CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

Atatürk'ün son kez katıldığı Cumhuriyet Bayramı görüntüleri




29 Eki 2016 tarihinde yayınlandı
Atatürk'ün son kez katıldığı Cumhuriyet Bayramı görüntüleri

Cumhuriyetin kuruluşunun 14. yılı kutlamalarına ait daha önce yayınlanmamış görüntüler, TSK'nın internet sitesinde yer aldı. Atatürk'ün son kez katıldığı Cumhuriyet Bayramı kutlamaları olan 29 Ekim 1937 yılına ait görüntülere yer verildi.

Cumhuriyet 93 Yaşında - 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı Kutlu Olsun



Cumhuriyet, yüksek ahlaki değer ve niteliklere dayanan bir idaredir.
Cumhuriyet fazilettir. -Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı Kutlu Olsun


.

(güncelleme) Atatürk'ün Bu Görüntüleri İlk Kez Yayınlanıyor AMERİKAN ARŞİVİNDEN ÇIKAN GÖRÜNTÜLER


Atatürk'ün bu görüntüleri binlerce kilometre uzakta, Amerika'da ortaya çıktı... İzmir'de Yunan ordusunu denize döken Atatürk ve silah arkadaşlarının kente girerken çekilen video görüntüleri Amerikan arşivlerinden ilk kez ortaya çıktı.

.

Cumhuriyetimizin 93. Yılını idrak ediyoruz. Türkiyemize - hepimize Kutlu olsun


ATATÜRK ANLATIYOR: CUMHURİYET MİLLÎ EGEMENLİĞE, YÜKSEK AHLAKA, TÜRK KÜLTÜRÜNE DAYANIR, TEMELİNDE ANTİEMPERYALİST BİLİNÇ VARDIR

Bir kutsal ülkünün tecellisi, milli azim ve bilincin eseri Türkiye Cumhuriyeti…  Milletçe en büyük eserimiz... Onuncu Yıl nutkumda söylediğim gibi: Yurttaşlarım! Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti'dir. Bundaki başarıyı, Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak, azimle yürümesine borçluyuz.

Türkiye cumhuriyetle idare edilen bir devlettir. Devletimiz Millî Egemenlik idealini en iyi ve en güvenilir şekilde temsil edip uygulayan devlet şeklinin, Cumhuriyet olduğuna inanmıştır. Bu sarsılmaz inançla Cumhuriyeti her tehlikeye karşı, her aracı kullanarak korur ve savunur. 

Dünya tarihinde, dünya üzerinde mutlakiyet yönetimi olmuştur, meşrutiyet yönetimi olmuştur. Bir de cumhuriyet hükümetleri vardır. Cumhuriyet halk idaresidir, demokrasi sistemi ile devlet şeklidir. Demokrasi prensibinin, en çağdaş ve mantıklı şekilde uygulanmasını sağlayan hükümet şeklidir.  Demokraside yöneten millettir, devletin son iradesini ortaya koyan da millettir. Demokrasi esasına dayanan cumhuriyet; yurttaş özgürlüğünü tanıyan, ona saygı gösteren, onun sağlanmasını ve korunmasını en birinci görev bilen siyasi yönetimdir. Eski devirde özgürlüklerin korunması gibi bir sorun yoktu. Çünkü özgürlük yoktu.

Cumhuriyetin sultanlıktan farkı şudur: Cumhuriyet yüksek ahlakî değer ve niteliklere dayanan bir idaredir. Cumhuriyet erdemdir. Cumhuriyet idaresi erdemli ve namuslu insanlar yetiştirir.  Sultanlık ise korku ve tehdide dayanan bir idaredir. Korkuya, tehdide dayalı olduğu için de, korkak, alçak, sefil, rezil insanlar yetiştirir. Cumhuriyet ahlaksız toplumlarda yaşayamaz.

Cumhuriyet Türk’ün yüksek siyasi kurumu, Türk milletinin tabiat ve karakterine en uygun idaredir.  Onu kuran, Türk milletidir, sahibi odur. Türkiye Cumhuriyeti milletimizin doğrudan doğruya, kendiliğinden kurduğu devlet teşkilatı ve hükümettir. Cumhuriyet idaresi Türk milletinin öz ve paha biçilmez malıdır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin dayandığı temeller vardır. Bu temeller devrimler, devrim kanunlarıdır; Türk toplumudur, yüksek Türk kültürüdür.  İnancım odur ki, toplumun bireyleri Türk kültürüyle ne kadar dolu olursa, cumhuriyetimiz de o kadar sağlam olur.


Türkiye Cumhuriyeti Emperyalizme karşı verilen silahlı bir mücadele sonunda kurulmuştur. Temelinde antiemperyalist bilinç vardır. Türk kahramanlığının, ulusal azmin ve ulusal bilincin ürünüdür. Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Muharebesi ve onun son safhası olan 30 Ağustos Muharebesi… Türk tarihinin en önemli bir dönüm noktasıdır. Yeni Türk devletinin, genç Türk Cumhuriyeti’nin temelini orada attık. Sonsuz hayatını orada taçlandırdık. O sahada akan Türk kanları, semasında uçan şehit ruhları devlet ve Cumhuriyetimizin sonsuza kadar muhafızlarıdır. Ordumuzun kahraman genç subayı ve Cumhuriyet’in idealist öğretmen topluluğunun değerli üyesi Kubilay da öyle… Cumhuriyetimiz onun tertemiz kanıyla hayatiyetini tazelemiş ve kuvvetlendirmiştir.

Ancak biz Cumhuriyetimizi çok daha güçlendirmeyi amaç edindik: Bunun için maliyemizi güçlü ve düzenli kılmaya çalıştık, barışı savunduk. Birlik, azim ve çalışma en esaslı prensibimiz oldu.

** * **

Cumhuriyet’te hükümet, millet birdir. Cumhuriyet rejimimiz milletimize en uygun olan, dünyaya örnek bir rejimdi. Bu hususları cumhurbaşkanı olarak yaptığım kimi konuşmalarımda dile getirdim, aşağıda sunuyorum.

Bugünkü hükümetimiz, devlet teşkilâtımız doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet teşkilatı ve hükümettir, adı Cumhuriyet’tir. Cumhuriyet’te hükümet millettir, millet de hükümet... Milletle hükümet arasında ayrılık yoktur. Bu ikisi arasında geçmişte olan ayrılık kalmamıştır. Hükümet ve onun üyeleri kendilerinin milletten ayrı olmadıklarını bilir;  milletin…, yalnızca milletin efendi olduklarını da!

Cumhuriyet idaresi Türk milletinin tabiat ve şiarına en uygun olan idaredir. Türk milleti, egemenliğini en kapsamlı şekilde ortaya çıkaran yeni idareye kavuşuncaya kadar daima mevcut siyasi kurumlara yabancı kalmıştır. Çünkü geçmişin kurumları, başından sonuna kadar milletin başında yumruk tutan bir sürü despotlar kadrosundan başka bir şey değildir. Sonra, Cumhuriyetimiz sağlam temeller üzerine kurulmuştur. O dünya uygarlığı ve insanlık için, benzemeye çalışılacak bir örnektir. 

