CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

(güncelleme) Tarih kitaplarımızda yazılmayan ezeli düşmanımız Amerika gerçeği



İkinci Meşrutiyet’in ilan edildiği gün
Beyoğlu- İstiklal Caddesinde ABD bayrağı 24 Temmuz 1908



1. Dünya Savaşındayız. Trabzon Hükümet Konağına Rus işgal birlikleri gelecek. "İşbirliği” içindeki Ermeni ve Rumlar, onları karşılamak için bekliyor. Ellerinde ABD bayrağı da var. 1916 

Mütareke yıllarında Osmanlı Sarayı önünde demirli
5 adet ABD savaş gemisi.
Vahdettinin burnu dibinde..


Yunanlıların İzmir’in İşgalinde ABD Bayrağı15 Mayıs 1919.


Venizelos İzmir’de ABD ve İngiliz bayrakları eşliğinde konuşuyor..

Erzincan adliyesi önü, Pankartta Fransızca olarak
"Yaşasın Wilson Prensiplerinin 12. Maddesi yazıyor. 24 Eylül 1919

Bandırma’da ABD ve Yunan bayraklarıyla işgalcileri karşılama töreni Temmuz 1920 


9 Eylül günü Yunanlılar İzmir'den kaçmaya çalışıyor. Fotoğrafı çeken teknedeki
çizgili ABD bayrağını tanıdınız mı?


9 Eylül günü Yunanlılar İzmir'den kaçmaya çalışıyor. Fotoğrafı çeken teknedeki
çizgili ABD bayrağını tanıdınız mı?

İstiklal savaşı günlerinde Boğaz’da ABD destroyeri


-



Türk İstiklal Savaşı ve Amerika

Türk Gençliğine, ilkokul eğitiminden başlayarak üniversite eğitiminin sonuna kadar gördüğü bütün tarih derslerinde Osmanlı Devleti’ni Sevr Anlaşması ile bölmeye ve sömürge hale getirmeye çalışan en büyük düşmanların İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, Ermeniler (Ermeniler bu süreçte daha devlet kuramamışlardır. Batılı devletlerden aldıkları destekle birlikte Sevr Anlaşmasında gösterilen topraklarda bir Büyük Ermenistan Devleti kurulması için çalışıyorlardı.) olduğu öğretilmiştir ve hala öğretilmektedir.
Bu bilgiler doğru ancak eksiktir. 
Çünkü Millî mücadele sürecinde Amerika;
Türkiye’yi işgal etmek ve Sevr Anlaşması ile Wilson ilkelerini geçerli kılmak için Türk Topraklarına 1 tümen asker, yüzlerce misyoner, casus, istihbarat görevlisi, üst düzey komutanlar ve savaş gemileri göndermiş hatta kendi işgalini kolaylaştırarak meşrulaştıracak bazı insanları da satın almıştır. 
Amerikan işgali öyle bir hal almıştır ki bir kısmı Dolmabahçe Sarayı’nın önüne demirlerken bazı gemiler ise bölgeyi kontrol altında tutması ve bilgi toplaması için Samsun’a gönderilmiştir.

İşin garibi ise; İstanbul'da İngiliz gemilerinin, İzmir'de Yunan Gemilerinin Marmara ve Ege açıklarında yanında duran Amerikan Gemilerinin, 1. Dünya Savaşında Trabzonun işgalinde de, Rus gemileri ile Kardeniz açıklarında bulunmasıdır.

Bize anlatılan tarihte; bunca kaynağa ve fotoğrafa rağmen 1. Dünya Savaşı ve Türk İstiklâl Savaşı'nda Amerika kelimesinin bile bulunmaması bir başka dikkat çekici husustur.

1918 yılından 1923 yılına kadar Türk denizlerinde bulunan Amerikan gemileri ve bulunduğu bölgeler şunlardır:

1. USS Alden (İstanbul- Samsun)
2. USS Arizona (İzmir- İstanbul- Batum)(2. Dünya savaşındaPearlHarbour'da Japonların bombaladığı gemi)
3. USS Noma (İstanbul)
4. USS Martha Washington (İstanbul)
5. USS Dyer (İzmir- İstanbul)
6. USS Du Pont (İstanbul)
7. USS Whipple (İstanbul)
8. USS Roper (İstanbul- Samsun- Trabzon- Batum)
9. USS Fox (İstanbul- Karadeniz)
10. USS Gregory (İzmir- İstanbul- Batum)
11. USS Luce (İzmir- İstanbul- Karadeniz)
12. USS Manley (İzmir- İstanbul- Karadeniz)
13. USS Tattnall (İstanbul)
14. USS Humphreys (İstanbul- Marmara- İzmit)
15. USS Sands (İstanbul- Samsun- Trabzon- Batum)
16. USS Sturtevant (İstanbul- Samsun- Trabzon)
17. USS McFarland (İstanbul- Karadeniz)
18. USS Kane (İstanbul)
19. USS Hatfield (İstanbul)
20. USS Bainbridge (İstanbul)

*Bu bilgiler Hulki Cevizoğlu, 1919’un Şifresi (Gizli ABD İşgalinin Belge ve Fotoğrafları), Ceviz Kabuğu Yayınları, 1. Baskı, Ankara, 2007” isimli kitaptan iktibâs edilmiştir.

.

Yakan, yıkan, gasbeden, katleden Yunanlılardan harb tazminatı alınmaması

Yunanlılar, 15 Mayıs 1919’da İzmir’i işgal etmelerinden 8 Eylül 1922’de denize dökülmelerine kadar, 3 yıl 3 ay 25 gün bu güzel yurdumuzu işgal ederek kirletmişlerdir. Bu müddet zarfında Yunan ordusu, tarihte eşine ender rastlanan bir hunharlık, iğrençlik, alçaklık ve vahşet tabloları sergilemiştir.
Yunanlılar, İzmir, Manisa, Eskişehir, Bursa, Aydın, Bilecik, Uşak, Balıkesir başta olmak üzere birçok ili ve ilçeyi, yüzlerce köyü ve kasabayı yakıp yıkmış, viraneye çevirmiştir. Buralarda binlerce masum insana işkence yapmış, öldürmüş, tecavüz etmiş, ziynet ve değerli eşyalarını gasbetmiştir.

İtalyan ressam Pisani’nin, evleri talan eden Yunan askerlerinin,  Türkler’e reva gördüğü zulmü anlatan tablosu
Yunanlıların Anadolu’nun işgale uğrayan kısımlarında âdeta taş taş üstünde bırakmamalarının binlerce belgesi mevcuttur. Henüz yakılan köylerin, kasabaların, şehirlerin üzerinden dumanlar yükselirken o bölgeyi gezen edebiyatçılardan ve gazetecilerden müteşekkil bir heyet de (Yakup Kadri, Halide Edip, Falih Rıfkı, Mehmet Âsım) hadiseyi sıcağı sıcağına tespit edip, canlı şahitleriyle konuşup kaleme almışlardır.

Bir ülkenin mühim bir bölgesini âdeta yok eden bir canavarlar topluluğundan tek kuruş tazminat alınmaması tuhaf, hem de çok tuhaftır.

Yunanlılardan Harp tazminatı alınmaması, istenmemesi şöyle dursun; bir de üstelik “misak-ı millî” sınırları içerisinde olmasına rağmen, Batı Trakya ve On İki Adalar da Yunanlılara bırakılmış, Kıbrıs da BM’nin ve İngilizlerin insafına terkedilmiştir. Öte yandan, “Yunanlılardan harp tazminatı alınmayacağı” hükme bağlanmıştır. Lozan Andlaşması’nın 59. Maddesi şöyledir:

“Yunanistan savaş yasalarına karşıt olarak, Anadolu’nun Yunan ordu ve yönetiminin eylemlerinden doğan yıkımların onarılması zorunluluğunu tanır.

“Öte yandan Türkiye, Yunanistan’ın savaşın sürmesinden ve bunun sonuçlarından doğan malî durumunu nazara alarak onarım konusunda Yunan hükümetine karşı her türlü istekten kesin olarak vazgeçer.” (Mondros, Sevr, Lozan Andlaşmaları, Ankara Ticaret Odası Yayınları, s. 269)

Yunan askerleri 70 yaşındaki Türk köylülerine kendi ölüm çukurlarını kazdırıyor.

Yunanlılar üç yıl boyunca çok sistemli ve planlı bir şekilde tahribat yapmışlardır. Öyle ki ordu içerisinde; soyguncu ekibi, tecâvüzcü ekibi, yakıp yıkma ekibi, öldürme ekibi, işkence ekibi diye sınıflar teşekkül ettirilmiştir. Mehmet Âsım “Yakıp yıkma ekibinin” nasıl çalıştığını şu şekilde naklediyor:

“…Turgutlu kasabasında alınan malûmata göre Yunanlılar tahrip taburlarını yedi süvari ve ikisi piyade olarak üçer kişilik yangın postalarından teşkil etmişlerdir. Yangın postalarının önündeki süvariler aralarındaki iki piyadenin kumandanı olarak göğüslerinde kırmızı bir işaret, başlarında siyah bir kabalak, ellerinde boruya benzer parlak sarı bir teneke ile ayrılırdı. Piyadelere gelince bunların birisi içi bomba ile dolu bir posta, ikincisi dezenfekte tulumbalarını andıran benzin ile dolu bir âleti taşıyorlardı…” (İzmir’den Bursa’ya, s. 120)

Yaktılar, yıktılar, gasbettiler, öldürdüler… Bütün bunlar yanlarına kâr kaldı. Her ne kadar Lozan’da bu çapulcular sürüsünü Anadolu’ya gönderenlerce “borcu yoktur” kaydı düşülse de Yunanlıların yaptığı da “alacak” hânesine kaydedildi…

