İZMİR'E DOĞRU
Değerli Arkadaşlarım,
Bildiğiniz gibi "Türk Gözüyle Türk tarihi ve Milli meselelerimiz" adını verdiğimiz 12 Cilt kitap çalışmamız devam ediyor. Konuyla ilgili olarak kendi arşivimiz haricinde önemli belgelerin yer aldığı bazı özel arşivlerde araştırma yapıyoruz. Kitapların evrakların arasına girdik bölünmemek bakımından ayrılamadık bu sebeple yaklaşık 4 ayı geçkin bir süredir sizlerden ayrıyız.
Her gün yeni bir konuda sizlerle birlikte olmanın mutluluğunu yaşarken bu ayrılık bizim içinde çok zor oldu ancak süremiz kısıtlı olduğu ve bölünmemek için mecburen burada olamadık.
Bizi beğenileri ve paylaşımları ile onurlandıran yokluğumuz sırasında bizi arayan tüm değerli arkadaşlarımızı ayrı ayrı özledik.
Bu zoraki ayrılık sebebiyle Çok Kıymetli Arkadaşlarımızın ve Sevgili Okurlarımızın affına sığınıyoruz.
Değerli Arkadaşlarım ,
Bu gün Türk Milleti için çok önemli bir tarihi gündeyiz. Tarihimizin emsalsiz zaferlerinden birini kutluyoruz.
Bu vesileyle İzmirli değerli arkadaşlarım başta Tüm çok kıymetli arkadaşlarımızın çoşkusuna yürekten katılıyor "İZMİR'İN KURTULUŞUNU YÜREKTEN KUTLUYORUM.
İzmir'in kurtuluş günü vesilesiyle sizler için iki bölümlük bir çalışma hazırladık. İlk bölümü bu gün sunuyoruz.
İZMİR’E DOĞRU
Sevgili Okurlar,
Samsun'a Çıkış, Amasya Tamimi, Erzurum ve Sivas Kongreleri, Birinci Meclisin teşkili ve yürütülmesi İnönü, Sakarya derken son Türkler'in son kurtuluş ümidi olan kader savaşı'nın günü gelip çatmıştır.Artık hedef bellidir.. Önce İzmir sonra Trakya ..
KARA JUMBO
Kurtuluş Savaşı yıllarında İngilizler'in, Türkiye'de "Kara (Black) Jumbo" isimli bir casusluk teşkilâtı vardı. O yılların gizli raporlarında ve Harington'un şifreli telgraflarında bile hep bu Kara Jumbo adı geçiyordu.
İçinde kimler vardı bilemiyoruz; ancak Kara Jumbo, çok faâl bir teşkilattı. Meclisin gizli oturumlarında görüşülenler bile, gününde İngiltere'ye ulaştırılıyordu.
Sakarya Savaşı'nda, batı cephesi komutanlığın’daki harp planlarımız bile, General Harrington'a gününde ulaştırılmıştı. Hâttâ Türk karargâhındaki faaliyetler, saati saatine İngilizler'e iletilmişti.
İşte bu "Kara Jumbo" bir defaya mahsusen atlatıldı. Hemde fena atlatıldı. Kara Jumbo'nun ve diğer haberalma örgütlerinin faaliyetlerinden ve meclisteki hainlerden haberdar olan Başkomutan Mustafa Kemâl, Büyük Taarruz hazırlıklarına "Kara Jumbo"yu atlatarak büyük gizlilik içerisinde başlamıştı.
6 Ağustos 1922 günü, Batı Cephesi Komutanı, ordulara saldırıya geçmek üzere hazır ol emri verdi. 13 Ağustos günü Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, Ankara'dan cepheye intikâl etti. Ancak Kara Jumbo'nun henüz haberi yoktu.
20 Ağustos günü, Mustafa Kemâl, Ankara'dan gizlice ayrılmış. Batı Cephesi'nde toplantı yapmıştı. Yanlış kaynaklardan haber alan Kara Jumbo ise, aynı saatlerde Paşa'nın Çankaya'da çay partisi verdiğini, İngiltere'ye haber olarak geçiyordu. Özetle söylemek gerekirse uzun süredir Kara Jumboyu takip eden Mustafa Kemâl, bu sefer bu gizli istihbarat örgütünü tesirsiz hale getirivermişti..