 Cumhuriyet idaremizin başka özellikleri de vardır: Ulusaldır, herkesindir, demokrasiyle özdeştir. Türkiye Cumhuriyeti kat kat ulusallık üzerinde yükselmiştir: Ulusal savunma, ulusal ekonomi, ulusal kültür, ulusal eğitim ve öğretim! Yurttaş olarak “ne mutlu Türküm” diyen herkesin cumhuriyetidir. Bu nedenledir ki, adı “Türk Cumhuriyeti” değil, “Türkiye Cumhuriyeti” olmuştur. Şunu da eklemeliyim ki, cumhuriyetle demokrasi asla birbirinden ayrılamaz.  

** * **

Cumhuriyet Millî Egemenliğin güvencesidir. Türk zekâ, yetenek ve kaynaklarını işlemeyi, Türk varlığını ve çıkarlarını korumayı, yurttaşların güvenliğini sağlamayı amaçlar. Ülkemizi geçmişin kör dövüşü ve idari kötülüklerinden uzak tutar. Ülkenin saygınlığını artırır. Halka hizmet, gönenç ve mutluluk götürür; özgüven ve devletine güven duygusu kazandırır. Milletimize parlak bir gelecek hazırlar. Bütün bu alanlarda önemli başarılar da elde ettik. Bunları bir kitabımda, Meclis ve diğer bazı konuşmalarımda açıkladım, aşağıda tekrarlıyorum.

Cumhuriyet’in ilk işlevi millet egemenliğini gerçekleştirmektir. Cumhuriyet, Millî Egemenliği en gelişmiş şekilde ortaya çıkarır. Milletvekillerinden meydana gelen meclisi ve sınırlı zaman için seçilmiş Cumhurbaşkanı ile, Milli Egemenliğin korunmasının en sağlam güvencesidir.

Türk milleti hayal peşinde koşmaktan bıkmış usanmıştır. Artık akılcı ve gerçekçi bir politika izlemek devrine girmiş bulunuyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi’ni onun için kurduk. Ulusal sınırlar içinde Türk zekâsını işlemek, Türk uygarlık yeteneğini geliştirmek, maddi ve manevi kaynakları işletmek Cumhuriyet’in temel politikasıdır.

Cumhuriyet’in iç ve dış politikası; gelecekte de onur, kuvvet ve doğrulukla ve Türk milletinin kuvvetlerini onun refah ve gelişmesi için yöneltmek ve toplamakla öne çıkacaktır. Cumhuriyet’in varlık ve sağlamlığını ve milletin yüksek çıkarlarını iç ve dış herhangi bir kasta karşı her an savunmaya hazır bulunarak, dışarda dostluklara ve barışçı çalışmaya destek ve vefalı olmak, içerde yurttaşların güvenlik ve asayiş içinde çalışma ve gelişmesine hizmet etmek asıl gayemizdir.

Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti ricali geçmişin anlamsız kör dövüşlerini bilir, bunları hiçbir sebep ve şekille tekrar etmek istemez. Cumhuriyet, Türk vatanını yüzyılların birikmiş idari kötülüklerinden kurtaracaktır. O ülkemizin hak ettiği itibar ve saygıyı koruyacak ve yükseltecek biricik yönetim şeklidir. Türkiye Cumhuriyeti dünyada işgal ettiği konuma layık olduğunu eserleriyle kanıtlayacaktır. Türkiye Cumhuriyeti mutlu, başarılı ve muzaffer olacaktır.

Devleti ve hükümeti kendi malı ve koruyucusu bilmek… Bu bir millet için büyük nimettir, büyük şereftir. Türk milleti bu sonuca Cumhuriyet’le varmış ve her yıl bunun artan olumlu sonuçlarını görmüş ve göstermiştir. Biz milletimizin maddî ve manevî huzuruna her şeyden fazla önem verdik. Ne mutlu ki, ben ve arkadaşlarım, Cumhuriyet rejiminin, yurdumuzda huzur ve sükûnun en iyi şekilde yerleşmesini sağladığını sevinçle görüyorduk. Vatandaşlarımız ve yurdumuzda oturanlar, Cumhuriyet kanunlarının eşit koşulları altında kendileri için hazırlanan özgürlük, gönenç ve mutluluk imkânlarından en üst derecede istifade ediyorlardı. Bilinmelidir ki, Cumhuriyet rejimi, varlığını, var olduğunu özellikle yurttaşların huzur ve sükûnunu eşit bir şekilde sağlayarak gösterebilir.

** * **

Üç temel kurumu vardır Cumhuriyetimizin. Birincisi meclistir. Meclis milletin seçtiği milletvekillerinden oluşur. Cumhuriyette son söz meclisindir. Millet adına yasaları o yapar. Hükümete güvenoyu verir, onu düşürür. Belli usule göre ve belli bir dönem için seçilmiş olan cumhurbaşkanı ise, başbakanı görevlendirir. Başbakan da güvendiği milletvekilleri arasından bakanlar kurulunu oluşturacak bakanları seçer. Üçüncü kurum bağımsız yargıdır.

Cumhuriyet idaresinde Meclis, Cumhurbaşkanlığı ve Hükümet; yalnızca halkın özgürlüğünü, halkın güvenliğini ve rahatını düşünür, bunları sağlamaya çalışır. Cumhuriyet idaresi yurttaş özgürlüğünü tanır ve sayar, onu korumayı birinci görev bilir. “Yurtta barış, dünyada barış” prensibini uygular.

Cumhuriyetimizin iç ve dış siyaseti; her zaman onurla, kuvvet ve doğrulukla kendini gösterir. Türk milletinin bütün güçlerini, milletimizin refah ve gelişmesi üzerine yönlendirip yoğunlaştırır.  Cumhuriyet’in iç siyaseti, vatandaşın hayatı üzerinde hiçbir nüfuz ve tasalluta izin vermez.

Cumhuriyet halkımıza özgüven vermiştir, devletine güven duygusu aşılamıştır. Bugün ekonominin her alanında ve ülkenin her tarafında Türkler kendilerine ve devletlerine tam bir güven içinde çalışıyorlar. Cumhuriyet yeni ve sağlam esaslarıyla Türk milletini güvenli ve sağlam bir gelecek yoluna koyduğu kadar, asıl düşüncelerde ve ruhlarda yarattığı güvenlik itibariyle, yepyeni bir hayatın müjdecisi olmuştur.