Burhan Bozgeyik

Kaynak:
Yakın Tarihimiz


Tapınma Kongresi


Dün ma­sa­ya otur­dum…
De­niz­ci­lik sek­tö­rü kan ağ­lar­ken, na­sıl olu­yor da Bi­na­li Yıl­dı­rı­m'­ın ço­cuk­la­rı 13 yıl­da “ge­mi­cik­le­riy­le­” zen­gin­leş­ti; bu­nu ya­za­cak­tım.
Ama…
Gör­müş­sü­nüz­dür.
İz­le­miş­si­niz­dir.
Evet, AKP kon­gre­sin­den bah­se­di­yo­rum…
AKP kon­gre­sin­de­ki top­lu aya­ğa kal­kış gö­zü­mün önün­den git­mi­yor bir tür­lü:
Bu bir kül­t'­tür. Ya­ni; ta­pın­ma­dır!
Fa­ni bi­ri­ne ta­pı­lır mı?
Ta­rih­te ör­nek­le­ri var; ör­ne­ğin, fi­ra­vu­na ta­pı­lır!
*  *  *
Oy­sa…
Ku­r'­an-ı Ke­rim, “fi­ra­vu­n” ko­nu­sun­da in­sa­noğ­lu­nu sü­rek­li uya­rır; 74 yer­de “fi­ra­vu­n” adı­nı ge­çi­rir.
Fi­ra­vu­nu şöy­le an­la­tır:
Fİ­RA­VUN; on­dan ön­ce­ki­ler gi­bi hep ay­nı su­çu iş­ler. (Hâk­ka, 9)
Fİ­RA­VUN; kuş­ku­suz tan­rı­ya, va­hi­ye, pey­gam­be­re kar­şı de­ğil­dir. (İs­ra, 102)
Fİ­RA­VUN; ege­men­li­ğin kay­na­ğı ola­rak ken­di­si­ni gö­rür. Ya­ra­tı­cı adı­na iş­le­ri yü­rüt­tü­ğü­nü dü­şü­nür. (Mü'­min, 29)
Fİ­RA­VUN; öl­dür­me ve ya­şat­ma ko­nu­sun­da tam yet­ki­li ol­du­ğu­na ina­nır. Ül­ke­nin sa­hi­bi ol­du­ğu­nu sa­nır. (Zuh­ruf, 51)
Fİ­RA­VUN; ha­ya­tın her ala­nın­da tam bir zor­ba­dır; ken­di kon­tro­lün­de ol­ma­yan hiç­bir şe­ye izin ver­me­yen bir ki­bir abi­de­si­dir. (Du­han, 31)
Fİ­RA­VUN; ki­min ne ka­dar dü­şü­ne­ce­ği­ne, na­sıl ya­şa­ya­ca­ğı­na ve ne ka­dar ina­na­ca­ğı­na ken­di­si ka­rar ve­rir. (A'­raf, 123)
Fİ­RA­VUN; in­san­la­rı çe­şit­li sem­bol­le­re-put­la­ra ve ken­di­ne ita­ate zor­lar; ta­ğut­la­şır. (Na­zi­at, 17)
Fİ­RA­VUN; ken­di­ne ve oluş­tur­du­ğu sem­bol­le­re ita­at de­re­ce­le­ri var­dır; uy­ma­yan­la­rı ez­me­nin yol­la­rı­nı arar. Hal­kı­nı bir­ta­kım grup­la­ra ayı­rıp bö­ler; ve on­lar­dan bir bö­lü­mü­nü güç­ten dü­şü­rür; is­yan­cı er­kek ço­cuk­la­rı “boz­gun­cu­” di­ye bo­ğaz­la­tır. (Ka­sas, 4)
Fİ­RA­VUN; hal­kı için ça­lı­şan­la­rı, “yer­yü­zün­de fe­sat çı­kar­mak is­te­yen­le­r” di­ye hal­ka “ye­m” yap­tır­mak is­ter; hak­ka­ni­yet­li in­san­lar­dan öl­dü­re­si­ye nef­ret eder.
(Mü'­min, 26)
Fİ­RA­VUN; gü­cü­nün tan­rı ka­tın­dan gel­di­ği­ni gös­ter­mek için bü­yük sa­ray ve bah­çe yap­tı­rır. (Ka­sas, 38)
Fİ­RA­VUN; ken­di mev­ki­si­ni ve zen­gin­li­ği­ni öne çı­ka­ra­rak hal­kı kü­çüm­ser.
(Zuh­ruf, 54)
Fİ­RA­VUN; ma­kam-kol­tuk, pa­ra-ser­vet, ha­zi­ne-iha­le da­ğı­tı­mı­nı biz­zat ken­di ya­par. Ka­ri­yer ve kon­for grup­la­rı oluş­tu­rur; hal­kı da bu­nun ha­yal­le­ri­ni kur­du­ra­rak kö­le­leş­ti­rir. (Yu­nus, 88 ve Şua­ra, 57-58)
Fİ­RA­VUN; hal­kın ka­fa­sı­nı ka­rış­tı­ra­rak on­la­rı ap­tal­laş­tı­rır. Halk, fi­ra­vu­na ita­at ede­rek yol­dan çı­kar. (Zuh­ruf, 54)
Fİ­RA­VUN; kur­du­ğu zu­lüm he­ge­mon­ya­sın­dan ne­ma­la­nan ve ken­di­ne akıl ve­ren ke­sim­le bir­lik­te sür­dü­rür sis­te­mi­ni. (A'­raf, 127)
Fİ­RA­VUN; ya­la­nın ik­ti­da­rı için “bü­tün us­ta si­hir­baz­la­rı-bü­yü­cü­le­ri ba­na ge­ti­ri­n” di­ye em­re­der. On­lar Fi­ra­vu­n'­a ge­lip der­ler ki: “E­ğer biz ga­lip olur­sak, her­hal­de bi­ze bir kar­şı­lık (ar­ma­ğan) var, de­ğil mi?” Fi­ra­vun, “e­ve­t” de­di; “en ya­kın­la­rım siz­ler ola­cak­sı­nız.” (Yu­nus, 79 ve A'­raf 113-114)
Fİ­RA­VUN; iti­raz eden­le­ri, mu­ha­le­fet ya­pan­la­rı; “ra­hat ya­şa­mı boz­mak is­te­yen, in­san­la­rın key­fi­ni ka­çı­ran şer ha­re­ket­le­ri­” ola­rak gö­rür. (A'­raf, 110)
Fİ­RA­VUN; ken­di­si­nin izin ver­me­di­ği­ni bir si­ya­sal ha­re­ke­tin-ide­olo­ji­nin-gö­rü­şün or­ta­ya çık­ma­sı­na şid­det­le kar­şı çı­kar. Böy­le bir ha­re­ke­ti, ken­di var­lı­ğı­na ve oluş­tur­du­ğu sis­te­mi­ne kar­şı ha­yır­sız bir ey­lem ola­rak gö­rür. (A'­raf, 123)
Fİ­RA­VUN; ger­çe­ği hay­kı­ran­la­rı hal­ka düş­man gös­te­rir; “si­zi yur­du­nuz­dan sü­rüp çı­kar­mak is­ti­yor­la­r” di­ye hal­kı kor­ku­tur. (Şua­ra, 35)
Fİ­RA­VUN; sis­te­mi­ne ve fi­kir­le­ri­ne kar­şı çı­kan­la­ra iş­ken­ce yap­tı­rır, hap­se at­tı­rır ve öl­dür­tür. (A'­raf, 124)
Fİ­RA­VUN; ken­di­si­ne ve kur­du­ğu sis­te­mi­ne kar­şı olan­la­rın kuv­vet kay­nak­la­rı­nı yok eder ve her­ke­si ken­di­ne muh­taç bir sü­rü­ye dö­nüş­mek is­ter. (A'­raf, 127)
Fİ­RA­VUN; ki­şi­li­ği­ni, fi­kir­le­ri­ni, sis­te­mi­ni her alan­da tek güç kay­na­ğı, tek söz sa­hi­bi ola­rak be­lir­ler. “Ey ön­de ge­len­ler, si­zin için ben­den baş­ka li­de­ri­niz yo­k” der.
(Ka­sas, 38)
Fİ­RA­VUN; din adam­la­rı­na ve din­dar grup­la­ra de­ğer ve­rir; bun­la­ra, sis­te­mi­ni top­lum­sal ya­şam­da meş­ru­laş­tı­ra­cak -halk için­de ko­nuş­ma gi­bi- gö­rev­ler ve­rir. On­lar da sa­da­kat­le gö­rev­le­ri­ni ye­ri­ne ge­ti­rir. (Ka­sas, 38)
Fİ­RA­VUN; dü­ze­ni­ni de­vam et­ti­rir­ken, bir gün ge­lip ik­ti­da­rı­nı yı­ka­cak is­yan çığ­lık­la­rı­nı duy­maz. (Du­han, 31 ve Ka­sas, 7-14)
Fİ­RA­VUN; hiç­bir uya­rı­yı, na­si­ha­tı din­le­mez. (Na­zi'at, 17)

So­nuç­ta:

Ku­r'­an, fi­ra­vu­nu ve fi­ra­vun dü­zen­le­ri­ni des­tek­le­yen­le­ri la­net­ler.
Ne ya­zık ki, in­sa­noğ­lu bu­na rağ­men her fır­sat­ta yol­dan çı­ka­ra­rak fi­ra­vu­na ta­par.

.

'TÜRK…' ARAP ACEM KAYNAKLARINA GÖRE TÜRKLERİN TEMEL ÖZELLİKLERİNİ ANLATIYORUZ

BİZ, "TÜRKİYE'Yİ HER BİRİSİ BİLGİNİN ÇELİK ZIRHLARINI KUŞANMIŞ MİLLİ ŞUUR SAHİBİ TÜRK GENÇLERİNİN YÖNETMESİNİ İSTİYORUZ" DERKEN BU GENÇLİĞİN YOĞUN TARİH BİLGİSİNDEN VE ŞUURUNDAN MAHRUM BULUNMASI DÜŞÜNÜLEMEZ.

TARİHİMİZİ SEVEREK OKUYALIM

ARAP ACEM KAYNAKLARINA GÖRE TÜRKLERİN ÖZELLİKLERİNİ ANLATIYORUZ:

TÜRK, HEM ÇOBAN, HEM SEYİS, HEM BİR BAYTAR HEM BİR SÜVARİDİR. TÜRK BAŞLI BAŞINA BİR MİLLETTİR.

TÜRK, EDEPLİ, TERBİYELİ, AKILLI VE TEMİZ KALPLİDİR, AZİMLİDİR; HOŞGÖRÜLÜDÜR;TEDBİR SAHİBİDİR.

TÜRK, SAĞLAM YAPILIDIR, CESURDUR, KAHRAMANDIR, İYİ SAVAŞIR.

TÜRK TEMİZ KALPLİDİR, AÇIK SÖZLÜ VE AÇIK YÜREKLİDİR.

TÜRK NAMUSLUDUR, GÜVENİLİR İNSANDIR.

TÜRK, TEŞKİLATÇIDIR, İTAATİN, EMİR-KOMUTANIN NE OLDUĞUNU BİLİR.

TÜRK ZAYIF VE ACİZLERİ KORUR; SAVAŞ ZAMANLARINDA KORKUNÇ BİR MUHARİP GÖRÜNÜMÜNDE İSE DE O BARIŞ ZAMANLARINDA EN SAKİN İNSANDIR.

TÜRK BARIŞ DÖNEMLERİNDE GELENE GİDENE YEMEK YEDİRİR-İÇİRİR, YARDIM EDER.

“TÜRK. ELİ KOLU BAĞLI OLARAK BİR KUYUYA ATILSA, MUT-LAKA BİR ÇARESİNİ BULUP KURTULUR"

TÜRK, TABİATA KARŞI ÇOK TAHAMMÜLLÜDÜR. HAYATIN GÜÇLÜKLERİNİ GÜLER YÜZLE KARŞILAR. TÜRK ATI DA AYNI ZAMANDA ÇOK TAHAMMÜLLÜDÜR.

TÜRK, DURMAK NEDİR BİLMEZ; O HER ZAMAN ÇALIŞIR. HEPSİNDEN ÖNEMLİSİ DURMAKSIZIN KENDİSİNİ AŞMAK VE YENİLEMEK İSTER.

