CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

Güzellik Kavramı - Haluk Bergmen

Doç. Dr. Haluk Berkmen

Güzellik insanda hoşlanma, mutluluk, hayranlık hatta coşku hislerini uyandıran bir niteliktir. Güzellik hissinin dışsal bir etkiden, görüntüden veya melodiden türediği sanılsa da aslında kaynağı içsel hatta ruhsaldır. Kadim filozof Sokrates “Tanrım güzelliği içimde yarat” demiştir.

Immanuel Kant (1724 – 1804) “Kritik der Reinen Vernunft” (Saf Aklın Eleştirisi) adlı felsefi eserinde ‘transandantal estetik’ kavramını ileri sürmüştür. Kant, duyularımızla algıladığımız uzay ve zaman için “sentetik a priori” (bütünsel ve önsel) tanımını kullanmıştır. Transandantal estetik kavramı ile önsel (doğuştan) olan, sonradan öğrenilmemiş olan güzellik duygusunu kastetmiştir. Kant, insanlarda doğuştan var olan ve duyu deneyimini aşan, içgüdü olarak tanımlanabilecek estetik ve simetri duygusuna “transandantal estetik” demiştir.

İnsan bir ruh ve beden bütünlüğüdür ve güzellik hem içsel hem de dışsaldır. İçseldir zira güzel olan kişiden kişiye değişir. Bana güzel görünen bir görüntü başkasına çirkin görülebilir. Dışsaldır zira dıştan gelen bir görüntü veya bir melodi olmasa o anda güzellik duygusu belirmez. Güzel dediğimiz bir görüntünün veya melodinin ortak özelliği içinde denge ve harmoni barındırmasıdır. Harmoni, uyum, düzen ve ahenk içerir. Güzel olanda da uyum düzen ve ahenk vardır. Fakat düzensiz ve karmaşık olanlarda da güzellik bulunur. Örneğin günümüzün modern sanat eserleri gerek resimler gerekse besteler, düzensiz ve karmaşık yapıda olsalar da gizli bir ahenk ve uyum içerirler.

Sanat bir toplumun kültürünü ve dünya görüşünü yansıtır. Günümüzde doğanın ve yaşamın karmaşıklığı ile belirsizliği hem resim hem de müzik eserlerine yansımış durumdadır. Karmaşıklıktan beliren güzelliğe en ilginç örneklerden biri bakterilerle yapılan sanat eserleridir. Bakterileri besin içeren bir kaba koyduğunuzda hızla üreyerek kap üzerinde birtakım karmaşık şekiller oluştururlar. Değişik renkler üreten bakterilerle ilginç şekiller ve tablolar yapmak mümkündür. Bu açıdan bakterilerle sanat yapmak hem bilgi hem de sezgi gerektirir.

Amerika’da her yıl uluslararası bakteri sanatı yarışması düzenlenir. Bu yarışmaya dünyanın her yerinden bakterilerle yapılan sanat resimlerinin fotoğrafları yollanır ve bu resimler hem uzman bir jüri tarafından hem de halk tarafından değerlendirilir. 2015 yılında oğlum Mehmet Berkmen ve Maria Penil birlikte girdikleri bir bakteri sanatı yarışmasında hem jüri tarafından hem de halk tarafından birincilik ödülüne layık görüldüler. Altta onların bakterilerle yaptıkları sanat eserlerinden birkaçını görüyorsunuz. Şu bağlantıda bakteri sanatı eserlerinden birkaç örnekler bulacaksınız:

https://www.theguardian.com/culture/gallery/2015/oct/23/beautiful-bacteria-winners-of-the-2015-agar-art-competition-in-pictures

Bu videoda da bakterilerin nasıl çoğaldıklarını göreceksiniz:

https://www.youtube.com/watch?v=P2pjbwM3KjI

Şu bağlantıda da onunla ilgili Hürriyet gazetesinde yayınlanmış bir yazıyı bulacaksınız.

https://www.hurriyet.com.tr/egitim/sadece-inekleyerek-harvarda-giremezsin-40011673




Arap elcisi Fadlan Türklerin anlayamadığı özelliğini anlatıyor

Arap elçisi İbn Fadlan Hazar Ülkesinde bulunduğu sırada, nefret ettiği Türklerin anlayamadığı bir özelliğini anlatıyor : 

"Bunların en vasıfsızı bile kamusal bir olayda söz sahibidir.

Defalarca söz alır konuşurlar ve diğerleri dinler.

Kararlar toplumun kararı olur."(1)

Arabın anlayamadığı bu özellik "Demokrasi"dir.

Biat kültürüne ve emire kayıtsız şartsız itaate alışmış kafası bunu almamıştır.Nitekim Fadlan'ın başka bir ülkeye geçişi (Bulgar Krallığı) Türkler tarafından kurultayda 1 hafta tartışılmış ve sonra izin verilmiştir.Bu Türk Töresinin bir gereğidir.

Lidere ve birilerine sorgulamadan biat edenlerin öncelikle öğrenmesi gerekir.

(1) 13.Kabile-Arthur Koestler

Selim Sarısoy



Merhamet Görevi

 Merhamet Görevi

Eğer sözlerim, herhangi bir yerdeki varlıkların içlerinde akış bulursa ve onlara asıllarına dönmede yardımcı olursa, ruh gücünün bir köprü başı daha tutabilmesi yolunda bir hissemiz olur. Bizler bir merhamet ve yardımlaşma görevi ifa etmekteyiz. Yapılacak çok işimiz var. Sürülmesi gereken pek çok tarlalar var. Hizmet borcumuzu ödeyelim, ta ki verilmiş olan fırsatları kaçırmış olmak yüzünden gelecekte üzüntü ve pişmanlık duymayalım. Sizden sevgilerimle ayrılıyorum ve başlamış olduğum yerde bitiriyorum. Sonsuz olan ve öyle olduğu içinde başlangıcı ve sonu bulunmayan güçle...'' Bu güçtür bizi sevgi kucaklayışında tutan, hepimize rehber olan ve istikamet veren bu güçtür yollarını bulamamış olmakla, heyhat ki, şansız olanlara yardım için bizleri hizmetinde kullanmak isteyen''

'' Daima, günü gününe yaşamaya çalışın, size hayat veren güçle bir olmak üzere. İradenizi ve isteklerinizi İlahi İrade ve isteğe uydurun. Büyük Ruh ile uyum içinde bulunmaya çalışın, zira bu suretle siz iç huzuruna, sükunete, sükuna ve güvene sahip olabilirsiniz.