Cumhuriyetimiz Türk milletinin refahı ve yükselmesi yolunda yüzyılların görmediği başarılara erişti. Milletin refah ve gelişmesinin gereklerini, onun eğilim ve ihtiyaçlarını bularak ve öğrenerek gerçekleştirdi. Kimsesizlerin kimsesi oldu. Çünkü biz Cumhuriyeti ülkemizin koşullarına, toplumsal eğilimlerine ve halkın ihtiyaçlarına tamamıyla uygun bir rejim olarak kurduk. Bu şekilde az zamanda elde ettiği sonuçlar, Cumhuriyet yönetiminin milletimize hazırladığı geleceğin ne kadar parlak olduğunu tahmin ettirmeye yeterlidir. Asla şüphe yoktur ki, Cumhuriyet’in gelecekteki evlatları bizden çok daha gönençli, daha bahtiyar ve mutlu olacaklardır.

Prof.Dr. Cihan Dura
28 Ekim 2016 -

TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ HİÇBİR ZAMAN ŞERİATÇILIK VE DİN DEVLETİ İLE, BAĞDAŞMAZ. TÜRKÇÜLÜK UYGAR BİR DÜŞÜNCE AKIMIDIR.

"TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ HİÇBİR ZAMAN ŞERİATÇILIK VE DİN DEVLETİ İLE, BAĞDAŞMAZ. TÜRKÇÜLÜK UYGAR BİR DÜŞÜNCE AKIMIDIR." PROF. DR. ZİYA GÖKALP

Prof. Dr. Ziya Gökalp'ı vefatının 92. yılında saygıyla ve rahmetle anıyoruz.

Sevgili Okurlar,

İmparatorluk devrinin 1908’den sonraki safhasında siyasî, içtimaî ve iktisadî şartların ağırlığı altında bunaldığı yıllardayız. İmparatorluk 1908 sonrası çok çeşitli siyasi ve sosyal çalkantıların içerisinde iken idealist genç bir subay kurtuluş çareleri aramaktadır. Bu genç subay'ın adı Mustafa Kemal'dir.

Vatanı yuvarlanmakta olduğu esaret uçurumundan kurtarma çarelerini düşünmektedir. Aynı yıllarda Türk tarihinde yüzyıllardan beri eşi görülmemiş bir fikir hamlesine sahip Ziya Gökalp yoğun enerjisiyle çalışmaktadır.

Ziya Gökalp'ın vakur ve tesirli sesi Türk toplumunun her kesiminin saygısını kazanıyor yeni bir heyecan fırtınası estiriyordu. Vakur haliyle kızgın lâv denizlerini barındıran gizli hareketsiz dağlara benzeyen Ziya Gökalp, Türk'e has sükûnetiyle topluma ışık saçıyordu.

O’nun büyüklüğü ve asaleti gönülden inandığı Türk milletinin tarihî hasletlerini ilmin rehberliğinde, ortaya çıkarmasından kaynaklanıyordu. Gökalp için araştırılıp cihana duyurulması gereken tek hakikat, Türk millî kültürünün azameti, tek mefkûre ise Türk milliyetçiliğiydi.


Ziya Gökalp Diyarbakır gibi uzak bir Anadolu ilinde öğrendiği Fransızcanın yardımı ile Avrupa felsefesi ve olaylarını takip etmiştir. Ziya Gökalp edindiği bu bilgilerle Batı zihniyetini ve fikrî davranışlarını, belki ilk defa, ciddi mana da Türkiye’ye getiren bilim adamıdır. 

Ziya Gökalp Batı Bilim kültür ve zihniyetin tesirinde kalmamış Türk milli kültürü ve millî menfaatleri bakımından değerlendirmiştir. Ziya Gökalp bu sebeple tehlikeli görülmüş Milliyetçi aydın ve askerlerle birlikte Malta adasında sürgün yaşamıştır. Hayatı boyunca tüm bilim fikir camiasına bilgi ve ışık saçan Gökalp milli mücadele de ölüm-kalım mücadelesi verenlerinde ışığı olmuştur.

Ziya Gökalp 1.Dünya Savaşında en acı olayları yaşayarak bezginleşen millî varlığı muhafaza etmek endişesi taşıyanların yüreğinin sesiydi. vatan evlatlarına Türkçülük ve Milliyetçilik idealini gösteriyor Türk Ülküsünün yurtta tüm yayılmasını kökleşmesini sağlıyordu.

Ziya Gökalp Türk Ülküsü Türk Kültürü ve Türk Milliyetçiliği ibaret asîl gayesine ulaşmak için hayatı boyunca bıkıp usanmadan çalıştı. Türkçülük düşüncesini ilmi temellere suretiyle bir şair, bir destancı, bir tiyatro yazarı, ahlâkçı veya toplum bilimci olarak eserler vermiştir.

Ziya Gökalp İstanbul Darülfünununda İçtimaiyat kürsüsünde ders verirken bir sosyolog, “Ala Geyik” i yazarken bir şairdir Ziya Gökalp “Altın Destan”, “Kızılelma”, “Altın Işık” ı kaleme almış Bu manzumeler tatlı, iç açıcı, halk ve geçmiş sevgisi uyandırıcı ne güzel parçalardır!

Ziya Gökalp, Kant’tan, Nietsche’den ve Bergson’dan fikirler naklederken bir filozof, “Yeni Hayat” taki manzumeleri ile ateşli bir inkılâpçıdır.

Ziya Gökalp bir çok sahada emsalsiz eserler verirken o sahaların yalnız biri konusunda çalışıp tek eser veremeyen bir sürü “fikir ve ilim” adamı vardır.

Ziya Gökalp, kısacık ömrü ve bin bir sıkıntı arasında bu kadar derin ve nitelikle konuları son derece sade bir üslûpta kolay anlaşılır bir Türkçe ile anlatmıştır.

Ziya Gökalp her biri zamana göre yeni bir çığır olan pınar gibi akan bilgileri Genç dimağlara müstesna bir kabiliyet ile şahika heybeti ile aktarmıştır.

Sevgili Okurlar

Bu anlamlı günde Ziya Gökalp'ın dilinden "Türk İslam Sentezi" hakkındaki düşünce ve eleştirilerini kendi anlatımıyla paylaşıyoruz.

Ender aydınımız Türklük - Türkçülük fikrini içten benimseyip bu yolda gerçekten övgüye değer emek harcamışlardır. Prof. Dr. Ziya Gökalp Türk milliyetçilik dâvasını bir düzene koymak, sistem haline getirmek uğrunda çalışan büyük başarıya ulaşan dev ülkü adamı, emsalsiz ideolojisttir.

Atatürk, Gökalp’ın “Türkçülük fikirlerini aynen tatbik etmiş, Gökalp çizgisinde “Millileşme, Laikleşme ve Medeniyetçiliği” getirmiştir. Atatürkçü düşünce sisteminde, ümmetçiliği engellemek için İslamlaşma yerine birlik ve beraberlik yaratacak laikleşme egemendir.