26 Ağustos günü, 5.30’da Türk ordularının Büyük Taaruz'u başlamıştı. Kara Jumbo'nun bu hadiseden de haberi olmamıştı. İngilizler, haber alamayınca tabii olarak Yunanlılar'da gafil avlanmışlardı. 26 Ağustos günü boyunca İngilizler, Yunanlılar'a saldırıda bulunulduğunu haber alamadılar.
27 Ağustos Pazar günü İngilizler, yine cepheden haber alamamışlardı. Mustafa Kemâl'in Büyük Taaruz'u, hafta sonu tatiline rastlamıştı. Atina, İstanbul ve İzmir'deki İngiliz diplomatlarıyla askerleri, Büyük Taaruz'dan habersiz tatil yapıyorlardı.
28 Ağustos günü halen, normal diplomatik temaslar devam ediyordu. Yapılan yazışmalarda, Lord Curzon'un Venedik Konferans'ı konusunda Fransa'dan alınan cevabı tartıştığını görüyoruz. Yani harekât başlıyalı, üç gün dolmak üzeredir; ancak halen İngilizler'in haberi olmamıştır. Aynı gün geç saatlerde, İzmir Başkonsolosu Sir H. Lamb, ilk defa kısa bir haber verdi. Haberde "26 Ağustos günü Türkler’in. Uşak doğusunda demiryolunu keserek Afyon Karahisar'ı tecrit ettiklerini öğrendim" diyordu. Evet, Büyük Taaruz'u İngiltere'ye haber veren ilk belge, öğrendiğimiz kadarıyla budur.
29 Ağustos günü, telgraflar birbirini kovalıyordu. İngiltere'ye bomba düşmüş gibiydi. Anlaşıldığı kadarıyla, Yunan Genelkurmayı, Büyük Taaruz'un başladığını 3 gün sonra kamuoyuna açıklıyordu. Bunun sebebinin, Yunan kamuoyunu yılgınlığa sevk etmemek ve Yunanistan'ı diplomatik alanda küçük düşürmemek olduğunu sanıyoruz. Çünkü Fransa, Yunanistan'ın Anadolu'yu boşaltması için sürekli baskı yapıyordu. Saldırıyı gizli tutmak, Yunanlıların işine geliyordu. Nasıl olsa olan bir kere olmuştu. Bu saatten sonra yardım gelmesi de çok zordu. Artık kaderleriyle baş başaydılar...
30 Ağustos günü, İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiserliğice harekâtla ilgili haberleri vermeye başlamıştı. Çekilen telgraflar, Lord Curzon'un eline 31 Ağustos günü geçmişti. Telgraflarda "Anadolu'daki Yunan Cephesine karşı, oldukça geniş çaplı olduğu sanılan Kemâl'in saldırıları başlamıştır. Anadolu ile bağlantı kesiktir. Limanlar kapatılmıştır, bir İtalyan gemisi Antalya limanına dahi sokulmamıştır."diyordu. Yüksek Komiser Sir H. Rumbold, "Venedik Konferansı'nda, İngilizlerin, Yunanlıların Anadolu'yu boşaltmalarına müsaade etmemeleri gerekir" şeklinde bir ifadeyi de son telgrafına ilave ediyordu.
Sevgili Okurlar,
Türk Ordusu, Yunan'ı önüne katmış kovalamaya başlamışken dahi hem Atina'da hem de İngiltere'de halen, İstanbul'un kimde kalacağının pazarlığı yürütülüyordu. Yunanlılar, İngilizlerin sayesinde Kral Konstantin ile Kraliçe Sophia'nın Ayasofya kilisesinde yapılacak merasimle Bizans İmparatoru ve İmparatoriçesi ilân edilmesi hususunda ısrar ediyorlardı.