Büyük Ruh'un iyilikleri hepinizle olsun.

Aşağıdaki sözler Silver Birch'ün celseyi açarken yapmış olduğu yakarı ve övgüdür.'' Alışılmış olduğu üzere, kederli, üzüntülü, dertli, ve endişeli düşünceleri bir tarafa bırakalım. Birbirimize mümkün olan en yakın uyum halini kurmaya çalışalım. Arzularımızı birleştirerek, ulaşabileceğimiz en üstünü özleyelim ve her tür teşebbüsümüz için kutsama dileyelim. Her şeyin üstünde olan o yüce güçtür ki ben O'na büyük beyaz Ruh diyorum, başkaları God, Allah veya diğer bazı isimlerle anıyorlar.'' İlahi, Sensin bütün kainatı düzenleyen mükemmel güç, O kainat ki büyüklüğüne hiç bir hudut yok, o kainat ki ihtişamını kimse layıkıyla, yeterli olarak asla tarif edemez. Senin sonsuz bilgeliğin, mevcut olan büyük veya küçük ,karmaşık veya basit her şeyi kontrol ve tanzim edecek, besleyecek kanunları vazetmiştir, böylece bu doğal kanunların kapsamı dışında kalan hiçbir şey yoktur. Ve bunların meyanında olmak üzere, senin ruhunun hakkettiği ve içlerine ilahi nefesi üflemiş olmanla yaşamaya muktedir kılınmış sayısız varlıklar, ölçüye sığmayan geniş kainatta, baştan başa her şey, hepsini bilgelikle ve sevgiyle idare eden baş Mimarın kontrolü altındadır. Hiç birimiz, her nerede bulunursak bulunalım, senin nüfuz sahanın dışında olmayız; hiç birimiz hariçte bırakılmış, ihmal edilmiş, dikkatten kaçmış olamayız. Ruh bağı, bizi birbirimize bağlar ve senin nazarında bizi bir eder. Ve bu öyle bir bağdır ki ne yeryüzünde ne öte hayatta koparılamaz. Bizleri idare eden sevgi ve hizmetten haberdar olmamızı temin eden bu vahiy için şükranlarımızı ifade ederiz. Hayatlarımızı zenginleştiren ilham ve bilgi için, varoluşumuzun yüce amacını fark edebilmek imkanını bir çoklarımıza bahşeden öğreti için ve bize ilahi planın kısımlarını ve kendimizi daha iyi görmek imkanını bahşeden yardım için şükrederiz.

Büyük Ruh'un Habercisi 1 - Silver Birch



Realiteler yükseldikçe alt realitelerin basit realitelerini de içine alırlar.

Realite aynı zamanda bir bilgidir. Hisleri ilgilendirip de varlıklarına inanılan şeyler duyulur ve bilinir. Öyleyse her kademe ve aşama için sabit olan değişmeyen mutlak bir realite dünyada yoktur. Herkesin kendine özgü duyuş ve inanışları vardır. Bu duyuş ve inanışlara göre de nitelikleri ve kapsamları değişik realiteler vardır. Aşağılarda bulunan insanların henüz realitesine girmemiş olan durumlar, üst kademede bulunanlar için realite olabilirler. Aynı şekilde realiteler yükseldikçe alt kademelerin basit realitelerini de kapsamları içine alırlar. Yüksek realitelere giren bu basit realiteler onların kapsamı içinde yavaş yavaş eriyerek kendi kimliklerini kaybederler. Öyleyse örneğin dağın eteğindeyken insanın gördüğü birkaç yüz metrekarelik arazi içindeki ufak tefek ayrıntılar, girintiler, çıkıntılar, hendekler, çalı çırpılar, ufak su birikintileri vb.dağın tepesine çıkıldıkça daha genişleyen ufukların geniş alanı içinde yavaş yavaş kaybolurlar. Fakat yine onlar meydana gelen bu bütünün kurucu unsurları, birer parçası olarak o alanın içinde kalırlar. Bundan dolayı realiteler birbirine eklenerek genişledikçe eski realitelere takılıp kalmamak gerekir. Bunu yapmadıkça eteklerde görünen birkaç yüz metrekarelik menzaranın ayrıntılarından ayrılmak istenmedikçe yukarlara çıkmak ve manzarayı genişletmek mümkün olmaz. Ve tepelerden gözlemlenen kilometrelerce geniş alanın zenginliklerinden, görkemli manzaralarından yararlanılamaz.

Aslında o iki karşılık yere bağlı kaldıkça bu manzaraları,bu güzellikleri aramak ihtiyacı da belirmez. Öyleyse yükselmek için ,hedefe yaklaşmak için,kısaca vazife plânına gerekli olan liyakatleri, idrakleri kazanmanın yolunu tutmak için alt kademelerin nefsaniyetleri içinde gömülüp kalmamak ve onların ağırlıklarından silkinip kurtulmak gerekir.

Bedri Ruhselman 

İlâhi Nizam ve Kâinat-Sf:106-107








İnsanlığın Gizli Kokeni

İnsanlığın Gizli Kökeni

Ergün Arıkdal 


Anlatacağımız konu «Dünyada yaşamakta olan insanın» kökeni hakkındadır.

Nereden gelmiştir, nereye gidecektir? Ve hatta, yeryüzündeki insanın ilk atası nasıl teşekkül etmiştir? Ve yine yeryüzü insanının kozmik akrabaları kimlerdir? İnsanlığın kökeni hakkında pekçok araştırmalar yapılmıştır. No

Anlatacağımız malumat ezoterik (yani herkese anlatılmamış, sadece ehlinin kulağına söylenilmiş) bilgilerden meydana gelmiştir. Bu da şu anlama geliyor ki, her ne kadar eskilerde ezoterik bilgi geçerli ise de, bugün artık buna gerek bulunmamaktadır. Ezoterizm'den egzoterizm'e geçmek lazımdır. Bununla birlikte 'Ezoterizm' bugün, eskisine nazaran, bilim dalında çok daha fazla olarak uygulanmaktadır. Özellikle nükleer, astrofizik, egzobiyoloji ve hatta mikrobiyolojide yeryüzünde 'bir avuç insanın' bildiği bilgiler vardır. Hemen hemen üniversite muhitleri tarafından bile bilinmeyen

bilgiler vardır. Bazı bilim adamlarının sadece kendi aralarında bildikleri ve henüz hiçbir yayın yapmadıkları, tecrübelerini açıkça ortaya koymadıkları bilgiler vardır. Yani gene de 'kulaktan kulağa fısıldanan bilgi' mevcut bulunmaktadır. Buna rağmen çağın icapları gereği artık bazı hususları da ifade etmekten başka çare bulunmamaktadır.