Atatürkçü düşünce sistemi Türkiye Cumhuriyeti Devletini milli birlik ve beraberlik içinde yaşatmak gücüne sahiptir. Atatürkçü düşünce sisteminin değişmez prensipleri, özetle milliyetçilik ve medeniyetçiliğe dayanır.

Milli Mücadele ve sonrasında girişilen devrimlere, milliyetçilik ve medeniyetçilik ilkeleri, başlıca kaynak olmuştur. Atatürkçü düşünce sisteminde üç düşünce akımının önemli yerleri bulunduğunu görmekteyiz. Bu akımlar, millileşme, laikleşme ve çağdaşlaşma (medeniyetçilik)dır.

Türk milletinin Kurtuluş Savaşından sonra bağımsız yaşaması ve çağdaş medeniyet seviyesinin üstüne çıkabilmesi için dayandığı fikir akımları bunlardır.

Türk İslam Sentezi fikriyatı Ziya Gökalp'a göre ülkeleri felakete götürecek bir düşüncedir. Türkçü düşünce sistemine göre Sentezci düşünce tartışmasız "Siyasi Ümmetçilik" olarak görülmekte ümmetçi her düşünce ise Arap milliyetçiliği anlamına gelmektedir.

Türkçü düşünce sisteminin "Uluslaşma, laikleşme ve Türk kültür ve medeniyetini yayma" unsurları aynı zamanda Atatürkçü düşünce sisteminin dayanaklarıdır.

Türk düşüncesinden sapmalar yapılması halinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bağımsızlığı ve sonsuza kadar sürdürülmesi ülküsü zedelenecektir. Bu günde aynısını yaşıyoruz.

Nitekim “Türk – İslam Sentezi”ne benzer düşünceler, çok gerilerde, teokrasi ve klerikalizmin yürürlükte bulunduğu İkinci Meşrutiyet döneminde egemen olmuşlardır.

O dönemde yürüyen fikir akımlarıyla Türk – İslam Sentezi’nin arasında benzerlikler vardır.

Bu konuda en yetkili kaynaklardan biri de, Türk düşünürü Ziya Gökalp’in “Türkleşmek, İslamlaşmak, muasırlaşmak” ve “Türkçülüğün esasları” adlı iki önemli yapıtıdır.

Prof. Dr. Ziya Gökalp’ın Türk- İslam Sentezi hakkında düşünceleri “Türkleşmek, İslamlaşma, Muasırlaşmak” adlı kitabının 9-10.sayfalarında şöyle belirtilmektedir:

Ziya Gökalp “Her birinin nüfuz dairelerini tayin ederek bu üç düşünce akımının üçünü de (Türkleşmek, İslamlaşmak, muasırlaşmak) kabul etmeliyiz."

Ziya Gökalp " Daha doğrusu, bunların bir ihtiyacın, üç muhtelif noktadan görülmüş safhaları olduğun anlayarak (Muasır bir İslam Türklüğü) yaratmalıyız”.

Görülüyor ki, “Türk-İslam Sentezi” adlı hayat görüşü, Gökalp’te “Muasır bir İslam Türklüğü” kavramıyla açıklanmaktadır. Gökalp kitabın 24.Sayfasında :“Biz Türkler, çağdaş Medeniyet akımı ve ilmiyle donatılmış olduğumuz halde bir “Türk – İslam” harsı (Kültürü) ibda etmeye çalışmalıyız”.

Ziya Gökalp 33. Sayfada da:“Türklerde milliyet hissi uyanmaya başlayınca bir tarafdan da, Türkçülük, İslamcılığa muhalefetle itham edildi. Bu görüşler, İslam içinde Türk’ü eritmeğe girişen (Türk-İslam Sentezi) kavramıyla, Gökalp’in (Muasır bir İslam Türklüğü) kavramı arasında benzerlikler olduğu görülür.

II.Meşrutiyet sonrası Muasır bir İslam Türklüğü kavramını savunan Gökalp, o dönemde (Osmanlıcılık) ve (İslam birliği) fikirlerinin etkisinde idi.

Gökalp, 1923 yılında kaleme aldığı "TÜRKÇÜLÜĞÜN ESASLARI" isimli eserinde suni bir “Türk – İslam Kültürü” yaratma düşüncelerinin de tehlikelerini anlamıştır.

Gökalp ölümünden bir yıl önce yayımladığı “Türkçülüğün Esasları” isimli eserinde "Türk – İslam kaynaşmasına ilişkin bir düşünce yoktur." demektedir.

Büyük düşünür, bu konu ile ilgili olarak, “Türkçülüğün Esasları”nda ve 75. Sayfada şunları yazar:

Bir zamanlar İttihad-ı İslam mefkûresi (İslam ülküsü) Müslüman kavimlerin bağımsızlığa kavuşmasını, ülkelerinin sömürge halinden kurtulmasını sağlar sanılıyordu. Anlaşıldı ki İslam ittihadı bir taraftan "teokrasi ve klerikalizm", (teokrasi ve klerikalizm'den kastedilen Şeriatçılık-İslamcılık) gibi irticai (gerici) cereyanları doğurmakta Türklük fikriyatını zarar vermektedir. İslamcılık adı verilen düşünce İslam âlemlinde milliyet mefkûrelerinin(ülkülerinin) ve milli vicdanların uyanmasına engel olmaktadır. İslamcılık adı verilen düşünce Müslüman kavimlerin terakkisine (ilerlemesine) engel olduğu gibi bağımsızlığına da engeldir"

Ziya Gökalp devamla "Çünkü İslam âleminde milli vicdanın inkişafına (gelişmesine) engel olmak Müslüman milletlerin bağımsızlığına engel olmak demektir. Teokrasi ve klerikalizm cereyanları ise cemiyetlerin geride kalmasına hatta gittikçe gerilemesine en büyük sebeptir." demektedir.

Ziya Gökalp, "Türkçülüğün Esasları" isimli eserinde çözümü sunarken şunları söylemektedir: "O halde daima milli vicdanı (milliyetçiliği) uyandırmaya ve kuvvetlendirmeye çalışmalıyız.. Çünkü bütün terakkilerin kaynağı milli vicdan olduğu gibi, milli istiklalin kaynak ve dayanağı Türk Milliyetçiliğidir”

Ziya Gökalp, "Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak" isimli kitabında bahsettiği "Muasır İslam Türklüğü" kavramını, “Türkçülüğün Esasları”(1923) isimle eserinde terk etmiştir.

Ziya Gökalp "Türkçülüğün Esasları" adını verdiği eserinde 1.Dünya ve İstiklal Savaşının bin türlü çilesiyle olgunlaşan Türk Milliyetçiliği fikir ve düşüncesini bir bütün olarak teferruatıyla ve toplu olarak incelemiştir.

Ziya Gökalp, "Türkçülüğün Esasları"nda, : "Türk kültürünün klerikalizm (şeriatçılık) ve teokrasi (din devleti) ile birleşemeyeceğini" anlatarak "Türk İslam Sentezi"ni reddetmiştir.