Atina'daki İngiliz Maslahatgüzarı Bentinck, 29 Ağustos günü Lord Curzon'a çektiği gizli telgraflarda "Bu sorunun bütün gerçeklerini gözden geçirdikten sonra şu sonuca varmak zorundayım ki, tahmin ettiğim gibi kendimiz İstanbul'un işgalini sonsuza dek sürdürmek amacında değilsek İstanbul'u Yunanlılara devretmek, sorunun tek çözüm yoludur. Lord Hazretleri'nin bildiği gibi, Sevr Antlaşması'nın 36.Maddesinde bu çeşit bir çözüm yolu ima edilmişti."diyordu.
Sevgili Okurlar,
Büyük Taaruz'un dördüncü gününde, Atina ile İstanbul'daki İngiliz diplomatlarının getirmek istedikleri sözde çözüm yolları bunlardı. İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiseri, sözde azınlıkların haklarını koruma adına, Ege'de İyonya adında bir devlet kurma gayreti içerisindeyken; Atina'daki İngiliz Maslahatgüzarı, Bizans İmparatorluğu'nu diriltmeye çalışıyordu.
Eğer Mustafa Kemâl, bütün Paşalar karşı çıktığı halde "Tarih önündeki bütün sorumluluğu üzerime alıyorum" diyerek Büyük Taaruz'u başlatmasaydı, Türk'ün makûs talihini yenmesi çok zordu.
TÜRKLER’İN KADER SAVAŞI
Sevgili Okurlar,
26 Ağustos, Malazgirt Meydan Muharebesi'nin yıldönümü olmakla birlikte, milletçe önemini taktir ve idrak ettiğimiz Büyük Taaruz'un da başlangıç günüdür.
Malazgirt, Türk tarihi için ne kadar önemliyse; Büyük Taaruz da, en az o kadar önemlidir.
Mustafa Kemâl, 16 Haziran 1922 tarihinde, İzmit-Adapazarı seyahatine çıkarken Büyük Taaruz'a karar vermiş ve bu kararını Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, Batı Cephesi Komutanı İsmet İnönü ve Millî Savunma Bakanı Kazım Özalp Paşa'ya açıklamış; yapılan toplantı neticesinde Paşalar, Büyük Taaruz'la ilgili hazırlıklara başlamışlardır.
Taaruz planı ve tarihi, öylesine gizli tutuluyordu ki bu sıralarda Konya'ya gelerek kendisi ile görüşmek isteyen İngiliz generali Townshend'le görüşmek için, Ankara'dan iki gün ayrılacağını 24 Temmuz tarihli yazı ile açıklıyordu. Halbuki 23 Temmuz'da, Akşehir'de harekât hakkında yapılan hazırlıkları denetlemişti.
Mustafa Kemâl, 24 Temmuz'da Konya'ya gelerek İngiliz generali ile görüştü.
Aynı gün, İngltere'ye bir telgraf çeken General Townshend "Mustafa Kemal'de büyük bir ruh kudreti var. Böyle bir Kumandanın yenilmesi imkansızdır. İzmir Vilayeti'nin ve Anadolu'da işgâl altında bulunan yerlerin derhâl tahliyesinde fayda vardır. Paşa ve milleti, şerefli bir sulh arzu ediyor. Fransızlarda benim noktai nazarıma iştirak ediyorlar. 17 senedir, Türkler ve Araplar arasında edindiğim tecrübe ile söylüyorum... " diyordu.
Sevgili Okurlar,
28 Temmuz günü, Akşehir'de, subaylar arasında bir futbol maçı düzenlendi. Bu maçı seyretmek bahanesi ile, ordu komutanları ile bazı kolordu komutanları Akşehir'e davet edildiler. Maç, Kolorduların subayları ile Batı Cephesi subayları arasında yapıldı. Bu maç'a iştirak edenler arasında Mustafa Kemâl, Fevzi Çakmak, İsmet, Nurettin ve Şevki Yakup Paşa'lar bulunmaktaydı. İngilizler ve Yunanlılar, Türkler’in bu garip davranışlarına komedi gözüyle bakarken aynı gece komutanlar, Taarruzun planları üzerinde önemli çalışmalar yapıyorlardı.