ERGÜN ARIKDAL RUHSAL ARAŞTIRMALAR ENSTİTÜSÜ

İNSANLIĞIN GİZLİ KÖKENİ YAZI DİZİSİNDEN (YAZIYI  ENSİTÜNÜN SAYFASINDA BÖLÜMLER HALİNDE OKUYABİLİR SORULARINIZ YÖNELTEBİLİRSİNİZ)

Kutsal kitaplarda 'insan'dan bahsedilir. Özellikle 'İnsan'dan bahseden ve ona ,çok geniş yer veren kutsal kitap TEVRAT'tır.

Bilhassa 'yaradılış'la ilgili bölümüdür. Gerek Brahmanik eserlerde, gerekse KURAN'da ve özellikle Mısır ve Babil Ezoterizmin de 'İlk insan'dan bahsedilir. Bunu uzun uzun ve o derecede de ezoterik bir şekilde en güzel olarak  Tevrat'ta görmekteyiz.

Fakat bunları da birbirinden tefrik etmenin imkanı var. Ezoterik bilgiye göre: Yeryüzünde birçok devirler geçmiştir. Bunların ilkine 'Altın çağ' derler. Burada 'altın' kelimesinden murat, bildiğimiz altın madeninin bol olduğu çağ manasında değildir. Kıymetli, yüksek, üstün anlamında kullanılmıştır. Değerli bir çağ manasına gelir. Sonra 'Gümüş', 'Bronz', 'Kahramanlar' ve nihayet 'Demir' devri (çağı gelmektedir). İnsanlar şimdiye kadar beş çağ geçirmişlerdir ve biz şimdi, bugünün insanları olarak, 'Demir Çağını yaşamaktayız. Bizimle birlikte de bir devir tamamlanmaktadır. Demir çağından sonra tekrar  bir altın çağa dönüş, insanlar için, bir devrin bitip, yeni bir devrin başlangıcını işaret etmektedir.

Yeryüzünde insan, modern biyolojinin bize delileriyle anlatmaya çalıştığı gibi, bir kozmik yumurtadan meydana gelmiş değildir. Yani tek hücreli canlılardan (amipler gibi), gelişe gelişe bir insan organizması meydana gelmiş değildir. Bu tip bir gelişme olmamış denemez, fakat insan için değildir. Bu iki farkı güzelce belirlemek lazımdır. İnsan vücudu, organik bir yapı olarak, özel bir tarzda meydana getirilmiştir. Yani yapılmıştır. Bir üretim mahsulüdür, bir prodüksiyondur. Bir evolüsyon, tekamül, mahsulü değil, doğrudan doğruya bir üretim mahsulüdür. Modern biyolojinin 'DNA'sının meydana getirilişi tesadüfi ve kendiliğinden değil, çok yüksek, fevkalade

yüksek bir bilimin, bizzat kendi potasında meydana getirdiği bir yapıdır. Kutsal kitaplar ve diğer dini metinleri değişik bir nazarla tetkik ettiğimiz zaman görüyoruz ki, esasında, insanın yaradılışı iki safhalı olmuştur :


Birincisi: GaIaktik insan

İkincisi : Yeryüzü İnsanı


Galaktik insan tipi 'Altın çağı'nı yeryüzünde meydana getirmiş olan varlıkların tipidir. 'Galaktik' sözü bir nevi 'evrensel' manasına gelebilirse de, esasında dünyanın da dahil olmuş olduğu galaksiyle ilgili bir insan tipidir. Bunun yeryüzündeki beşer ile çok çok uzaktan bir akrabalığı vardır.

Yeryüzü insanının ilki olarak kutsal kitaplar bize 'Adem'den bahsederler. Acaba gerçekten insanın meydana gelişi (imal edilişi) yeryüzünde mi olmuştur? Yoksa başka bir mekanda meydana getirilmiş ve sonra yeryüzüne mi gönderilmiş, veya sürülmüştür? Özellikle Tevrat'ta iki yaradılıştan bahsedilir:

Birincisi- ELOHİMLER'in yarattığı insan. (imal ettiği)

İkincisicisi : YAVHE'nin yarattığı insan.   (imal ettiği)

(Daha doğrusu imal ettiği insan. Yaratma. sözcüğünü özel olarak sadece Kaadir-i Mutlak için kullandığımızı belirtmek isteriz.)

Elohimler'in ve Yahve' nin yaptığı yeni bir imalat, yeni bir meydana getiriştir. Ortada bir malzeme vardır, bunu kullanmak suretiyle bir nesne meydana getirebilirsiniz. Yukarıda bahsedilen 'Elohimler galaktik uygarlıkların senyörleridir. 'Yahve' de bu senyörlere dahil olan, tek bir varlıktır. Elohimlerin meydana getirmiş olduğu insan tipi (Galaktik insan) ile, Yahve'nin meydana getirmiş olduğu (yani bizim) insan olmak üzere, iki ayrı Adem vardır. Bunları birbirinden ayırt etmek için, birine sadece Adem.1, bizim atamıza da Adem.2 ismini vereceğiz.

Kutsal kitaplar bize, hem birinci Ademi, hem ikinci Adem'i, aralarında çok ince nüans farklarıyla, ifade ederler. Daha doğrusu, bu nüansı da onu meydana getirmiş olanın vasıtasıyla anlatmaya çalışırlar. Yani Elohimlerin meydana getirmiş olduğu Adem-1 ile, Yahve'nin meydana getirmiş olduğu Adem 2 birbirinden tefrik edilir. İmalatçıları vasıtasıyla. Şayanı dikkat olan bir husus, İslam'ın kutsal kitabında Galaktik Adem'den değil, doğrudan doğruya, yeryüzünde meydana gelmiş olan Adem'den bahsedilmesi dir. Fakat diğer kitaplar ayrıca yeryüzünde meydana gelmemiş olan, fakat bütün bir galaksi içerisinde kendisini temsil eden, gelişmiş bir Ademden de bahsederler. Bu kimyasal organik bedenli beşer varlığın yaradılışı, yani Yahvenin Ademi ile, Elohimle'rin (Altın Çağının kurucularının) Ademi arasındaki bu farkı başka türlü bir gidişle ele alalım. Gerek Elohimler, gerekse Yahve ismi, 'tekliği’ ifade etmektedir. Birer 'ırk'ı temsil etmektedirler.

Tevrat’ta geçen 'Yahova' yani 'Yahve' sözü, her ne kadar tek bir varlığı temsil ediyor gibi ise de, aslında bir varlık ırkını temsil etmektedir. Yahova (daha doğrusu Yahve) denildiği zaman orada bir çoğul fikrini göz önünde tutmamız lazımdır. Nitekim, bir çok dini kitaplarda 'ben' ve 'biz’ sözleri sıksık kullanılmıştır. Bu görünüşte böyledir. 'Ben' dediği zaman ifade edilen maksat başkadır. 'Biz' denildiği zaman ifade edilmek istenen maksat çok başkadır. Yani, buradaki 'Biz'lik gerçekten çoğulluğu ifade eder. 'Ben' dediği zaman, belirli bir sistem ele alınmış, 'Biz' dediği zaman bir çok sistemler ele alınmıştır. Çoğul çoğulluğu, tekil de tekilliği ifade eder.

Gene önceden şunu bir daha hatırlatalım : Buradaki meydana getiriliş, imalat ile, yaradılış arasında büyük bir fark vardır. Kadir-i Mutlak olan'ın, buna biz alışılmış ismiyle 'Allah' diyoruz, yaratışı başka şeydir. Malzeme ve materyal mevcut ve üstün varlıklar bir takım yeni imalatlara girişiyorlar. Bu durum bu imalatı yapacak olanların bir rüçhaniyetidir. Bunu yapabilecek bir kudreti de haizdir.

' Galaktik kanunda 'ölüm cezası' diye birşey yoktur. Esasında öldürmek yoktur. Ama bir sürgüne gönderme mümkündür.

Bir karantinaya almak mümkündür. Kişisel serbestiyeti kısıtlamak mümkündür. İnsan öldürülemez... Ama onu bir gezegenden başka bir gezegene sürmek mümkün olabilir. Ya da bir karantina altına alınabilir. Bu bilgi hafızamızın bir köşesinde ileride kullanılmak üzere şimdilik kalsın.

Tevrat'ta Yahve'ye 'orduların ilahı' diye bir atıf vardır. Ve buradan da zaten anlaşılıyor ki, 'Yahve' esasında bir ırkı temsil eder. Belki de o ırkın çok yüksek kudretlere haiz bir varlığnıı temsil eder...

Yahve, genetik bilimi sayesinde düşünerek bilerek, belirli ve kararlaştırılmış bazı fonksiyonları ikmal etmek için, özellikle ayarlanmış bir beşer varlığı ırkını yaratan ve uzayın başka yerinden gelen halkı belirlemek için, yeni zamanlarda kabul edilen bir isimdi. Buradan şunu kastediyoruz.

Tevrat'ın yazılışı esnasında ezoterik olarak anlatılmak istenen buydu. Tekvin bahsinde kaleme alınan bilgiler, esasında bir Yahve ırkı'ndan söz etmektedir. Bir tek varlıktan değil... 

Yahve Irkı'nın da en büyük özelliği muhtelif gezegenlerde, her devreden sonra ruhi varlıkların tekamül süreçlerini sürdürebilmeleri için, meydana getirdikleri biyolojik kütleleri imal etmektir. Biyolojik nüveleri imal etmek bunların görevidir. Sadece beşeri dediğimiz şekilleri uygulamakla kalmıyor, bitki hayvan adaptasyonlarını da meydana getiriyorlar.

Biliyorsunuz, daima bir Aden Bahçesinden (Cennetinden) bahsedilir. Adem ilk yaratıldığı zaman kendisi Aden Cennetine konmuştu. Aden Cennetinde yaşamaktaydı.Yalnızdı. Etrafında sadece bitkiler ve hayvanlar vardı. Kuran’da bunun ifadesi: 'Sizin öyle bir devreniz olmuştur ki, anılmaya bile değmez' dir. Tamamen yapay bir ortamda, bir Aden bahçesinden söz edilir devamlı olarak. Ve nihayet sonunda Onun canı sıkılır ve kendisine eş olmak üzere bir de Havva meydana getirilir. Ona da sembolik olarak 'Kaburga Kemiğinden' yaratıldı denmiştir. Bu ifadenin asıl anlamı 'Aynı kimyasal terkipten meydana getirilmiş, fakat DNA'sına yapılan ufak bir müdahaleyle dişilik fonksiyonunu yürütecek bir şekle tahvil edilmiştir» demektir. Aslında her ikisi de aynı yapıdır.

Henüz Adem, Aden Cenneti'ne getirilmemiştir. Burada bir meseleyi ele almak lazımdır. Gerçekte 'Aden' yeryüzünde miydi? Yeryüzünde böyle bir mekan neredeydi? Belli değildir. Hiç bir kitapta da belli edilmemiştir. Yalnız Tevratta bir ifade var:

Biz Aden'i dünyanın altına yerleştirdik…der. Galaktik (kozmik) bilgiye göre dünyanın 'altı' bir yerde Mars gezegenidir.

Şöyleki: Güneş sistemini basitçe ele alırsak, Güneşten sonra dışa doğru ya da aşağı doğru Merkür, Venüs, Dünya, Mars ve diğerleri gelmektedir. Astronomide de, buna benzer şekilde olmak üzere, 'Dünya altı'

ve 'Dünya üstü' planetler ifadesi kullanılır.

Dünya üstü planetler demek Güneşe dünyadan sonra yakın olan planetler demektir.

Dünya altı planetler de, Mars'tan başlamak üzere sistemin dışına doğru olan planetlerdir. Tevrat’ta aynen böyle zikredilir: "Biz Aden cennetini dünyanın altına yerleştirdik."