Ziya Gökalp Türkçülüğün esaslarında özetle Türk kültürünün İslam kültürü ile bir sentez olamayacağına yönelik görüşler belirtilmiş eserinin 170-171. sayfalarında: "TÜRKÇÜLÜK HİÇBİR ZAMAN ŞERİATÇILIK VE DİN DEVLETİ İLE BAĞDAŞMAZ. TÜRKÇÜLÜK UYGAR BİR DÜŞÜNCE AKIMIDIR." der.

Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları'nda “Tanzimatçılar, Osmanlı ile garp medeniyetini bağdaştırmak istedi. Hâlbuki iki zıt medeniyet yan yana yaşayamaz. Batı ve Doğu sistemleri birbirine muhalif bulunduğu için ikisi de birbirini bozmaya sebep olur. İki dinli bir fert olamadığı gibi iki medeniyetli bir millet de olamaz."diyordu.

Türkçülüğün Esasları 56. Sayfasında ise “ İlerleme, ilimlerde, sanayide, askeri ve hukuki teşkilatlarda Avrupalılar kadar ilerlemektir." diyordu.

Ziya Gökalp "Kapitülasyonlarla siyasi müdahalelerle mahkum edilmek istenilen bir millet, Avrupa’nın haricinde telakki olunan bir millet demektir."diyordu.

“Türkçülüğün Esasları”nın 175. Sayfasındaki satırları bu gün yaşamakta olduğumuz tehdit ve tehlikeyi işaret etmektedir.: “Türkçülük (Milliyetçilik) hiçbir zaman klerikalizm (şeriatçılık)’la teokrasi ile bağdaşamaz. İşte bu sebepledir ki, Türkçülük, Millet hareketidir."

Ziya Gökalp "Hâlbuki milletimizin hatta lisanımızın adları "Osmanlı" kelimesiydi. "Türk" kelimesi ağza alınmazdı. Hiç kimse "Ben Türküm" demeğe cesaret edemezdi.”diyordu.

Ziya Gökalp Türkçülüğün Esaslarında:

“BİR ZAMANLAR İTTİHAD-I İSLAM ÜLKÜSÜ MÜSLÜMAN KAVİMLERİN BAĞIMSIZLIĞA KAVUŞMASINI, SAĞLAR SANILIYORDU.

HÂLBUKİ AMELİ TECRÜBELER GÖSTERDİ Kİ İSLAM İTTİHADI BİR TARAFTAN TEOKRASİ VE KLERİKALİZM GİBİ İRTİCAİ CEREYANLARI DOĞURDUĞU GÖRÜLDÜ.

SÖZDE İSLAMCILIK, İSLAM ÜLKELERİNDE MİLLİYET MEFKÛRELERİNİN, MİLLİ VİCDANLARIN UYANMASINA KARŞI MÜSLÜMANLARIN GELİŞMESİNE ENGELDİR..

ÇÜNKÜ İSLAM ÂLEMİNDE MİLLİ VİCDANIN GELİŞMESİNE ENGEL OLMAK MÜSLÜMAN MİLLETLERİN BAĞIMSIZLIĞINA ENGEL OLMAK DEMEKTİR "TEOKRASİ VE KLERİKALİZM - SİYASİ VE BAĞNAZ DİNCİLİK - CEREYANLARI İSE CEMİYETLERİN GERİDE KALMASINA HATTA GİTTİKÇE GERİLEMESİNE EN BÜYÜK SEBEPTİR."

Ziya Gökalp şöyle devam ediyordu: "SİYASİ ÜMMETÇİLİK TÜRKÇÜLÜĞE KARŞIDIR İSLAMCILIK VE TÜRKÇÜLÜĞÜN (TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN) BİRLİKTE ANILMASI YANLIŞTIR"

O HALDE NE YAPMALI?

ÜLKEMİZDE, SADECE TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİ TÜRKÇLÜĞÜ, TÜRKLÜK ŞUURUNU VE ÜLKÜSÜNÜ UYANDIRMAYA ÇALIŞMALIYIZ."

"ÇÜNKÜ BÜTÜN GELİŞMELERİN KAYNAĞI MİLLİ VİCDAN OLDUĞU GİBİ, MİLLİ İSTİKLALİN KAYNAK VE DAYANAĞI YALNIZ MİLLİYETÇİLİKTİR.” (Türkçülüğün Esasları sayfa 75)

Sevgili Okurlar,

Türkçülük konusunda en yetkin şahsiyet olan Ziya Gökalp bu gün yaşadığımız tehdit ve tehlikeyi tüm boyutlarıyla bizlere anlatıyor. Nitekim bu gün “İslamcılık“ adı verilen ideolojik faaliyetler Sözde bir İslam anlayışı ile ilgilidir. Din Maskesi ile Milletimiz hedef alınmaktadır.

Nitekim Prof. Dr. Ziya Gökalp "TEOKRASİ VE KLERİKALİZM CEREYANLARI İSE CEMİYETLERİN GERİDE KALMASINA HATTA GİTTİKÇE GERİLEMESİNE EN BÜYÜK SEBEPTİR." demektedir.

40 yıldır Türk Milliyetçiliğine Yüzde yüz ters olduğu için karşı çıktığımız siyam ikizini andıran sentezcilik, Türk Milliyetçiliği yaptığını söyleyen partilerin fikir ve düşüncelerini oluşturmaktadır. Sözde Milliyetçi partilerin sürekli Siyasi Ümmetçiler ile aynı parkurda hareket etmeye devam etmeleri Türk Milliyetçiliğine hiç bir şey kazandırmamakta Siyasi ümmetçi hanesine fayda sağlamaktadır. Türk Milliyetçiliği fikir ve düşüncesi sözde ve İslam ile alakası bulunmayan sözde ümmetçilik uğruna ne hallere gelmiştir!

Sevgili Okurlar,

Biz dine veya diyanete karşı çıkılmıyoruz. İSLAMIN TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNE -TÜRKLÜĞE-KARŞI BİR MASKE OLARAK KULLANILMASINA KARŞIYIZ.

Nitekim Ziya Gökalp çözümün ne olması gerektiğini şöyle açıklıyor:

"O HALDE NE YAPMALI? ÜLKEMİZDE, SADECE TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİ TÜRÇLÜĞÜ, TÜRKLÜK ŞUURUNU VE MEFKÛRESİNİ UYANDIRMAYA ÇALIŞMALIYIZ. ÇÜNKÜ BÜTÜN GELİŞMELERİN KAYNAĞI MİLLİ VİCDAN OLDUĞU GİBİ, MİLLİ İSTİKLALİN KAYNAK VE DAYANAĞI YALNIZ MİLLİYETÇİLİKTİR. (Türkçülüğün Esasları s 75)

Türkçülüğün teorisyeni Prof. Dr. Ziya Gökalp'ın dediği gibi "İslamcılık" Siyasi Ümmetçi bir söylemdir. Dinin siyasi çıkarlar için kullanılması ülke bağımsızlığı için tehlikelidir.

Siyasi Ümmetçi söylemler önlerinde engel olarak Atatürkçüleri “Milliyetçileri görmekte Türk Milliyetçiliğini etkisizleştirmek istemektedirler.

Ziya Gökalp'ın ifade ettiği gibi "Türk İslam sentezi" Türk Milliyetçiliğini etkisizleştirmek için siyasi ümmetçilik eklenmesidir.

Hayatımız boyunca yanlışlığını ifade ettiğimiz bu çarpık düşünceye üç büyük Türkçü Atatürk, Ziya Gökalp ve Nihal Atsız karşıdır.

Alparslan Türkeş bu görüşün mahzurlarını anlamış ebediyete intikalinden kısa bir süre önce Benimle birlikte Türkeli gazetesi ve Hürriyet Gazetesiyle yaptığı röportajlarda "BİZ ATATÜRKÇÜYÜZ" demiştir.

Değerli Arkadaşlarım,

Yarın Ülkü devi Prof. Dr. Ziya Gökalp'in yaşamından çok önemli kesitler vereceğiz.

En içten sevgiler saygılar selamlar.
25 Ekim 2016
Saat 23.00

TANER ÜNAL


.

Türk'ün herşeyini borçlu olduğu ebedi Başbuğu, Sonsuza dek ışığı rehberi


İşgal İstanbul'unda gece uykusundan kaldırılıp şehit edilen Ömer Osman'ın KANI, Kamandıra Köyü'
nde sakallarından tutuşturularak vahşice kurşuna dizilen Hacı Mustafa'nın AHI, Çınarcıklı genç kızların memelerinin kesilerek yakılıp atılması; kısacası tüm Türk kadınının namusu, iffeti, CANI...Fransız'ın İstanbul'da simitlerini alıp para vermedikleri, ardından hunharca gülerek tüm varını yoğunu kaybeden simitçi Türk çocuğunun hakkı, dökülen acı GÖZYAŞI...

Türk'ün herşeyini borçlu olduğu ebedi başbuğu, tüm bu acıların dindiği; değil tek Yunan askeri, tüm Fransız İngiliz donanmasını İzmir'den kovduğu günün ertesi çekilen hârikulade bir portresi...10 Eylül 1922, İplikçizade Köşkü'nde... Saat 17.30. Keskin bakışları, yukarıya doğru hafif kıvrık kaşları altında; alev alev meydan okur gibi yanan gözleriyle tüm düşmana korku saçıyor, Türk'ü aydınlatıyor...

Sonsuza dek Atatürk'ün aydınlatan ışığı rehberiniz olsun dostlar!

Onur Okur

.

ABD ATATÜRK'E NİÇİN DÜŞMAN?

Bunun dört temel nedeni var.

Birincisi...
Laik - demokratik Kemalist model, "ihraç" etmeye elverişli değildir. Türkiye'nin toplumsal kültürel altyapısına sahip bulunmayan İslam ülkeleri bu modeli uygulayamazlar. "Ilımlı İslam" ile bütünleşmiş, yarı çağdaş bir Türkiye, ABD çıkarlarına daha uygundur!
Üstelik, petrol zengini Ortadoğu ülkelerindeki çağdışı rejimlerin varlığını koruması açısından, Kemalist model tehlikeli bir örnektir. Bu rejimlerin varlığı, Amerikan çıkarlarının güvencesindedir!

İkincisi...
Kemalizmin temelinde ulusal birlik ve tam bağımsızlık ilkeleri vardır. Bu ise, ABD'nin ve genel olarak batının çıkarlarına terstir. Türkiye ne yıkılmalı, ama ne de bağımsız hareket edebilecek kadar güçlenmelidir. Türkiye Ortadoğuda büyük bir güç olmamalıdır!

Üçüncüsü...
Türkiye'nin Kürtlere özerklik vermesi giderek federasyonu peşinden getirir. Bir adım sonrası ise, komşu devletlerin de parçalanması ile, "bağımsız" bir Kürt devletinin oluşturulmasıdır. Her zaman ABD'ye muhtaç böyle bir devlet... Amerikan çıkarları için en iyi çözümdür. Ama bu formülün uygulanabilmesi için ilk koşul, Türkiye'de Atatürk'ün ve ilkelerinin yıkılmasıdır!

Dördüncüsü...
Yeni dünya düzeninde, uluslararası sermayenin karşısında kalan tek engel "ulusal devlet"tir. Türkiye'de Atatürk yıkılmadan ulusal devletin yıkılamayacağı ise bir gerçektir!


Prof.Ahmet Taner Kışlalı

.

CUMHURBAŞKANI’NI KİM SEÇMELİ! / CUMHURBAŞKANI’NIN HALK TARAFINDAN SEÇİLMESİ MAHSURLUDUR (güncelleme)

TBMM’de yoğun tartışmalar yaşanıyor… Yıl 1924. Konu, Cumhurbaşkanı’nın nasıl seçileceğinin belirlenmesi! Çoğunluğun görüşü, Cumhurbaşkanı’nın da tıpkı vekiller gibi halk tarafından seçilmesi… Meclis’in ağırlık merkezi ezici bir şekilde bu yöne doğru kayıyor. Konunun kapanması an meselesi!

CUMHURBAŞKANI’NI KİM SEÇMELİ!

 Tam da bu anda Mustafa Kemal Paşa ağır fakat emin adımlarla kürsüye doğru yöneliyor… Konuşmadan önce Meclis’i kartal bakışları ile süzüyor. Ve hemen sözlerini art arda sıralıyor:

“Efendiler, Cumhurreisi’nin halk tarafından seçilmesi mahsurludur! Vekillerin seçmesi en iyisidir. Nedenine gelince, yarın birisi çıkar ‘beni halk seçti’ diyerek krallığını ya da diktatörlüğünü ilan ederse, demokrasi tehlikeye girer! Tarihte örnekleri çoktur…”

Atatürk’ün ülke gerçeklerinin nasıl farkında olduğunu aşağıdaki diyalog açık seçik ortaya seriyor:

KARŞI DEVRİMİN AYAK SESLERİ!

Bir gün Kılıç Ali’nin evinde, Refik Koraltan Atatürk'e:

Paşam, dedi, itimat buyurun, Anadolu’nun en ücra köşesinde bir çobanın kalbini açtığınız zaman orada Mustafa Kemal yazar. Bu böyledir, Paşam…

Atatürk şu cevabı verir:

Beyefendi, Anadolu’nun ücra köşesinde bir köylünün, bir çobanın kalbini açtığınız zaman orada Mustafa Kemal yazdığını ben de zatıâliniz kadar biliyorum!