Fahrettin Altay Paşa, hatıralarında Komutanlardan birinin (Bizce Fevzi Paşa olabilir) "Milletin nesi var nesi yoksa hepsi bu..Askeri bu, silahı bu..Elimizde olan her şeyi bir tek savaş için harcayamayız. Kaybedersek ne olacak. Her şey biter" dedi.
Aslında Paşaların hepsi, Büyük Taaruz'a karşıydılar. Tartışılan Büyük Taaruz'un nasıl yapılacağından çok, yapılmasının riskleri üzerinde yoğunlaşıyordu. Paşalar, bu savaşın kazanılacağına inanmıyorlardı.
Bir komutanın "Taaruz fikrinin bir hata olduğu ve bu hatanın tarih önünde büyük bir mesuliyet getireceğini" söylemesi üzerine Mustafa Kemâl, çelik gibi gerildi ve karalı bir ifadeyle; "Tarihe karşı bütün mesuliyeti ben üzerime alıyorum. Son karar hakkı başkumandan'ındır. Sizler Başkumandanınıza uymak zorundasınız. Toplantı bitmiştir. Hazırlıklara devam ediniz" dedi.
Sevgili Okurlar,
İşte Kurtuluş Savaşı'nı kazandıran bu yiğit sestir.
Eğer Mustafa Kemâl olmasaydı, Büyük Taaruz olmazdı. Büyük Taaruz olmasaydı, Yunan İzmir'de denize dökülemez, Mudanya'da İngilizler pes ettirilemezdi. Bugün sahip olduğumuz hür ve bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Devleti olmaz, esareti benimsemiş başı eğik bir milletin evlatları olurduk.
Bu zafer, Etnik veya dini taassubu Türklüğe karşı bir silah olarak kullanan hainlerin dediği gibi "Ucuz bir zafer" değil; Milletin bütün varlığını ortaya koyduğu ve kaybedildiği taktirde Anayurt mücadelesinin biteceğinin idrakinde bulunduğu bir zaferdir.
Birinci Dünya Savaşı, bazı tarihçilerimizin dediği gibi "Osmanlı’nın parçalanarak içinde petrol olan yörelerin ele geçirilmesi savaşı" değildir. Ben bu düşünceyi pek zararlı, gayri millî ve çok yanlış buluyorum.
Savaşın tek sebebi vardı. O da Türkler’in Anadolu'dan Orta Asya'nın çorak kalmış yörelerine sürülmesi idi. Onların korktuğu Türkler’di... Yenmek istedikleri Türklerdi... Açınız kayıtları inceleyiniz, Müttefikler savaş kayıtlarında ve Parlementolarındaki toplantılarda hep Türklerden bahsederler.
Sevgili Okurlar,
Eğer Kurtuluş Savaşı kazanılmasa düşman 9 Eylül günü denize dökülmeseydi Kırım Türkler’i'nin veya Ahıska Türkler’i'nin akibeti ne olmuşsa Türkiye Türkleri'nin akibeti daha beter olurdu.
Amerikan manda'sı gelse de, İngilizler'le tabiyet antlaşmaları yapılsa da Türkler’in Anadolu'da yaşatılması artık mümkün değildi. Çünkü Bu kararlar, yıllar önce verilmiş olup herhangi bir tashihata gidilmemiş veya fikir değişikliği olmamıştı. Osmanlı saltanatının kurtuluşu ve Türk Milleti’nin yokedilmesi uğuruna Mondros'u bir zafer kazanmış edasıyla imzalayan Paşaların yanında, "Büyük Türk Milleti" ve kurulacak "Türkiye Cumhuriyeti Devleti" gerçeğini idrak etmiş tek kumandan vardı. O da, Mustafa Kemâl Paşa idi. .
Değerli Arkadaşlarım,
İzmir'in kurtuluşuna ile ilgili özet çalışmamıza yarın devam edeceğiz. Görüşmek üzere Sevgiler Saygılar..
