CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

Türklük yüce bir ruhtur.. Papa Eftim bunun somut örneğidir.

[Editörün notu: Ebedi olan ruhtur. 
Dinler -ki maddi ilişkileri düzenler- dahil herşey gelip geçicidir ve maddeye aittir.

Türklük, dinler kullanılarak ruhsuz bir ceset demek olan bedene tıkılmak ve kısırlaştırılmak istenmiştir. Göreceğiniz üzere Mübadeleler de bunun bir kanıtıdır.  ]




BÜYÜK TÜRK PAPA EFTİM


" Papa Eftim bu memlekete bir ordu kadar hizmet etmiştir. " 
-Mustafa Kemal Atatürk


"Ben, her zaman her yerde Türk olduğumu beyan ettim. Bir yabancı Türk dostu olabilir. Fakat benim gibi halis bir Türk’ün, bir yabancı Türk dostu gibi gösterilmesinden incinmemek ve teessüf duymamak mümkün değildir. Bana Türk demeyip Türk dostu diyenleri hiçbir şekilde affedemem! Biz hristiyan Türkler de, bütün milletimizle beraber milli istiklalimize kavuştuk ve şimdi övünüyoruz. Ne mutlu Türk’üm diyene."
- Papa Eftim



Kayseri'deki kongreye katılan Hıristiyan Türk çevreleri Milli Mücadelede Atatürk ve arkadaşlarının yanında yer alırlar, gerekli desteği verirler. Türk Hıristiyan Ortodoksların önderi Baba (Papa) Eftim'e, Kurtuluş Savaşına verdiği destekten ötürü bizzat M. Kemal Atatürk tarafından İstiklal Madalyası verilir. 


Büyük Taarruzdan önce Ankara'da ilk toplanan TBMM bahçesinde, Atatürk'ün de hazır bulunduğu bir miting sırasında halka seslenen Papa Eftim, İncil'den bir pasaj okur: 

"Düşmanlarımızın herşeyi var, ancak bizim silah ve cephanemiz yok. Fakat göğsümüzde imanımız var, mutlaka kazanacağız. Yaşasın muzaffer Türk Ordusu!


Bağımsız Türk Ortodoks Patriği Selçuk Erenerol'un babası olan Papa Eftim, Kurtuluş Savaşına verdiği destekten sonra Atatürk'ün şu sözlerine mazhar oldu: "Baba Eftim, bu memlekete bir ordu kadar hizmet etmiştir."

Sivas'ta tanışma imkanı bulan Mustafa Kemal, Selçuk Erenerol'a göre 1924 yılında Papa Eftim'den Fener Rum Patrikhanesinin başına geçmesini istiyor. Cemaatin halen dini lideri görevini yürüten Selçuk Erenerol, babasının Atatürk ve arkadaşlarının bu teklifini, "Benden üstün dini ruhbanlar dururken, benim o makamı doldurmam mümkün değil" diyerek geri çevirdiğini söylüyor. Ancak Papa Eftim, Atatürk ve arkadaşlarına Yunanistan'ın göndereceği patriğin özelliklerinin ne olması gerektiği konusunda 11 maddelik bir rapor veriyor. Papa Eftim'in, patrik için birinci şart olarak Yunanistan'da kral taraftarı olması gerektiğini ileri sürmesi dikkat çekiyor. O dönemde Kral taraftarı din adamlarının Yunan Hükümetinden farklı görüşlere sahip olduğu biliniyor. Papa Eftim'in, atanacak patriğin Yunan Hükümetinin kirli emellerine alet olmaması için böyle bir istekte bulunduğu tahmin ediliyor.

Lozan antlaşması sonrası, Atatürk'ün özel izni ile mübadeleden ayrı tutulan Papa Eftim ve 50 kişiyi bulan yakınları önce Ankara'ya getirildiler. Ardından İstanbul'a götürülerek Karaköy yakınlarına yerleştirildiler. 

1964 yılına gelindiğinde Anadolu'da Türk kökenli Ortodoks kalmamıştı. Ancak mübadeleden uzak tutulan İstanbul'da Türk kökenli Ortodoksların sayısı azımsanmayacak kadar fazlaydı. Üstelik bu insanların büyük bölümü ticaret ve sanatta Müslüman Türklerle kıyaslandığında çok daha zengin durumdaydı.

Yunanistan ve yerli işbirlikçileri Kıbrıs'ta kanlı olayları başlatınca dönemin başbakanı İsmet İnönü, Yunanistan'a iyi bir ders olur niyetiyle İstanbul'daki Rumların sınırdışı edilmesini gündeme getirdi. Papa Eftim İsmet Paşa ile Taşlık'taki evinde görüşerek ikinci bir Lozan faciasının yaşanmamasını istedi. 

İsmet Paşa ile Papa Eftim arasında sert tartışmaların yaşandığı da biliniyor. Ancak İsmet Paşa kararlıydı. Tıpkı Lozan'da olduğu gibi 1964 yılında da insanların kökenine bakılmaksızın, din unsuru dikkate alınıp yaklaşık 70 bin kişi sınırdışı edildi. Selçuk Erenerol'a göre bu rakam 86 bin olup 1520 bini hariç hepsi Türk'tü. Ağırlık kazanan rakam ise 50 bin. Mübadeledeki gibi toplu halde trenlere bindirme değil, tek tek toplayıp sınırdışı etme vardı bu defa.

Papa Eftim Türkiye lehine yaptığı çalışmalardan sonra Yunanistan'da istenmeyen adam ilan edilmişti artık. İstanbul'daki diğer Hıristiyan cemaatlerin aksine Türk Ortodoks Kilisesi mensuplarının Yunanistan'la ilişkileri bugüne kadar düzelmedi. Selçuk Erenerol, babasına Kurtuluş Savaşı sırasında Yunanistan'ın yanında yer alması için çok büyük baskılar yapıldığını söylüyor: "Eğer babam Yunanistan'ın istediğini yapmış olsaydı, bugün Atina'da heykeli dikilmiş olacaktı."

.
.

18 MART ÇANAKKALE ZAFERİ ve ŞEHİTLERİ ANMA GÜNÜ






18 Mart Çanakkale Zaferi büyük bir kahramanlık destanı... 18 Mart Çanakkale Zaferi’nin bu yıl 105. yıl dönümü ve birçok kişi Çanakkale ile ilgili şiirleri sözleri araştırıyor. 18 Mart'ta Gelibolu’da büyük bir kahramanlıkla kazanılan zafer, sadece Türklerin değil bütün dünyanın hayatını değiştirdi. 18 Mart Çanakkale Zaferi kutlu olsun !

18 Mart Çanakkale Zaferi, Mustafa Kemal Atatürk’ün askerlerine “Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler gelir, başka komutanlar hâkim olabilir.” dediği unutulmaz zaferdir. İşte 18 Mart Çanakkale Zaferi hakkında bilinmesi gerekenler...

ÇANAKKALE ZAFERİ MESAJLARI VE SÖZLERİ

* Benimle beraber burada muharebe eden bütün askerler kesin olarak bilmelidir ki bize verilen namus görevini eksiksiz yapmak için bir adım geri gitmek yoktur. Uyku, dinlenme aramanın, bu dinlen­meden yalnız bizim değil, bütün milletimizin sonsuza kadar mahrum kalmasına sebep olacağını hepinize hatırlatırım. (Mustafa Kemal Atatürk)

* Çanakkale Zaferi, Türk askerinin ruh kudretini gösteren şayanı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muhare­belerini kazandıran bu yüksek ruhtur. (Mustafa

Kemal Atatürk)

* Harpte iki meş'um (uğursuz) şey vardır. Bunlardan biri taş duva­ra körükörüne yüklenmek, diğeri kuvvetleri birtakım ayrı ve bağlan­tısız harekata dağıtıp körletmektir. Biz bu iki ahmaklığı yapmanın tehlikesiyle karşı karşıyayız. (İngiliz Başbakanı Asquith)

* Ordunun yardımı olmaksızın Filo'nun başarı sağlayabileceği ümidine kapılmıştım; fakat şimdi bu işte müşterek bir harekatın zo­runlu olduğunu anlıyorum. (Churchill)

* Türkler, Çanakkale'yi zorlayan çağının en ileri tekniğine sahip güçler karşısına adeta bir kale gibi dikilmişlerdir. (Churchill)

* Bu Türk kıtaatının cesaret, metanet ve se'bat cihetiyle takdir ve senaya liyakati, her şüphenin fevkinde bulunmuştur. Donanmasının ateşiyle de, en müessir surette muavenet gören pek cesur bir düşman taarruzlarına karşı sayısız muharebelerde bu kıtaat mevkilerini muhafaza etmişlerdir. (Alman Generali Uman von Sanders),,

* Avrupa'da hiçbir asker yoktur ki, bu ifadenin altını çiziyorum, * Türklerle mukayese edilebilsin. Almanların müdafaada gayet iyi oldukları kabul olunabilir. Fakat siperlerde onlar dahi Türklerle kıyas edilemez. Misal olarak Gelibolu'yu zikretmek isterim. Orada bizim gemi ateşlerimizle büyük zayiata uğrayan kıtalar, Türk olmasalardı. Yerlerinde kalamaz ve derhal değiştirilirlerdi. Halbuki, Türkler, bütün muharebe müddetince yerlerinde kaldılar. (General Tawshend)

* Çanakkale Boğazı'ndaki Türkler ve Almanlar da 18 Mart'ı aralık­sız takip eden sessiz günler, şaşkınlık ve sonra da, büyük bir sevinç uyandırdı. Moral, son derece yüksekti. Kaleler ve tabyalardaki ha­sar da kolaylıkla giderilmiş olmakla beraber, ağır bataryaların cep­hane durumu-ciddiyetini koruyordu. (Robert Rhodes James)

* Çanakkale müdafaası, üç mucizeler muharebesidir. Hali kurtar­dı; maziye hamaset ve

azametini iade etti; vatanımızı bir vatanı ebedi yaptı. (Sami Paşazade Sezai)

* Zafer, “zafer benimdir” diyebilenindir,

* Hiçbir zafere çiçekli yollardan gidilmez.

* Zaferin büyüklüğü, savaşın çetinliği ile ölçülür.

* Zafer, barışın en kısa yoludur.

18 MART’TA NELER OLDU?

İtilaf Devletleri’nin İstanbul’u da alarak İstanbul ve Çanakkale Boğazları’nın kontrolünü ele geçirmek istemesi üzerine ilk hedef Çanakkale Boğazı olmuştur. Ancak saldırıları başarısız olmuş ve geri çekilmek zorunda kalmışlardır.

1) Dünya tarihini değiştiren bir savunma
Çanakkale’de Türklerin kazandığı zafer, İngiliz ve Fransızların müttefikleri olan Rus Çarlığı’na yardım götürememisine neden olmuştur. Böylece Lenin önderliğindeki Bolşevikler devrim yapmış ve Rusya’daki monarşiyi yıkmışlardır. Kurulan Sovetler Birliği savaştan çıkmış ve 1991’e kadar süren bir soğuk savaşın da adımları atılmış oldu.

2) Milli mücadeleye yardım etti
Zafer kazanılmış ama savaş kaybedilmişti. Başkent İstanbul’da İngiliz ve Fransız gemileri demirlemiş, Osmanlı topraklarını paylaşıyorlardı. Ama Çanakkale’de ünü her yere yayılan Mustafa Kemal, bu zaferdeki büyük payı sayesinde duyulmamış olsaydı, 1919 yılının 19 Mayıs’ında Samsun’a çıktığında sonradan Kurtuluş Savaşı’na dönüşecek milli mücadele için bu kadar insanı yanına çekemeyebilirdi.

3) Savaşın düşman yaratmayacağını gösterdi

İngiltere sömürgesi olan Avustralya ve Yeni Zelanda, ANZAC(Australian and New Zealand Army Corps) adındaki birlikleriyle Çanakkale’ye gelmişler, belki de hiç görmedikleri İngiltere ve onun kralı için canlarını vermişlerdi. Savaşların milletlerin değil kişilerin işi olduğunu bilen Atatürk ise, savaşta hayatını kaybeden Anzak askerlerine ve annelerine hitaben söylediği “Onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra bizim de evlatlarımız olmuşlardır.” sözleriyle dünyaya bir kere daha örnek olmuştur.

4) 3 büyükler tek yürek oldu
Türkiye’nin en köklü 3 spor klübü olan Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın sporcuları, Çanakkale’de kazanılan zaferde pay sahibidir. Resmi kayıtlara göre 3 büyüklerde o zamanlarda sporcu olan 30 oyuncu(Galatasaray 23, Fenerbahçe 5, Beşiktaş 2) farklı cephelerde şehit olmuştur. Cephede savaştıktan sonra saatlerce yol gidip İstanbul’da maç yapmaya gelip, maç sonunda tekrar cepheye dönen futbolcuların hikayeleri ise kitaplara konu olmuştur.

5) Yarım milyon insan hayatını kaybetti

Kocaman bir dünya savaşının sadece bir cephesi olsa da, Çanakkale hem kazanan hem de kaybeden için pahalıya mal oldu. 490.000’e yakın askerle gelen işgalci kuvvetler, 
300.000’den fazla kayıp verdi. Buna karşılık Osmanlı tarafının 315.000 askerinin 250.000 tanesi ana yurdunu korurken şehit oldu. O tarihe kadar eşi görülmemiş bir cephe olan
Çanakkale, sonucunda toplamda yarım milyondan fazla insan genç yaşta hayatını kaybetti.

6) Ateşkes zamanı
Aylarca süren savaşta, karşılıklı siperlerden birbirlerini yenmeye çalışan iki taraf, bazen ateşkes yapıyordu. Dakikalar önce birbirini öldürmek için karşılıklı ateş eden askerler, ateşkes olduğunda birlikte çalışıp hayatını kaybeden arkadaşlarını gömüyorlardı. Bu da, savaşın dramatik yönünü gözler önüne seren olaylardan birisidir.

7) Hayat o yıl durmuştu
1915 yılında mektepler mezun vermedi, kimse evlenmedi, kimse kendini düşünemedi. Bütün dünya birbirine karşı savaşıyordu ve bu savaşta herkese ihtiyaç vardı. Bunun en büyük örneklerinden birisi ise Tıbbiye’nin 1915 yılında eğitimine 1 yıllık ara vermesidir. Genç yaşlı dinlemeden insanlar savaşa giderken, 1915 yılında hayat durmuştu. Tıbbiyelisinden, mülkiyelisine, müderrisinden dervişine aydın ve eğitimli bir sınıfın da cepheye gönüllü olarak müdahil olmuştu.


Çanakkale, Türk ulusunun bağımsızlık ve hürriyetinin simgesi olmuştur. Her siperde ayrı destan yazan askerlerimiz, bu zaferin sonunda ‘Çanakkale Geçilmez!’ sözünü tarihe yazdırmıştır. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün komutasındaki Türk ordusu, canı pahasına savaşmış ve destan yazmıştır.

