da milli bağımsızlık mücadelesi ile birlikte kurulmuştur. Yeni devletin kuruluşunun baş özelliği inkılaplarla birlikte, bir arada kurulmuş olmasındandır. Türk inkılabının amacı sona eren Osmanlı İmparatorluğu yerine özgür ve bağımsız yeni ve modern bir devlet kurmaktı. Yeni Türk Devletini kurma amacı Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihi görevinin sona ermesi ile ortaya çıkmıştır. Esas problem, Osmanlı İmparatorluğu yıkıldığı için bu devleti yeniden kurmak değil, yıkılmaya yüz tutan ve fiilen yıkılan bir devletin yerine yeni ve modern bir devletin kurulmasıdır. Türkler, bu bakımdan sürekli bir devlet Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkıntıları üzerine kurulan yeni Türk devleti, Türk milletinin devlet kurma konusunda kabiliyetine ve üstün başarısına bağlı kalmıştır. İnkılapla Türk Milleti siyasi ve hukuki topluluk olarak modern bir devlet, sosyal yönüyle ileri ve medeni bir toplum olma tercihini yapmıştır.
1789 Fransız ve 1917 Rus inkılaplarından farklı olarak Türk inkılabında, inkılabın hazırlığını yapanlar, fikri yönden olgunlaştıranlar ve onu aksiyon alanında başarıya götürenler aynı kişilerdir. Büyük Atatürk, Türk inkılabının hem fikri hazırlığını yapmış, hem de aksiyon alanında onu başarıya ve zafere ulaştırmıştır. İnkılapçı Atatürk, artık zamanını tamamlamış olduğuna inandığı bir imparatorluğun üzerine yepyeni temellere dayanan bir devlet kurmuştur. Atatürk, inkılabı başarıya ulaştırırken aynı zamanda özgür, bağımsız, modern ve yeni bir devlet kurmuştur. Yeni devletin kuruluşu önce fikri yönden bir hazırlık çalışması gerektirmiştir. Türk inkılabının amacını teşkil eden yeni devlet kurma fikri Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihe intikali ile ortaya çıkmıştır.
Yeni Türk Devleti’nde yapılan inkılapları; siyasi alanda, hukuk alanında, eğitim ve kültür alanında, sosyal alanda ve ekonomi ve sağlık alanında yapılanlar olmak üzere beş ana grupta toplamak mümkündür. Bu inkılaplar gruplarına göre şunlardır;
A) Siyasi Alanda Yapılan İnkılaplar
1)Saltanatın kaldırılması (1 Kasım 1922)
2)Cumhuriyetin ilanı (29 Ekim 1923)
3)Halifeliğin kaldırılması (3 Mart 1924)
4)Yeni Türk Devleti’nde anayasa hareketleri
4.a)İlk anayasanın kabulünden önce çıkarılan anayasa niteliğindeki kanunlar
4.b)20 Ocak 1921 anayasası (Teşkilat-ı Esasiye)
4.c)20 Nisan 1924 anayasası (İkinci anayasa)
5)Çok partili rejim denemeleri ve sonuçları
5.a)TBMM’de çeşitli grupların ortaya çıkışı
5.b)Müdafa-I hukuk Grubu’nun kuruluşu ve bunun Halk fırkasına dönüşmesi
5.c)Terakkiperver Cumhuriyet Fıkrası
i.Fırkanın kuruluşu
ii.Şeyh Sait İsyanı ve fırkanın kapatılması
5.d)Atatürk’e süikast girişimi
5.e)Serbest Cumhuriyet Fırkası
5.f)Menemen Olayı
B) Hukuk Alanında Yapılan İnkılaplar
1)Medeni Kanunun kabulü
2)Ceza Kanunun kabulü
3)Hakimler Kanun kabulü
4)Ticaret Kanunun kabulü
5)Borçlar Kanunun kabulü
6)İcra ve İflas Kanunun kabulü
C) Eğitim ve kültür Alanında Yapılan İnkılaplar
1)Eğitim alanında yapılan inkılaplar
1.a)Tevhid-I Tedrisat (Eğitim ve öğretimin birleştirilmesi) Kanunun kabulü
1.b)Latin harflerinin kabulü
1.c)Üniversite reformu
2)Kültür alanında yapılan inkılaplar
2.a)Türk tarihi alanında yapılan çalışmalar
2.b)Türk dili alanında yapılan çalışmalar
D) Sosyal Alanda Yapılan İnkılaplar
2)Tekke zaviye ve türbelerin kapatılması
3)Takvim, saat, ölçüler ve rakamlarda değişiklik
4)Soyadı Kanunun kabulü
5)Milli bayramlar ve tatil günlerinin belirlenmesi
6)Kadın haklarının kabulü
E) Ekonomi ve Sağlık Alanında Yapılan İnkılaplar
1)Ekonomik alanda yapılan çalışmalar
2)Sağlık alanında yapılan çalışmalar
Atatürk’e Göre İnkılapçılık
Atatürk’e göre; Türk inkılabı, Türk Milletini son asırlarda geri bırakmış olan müesseseleri yıkarak, yerlerine milletin en yüksek medeni icaplara göre ilerlemesini temin edecek yeni müesseleri koymuş olmaktır. Atatürk bu anlatımı ile inkılabın, basit bir yönetim değişikliği olmadığını, temel kurumlarda da bir değişmeyi ifade ettiğini ve Türk inkılabının çağdaşlaşmaya yönelik karakterini de vurgulamıştır. Atatürk, kendisinin gerçekleştirmeye çalıştığı fikir ve prensiplerin, Türk milletinin mefkure ve emellerinin özeti olduğunu çeşitli şekillerde açıklamıştır. Atatürk kendi eseri olan inkılabın belirli niteliklerini 5.12.1925 de Ankara hukuk Fakültesi’nin açılışında şu sözlerle anlatmıştır:
“Türk İnkılabı nedir? Bu inkılap kelimenin vehleten (ilk anda) ima ettiği ihtilal manasından başka ondan daha geniş bir tahavvülü ifade etmektedir. Milletin mevcudiyetini idame etmek için fertler arasında düşündüğü müşterek rabıta, asırlardan beri gelen şekil ve mahiyetini değiştirmiş, yani millet dini ve mezhebi irtibat yerine Türk Milliyeti rabıtasıyla efradını toplamıştır.” “Altı sene Zarfında büyük milletimizin hayat cereyanında vücuda getirdiği bu tahavvüller herhangi bir ihtilalden çok fazla yüksek olan muazzam inkılaplardandır”. “Çok milletlerin kurtuluş ve yükseliş mücadelesinde mütehevvir oldukları görülmüştür. Fakat bu tehevvür Türk Milletinin şuurlu tehevvürüne benzemez”.
Atatürk’ün inkılapçılık anlayışının temelinde Türk Milletini, dünya kültür ve medeniyetlerinden yararlandırma düşüncesi vardır. Türk inkılabı toplum hayatında ortaya çıkan teorik ve pratik sorunları, ihtiyaçları karşılamak ve problemleri çözmek amacıyla ortaya çıkmıştır. Atatürk yeri ve zamanı uygun oldukça gerçekleştirdiği inkılaplar ile, Türk Milletini çağdaş medeniyet seviyesine getirmeyi planlamıştır. Bu sebepten bütün inkılaplar, Türk Milletinin ilerlemesini sağlamaya yönelik gerçekleştirilmiştir.
Türk Milletinin ilerleyerek devam etmesi ve bunu sağlayan inkılapların korunması için, inkılapçılık ilkesini, Türkiye Cumhuriyetinin temel ilkelerinden birisi olarak Anayasaya koydurmuştur.
Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,
Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.
Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!
Ne mutlu Türküm diyene!.
Bunları Biliyor muydunuz?
* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”
* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,
* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,
* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,
*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,
* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,
* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...