9 Eylül 2017 Saat 14.30
Değerli Arkadaşlarım,
Bildiğiniz gibi "Türk Gözüyle Türk tarihi ve Milli meselelerimiz" adını verdiğimiz 12 Cilt kitap çalışmamız devam ediyor. Konuyla ilgili olarak kendi arşivimiz haricinde önemli belgelerin yer aldığı bazı özel arşivlerde araştırma yapıyoruz. Kitapların evrakların arasına girdik bölünmemek bakımından ayrılamadık bu sebeple yaklaşık 4 ayı geçkin bir süredir sizlerden ayrıyız.
Her gün yeni bir konuda sizlerle birlikte olmanın mutluluğunu yaşarken bu ayrılık bizim içinde çok zor oldu ancak süremiz kısıtlı olduğu ve bölünmemek için mecburen burada olamadık.
Bizi beğenileri ve paylaşımları ile onurlandıran yokluğumuz sırasında bizi arayan tüm değerli arkadaşlarımızı ayrı ayrı özledik.
Bu zoraki ayrılık sebebiyle Çok Kıymetli Arkadaşlarımızın ve Sevgili Okurlarımızın affına sığınıyoruz.
Değerli Arkadaşlarım ,
Bu gün Türk Milleti için çok önemli bir tarihi gündeyiz. Tarihimizin emsalsiz zaferlerinden birini kutluyoruz.
Bu vesileyle İzmirli değerli arkadaşlarım başta Tüm çok kıymetli arkadaşlarımızın çoşkusuna yürekten katılıyor "İZMİR'İN KURTULUŞUNU YÜREKTEN KUTLUYORUM.
İzmir'in kurtuluş günü vesilesiyle sizler için iki bölümlük bir çalışma hazırladık. İlk bölümü bu gün sunuyoruz.
İZMİR’E DOĞRU
Sevgili Okurlar,
Samsun'a Çıkış, Amasya Tamimi, Erzurum ve Sivas Kongreleri, Birinci Meclisin teşkili ve yürütülmesi İnönü, Sakarya derken son Türkler'in son kurtuluş ümidi olan kader savaşı'nın günü gelip çatmıştır.Artık hedef bellidir.. Önce İzmir sonra Trakya ..
KARA JUMBO
Kurtuluş Savaşı yıllarında İngilizler'in, Türkiye'de "Kara (Black) Jumbo" isimli bir casusluk teşkilâtı vardı. O yılların gizli raporlarında ve Harington'un şifreli telgraflarında bile hep bu Kara Jumbo adı geçiyordu.
İçinde kimler vardı bilemiyoruz; ancak Kara Jumbo, çok faâl bir teşkilattı. Meclisin gizli oturumlarında görüşülenler bile, gününde İngiltere'ye ulaştırılıyordu.
Sakarya Savaşı'nda, batı cephesi komutanlığın’daki harp planlarımız bile, General Harrington'a gününde ulaştırılmıştı. Hâttâ Türk karargâhındaki faaliyetler, saati saatine İngilizler'e iletilmişti.
İşte bu "Kara Jumbo" bir defaya mahsusen atlatıldı. Hemde fena atlatıldı. Kara Jumbo'nun ve diğer haberalma örgütlerinin faaliyetlerinden ve meclisteki hainlerden haberdar olan Başkomutan Mustafa Kemâl, Büyük Taarruz hazırlıklarına "Kara Jumbo"yu atlatarak büyük gizlilik içerisinde başlamıştı.
6 Ağustos 1922 günü, Batı Cephesi Komutanı, ordulara saldırıya geçmek üzere hazır ol emri verdi. 13 Ağustos günü Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, Ankara'dan cepheye intikâl etti. Ancak Kara Jumbo'nun henüz haberi yoktu.
20 Ağustos günü, Mustafa Kemâl, Ankara'dan gizlice ayrılmış. Batı Cephesi'nde toplantı yapmıştı. Yanlış kaynaklardan haber alan Kara Jumbo ise, aynı saatlerde Paşa'nın Çankaya'da çay partisi verdiğini, İngiltere'ye haber olarak geçiyordu. Özetle söylemek gerekirse uzun süredir Kara Jumboyu takip eden Mustafa Kemâl, bu sefer bu gizli istihbarat örgütünü tesirsiz hale getirivermişti..