”Çanakkale Zaferi, Türk askerinin ruh kudretini gösteren şayanı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebelerini kazandıran bu yüksek ruhtur.” (M.Kemal Atatürk)


Alıntı: Sözcü

.


Hatay, Türk yurdunun ve Türk milletinin bir parçasıdır | Atatürk ve Hatay


Tarihin akışı içinde Mustafa Kemal’i en çok meşgul eden iki sorun hep dikkati çekmiştir: Biri Türk Milletinin geleceği, öteki Türk yurdu. Atatürk’ün yaşam boyu mücadelelerinin temelinde bu iki konu yatmaktadır. Mustafa Kemal, daha çocuk yaştan itibaren, erişilmez vatan ve yurt sevgisinin heyecanı ile yaşamıştır. Çok iyi tarih ve coğrafya bilgisini, her zaman, akıl ve deneyin emrindeki mantığı ile birleştirmiş ve başarıların en yücesine ulaşmıştır. Bu ise, O’ndaki üstün jeopolitik düşünceyi gösterir. İleri görüşlü bir hesap adamıdır. Olaylara çok geniş bir açıdan bakar. Yorumlarında isabet ve kesinlik vardır. Kararları çok esaslı temellere dayanır. Sürekli okur, yapacağı işe başlamadan önce, amacını

çok iyi belirler. Engel karşısında ne durur ne de geriler. İnsan takatını aşan olaylar ve durumlar karşısında bile, yılgınlığa düşmez. Onları, kendine özgü yöntem ve irade ile, hızla aşmak için büyük bir kararlılık gösterir. Zaman, sanki avucunun içindedir.

Olayları, olmadan önce görür ve onları kendi lehine çevirmekte eşsiz bir dehaya sahiptir. Bu düşüncelerin ışığında, Hatay sorununu araştırdığımızda; Atatürk’ün mutlu sonuca bir takım mücadelelerden sonra ulaştığını görmekteyiz. Açıklamayı kolaylaştırmak için, bu mücadelelerin beş ayrı evrede geliştiğini söyleyebiliriz:

Birinci Dönem            : 1905’ten 1917’ye kadarki devre,
İkinci Dönem             :  Mondros Mütarekesi’nden Millî Mücadele’ye kadarki devre,
Üçüncü Dönem          :  Misak-ı Millî,
Dördüncü Dönem      :  Lozan,
Beşinci Dönem          :  Cumhuriyet dönemi.
Bu bölümleme, Hatay sorununun Atatürk’ün hayatındaki nirengi noktalarıdır.


Birinci Dönem:    1905’ten 1917’ye Atatürk ve Yaşamı

“... Bizim için hayat yeni başlıyor”1 diyen Mustafa Kemal, İstanbul’dan bir vapurla Beyrut’a hareket eder. Oradan Şam’a geçer. Kurmay yüzbaşı rütbesiyle oradaki orduya tayin edilmiştir, daha doğrusu sürgündür.

            Koca Osmanlı İmparatorluğu’nun düşman devletler tarafından parçalanacağını gün gibi görmektedir. O’na göre çökmek, çökertilmek üzere olan İmparatorluğun “Osmanlıcılık politikası” ile ayakta tutulması da mümkün görünmemektedir. Fransız İhtilâli’ni çok iyi okumuştur. Sebepleri ve sonuçları birbirine çok iyi bağlamıştır. İhtilâlin, tüm dünyaya neler getirdiğini çok iyi bilmektedir. Bu İhtilâlin yer yüzünde estirdiği milliyetçilik( Ulusalcılık) rüzgârının kısa sürede kasırgaya dönüşeceğinden emindir. Mustafa Kemal’e göre, bu hızlı ve etkili akımı görmemek, bilmemek ve anlamamak, dünyadan habersiz yaşamaktır.

Milletin ve memleketin geleceği için çareler aramakta ve düşünmektedir. Çıkar yolun ancak ihtilâl olabileceği kanısına varmıştır. Arkadaşlarıyla görüşerek bu amaç için “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti” ni kurar. Daha Şam’a gelmeden önce İstanbul’da: “Bu iş için en müsait iklim Makedonya”2 demişti. Bu görüşle, gizlice Selânik’e gider. “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti”ni, Selanik’te de kurar. Selanik dönüşü, Şam’a topçu stajına gitmeden önce, Beyrut’ta görüştüğü arkadaşlarına: “... Dava, yıkılmak üzere bulunan bir İmparatorluk’tan, önce bir Türk Devleti çıkarmaktır”3 der. Bir süre sonra da Selanik’teki orduya tayin edilir. Kurduğu Vatan ve Hürriyet Cemiyeti, “İttihat ve Terakki Cemiyeti” ile birleşmiş ve bu birleşmeden“Terakki ve İttihat Cemiyeti” doğmuştur.

Aslında İttihat ve Terakki Cemiyeti ileri gelenleri, bir ihtilâli düşünmemişler. Sadece, meşrutiyetin ilânını amaç edinmişlerdir. Çabalarını da bu nokta üzerinde toplamışlardır. Oysa Mustafa Kemal, çeşitli vesilelerle arkadaşlarına bu işin ancak ihtilâl ile gerçekleşebileceğini söylemiş ve bunu telkine çalışmıştır. Nitekim: “... Meşrutiyet, köhneleşmiş ve gelişim ve görkemini kaybetmiş olan Osmanlı İmparatorluğu’nun üzerine değil, Türk çoğunluğunun yaşadığı kısım üzerine oturtulmalıdır. Düşmanlarının, yani büyük devletlerin yapacağı bir tasfiye yerine, İhtilâl İdaresi, kendi başına bir Türk Devleti kurmalıdır” der. Kurulmasını düşündüğü Türk Devleti’nin hudutlarını da şu şekilde belirler: “... Batı ve Doğu Trakya bizde kalmalı... Edirne vilâyeti hududu, kuzeye, Bulgaristan içlerine doğru genişlemeli... Arnavutluk bağımsız olmalı... Anadolu kıyılarına yakın olan adalar, bizde kalmalı... Güneyde Hatay, Halep, Musul bizim olmalı... Geri kalan yerler, Araplara terk edilmelidir.” 4 Görüldüğü gibi Mustafa Kemal, daha 1905 yılında, Hatay’ın tarih ve coğrafya olarak Türk bölgesi olduğunu belirliyor ve bunu savunuyor. Böylece halkının da Türk olduğunu apaçık gösteriyordu.

Güney Cephesinde, Yedinci Ordu Kumandanı bulunduğu zaman, 1917 yılında, Osmanlı Orduları Genel Karargâhı’na verdiği ünlü rapor, bugün de ibretle okunmaya değerdir. Birinci Dünya Savaşı’nın yenilgiyle sona ereceği, O’na gün gibi açıktır. Bu nedenledir ki, o ünlü raporunda Mustafa Kemal Paşa: “... Askerî siyasetimiz, bir savunma siyaseti ve elimizde bulunan kuvvetleri ve bir tek askeri son ana kadar saklamak siyaseti olmalıdır. Bu siyaset ülke dışında bir tek Osmanlı askerinin kalmasına tahammül gösteremez”5 demektedir.

Daha 1905 yılları sonunda arkadaşlarına teklif ettiği temel düşüncesi “Büyük kısmı Türk olan bölgeler üzerine oturtulacak Türk Devleti” dir. Bütün mesele tarih olarak coğrafya olarak, Anadolu’nun bütünlüğü içerisindeki toprakların, kurulacak devletin sınırları içinde bulunmasıdır. Türk’ün hiçbir sebep ve bahane ile asla bölünmemesidir. Nitekim 26-28 Ekim tarihleri arasında Antep’e gitmekte olan Ali Cenanî Bey’e: “... Teşkilât yapın. Millî bir kuvvet meydana getirin. Kendinizi savunun. Ben istediğiniz silâhı veririm”6 der.


İkinci Dönem: Mondros Mütarekesi’nden Milli Mücadele’ye

Bilindiği gibi, Almanya ve müttefiklerinin yenilmesiyle, Birinci Dünya Savaşı sona ermişti. Osmanlı Devleti de, 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarakesi’ni imzalayarak, imparatorluğun paylaşılmasını kabullenmişti. Bu noktadan itibaren olaylar şöyle gelişmiştir: Mustafa Kemal Paşa, daha önce İstanbul’da bulunduğu sırada, 18 Ağustos 1918’de, Harbiye Nazırı Enver Paşa ile bir görüşme yapar. Bu görüşmede Enver Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın: “... Orduların Arap topraklarını bırakarak geri çekilmesi...”7 yolundaki teklifini reddeder, ama aksine olayların akışında görüldüğü gibi, Başkumandanlık Karargâhı, askerî gücün yok olması pahasına, hâlâ Arap topraklarının savunulmasında diretmektedir. Nihayet, düşman baskısı karşısında ordu Halep’e çekilir. Mustafa Kemal Paşa, Halep’i sokak muharebeleri yaparak terk eder. Orduyu Halep’in kuzeyindeki El Hüsniye - Helan hattına çeker. Birlikler son olarak, İskenderun - Belah - Dircemal - Tefrifat hattını korumuşlardır. 28 Ekim’de ise Antakya “Hatay”, bu hattın içindedir.9 30 Ekimde imzalanan Mondros Mütarekesi anlaşmasında bu husus, Hatay’ın geleceği bakımından son derece önemli bir tarihtir.

31 Ekim 1918’de Yıldırım Orduları Grubu Kumandanı olan Alman generali Liman Von Sanders: “Yıldırım Orduları Grubu’nun emir ve kumandasını, bugünden itibaren, iftiharlarla dolu, birçok muharebelerde kendini göstermiş bulunan Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne bırakıyorum”10 diyerek, emir ve kumandayı devreder. Yapılan toplantıda ise Alman Generalinin: “Yenildik, bizim için her şey bitti artık” demesi üzerine Mustafa Kemal Paşa: “Savaş müttefiklerimiz için bitmiş olabilir. Ama bizi ilgilendiren savaş, kendi istiklâlimizin savaşı, ancak şimdi başlıyor”11 der.

Bir yandan, Mondros Mütarekesi Murahhas Heyeti Başkanı, rahmetli Rauf Orbay, gazetecilere: “... Yaptığımız mütareke, umudumuzun üstündedir. Devletin bağımsızlığı, Saltanat’ın hukuku, milletin onuru, tümüyle kurtarılmıştır”12 derken öte yandan, Mondros Mütarekesi’nin tam metnini 3 Kasım günü alan Mustafa Kemal Paşa: “Bu Mütareke’yi baştan nihayete kadar tetkik ettikten sonra bende beliren kanaat şu idi: Büyük Osmanlı Devleti, bu mütarekename ile kendini kayıtsız, şartsız düşmanlara teslim etmeye muvafakat etmiştir. Yalnız muvafakat etmiş değil, düşmanların memleketi istilâsı için ona yardımcı olmayı da vadetmiştir.” “... Ben yapılan mütarekenin sakatlığını gördüm. Bu sakat noktaların düzeltilmesine çalışmak lüzumuna inanarak ilgili makamlara söyledim. Bu mütarekename, olduğu gibi tatbik edildiği halde, ülkenin baştan sonuna kadar işgal ve istilâya maruz kalacağı kanaatini ileri sürdüm”13 der. Böylece, yeniden mücadeleye başlar.

3 Kasım 1918 günü Adana’dan Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’ya, Mondros Mütarekesi’nin bazı hükümlerinin açıklanması için bir şifre telgraf çeker. Bunda: “... Toros tünellerinin müttefikler tarafından işgali hakkındaki maddenin tavzihi lâzımdır. Toros tünelleri denilen tüneller, en son açılan iki tüneldir. İşgal edilecek yalnız bunlar mıdır? İşgalin mahiyeti o kısımdaki hattın işletilmesine de şamil midir? Yoksa muhafaza tertibatından mı ibaret kalacaktır? Büsbütün ayrı bir gurup teşkil eden Amanos tünelleri bu meyanda mıdır? Toros tünellerini tutacak kuvve-i işgaliye miktarı nedir ve nereden gelecektir” soruları sorulmakta; “Suriye hududunu, Suriye vilâyetimiz şimal hududu saymakla beraber bu hususta başkaca bir noktai nazar ve karar varsa bildirilmesi”, “... Kadroları en genç efrattan doldurulmak üzere kuvvetli bir fırka teşkili ve jandarmanın takviyesi” ile “Fazla mevat ve malzeme-i askeriyenin Toros şimaline nakli ve hiçbir suretle tahribata meydan vermeyecek tedbirler” 14 de istenmektedir.

Böylece Mustafa Kemal, Alman Generaline de söylediği gibi, kurmayı düşündüğü Türk Devleti’nin mücadelesi hazırlığına geçmiştir. Hatay da bu mücadelenin alanı içindedir; çünkü Türk’tür. Tarihi ile Türk’tür; coğrafyası ile Türk’tür; insanı, âdet ve ananeleriyle de Türk’tür.

Mustafa Kemal’in Sadaretle bu yazışmaları uzar gider; çünkü O, yurt ve millet meselelerinde çok hassastır; asla taviz vermez. 5 Kasımda ise Başkumandanlık Erkânı Harbiyesine: “... İngilizlerin birkaç günden beri İskenderun’a asker çıkarmaktan ve Halep’te milyonlarca erzak mevcut iken, oradaki kuvvetlerini iaşe için erzak iddiharından bahsetmeleri de İskenderun’un Kilikya mıntıkasını gösteren haritada Suriye ve Kilikya hududları üzerinde bulunuşundandır”15 şifre telgrafı çeker.

Mustafa Kemal Paşa, bir yandan uyanlarına devam ederken, öte yandan direnme düşünceleri ve tedbirleri üzerinde durmaktadır. Nitekim 5 Kasımda, General Ali Fuat Cebesoy’u Katma’dan Adana’ya çağırır; kendisine: “... Artık milletin bundan sonra kendi haklarını kendisinin araması ve müdafaa etmesi, bizlerin de mümkün olduğu kadar bu yolu göstermemiz ve ordu ile beraber yardım etmemiz lâzımdır”16 diyerek mücadeleyi teklif eder.