TÜRK, “SADE” İNSANDIR:
O KISA VE ÖZ KONUŞUR; UZUN VE BOŞ SÖZLERDEN NEFRET EDER.
BU SEBEPLE “SADELİK, AÇIK VE YALIN” OLMAK ONUN EN BELİRGİN VASIFLARINDANDIR.

TÜRK, ATA ERKEN ZAMANLARDA SAHİP OLDUĞUNDAN, ATIN SÜRATİ VE HAREKETLİ OLUŞU SEBEBİYLE KOMŞULARINA BÜYÜK ÜSTÜNLÜK SAĞLAMIŞTIR.

“TÜRK’ÜN ÖMRÜNÜN AT ÜZERİNDE GEÇEN GÜNLERİ, YER ÜZERİNDE OTURARAK GEÇİRDİĞİ GÜNLERDEN DAHA ÇOKTUR.

Sevgili Okurlar,

Bu gün 9 şehidimiz var.Acımız büyük diğer tarafta MHP kongresi ile ilgili arda arda Mahkeme kararları geliyor Karmaşa diz boyu..

Böyle bir dönemde neden Türk Tarihi derseniz Atatürk'ün 1911-18 arasında tüm cephelerde en yoğun ateşlerin altında kaldığı günlerde dahi Tarih okuduğu bu sebeple Milli his ve heyecanını diri tuttuğunu bu sebeple hiç bir liderde bulunmayacak özelliklere sahip bulunduğunu sizlere hatırlatmak isterim.

Tarih sadece geçmiş değil geleceğimizdir. İnceledikçe tüm olayların anahtarının tarihte bulunduğunu Tarihi öğrendikçe geçmişte olabilecekleri okuma özelliğine sahip olacağını hatırlatmak isterim.

Regis Debray bile "Tarih bir önceki perdenin maskesini takarak sahneye çıkar" diye başlayan deyişinde bu gün yaşamakta bulunduğumuz tüm olayların Emperyalist boyutunu dile getirmekte "Aslında geçmişteki sahnelerin değişik maskelerle yeniden bize seyrettirildiğini" söylemektedir.

Sevgili Okurlar,

Biz "Türkiye'nin geleceğini her birisi bilginin çelik zırhlarını kuşanmış Milli Şuur sahibi Türk gençlerinin oluşturmasını istiyoruz" derken bu gençliğin yoğun Tarih bilgisinden ve şuurundan mahrum bulunması düşünülemez.Tarihimizi severek okuyalım Milletimizi tanıyalım yaşanılan olayların arkasındaki asıl sebepleri öğrenelim.

İşte o zaman bu günkü yaşanılan olayların nasıl kurgulandığını da çok daha iyi görürüz Sevgili Okurlar bundan önceki iki gün Türk Adıile ilgili iki bölüm çalışma yayınladık.Bugün üçüncü bölüm çalışmamızı bunun yanında Arap ve Acem kaynaklarına göre Türklerin özelliklerini anlatacağız.

KUTSAL KİTAPLARDA TÜRK ADI

Tevrad’a dayanan rivayetlerde, Türk’ün, Hazreti Nuh’un oğullarından Yafes’in oğlu olarak görülür. Ancak Nuh ile ilgili bu rivayetin Göktürkler tarih sahnesine girdikten sonra ortaya çıktığı anlaşılıyor. Zira eski Tevrad metinlerinde Türk’ün ne şahıs ne de kavim ismi olarak yer almadığı tesbit edilmiştir.

İSLAM KAYNAKLARINDA TÜRK ADI

Arapların Türk ülkelerine yaptığı insafsız ve acımasız ve aynı zamanda kendi üstünlüklerini kabul ettirmek isteyen şovence akınları, soylu Türk aydınlarını daha çok bilinçlendiriyordu. Bu aydın bilim adamlarından birisi olan Kaşgarlı Mahmud “Bize, ad olarak Türk adını ulu Tanrı vermiştir” diyerek Türklerin Allah katındaki önemini işaret etmekte, sahih olduğunu iddia ettiği hadiste “Yüce Tanrı, benim bir ordum vardır, ona Türk adı verdim. Onları doğuda yerleştirdim. Bir ulusa kızarsam, Türkleri o ulus üzerine musallat kılarım” diyor. İşte bu Türkler için bir üstünlüktür. Çünkü, Tanrı onlara ad vermeyi kendi üzerine almıştır. Bununla beraber, Türklerde güzellik, sevimlilik, tatlık, edep büyükleri ağırlamak, sözünü yerine getirmek, sadelik, öğünmemek, yiğitlik, mertlik gibi öğülmeğe değer sayısız iyilikler görülmektedir.” (Bkz. Atalay, Ankara 1939, I, 250 vd.) Diyerek önce Türklerin Yüce Allahın Ordusu olduğu iddiasıyla Türk Milletinin diğer millEtlere olan üstünlüğünü vurgulamakta ve Türk Milletinin üstün vasıfları ilave etmektedir.

KAŞGARLI DA TÜRK ADI

Sevgili Okurlar,

Kaşgarlı Mahmut Türk milletinin yaratılışını Tufan efsanesine bağlıyor: “Türk, Nuh’un oğlunun adıdır. Tanrının, Nuh oğlu Türkün oğullarına verdiği bir addır. Türk sözü, Nuh’un oğlunun adı olduğundan, bir tek kişiyi bildirir. Oğullarının adı olduğundan, “beşer, insanlık” sözü gibi, çokluk ve yığını bildirir. Türkler arasında İslâmiyetin yayılmasına ve Maveraünnehrin kati surette Türkleşmesine hizmet eden Hakaniye devletinin tarihi tetkikten evvel, bu hanedan kurucularının ve devletinin kuvve-i merkeziye ve asliyesin teşkil eden Türk zümresinin kavmi mahiyetini sarahaten anlamak icap eder. Bu devletinin mebadisine ait tarihi tafsilat adeta mefkut olduğu için, bu yolda bir etnolojik tetkike lüzum şüphesiz daha fazladır. H. III-IV. Asırlara ait coğrafi menbaların izahına ve V. Asırdaki Türk zümre lehçeleri hakkındaki tetkikata nazaran, Karahanlılar devletinin kuvve-i asliyesini teşkil edenlerin mutlaka Karluk Türkleri olması icap eder “Türk” adının bir de XI. Asırda Kaşgarlı Mahmud’un zikrettiği bir izah tarzı vardır. Bu ünlü Türk dilcisi, Türk milletine Tanrı tarafından verildiğini belirttiği “Türk” adının “Olgunluk çağı” demek olduğunu ifade etmiştir. Uygur-Türk yazılarında Türk’ün Olgun anlamında kullanıldığını görürüz.

Türk yiğit kızlar: “...Sen sayısız, olgun (Türk), genç (yiğit) kızların, oluşup yaratıldığı (etigin yaratıgın) gibi, olmuş ve yaratılmış görünüyorsunuz!...”

KUTAD KUBİLİG DE TÜRK ADI

“Dünyanın en iyileri, Türk beyleri: “Görü verirsen şimdi, bugünkü Türk beyleri; dünya beyleri içinde, en iyileridir (yigler)!

Türk beylerinin adı ve ünü, belli ve belgeli!: “Türk beylerinin adı, ünü belgeli (belgülüg)! Tonga Alp Er’in ise, kutluğu belgeli!”

“Türk adının tarih sahnesine çıkışı VI. Asırda Gök-Türk devletinin kuruluşuna bağlıdır. Nitekim bu kavmi Çinliler Tu-kiu Bizanslılar da Turkoi adı ile tanıyorlardı ki Orhun kitabelerinin keşfinden önce bu isimlerin “Türk” olduğu anlaşılmıştı.

İslam’dan önce Cahileyye şairleri (A’şa ve Nabiga gibi) ve Hazret-i Peygamberin hadisleri de Türkleri kendi isimleriyle tanınıyor ve kaydediyorlardı. Gök-Türk kağanları tabiiyetlerinde bulunan ve hatta kendi devletlerine karşı isyan eden Oğuz, Türkeş ve Kırgız uluslarını da Türk adı ile zikrediyor ve bunları “kendi Türk milletim idi” (Türküm budunum erti) ifadesi ile gösteriyorlardı.

Bu durum Türk adının sadece Gök-Türk hakanları hanedanın, mensup oldukları bir boya veya devlete ait olmayıp bütün bir millete şamil bulunduğunu ifade eder. Türk adının bu kadar geniş bir mana kazanması onun Gök-Türklerden önce mevcut olduğuna bir delil teşkil eder. Nitekim eski İran ve Arap kaynaklarında Ak-hunlar (Hayatile) de Türk adı altında gösterilmiş; destani Turan isminin Türk’ten geldiği anlaşılmıştır. I. asır Latin müellifi Pompenius Ural (Yayık) ve İtil nehirleri arasında bir Turkae kavminin yaşadığını kaydeder. Hatta meşhur sinoloji âlimi De Groot Hunlardan önce Çin’in Kuzeyinde Tik adlı bir kavmin bulunduğunu ve bu adın da Türk ile ilgili olduğunu ileri sürmüştür.”

GÖKTÜRKLERDE, UYGURLARDA VE DİĞER KAVİM - DEVLETLERDE TÜRK ADI

Sevgili Okurlar,

Türk adının bu derece yaygın ve şümullü manası onun Gök-Türklerden önce mevcut olduğuna delalet eder. Türk Adının etimolojisi de onun eskiliği ile alakalı olsa gerek. Çin kaynakları Türk ismini Gök-Türklere bağlamakta isabet göstermekle beraber onun etimolojisini verirken de o derece masal kabilinden izahlar yapmışlardır.

Filhakika bir rivayete göre Altay dağlarının cenubunda, Avar’lara tabi olarak, yaşayan Gök-Türkler onlara demirden silahlar yapıyorlardı. Yakınında bulundukları dağlardan biri tulgaya benzediği ve Türkçe buna Tu-kiu denildiği için bu millet bu adı almış imiş. W. Thomsen ve G. Nemeth gibi meşhur Türkologlar Uygurca kuvvetli manasında ve sıfat olarak kullanılan Türk veya Türük kelimesinin isim haline gelip Türk milletini ifade ettiği kanaatini ileri sürmüşlerdir.

Halbuki Munkacsi ve Vambery gibi âlimler Türk adının türemek kökünden gelmiş olduğu düşüncesinde idiler. Nitekim nizam, örf ve anane manasında kullanılan türe kelimesi de bu köke bağlıdır.

Bu görüşün isabeti bakımından göçebe Yürük isminin de yürümek kökünden doğduğunu kayda değer buluruz. Bu izah Türk adının türemiş, yaratılmış, yani mahlûk ve insan manasında (türük, türk) olduğunu belirtir.

Bu münasebetle yabancıları barbar sayan eski kavimlerin telakkisine uygun olarak Türklerin de kişi ve insan manasında bu kelimeyi kendilerine tahsis ettiği ve her Türk kavim ve devletine ait isimler üstünde Türk adının bütün Türkleri ifade için kullanıldığı kabule şayan gözükür.

Nitekim “Türk Uygur tili” tabiri de her iki hususu ifade eder. Gök-Türkler ismin başına gök (kök) sıfatını ekleyerek ona semavi ve kendilerine delalet eden bir mana vermiş oluyorlardı.