Kozmik bilgilerde bu, doğrudan doğruya Mars Gezegenini ifade eder. Ezoterik bilgi bize, hakiki Aden'in Mars'da kurulmuş olduğunu, özel bir bahçe tarzında meydana getirildiğini, ve özel bir sınır içinde

bulunduğunu da anlatmaktadır. Sık sık zikredildiği gibi, orada, çöl halinde olan bu bahçede ziraatın gerçekleşmesi, toprağın işlenmesi, ve korunması bu yeni varlığa Elohim’e verilmişti. Bunun için orada bir 'Hayvanı Beşer» dediğimiz, hayvan - insan tipi (Human) meydana getirilmiştir. Bildiği sadece, ziraat yapmak, bahçeyi korumak, ekip dikmek vs. dir. Bu gene bizim anladığımız manada basit bir ziraat değil, çünkü orası çok büyük bir laboratuar; laboratuarda lazım olacak olan bazı işlerin idamesinde bir takım bitkiler var. Bunun yerine getirilmesinde yardımcı olmak üzere bir Adem meydana getiriliyor. Bu, birinci Adem’di. Daha henüz yeryüzünde ikinci Adem soyu teşekkül etmemiştir. Yeryüzünde İnsanlar var. Fakat bunlar Galaktik insanlardı. Galaktik Irk'a mensup insanlar spiritüel insanlardı. Telepatik güçleri normal his yerine geçen insanlar... Gayet bilgili ve şuurlu insanlar. Yüksek ruhi potansiyeli olan kişiler. Ayrıca yüksek bir teknikleri de var. Bu ifade ettiklerimizin çoğu Atlantis'ten de önce mevcut olan bir ırktır. Atlantis, MU ve Lemurya bu Galaktik Irk'ın sonlarıdır. Aynı yaradılışı biz eski Yunan Mitolojisinde de buluruz. Zeus’un Uranos'un, Jüpiter'in maceraları daima ,aynı şekilde Yahve'nin ya da Elohimler'in macerasıyla, büyük bir paralellik arz eder ki aralarında da epey zaman farkı vardır.

Adem.2 kimyasal bir varlıktı. Nasıl bugün tüp içerisinde bir canlı organizma meydana getirilmekteyse, bunun çok daha büyük, fevkalade genişletilmiş bir şekliyle bir laboratuar varlığıdır. Kimyasal olan yani imal edilmiş olan ikinci Adem'in yanı sıra Galaktik İnsan, kökü belli bir Adem’den geliyordu. Dünyadaki ikinci Adem'in meydana gelişinden çok çok eski zamanlarda Elohimler tarafından meydana getirilmişti. 

Yahve, Demir Çağının  (ki doğuda Kaliyuga denilen çağın) devamı süresince Dünya Gezegeni için idareci' olarak vasıflandırılmıştır.

Sonradan Yahve tek olarak  ifade ediliyor. Bu varlık gerek spiritüel olarak, gerekse beşeri (fizik) olarak Demir Çağının gezegensel bir idarecisi olmuştur.

Hem İslam'ın kutsal kitabında Kuran'da hem de İbranilerin kutsal kitabında (Tevrat’ta) daima Adem'in balçıktan (veya Tevrat ifadesiyle 'Yerin tozundan') yapıldığı sözü vardır. Balçıktan ya da yerin tozundan yaratılmak ne demektir? Burada kastedilmek istenen doğrudan doğruya 'Dünyasal bir molekül yapısıdır' ve bu moleküler yapı üzerinde değişiklik yapılmak suretiyle, bir kimyasal Adem (prototip) meydana getirilmiştir. Bunu anlatmak için yukarıdaki sembolik ifade kullanılmıştır. Ve burada özellikle 'yerin toprağından, yerin tozundan' sözü ile bir ırk ayırımı da (Galaktik insanla dünya insanı arasındaki) belirtmeye çalışmışlardır. 'Sizi topraktan yarattık' demiyor. Fakat 'Dünya 'toprağından yarattık' diyor. Eter evrende dünya tek olsaydı, 'Dünya toprağı' diye bir tefrik yapmaya gerek kalmayacaktı.

Yahve (büyük idareci sistem) ikinci derecede önemi olan, yeryüzünün şartlarına uygun hale getirilmiş bir beşeri tipi de meydana getirdi. Ziraat ve muhafaza Adem.2 beşerine verildi. İki ağacın meyvesinden istifade edilmiyordu. Bunlar bahçe sahibine aitti. Bu yeni tip, kendini teşkil eden elemanlara göre, yaratıcıları tarafından aşağılanmış, kötülenmişti. Hayvan İnsan (Humen) meleklere nazaran daha alçak bir seviyede idi. Yaratan gerçekte tek değil, bir 'gurup' bir 'soy' idi. İleri teknolojileri vardı ve doku kültürünü harika şekilde uygularlardı. Adem 2 ye, ilk başarılı yaradılışta kullanılan dokuları kullanarak, kadın da inşa ettiler... Bahçenin içinde yaşayanlar olduğu gibi, dışında da yaşayanlar vardı, Bu bahçenin içi gerçekten bir cennetti. Bahçenin dışında yaşayanlar beşeriyetin orijinal ırkına yani 'Galaktik Irk'a mensup kişilerdi. Bunları da ElohimIer

meydana getirmişti. Dışarıdakiler bütün insanlığın yegane atası olan Adem 1'den gelmekteydiler. Adem 1 aslında bütün insanların tekamül bakımından kendisine benzemek istedikleri, kendilerine hedef olarak kabul ettikleri kozmik insan tipidir.

Elohimlerin diğer bir ismine de 'Yılan oğulları' derler. Bu 'yılan' sözcüğünden

gerek İslam gerekse Hıristiyan aleminin kafaları oldukça bulanmıştır.

Bundan dolayı zamanımız insanı 'yılan'ı gayet kötü, hiç bir işe yaramayan hatta hain, hilekar, aşağılık, alçak bir varlık haline" getirmiştir. Tevrat'ta Havayı baştan çıkaran, yılanın iğvasıdır. Yasak olan ağaçtan yemesini temin etmiştir. Ve dolayısıyla Aden cennetinden kovulmalarına sebep olmuştur. Aden cennetinden kovulan bu iki prototip yeryüzüne indirilmeden önce hemen hemen bütün ihtiyaçları hazır olarak büyük bir konfor içinde yaşamaktaydılar. Bu konfor dünyaya indikten sonra kaybolduğu için, yılan bunu yaptı diye, zavallı mahluka edilmedik beddua kalmamıştır.Aslında o yılan bildiğimiz yılan değildir. Meyva da bildiğimiz meyva değildir. Biraz evvel de belirttiğimiz gibi o ilk prototip te bildiğimiz Adem ile Havva değildir.

Elohimler esas olarak eski ilahları meydana getiren kişilerin tarihiyle alakalı kişilerdi. Yani nerde bir 'ilahlık', bir tanrısallık varsa, esasında orada bir yöneticilik, ve insanın geçmişiyle - geleceğiyle alakalı karar ve bilgilerin temerküz ettiği bir sistemi düşünmek lazımdır. İlahlık aslında budur. Hiç bir zaman Kaadir-i Mutlak olan Yaradan değildir. Yani gerek uzak doğudaki Brahmanizm ve Budizm'deki ilah sözleri, gerek Eski Yunan'daki ilah sözleri, Keltlerdeki 'İlah' sözleri, gerekse Orta (Kuzey) Amerika yerlilerinin (Aztek-Maya- İnka) ilahları, Afrika'daki ilahlar, eski Mısır’daki Tibet’teki ilahların aslında anlayacağınız manada tek Yaradan, ilk sebep olan Kaadir-i Mutlak ile alakası yoktur. İlah sözü biraz yukarıda anlatmaya çalıştığımız gibi, hangi sistemde olursa olsun, insanın tekamülüyle alakalı olan bir sistemi ifade eder. İnsanın gelişimiyle alakadar olan bir sistemdir. 'İLAH' sözü, buradan 'Tanrı Oğulları' deyimi de çıkacaktır.

Çünkü Tevrat'ta şöyle bir söz vardır:

«Tanrı oğulları yeryüzü kızlarını beğendiler ve onlardan kendilerine eş aldılar».

Apaçık bir ifadedir bu... Bu ırkla o ırk tamamen birbirinden ayrıdır ve başka yerden gelmiş, görmüş, bilmiştir. Yani Elohimler ile Yahve'nin meydana getirmiş olduğu sentetik ırk (ya da Adem 2 ırkı) birbirinden tamamen farklıdır. Biz bu ikinci Adem'e mensubuz. Onun için insandan bahsederken 'düşünen hayvan' derler. Bu aslında gerçeği yansıtan bir ifadedir. Bizim

DNA organik yapımız, hayvansal titreşim seviyesinin üzerine çıkamamıştır. Bunun üzerine çıkanlar çok azdır ve biz onlara 'evliya' deriz. Gerçekten insan düşünebilecek seviyeye gelmiş fakat hayvansal durumunu kaybetmiş değildir. Burada hayvan sözü DNA'da bulunan, kalıtımsal olarak getiregeldiği bazı özellikleri ifade etmektedir. Zaten Darwinciliğin savuna geldiği de budur. Darvinciliğe göre de insan, hayvanın (bir maymun türü) gelişmiş şekli olmaktadır. Her iki bakımdan da bir haksızlık yapmış olmuyoruz. 

Gök halklarının galaktik dinleri hakkında pratik olarak bir şey bilmiyoruz. Elde mevcut olan çok eski bulgularda 'yılan ve iç içe daireler' sembolleri bulunur. Yılan.(*)içinde yaşadığı spiral galaksinin (saman yolu) iki büyük ucunu temsil eder. Mesela, kuyruğunu ısıran yılan sembolü bizim dünyamızın bilebildiği en eski semboldür.

YILAN: Gerek batı gerekse doğu ezoterizminde (batıni bilimde), her dinde, hayatsal kudreti, hayatsal değişimi, devr-i daim'i simgeler. Özellikle Mısır, Babil, Yunan ve Hint uygarlıklarında kullanılmıştır. Kuyruğunu ısıran yılan tekerrürü anlatır. Bu tekerrür, tekrarlanma Kainattaki

maddi ve manevi kanunların birbiriyle yakın ilgisini de ifade eden bir semboldür.

Hayatın doğum - ölüm çemberi (yılan) İlahi İrade Kanunu dahilinde seyrederek, varlıkların tekamülü için müteaddit bedenlenmeleri yansıtan" temel bilgiyi sembolize eder. Reenkarnasyon (tekrar bedenlenme) bir İlahi "Kanundur.Her dinde açık yada kapalı ifadeler altında zikredilmiştir. 

Yukatan'da bulunan tabletlerde bu sembol aynen görülmektedir. Burada asıl en büyük ifadesi 'Spiral Galaksi'yi ifade ediyor olmasıdır. Bilindiği gibi evrende bilinen bir kaç tip galaksi çeşidinden birisi de spiral galaksilerdir. Mensubu bulunduğumuz Samanyolu Galaksisi bir spiral galaksidir. Bu asırda biyolojik kainatı incelediğimiz kadar hakiki büyük kainatı da incelemek mecburiyetindeyiz. İnsan olarak üzerimizde büyük bir yük bulunmaktadır. Bütün bunların üstesinden gelmek icap edecektir. Bu ifadelerden de anlaşılacağı gibi yılan aynı zamanda da Galaktik Uygarlığın sembolü olmaktadır. Bu yılanı gördüğünüz yerde 'Yaratıcı' nın (imal edicinin) bir mührüyle karşılaşmış oluyorsunuz. Galaktik Irk da 'Elohimler'dir.

'Yılan oğulları' demek 'Galaktik Irk'a mensup kişiler demektir. İç içe daireler

'Dalga enerjisi' anlamına da gelmektedir.

Bedensel hayatın başlangıcı olan 'Sperma’yı da temsil eder. Ayrıca uzaydan gelen Yılan Kralların mührü de buna bağlıdır.

Bununla ilgili olarak çok mitolojik bilgi veri vardır. Bilhassa 'Kukulkan' (Tüylü Yılan) sembolü bütün Güney Amerika yerlileri arasında yaygın durumdadır. Ve Galaktik Irka mensup varlıkların bırakmış oldukları bilginin son izleridir. Kukulkan. O zamanların insanları, Galaktik Irk'tan şu ya da bu şekilde haberdardılar ve bunu yukarıda anlatmaya çalıştığımız şekilde sembolize etmişlerdir. Bunlar,'Güneş, oğullarının yeryüzündeki hakimiyetlerini kurmak için uzaydan gelmiş olan varlıklardır. Güneş Oğulları da belki bütün bunları kontrol altında tutan, kendi anlayışımıza göre Yüksek İdare Mekanizması veya Göksel Yönetim, Semavi Yönetim ismini veriyoruz. Güneş Oğulları Yüksek Ruhsal İdare Mekanizması demektir. Biz muhakkak ki büyük bir uzay sürgünü olan bir atanın evlatlarıyız.

Şimdi tekrar Mars’taki bahçeye ve o bahçeye olan Yılan Oğullarının müdahalesine dönelim. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Adem ile Havva orada cennet hayatı yaşamakta ve birkaç işi yürütmekte idiler. 

Hayvanlara bakmak, ekin biçmek ve o bahçenin muhafızlığını yapmak vs. gibi.