Bu arada Sadaret, İngilizlerin isteğinin yerine getirilmesinde ısrarlıdır. Hatta, İngiliz murahhasının mütarekede gösterdiği centilmenlikten söz edilmektedir. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, Başkumandanlık Makamı’na, 6 Kasım tarihini taşıyan şu telgrafı çeker: “... Maksat Halep’teki İngiliz ordusunu iaşe etmek olmayıp İskenderun’u işgal; İskenderun - Kırıkhan - Katma yolu ile hareket ederek, Antakya – Dircemal - Ahterin hattında bulunan 7’inci Ordu’nun çekilme hattını keserek ve bu orduyu, 6’ıncı Ordu’ya Musul’da yaptığı gibi teslim olmaktan kaçınılamayacak bir duruma sokmaktır...”, “... İngiliz murahhasının centilmenliğini ve buna mukabil bu tarzda cemile ibrazını idrak ve takdir nezaketinden uzak bulunduğumu arzederim...”, “... İskenderun’a her ne sebep ve bahane ile asker çıkarılmasına teşebbüs edecek İngilizlere ateşle karşı konulmasının ... emri verildiği...”, “... İngilizlerin iğfalkâr muamele, teklif ve hareketlerini İngilizlerden ziyade muhik ve nazik gösterecek ve buna mukabil cemile ibrazını mutazammın olacak emirleri hüsnü tatbike yaradılışım müsait olmadığından yerime tayin buyuracağınız zatın süratle gönderilmesini istirham ederim.”17

Nihayet 8 Kasımda, Sadrazam izzet Paşa, İskenderun’u tehdit eden İngiliz işgali karşısında, Mustafa Kemal Paşa’nın telgrafına: “... Müracaat vukuunda şehrin tahliye ve teslim olunması hususunda icap edenlere tebligat yapılması lâzımdır. Gevşeklik göstermemek şartıyla bu aczimizin göz önünde bulundurulması ve söz ve hareketlerinizin buna uydurulması memleket selâmeti için elzemdir” biçiminde karşılık verir. Bu teli Mustafa Kemal Paşa: “... Aciz ve zafımızın derecesini pek iyi bilirim. Bununla beraber devletin yapmaya mecbur olduğu fedakârlığın derecesini de tayin ve tahdit etmek lâzım geleceği kanaatini muhafaza ederim. Yoksa Almanya ile müttefikan sonuna kadar harbe devam etmek halinde, büsbütün hezimete uğranılacağından İngilizlerin elde edebilecekleri neticeyi onlara kendi yardımımızla bahşetmek tarihte Osmanlılık için, bilhassa bugünkü hükümetimiz için kara bir sahife vücuda getirir... Bilhassa, zat-ı Sâmilerince yakinen malûm bulunmuştur ki, münakaşa mahiyetinde telâkkisine temayül buyurulmamasını hasseten rica ederim. Acizleri her ne hal ve vaziyette bulunursam bulunayım doğru olduğuna kani bulunduğum ve icap edenlere arz ve iblağını memleketin selâmeti icabı kabul ettiğim görüşlerime tâbi olmaktan nefsimi men etmeğe kadir değilim”18 sözleriyle cevaplar.

Bu olaylarda ve yazışmalarda da görüldüğü gibi, Mustafa Kemal Paşa Türklerin çoğunlukta bulunduğu bölgeler üzerinde son derece hassas, cüretkâr ve kendisini feda edebilecek kadar da fedakârdır. Sorumlu bulunduğu görevlerde, yurt parçaları üzerinde, hakkın esas olduğunu kabul ederek direnir. Türk’e ve Türk yurduna karşı kendisini en ağır yükümlülükle karşı karşıya sayar.


Üçüncü Dönem: Misak-I Millî

Bilindiği üzere, 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Paşa Samsun’a çıkar. “Ya istiklâl, ya ölüm!” diyerek Millî Mücadele’yi başlatır. “... Milleti, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” ifadesinin yer aldığı Amasya Tamimi ile de, işin ciddiyetini dünyaya duyurur. Erzurum Kongresi ise, bu konuda ilk adımdır. Doğu illerimizin temsilcilerinden oluşan Erzurum Kongresi’nde: “Türk vatanının bölünmez bir bütün olduğu, doğunun da bu bütünün bir parçası bulunduğu kabul edilir.”19


Sivas Kongresi ile milletin ve memleketin bütünlüğü, Millî Mücadele’mizin asaleti dünyaya ilân edilir. Sivas Kongresi Beyannamesi’ nin ilk maddesiyle de: “1. Madde - 30 Ekim 1918 tarihindeki hududumuz dahilinde kalan vatan parçasını bir bütün ve bu vatanda yaşayan İslâm vatandaşların bölünmez bir bütün olduğu musarrahtır”20 diyerek Misak-ı Millî belirlenir. Daha önce de üzerinde durduğumuz 28 Ekim 1918’de İskenderun Sancağı - ki Hatay ve mülhakatı- hudutlarımız içindeydi. Bölgede yaşayanlar Türktü; Hatay da bir Türk yurduydu.

Akıp giden zaman içinde gelişen olaylarla Misak-ı Millî güçlenerek hedefine yürümüştür. Nitekim 16 Mart 1921’de Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile Rusya arasında imzalanan Moskova Antlaşması’yla Sovyetler şunu kabul etmişlerdir: “Türkiye sözü ile, 28 Ocak 1920 günü, İstanbul’da toplanan Meclis-i Mebusan tarafından düzenlenip bütün devletlere ve basına bildirilen Misak-ı Millî’nin kapsadığı topraklar anlaşılmaktadır. Böylece Misak-ı Millî, uluslararası bir anlaşma metnine somut olarak girmiştir.” 21

Ayrıca 20 Ekim 1921 ‘de, Fransa ile imzalanan, Ankara Antlaşması’nın 6’ıncı maddesinde Misak-ı Millî’nin tanındığını belirtir bir ifade bulunmaktadır. 22 Bu ifadeye göre İskenderun, Suriye sınırları içerisinde kalacak; burada özel bir idare kurulup, Türk millî kültürünü geliştirmek için her türlü kolaylıktan faydalanılacaktır. Resmî dil Türkçe olacaktır. Fransa’nın Anadolu’dan çekilip Suriye’de kalmasına rağmen, İskenderun için kabul edilen millî kültür şartları, Misak-ı Millî’nin tanınmasından başka bir şey değildir.23 Mustafa Kemal Paşa ise, on Ocak 1922’de: “... Türk barış şartları Misak-ı Millî’nin ilân günü olan, 28 Ocak 1920 tarihinden beri cihana malûmdur”24 der.

Mustafa Kemal Paşa, İzmir’in kurtarılmasından sonra da, konuştuğu Fransız generali Pelle’ye: “... Misak-ı Millî’de anılan yerleri almadan yapamam. Fazlasını işgal etmeyeceğim”25 diyordu.

Bu konudaki örnekleri daha da çoğaltmak mümkündür. Biz, Mustafa Kemal Paşa’nın, son olarak Amerikalı gazeteci Issac F. Marcosson ile yaptığı şu görüşmeyi alacağız. Bu görüşmede Mustafa Kemal Paşa der ki: “... Birleşik Devletler’in ideali, bizim de idealimizdir. Büyük Millet Meclisi’nin 1920 Ocağında ilân ettiği Millî Misak’ımız, sizin Bağımsızlık Beyannamenize çok benzer. O sadece, Türk ülkesinin istilâdan kurtulmasını ve kendi kaderine hakim olmasını ister... O halkımızın Misakı, Anayasası’dır. Ve her ne pahasına olursa olsun bu Misakı korumaya kararlıyız.”26 Böylece Mustafa Kemal Paşa, Hatay’ın millî hudutlar içerisinde bulunduğunu bir kez daha ilmin ışığında, aklın kılavuzluğunda ve hakkın ölmezliğinde cesaretle savunur; açıkça dünyaya ilân eder.


Dördüncü Dönem: Lozan

1921 yılında, Hariciye Vekili Bekir Sami Bey, Fransa’da bulunduğu sırada, Fransız Başbakanı Briand ile bir anlaşma imzalar. Bunun 6. maddesi: “İskenderun ve Antakya bölgesinde Türk unsuru fazla olduğundan Fransa, burada hususî bir rejim takip edecek, Türk kültürünün inkişafına mani olmayacağı gibi resmî dil de Türkçe olacak.” Bu madde, Ankara İtilâfnamesi’nde hemen hemen aynen kabul edilmiştir.27 En önemli madde budur. Hatay’ın kurtarılması, bu maddeye dayanılarak sağlanmıştır.

20 Ekim 1921 ‘de Franklin Bouillon ile imzalanan Ankara İtilâfnamesi, dört ay önce Bekir Sami Bey’in yaptığı anlaşmanın, hemen hemen aynısıdır. Lozan’da uzun tartışmalardan sonra, yine bu madde olduğu gibi kalmıştır. Çok iyi hatırlanacağı üzere Mondros Mütarekesi hükümleri, birkaç gün içinde çiğnenmeye başlanmıştı. İskenderun Sancağı, Suriye’den Anadolu’ya ilerleyen Fransızlar tarafından işgal edildi. Böylece, birçok yerde olduğu gibi, Hatay’da da bir Millî Mücadele cephesi teşekkül etti. Ankara İtilâfnamesi imzalanacağı sırada, milletvekili seçimlerinden sonra cumhurbaşkanı seçilen Tayfur Sökmen Bey’in başkanlığında bir heyet Ankara’ya gelir; Mustafa Kemal Paşa ile görüşürler. Hatay’ın Misak-ı Millî sınırları içerisinde bulunması istenir. Mustafa Kemal Paşa heyete: “... Hatay’daki mücadelelerin gaye ve hedefini biliyorum. İlk günden beri de bu mücadeleleri takip ediyor, imkânlarımızın müsadesi nispetinde destek oluyoruz. Hatay, zaten Misak-ı Millî sınırlarımız içerisindedir”28 der.

Şu bir gerçektir ki Lozan’a gidinceye kadar, Millî Misak, büyük ölçüde tahakkuk ettirilmişti. Ancak Batı Trakya, Hatay, Musul ve Kerkük birer sorun halindeydi. Burada biz, ancak anlatmakta olduğumuz Hatay sorunu üzerinde duracağız. Aslında Lozan’da, Türkiye’nin millî sınırları tespit edilecekti; bu sınırlar içerisinde tam bağımsızlığı onaylayacaktı. Bilindiği gibi Lozan’da Hatay, millî sınırlarımızın dışında kaldı; Suriye ile Türkiye arasındaki sınır tespiti yapıldı. Ankara İtilâfnamesi’ne göre, bu İtilâfnamenin imzasından bir ay sonra, Türkiye - Suriye sınırını kesin olarak çizmek üzere karma bir komisyon kurulacaktı. Komisyon, ancak 1925’te kurulabildi. Sınırların çizilmesinde anlaşmazlıklar ortaya çıktı. Türkiye, Fransa ile doğrudan müzakereye girerek Dostluk ve iyi Komşuluk Sözleşmesi yaptı. Bu ise, ancak 18 Şubat 1926’da parafe edildiği halde, Türk - İngiliz - Musul meselesinin çözümüne kadar bekletildi. Bu çözümden altı gün önce, 1926’da imza edildi.29

Atatürk, Büyük Nutuk’da: “Lozan’da 20 Ekim 1921 günlü Ankara Anlaşması sınırları olduğu gibi kalmıştır”30 der. Bu arada, Lozan Konferansı devam ederken, 30 Mayıs 1923’de Antakya-İskenderun ve Havalisi Müdafaa-yi Hukuk Cemiyeti resmen kurulur.31


Beşinci Dönem: Cumhuriyet Döneminde Hatay

Buraya kadar arz etmiş bulunduğum Hatay sorunu, yeniden bir mücadeleyi oluşturacaktır. Atatürk’ün bu haklı ve gerçek mücadelesi, başarı ile sonuçlanacaktır. Bu dönemdeki mücadeleye esas, Mustafa Kemal Paşa’nın: “Kırk asırlık Türk yurdu düşman elinde kalamaz”32 ifadesinde kendisini bulacaktır. Artık Hatay, Atatürk’ün yüreğinde kordur. Asırlar boyu Türk’e yurtluk eden, halen de üzerinde Türklerin yaşamakta olduğu Hatay, Türk yurdunun ve Türk milletinin bir parçası olarak, ayrı yaşayamazdı. Millî birlik, bütünlük ve millî bünyeden ayrı kalamazdı. îç ve dış durumu son derece doğru ve etkin biçimde değerlendiren Atatürk, tarihin akışı içinde bu gerçeği dünyaya onaylatmanın gününü ve saatini bekleyecekti. Hatay, önce mutlaka bağımsızlığa kavuşacak, sonra da Türk yurdunun bölünmez bir parçası olarak, millî bütünlükteki şerefli yerini alacaktı.

Atatürk, bu konuda Tayfur Sökmen’e verdiği sözü bir an bile unutmadı. Daha doğrusu, her şeyi ile Türk olan Hatay’ı ve Hataylıyı unutmadı. Savaştan yeni çıkmış genç Cumhuriyet’in biraz kendine gelmesini bekledi. Bir yandan dünya durumu öte yandan iç durum, bunu gerektiriyordu. Ayrıca zamanı ve imkânları da kollamaya mecburdu. 1936 seçimlerinde, Tayfur Sökmen Bey’i Antalya’dan bağımsız milletvekili seçtirir. Yakınları: “Niçin Adana veya Antep değil de Antalya” diye sorarlar. Atatürk: “Günü gelince (L) harfi yerine (K) harfini koyacağız. Böylece Antalya Antakya olacak” der.33 Bu sıralarda İstanbul’daki “İskenderun ve Antakya Muavenet-i içtimaiye Cemiyeti”nin ismi değiştirilir; “Hatay Hakimiyeti Cemiyeti” olur. Atatürk, Cemiyetin bir şubesini de Dörtyol’da açtırtır. Bu şube, Antalya bağımsız milletvekili olan Tayfur Sökmen Bey’e bir konuşma yaptırtır. Fransızlar bu konuşmadan çok gocunurlar. Atatürk’e: “... Hududumuzda bir milletvekiliniz halkı aleyhimize kışkırtacak şekilde bir konuşma yapmıştır. Bu, dostluğa aykırıdır” diyerek şikâyet ederler. Atatürk de: “O milletvekilimiz bağımsızdır. Anayasa’mız, bağımsız milletvekillerine, istediği yerde, istediği şekilde konuşma hakkı vermektedir”34 karşılığını verir. 1936’da durumu değerlendiren, siyasî tarihçimiz Prof. Dr. Fahir Armaoğlu: “... Suriye’ye bağımsızlık veren ve Suriye ile Fransa arasında ittifak kuran 1936 Anlaşmasında, İskenderun Sancağı hakkında hiçbir hüküm yoktu. Yani • Fransa, Suriye’den çekilirken, Sancak üzerindeki yetkilerini Suriye’ye terk etmekte idi. Bu vesile ile Türk Hükümeti de durumu kabul etmedi. Milletler Cemiyeti’nin toplantısı sırasında, Eylül ayında,
Cenevre’de Fransa ile yapılan görüşmeler müsait bir gelişme göstermeyince, 9 Ekim 1936’da Fransa’ya verdiğimiz resmî bir notada, Suriye’ye yapıldığı gibi, İskenderun Sancağı’na da bağımsızlık verilmesini istedik.”35 

Atatürk, 1 Kasım 1936 Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açış nutuklarında: “... Bu sırada, milletimizi gece gündüz meşgul eden başlıca büyük bir mesele, hakikî sahibi öz Türk olan, İskenderun —Antakya ve çevresinin mukadderatıdır. Bunun üzerinde ciddiyet ve kesinlikle durmaya mecburuz. Daima kendisi ile dostluğa çok ehemmiyet verdiğimiz Fransa ile aramızda, tek ve büyük mesele budur. Bu işin hakikatini bilenler ve hakkı sevenler, alâkamızın şiddetini ve samimiyetini iyi anlarlar ve tabiî görürler”36 diyordu. Bu sıralarda, Fransa’da Leon Blum Hükümeti, Suriye’ye istiklâl vadediyordu. Bu gerçekleşirse, Hatay’ın durumu ne olacaktı?. Geleceği çok iyi gören Atatürk, Fransız büyükelçisi ile yaptığı bir sohbette: “... Ben toprak büyütme delisi değilim. Barış bozma alışkanlığım yoktur. Ancak, Antlaşmaya dayanan hakkımızın isteyicisiyim. Onu almazsam edemem. Büyük Millet Meclisi kürsüsünden milletime söz verdim, Hatay’ı alacağım. Milletim benim dediğime inanır. Sözümü yerine getirmezsem, onun huzuruna çıkamam. Yerimde kalamam. Ben şimdiye kadar yenilmedim, yenilmem. Yenilirsem bir dakika yaşayamam. Bunu bilerek ve sözümü mutlaka yerine getireceğimi düşünerek benim dostluğumu lütfen bildiriniz ve doğrulayınız”37 diyordu. Görüldüğü gibi, artık Hatay meselesi bütün gerçekleriyle sahnede idi. Kendisine ve milletine inanan ve güvenen güçlü Lider için bu, dönüşü olmayan bir yoldu. Hakkın güçlünün değil, haklının olduğuna inanan Atatürk, Hatay davasını da en haklı biçimde çözümleyecekti.