Türk adının kuvvet manasını kazanması ise Türk milletinin kudreti dolayısı ile asli değil muahhar bir manayı gösterir.

Sevgili Okurlar,

Türk Adı yalnız bütün Türk kavimlerini değil zamanla komşu ve akraba kavimleri de şümulüne alıyordu. Hatta Oğuz destanı ve İslam coğrafyacıları Türklerin hâkimiyetinde yaşayan tüm kavimleri de Türklük camiası içine almışlardı. Araplar önce Amu ve daha sonra da Sır nehri ötesinde yaşayan Tüm Türk boy ve budunları ile Türk asıllı Sogd ve Toharların tamamına birden - Türk dedikleri gibi Türklerin İslamlaşması ile birlikte Türk adı Şamani veya Müslüman olmayan bütün diğer Türklere de tahsis edilmişti. Müslüman Türkler de bu telakkiye uymuş ve nitekim Müslüman Karahanlılar kendilerine Türk ve memleketlerine Türkistan adını verdikleri halde cihad yaptıkları ırkdaşları Uygurları, kendilerinden ayırmak için, “Türk”veya“Kafir Türk” ve kendilerini de “Müslüman” İsmi ile gösteriyorlardı. Bu münasebetle Arapların ilk defa İranlılara verdikleri Acem (Yabancı) adını sonraları bütün Arap olmayan kavimler için kullandıklarını hatırlatmak yerinde olur. Bu sebepledir ki Harizmşah Alaeddin Muhammed, askerleri ve teb’ası arasında henüz çok miktarda Şamani, Kıpçak ve Kanglı ulusları yaşadığı halde, gayrimüslim Türkleri, hatta Karahıtay ve Moğolları “Türk” ve hükümdarlarını da “Türk hanı” sayıyor; kendisine de “Padişah-i Acem” ve “İskender-i sani” unvanlarını veriyordu. Türkiye Selçukluları sultanı Alaeddin Keykubad’ın denizaşırı Kırım ve Kıpçak seferi münasebeti ile de Şamani Kıpçaklar “Türk” adı ile gösterilirken kendileri de “İslam” umumi ad veya sıfatı ile anılıyordu. Selçuklu ve Osmanlılar Oğuz han veya Afrasyab soyuna mensup olmakla, Türklük şuuru ve gururuna bağlı bulunmakla beraber “Türk” adını “Eskiden Şamani olan uruğdaşlarına, sonra da İslam kültürü zayıf bulunan göçebelere ve köylülere” tahsis ediyorlardı.

Bununla beraber göçebe ve köylüler dışında Türk adını asil, doğru ve kendilerini gayrimüslim Türklerden ayırmak endişesinden ileri geliyor; ve Türk adı da daha ziyade bu gibi ahvalde meydana çıkıyordu.

İlk Osmanlı kaynakları derin bir İslam mefkûresine rağmen daima ve gururla kendilerini Türk adı da daha ziyade bu gibi ahvalde meydana çıkıyordu. İlk Osmanlı kaynakları derin bir İslam mefkûresine rağmen daima ve gururla kendilerini Türk adı ile adlandırıyorlardı.

Nitekim Bizanslılar ve Avrupalılar da Selçukluları ve Osmanlıları, umumiyetle, Türk adı ile anıyor ve hanedan veya devlet isimlerine pek az yer veriyorlardı. “Mevlana Celaleddin Rumi”, Anadolu’da Selçuklu-İlhanlı devlet nizamının müdafi olarak, “Türk”adını “yağmacı” manasında kullanıyordu.

Prof. Dr. Bahaeddin Ögel’in Türk Adı başlığı altında yaptığı açıklamaları Türk Tarihinin ilk dönemlerini ve Bilim adamlarımızın Türk tanımlamasıyla birlikte değerlendirmeniz bakımından aktarıyoruz.

Göktürk çağında Türk adı, yalnızca Türk kavmini adı olarak değil; daha çok Türk devletini karşılayan geniş bir deyim olarak söylenmişti. 585 yılında ünlü Göktürk kağanı İşbara ya Çin İmparatoru tarafından yazılan mektupta “Büyük Türk Kağanı” diye söze başlanıyordu.

Artık bu çağlarda Çinliler de Türklerin büyüklüklerini kabul etmişlerdi. İşbara Kağan ise, Çin İmparatoruna verdiği cevapta, “Türk devletinin Tanrı tarafından kuruluşundan bu yana elli yıl geçti”, diyordu. Çin grameri bakımından, bu her iki belgede de Türk sözü, bir kavim grameri bakımından, bu her iki belgede de Türk sözü, bir kavim adı değil; ancak “Türk devleti” olarak anlaşılabilirdi.

Bu görüş, kesindir. Ancak bu mektuplardan 150 yıl kadar sonra yazılmış olan Göktürk yazıtlarında ise, “Türk” sözünün bir kavim için mi; yoksa devlet adı olarak mı söylendiği, açık olarak anlaşılamıyordu. “Türk töresi, Türk Kağan, Türk Bilge Kağan, Türk ili, Türk beyleri ve budunu, Türk Sir budunu, Türk Tanrısı, Türk yeri, Türk ıduk yeri subı, -(yani Türkün mukaddes yer ve suları)-, Türk adı” gibi sözler de, Göktürk yazıtlarında geçmektedir.

Bunlar, yalnızca devleti kuran küçük bir Türk kesimi için söylenmiş sözler olarak görünmüyorlardı. Bunlar büyük bir devlet, Göktürk imparatorluğu için söylenmiş tanıklar olsa gerekti. Ayrıca “kutlu devlet; kutlu toprak ve kutlu bir halk”, Türk devlet anlayışının temelini meydana getiren üç şey idiler.

Biz böyle bir sonuca, ancak bütün bilgileri istatistik bir metotla incelendikten sonra varabiliyoruz. Zaman zaman Çin tarihlerinde, Türk kağanları ile Göktürklere bağlı Tarduş’lar gibi büyük Türk kavimleri de “Türk Tarduş” diye, “Türk” devletini adı ile tanıtılıyordu.

Şehirli Uygurlarda, devlet ve millet anlayışı, artık oldukça zayıflamış ve gevşemişti. Türk adı onlarda çoğu zaman yalnızca “erk”, yani “güç ve kuvvet” sözü ile birlikte geçmeğe başlamıştı: “Erk, Türkleriniz” veya “Erkler, Türkler” gibi...

Uygurlara göre “erkler ve Türkler”, halk içinde okumuş, yükselmiş, güçlü kimseler demekti. Ayrıca Türk sözü, “erk” yani “güç” lü karşılığı olarak da, söylenmiş olabilirdi.

Ancak bir gerçek varsa, bu çağda da, Türk sözünün, “güç, kudret” manasında söylenmiş olması idi. Güçlü kimseler de bu anlayışın içinde kalıyorlardı.

“Olgunluk”da bir “Türklük” idi. Olgunlaşmış gençler itçin, “Türk yiğit” veya “Türk kızlar”, gibi sözler söyleniyordu. Uygurların bu anlayışı Kaşgarlı Mahmud çağında da devam etmişti.

TÜRK’ÜN TEMEL ÖZELLİKLERİ

Sevgili Okurlar,

İlk bakışta etkili olan fizikî Özelliklerinin yanında, dışarıdan görülmeyen, fakat onu Türk yapan özellikleri vardır. Bu türden özellikleri, Türk’ü yakından tanıdıktan sonra herkes kabul ve teslim edecektir.

Arap müellifi Cahiz’den (ö. 869) itibaren, Türk’e verilen ve yüklenilen özelliklerin başlıcaları şunlardır:

Türk, edepli, terbiyeli, akıllı ve temiz kalplidir, azimlidir; hoşgörülüdür; tedbir sahibidir.

Türk yerini, yurdunu çok sever. Ondan ayrı düştüğünde orasını her zaman özler.

Türk, sağlam yapılıdır, cesurdur, kahramandır, iyi savaşır. Türk ancak korkulması gerekenden korkar.

Türkler iyi savaşçı oluşları sebebiyle, bütün Orta Çağlar boyunca, dünyanın da en seçkin askerlerinden sayılmışlardır.

Türk temiz kalplidir, açık sözlü ve açık yüreklidir. Onun bazen “saf’ ve “sade-dü” olarak ifade edilen bu güzel özelliği, zamanla yadırganacak, adeta ‘alımak’ gibi bir anlama, kadar gidecektir.

Türk namusludur, güvenilir insandır.

Türk, teşkilatçıdır, dolayısıyla itaatin, emir-komutanın ne olduğunu bilir. O yalnız olduğunda iyi bir önder olduğu halde, başında kendisinden daha üstün yetenekli birisi olduğunda ona severek itaat eder.

Türk zayıf ve acizleri korur; savaş zamanlarında korkunç bir muharip görünümünde ise de o barış zamanlarında en sakin insandır. Bu zamanlarda gelene gidene yemek yedirir-içirir, yardım eder.

Türk tabiatın içinden geldiğinden, küçük yaşlarından itibaren hayat kavgasına alışmıştır. Hayatın ve yaşamanın zorluklarını bilir ve onları çözmeye yatkındır.

Cahiz’in dediğine göre “Türk, eli kolu bağlı olarak bir kuyuya atılsa, mutlaka bir çaresini bulup kurtulur”. Belki bu sebepten daha doğuştan iyi mücadeleci ve kavgacıdır.

Türk gerçi kimi zaman rahata kavuşunca gevşer, hatta bazen komşularının etkisinde kalır. Ama çok geçmeden kendi özelliklerine dönmesini bilir.

Türk, çoğunlukla et yemekle birlikte sağlık bakımından bunu dengelemesini bilmiştir.

Türk, tabiata karşı çok tahammüllüdür. Hayatın güçlüklerini güler yüzle karşılar. Türk atı da aynı zamanda çok tahammüllüdür.

Türk, hem çoban, hem seyis, hem cambaz, hem bir baytar hem bir süvaridir. Cahiz’in dediği gibi “hulasa Türk başlı başına bir milletdir”.

Türkler, dünya coğrafyasında sayıca çok kalabalık bir millet olmamakla birlikte, komşularına göre üstün Özellikleri sebebiyle Cihan tarihinde seçkin ve çok Önemli bir yer tutmuşlardır. Bunun belli başları sebeplerini de şöyle sıralayabiliriz:

Türk, teşkilatçıdır; teşkilatçı özelliği onun sadece halkını değil, özellikle silahlı kuvvetlerini seçkin bir hale sokar.

Türk, durmak nedir bilmez; o her zaman çalışır. Hepsinden önemlisi durmaksızın kendisini aşmak ve yenilemek ister. Türk, “sade” insandır: O kısa ve öz konuşur; uzun ve boş sözlerden nefret eder. Bu sebeple “sadelik, açık ve yalın” olmak onun en belirgin vasıflarındandır.