Amma benim kadar sizin de bilmenizi istediğim bir şey vardır ve o da şudur:

Orada bir çobanın bulunduğu yerin on dakika ilerisindeki bir köy imamı gelip o ismi oradan on dakikada siler!

İsterse istediği bir başka ismi yazar…

Bunu da sizin benim kadar bilmenizi isterim!

Bir faniye durup dururken dahi demiyorlar… İsveçli, “Mustafa Kemal gibi düşünmek!” sözünü boşuna sarfetmiyor… Ne mutlu Türk Milletine ki böylesine güçlü bir ışığı var… Sorunlar nedir ki! Dönüp Atatürk’e baksa yeter! Her türlü hastalığın reçetesi O’ndadır…

Amiral Soner Polat
ulusalkanal.com.tr
spolat102@outlook.com

.

ATATÜRKÇÜLER NE YAPMALI

Prof. Dr. CİHAN DURA
12 EKİM 2016 ÇARŞAMBA

“Atatürkçüler Ne Yapmalı” Bildirimizden:

“6- KİTAP veya MAKALE TANITIMI yapın. Attila İlhan, Sinan Akşin, Turgut Özakman, Metin Aydoğan, Banu Avar, Mustafa Yıldırım, Sinan Meydan, Zahide Engin Uçar gibi Atatürkçü yazarlarımızın bir kitabını veya makalesini tanıtın. … Çalışmanızı yayınlayın, geniş kitlelere ulaştırın.

İşte, ben bu görev gereği yaptığım çalışmayı, aynı zamanda bir örnek olsun diye sizlere sunuyorum, başka yapıtları da tanıtmaya devam edeceğim.

 Ancak bu ve benzeri faaliyetlerin, Türkiye’yi kımıldatması için binleri, onbinleri bulması gerekiyor. Tanıtılması gereken o kadar çok yapıt, ulaşmamız gereken o kadar çok insanımız var ki... Onun için, söz konusu faaliyetlere sizlerin de, yüzleri, binleri bularak katılmanız gerekiyor. Benim asıl hedefim bu çokluğu yaratmak, bu kurtarıcı birliğin gerçekleşmesini sağlamak!...

*

Mustafa Yıldırım, Zifiri Karanlıkta, 2 Cilt, Ulus Dağı Yayınları, Ank., 2016

Konularında Türkiye'de ve Dünyada birer ilk olan Ortağın Çocukları ve Sivil Örümceğin Ağında kitaplarından sonra, 100 yıllık "din" maskeli saldırının belgesi Zifiri Karanlıkta kitabı da konusunda bir ilktir!

*

“Din kurtarıcısı” maskesiyle öne geçenlerin pek çoğu, siyaset ve ticaret ağında, azınlık milliyetçiliği oyununda birer aktördür. Devletlerini yıkarken bağımsızlığa, gelişmeye, özgürlüğe, kadınlığa düşmanlaşır, yabancıların maşası olup çıkarlar. Yurttaşlarına, dindaşlarına, insanlığa büyük zararlar veren aygıta dönüşürler.

*
Gerçeklerden kaçarak karanlıktan kurtulamazsınız!

Mustafa Yıldırım, on binlerce sayfalık dava dosyalarını, yine on binlerce sayfalık yayınları, raporları Türkiye ve İran'ın karşılıklı tarihini ele alarak yenileşmeye, kadın haklarına, halk egemenliğine düzenlenen güdümlü isyanları, "din" maskeli diktatörlüğün kuruluşunu Humeyni'nin Kum'dan-Necef'ten Türkiye'ye gönderilen imamların, suikast komutanlarının, yerli ameliyatçılarının izlerini sürdü.

1908 yılından günümüze "Din kurtarıcısı" maskesiyle siyasal-ticari egemenliklerini sürdürmek için, devletlerin her ileri adımına karşı ayaklanan Kürt-Arap şeyhleri, Suudi kralları bağlıları, Necef'teki Humeyni'nin 1976'da başlayan Türkiye örgütlenmesi... Ordunun darbe gerekçeleriyle tasfiye edilişi...
Terör eğitiminden geçirilen, silah-istihbarat desteği verilen, doğrudan yönetilen ekiplerin İmam'ın fetvalarına uygun suikastları, saldırıları, casusluk etkinlikleri...

"Demokrasi" ve "din özgürlüğü" maskesiyle devletlerin ele geçirilişi; liberallerin, solcuların Humeynicilerle toplantıları; Kum'da, Tahran'da temsilci bulunduran Kürt Hizbullahilerin cinayetleri, gerilla savaşı hazırlığı... Türkiye'de ve dünyada eş-zamanlı terör eylemleri, cinayetler...
"İslamcı" maskeli darbenin önünü açan aydınların bazıları, yine o darbecilerin ameliyatçılarınca öldürüldüler. Onların ölümü, aydınların, yazarların, hükümet edenlerin, gazetecilerin, akademisyenlerin ve halkın duyarsızlığının bedeliydi. Batıdan-Doğudan beslenen Hizbullahilerin, etnik milliyetçilerin saldırılarıyla yurdu kaplayan zifiri karanlıkta Türk egemenliğinin bitirilişinin dönemsel bir bunalım olmadığı, 100 yıllık siyasi ikiyüzlülüğün ve halkın vurdumduymazlığının eseri olduğu...

 *
 Sessizce değil; göstere göstere, bağıra çağıra, öldüre öldüre…
Kürt-Arap şeyhlerinin müritleri Cumhuriyet’e direndi.
Necef’ten ve Kum’dan üç örgütçü imam Türkiye’ye gönderildi.
Sonunda, Türkiye’nin aymazlığından yararlanan Cellad’ın kanlı gecesi başladı.

■ Kitabın tanıtım yazılarından.

.

CUMHURİYET’E KANAT GERENLER: BİR AYDINLANMA VE CUMHURİYET ŞEHİDİMİZ BAHRİYE ÜÇOK

Prof. Dr. Cihan Dura 6 Ekim 2016 Perşembe

BİR MİLLETİ MİLLET YAPAN ORTAK HATIRALARDIR, ORTAK KÜLTÜR, ORTAK DİL, ORTAK TARİHTİR.

 O TARİH; OLAYLARIYLA, FİKİR VE DUYGULARIYLA, KAHRAMANLARIYLA ZİHNİMİZDE, RUHUMUZDA, KALBİMİZDE YAZILI OLMALIDIR.
 UNUTULMAYAN ORTAK DEĞERLERDİR Kİ, BİZİ BİZ YAPAR, BİR ARAYA GETİRİR, BİZİ MİLLET YAPAR.


 EN AZ DİNÎ KAHRAMANLARI ÖĞRENDİĞİNİZ KADAR, KENDİ MİLLÎ KAHRAMANLARIMIZI DA ÖĞRENİN, ÖĞRETİN.