26 Ağustos günü, 5.30’da Türk ordularının Büyük Taaruz'u başlamıştı. Kara Jumbo'nun bu hadiseden de haberi olmamıştı. İngilizler, haber alamayınca tabii olarak Yunanlılar'da gafil avlanmışlardı. 26 Ağustos günü boyunca İngilizler, Yunanlılar'a saldırıda bulunulduğunu haber alamadılar.
27 Ağustos Pazar günü İngilizler, yine cepheden haber alamamışlardı. Mustafa Kemâl'in Büyük Taaruz'u, hafta sonu tatiline rastlamıştı. Atina, İstanbul ve İzmir'deki İngiliz diplomatlarıyla askerleri, Büyük Taaruz'dan habersiz tatil yapıyorlardı.
28 Ağustos günü halen, normal diplomatik temaslar devam ediyordu. Yapılan yazışmalarda, Lord Curzon'un Venedik Konferans'ı konusunda Fransa'dan alınan cevabı tartıştığını görüyoruz. Yani harekât başlıyalı, üç gün dolmak üzeredir; ancak halen İngilizler'in haberi olmamıştır. Aynı gün geç saatlerde, İzmir Başkonsolosu Sir H. Lamb, ilk defa kısa bir haber verdi. Haberde "26 Ağustos günü Türkler’in. Uşak doğusunda demiryolunu keserek Afyon Karahisar'ı tecrit ettiklerini öğrendim" diyordu. Evet, Büyük Taaruz'u İngiltere'ye haber veren ilk belge, öğrendiğimiz kadarıyla budur.
29 Ağustos günü, telgraflar birbirini kovalıyordu. İngiltere'ye bomba düşmüş gibiydi. Anlaşıldığı kadarıyla, Yunan Genelkurmayı, Büyük Taaruz'un başladığını 3 gün sonra kamuoyuna açıklıyordu. Bunun sebebinin, Yunan kamuoyunu yılgınlığa sevk etmemek ve Yunanistan'ı diplomatik alanda küçük düşürmemek olduğunu sanıyoruz. Çünkü Fransa, Yunanistan'ın Anadolu'yu boşaltması için sürekli baskı yapıyordu. Saldırıyı gizli tutmak, Yunanlıların işine geliyordu. Nasıl olsa olan bir kere olmuştu. Bu saatten sonra yardım gelmesi de çok zordu. Artık kaderleriyle baş başaydılar...
30 Ağustos günü, İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiserliğice harekâtla ilgili haberleri vermeye başlamıştı. Çekilen telgraflar, Lord Curzon'un eline 31 Ağustos günü geçmişti. Telgraflarda "Anadolu'daki Yunan Cephesine karşı, oldukça geniş çaplı olduğu sanılan Kemâl'in saldırıları başlamıştır. Anadolu ile bağlantı kesiktir. Limanlar kapatılmıştır, bir İtalyan gemisi Antalya limanına dahi sokulmamıştır."diyordu. Yüksek Komiser Sir H. Rumbold, "Venedik Konferansı'nda, İngilizlerin, Yunanlıların Anadolu'yu boşaltmalarına müsaade etmemeleri gerekir" şeklinde bir ifadeyi de son telgrafına ilave ediyordu.
Sevgili Okurlar,
Türk Ordusu, Yunan'ı önüne katmış kovalamaya başlamışken dahi hem Atina'da hem de İngiltere'de halen, İstanbul'un kimde kalacağının pazarlığı yürütülüyordu. Yunanlılar, İngilizlerin sayesinde Kral Konstantin ile Kraliçe Sophia'nın Ayasofya kilisesinde yapılacak merasimle Bizans İmparatoru ve İmparatoriçesi ilân edilmesi hususunda ısrar ediyorlardı.