Türk, ata erken zamanlarda sahip olduğundan, atın sürati ve hareketli oluşu sebebiyle komşularına büyük üstünlük sağlamıştır. Bu sebeple olsa gerek Cahiz şöyle diyordu:

“Türk’ün ömrünün at üzerinde geçen günlerinin, yer üzerinde oturarak geçirdiği günlerden daha çok olduğunu görürsün”. Türk, bir maden olarak “demiri erken bir zamanda bilmiş, demiri çelik haline sokarak güçlü silahlara sahip olmuştur. Böylesine üstün silahları ve yukarıda sözünü ettiğimiz “at”ı ile komşularına karşı başarılı olmuştur.

Türk böylece kendisine mahsus özellikleriyle, dünya üzerinde ve komşuları arasında seçkin bir yere sahip olmuştur, Türk ile ilgili olarak Afrasiyab’dan (yani Alp Er Tunga) nakledilen bir söz varmış: “Türk, sedef içinde deryada bulunan bir inci gibidir. Kendi yerinde (yurdunda) bulunduğu zaman kadir ve kıymeti bilinmez. Lakin oradan çıkınca, denizden ve sedeften çıkmış bir inci gibi kıymetlenir”

Yukarda Türk ile ilgili ilk bilgileri verdiğimiz sırada. Türk’ün bazı temel özelliklere sahip olduğunu belirtmiş, bunun oluşmasında coğrafyanın, iklimin ve hat a hayat tarzının belirleyici özelliklerine temas etmiş idik. Türk’ü belirleyen özerklerde coğrafyanın, yani Türk’ün yaşadığı yerin etkili olduğunu VIII yüzyıl insanı Cahiz başta olmak üzere pek çok gözlemci (Reşideddin gibi) dikkat etmişlerdir. Hatta Cahiz, Türk’ün sonradan geldiği Ön Asya’daki yerlerde de etkisini gösterir.

Bu sebepledir ki Türk’ün Yurdu’nu, yani Türklerin asıl hayat sahalarım kısaca belirlemek gerekir.

Değerli Arkadaşlarım,

Türk Tarihinin az bilinenlerini anlatmaya devam edeceğiz

Sevgiler saygılar 13 MAYIS 2016

TANER ÜNAL



ATATÜRK'ÜN SAMSUNA ÇIKIŞI VE HAİNLERİN YALANLARINA CEVAPLAR

Sevgili Okurlar,

Bu gün 19 Mayıs 1919 Türk Milletinin kurtuluş meşxalesinin Büyük Önder Atatürk tarafından Ateşlendiği gün..

TÜM ARKADAŞLARIMIZIN VE BÜYÜK TÜRK MİLLETİNİN GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI KUTLU OLSUN

UFUKTA PARLAYAN GÜNEŞ

Sevgili Okurlar,

19 Mayıs 1919 tarihi, Türk milleti için önemli bir dönüm noktası, aynı zamanda yeni bir devrin de

başlangıcı olmuştur. Mustafa Kemal Atatürk, bu  tarihte IX. (III) Ordu Kıtaları Müfettişliği görev ve yetkileriyle Samsun'a çıkmış; Türk Milletinin içinde bulunduğu büyük sıkıntı ve yoksulluklara rağmen, azimle Türk İstiklal Mücadelesini başlatmıştır.Bu mücadele, aynı zamanda yeni devletin doğum sancılarını da beraberinde getirmiştir. Nasıl ki gecenin en karanlık olduğu zaman şafak vaktinin, şafak vakti ise her zaman aydınlığın müjdecisi olmuşsa, 1919 yılında Mustafa Kemal Paşa'nın liderliğinde başlatılan Mili Mücadele hareketi de yeni devletin, yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin şafağı olmuştur. (Zekeriya Türkmen, Mütareke Döneminde ordunun Durumu ve Yeniden Yapılanması (1918-20), Ankara 2001, TTK Yay, s.121 vd.)


Mustafa Kemal'in görevi; ümidi sönmüş ve birliği parçalanmış bir millete evvela "Milli Birlik" şuurunu vermek, Türk gençliğine iyi örnek olmayı millete aşılamaktı.

İçerde sarayın köhne yönetiminden, dışarıda yabancıların ordu ve donanmalarıyla yaptıkları tazyikten kurtarılmış, bugün artık gerçek dost komşularla çevrili Türkiye ve 1923 Lozan Konferansının güler yüzlü manzarası ile o parçalanarak büyük küçük herkes tarafından taksim edilmeye hazır ve galiplerin ayaklarında secdeye varan eski Türkiye'sini kıyaslayabilen herkes, Mustafa Kemal Paşa'nın hedefine varmakta ne derece başarılı olduğunu kolayca anlayacaktır. ( Charles H Sherrıll, Bir Elçiden Gazi Mustafa Kemal, Tercüman 1001 Temel eser, s. 88-89) Şimdi Mustafa Kemal'in batıya doğru ilerlemesine gelelim: Mustafa Kemal ilerde sadece "Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir" cümlesinden ibaret ve meydan okuyan bir hedefle ve buna ek olarak da Yunanlıların İzmir'e çıkmış bulunmalarının yarattığı heyecanla, milleti uyarmak ve Milli Birliği güçlendirmek için işe sarılıyordu. Maddi eksikleri ve yokluklar bir yana, yaygın hale gelmiş bulunan uyuşukluk ve ilgisizlik elem vericiydi. Bu konuları burada teferruatıyla anlatacak değiliz. Ancak, bu uyuşukluk ve ilgisizliğe karşı gelmek, en çetin mücadele adamlarının bile cesaretini kıracak mahiyetteydi.

Mustafa Kemal, hiç telaş göstermeksizin çalışmalarına başlamış, her yeni güne, geçen günün sonuçlarını ekleyerek mücadelesini sürdürmüştü. Bu mücadeleyi sürdürürken, kâh büyük gayenin yarım gönüllü ve inançsız taraftarlarına yapılacak işleri anlatarak, kâh her geçen gün biraz daha artan taraftarlar arasında zaman zaman ortaya çıkan kıskançlıkları uzlaştırarak, hiç dinlenmeksizin ve yorulmaksızın, hep ilerlemişti… ( Charles H Sherrıll, Age s. 89-90.)

HAKİKAT TRENİNE TAKILAN YALAN VAGONLARI

Sevgili Okurlar,

Kadir Mısıroğlu "Lozan Zafer mi Hezimet mi?" ismini verdiği gerçek dışı hadiseler ve çoğu gerçeklerle bağdaşmayan olay ve şahıslarla hazırladığı kitabında İstanbul'un işgali sırasında istihbarat subaylığı yapan Armstrong isimli İngiliz yüzbaşının "Bozkurt" Kitabından faydalanmıştır.

Bu kitap baştan sona bir yalanlar dizisidir. Ancak kitabın çevirisini yapan Peyami Safa'nın Grey Wolf (Bozkurt) isimli kitabın 1. Cildinin önsözü yıllardır Türk çocuklarının nasıl aldatıldığına en güzel örnektir. Bakınız Peyami Safa önsözde ne demiş:

"Bu eserde Atatürk'ün karakterine, hususi hayat ve davranışlarına ait oldukça doğru hükümler, başarılı tahlil ve tasvirler yok değildir. Bir bakıma kitabı değerlendiren, fakat hakikat aleyhine tehlikeli bir eser haline getiren de budur. Tehlikeli çünkü hakikat lokomotifinin peşine takılan bir sürü yalan ve iftira vagonu da, hakikat istikametinde yol almakta, aynı derecede doğru görünmek şansını kazanmaktadır. Kısacası tamamını doğru sanıp ciddiye alanı, yanlışlara sürükleyen, tuzaklarla dolu bir kitap."

Ne güzel bir anlatım. "Hakikat trenine takılan yalan vagonları" işte bugünkü sıkıntıların temelinde bu var. Düşman öylesine programlı ve uyanık ki Türk çocuklarının bir bölümü milliyetsizlik fikirleriyle milliyetçilik yaptığını sanırken diğer kısmı da emperyalistlerin oyuncağı olarak ABD'nin müsaade ettiği ölçüde hareketle "Millicilik" yaptıklarını sanıyorlar. Bir kısım gençliğimiz İslam maskesi takanların elinde milli benliğini kaybetmiş bir vaziyette kendine sağlanan bir takım imkânlarla yuvarlanıp gidiyor!

Şevket Süreyya'nın "Tek Adam" isimli eserinde muğlâk bir şekilde bırakılan "Atatürk'ün Samsun'a gönderiliş" hadisesi, Atatürk'ün hatıralarında da geçer.

Ancak herhangi bir hatıratın veya tarihsel biranlatımın içerisinden bir bölümünü seçerek yayınlar bundan bir mana çıkarmaya yeltenirsek Hakikat treninin peşine takılan yalan vagonlarıyla Atatürk'ü Samsun'a gönderen Vahdettin’miş gibi bir mana çıkarılır. Hatta Vatan hainlerince tarih ters yüz edilerek Vahdettin ile Mustafa Kemal sürekli kıyas konusu yapılır ve başarılar Vahdettin’e günahlar ise Atatürk'e mal edilir.

Türk düşmanları elinden geleni yapacak, Türk çocuklarının beynini yıkayacak, Atatürk düşmanlığı yapıyormuş gibi görünerek Türk milletine olan düşmanlıklarını ve kinlerini kusacaklar üstelik bu kinlerine Türk çocuklarını da ortak edecekler, onlar her şeyi söyleyecekler biz konuştuk mu ortalık karışmış olacak? Biz konuştuk mu ortalık ayağa kalkacak “Aman hocam nasıl Osmanlı aleyhinde konuşursun” denecek!!

Vahidettin’de keşke en azından bir 2 Mahmut Olsaydı da bizde göklere çıkarsaydık..

Sevgili arkadaşlarım, düşman tüm Kaleleri teslim almış olanca hızıyla giderken biz halen onların oyunlarına mı geleceğiz. Biz vatan hainlerine öldüğümüzde mi cevap vereceğiz?

Bu memlekette binlerce insan sabahtan akşama kadar televizyonlarda gazetelerde boy gösteriyor. Konuşulanların % 95'i Türkiye'nin aleyhinde!

Bu milleti, bu vatanı dilim dilim satıyorlar. Türkiye ayaklarımızın altından kayıyor.

Teslimiyetçiliğini, işbirlikçiliğini hatta bizzat teşvik ettiği Kutsal Fetva ve isyanlarla Türk'ün varoluş kavgasını engellemek için Türk düşmanlarıyla iş birliği yapan hatta İngiliz'den fazla İngilizcilik yaparak bir sürü masumun kanına giren Vahdettin’e İstiklal Savaşını mal edenlerin Atatürk'e ve Türk Milletine yaptığı ihanetin boyutunu düşünebiliyor musunuz?

Uluslararası Emperyalizmin hazırladığı planları Türk milletine empozede araç olarak kullanan Basın ve yayın kuruluşları televizyonlar vasıtasıyla Manipülasyona tabi tutuluyor, hatta hipnotize ediliyoruz. Hatta mankurtlaştırılmış bir vaziyetteyiz.

Milletçe milli şuurla ayağa kalkmalıyız. Tarihimizi en iyi bir şekilde öğrenerek buna başlayabiliriz.

YALANLARA CEVAP VERİYORUZ

Sevgili Okurlar,

milleti yüzyılın kaderini değiştirecek bir savaş yapmıştır. Bu öylesine bir savaştır ki baştan sona destandır Osmanlının külleri arasından Yeni bir Türk devletinin kurulması Türk çocuklarının milliyetçilik duygularını doruğa çıkaracak bir hadisedir.

Bu nedenle Türk milletini ve Milliyetçilerini sevmeyenler bu muazzam abideyi kara ve yalan bir tarihmiş gibi göstermeye çalışmışlardır.

Nitekim bunda başarılı olunmuş ve bu milletin aziz evlatlarının kafasına "Atatürk aslında danışıklı bir dövüş yaptı"yalanı yerleştirilmiştir.

"Atatürk'ü ingilizler seçti Halifeliği kaldırma karşılığı İngilizlerle anlaşıverdi bu savaş öyle kazanıldı" yalanı yerleştirilmiştir.

Atatürk düşmanlarının Vahdettin’i korumak maksadıyla yaptıkları bütün faaliyetlerin asıl sebebi Kurtuluş Savaşını yok farz etmektir.

Çünkü Sakarya, Koca tepe, Dumlupınar düşmanın İzmir'de denize dökülmesi Tarihimizin altın sayfaları devasa bir abide gibi durmaktadır.

VATAN'A İHANET EDENLER, İŞBİRLİKÇİLER, KORKAK VE MECZUPLAR YALANLA, DOLANLA TARİH TERS YÜZ EDİLEREK KAHRAMAN İLAN EDİLİR.

VATANSEVER KAHRAMANLAR İSE İŞBİRLİKÇİ OLARAK GÖSTERİLİRSE MİLYONLARCA ŞEHİDİN SAYESİNDE AYAKTA DURAN VATANA BÜYÜK BİR İHANET YAPILMIŞ OLUR.

Atatürk İzmir'i aldıktan sonra bile İngiliz Parlamentosunda Bizans tahtına Yunan Kralının getirilmesi görüşülüyordu Mustafa Kemal Paşa Mudanya'da restleşirken İngiliz hükümeti tehdit üzerine tehdit gönderiyordu ancak restleşmenin galibi Mustafa Kemal oldu.

Mustafa Kemal Paşa Mudanya'da restleşirken İngiliz hükümeti tehdit üzerine tehdit gönderiyordu Çetin çekişmeler oldu.

İngilizlerin ihtarına rağmen Türk Askerleri durmadılar yürüdüler Çetin restleşmelerin galibi Mustafa Kemal oldu İngiliz Parlamentosu sürekli çalıştı,ancak bir türlü tehdit konusu 450.000 askeri Anadoluya çıkarmaya cesaret edemedi.

Atatürk bileğinin hakkıyla Büyük Britanya İmparatorluğu'nu dize getirdi.Türk Zaferi İngiliz emperyalizminin sonu oldu.

İngiliz İmparatorluğunun sömürgeleri başkaldırdı ya özgürlüğünü veya özgürlüğe yakın şekilde idare hakkı kazandı Hindistan Bağımsızlığını kazandı Gandi "Mustafa Kemal İngilizleri yenene kadar Tanrıyı İngiliz sanıyorduk" diyor.

İNGİLİZ BAŞBAKANI PROTESTOLAR ARASINDA GÖREVİNİ BIRAKMAK ZORUNDA KALDI BAKANLAR İSTİFA ETTİ HÜKÜMET DÜŞTÜ İNGİLTERE TÜM DÜNYA DA PRESTİJ KAYBINA UĞRADI VE DÜVELİ MUAZZAMA DEVLETLERİNİN BAŞI OLARAK 200 YILDIR DEVAM EDEN GÜCÜNÜ KAYBETTİ.

İNGİLİZLERİN GERİ ÇEKİLİŞİ HÜKÜMETİNİN VE POLİTİKACILARININ DA SİYASİ HAYATLARINI BİTİRDİ. BİR DAHA POLİTİKAYA GERİ DÖNEMEDİLER.

CHURCHİLL 25 YIL SONRA İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SIRASINDA ZARURET NEDENİYLE TEKRAR GÖREVE DÖNEBİLDİ İNGİLTERE KAYBOLAN PRESTİJİNİ TAMİR İÇİN ABD'YE YANAŞTI VE ONU ÖNE ÇIKARARAK TÜM POLİTİKALARINI ABD ÜZERİNDEN TEKRAR REVİZE ETTİ.

ARTIK DÜNYANIN BİRİNCİ DEVLETİ ÜNVANI ULUSLAR ARASI ŞİRKETLERİN VE İNGİLTERE'NİN ÜS OLARAK KULLANDIĞI ABD TARAFINDANDAN YÜRÜTÜLECEKTİ.

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK SADECE İNGİLTEREYİ YENMEKLE KALMADI 19.YY'IN TÜM EMPERYAL GÜÇLERİNİ YERLE BİR ETTİ . TÜM DÜNYAYI YERİNDEN OYNATACAK KADAR BÜYÜK BİR ZAFERİ YOK FARZETMEK İÇİN İNGİLİZLERLE İŞBİRLİĞİ YAPANLARIN TORUNU OLMAK GEREKİR.

İngilizler Anadoluda hayalleri olan Yunanlıları,"Türkleri Anadolu'dan hatta yeryüzünden silmek" için kullanmışlar bunuda ifade etmişlerdir.

İstiklal Savaşı süresince Vahidettin ve hükumetleri Alenen İngilizcilik yapmışlar,İngilizler Zaman zaman Türklerle savaşmışlardır.

Anadolu'daki bütün isyanlar Vahidettin ve İstanbul Hükumetlerinin kararı ve İngilizlerle müşterek yürüttükleri faaliyetler ile yapılmıştır.

Sözde İslamcı Sözde Osmanlıcıların Türk çocuklarını zehirlediği gibi Vahidettin Madem Atatürk'ü göndertmiş ise neden Türk'leri öldürtmüştür?

Vahidettin Madem Atatürk'ü göndermiş ve İstiklal Savaşını destekleşmiş ise neden Anadoluyu yangın yerine kan gölüne çevirtmiştir?

ARKADAŞLAR, İNGİLİZ HÜKÜMET TEMSİLCİLERİ SİYASİ HAYATLARINI BİTİRMEK İÇİN, B.BRİTANYA İMP. KENDİNİ İMHA İÇİN Mİ MUSTAFA KEMAL'LE ANLAŞTI

Kurtuluş savaşının en mühim safhası İngilizlerle 9 gün boyunca silahlar tetikte devam eden restleşmedir İngilizler Mudanya'da havalı başladıkları görüşmede"450.000 Askerimizi gemilere bindirdik hareket edeceğiz" demişler.

İngilizler Mudan'ya da"Elinizde hazır 50.000 Kişilik kuvvet var Anadoluyu tamamen alırız Bizi yenemezsiniz"demişlerdir.

Mustafa Kemal " Buyrun gelin bir defa dönize döktük yine denize dökeriz Bu sefer yayınızda kimse olmayacağından cevabımız sert olur"demiştir.

Mudanya da Orduların teyakkuzda beklediği 9 gün süren bıçak sırtında devam eden restyeşmeyi M.Kemal Kazandı Çanakkale de yenilmiş ve Türk zaferlerinden tedirgin olan İngiliz Parlamentosu Savaş kararı alamamış ve Pes etmiştir.

İstiklal Savaşı zaten Yunanlarla değil ingilizlerle yapılan bir Savaştır İngilizler Piyon olarak Yunanlıları öne sürmüştür.

İngilizler Savaşın her noktasında destek olarak bazende fiilen bulunmuşlar Kürt İsyanlarını M.Sagir suikastini İngilizler düzenlemişlerdir.

Kurtuluş Savaşı boyunca zaman zaman İngilizlerle savaş durumu hasıl olmuş İzmit'de fiilen karşılıklı savaşılmıştır Neticede Atatürk bileğinin hakkıyla Büyük Britanya İmparatorluğu'nu dize getirdi. Bu dize geliş İngiliz emperyalizminin de sonu oldu.

İngiliz Hükümetinin ve politikacılarının da siyasi hayatlarını bitirdi. Churchill 25 Yıl sonra İkinci dünya savaşı sırasında dönebildi.

Başbakan ve bütün bakanların siyasi hayatları bir daha geri gelmemecesine bitti. Türklerin zaferi İngiliz Hükümetinn sonu oldu.

İngiliz Hükümet temsilcileri siyasi hayatlarını bitirmek için, Birleşik Krallık kendini imha için mi Mustafa Kemal'le anlaştı.

Kaldı ki 1916 yılında bütün Müslümanları İngilizlere karşı savaşma daveti Kutsal Fetva'ya Türklerin dışında icabet eden. Kutsal Fetvaya önem verilmemesi üzerine "Halifelik" konusu bir daha İngiliz ve Fransızlar tarafından dikkate bile alınmamıştı

Kurtuluş savaşını bu milletin yiğit evlatları kazandı. Bileğinin hakkıyla kazandı Böylesine muhteşem bir olay nasıl yok farz edilmek istenir.

Kurtuluş Savaşı'nda da Türk Milletinin azim ve kararlılığı inancı, imanı düveli muazzama devletlerini dize getirdi. Vatanı işgal eden İngiltere'dir Yunan'ı İzmir'i işgale yol veren İngiltere'dir.Savaş boyunca Yunanlılara destek İngilteredir.

İngiltere Savaş sırasında kendisini çaresiz hissetmiş ve Atatürk'ü öldürtmek üzere çok özel bir Ajanını Ankara'ya yollamıştır.

İngiltere Mustafa Sagir isimli Ajanını Hindistan müslümanları temsilcisi sıfatıyla Ankara'ya göndermiştir Mustafa Sagir Mehmet Akif ile aynı evde kalmaktadır M.Akif Hintli bir Müslüman önder kılığındaki Mustafa Sagir'den şüphelenir.

Meh.Akif Mustafa sagir'e gelen mektuplardan birisini açar Hiç bir yazı yoktur İncelenir Beyaz mürekkeple yazılmıştır.

Sagir'in tüm yazışmaları ve kendisi takibi alınır Mustafa kemal paşayı öldürmek üzere ingiltere tarafından gönderildiği görülür.

M.Sagir kurtuluş Savaşı günlerinde Mehkemeye çıkarılır Mustafa kemal Paşayı öldürmek üzere geldiğini mahkemede itiraf eder.

Mubtafa Sagir'in yargılaması halkın huzurunda yapılır uzunca bir yargılamadan sonra suçunu itirafa başlar ve idam edilir.

İngiltere Vahidettin'in ve onunla birlikte hareket edenlerin dostudur. Mustafa kemal'in canını alacak kadar düşmandır.

İngilizlerle işbirliği yapan Vatan hainlerinin torunlar Kurtuluş Savaşımızı danışıklı gibi göstererek milli şuurumuza zarar vermek istiyor.

Atatürk ve Cumhuriyet düşmanları Türk düşmanlarıdır. İngilizlerle işbirliği yapanların torunlarıdır Vatanı işgal eden İngiltere'dir. Yunan Ordusu'nu İzmir'i işgale dâvet eden İngiltere'dir. Fakat Zât-ı Şâhâne Vahdettin İngiliz dostudur,

Zât-ı Şâhâne düşmanın merhametine sığınarak saltanatını muhafaza edecek, Damat koltuğunu korumak için işgal kuvvetlerinin emrne girecektir.

Vahdettin ve Damat Ferid "şahsî menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit etmiştir"Kurtuluş demek İngiliz himayesine sığınmaktır.

Vahdettin sultan ilan edildiğinde, " BEN BU MAKAM İÇİN HAZIRLANMADIM! ÇOCUKLUĞUMDAN BERİ VÜCUTÇA RAHATSIZ OLDUĞUMDAN LAYIKIYLA TAHSİL EDEMEDİM."

Vahdettin, "DÜNYADA EMELİM KALMADI. BİRADERLE HANGİMİZİN EVVEL GİDECE FAKAT TAKDİR-İ İLÂHİ İLE TEVECCÜH ETTİ. BU AĞIR VAZİFEYİ DERUHTE EYLEDİM. ŞAŞMIŞ BİR HÂLDEYİM, BANA DUA EDİNİZ!"diyordu.

İŞTE, TARİHİMİZİN EN KARA GÜNLERİNDE ACZİNİ İTİRAF ETMEKTEN ÇEKİNMEYEN,ŞAŞKIN VE ZAVALLI BİR ADAM VARDIR ANASINDAN DOĞDUĞUNA PİŞMANDIR!

Bizzat kendi ifadesine göre dünyadan elini, eteğini çekmiş, sinmiş, sinni kemale ermiş, şaşkın bir adamdır Vahidettin..

Sadrazam İzzet Paşa'nın" DAMAT FERİD MECNUNDUR, BÖYLE MÜHİM BİR VAZİFEYE NASIL TAYİN EDİLİR?" dediği halde Damat Ferid'i sardazam yapan odur.

Vahdettin'in İngilizci Damat Ferid'de ısrar etmesi, İngilizlere yaranmak İngilizler ile iyi ilişkiler tesis etmek olarak izah edilebilir.

Rauf Orbay Mondrostan dönerken” Hilâfet-i Celile, Saltanat-ı Seniyye ve Hanedan-ı Osmaniye'nin hukuku teminat altına alındığını”söylemiştir.

Rauf Orbay'ın Mondros sonrası yaptığı mesnetsiz açıklamalardan cesaret alan Padişah işgalcilere baş eğeceğine dair açıklamalar yapmıştır!

Vahidettin Mondros'a gidilirken Türklerin hayatının Vatanın güvenliğinin Ordunun güvenliğinin Ülkenin geleceğinin sağlanmasını istememiştir.

Vahidettin'in kafasında Türk Vatanı, Türk milleti,Türk Askeri gibi düşünceler yoktur Vahidettin: SADECE SALTANATIN KORUNMASINI İSTEMİŞTİR

İNGİLİZLER HİLÂFETİ,SALTANATI VE OSMANLI HANEDANI'NI MUHAFAZA EDECEKLER , VAHİDETTİN ONLARDAN YANA OLACAKTIR.PAZARLIK BUNA GÖRE YAPILMIŞTIR.

VAHDETTİN, MONDROS İMZALANIRKEN TÜRK MİLLETİNİ DÜŞÜNMEMİŞTİR.

VAHİDETTİN,  MİLLETİN UĞRAYACAĞI KATLİAMA EVET DEMİŞTİR AMAÇ HİLAFET VE SALTANAT KURTULSUN.

Düşmanın müsamahasının nasıl elde edileceğini de 24 Kasım 1918'de The Daily Mail muhabirine verdiği mülakatta şöyle açıklamıştır:

Vahdettin "İNGİLİZLERE SEVGİ VE HAYRANLIĞIMI,BABAM ABDÜLMECİT'TEN ALDIM. İNGİLTERE İLE DOSTLUĞU GÜÇLENDİRMEK İÇİN ELİMDEN GELENİ YAPACAĞIM.

"ALLAH'TAN SONRA UMUDUNU İNGİLTERE'YE BAĞLADIĞINA"açıklasa da Vahidettin'in "huzura kabul etme" talebi İngiliz Dışişler itarafından red edilir.

50 yıldır Vahidettin üzerinden yalanlar anlatıldı Türk.Tarih.Kurumu bile bunu sürdürüyor. Geleceğimizi gerçekler üzerinde inşa edebiliriz.

Vatan hainleri yalan söyleyecekler ihanetlerini belgeleriyle tokat gibi yüzlerine çarpacağız Türk gençleri gerçekleri görecek.

Veliaht Abdülmecit Efendi, "PADİŞAH VE BEN SİZİN YARDIMINIZI HARARETLE İSTİYORUZ. ÇÜNKÜ KÜLTÜRÜMÜZÜ FRANSA VE İNGİLTERE'DEN ALDIK" diyecektir.

Enver Behnan Şapolyo, Osmanlı Sultanları Tarihi, 1961,s:461 İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c: 4, İstanbul 1972; s: 380

ATATÜRK SAMSUNA NEDEN GÖNDERİLDİ

Sevgili Okurlar,

Fatih'in İstanbul'u almasından sonra kıyıda bir miktar Rum azınlık kalmıştı. Etnik yapı, savaş döneminde yaşanılan olaylar, Rum ve Ermenilerin nakledilmesi ve Pontusçu eylemler bölgede büyük huzursuzluklara neden oluyorlardı. Dağa çıkmış ellinin üzerinde çete vardı. Bunların çoğu Rum'du. ( Selek s. 205.) özellikle Bafra'daki on iki Rum köyünün 1500 genci bu amaçla silahlanmış ve eşkıyalığa başlamışlardı. Çeteye katılanların sayısı 25.000'e ulaşmıştı. (Tansel, I/96; M. Goloğlu - Erzurum Kongresi (1966), s.10.) Bunlar, İstanbul'un işgâli ile birlikte Türk köylerine saldırılar düzenlemişlerdi.

I. Ordu Komutanı Nurettin Paşa'nın gözlemlerine göre Pontus örgütünün amacı, Yunanistan'ın ikiz kardeşi olan Pontus Devletini kurmaktı. Çalışmalar Sivas ve Akdağmadeni'ne dek genişletilmişti. Askersel olarak örgütlemiş bir "ordu" kurulmuştu. Öğretmenler ve papazlar bu ordunun etkin elemanlarıydı. Örgütün başına Trabzonlu Vasiliso Yuvanidis diye biri getirilmişti.

Böylece Rum nüfus arttırılmaya çalışılıyordu. Bu işler Samsun Metropolit yardımcısı Eftimos Zilos'un yönetimindeydi. Büyük devletlerin desteği sağlanmaya çalışılıyor, Vezirköprü ile Samsun arasındaki dağlarda korunaklar oluşturuluyordu. Genel Savaşın bitiminde Yunan gemileri İstanbul'dan Karadeniz'e açılınca destek olarak zamanın geldiğini sanıp Türk köylerine saldırdılar.

Böylece Anlaşık Devletlerin saldırıları kasıtlı olarak Rum çetelerince Türk köylerine oluyordu. ( Aydemir (1969), I/388; Dr. Selahi R.Sonyel - Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika (1973),I/39.) Fakat aciz durumda olan dönemin Osmanlı yönetimi olayın bu gerçek yüzünü açıklayamıyor ve direnemiyordu. (Baki Öz, Atatürk'ün Anadolu'ya Gönderiliş Olayının İçyüz, Can Yayınları, 2. Baskı, s. 31-32.)

GİTTİKÇE ŞİDDETLENEN PONTUSÇU FAALİYETLER

Bölgede bulunan yabancı sermaye kuruluşları dahi Pontusçu Rumların art düşüncelerine katılıyor, Rum çetelerinin kötülüklerini Türkler yapmış gibi yayıyorlardı.

Amerikan Tobacco Company (Tütün ortaklığı)'nin 11.01.1919'da Samsun yöresinde Türk köylerinin silahlandırıldığını duyurarak bu karalama yarışına katılışı en bariz örneklerden biridir.
(Jaeschke, s. 103; Sarıhan (1982),I/91. Akt. Baki Öz, Age s. 32.)

Emperyalizmden gücünü alan Pontusçu Rumlar ayrı bir devlet olma gayreti içerisinde Türk köylerine saldırıyorlar yakıp yıkıyorlar ve eşkıyalık yapıyorlardı.

Karadeniz Bölgesinde toplanan Rum ileri gelenleri 23.2.1919'da Rum Karadeniz Cumhuriyeti'ni kurma düşüncesiyle ve Binyatoğlu, Kolossi, Theodis imzalarıyla bu isteklerini İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiserliği'ne bildirdiler. (Akşin, s. 310; Sarıhan (1982),I/91.) Osmanlı devletinin çöküşü bu kesimlere ayrılma gücü veriyordu. (23 Temmuzda Trabzon Rum Metropoliti Hrisantos, destek sağlayabilmek için Avrupa gezisine çıktı. Trabzon'a İngiliz askerleri gönderilmesini, İngilizler'in yönetiminde yerli jandarma birlikleri kurulmasını istiyordu. Parsi Barış Görüşmelerine Pontus Devleti için birer muhtıra sundu. 18 Ekimde Batum'da Pontus Cumhuriyeti ilan edildi. Avrupa'da yüz bulamayınca Hrisantos, uzlaşma önerdi. Ötede bir takım Pontus öncüleri Barış görüşmelerine başvurup, Türk çetelerinin kıyımından söz ediyor, Avrupa'yı kendilerine acındırmaya çalışıyorlardı. Bir yandan da Sovyetlerle ilişki içerisine giriyor, yardımlarını sağlamaya çalışıyorlardı. Tarih boyunca Osmanlılarca bakımsızlaştırıldıklarını ileri sürüyor, Kafkasya'dan Sinop'a dek uzanan bölgede resmi dili Türkçe ve Rumca olan bağımsız bir Pontus Devleti tasarlıyorlardı.

Bu tasarıları onları bölgenin sürekli huzursuzluk kaynağı yapmıştı. Avrupa desteğini sağlama peşinde olan Pontusçular, Avrupa'da kurultaylar düzenliyorlardı.

Amaç dünya kamuoyunu yanlarına çekmekti. Marsilya toplantısında 1.500.000 Ortodoks Pontuslu Rum'un korunması Anlaşık devletlerden istendi. Sonunda, bölgede "Türk kıyımının sonunun geldiği" savunuluyor, muhtıralar veriliyordu.

Helenizm dostu ünlü İngiliz tarihçisi Arnold J. Toynbee dahi bu ileri sürülen istatistik ve sınırları "Hayal ürünü" olarak görüyordu. Bu aşırı istekler bölgede huzursuzluklara kaynaklık ettiğinden M. Kemal'in Anadolu'ya gönderilişine önemli ölçüde neden olmuştu.

Sevgili Okurlar,

Mondros Ateşkes Antlaşması, Osmanlı Devleti'nde sıkıntılı bir dönemin de başlangıcı oldu. Ateşkes hükümleri, işgalciler tarafından sık sık çiğnendiği gibi, uzun yıllar Türklerin egemenliğinde kalmış bulunan azınlıklar da işgalcilerden cesaret bularak kanunsuz eylemlerde bulunmaktan geri durmuyorlardı. Bu yüzden azınlıkların yaşadıkları bölgelerde sık sık Türklere yönelik saldırgan tutumların sergilendiği görülüyordu. Bu gelişmeler olurken İngilizler, Anadolu'nun bazı bölgelerinde Türklerin, Rum ve Ermenilere yönelik saldırılarda bulundukları iddiasını yürütmekteydiler.

Aynı sıkıntı Samsun ve çevresinde bazı küçük bölgelerde yaşanmakta ancak yapay olarak oluşturulan bu sorunlar kamuoyuna ve müttefiklere büyütülerek yansıtılmaktaydı.

Samsun, strateji bakımından da büyük önem taşıyordu. Karadeniz'in güney kıyılarında, orta Anadolu'ya açılan en rahat kapı şüphesiz Samsun limanı idi. Kuzeyden Anadolu içerilerine sarkmak isteyenler için bu kapı elde bulundurulmalı veya en azından güvenliği sağlanmalıydı. Henüz ne yapacağı bilinmeyen Enver Paşanın, eğer Anadolu'ya geçmeye yeltenirse Samsun yolunu seçmesi ihtimali de İngilizlerce gözden uzak tutulamazdı. (Sabahattin Selek, Age s. 206)

Osmanlı Harbiye nezaretinin 30 Kasım 1918 tarihli şifre telgrafına göre, "Anadolu Kuzey Kıyılarındaki Türk limanlarını ziyaret eden İngiliz ve Fransız harp gemileri, Samsun'da mütareke hükümlerinin henüz uygulanmamış olduğunu ve Hıristiyanları toptan öldürmek için Müslüman ahalinin silahlandırıldığını" bildirmeleri üzerine, İngiliz ve Fransız fevkalade komiserleri şikâyette bulunmuşlardır.

Sinop'ta çıkan karışıklık dolayısıyla buraya da iki gemi gönderilmiştir. (9. ordunun 28 Aralık 1918 tarihli telgrafı, aynı kaynak.) 9. Ordu kumandanının kanaatince "İtilaf subayları Rum ahalinin sözlerine kapılmaktadırlar. Samsun'da ve Batum'da vapur bekleyen çok sayıda terhis erleri vardır. (Tevfik Bıyıklıoğlu, Atatürk Anadolu'da 1919-1921, Kent Basımevi, Ekim 1981, s. 88-90.) Ahalinin silahlandırılmış olduğu iddiası, Rum çeteleri tarafından şikâyetlerini daha serbest yapabilmek için uydurulmuş bir haberdir.

Gizlice silahlandırılmış olan Rum eşkıyası itilaf donanmasının gelmesiyle taşkınlığa başlamışlardır. Musul ve Irak bölgelerinden gelerek Samsun'da toplanan Alman ve Avusturya askerleri de gitmek için gemi beklemektedirler. (İstanbul'da kaydettiği Rumları, Trakya'ya, İzmir'e ve Karadeniz kıyılarına göndermektedir. Fener patrikhanesi merkez komitesi de, bu cemiyete yardım etmektedir." Tevfik Bıyıklıoğlu, Age s. 90.)

( 9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa da hükümete yolladığı 22 Mayıs 1919 tarihli raporunda, samsun'a çıktığı günlerde bölgenin asayiş durumunu şu suretle tasvir etmektedir:

"Umumi harp seferberliğinin başlarında Samsun livası içinde asker kaçaklarından ve Müslüman, ermeni ve rum unsurlarından bir takım çeteler adi hırsızlık ve katl yaparlardı.

Rum ve Ermeni tehciri sırasında bu unsurlardan azılı çeteler siyasi bir mahiyet almış, Rus istilası başlayınca Ruslar tarafından teşvik ve denizden takviye edilmiş, fakat sık kovalama karşında tehlikeli bir hal almamıştı. Rus bozgunundan sonra mütarekeye kadar şakavet devam etmiştir.

Mütarekeden sona, Yunanlılık emeli güden bütün Rumlar her yerde şımardılar. Samsun havalisinde de Pontos hükümetini kurmak için birleştiler. Bütün rum çeteleri bu maksat uğrunda, siyasi bir şekil aldı. Son zamanlarda Samsun havalisindeki Rum nüfusunu arttırmak için Rusya'da ne adar Rum var ise buraya getirilmesine çalışılmıştır. Bugün, Samsun havalisinde 40 kadar Rum çetesi vardır. Buna karşılık Türk ahali, hükümet tarafından korunamadığından bazı Laz çetelerini Trabzon havalisinden getirterek mal ve namuslarını muhafaza zorunda kalmışlardır.

Bu suretle 13 müslüman çetesi faaliyettedir. Hakiki durum budur. Samsun'da nüfus ekseriyeti Rumlardadır. Bunlar hükümete arşı soğukturlar. Fakat liva içinde ezici çoğunluk Türklerdedir". Yine Mustafa Keaml Paşanın 25 Haziran 1919 tarihli raporuna göre: "İstanbul'da, Galata'da, Minerva hanının üçüncü ve dördüncü katlarında, Rum muhacir komisyonu gibi aldatıcı bir ad altındaki Kordas yahut Etniki Eterya cemiyetinin bir şubesi de çalışmaktadır. Bu vaziyet Yunanistandan gönderilen çeteleri ve İstanbul'da kaydettiği Rumları, Trakya'ya, İzmir'e ve Karadeniz kıyılarına göndermektedir. Fener patrikhanesi merkez komitesi de, bu cemiyete yardım etmektedir”.)

İngilizler 9 Mart'ta Samsun'a 200 Asker, bir müfreze de Merzifon'a gönderdiler. Artık olaylar, biri birinin sebebi ve sonucu olarak akıp gidecekti. Nitekim Samsun'a İngiliz askerinin gelmesi ilk tepkisini çok çabuk gösterdi. 17/18 Mart gecesi oradaki Türk birliklerinden makineli tüfek bölüğüne bağlı Hamdi adında bir teğmen askerlerini alarak dağa çıktı.

Teğmen Hamdi olayı, gerçekten Türkiye'nin geleceği açısından dikkate değer bir hadisedir. Bu olay, milliyetçi, memleketçi Türk subay kadrosunun hazır olduğu bir davranışı ifade ediyordu. İttihatçı bir hareketin başlamasından zaten kuşkulu bulunan İngilizler ve hükümet bu küçük olaydan dolayı daha çok endişeye kapıldılar. Zamanın Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa'nın aşağıdaki sözleri bu endişeyi belirtmektedir.

"Samsun’daki birliklerden bir makineli tüfek bölüğüne mensup Mülazim Hamdi Bey'in bir makineli tüfek ve bir miktar askerle dağa çıkarak Türk çetelere zahir olması işgal kuvvetleri kumandanını büsbütün şüpheye düşürmüştür. Erkânı Harbiyei Umumiye'ye memur olan İtilaf kuvvetlerinin irtibat zabitleri sık sık yanıma gelerek benden bu hususta tafsilat istiyorlardı." (24 Aralık 1918'den 14 Mayıs 1919'a kadar Genel Kurmay Başkanı olan Fevzi Çakmak'ın, bu günlere ait hatıraları 1948 Mayıs ayında Akın gazetesinde yayınlanmıştır. )

Nihayet, İngilizlerin tahrikiyle Türk makamlarının dikkati de Samsun bölgesine çevrilmiş oluyordu.

Bölgedeki asayişsizlik ve Türk halkın Rumlara karşı silahlandırıldığı hakkında İngiliz Yüksek Komiserliğinin ve Karadeniz Ordusu Başkumandanlığının bitip tükenmeyen ve son günlerde artan şikayetlerini önlemek gerekiyordu. Bunun için tek çıkar yol, olağanüstü yetkilerle, muktedir ve güvenilir bir kumandanı Samsun'a göndermekti. ( Sabahattin Selek, Age s. 206)

Bu sıralarda Türk Genelkurmayı, muhtemel tehlikelere karşı orduyu hazır hale getirmek için plân hazırlamakta ve bu maksatla Ordu Müfettişlikleri kurulmasını düşünmekte idi.

Kaldırılan Ordu Kumandanlıklarının yerini dolduracak olan bu Müfettişlikler, normal olarak talim ve terbiye ile uğraşmaktan başka, ötede beride dağınık bulunan silah ve cephaneyi depolarda toplayacak ve bölgelerinde asayiş ve inzibat sağlayacaklardı.

İngiliz Kumandanlığı Kurmayı ile bu hususta anlaşmaya varılmıştı. (Fevzi Paşa Akın Gazetesinde çıkan ve yukarıda sözü edilen hatıralarında bu hususa işaret etmektedir.

Üç ordu Müfettişliğinin kurulması, M. Kemal Paşanın 9. ordu Kıtaatı Müfettişliğine tayininden sonra ve İngilizlerin bu tayinden kuşkulanması üzerine hemen tahakkuk ettirilmiştir.) O halde Samsun'a gönderilecek kumandan bir ordu müfettişi olabilirdi. Hükümetin, İngiliz şikayetlerini önleme çabası ile Genel Kurmayın Ordu Müfettişlikleri kurma yolundaki çalışmaları böylece, şekil ve zaman bakımından birbirine uygun düşmüştü.

Mustafa Kemal'e verilen görev Necip Fazıl'ın, Abdurrahman Dilipak'ın, Semiha Ayverdi'nin, Kadir Mısırlıoğlu'nun Vehbi Vakkasoğlu'nun, Mevlanazade Rıfat'ın dediği gibi Milli Mücadeleyi başlatması için değil, O'nun katkılarıyla Anadolu da Saltanatı ve İstanbul Hükümetini İngilizlere karşı zor duruma sokacak bir kargaşanın veya milli bir faaliyetin başlamasına engel olmaktı.

Mustafa Kemâl'in Anadolu'ya atına atlayıp dağları aşarak değil de, 9.Ordu Müfettişi olarak gidişinin hikayesi Samsun ve çevresinde meydana gelen olaylar sonucunda akla gelmiş bir çözümdür.

Ancak bu çözümde Mustafa Kemal adının ortaya atılmasının sebebi Vahidettin değil Atatürk'ün Anadolu'ya geçmek için devam eden faaliyetlerine destek veren arkadaşları ile özellikle Ali Fuat Cebesoy'un babası İsmail Fazıl Paşa'nın Hükumet nezdinde yürüttüğü faaliyetlerdir Bunuları ilerleyen günlerde detaylı olarak anlatacağız.

Sevgili Okurlar

Yarın Mondros'un ilanı sırasında yapılan ihanetleri ayrıntılı bir biçimde anlatacağız sakın kaçırmayın bu günde aynı ihanetleri yaşadık artık yaşamayalım.

19 Mayıs Kutlu Olsun Sevgiler saygılar

19. Mayıs 2016
TANER ÜNAL
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...