Her türlü korunmaları, himayeleri deruhte edilmiş vaziyetteydi, onlar için bu fevkalade üstün bir durumdu. Fakat bu durum hayvansal bir durumdu. Çünkü: Düşünce yoktu. 'Neden? Niçin? Nasıl? diye soru sorulmuyordu. İçinde yaşamakta oldukları cennet bahçesinin dışında da insanlar vardır demiştik. Elohimler, galaktik ırka mensup olan varlıkları zaten Aden Bahçesinin dışında iskan etmişlerdi. Yılan Oğulları da bu bahçede olup bitenleri merak etmekteydiler. Yani Elohim ırkı zaman zaman bahçenin ne durumda olduğunu kontrol etmek üzere çıkagelmişlerdir. Muhtemelen Adem-2 atası (Adem - Havva) yılan oğullarına (galaktik ırka mensup kişilere) hücum olabilirler. Çünkü vazifelerinden biri de bahçeyi aynı zamanda korumaktı. Bunlar Elohimlere benzemediğinden, Adem - Havva onları yabancı görmüş olabilirler.

Adem Havva bu davetsiz misafirler ile ilişki kurmuştu bir ara.Onlardan bilgi aldı. İkinci Adem, yani Yahve'nin yaptığı sadece bahçeyi işlemek ve korumak için yaratılmıştı. Çoğalmak gibi bir gayeleri yoktu o zamana kadar, Adem ile Havvanın.

Cennet bahçesinde insanlar çoğalmamıştı. Aden bahçesinde Adem - Havva olarak sadece iki kişi vardı. Niye acaba hiç bir şekilde bir üreme fonksiyonuna girişmek hatırlarına gelmemiştir? Bilmiyorlardı da onun için. Yani böyle bir bilgi onlara verilmemişti. Ancak öğretildikten 

sonra bu fonksiyonu icraya başlamışlardır.

Yani onlarda bu eski arşetipik imajlar daha teşekkül etmemiştir. Bu ziraat bekçiliği esnasından Adem ile Havva'nın çocukları olmamıştı. Aden'deyken üreyip artmak için emir almadılar. Ancak Aden'den çıkarıldıktan sonra üreme söz konusu olmuştur. Peki Adem ile Havva gerçekten tamamen kısır insanlar da değildi. Mükemmel yapılmışlardı ve kısır da değildiler. Bu gün nasıl ilhak önleyici ilaçlar ve metotlar her iki cins tarafından da uygulanıyorsa, orada da kısırlık, yedikleri besinler vasıtasıyla sağlanıyordu. Bazı yiyecekler yasaklanmıştı ve cezası ölümdü. İşin püf noktası buradadır. Yerlerse, ölecekler...

Halbuki size daha evvel galaktik bir kanundan bahsetmiştik. Galakside katiyen ölüm cezası yoktur. Nitekim yedikleri halde öldürülmediler ama sadece sürüldüler. Nereye ? Dünyaya. O halde bu ihtar, cahili korkutmaktan ibaret birşey olmaktadır. Yılan oğulları(Elohimler veya Bilgeler) ile Havva tecrit kaidesini bozarak bir dostluk kurdular. Yanı çitin öbür tarafındakilerle laflaştılar. Bitkinin, bu şekilde öldürmediğini ama onların itaatlerini temin için konulan bir tehdit olduğunu da anladılar. Tevrat’ta, “Eğer şu bitkiden yerseniz ölürsünüz” sözü vardır. Bu da hususi bir şekilde yetiştirilmiş bir bitkidir. Sadece Yahve tecrübecilerinin kullandığı bir bitkidir. Bu bitkiden nedense Adem.2 ye yedirmek istememişlerdir. Adem soyu dünyasal- hayvansal bedenden gelmemiştir. Bu varlıklar yapı ve fonksiyonları itibariyle farklıydılar. Kimyasaldı ama hayvansal değildi. Yani, titreşim seviyeleri çok yüksekti. Yılan Oğullarından Kainat ve Evren hakkında yavaş yavaş bilgiler almaya başladılar. Tevrat'ta ve Kuran'da onların çıplak gezdiklerinden söz edilmiştir. Çıplak olduklarının farkında değiller ve Elohim'leri gördükleri zaman üzerlerindeki giysilerin ne olduğunu sormuşlar. Bu gibi bilgiler ilk olarak Elohimler tarafından Adem ve Havvanın zihinlerine bu şekilde verilmeye başlanmıştı. Burada verilen bilgi(ELMA) ,bilgiyi veren (YILAN) oğulları'dır. İlk olarak Yılan Oğullarıyla görüşen Havva'dır.

Öğrendiklerini (elmayı) Adem le paylaşmak suretiyle onu baştan çıkarmıştır. Yani o zamana kadar uymakta oldukları, emre, aykırı hareket etmek durumunu ortaya çıkarmıştır.

Halbuki büyük tecrübenin yöneticileri esasında böyle bir durumu herhalde bekliyorlardı. Ve sık sık teftiş ediyorlardı. Yani meydana getirmiş oldukları bu prototip ne dereceye kadar kendiliğinden bir atılım gösterebilecek, zira bu atılımı gösterebilirse, Dünya gezegeninde yeni bir devrenin nesline onları memur etmeleri lazımdı. Sık sık teftişlerinde gerek Ademin, gerekse Havva'nın onlardan saklandıklarını görmüşlerdir. Hiç değilse zamanla Adem ve-Havva çıplaklıklarının farkına varmışlardı. Hatta sonradan yapraklarla örtünmüşlerdir. Halbuki burada artık 'daha aydınlığa çıkış' görülmektedir Adem’le Havva'nın zihinlerinde. 

Yılan Oğullarından alınmış bilgi ile hareket etme zaruretini hissediyorlar. Bazı şeyleri taklide gitmişler ve tabi buna Yahve son derece öfkelenmiştir; ama aslında Yahve ırkının istediği de buydu. Yani bir yerde. Adam ve Havva'nın uyanıklığa doğru geçmesini temin etmişlerdir. Onları Aden bahçesinden hiç bir sebep yokken tutup atmanın imkanı olmadığından bunu bahane ederek (yasaklara karşı gelmek), galaktik kanunlara göre öldürmediler, ama sürüldüler. Bu şekilde Aden Cennetinden kovularak dünya'ya getirilirler.

Dünya Ademi Aden'de yaratılmamıştır.

Başka yerde yapılmış ve sonra Aden'e yerleştirilmiştir. Buradan da kovulduktan sonra yaratıldığı bölgeye tekrar yollanmıştır. Yani alındığı topraktan bu sefer ziraat yapması için onu tekrar oraya (dünyaya) yolluyorlar. Ondan sonra tabii olarak, kendilerinde kısırlık meydana getiren bitkiyi yemedikleri için çoğalma sürdü gitti. Hayvansal dünya bedenlerine

alışmış olan bu beşeri varlıklar, (ki Aden'de bulunur) beşeriyete has hayat şuurunun bir kısmını attılar. Tufan’a sebep olan yozlaşma eğilimine kadar devam ettiler.

Her ne kadar Aden'de iken bir Galaktik Kanunu çiğnemiş iseler de, sürgün cezasıyla, gene de epey yüksek vasıflarla, kendilerine öğretilmiş olan şeylerle yeryüzünde yaşadılar. Bunu belirli bir müddet devam ettirebildiler. Ondan sonra yozlaşma başladı.Tufan olayıyla birinci temizlik hareketi yapıldı. Bugünkü bizler asıl nesille karışmış olan 'melez bir nesiliz. Esasında bu genetik karışımın külli şuuruna da varmaya çalışıyoruz. Dominant olan büyük vasıfları tekrar kendimizde ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Yapmakta olduğumuz bütün beşeri mücadele toplumsal uğraşılar bunun için. Hangi bakımdan ele alırsak alalım, aslında bu büyük (eski) şuurumuza tekrar dönmeye daha doğrusu, büyük genetik karışımdan bize gelen asıl’a dönmeye çalışıyoruz.

Yukarıda bahsettiğimiz Tevrat’ta geçen ‘Tanrı Oğulları’ sözünü ele alarak bir sembolü daha çözmeye çalışalım.

Muhtemeldir ki Hıristiyanlıktaki Baba-Oğul-Ruhülkudüs üçlemesindeki Baba-Oğul münasebeti, yani Tanrı oğlu olma münasebeti, Tanrı Oğullarından(Galaktik Irka mensup) olan Hz. İsa’yı ifade etmiş olabilir. Hz. İsa gerçekten Galaktik Irka mensup Tanrı Oğullarından biriydi. Yoksa anladığımız manada Kadir-i Mutlak’ın oğlu değil. Haşaa..

Bu, belirli fonksiyonlar görebilen bir ırkı ifade etmektedir. Spiritüel vasıfları çok yüksek olan bir ırkı ifade eder. Tanrı Oğlu o ırka mensup kimse demektir. Elohimlerce yaratılan Tanrı Oğulları duru görü hassasına sahiptiler. (Lusit) Saftırlar. Yani beden vibrasyonları bizdeki gibi değişik aşılanmalarla orijinalliğini yitirmiş değildir. Telepatik güçleri vardır. Zaman ve mekana hakim ve eşyayı değiştirebilirler. Bunlara benzer yüksek yeteneklere sahiptirler.

Her nekadar gerçek Galaktik Irk’a mensup olmayan, yani birinci Adem neslinden değil, yerin toprağından meydana getirilmiş bir Adem neslinden gelmiş olmamıza rağmen şu ayeti de nazarı dikkate almak gerekir. “ Sonuncular birinci olacaktır.” Yani bu ikinci Adem soyunun belli bir gelişmeden sonra, şu anda geride görünmesine rağmen ileride muhakkak ki layık olduğu seviyeye ulaşacaktır demektir. Tekamülünün gerektirdiği üst seviyeye çıkacaktır. Sonuncular birinci olacaktır. Şimdiki beşeriyet, mimaride kemerlerde kullanılan kilit taşına benzemektedir. O kadar önemli bir yer işgal etmektedir evrende. Kemerin ayakta durması kilit taşının mevcudiyetine bağlı bulunmaktadır. İşte dünya insanı da bugün büyük galaktik sistem içinde kilit taşı rolündedir. O kilit taşını oraya koyanlar onun önemini biliyorlardı.

Bir yanımız(geliş itibariyle) yıldızlara, öte yanımızda dünyaya yöneliktir. Yani yarımız dünya malı, yarımız uzay malı…

Hepimizde, baştaki bu döllenmeden dolayı bulunan beşeri kişisel çatışmaların kaynağı,en baştaki  sosyal kesişmeden dolayı meydana gelen çift eğilimlerin sonucudur. Başta da biz ırk olarak soy olarak karışık meydana gelmiştik. Eğer gerçekten saf bir ırkı temsil etseydik, hakikaten eğilimlerimiz tek yönlü olurdu. O has ırka has eğilimler içersinde devam eder giderdik. Uzaysal ve dünyasal tesirler içimizde daima çatışma halinde bulunmaktadır. Bu maddecilikle ruhçuluğun çatışması olabildiği gibi, iyilikle kötülüğün, hayırla şerrin vs. vs. çatışmaları da olabilmektedir. İnsanlığın bugünkü çatışmalarının asıl sebebi, kendi ırkının, kendi soyunun saf bir soydan ve ırktan gelmemesindendir; zaten ırk olarak da vasfı çatışma içersinde bulunmadır deniliyor.

Burada şüphesiz, Tufandan sonraki büyük aşılanmaları da nazarı itibara almak lazımdır. Çünkü Atlantis’lere Mu’lara ait soy yeryüzünün diğer kıtalarına da intikal ettirilmiştir. Çünkü onların çoğu Galaktik Irka mensup varlıklardı. Hepsi değilse de büyük yüzdesi o ırka, Avrupa'ya Asya'ya

ve dünyanın diğer kısımlarına intikal etmiştir. Yani yeni bir aşılanma daha olmuştur. Belki ilk önceleri %30 nispetinde olan Galaktik seviye, bu şekilde aşılanmalarla %50 ye çıkarılmıştır. Ve bu arada da pek çok yeni yeni değişiklikler meydana gelmiştir. Ve artık herhalde yeni bir aşılanmaya lüzum yoktur. Bundan sonra yapılacak olanlar bilgi bakımından gelişmek,

hisler bakımından gelişmektir. Bunlar geliştiği zaman Galaktik, ırktaki büyük modele daha uygun bir duruma girmiş olacağız. Dünya insanı bugün, Kaliyuga dediğimiz, Demir Çağı'nın sonlarındadır. Kaba, sert, vurucu-kırıcı Titanlar devrinin içinde bulunmaktayız. Bunların haricinde birşey hemen hemen görememekteyiz. Hayat bugün baskı, korku, istismar, ile sürdürülmektedir. Yani bugün dünyada “kurt kanunları” caridir. Demir devrinin özelikleridir.

Bundan sonraki devir, herkesin daha doğrusu bir çoğunun özlemin çektiği Altın Çağı’dır…





MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...