Atina'daki İngiliz Maslahatgüzarı Bentinck, 29 Ağustos günü Lord Curzon'a çektiği gizli telgraflarda "Bu sorunun bütün gerçeklerini gözden geçirdikten sonra şu sonuca varmak zorundayım ki, tahmin ettiğim gibi kendimiz İstanbul'un işgalini sonsuza dek sürdürmek amacında değilsek İstanbul'u Yunanlılara devretmek, sorunun tek çözüm yoludur. Lord Hazretleri'nin bildiği gibi, Sevr Antlaşması'nın 36.Maddesinde bu çeşit bir çözüm yolu ima edilmişti."diyordu.
Sevgili Okurlar,
Büyük Taaruz'un dördüncü gününde, Atina ile İstanbul'daki İngiliz diplomatlarının getirmek istedikleri sözde çözüm yolları bunlardı. İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiseri, sözde azınlıkların haklarını koruma adına, Ege'de İyonya adında bir devlet kurma gayreti içerisindeyken; Atina'daki İngiliz Maslahatgüzarı, Bizans İmparatorluğu'nu diriltmeye çalışıyordu.
Eğer Mustafa Kemâl, bütün Paşalar karşı çıktığı halde "Tarih önündeki bütün sorumluluğu üzerime alıyorum" diyerek Büyük Taaruz'u başlatmasaydı, Türk'ün makûs talihini yenmesi çok zordu.
TÜRKLER’İN KADER SAVAŞI
Sevgili Okurlar,
26 Ağustos, Malazgirt Meydan Muharebesi'nin yıldönümü olmakla birlikte, milletçe önemini taktir ve idrak ettiğimiz Büyük Taaruz'un da başlangıç günüdür.
Malazgirt, Türk tarihi için ne kadar önemliyse; Büyük Taaruz da, en az o kadar önemlidir.
Mustafa Kemâl, 16 Haziran 1922 tarihinde, İzmit-Adapazarı seyahatine çıkarken Büyük Taaruz'a karar vermiş ve bu kararını Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, Batı Cephesi Komutanı İsmet İnönü ve Millî Savunma Bakanı Kazım Özalp Paşa'ya açıklamış; yapılan toplantı neticesinde Paşalar, Büyük Taaruz'la ilgili hazırlıklara başlamışlardır.
Taaruz planı ve tarihi, öylesine gizli tutuluyordu ki bu sıralarda Konya'ya gelerek kendisi ile görüşmek isteyen İngiliz generali Townshend'le görüşmek için, Ankara'dan iki gün ayrılacağını 24 Temmuz tarihli yazı ile açıklıyordu. Halbuki 23 Temmuz'da, Akşehir'de harekât hakkında yapılan hazırlıkları denetlemişti.
Mustafa Kemâl, 24 Temmuz'da Konya'ya gelerek İngiliz generali ile görüştü.
Aynı gün, İngltere'ye bir telgraf çeken General Townshend "Mustafa Kemal'de büyük bir ruh kudreti var. Böyle bir Kumandanın yenilmesi imkansızdır. İzmir Vilayeti'nin ve Anadolu'da işgâl altında bulunan yerlerin derhâl tahliyesinde fayda vardır. Paşa ve milleti, şerefli bir sulh arzu ediyor. Fransızlarda benim noktai nazarıma iştirak ediyorlar. 17 senedir, Türkler ve Araplar arasında edindiğim tecrübe ile söylüyorum... " diyordu.
Sevgili Okurlar,
28 Temmuz günü, Akşehir'de, subaylar arasında bir futbol maçı düzenlendi. Bu maçı seyretmek bahanesi ile, ordu komutanları ile bazı kolordu komutanları Akşehir'e davet edildiler. Maç, Kolorduların subayları ile Batı Cephesi subayları arasında yapıldı. Bu maç'a iştirak edenler arasında Mustafa Kemâl, Fevzi Çakmak, İsmet, Nurettin ve Şevki Yakup Paşa'lar bulunmaktaydı. İngilizler ve Yunanlılar, Türkler’in bu garip davranışlarına komedi gözüyle bakarken aynı gece komutanlar, Taarruzun planları üzerinde önemli çalışmalar yapıyorlardı.