“... Türkiyenin güvenliğini gaye tutan, hiçbir milletin aleyhinde olmayan bir barış istikameti bizim daimi prensibimiz olacaktır”38 diyen Atatürk: “... Komşularıyla ve bütün devletlerle iyi geçinmek Türkiye siyasetinin esasıdır”39 görüşüne daima sadık kalmıştır. O, samimî ve gerçek bir barış isterdi.

Haksızlıklar nerede olursa olsun, daima onun karşısında yer alırdı. Onun içindir ki: “... Türk Cumhuriyeti’nin en esaslı prensiplerinden biri olan yurtta sulh, cihanda sulh gayesi, insaniyetin ve medeniyetin refahı ve ilerlemesinde en esaslı etken olsa gerektir. Buna elimizden geldiği kadar hizmet etmiş ve etmekte bulunmuş olmak bizim için övünülecek bir harekettir”40 der. Her işin iyi niyetle girişilecek görüşmelerle halledilebileceğine inanırdı. Nitekim: “... Milletlerarası anlaşmazlıklar, ancak iyi niyetle ve umumî menfaat adına, karşılıklı fedakârlık yoluyla halledilir”41 demektedir.

Hatay, iç ve dış politikada en önemli yeri işgal etmektedir. Davayı Türk kamuoyu da benimsemiştir; Atatürk için, her şeyden önde gelmektedir. Nitekim: “... Bu benim şahsî meselemdir. Durumu büyükelçiye, daha başlangıçta, açıkça ifade ettim. Dünyanın bu durumunda, böyle bir meselenin Türkiye ile Fransa arasında silâhlı bir çatışmaya sürüklenmesi kesinlikle mümkün değildir. Fakat ben, bunu da hesaba kattım.Kararımı vermiş bulunuyorum. Şayet ufukta, bu yolda binde bir ihtimal belirse, Türkiye Cumhurreisliği’nden ve hattâ Büyük Millet Meclisi üyeliğinden çekileceğim. Bir fert olarak bana katılacak bir kaç arkadaşla beraber Hatay’a gireceğim. Oradakilerle el ele verip mücadeleye devam edeceğim”42 diyordu.

Artık engel tanımayacaktır. Bunun içindir ki Fransız büyükelçisine bir suarede: “Hatay benim şahsî

davamdır. Şakaya gelmeyeceğini bilmelisiniz”43 der. Bu ifadesinde samimîdir. Ne bir tehdit, ne bir pervasızlık, ne de bir macera ve hesapsızlık vardır, çünkü Atatürk, neyi, nerede, ne söylemişse gününde ve saatinde onu gerçekleştirmiştir.

Bilindiği gibi, bir ara Hatay meselesi Milletler Cemiyeti’ne intikal etti. Hatay’a istiklâl verilmesini istemiştik. 27 Ocak 1937’de Cenevre’de toplanan Milletler Cemiyeti, Hatay’ın bağımsızlığını kabul etti. Önce bir seçimle nüfus ekseriyetini tespite karar verdi. Atatürk Başbakan’a bir telgraf çekerek: “... Türkiye Cumhuriyeti haklı olduğuna kani bulunduğu davasını, büyük ve âdil hakem heyeti olmasını daima arzu ettiği ve bu sıfat ve salâhiyetinin daha çok çetin meseleler hallinde en yüksek kudret ve kuvveti haiz olmasını temenni eylediği Milletler Cemiyeti’ne bırakmakla insanlık namına isabetli bir harekette bulunmuştur. Bu suretle medeniyet namına da yüksek bir vazife ifa etmiş olmakla sadece takdir ve tebrike şayandır.”44

Bu sıralarda Atatürk çok hastaydı, ama her şeye rağmen Hatay meselesini halletmeye de kararlıydı, azimliydi. Kendisine, milletine, ordusuna ve kahraman Hataylılara güveni son derece yüksekti.
Dünya durumunu çok iyi değerlendirmekte idi. Bir İskenderun Sancağı için Fransızların bir savaşı göze alamayacaklarına kani idi.45

Atatürk Mersin'de "Atayolu'nda yayınlanan ünlü resim"
Fransa ile giriştiğimiz teşebbüsler fayda vermedi. Milletler Cemiyeti’n-den çekildik. Atatürk hasta yatağından kalktı; bu kalkmak değil adeta fırlamaktı. Mersin’e ve Adana’ya gitti. Milletinin ve ordusunun nabzını bir kez daha yokladı; hepsi de hazırdı. Gücü ve güveni arttı. Milletler Cemiyeti kararının yürürlüğe girişini Fransız mümessili bir türlü kabul edemiyordu; bazı olaylar çıkıyordu. Bunun üzerine, 30 Kasım 1937 günü Atatürk, Hatay’la ilgili olarak Ulus gazetesine şu demeci verir: “... Hatay’da Fransız delegesi, Hataylıların çok şevk ve heyecanla bayram yapmaları tabiî olan bir günde eğer Hatay Türklerinin serbestçe bugünü kutlamaktan men edecek tedbirler almış ise, buna yazık demekle iktifa ederim. Çünkü böyle bir zihniyet, devletler arasında yüksek dostluk münasebetlerinin hal ve istikbali için, müspet yolda yürümek lüzumunun henüz anlaşılmamış olmasından ileri gelir.”46

Türk ordusu I. Dünya Savaşı’ndan sonra çekildiği Hatay’a 
1938’de tekrar ayak bastı. 
2 Eylül 1938'de Hatay Cumhuriyeti ilan edildi. 
Hatay’ın Türkiye’ye katılım süreci başlamış oldu.
Atatürk’ün Hatay’ı silâh zoruyla alabileceğini, Fransızlar anlamışlardı. Bunu dikkate alarak bir askerî anlaşma yapmayı istediler; bu anlaşma yapıldı. Atatürk’e göre savaş, hayatî olmadıkça yapılmamalıydı. Bu askeri anlaşma ile Hatay’da tarafsız bir seçim kabul edildi. Bu maksadı sağlamak için de bir kısım asker gücünün Hatay’a girmesine karar verildi. Rahmetli Orgeneral, o zaman Kurmay Albay, Şükrü Kanatlı kumandasındaki birliklerimiz, Hatay’a girdi.

13 Ağustosta seçimler yapıldı; Meclis ekseriyetini Türkler kazandı. Böylece de bağımsız Hatay Cumhuriyeti 12 Eylül 1938’de kuruldu.  Bu Cumhuriyet de, 30 Haziran 1939’da Türkiye’ye iltihak kararını aldı. Ana yurdun bölünmez, vazgeçilmez bir parçası olan Hatay, ana yurtla bütünleşti.

Türk Askeri Hatay'a girdi.


Başından beri gördüğümüz üzere Hatay, Atatürk’ün siyasî ve askerî dehasının güçlü eseridir. Onun yenilmezliğinin gerçek belgesidir. Hakkın üstünlüğünün, bir kere daha, yeniden dünyaya ilânıdır; ayrıca da yaklaşmakta olan bir cihan savaşına bulanmadan önce, milletleri yönetenlere düşen görevlerin hatırlatılmasıdır. Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh!” ilkesine nasıl yürekten bağlı bulunduğunu Hatay meselesi, apaçık göstermiştir. Atatürk’ten dün ders almayan dünya devletlerinin yöneticileri için, bugün de yarın da alınabilecek daha çok, büyük dersler vardır. Yeter ki O’nun engin dehasına, insan sevgisine inanalım, içtenlikle gönül verelim.

BekirTünay 
ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 5, Cilt: II, Mart 1986



















Notlar:

1 Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, s. 86.
2 a.g.e., s. 70-72.
3 a.g.e., s. 108.
4 a.g.e., s. 114-117.
5 Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, c. IV, s. 5.
6 Harp Akademileri Komutanlığı, Atatürk’ün Jeopolitik ve Stratejik Görüşleri, s. 108.
7 a.g.e., s. 107.
8 a.g.e., s. 107.
9 a.g.e., s. 108.
10 Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, s. 1.
11 Harp Akademileri Komutanlığı, Atatürk’ün Jeopolitik ve Stratejik Görüşleri, s. 108.
12 Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, s. 2.
13 Harp Akademileri Komutanlığı, Atatürk’ün Jeopolitik ve Stratejik Görüşleri, s. 112.
14 Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, c. IV, s. 14-15.
15 a.g.e., s. 15.
16 Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, s. 3.
17 Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, c. IV, s. 20.
18 Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, s. 5.
19 Ahmet Mumcu, Misak-ı Millî ve Anayasamız, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, c. I, sayı: 3, s. 820.
20 Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, c. IV, s. 90.
21 Ahmet Mumcu, Misak-ı Millî ve Anasayamız, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, c. I, sayı: 3, s. 824.
22 a.g.e., s. 825.
23 Fahir Armaoğlu, XX. Yüzyıl Siyasî Tarihi, s. 320.
24 Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, s. 307.
25 Hikmet Bayur, XX. Yüzyılda Türklüğün Tarih ve Acun Siyasası Üzerindeki Etkileri, s. 290.
26 Ergun Özbudun, Türkiye’nin Kurtuluş Yıllarında Bir Yabancı Gazetecinin Ankara Yolcuğu ve Atatürk’le Görüşmesi, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, c. I, sayı: 1, s. 180.
27 Tahsin Ünal, Türk Siyasî Tarihi, s. 571,
28 a.g.e., s. 575.
29 Fahir Armaoğlu, XX. Yüzyıl Siyasî Tarihi, s. 323-324.
30 Atatürk, Nutuk, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1984, s. 1003.
31 Tayfur Sökmen, Hatay’ın Kurtuluşu îçin Harcanan Çabalar, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 1978.
32 İsmail Habib Sevük, Atatürk İçin, s. 27.
33 Tahsin Ünal, Türk Siyasî Tarihi, s. 575.
34 a.g.e., s. 576.
35 Fahir Armaoğlu, XX. Yüzyıl Siyasî Tarihi, s. 348.
36 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, c. I, s. 337.
37 Ruşen Eşref Ünaydın, Hatıralar, s. 5-6.
38 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, c. I, s. 356.
39 Ayın Tarihi, sayı: 79-81, s. 6787.
40 Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, c. IV, s. 560.
41 Hasan Rıza Soyak, Fotoğraflarla Atatürk ve Atatürk’ün Hususiyetleri, s. 141.
42 Hasan Rıza Soyak, Cumhuriyet Gazetesi, 10 Kasım 1949.
43 Falih Rıfkı Atay, Atatürkçülük Nedir?, s. 44.
44 Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, s. 597-598.
45 Falih Rıfkı Atay, Çankaya, c. II, s. 466.
46 Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, s. 612.

ABDÜLHAMİT AHLAKI

Özgün belgelere dayanarak Osmanlı tarihini yazan Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal anlatıyor:

Sultan 2. Abdülhamit’in baskı döneminde ahlâk bozukluğu, önceki devirlere göre çok daha yaygınlaşmıştı.

Kölelik ruhu, korku ve rüşvet bu duruma neden olan başlıca kaynaklardı.

Sultan 2. Abdülhamit döneminde esir ticareti desteklenerek uygulanıyordu.

Sultan 2. Abdülhamit, esirlik kurumunu savunurdu. Bunun nedeni, kölelik ruhundan hoşlanmasından, faydalanmasından ve bu ruhu baskı rejiminin zorunlu bir temeli olarak kabul etmesindendi.

Sultan 2. Abdülhamit, baskı otoritesinin yetişemediği dağlık bölgelerde yaşayan kişiler için de cehaleti zorunlu görmekteydi. Sultan 2. Abdülhamit’in kendisinin anlatmış olduğu şu olay bunun kanıtıdır: Bir gün Amerikan elçisi ile görüşürken, elçinin Amerika’daki kızıl derililerin uygarlaştırılmasına karşı olduğunu, bu nedenle de okutulmalarından yana olmayıp doğal halde bırakılmalarının daha yararlı olduğu fikirlerini dinler. Bunun üzerine Sultan Abdülhamit şöyle bir karar verir: Bizde de Arnavutlara, Kozan dağlarındaki dağlılara okul açmak boşunadır. Okullar, şehirler içindir. Dağlıların cesaretlerinden yararlanmak için duygusal davranarak onları elde etmeliyiz. Sultan 2. Abdülhamit, bu kararını uygulamış olduğunu övünerek anlatırdı.

Sultan 2. Abdülhamit insanları şöyle sınıflandırırdı: İnsanlar iki türdür. Birinci türden olanlar, çıkar sağlamak yoluyla elde edilebilirler. İkinci türden olanlar ise kendilerine iyi davranılarak ele geçirilebilirler. Maddi çıkara düşkün olanların hırsları, saltanatın kudreti ile doyurulur. Böyle bir düşkünlükleri olmayanların kalplerini kazanmaya zaten kendi karakterleri elverişlidir. Bunlardan farklı olarak, bu iki türün dışında kalanlardan kendisine gölge yapanların da sırası gelince hesapları görülür!

Böylece Sultan 2. Abdülhamit herkesi para ve makam ile satın alabileceğine, istisnaları da kaba kuvvet kullanarak haklayabileceğine inanmaktaydı.

Değerli Dostlar,

Sultan 2. Abdülhamit’in hayatı ve tahtı için duyduğu korku, bulaşıcı bir hastalık gibi toplumun temellerine kadar işlemiş ve ortada güven sağlayacak bir dayanak olmadığı için herkes canından bile kaygıya düşmüştür. Dönemin en büyük sadrazamlarından (başbakanlarından) olan Mithat Paşa, Sait Paşa ve Kâmil Paşa’nın, hayatlarını kurtarmak kaygısıyla yabancı elçiliklere ve konsolosluklara sığınmaları, bunlardan başka daha birçok devlet adamlarının ve hatta saray kadınlarının aynı çareye başvurmaları, korku ve güvensizliğin derecesini göstermeye yeterli örneklerdir.

Rüşvet Osmanlının önceki devirlerinde de kanıksanmış toplumsal bir hastalık olmasına rağmen, hiçbir zaman meşru görülmemişti.

Oysa Sultan 2. Abdülhamit, rüşveti geçmişten gelen bir kurum, hatta milli bir gelenek olarak kabul etmiştir. Rüşveti, bazı bahaneler öne sürerek doğal gösterip savunmuştur. Maaşlarını vaktinde alamayan küçük memurların rüşvet almalarında bir sakınca görmediğini ifade etmiştir.
Sultan 2. Abdülhamit’ten başlayan ve en küçük memura kadar uzanan rüşvet zincirinde, hiç kuşkusuz, herkes memuriyet derecesine göre rüşvetten yaralanır, ancak rüşvetten aslan payını saray, sadrazam ve vezirler(bakanlar) alırdı.

Osmanlı dış borçlarını ödeyemeyince 1881 yılında İstanbul’da kurulun Düyunu Umumiye (Genel Borçlar) kurumunun direktörlerinden biri şu olayı anlatmıştır: Devletin bir borçlanma işi ile ilgili olarak 1 milyon 300 bin liralık bir fatura çıkarılır. Gerçekte bunun ancak 200 bin lirası harcanmıştır. Geri kalan 300 bin lira saray ve vezirlere, 800 bin lirası da Sultan 2. Abdülhamit’in özel hazinesine rüşvet diye verilmiştir.

Sultan 2. Abdülhamit döneminde memur olmak için liyakat (yetenek, bilgi, deneyim, uygunluk) gerekli değildi. İltimas ve himaye karşılığında kişisel onur ve şereften ödün vermek ve mutlak itaat yeterliydi.

Sultan 2. Abdülhamit döneminde din, halkın ahlâkını yükseltmek için değil, yobazlığı kökleştirmek için bir siyasi araç olarak kullanılmıştır. Camilere hoca diye bazı sarıklı yobazlar dağıtılır, onların aracılığıyla halk ‘şarap içerseniz, zina ederseniz, namaz vaktini geçirirseniz cehenneme gidersiniz, orada şöyle yanar böyle işkence görürsünüz’ diye korkutulurdu. Amaç halkta korkuyu ve uysallığı sürdürmekti.

Okullardaki din dersleri de bu biçimde verilmekteydi. Böylece sözde din terbiyesiyle olgunlaştırılmak istenen halk, dinden imiş gibi gösterilen hurafe ve sahte inançlara yönlendirilir, kötü gelenek ve göreneklere bağlı kalması için elden gelen yapılırdı.








Değerli Dostlar,

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Osmanlı padişahlarına

“ecdadım” der, onlarla övünür ve özellikle onlardan birini, Sultan 2. Abdülhamit’i kendisine “ROL MODEL” aldığını söyler.

Bu yazıyı okuduktan sonra, ülkemizin içinde bulunduğu koşulları hızla gözünüzün önünden geçirip Sultan 2. Abdülhamit dönemiyle karşılaştırınız.

Benzerlikler görüyor musunuz?

Yılmaz Dikbaş

*

AKP ≈ Atatürk yerine Abdülhamit

Montreux Boğazlar Sözleşmesi (20 Temmuz 1936)

Montrö Boğazlar Sözleşmesi, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarından geçiş rejimini ve boğazlarda güvenlik işlerini düzenleyen sözleşmedir. 

20 Temmuz 1936’da İşviçre’nin Montreux (Montrö) kentinde;
Bulgaristan, Fransa, Büyük Britanya (İngiltere), Avustralya, Yunanistan, Japonya, Romanya, Sovyetler Birliği, Yugoslavya ve Türkiye arasında imzalandı.

Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne giden süreci tam olarak kavrayabilmek için 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan ve Türkiye’nin boğazlar üzerindeki egemenlik hakları kısıtlayan Lozan Antlaşması’na değinmek gerekir:

Lozan Anlaşması’ndaki Boğazlarla ilgili düzenlemeler şöyleydi:

- Barış zamanında boğazlardan geçiş serbest olacak

- Çıkacak herhangi bir savaşta Türkiye tarafsız ise, geçişler yine serbest olacaktı.

- Türkiye savaşa girmiş ise, tarafsız gemilere ve uçaklara, düşmana yardım etmemek şartıyla geçiş serbest olacaktı. Ancak düşman gemileri ve uçakları ile ilgili olarak Türkiye istediği kararı alabilecekti.

- Barış zamanında, Karadeniz’e doğru geçişte Karadeniz’e sınır olan devletlerden en güçlü donanmaya sahip olanından daha fazla gemi ve uçak geçmeyecekti. Bunun dışında savaş gemileri ve uçaklarına geçiş serbest olacaktı. Ancak bu geçişlerden doğacak sonuçlar Türkiye için sorumluluk doğurmayacaktı.

Lozan Antlaşması’nda yer alan Boğazlar ile ilgili maddenin özellikle aşağıdaki hükümleri Türkiye’nin hem güvenliği açısından sakıncalar doğuruyor hemde Boğazlar üzerindeki egemenliğini kısıtlıyordu çünkü bu hükümler nedeniyle Türkiye Boğazlarda asker bulunduramıyor ve Boğazlardan geçişleri denetleyemiyordu.

Bu hükümler:

- Boğazların savunması ve güvenliği sözleşmeyi imza eden devletlerle Milletler Cemiyeti’nin güvencesi altında olacak

- Boğazların iki yakası asker ve silahtan arındırılacaktı

- Boğazlardan geçişleri düzenlemek üzere bir uluslararası komisyon (kurul) oluşturulacaktı

Türkiye Lozan Antlaşması’yla birlikte imzalanan Boğazlar Sözleşmesi ile oluşan kısıtlamalardan dolayı endişeliydi ancak sözleşmenin imzalandığı tarihlerdeki silahsızlanma ümitlerine güveniyordu.

İtalya’nın Habeşiştan’ı işgal etmesi, Japonya’nın Mançurya’ya saldırması, Almanya’nın Versay Antlaşmasını hiçe sayarak askersiz bölge olarak kabul edilen Ren Bölgesi’ni silahlandırması ve Avusturya’nın zorunlu askerliği yeniden başlatması Avrupa’da yeni bir savaşın sinyallerini göstermeye başladı ve ülkeler arasındaki silahlanma yarışı tekrardan başladı. 
Bu durum karşısında Türkiye 1933’te Londra’daki Silâhsızlanma Konferansı’nda Boğazlarda güvenliğin, savunmanın ve egemenlik haklarının koruması bakımından Lozan Antlaşması’nda yer alan Boğazların silahtan ve askerden arındırılması hükmünün değişmesini ve Boğazlar Komisyonu’nun kaldırılmasını dile getirdi. Lozan Antlaşması’nı imzalayan devletler arasında İtalya dışında bütün taraf devletler bu notaya olumlu cevap verdiler. Bunun üzerine Türkiye’nin değişiklik isteklerinin görüşülmesi amacıyla 22 Haziran 1936’da İşviçre’nin Montreux (Montrö) kentinde bir konferans düzenlendi ve iki ay süren görüşmeler sonucunda 20 Temmuz 1936' de Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalandı.

İtalya ilk zamanlar böyle bir sözleşmeyi kabul etmemiş ancak daha sonra 2 Mayıs 1938’de Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni imzalamıştır. Böylece İtalya da Boğazlar üzerinde Türkiye’nin üstünlüğünü kabul etmiştir.


Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin maddeleri: 

- Lozan Antlaşması ile kurulmuş olan Boğazlar Komisyonu kaldırıldı ve bu komisyonun görev ve yetkileri Türkiye’ye devredildi.

- Lozan Antlaşması ile Boğazların iki yakasında askersiz duruma getirilmiş olan alandaTürkiye’nin asker bulundurması ve tahkimat yapması(savunma tedbirleri)kabul edildi.

- Ticaret gemilerinin Boğazlardan geçişi serbest bırakıldı.

- Savaş gemilerinin Boğazlardan geçiş serbestisi Türkiye ve Karadeniz’de kıyısı olan devletlerin güvenliği ön planda tutularak sınırlandırıldı. Savaş gemilerinin cinsi, büyüklüğü ve toplam tonajı sınırlandırıldı. Ayrıca boğazlardan geçecek savaş gemileri önceden Türk Devletinden izin alacaktır.

- Türkiye tarafsız ve savaş dışı ise savaşan tarafların savaş gemileri Boğazlardan geçemeyecektir. 

Türkiye bir savaşa girerse veya kendisini yakın bir savaş tehdidi altında görürse, diğer devletlerin savaş gemilerinin Boğazlardan geçişini kendi takdirine göre belirleyecek. Bu sınırlamalar büyük ölçüde, Sözleşme’nin 18.maddesinde Karadeniz’de kıyısı bulunan devletlere tanınan kotalarla kendisini göstermekte bununla birlikte de Karadeniz’den Akdeniz’ geçiş konusunda bir takım sınırlamalara gidildiği görünmektedir.

Sözleşmede Karadeniz ve Akdeniz dengesinin korunması ise 19, 20 ve 21. Maddeleri ile Türkiye’ye tanınan takdir hakkı ile sağlanmıştır.

Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin Önemi:

- Montrö Boğazlar Sözleşmesi Türk-Sovyet ilişkilerinde ayrılığın ilk adımını oluşturmuştur. 

- Türkiye’nin Rusya ve İngiltere ile ilişkilerinde yeni gelişmelerin başlangıcı olmuştur.
Türkiye eski dostu Sovyetler Birliği’nden çok yeni dostu İngiltere’ye bağlanmıştır.

- Montrö Konferansı’nda gerçekleşen Türk-İngiliz yakınlaşması konferansta en önemli gelişmelerden biri olmuştur. (Not: İngiltere’nin rızası olmasaydı Boğazlarla ilgili değişiklikler bu derece mümkün olamazdı. İngiltere’nin Türkiye’ye karşı bu yakın davranışı İtalya’nın Doğu Akdeniz’de ortaya çıkardığı tehditten doğmuştur. Bu nedenle İngiltere Türkiye’yi kendi tarafına çekmek istemiştir.)

- Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile Lozan Antlaşması’nda Boğazlarla ilgili Türkiye’nin egemenliğini zedeleyen hükümler kaldırılmış ve. böylece Boğazlarda Türk egemenliği kesinleşmiştir. Türkiye’nin uluslararası alanda saygınlığı ve önemi artmıştır.





Montreux Boazlar Sözlemesi Tam Metni
(20 Temmuz 1936)

BOĞAZLAR REJİMİNE İLİŞKİN OLARAK, MONTREUX'DE 20 TEMMUZ 1936’ DA İMZALANAN SÖZLEME 

MAJESTE BULGARLAR KRALI, FRANSA CUMHURYETBAKANI, MAJESTE BÜYÜK BRT ANY A, RLANDA VE DENZLER ÖTESBRT ANY A ÜLKELERKRALI, HNDST AN MP ARA TORU, MAJESTE ELENLER KRALI, MAJESTE JAPONYA MPARATORU, MAJESTE ROMANYA KRALI, TÜRKYE CUMHURYETBAKANI, SOVYET SOSYALST CUMHURYETLERBRLGMERKEZYÜRÜTME KOMTESI VE MAJESTE YUGOSLAVYA KRALI;

"Boazlar" genel deyimiyle belirtilen Çanakkale Boazı, Marmara Denizi ve Karadeniz Boazı'ndan geçii ve gemilerin-gidigeliini (ulaımı), Lozan'da, 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanmıolan BarıAndlamasının 23. maddesiyle saptanmıilkeyi(1), Türkiye'nin güvenlii ve Karadeniz'de, kıyıdaDevletlerin güvenlii çerçevesinde koruyacak biçimde, düzenlemek isteiyle duygulu olarak;

İşbu Sözlemeyi, 24 Temmuz 1923’de Lozan'da imzalanmıolan Sözlemenin(2) yerine koymayı kararlatırmılar ve Tam yetkili Temsilcilerini aaıda belirtildii üzere atamılardır:

MAJESTE BULGARLAR KRALI:

Doktor Nicolas P.NICOLAEV, Tam yetkili Ortaelçi, Dıileri ve Mezhepler Bakanlıı Genel Sekreteri;

B.Pierre NEICOV, Tam yetkili Ortaelçi, Dıileri ve Mezhepler Bakanlıı Siyasal İşler Müdürü.

FRANSA CUMHURYETBAKANI:

B.PAUL-BONCOUR, Senatör, Milletler Cemiyeti'nde Fransa'nın Sürekli Temsilcisi, eski Babakan, eski Dıileri Bakanı, Légion d'honneur nianının Chevalier rütbesi, SavaHaçı nianı;

B.HENRI PONSOT, Fransa Cumhuriyeti'nin Ankara'da Olaanüstü ve Tam yetkili Büyükelçisi, Légion d'honneur nianının Grand Officier rütbesi.

MAJESTE BÜYÜK BRTANYA, RLANDA VE DENZLER ÖTESBRTANYA ÜLKELERKRALI, HNDSTAN MPARATORU:

BÜYÜK BRTANYA, KUZEY RLANDA VE BRTANYA MPARATORLUGUNUN BREYSEL OLARAK MLLETLER CEMYET'NE ÜYE OLMA Y AN BÜTÜN PARÇALARI N:

Çok Sayın Lord STANLEY, P.C., M.C., M.P., Amirallik Dairesinde Parlamento Üyesi Müstear; 


AVUSTRALYA COMMONWEALTHI'I IÇIN:

Çok Sayın Stanley Melbroune BRUCE, C.H., M.C., Avustralya Commenwealth'inin Londra'da Yüksek Komiseri.

MAJESTE ELENLER KRALI:

B.Nicolas POLITIS, Yunanistan'ın Paris'te Olaanüstü Temsilcisi ve Tam yetkili Ortaelçisi, eski Dıileri Bakanı;

B.Raoul BIBICA-ROSETTI, Yunanistan'ın Milletler Cemiyeti'nde Sürekli Temsilcisi.

MAJESTE JAPONYA MPARATORU:

B.Naotake SATO, Judammi, Doan-Güney nianının Büyük-Kordan rütbesi, Paris'te

Olaanüstü Temsilci ve Tam yetkili Büyükelçi;

B.Massa-aki HOTTA, Jushii, Do
an-Güney nianının kinci Sınıf rütbesi, Bern'de

Olaanüstü Temsilci ve Tam yetkili Ortaelçi. 

MAJESTE ROMANYA KRALI:

B.Nicolas TITULESCO, Dıileri Bakanı;

B.Constantin CONTZESCO, Tam yetkili Ortaelçi, Tuna ve Avrupa Uluslararası

Komisyonlarında Romanya Temsilcisi;

B.Vespasien PELLA, La Haye'de Ola
anüstü Temsilci ve Tam yetkili Ortaelçi,


TÜRKYE CUMHURYETBAKANI:

Dr.Tevfik Rütü ARAS, Dıileri Bakanı, zmir Milletvekili;

B.Suad DAVAZ, Türkiye Cumhuriyeti'nin Paris'te Olaanüstü ve Tam yetkili B ü yü k e l ç i s i ;

B.Numan MENEMENCIOGLU, Türkiye Büyükelçisi, Dıileri Bakanlıı Genel Sekreteri;

B.Asım GÜNDÜZ, Korgeneral, Genelkurmay kinci Bakanı;

B.Necmeddin SADAK, Türkiye'nin Milletler Cemiyeti'nde Sürekli Temsilcisi, Sivas

Milletvekili, Dıileri Komisyonu Raportörü.

SOVYET SOSYALST CUMHURYETLERBRLİĞİ MERKEZYÜRÜTME

KOMTES:

B.Maxime LITVINOFF, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birlii Merkezi Yürütme

Komitesi Üyesi, Dıileri Halk Komiseri. 

MAJESTE YUGOSLAVYA KRALI:

B.Ivan SOUBBOTITCH, Yugoslavya'nın Milletler Cemiyeti'nde Sürekli Temsilcisi. 


BU TEMSILCILER, yetki belgelerini gösterdikten ve bu belgeler usulüne uygun ve geçerli kabul edildikten sonra, aaıdaki hükümetler üzerinde anlamaya varmılardır:

MADDE 1.
Bagıtlı Yüksek Taraflar, Boazlar'da denizden geçive gidi-geli(ulaım) özgürlüü ilkesini kabul ederler ve dorularlar.

Bu özgürlüün kullanılıı bundan böyle ibu Sözleme hükümleriyle düzenlenmitir. 

KESIM I. TICARET GEMILERI

MADDE 2.


Barızamanında, ticaret gemileri, gündüz ve gece, bayrak ve yük ne olursa olsun, aaıdaki 3. madde hükümleri saklı kalmak üzere, hiçbir ilem (formalite) olmaksızın, Boazlar'dan geçive gidi-geli(ulaım) tam özgürlüünden yararlanacaklardır. Bu gemiler, Boazlar'in bir limanına uramaksızın transit geçerlerken, Türk makamlarınca, alınması ibu Sözlemesinin I ayili Ek'inde öngörülen vergilerden ve harçlardan baka, bu gemilerden hiçbir vergi ya da harç alınmayacaktır.

Bu vergilerin ya da harçların alınmasını kolaylatırmak üzere, Boazlar'dan geçecek ticaret gemileri, 3. maddede belirtilen istasyonun görevlilerine adlarını, uyrukluklarını, tonajlarını, gidecekleri yer ve nereden geldiklerini bildireceklerdir.

Kılavuzluk ve yedekçilik (römorkörcülük) istee balı kalmaktadır. 

MADDE 3.

Ege Denizi'nde ya da Karadeniz'den Boazlar'a giren her gemi, uluslararası salık kuralları çerçevesinde Türk yasalarıyla konulmuolan salık denetimi için, Boazlar'ın giriine yakın bir salık istasyonunda duracaktır. Bu denetim, bir temiz salık belgesi (patentesi) ya da ibu maddenin 2. fıkrasındaki hükümlerin kapsamına girmediklerini dorulayan bir salık bildirisi gösteren gemiler için, gündüz ve gece, olabilen en büyük hızla yapılacak ve bu gemiler Boazlar'dan geçileri sırasında baka hiçbir duruzorunda bırakılmayacaklardır.

çinde veba, kolera, sari humma, lekeli humma (typhus exanthématique) ya da çiçek hastalıı olayları bulunan ya da yedi günden az bir süre önce bu hastalıklar bulunmuolan gemilerle, bulaık bir limandan bekez yirmi-dört saatten az bir süreden beri ayrılmıolan gemiler, Türk makamlarının gösterebilecekleri salık koruma görevlilerini gemiye almak üzere, salık istasyonunda duracaklardır. Bu yüzden, hiçbir vergi ya da harç alınmayacaktır; salık koruma görevlileri Boazlar'in çıkısında bir salık istasyonunda gemiden indirileceklerdir.

MADDE 4.

Savazamanında, Türkiye savaan deilse, ticaret gemileri, bayrak ve yük ne olursa olsun, 2. ve 3. maddelerde öngörülen koullar içinde Boazlar'dan geçive gidi-geli(ulaım) özgürlüünden yararlanacaklardır.

Kılavuzluk ve yedekçilik (römorkörcülük) istee balı kalmaktadır. 


MADDE 5.

Savazamanında, Türkiye savaansa, Türkiye ile savata olan bir ülkeye balı olmayan ticaret gemileri, dümana hiçbir biçimde yardim etmemek kouluyla, Boazlar'da geçive gidi-geli(ulaım) özgürlüünden yararlanacaklardır.

Bu gemiler Boazlar'a gündüz girecekler ve geçi, her seferinde, Türk makamlarınca gösterilecek yoldan yapılacaktır.

MADDE 6.

Türkiye'nin kendisini pek yakın bir savatehlikesi tehdidi karsısında sayması durumunda, 2. madde hükümlerinin uygulanması yine de sürdürülecektir; ancak, gemilerin Boazlar'a gündüz girmeleri ve geçisin, her seferinde, Türk makamlarınca gösterilen yoldan yapılması gerekecektir.

Kılavuzluk, bir durumda, zorunlu kılınabilecek, ancak ücrete balı olmayacaktır. 

MADDE 7.

"Ticaret gemileri" terimi, ibu Sözlemenin II. Kesiminin kapsamına girmeyen bütün gemilere uygulanır.

KESM II. SAVAGEMLERİ 

MADDE 8.

İşbu Sözleme bakımından, savagemilerine ve bu gemilerin nitelikleriyle tonajlarının hesabı için uygulanacak tanımlama, ibu Sözlemenin II sayılı Ek'inde yer alan tanımlamadır.

MADDE 9.

Deniz kuvvetlerinin, sivil olsun ya da olmasın, yakıt taımak için özellikle yapılmıolan yardımcı gemileri, 13. maddede belirtilen ön-bildirim kouluna balı tutulmayacaklar ve, Boazlar'i tek baslarına geçmek kouluyla, 14. ve 18. maddeler gereince sınırlamaya balı tonajlar hesabına katılmayacaklardır. Bununla birlikte, bu gemilerin, öteki geçikoulları bakımından, savagemileriyle bir tutulmaları süre gidecektir.

Bir önceki fıkrada belirtilen yardımcı gemiler, öngörülen kurul dıılıktan, ancak silahları: yüzer hedeflere karsı en çok 105 milimetre çapında iki toptan, hava hedeflerine karsı en çok 75 milimetre çapında iki silahtan çok deilse yararlanabileceklerdir.

MADDE 10.

Barızamanında, hafif su üstü gemileri, küçük savagemileri ve yardımcı gemiler, ister Karadeniz'e kıyıdaolan ister olmayan Devletlere balı bulunsunlar, bayrakları ne olursa olsun, Boazlar'a gündüz ve aaıdaki 13. ve sonraki maddelerde öngörülen koullar içinde girerlerse, hiçbir vergi ya da harç ödemeksizin, Boazlar'dan geçiözgürlüünden yararlanacaklardır.

Yukarıdaki fıkrada belirtilen sınıflara giren gemiler dıında kalan savagemilerinin ancak 11. ve 12. maddelerde öngörülen özel koullar içinde geçihakları olacaktır. 


MADDE 11.

Karadeniz'e kıyıdaDevletler, 14. maddenin 1. fıkrasında öngörülen tonajdan yüksek bir tonajda bulunan hattiharp gemilerinin (1) Boazlar'dan geçirebilirler; su koulla ki, bu gemiler Boazlar'i ancak tek baslarına ve en çok iki torpido (2) esliinde geçerler.

MADDE 12.

Karadeniz'e kıyıdaDevletler, bu deniz dıında yaptırdıkları ya da satın aldıkları denizaltılarını, tezgaha koyutan ya da satın alıtan Türkiye'ye vaktinde haber verilmise, deniz üslerine katılmak üzere Boazlardan geçirme hakkına sahip olacaklardır.

Söz edilen Devletlerin denizaltıları, bu konuda Türkiye'ye ayrıntılı bilgiler vaktinde verilmek kouluyla, bu deniz dıındaki tezgahlarda onarılmak üzere de Boazlardan geçebileceklerdir.
Gerek birinci gerek ikinci durumda, denizaltıların gündüz ve su üstünden gitmeleri ve Boazlar'dan tek balarına geçmeleri gerekecektir.

MADDE 13.

Savagemilerinin Boazlar'dan geçmesi için, Türk Hükümetine diplomasi yoluyla bir ön- bildirimde bulunulması gerekecektir. Bu ön-bildirimin olaan süresi sekiz gün olacaktır; ancak, Karadeniz kıyıdaı olmayan Devletler için bu sürenin onbegüne çıkartılması istenmee deer sayılmaktadır. Bu ön-bildirimde gemilerin gidecekleri yer, adi, tipi, ayisi ile gidiiçin ve gerekirse, dönüiçin geçitarihleri belirtilecektir. Her tarih deiikliinin üç günlük bir ön-bildirim konusu olması gerekecektir.

Gidiiçin geçite Boazlar'a giriin, ilk ön-bildirimde belirtilen tarihten balayarak begünlük bir süre içinde yapılması gerekecektir. Bu sürenin bitiminden sonra, ilk ön bildirim için olan ayni koullar içinde yeni bir ön-bildirimde bulunulması gerekecektir.

Geçisırasında, Deniz Kuvvetinin Komutanı, durmak zorunda olmaksızın, Çanakkale Boazı'nın ve Karadeniz Boazı'nın giriindeki bir iaret istasyonuna, komutası altında bulunan kuvvetin tam kurulusunu bildirecektir.

MADDE 14.

İşbu Sözlesme'nin 11. maddesinde ve III ayili Ek'inde öngörülen koullar dıında, Boazlar'da transit geçiste bulunabilecek bütün yabancı deniz kuvvetlerinin en yüksek
(tavan) toplam tonajı 15.000 tonu asmayacaktır.

Bununla birlikte, bir önceki fıkrada belirtilen kuvvetler dokuz gemiden çok gemi içermeyeceklerdir.
Karadeniz'e kıyıdaolan ya da olmayan Devletlerin, 17. madde hükümleri uyarınca Boazlar'daki bir limanı ziyaret eden gemileri bu tonaja katılmayacaktır.

Geçisırasında bir avaryaya uramıolan savagemileri de bu tonaja katılmayacaktır; bu gemiler, onarım sırasında, Türkiye'ce yayımlanan özel güvenlik hükümlerine balı tutulacaklardır. 


MADDE 15.

Boazlar'da transit olarak bulunan savagemileri taımakta olabilecekleri uçakları (1); hiçbir durumda, kullanamayacaklardır.

MADDE 16.

Boazlar'da transit olarak bulunan savagemileri, avarya (2) ya da geminin teknik yönetimine balı olmayan bir aksaklık (3) durumları dıında, geçileri için gerekli süreden daha uzun süre Bogazlar'dan kalamayacaklardır.

MADDE 17.

Yukarıdaki maddelerin hükümleri, herhangi bir tonajda ya da kuruluta olan bir deniz kuvvetinin, Türk Hükümetinin çarısı üzerine, Boazlar'daki bir limana sınırlı bir süre için bir nezaket ziyaretinde bulunmasına hiçbir biçimde engel olmayacaktır. Bu kuvvet, 10., 14. ve 18. maddeler hükümleri uyarınca, Boazlar'dan transit olarak geçmek için istenilen koullar içinde bulunmuyorsa, Boazlar'dan, giriiçin izledii yoldan ayrılacaktır.

MADDE 18.

1.
Karadeniz kıyıdaı olmayan Devletlerin barızamanında bu denizde bulundurabilecekleri

toplam tonaj aaıdaki gibi sınırlandırılmıtır.

a) Aaıda b) paragrafında öngörülen durum dıında, sözü geçen Devletlerin toplam

tonajı 30.000 tonu asmayacaktır;

b) Herhangi bir anda, Karadeniz'in en güçlü donanmasının (filosunun) tonajı ibu Sözlemenin imzalanması tarihinde bu denizde en güçlü olan donanmanın (filonun) tonajını enaz 10.000 ton asarsa, a) paragrafında belirtilmiolan 30.000 tonluk toplam tonaj ayni ölçüde ve en çok 45.000 tona varıncaya dein arttırılacaktır. 
Bu amaçla, kıyıdaher Devlet, ibu Sözlemenin IV sayılı Ek'i uyarınca, Türk Hükümetine, her yılın 1 Ocak ve 1 Temmuz tarihlerinde, Karadeniz'deki donanmasının (filosunun) toplam tonajını bildirecektir; Türk Hükümeti de, bu bilgiyi, öteki Baıtlı Yüksek Taraflara ve Milletler Cemiyeti Genel Sekreterine ulatıracaktır.

c) Karadeniz'e kıyıdaolmayan Devletlerden herhangi birinin bu denizde bulundurabilecei tonaj, yukarıdaki 

a) ve b) paragraflarında öngörülen toplam tonajın üçte ikisiyle sınırlandırılmıolacaktır.

d) Bununla birlikte, Karadeniz kıyıdaı olmayan bir ya da birkaç Devlet, bu denize, insancıl bir amaçla deniz kuvvetleri göndermek isterlerse, toplamı hiçbir varsayımda 8.000 tonu asmaması gerekecek olan bu kuvvetler, ibu Sözlemenin 13. maddesinde öngörülen ön- bildirime gerek duyulmaksızın, aaıdaki koullar içinde Türk Hükümetinden alacakları izin üzerine, Karadeniz'e girebileceklerdir: Yukarıdaki a) ve b) paragraflarında öngörülen toplam tonaj dolmamısa ve gönderilmesi istenilen kuvvetlerle bu toplam tonaj asılmayacaksa, Türk Hükümeti, kendisine yapılmıolan istemi aldıktan sonra en kısa süre içinde bu izni verecektir; sözü geçen toplam tonaj daha önce kullanılmıbulunuyorsa ya da gönderilmesi istenilen kuvvetlerle bu toplam tonaj asılacaksa, Türk Hükümeti, bu izin isteminden, Karadeniz kıyıdaı Devletleri hemen haberli kılacak ve bu Devletler, haberli kılındıklarından yirmi-dört saat sonra bir karı görüöne sürmezlerse, ilgili Devletlere istemlerine ilikin olarak verdii kararı en geç kırk-sekiz saat içinde bildirecektir. 


[Karadeniz'e] kıyıdaolmayan Devletler deniz kuvvetlerinin, Karadeniz'e bundan sonraki her girii ancak yukarıdaki a) ve b) paragraflarında öngörülen kullanılabilir toplam tonajın sınırları içinde yapılacaktır.

2. Karadeniz'de bulunmalarının amacı ne olursa olsun, kıyıdaolmayan Devletlerin savagemileri bu denizde yirmi-bir günden çok kalamayacaklardır.

MADDE 19.

Savazamanında, Türkiye savaan deilse, savagemileri 10. maddeden 18. maddeye kadar olan maddelerde belirtilen koullarla ayni koullar içinde, Bogazlar'da tam bir geçive gidi-geli(ulaım) özgürlüünden yararlanacaklardır.

Bununla birlikte, savaan herhangi bir Devletin savagemilerinin Boazlar'dan geçmesi yasak olacaktır; u kadar ki, ibu Sözlemenin 25. maddesinin uygulama alanına giren durumlarla, saldırıya uramıbir Devlete, Milletler Cemiyeti Misali çerçevesi içinde yapılmı, bu Misak'in 18. maddesi hükümleri uyarınca kütüe yazılmı(tescil edilmi) ve yayımlanmı, Türkiye'yi balayan bir karılıklı yardım andlaması gereince yapılan yardım durumları bunun dıında kalmaktadır.

Yukarıdaki fıkrada öngörülen kuraldıı durumlarda, 10. maddeden 18. maddeye kadar olan maddelerde belirtilen kısıtlamalar uygulanamayacaktır.

Yukarıdaki 2. fıkrada konulmugeçiyasaına karsın, Karadeniz'e kiyidas olan ya da olmayan savaDevletlere ait olup da balama limanlarından ayrılmıbulunan savagemileri, bu limanlara dönebilirler.
Savaan Devletlerin savagemilerinin Boazlar'da herhangi bir el koymaya (1) girimeleri, denetleme (ziyaret) hakkı (2) uygulamaları ve baka herhangi bir dümanca eylemde bulunmaları yasaktır.

MADDE 20.

Savazamanında, Türkiye savaan ise, 10. maddeden 18. maddeye kadar olan maddelerin hükümleri uygulanamayacaktır; savagemilerinin geçii konusunda Türk Hükümeti tümüyle diledii gibi davranabilecektir.

MADDE 21.

Türkiye kendisini pek yakın bir savatehlikesi tehdidi karsısında sayarsa, Türkiye'nin, ibu Sözlemenin 20. maddesi hükümlerini uygulamaa hakki olacaktır.

Yukarıdaki fıkranın Türkiye'ye tanıdıı yetkinin Türkiye'ce kullanılmasından önce Boazlar'dan geçmiolan, böylece balama limanlarından ayrılmıbulunan savagemileri, bu limanlara dönebileceklerdir. Bununla birlikte, su da kararlatırılmıtır ki, Türkiye, davranııyla ibu maddenin uygulanmasına yol açmıolabilecek Devletin gemilerini bu haktan yararlandırmayabilecektir.

Türk Hükümeti, yukarıdaki birinci fıkranın kendisine verdii yetkiyi kullanırsa, Baıtlı Yüksek Taraflara ve Milletler Cemiyeti Genel Sekreterine bu konuyla ilgili bir bildiri gönderecektir. 


Milletler Cemiyeti Konseyi, üçte iki çounlukla, Türkiye'nin böylece almıolduu önlemlerin hakli olmadıına karar verirse, ve ibu Sözlemenin imzacıları Baıtlı Yüksek Tarafların çounluu da ayni görüte olursa, Türk Hükümeti, söz konusu önlemlerle, ibu Sözlemenin 6. maddesi uyarınca alınmıolabilecek önlemleri kaldırmayı yükümlenir.

MADDE 22.

çinde veba, kolera, sarı humma, lekeli humma (typhus exanthématique) ya da çiçek hastalıı olayları bulunan, ya da yedi günden az bir süre önce bu hastalıklar bulunmuolan savagemileriyle, bulaık bir limandan bekez yirmi dört saatten az bir süreden beri ayrılmıolan savagemileri, Boazları karantina altında geçecekler ve Boazlar'ın bulatırılmasına hiçbir olanak bırakmamak için gerekli korunma önlemlerini gemideki araçlarla uygulamak zorunda olacaklardır.

KESM III. UÇAKLAR MADDE 23.

Sivil uçakların Akdeniz ile Karadeniz arasında geçiini salamak amacıyla, Türk Hükümeti, Bogazlar'in yasak bölgeleri dıında, bu geçie ayrılmıhava yollarını gösterecektir; sivil uçaklar, Türk Hükümetine, ara sıra (tarifesiz) yapılan uçular için üç gün öncesinden bir ön-bildirim ile, düzenli (tarifeli) servis uçuları için geçitarihlerini belirten genel bir ön- bildirimde bulunarak, bu yolları kullanabileceklerdir.

Öte yandan, Boazlar'ın yeniden askerletirilmiolmasına bakılmaksızın, Türk Hükümeti, yine de Türkiye'de yürürlükte olan hava ulaımı yönetim kuralları uyarınca, Avrupa ile Asya arasında Türk ülkesi üzerinden uçmalarına izin verilmiolan sivil uçaklara, tam bir güvenlik içinde geçmeleri için gerekli kolaylıkları salayacaktır. Bir uçuizninin verilmiolduu durumlarda, Boazlar bölgesinde izlenecek yol belirli dönemlerde gösterilecektir.

KESM IV. GENEL HÜKÜMLER MADDE 24.

Boazlar rejimine ilikin 24 Temmuz 1923 tarihli Sözleme gereince kurulmuolan Uluslararası Komisyonun yetkileri Türk Hükümetine aktarılmıtır.

Türk Hükümeti, 11., 12., 14. ve 18. maddelerin uygulanmasına ilikin istatistikleri toplamaı ve gerekli bilgileri vermei yükümlenir.

Türk Hükümeti, ibu Sözlemenin, savagemilerinin Bogazlar'dan geçiine ilikin her hükmünün yürütülmesine göz kulak olacaktır.

Türk Hükümeti, yabancı bir deniz kuvvetinin yakında Bogazlar'dan geçecei kendisine bildirilir bildirilmez, bu kuvvetin kurulusunu, tonajını, Bogazlar'a giriiçin öngörülen tarihi ve, gerekirse, olası dönütarihini, Baıtlı Yüksek Tarafların Ankara'daki temsilcilerine bildirecektir.

Türk Hükümeti, Bogazlar'da yabancı savagemilerinin gidi-geliini gösteren, ayrıca ticarete ve ibu Sözlesme'de öngörülen deniz ve hava ulaımına yararli bütün bilgileri kapsayan yıllık bir raporu Milletler Cemiyeti Genel Sekreterine ve Baıtlı Yüksek Taraflara sunacaktır. 


MADDE 25.

İşbu Sözlemenin hiçbir hükmü, Türkiye için ya da Milletler Cemiyeti'ne üye herhangi bir baka Baıtlı Yüksek Taraf için, Milletler Cemiyeti Misakindan doan haklara ve yükümlülüklere halel vermemektedir.

KESM V. SON HÜKÜMLER 

MADDE 26.

İşbu Sözleme olabilen en kısa süre içinde onaylanacaktır.

Onama belgeleri, Paris'te Fransa Cumhuriyeti Hükümetinin arivlerine konulacaktır.

Japon Hükümeti, onamanın yapılmıolduu, Paris'teki diplomatik temsilcisi aracılııyla, Fransa Cumhuriyeti Hükümetine bildirmekle yetinebilecek ve, bu durumda, onama belgesini olabilen en kısa süre içinde gönderecektir.

Türkiye'nin onama belgesini de içermek üzere, altı onama belgesi sunulur sunulmaz, bir sunututanaı (procès-verbal de dépot) düzenlenecektir. Bundan önceki fıkrada öngörülen bildiri, bu bakımdan, onama belgesi sunusu ile edeerde olacaktır.

İşbu Sözleme, bu tutmak tarihinden balayarak yürürlüe girecektir.

Fransız Hükümeti, bundan önceki fıkrada öngörülen tutanakla, sonradan sunulacak onama belgelerinin sunututanaklarının doruluu onaylanmıbirer örneini bütün Baıtlı Yüksek Taraflara verecektir.

MADDE 27.

İşbu Sözleme, yürürlüe giriinden balayarak, 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan BarıAndlamasını imzalamıher Devletin katılmasına açık olacaktır.

Her katılma, diplomasi yoluyla Fransa Cumhuriyeti Hükümetine, onun aracılııyla da, bütün Baıtlı Yüksek Taraflara bildirilecektir.

Katılma, Fransız Hükümetine yapılan bildiri tarihinden balayarak geçerli olacaktır. MADDE 28.
İşbu Sözlemenin süresi, yürürlüe giritarihinden balayarak, yirmi yıl olacaktır. Bununla birlikte, ibu Sözlemenin 1. maddesinde dorulanan geçive gidi-geli
(ulaım) özgürlüü ilkesinin sonsuz bir süresi olacaktır.

Sözü edilen yirmi yıllık sürenin bitiminden iki yıl önce, hiçbir Baıtlı Yüksek Taraf, Fransız Hükümetine Sözlemeyi sona erdirme ön-bildirimi vermemise, ibu Sözleme, bir sona erdirme ön-bildirimin gönderilmesinden balayarak, iki yıl geçinceye kadar yürürlükte kalacaktır. Bu ön-bildirim, Fransız Hükümetince, Baıtlı Yüksek Taraflara iletilecektir.

İşbu Sözleme, ibu madde hükümlerine uygun olarak sona erdirilmiolursa, Baıtlı Yüksek Taraflar, yeni bir Sözlemenin hükümlerini saptamak üzere kendilerini bir konferansça temsil ettirmei kabul etmektedirler. 


MADDE 29.

İşbu Sözlemenin yürürlüe girmesinden balayarak her beyıllık dönemin sona ermesinde, Baıtlı Yüksek Taraflardan her biri, ibu Sözlemenin bir ya da birkaç hükmünün deitirilmesini önerme giriiminde bulunabilecektir.

Baıtlı Yüksek Taraflardan birinci yapılacak deitirme isteminin kabul edilebilmesi için, bu istem 14. ya da 18. maddelerin deitirilmesini amaçlamaktaysa, baka bir Baıtlı Yüksek Tarafça; baka herhangi bir maddenin deitirilmesini amaçlamaktaysa, baka iki Baıtlı Yüksek Tarafça desteklenmesi gerekir.

Böylece desteklenmideiiklik istemi, içinde bulunulan beyıllık dönemin sona ermesinden üç ay önce, Baıtlı Yüksek Taraflardan her birine bildirilecektir. Bu bildiri, önerilen deiikliin niteliini ve gerekçesini kapsayacaktır.

Bu öneriler üzerinde diplomasi yoluyla bir sonuca varmak olanaı bulunamazsa, Baıtlı Yüksek Taraflar, bu konuda toplanacak bir konferansça kendilerini temsil ettireceklerdir.

Bu konferans, ancak oybirliiyle karar alabilecektir; 14. ve 18. maddelere ilikin deiiklik durumları bu hükmün dıında kalmaktadır; bu durumlar için Baıtlı Yüksek Tarafların dörtte üçünden oluan bir çounluk yeterli olacaktır.

Bu çounluk, Türkiye'yi de içine alarak Karadeniz kiyidasi Baıtlı Yüksek Tarafların dörtte üçüncü kapsamak üzere hesaplanacaktır.

BU HÜKÜMLERE OLAN NANÇLA, aaıda adları yazılı Tam yetkili Temsilciler, ibu Sözlemeyi imzalamılardır.

MONTREUX' DE, yirmi Temmuz bin dokuz yüz otuz altı tarihinde on bir nüsha olarak düzenlenmitir; bu nüshalardan, Temsilcilerce mühürlenmiolan birincisi, Fransa Cumhuriyeti Hükümeti arivlerine konulacak, öteki nüshalar da imzaca Devletlere teslim olunacaktır.

N.P .NICOLAEV


Pierre NEICOV


J.P AUL-BONCOUR H.PONSOT


STANLEY


S.M.BRUCE


N.POLITIS


Raoul BIBICA-ROSETTI

Aaıda imzaları bulunan Japonya Temsilcileri, ibu Sözleme hükümlerinin, Milletler Cemiyeti üyesi olmayan bir Devlet sıfatıyla, Japonya'nın durumunu, gerek Milletler Cemiyeti Misakina göre, gerek bu Misak çerçevesi içinde yapılmıkarılıklı yardim andlamalarına göre, hiçbir biçimde deitirmediini ve Japonya'nın özellikle 19. ve 25. maddeler hükümleri içinde bu Misal ve bu andlamalar konusunda tam bir deerlendirme özgürlüünü elinde tuttuunu, Hükümetleri adına bildirirler.


N.SATO


Massa-aki HOTTA N.TITULESCO Cons.CONTZESCO V.V.PELLA Dr.R.ARAS


Suad DAVAZ N.MENEMENCIOGLU Asım GÜNDÜZ N.SADAK


Maxime LITVINOFF Dr.I.V.SOUBBOTITCH. EK I.

1. İşbu Sözlemenin 2. maddesi uyarınca alınabilecek olan vergiler ve harçlar aaıdaki çizelgede gösterilenler olacaktır. Türk Hükümetinin bu vergilerde ve harçlarda kabul edebilecei indirimler, bayrak ayırımı gözetilmeksizin uygulanacaktır.

kütüe yazılı darasız tonajın

yapılan hizmetin nitelii (jauge nette, net register tonnage) herdir tonu üzerinden


alınacak vergi ya da harçlar


tutarı

Altın-Frank(1)

  1. a)  Salık denetimi ............... 0.075

  2. b)  Fenerler, ııklı samadiralar ve geçit amandıraları, ya da baka amandıralar:

  3. 800 tona kadar ................... 0.42 800 tonun üstünde ............. 0.21 
c) Kurtarma hizmeti: Kurtarma sandallarını, palamar taıyan füze istasyonlarını, sis düdüklerini, radyofarlari ve b) paragrafına girmeyen ııklı amandıralarla, ayni türden baka döemeleri (tesisleri) kapsamak üzere ... 0.10

2. İşbu Ek'in, 1. paragrafına ekli çizelgede belirtilen vergiler ve harçlar, Boazlar'dan bir gidi-dönügeçiine uygulanacaktır (baka bir deyimle, Ege Denizi'nden Karadeniz'e bir geçive Ege Denizi'ne doru dönüyolculuu ya da Karadeniz'den Ege Denizi'ne Boazlar'dan bir geçi, bunun ardından da Karadeniz'e dönü); bununla birlikte, bir ticaret gemisi, gidiyolculuu için Boazlar'a girdii tarihten balayarak altı aydan çok bir süre sonra, duruma göre, Ege Denizi'ne ya da Karadeniz'e dönmek üzere Boazlar'dan yeniden geçerse, bu gemi, bayrak ayırımı yapılmaksızın, bu vergileri ve harçları ikinci kez ödemekle yükümlü tutulabilecektir.

3. Bir ticaret gemisi, gidigeçiinde, dönmeyeceini bildirirse, ibu Ek'in birinci paragrafının b) ve c) fıkralarında öngörülen vergiler ve harçlar bakımından yalnız tarifenin yarısını ödemesi gerekecektir.

4. İşbu Ek'in birinci paragrafına ekli çizelgede tanımlanan ve söz konusu hizmetlerin gerektirdii giderlerin karılanmasına ve yedek akçe ya da aırı olmayan bir döner sermaye fonu elde etmek için gerekli miktardan yüksek olmayacak olan vergiler ve harçlar, ancak ibu Sözlemenin 29. maddesi hükümleri uygulanarak arttırılabilecek ya da tamamlanabilecektir. Bunlar altın-Frank ya da ödeme tarihindeki kambiyo deerine göre Türk parası olarak ödenecektir.

5. Ticaret gemileri, kılavuzluk ve yedekçilik (römorkörcülük) gibi istee balı hizmetler karılıı vergileri ve harçları, böyle bir hizmet, söz konusu geminin acentesinin ya da kaptanının istemesi üzerine, Türk makamlarınca gerei gibi yerine getirilmise, ödemek zorunda tutulabileceklerdir. Türk Hükümeti, istee balı bu hizmetler için alınacak vergilerin ve harçların tarifesini vakit yayınlayacaktır.

6. Bu tarifeler, söz konusu hizmetler 5. maddenin u ygulanmasıyla zorunlu kılındıı durumlarda arttırılmayacaktır.

EK II (1)

A. STANDARD SUTASIRIMI (MAIMAHREC) (2)

1. Bir su üstü gemisinin standarda sutasirimi [maimahreci], bütün gemi adamlarıyla, makineleri ve kazanlarıyla, denize açılmaa hazır olan ve -makinelerinin ve kazanlarının beslenmesine özgü yakıtla yedek yakıt dıında- bütün silahlarını ve her türlü cephanesini, döemelerini [tesisatını], donatımını, gemi adamlarının koman yasini, tatlı suyunu, çeitli yiyeceklerini ve savasırasında taıyacaı her çeit araç ve gereçlerini ve yedek parçalarını bulunduran, yapımı tamamlanmıbir geçidinin sutasirimidir.

2. Bir denizaltının standarda sutasirimi, bütün gemi adamlarıyla, yürütücü makineleriyle, denize açılmaa hazır olan ve -yakıtı, yalama yaı, tatlı suyu ve her çeit balast suyu dıında- bütün silahlarını, her türlü cephanesini, döemelerini [tesisatını], donatımını, gemi adamlarının koman yasini ve savasırasında taıyacaı çeitli araç ve gereçleri ve her çeit yedek parçalarını taıyan (dalma sarnıçlarının suyu dıında) yapımı tamamlanmıgeminin su üstündeki sutasirimidir. 


3. "Ton" (tonne) sözcüü, "metrik ton" (tonnes metriques) teriminde kullanılıı dıında, 1.016 kilogramlık (2.240 litrelik) bir ton anlamına gelmektedir.

B. SINIFLAR

1.
Hattiharp gemileri(3), aaıdaki iki alt-sınıftan birine giren su üstü savagemileridir:


a) Uçak-gemileri, yardımcı gemiler ya da b) alt-sınıfına giren hattiharp gemileri dıında, standarda sutasirimi [maimahreci] 10.000 tonun (10.160 metrik tonun) üstünde olan ya da 203 milimetre (8 pus) çapından büyük çaplı bir top taıyan, su üstü gemileri;

b) Uçak-gemileri dıında, standarda sutasirimi [maimahreci] 8.000 tonun (8.128 metrik tonun) üstünde olmayan ve 203 milimetre (8 pus) çapından büyük çaplı bir top taıyan su üstü savagemileri.

2. Uçak-gemileri(1), sutasirimi [maimahreci] ne olursa olsun, baslıca uçak taımak ve bu uçakları denizde harekete getirmek için yapılmıya da buna göre düzenlenmisu üstü savagemileridir. Bir savagemisi baslıca uçak taımak ve bunları denizde harekete getirmek için yapılmamısa ya da buna göre düzenlenmemise, bu gemiye bir inme ya da havalanma güvertesinin konulması, bu geminin, uçak-gemisi sınıfına sokulması sonucunu vermez.

Uçak-gemileri sınıfı iki alt-sınıfa ayrılır; öylece:

a) Uçakların havalanabilecekleri ya da konabilecekleri bir güverte ile donatılmıolan

gemiler;

b) Yukarıda a)paragrafında tanımlanan bir güverteyle donatılmamıolan gemiler.


3. Hafif su üstü gemileri(2), uçak-gemileri, küçük savagemileri ya da yardımcı gemiler dıında, standart sutasirimi [maimahreci] 10.000 tonu (10.160 metrik tonu) geçmemek üzere 100 tonun (102 metrik tonun) üstünde olan ve 203 milimetre (8 pus) çapından büyük çaplı top taımayan su üstü savagemileridir.

Hafif su üstü savagemileri üç altı-sınıfa ayrılır; öylece:

a) 155 milimetre (6.1 pus) çapından büyük çaplı bir top taıyan gemiler;

b) 155 milimetre (6.1 pus) çapında büyük çaplı top taımayan ve standarda sutasirimi [maimahreci] 3.000 tonun (3.048 metrik tonun) üstünde olan gemiler;

c) 155 milimetre (6.1 pus) çapından büyük çaplı top taımayan ve standarda sutasirimi [maimahreci] 3.000 tonun (3.048 metrik tonun) üstünde olmayan gemiler.
  1. Denizaltılar (3), denizin yüzeyi altında gidip-gelmek üzere yapılmıbütün gemilerdir.
  2. Küçük savagemileri (4), yardımcı gemiler dıında, standarda sutasirimi [maimahreci]
2.000 tonu (2.023 metrik tonu) geçmemek üzere, 100 tondan (102 metrik tondan) büyük olan, ancak aaıdaki niteliklerden hiçbirini kendilerinde bulundurmayan su üstü savagemilerdir:
  1. a)  155 milimetre (6.1 pus) çapında büyük çaplı bir topla donatılmıolmak;

  2. b)  Torpil atmak için yapılmıya da donatılmıbulunmak; 
c) 20 milden çok hız salamak üzere yapılmıolmak;

6. Yardımcı gemiler(1), askeri donanmaya balı olup, standart sutasirimi [maimahreci] 100 tondan (102 metrik tondan) büyük olan, olaanlıkla donanma hizmetinden ya da asker tasıma ya da savaan gemilerin kullanıldıkları hizmetten baka herhangi bir hizmette kullanılan, savaan gemi olmak üzere yapılmamıolan ve aaıdaki niteliklerden hiçbirini kendinde bulundurmayan su üstü gemileridir;
  1. a)  155 milimetre (6.1 pus) çapından büyük çaplı bir topla donatılmıolmak;

  2. b)  76 milimetreden (3 pustan) büyük çapta sekiz toptan çok topla donatılmıolmak;

  3. c)  Torpil atmak üzere yapılmıya da donatılmıolmak;

  4. d)  Zırhlı kaplamalarla korunmak üzere yapılmıolmak;

  5. e)  28 mili asan bir hiza erimek üzere yapılmıolmak;

  6. f)  Uçakları denizde harekete geçirmek üzere özellikle yapılmıya da düzenlenmi
olmak;

g) Uçak fırlatmak için, ikiden çok araçla donatılmıbulunmak. C. YAINI DOLDURMUGEMLER
Aaıdaki sınıflara ve alt-sınıflara giren gemiler, yapımlarından balayarak, aaıda sayıları gösterilen yıllar geçince, "yasini doldurmu"(2) sayılacaklardır:
  1. a)  Bir hattiharp gemisi için .......... 26 yıl;

  2. b)  Bir uçak-gemisi için................. 20 yıl;

  3. c)  a) ve b) alt-sınıflarından bir hafif
    su üstü gemisi için:
(i) 1 Ocak 1920 den önce kızaa konulmusa 16 yıl (ii) 31 Aralık 1919 dan sonra kızaa
konulmusa....................................... 20 yıl
  1. d)  c) alt-sınıfından bir hafif su üstü gemisi
    için .................................... 16 yıl

  2. e)  Bir denizaltı için ...................... 13 yıl
EK III.

Japon donanmasının aaıda belirtilen, yasini doldurmuüç okul gemisinden ikisinin Boazlar'daki limanları birlikte ziyaretine izin verilmesi kararlatırılmıtır. 


Bu iki geminin toplam tonajı, bu durumda, 15.000 tona edeerde sayılacaktır. Asama 20-X-1896 18-III-1899 9.240 IVx200mm
XIIx150mm
Yakumo 1-XI-1898 20-VI-1900 9.010 IVx200mm

XIIx150mm
Iwate 11-X-1898 18-III-1901 9.180 IVx200mm
XIVx150mm.

EK IV.

1. İşbu Sözlemenin 18. maddesine öngörülen, Karadeniz kıyıdaı Devletlere balı donanmaların toplam tonajı hesabına katılacak gemilerin sınıfları ve alt-sınıfları unlardır:

Hattiharp gemileri: 

Alt-sınıf a); 

Alt-sınıf b); 

Uçak-gemileri: 

Alt-sınıf a); 

Alt-sınıf b);

Hafif su üstü gemileri: 

Alt-sınıf a);


Alt-sınıf b);


Alt-sınıf c); 

Denizaltılar:

İşbu Sözlemenin II sayılı Eki'ndeki tanımlamalara göre.

Tonaj toplamının hesaplanmasında göz önünde tutulması gereken sutasirimi [maimahreç], III sayılı Ek'de tanımlanan standart sutasirimidir. Sözü edilen Ek'te tanımlanmıoldukları biçimde, ancak "yasini doldurmu" olmayan gemiler göz önünde tutulacaktır.

2. 18. maddenin b) fıkrasında öngörülen bildirinin ayrıca ibu Ek'in birinci paragrafında belirtilen sınıflarla alt-sınıflardaki gemilerin tonaj toplamını kapsaması gerekir. 


PROTOKOL

Bugünkü tarihli sözlemeyi imza ettikleri sırada, aaıda imzaları bulunan Tam yetkili Temsilciler, her biri kendi hükümetlerini balamak üzere, aaıdaki hükümleri kabul ettiklerini bildirirler:

1. Türkiye, ibu Sözlemenin Balangıç (Préambule) kesiminde tanımlandıı biçimde Boazlar bölgesini hemen yeniden askerletirebilecektir.

2. Türk Hükümeti, 15 Austos 1936 tarihinden balayarak ibu Sözlemede belirlenen rejimi geçici olarak uygulayacaktır.

3. İşbu Protokol bugünkü tarihten balayarak geçerli olacaktır.


MONTREUX' DE, yirmi Temmuz bin dokuz yüz otuz altı tarihinde düzenlenmitir. N.B.NICOLAEV


Pierre NEICOV


J.P AUL-BONCOUR


H.PONSOT


STANLEY


S.M.BRUCE


N.POLITIS


Raoul BIBICA-ROSETTI


N.SATO (ad referandum)


Massa-aki HOTTA (ad referandum)


N.TITULESCO


Cons.CONTZESCO


V.V.PELLA


Dr.R.ARAS


Suad DAVAZ


N.MENEMENCIOGLU


Asım GÜNDÜZ


N.SADAK


Maxime LITVINOFF 


Dr.I.V.SOUBBOTITCH


DIPNOTLAR

1. Lozan BarıAndlamasının 23. maddesi öyledir: "Baıtlı Yüksek Taraflar, Boazlar rejimine ilikin bugünkü tarihli yapılmıolan Sözlemede öngörüldüü üzere, Çanakkale Boazı'nda, Marmara Denizi'nde ve Karadeniz Boazı'nda, denizden ve havadan, barızamanında olduu gibi savazamanında da, geçive gidi-geli(ulaım) serbestlii ilkesini kabul ve ilan etmekte görübirliine varmılardır. Bu sözleme, Yüksek Taraflar bakımından, sanki bu Andlamanın içindeymigibi, ayni güç ve deerde olacaktır." Lozan BarıKonferansı, Tutanaklar-Belgeler (çeviren Seha L.MERAY), Takım II, cilt 2, Ankara, 1973, s.8

2. Boazlar Rejimine likin Lozan Sözlemesi için bakınız: Lozan BarıKonferansı, Tutanaklar-Belgeler (çeviren Seha L.MERAY), Takım II, cilt 2, Ankara, 9973, ss.54-64.

1. Fransızca metinde "batiments de ligne", ngilizce metinde "Capital Ships", 1936 Türkçe çevirisinde "hattiharp gemileri". (Çevirenler)

2. Fransızca metinde "torpilleurs", ngilizce metinde "destroyers", 1936 Türkçe çevirisinde "torpido". (Çevirenler)

1. Fransızca metinde "aéronefs", ngilizce metinde "aircrafts", 1936 Türkçe çevirisinde "hava sefineleri". (Çevirenler)

2. Fransızca metinde "avarie", ngilizce metinde "damage", 1936 Türkçe çevirisinde "hasar". (Çevirenler)

3. Fransızca metinde "fortune de mer", ngilizce metinde "peril of the sea" 1936 Türkçe çevirisinde "deniz arızası". (Çevirenler)

1. Fransızca ve ngilizce metinlerde "capture", 1936 Türkçe çevirisinde "zapt ve müsadere". (Çevirenler)

2. Fransızca metinde "droit de visite", ngilizce metinde "right of visit and search", 1936 Türkçe çevirisinde "muayene hakki". (Çevirenler)

1. Fransızca metinde "Aéronefs", ngilizce metinde "Aircrafts", 1936 Türkçe çevirisinde "Hava sefineleri". (Çevirenler)

1. imdiki durumda, 100 kuru, yaklaık olarak 2 altın-Frans 20 santim deerindedir. 

--------------------------------------------------------------------------------

1. İşbu Ek'in metinleri, 25 Mart 1936 tarihli Londra Deniz Kuvvetleri Andlamasından alınmıtır.

2. Fransızca metinde "déplacement-type", ngilizce metinde "standard displacement", 1936 Türkçe çevirisinde "maimahreç esasi". (Çevirenler)

3. Fransızca metinde "Batiments de ligne", ngilizce metinde "Capital Ships", 1936 Türkçe çevirisinde "Hattiharp gemileri". (Çevirenler) 


--------------------------------------------------------------------------------

1.
Fransızca metinde "batiments porte-aéronefs", ngilizce metinde "Aircraft-Carriers", 1936

Türkçe çevirisinde "Tayyare ana gemileri". (Çevirenler)

2. Fransızca metinde "batiments légers de surface", ngilizce metinde "Light Surface Vessels", 1936 Türkçe çevirisinde "hafif su üstü gemileri". (Çevirenler).

3. Fransızca metinde "sous-marins", ngilizce metinde "Submarines", 1936 Türkçe çevirisinde "denizaltı gemileri". (Çevirenler)

4. Fransızca metinde "petis navires de combat", ngilizce metinde "Minor War Vessels", 1936 Türkçe çevirisinde "küçük muharebe gemileri". (Çevirenler)

--------------------------------------------------------------------------------

1.
Fransızca metinde "batiments auxilliaires", ngilizce metinde "Auxilary Vessels", 1936

Türkçe çevirisinde "Muavin gemiler". (Çevirenler)

2. Fransızca metinde "hors d'age", ngilizce metinde "over-age" 1936 Türkçe çevirisinde "yaşını doldurmu". (Çevirenler) 




MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...