**



BİR AYDINLANMA VE CUMHURİYET ŞEHİDİMİZ: BAHRİYE ÜÇOK


Bahriye Üçok (1919-1990), Türk tarihçi ve siyaset bilimcidir. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nin ilk kadın akademisyenidir. Cumhuriyet Senatosu üyeliği (1971-1976), Halkçı Parti'den Ordu milletvekilliği (1983-1987) yapmıştır. En son Sosyaldemokrat Halkçı Parti parti meclis üyesi idi.

AİLESİ VE EĞİTİMİ

Hamit Ataç'ın kızıdır. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Coşkun Üçok ile evlenmiş, Kumru adlı bir kızı olmuştur. İlk ve ortaokulu Ordu'da okuyan Üçok, Kandilli Kız Lisesi'ni bitirdi. Yükseköğrenimini Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Ortaçağ Türk-İslam Tarihi Bölümü'nden alırken, aynı zamanda Devlet Konservatuarı Opera Bölümü'ne de devam etti ve bu bölümü de bitirdi. Samsun ve Ankara'da on bir yıl lise öğretmenliği yaptı.

AKADEMİK YAŞAMI

1953 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde öğretim üyesi oldu. 1957 yılında doktor, 1964 yılında "İslam Devletlerinde Kadın Hükümdarlar" adlı çalışmasıyla da doçent olmuştur. Arapça ve Farsça'yı iyi derecede bilen Üçok, Kur'an-ı Kerim'e bağlı kalarak İslam dinini çağdaş, gerçekçi ve dinin özünde bulunan hoşgörüyle yorumladı. Bu nedenle 1960'lı yıllardan itibaren tehditler almaya başladı ve kendini güvende hissetmediği için akademik çalışmalarına ara vermek zorunda kaldı.

SİYASİ KARİYERİ

1971 yılında Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafından kontenjandan senatör seçildi ve böylelikle aktif siyasi yaşama atılarak beş yıl boyunca Cumhuriyet Senatosu divan üyeliği yaptı. Siyasi tercihini Cumhuriyet Halk Partisi'nden (CHP) yana kullanan Üçok, 1977'de CHP'ye katıldı. 12 Eylül'den sonra açılan Halkçı Parti'nin 1983'de kurucu üyesi oldu. Daha sonra 1983 seçimlerinde de bu partiden Ordu milletvekili olarak TBMM'ye girdi. 1986'dan itibaren Sosyaldemokrat Halkçı Parti üyesi oldu ve 1990 Eylül'ünde bu partinin parti meclisi üyesi seçildi.

ALDIĞI TEHDİTLER VE SUİKAST

Kasım 1988'da televizyonda yapılan bir açık oturumda, "İslam'da örtünmenin ve oruç tutmanın zorunlu olmadığı" iddialarını içeren açıklamalarından sonra üzerine birçok tepki çekti ve tehditler almaya başladı.

Üçok, 6 Ekim 1990 günü Ankara'nın Çankaya ilçesindeki Köroğlu Caddesi'nde bulunan evine, Ekspres Kargo tarafından ulaştırılan ve gönderici olarak İlmî Araştırmalar Vakfı'nın göründüğü kitap paketini saat 16.30'da aldı. Bomba olabileceği şüphesiyle paketi kapısının önünde açmaya çalışırken, paketin içine yerleştirilmiş olan bomba patladı. Ağır yaralı olarak Hacettepe Tıp Fakültesi Acil Servisi'ne kaldırılan Üçok, akşam saat 8 sularında yaşamını yitirdi. Cenazesi 9 Ekim günü Maltepe Camii'nden kaldırılmış ve Karşıyaka Mezarlığı'na defnedilmiştir. Suikastı İslâmi Hareket adlı örgüt üstlendi.

Ertesi gün Cumhuriyet Gazetesi'ndeki haberde, olay şöyle aktarılmıştır: Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Turan Dursun’dan sonra türbana karşı tavrı ve laikliği savunmasıyla tanınan SHP Parti Meclisi Üyesi Bahriye Üçok da suikast sonucu öldürüldü. İstanbul’dan Ankara Çankaya’daki evine özel bir kargo şirketiyle yollanan kitap paketini açan Üçok, içindeki bombanın patlaması sonucu ağır yaralandı. İki kolu ve bir bacağı kopan Üçok kaldırıldığı hastanede ameliyata alınamadan öldü. Cinayeti İslami Hareket adlı örgüt üstlendi. Cumhuriyet Gazetesini telefonla arayarak İslami Hareket Örgütü adına konuştuğunu bildiren bir kişi Üçok'u “tesettür konusundaki düşünceleri yüzünden” cezalandırdıklarını söyledi. Aynı kişi “İslam'a sınır koyanları öldürmeyi borç bildiklerini” belirtti.

Bombalı paketi kabul eden 'kargocu kız' olarak da tanınan Gülay Calap, uzun süre ortadan kayboldu. 16 Ocak 1994 tarihinde İzmir'de PKK'nın yan kuruluşu olarak sayılan Devrimci Halk Partisi'nin İzmir sorumlusu olarak göz altına alındı.

SHP Parti Meclisi üyesi olan Doç. Dr. Bahriye Üçok, katledildiği sırada SHP için bir laiklik raporu hazırlamaktaydı. Üçok, katıldığı toplantılarda sık sık laiklik, kadın hakları ve irtica tehlikesi üzerinde durmuş ve "laikliğin savunucusu ilahiyatçı" olarak tanınmıştır. Fransızca, Arapça ve Farsça bilen Üçok, "İslam'dan Dönenler", "Yalancı Peygamberler" ve "İslam Devletlerinde Kadın Hükümdarlar" adlı üç kitap yayımlamıştır. Ölümünün ardından adı, İzmir'de önemli bir meydan, bir bulvar, Narlıdere'de bir park ve bir mahalleye; Artvin, Edirne, Kocaeli / Değirmendere ve Ankara'da birer caddeye, İstanbul Kadıköy Belediyesi'ne ait bir çocuk yuvasına verilmiştir.

KAYNAK: https://tr.wikipedia.org/wiki/Bahri...
**

BİR YORUMUM

Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Turan Dursun, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu, …

Hep düşünmüşümdür, niye öldürüldüler bu yurtseverler aydınlarımız diye… Bazen onların yanına –farklı olsalar da- A. Türkeş’i, B. Ecevit’i, hatta N. Erbakan’ı bile koyasım geliyor, başkaları da var ne yazık ki...

Biraz geç de olsa anladım sebebini: Derin Merkez, küresel şirketler, emperyalist odaklar… Saha temizliği yaptılar, birilerinin önünü açtılar.

Eğer o yurtseverler bugün sağ olsaydı, hiç sanmıyorum, bu birileri kolayca koltuklarına kurulsunlar.  Kurulmuş olsalar da bütün bu yaptıklarını yapamaz, vatana böylesine fütursuzca ihanet edemezlerdi.  
.

MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...