Fahrettin Altay Paşa, hatıralarında Komutanlardan birinin (Bizce Fevzi Paşa olabilir) "Milletin nesi var nesi yoksa hepsi bu..Askeri bu, silahı bu..Elimizde olan her şeyi bir tek savaş için harcayamayız. Kaybedersek ne olacak. Her şey biter" dedi.
Aslında Paşaların hepsi, Büyük Taaruz'a karşıydılar. Tartışılan Büyük Taaruz'un nasıl yapılacağından çok, yapılmasının riskleri üzerinde yoğunlaşıyordu. Paşalar, bu savaşın kazanılacağına inanmıyorlardı.
Bir komutanın "Taaruz fikrinin bir hata olduğu ve bu hatanın tarih önünde büyük bir mesuliyet getireceğini" söylemesi üzerine Mustafa Kemâl, çelik gibi gerildi ve karalı bir ifadeyle; "Tarihe karşı bütün mesuliyeti ben üzerime alıyorum. Son karar hakkı başkumandan'ındır. Sizler Başkumandanınıza uymak zorundasınız. Toplantı bitmiştir. Hazırlıklara devam ediniz" dedi.
Sevgili Okurlar,
İşte Kurtuluş Savaşı'nı kazandıran bu yiğit sestir.
Eğer Mustafa Kemâl olmasaydı, Büyük Taaruz olmazdı. Büyük Taaruz olmasaydı, Yunan İzmir'de denize dökülemez, Mudanya'da İngilizler pes ettirilemezdi. Bugün sahip olduğumuz hür ve bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Devleti olmaz, esareti benimsemiş başı eğik bir milletin evlatları olurduk.
Bu zafer, Etnik veya dini taassubu Türklüğe karşı bir silah olarak kullanan hainlerin dediği gibi "Ucuz bir zafer" değil; Milletin bütün varlığını ortaya koyduğu ve kaybedildiği taktirde Anayurt mücadelesinin biteceğinin idrakinde bulunduğu bir zaferdir.
Birinci Dünya Savaşı, bazı tarihçilerimizin dediği gibi "Osmanlı’nın parçalanarak içinde petrol olan yörelerin ele geçirilmesi savaşı" değildir. Ben bu düşünceyi pek zararlı, gayri millî ve çok yanlış buluyorum.
Savaşın tek sebebi vardı. O da Türkler’in Anadolu'dan Orta Asya'nın çorak kalmış yörelerine sürülmesi idi. Onların korktuğu Türkler’di... Yenmek istedikleri Türklerdi... Açınız kayıtları inceleyiniz, Müttefikler savaş kayıtlarında ve Parlementolarındaki toplantılarda hep Türklerden bahsederler.
Sevgili Okurlar,
Eğer Kurtuluş Savaşı kazanılmasa düşman 9 Eylül günü denize dökülmeseydi Kırım Türkler’i'nin veya Ahıska Türkler’i'nin akibeti ne olmuşsa Türkiye Türkleri'nin akibeti daha beter olurdu.
Amerikan manda'sı gelse de, İngilizler'le tabiyet antlaşmaları yapılsa da Türkler’in Anadolu'da yaşatılması artık mümkün değildi. Çünkü Bu kararlar, yıllar önce verilmiş olup herhangi bir tashihata gidilmemiş veya fikir değişikliği olmamıştı. Osmanlı saltanatının kurtuluşu ve Türk Milleti’nin yokedilmesi uğuruna Mondros'u bir zafer kazanmış edasıyla imzalayan Paşaların yanında, "Büyük Türk Milleti" ve kurulacak "Türkiye Cumhuriyeti Devleti" gerçeğini idrak etmiş tek kumandan vardı. O da, Mustafa Kemâl Paşa idi. .
Değerli Arkadaşlarım,
İzmir'in kurtuluşuna ile ilgili özet çalışmamıza yarın devam edeceğiz. Görüşmek üzere Sevgiler Saygılar..
9 Eylül 2017 Saat 14.30
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder