CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

Amerika, Sevres Antlaşması Ve "Ermenistan" Sınırları [1. Bölüm]



Fahir Armaoğlu ANKARA, 30 Ağustos 2007 Perşembe 

1919 Ocak ayında toplantılarına başlayan Paris Barış Konferansı'nda Birleşik Amerika'nın Osmanlı Devleti'yle ilgili faaliyetlerini, Sevres Öncesi ve Sevres Sonrası diye ikiye ayırmak gerekmektedir.


Dünya Savaşı'nı sona erdiren barış antlaşmalarını hazırlamak üzere 1919 Ocak ayında toplantılarına başlayan Paris Barış Konferansı'nda Birleşik Amerika'nın Osmanlı Devleti'yle ilgili faaliyetlerini, Sevres Öncesi ve Sevres Sonrası diye ikiye ayırmak gerekmektedir. Başka bir deyişle, birincisi 1919 yılını kapsamakta, ikincisi de 1920 yılına ait bulunmaktadır.

Bu iki dönemde Amerika'nın Türkiye[1] ile ilgili faaliyetlerinin ortak noktası, Ermenistan faktörü'nün her iki dönemde de ağırlıklı bir unsur teşkil etmesidir. Yalnız bu ortak faktörün niteliği, 1919 ve 1920 yıllarında, yine birbirinden bir farklılık göstermektedir. 1919 yılında söz konusu olan, özellikle ve "soyut" olarak bir politik amaç veya bir politika faaliyeti olduğu halde, 1920'de, Amerika için söz konusu olan ise, bir antlaşmaya dayalı "somut bir faaliyet", veya bir icra'dır. Bu icra ise, Sevres Antlaşması'nın 89'uncu maddesi uyarınca, "Ermenistan"a Türkiye'den koparılıp verilen toprakların, yani "Türkiye-Ermenistan" sınırının çizilmesi yetkisinin veya görevinin, Amerika Cumhurbaşkanı'na, yani Woodrow Wilson'a verilmiş olmasıdır.

Bu incelememizde, Sevres öncesi dönem, yani 1919 yılı üzerinde fazla durmayacağız. Bilindiği gibi, bu dönemin Türkiye-Amerika münasebetleri, daha doğrusu Amerika ile Millî Mücadele arasındaki münasebetler bakımından en Önemli olayı, "Ermenistan sorunu" hakkında rapor hazırlamakla görevlendirilen General Harbord Misyonu'nun, 20 Eylül 1920 Sivas'ta Atatürk ile yaptığı ve 3-4 saat süren görüşmelerdir.

Harbord Misyonu konusu yeteri kadar incelendiği için, biz bu konu üzerinde fazla durmayacağız[2].

Yalnız şu kadarını belirtelim ki, Amerika'nın "Ermenistan" konusu üzerine eğilmesi, Başkan Wilson'ın "Milliyetler" ilkesi dolayısıyla ve Amerikan kamuoyunun ağır baskısı altında ortaya çıktığı gibi, yine çeşidi yardım kuruluştan ve Ermeni davasını destekleyen kuruluş ve politikacıların tahriki ile, konunun, 1919 Haziranı'ndan itibaren Paris Barış Konferansı'nın gündemine girmesiyle bir dinamizm kazanmıştır.

Ermeni davasını destekleyen bazı kuruluşların ve aynı zamanda Amerika'nın resmî yardım kuruluşlarının, Rusya Ermenistanı ile Türkiye sınırlarında 700-800 bin Ermeni mültecinin biriktiğini iddia etmesi, bunların açlıkla karşı karşıya kaldıklarını ve bunlara yardım yapılması gerektiğini bildirmeleri ve ayrıca, İngiltere'nin de, şüphesiz "Ermenistan yükünü", "Amerika hamalı"nın sırtına yüklemek amacı ile, Ermenistan'daki kuvvetlerini 1919 Ağustosu'ndan itibaren çekeceğini bildirmesi, bir yandan Ermeni mültecilerine yardım sorununu, diğer yandan da kurulacak "Bağımsız Ermenistanın kendisini dışarıya (yani Türklere karşı) karşı koruması sorununu ön plâna çıkarmış ve özellikle bu ikinci nokta da, baştan beri Ermenilere kanat germeye hevesli ve kararlı olan Başkan Wilson'ı Ermenistan üzerinde bir Amerikan "manda"sı sorunu ile karşı karşıya getirmiştir.

Bu sırada Amerikan Senatosu'nda, Başkan Wilson'ın Avrupa politikasına fazla "bulaştığı" yolunda eleştirilerin artması ve "inziva" (Isolation) politikasına dönülmesi eğilimlerinin kuvvetlenmesi dolayısıyla, Başkan Wilson, General Harbord başkanlığında kalabalık bir heyeti, Anadolu dahil, bölgeye göndererek, "Ermenistan Mandası"nı ve muhtemel sorunlarını yerinde inceletmiştir. Harbord Misyonu'nun askerî niteliği, Ermenistan'ın özellikle dışarıya karşı korunmasının, Wilson'ın başlıca endişesini teşkil ettiğini göstermekteydi[3].

General Harbord, gezisinin sonunda uzun bir rapor hazırlayarak bir nüshasını Paris'teki Barış Konferansı'na, bir nüshasını da Amerikan Dışişleri Bakanlığı'na vermiştir[4].

General Harbord, raporunda[5], bir hayli tarafsız davranarak, sade Türklerin Ermenilere saldırmadığını, bir çok yerlerde Ermenilerin de Türklere saldırmakta olduklarını örnekleriyle belirtmiş ve, yukarda da değindiğimiz gibi, Ermenilere yardım kuruluşları ile Ermeni davasını destekleyen Amerikan politikacıları, Rusya Ermenistanı'na sığınan Ermeni mültecilerin sayısını 700-800 bin olarak iddia ettikleri halde, General Harbord bu miktarın 300 bin civarında olduğunu söylemiş tir.

Manda konusunda ise, "Ermeni sorunu Ermenistan'da çözülemez" diyen Harbord, Fransa ve İngiltere tarafından işgal edilmiş olmaları sebebiyle, Suriye ve Mezopotamya hariç, İstanbul ve Rumeli (Trakya) dahil, bütün Osmanlı İmparatorluğu toprakları üzerinde bir manda rejiminin kurulması gerektiğini ileri sürmüştür.

Fakat bu ifade, Harbord'ın, Amerikan mandası konusundaki iyimserliğinin bir işareti değildi. Generalin belirttiğine göre, manda yönetimini üzerine almakla Amerika, en az bir kuşak boyu bu işe bulaşmış olacaktı ve askerî bakımdan da, değişen şartlara göre, 25.000 ile 200.000 arasındaki bir askerî kuvvede bu rejimi desteklemek zorunda kalacak, ve nihayet, manda yönetiminin ilk beş yılında Amerika'nın 756 milyon dolarlık bir malî yükü de sırtlaması gerekecekti.

Harbord'ın raporundan yaklaşık bir ay sonra, Amerikan Senatosu'nun, bir yandan 28 Haziran 1919 tarihli Versay Anlaşması'nı ve bir yandan da, ona bağlı olan Milleler Cemiyeti Paktı'nı onaylamayı 19 Kasım 1919'da reddetmesi ile, Amerika'nın "Ermeni Mandası" hikâyesi de sona eriyordu.

Çünkü, Amerika Milletler Cemiyeti'ne üye olamıyordu. Halbuki "manda" rejimleri Milletler Cemiyeti'ne bağlı bir sistemdi.

Senato'nun bu kararı üzerine, Amerika, Aralık 1919'da Paris Barış Konferansı'ndan çekildi.

Başkan Wilson, özellikle Milletler Cemiyeti Paktı'nı Senato'ya onaylatmak için bir kaç teşebbüste daha bulunduysa da, bütün teşebbüsleri başarısızlıkla sonuçlandı.

Fakat, başta İngiltere olmak üzere, Amerika'nın Avrupalı müttefikleri, Amerika'nın ve özellikle Başkan Wilson'ın yakasını bırakmadılar.

Paris Konferansı, "Türkiye Sorunu"nu, yani Osmanlı Devleti'yle yapılacak barışı 1920 Ocak ayından itibaren ele aldı. Almasıyla birlikte, "Ermenistan" konusu ve dolayısıyla Amerika, tekrar gündeme geldi[6].

İngiltere, Fransa ve İtalya, yani Barış Konferansı'nın "Yüksek Konseyi" ("Supreme Council"), Şubat ve Mart aylarında Londra'da ve Nisan ayında da San Remo'da (İtalyan Rivierasında) toplanarak, Türkiye ile barışın esaslarını tespit etmişlerdir. Amerika, San Remo toplantıları ile temaslarını, Roma Büyükelçisi vasıtasıyla sürdürmüştür.

Yüksek Konsey'in Londra toplantılarından sonra, Fransa'nın Waşington Büyükelçisi, Amerikan Dışişleri Bakanlığı'na verdiği 9 Mart 1920 tarihli bir notada, Türkiye ile barış konusundaki çalışmaların bir hayli ilerlediğini, bu durumda, Fransa'nın (Yüksek Konsey Başkanı), Amerika'nın "Doğu Sorunları" ile ilgilenip ilgilenmediğini veya bu sorunlarla ilgisini devam ettirip Konferansa katılıp katılmayacağını öğrenmek istediğini bildirdi. Amerika ise, bu notaya cevabında, Müttefiklerin Türkiye ile barış konusundaki düşüncelerini bilmediğini söyleyince[7], Fransa'nın Waşington Büyükelçisi, 12 Mart 1920 tarihli bir nota ile[8], tespit edilen bazı esasları Amerikan Dışişleri Bakanlığı'na bildirmiştir. Nota'ya göre, Türkiye barışı konusunda Londra'da tespit edilen esaslar şöyleydi: 

1) Türkiye'nin Avrupa sınırları, Midye-Enez çizgisi, fakat muhtemelen Çatalca Hattı olacaktır. 

2) Türkiye'nin Asya tarafındaki sınırlan, kuzeyde ve batıda Karadeniz, Marmara ve Akdeniz, doğuda Ermenistan sınırı (yani bağımsız Ermenistan), güneyde ise, Ceyhan Nehri'nden başlayıp, Antep, Birecik, Urfa, Mardin ve Cezire-i İbni Ömer'in kuzeyinden geçen çizgidir. 

3) Padişah İstanbul'da kalabilecek, fakat burada Padişah'ın muhafız kuvvetlerinden başka kuvvet bulunmayacaktır. Müttefikler, Avrupa Türkiyesi (Trakya) ile Marmara ve Boğazlann güneyindeki bölgeleri işgal etme hakkını mahfuz tutarlar. 

4) Boğazlardan geçiş, savaşta ve barışta serbest olacak, bir Boğazlar Komisyonu kurulacak ve Padişah'ın Boğazlar üzerindeki egemenlik hakkını, Padişah adına bu Komisyon kullanacaktır. Bu Komisyon'da, bazı şartlarda Amerika ve Rusya da temsil edilecektir. Komsiyon'un başkanı ancak büyük devletlerden biri olacaktır. 

5) Trakya'nın Türklere bırakılan kısımlarının dışında kalan kısımlar Yunanistan'a verilecek, Edirne'deki Türkler ("Osmanlılar" deniyordu) için özel garantiler sağlanacak ve Bulgaristan'a da Trakya'da bir serbest liman verilecekti. 

6) Bağımsız bir Ermenistan kurulacak ve bu devletin denize çıkışını sağlamak için de, Lâzistan'da (yani Trabzon) kendisine bazı özel haklar tanınacaktır. 

7) Türkiye; Mezopotamya, Arabistan, Filistin, Suriye ve bütün adalar üzerindeki haklarından feragat edecektir. 

8) Aydın bölgesi hariç, İzmir bölgesi, Padişah'a bağlı olarak Yunanistan'ın yönetimine verilecek ve İzmir Liman'ında Türkiye'ye de ayrı bir kısım ayrılacaktır.

Bundan sonra da Osmanlı borçlarına ait bazı malî hükümler söz konusu olmaktaydı.

Barış Konferansı'ndan çekilmiş olmasına ve ancak "uzaktan gözlemci" statüsünde bulunmasına rağmen, Amerikan hükümeti bu barış esaslan hakkında şu görüşleri bildirdi[9]. 

1) İstanbul bölgesi dışındaki Trakya topraklarının Yunanistan'a verilmesini Amerika kabul etmekle beraber, bu bölgenin kuzey kısmı halkı Bulgar olduğundan (!), Edirne ve Kırklareli (Kırkkilise) ve havalisi Bulgaristan sınırları içine katılmalıdır. Çünkü Bulgaristan'ın, tamamen Bulgarlarla meskûn olan batı topraklan Sırbistan'a verildiğinden, Bulgaristan'a yapılan bu haksızlık Trakya'da telâfi edilmelidir. 

2) Amerika, Ermenistan konusu ile çok yakında ilgilidir. Ermenistan'ın sınırları, Ermeni halkının meşru (!) isteklerini karşılayacak ve kolay ve engelsiz bir şekilde denize çıkışını sağlayacak şekilde çizilmelidir. Denize çıkışı sağlamak için Lazistan'da Ermenistan'a özel haklar tanımak yeterli değildir. Venizelos, bu bölge Rumları adına, Trabzon'un Türklere verilmektense Ermenistan'a verilmesini tercih ettiğini bildirdiğine göre, Trabzon, doğrudan doğruya Ermenistan'a verilmelidir. 

3) Amerikan hükümeti, elinde çok sınırlı bilgi olduğundan İzmir konusunda görüş bildirebilecek durumda değildir. 

4) Eski Osmanlı imparatorluğu topraklarında ne şekilde bir düzenleme yapılırsa yapılsın (kime ne toprak verilirse verilsin), Amerikan vatandaşları ve şirketleri, diğer devletlerinkinden daha az müsait durumda kalmamalıdır. Yani Amerika, ekonomik ve ticarî bakımdan, "Açık Kapı" veya "fırsat eşitliği" ilkesinin uygulanmasını istiyordu.

Toplantılarına San Remo'da devam etmekte olan Konsey, Amerika'nın bu görüşlerine verdiği cevapta[10], Türkiye ile âdil ve kalıcı (!) esasları kapsayan bu barış antlaşmasını, Amerika'nın da imzalayacağı ümidini izhar ettikten sonra, tespit ettikleri ve 12 Mart'ta Amerika'ya bildirdikleri barış esaslarını savunuyorlardı. Bundan başka, Bulgaristan'a Edirne ve Kırklareli (Kırkkilise) nin verilmesi hususundaki Amerikan isteğine karşı da, kendilerindeki istatistik bilgilere göre, bu iki şehir ve havalisinin çoğunluğunun Türk olduğunu belirtiyorlardı.

İlginç bir nokta da, Amerika'nın Avrupalı müttefiklerinin, Amerikan Senatosu'nun Versay Antlaşması'nı onaylamayı reddetmesinin anlamını hâlâ anlamamış olmaları veya anlamamazlıktan gelmeleriydi.

Bağımsız Ermenistan konusunda Müttefiklerin de Amerika ile aynı görüşü paylaştıklarını ve halihazır ihtiyaçları ve gelecekteki gelişmesi (expansion) bakımından "haklı olarak (!) iddia ettiği" toprakları Ermenistan'a vermeyi ciddi bir şekilde arzu ettiklerini bildirmekteydiler.

Sorun bir al gülüm - ver gülüm hikâyesine dönüşmüştü. Avrupalılar, müstakbel Sevres Antlaşması'na Amerika'yı da bağlamak ve bu antlaşma ile Yakın Doğu'da yapacakları karmaşık ve tehlikeli düzenlemede Amerika'ya da sorumluluk yüklemek için, Amerika'ya şirin görünmenin her türlü çabasını harcamaktaydılar.

Yalnız, Müttefiklerin bu 27 Nisan 1920 günlü cevaplarında, İzmir ile ilgili yeni açıklamalar dikkati çekmekteydi. İzmir ile bazı komşu ilçelerin (kazaların) nüfus çoğunluğunun Rumlarda olması ve Türkiye'nin bu Rumlara fena muamelede bulunması sebebiyle, İzmir'in Yunan yönetimine verildiği belirtildikten sonra, İzmir'in bütün Anadolu'nun ekonomisinde önemli bir yeri olması ve İzmir'in Yunanlılar tarafından işgalinin millî tepkilere sebep olmasının, Türkiye ile barışın uygulanmasını imkânsız kılmasa bile, güçleştirmesi ihtimali dolayısıyla, İzmir'in Padişaha bağlı hale getirildiği ve aynı zamanda Türklere de İzmir Limanı'nda imkânlar sağlandığı belirtilmekteydi. Burada "millî tepkiler" den duyulan endişe dikkati çekmektedir.

Amerika'yı Türkiye ile barış sorununa "bulaştırmak" ve konunun içine çekmek için, Nisan 1920 sonunda, İngiltere'nin egemen olduğu Milletler Cemiyeti'nin de kullanılmak istendiği de görülüyor. Çünkü, San Remo'dan 27 Nisan'da Amerikan Dışişleri Bakanlığı'na gönderilen uzun bir mesajda[11]., Ermenistan konusunda, Amerika bir karar verme zorunluluğu ve dolayısıyla, Türkiye barışı ile karşı karşıya bırakılıyordu.


DİPNOTLAR

1 - Gerek Amerikan belgelerinde, gerek Paris Barış Konferansı ile ilgili belgelerde, Osmanlı

Devleti, daima "Türkiye" adı ile zikredildiğinden ve hatta 1920 yılında, sonradan Sevres

Antlaşması adını alacak antlaşmanın adı daima "Türkiye ile barış" (Peace with Turkey, Peace

Setdement with Turkey) diye zikredildiğinden, biz bu incelememizde, Osmanlı Devleti yerine,

Türkiye deyimim kullandık.

2 - Bu konuda bak.: Dr. Fethi Tevetoğlu, Millî Mücadelede Mustafa Kemal Paşa-Ceneral

Haıbord Görüşmesi, TÜRK KÜLTÜRÜ, Yıl VII, Sayı 76, Şubat 1969, s. 257-267; Yıl VII, Sayı 77,

Mart 1969, s. 321-334; Yıl VII, Sayı 80, Haziran 1969, s. 525-545; Yıl VII, Sayı 81, Temmuz 1969, s. 589-603. Bizim incelediğimiz Amerikan belgelerinde, General Harbord'un raporunun metni verilmekte, fakat, başka hiç bir bilgi verilmemektedir.

3 - Bütün bu gelişmelere ait Amerikan belgeleri için bak.: Papers Relating to the Foreign Relations of the United States, 1919, Washington, D.C., Government Printing Office, 1934, Vol. II, p. 817-841.

4 - General Harbord Misyonu, Başkan Wilson'ın onayı ile gönderilmekle beraber, esasında Paris Barış Konferansı adına görev yapmıştır. Bu sebeple, 16 Ekim 1919 tarihli olan raporunun imzalı nüshasını Paris Barış Konferansı'na sunmuş, imzasız bir nüshasını da Amerikan Dışişleri Bakanlığı'na vermiştir. Bu konuda bak.: aynı kaynak, Vol. II, p. 841, 24 no.lu dipnotu.

5 - Raporun metni: aynı kaynak, p. 841-889. Ayrıca bak.: Maj. Gen. James G. Harbord, Conditions in the Neaı- East: Repon of the American Military Mission to Armenia, U.S. Senate, 66th Congress, 2d Session, Document No. 266; Washington, Government Printing Office, 1920; Brig. Gen. George Van Horn Moseley, Mandatory över Armenia: Report made to Maj. Gen. James. G. Haıobrd, Senate, 66th Congress, 2d Session, document No. 281, Washington Government Printing Office, 1920.

6 - Bundan sonraki açıklamalarımızı, şu kaynakta yer alan belgelere dayandıracağız: Papers Relating to the Foreign Relations ofthe United States, 1920, Washington, D.C., Government

Printing Office, 1936, Vol. III, p. 748-809. Bu kaynağı bundan sonra kısaca "Papers... 1920/IU"

Şeklinde zikredeceğiz.

7 - Laurence Evans, United States Policyand the Paıtition ofTurkey, 1914-1924, Baltimore,

The John Hopkins Press, 1965, p. 278.

8 - Notanın metni: Papers... 1920/111, p. 748-750.

9 - Amerikan Dışişleri Bakanlığı'ndan Fransız Büyükelçiliği'ne 24 Mart 1920 tarihli nota, Papers... 1920/III, p. 750–753.

10 - Roma'daki Büyükelçi Johnson'dan Washington'a 27 Nisan 1920 günlü telgraf, Papel?1920/III, p. 753–756.

11 - Roma Büyükelçiliği'nden Waşington'a 27 Nisan 1920 günlü telgraf, Papers...l920/M, p.

779-783.

1915 Tartisilirken Gozden Kacirilanlar

SUNUŞ

Osmanlı İmparatorluğu sınırları dahilinde asırlarca huzur içinde devletine bağlı bir tebaa olarak yaşayan Ermeniler, devlet kademesinde “millet-i sâdıka” olarak anılmışlar ve devletin pek çok önemli makam ve mevkilerinde görev yapmışlardır.
Bunlara rağmen XIX. Yüzyıl sonlarından itibaren ve özellikle Osmanlı İmparatorluğu açısından Birinci Dünya Savaşı’nın en buhranlı yılı olarak anılan 1915 senesinde, dış güçlerin kışkırtması ile oluşturulan Ermeni terör örgütleri Osmanlı Devleti’ne karşı isyan etmişlerdir. Bu örgütlerin savunmasız Türkleri nasıl katlettikleri belgelerde açıkça görülmektedir.
Birinci Dünya Savaşı’nda toplam nüfusunun 1/5’ini ve topraklarının 4/5’ini kaybeden Osmanlı İmparatorluğu, vatandaşlarının can güvenliğini, birliklerinin geri ve yan emniyetini temin etmek ve lojistik yollarını açık tutabilmek maksadıyla, düşman ile işbirliği yaptığı sabit olan bir takım toplulukların zararlı faaliyetlerine engel olunması için bu toplulukları, savaştan daha az zarar görecekleri değerlendirilen güney bölgelerine sevk ve yeniden iskan etmeye karar vermiştir.
1915 senesinde neler olmuştur? Osmanlı Devleti niçin böyle bir kararı almıştır?
Uzun süredir bu konuda özellikle yabancı arşiv belgelerinden istifade ederek hakikati bulmak maksadıyla çeşitli araştırmalar yapan ve kasıtlı olarak çarpıtılan tarihi, kamuoyu vicdanında objektif olarak gözler önüne serebilmek için yoğun çalışmalar gerçekleştiren değerli bilim insanı Prof. Dr. Hikmet ÖZDEMİR’in edinmiş olduğu birikimler hepimiz açısından ayrı bir önem taşımaktadır.


Süha TANYERİ
Tuğgeneral
SAREM Başkanı



ÖZGEÇMİŞ

HİKMET ÖZDEMİR

Siyasal Bilimler Profesörü. Mesleki kariyerine Başbakanlıkta danışman ve Cumhurbaşkanlığında başdanışman olarak başlamıştır.
Sonraki yıllarda üniversite öğretim üyeliği de yapmıştır.
Türkiye dışında British Chevening bursuyla Londra Üniversitesi’nde; Fulbright bursuyla Washington DC’de Georgetown Üniversitesi’nde; ayrıca İngiltere ve ABD’nde ve İsviçre’de Birleşmiş Milletler Arşivlerinde incelemelerde bulunmuştur.
2002 yılından beri Türk Tarih Kurumu Ermeni Araştırmaları Başkanı olarak “Birinci Dünya Savaşı ve Türkiye” alanında çalışmalarını sürdürmektedir.
Türkiye’nin siyasî tarihi üzerine Türkiye’de yayınlanmış 28 kitabı vardır.
Aynı zamanda Harp Akademilerinde Öğretim Üyeliği de yapmaktadır.
“Osmanlı Ordusu 1914-1918” adlı araştırması ABD’de seçkin bir üniversite tarafından yayınlanmak üzere kabul edilmiştir.


İÇİNDEKİLER
Sunuş I
Özgeçmiş II
İçindekiler III
1915 Ermeni Tartışmasında Gözden Kaçırılanlar
Savaştan Barış Yaratmak........................................................................ 1
1915’te Ne Oldu?..................................................................................... 4
Arşivler Niçin Önemlidir?.......................................................................... 4
Tanımlama Sorunu................................................................................... 7
Sık Kullanılan Önlem................................................................................ 7
Örnek Tutum............................................................................................ 10
Suçlu-Suçsuz Ayrımı................................................................................ 12
Düşman Saflarında.................................................................................. 16
Ayaklanmalar........................................................................................... 19
Deniz Bombardımanları........................................................................... 22
Nereye Gidiyoruz?................................................................................... 24
Seçilmiş Okuma Listesi 27


Savaştan Barış Yaratmak

Modern Türkiye’nin kurucusu ve mimarı Kemal Atatürk, Trablusgarp’ta İtalyan, Çanakkale’de İngiliz, Fransız, Avustralyalı ve Yeni Zelandalı, Doğu Anadolu’da Rus ve Batı Anadolu’da da Yunan ordularıyla savaşan bir deneyimli asker ve devlet adamı olarak tarihte hak ettiği yeri almıştır. Bu nedenledir ki, ölümünden 69 yıl sonra, şu anda bulunduğumuz Genelkurmay Karargâhının az ötesinde, Anıtkabir diye bilinen ebedi istirahatgâhı, 2005 yılında 4 milyon, 2006 yılında 8 milyon Türk ve yabancı tarafından ziyaret edilmiştir.
Büyük Komutan’ın karizmatik kişiliği ve felsefesi ülkesinin sıradan yurttaşlarından, dünya uluslarının saygıdeğer temsilcilerine kadar, Anıtkabir ziyaretçilerinin hafızalarında taptaze bir iz olarak yaşamaktadır.
Sanırım, Doğu Akdeniz coğrafyasında bir modern ulusun ve laik cumhuriyetin yaratıcısı olan bir askerin “savaş” kavramını nasıl tanımladığını biliyorsunuz.
Ancak yine de pek çok hayranı gibi benim de büyülendiğim bu tanımı sizlere bir kez daha aktarmak istiyorum.
Türkiye Cumhuriyeti Ordularının Ebedi Başkomutanı’na göre;
“Savaş zorunlu olmadıkça bir cinayettir”.
Yani açıkça, “savaş”ın cinayet olarak anlaşılmaması için “zorunlu” olması gerekir, diyor.
İnsani açıdan bundan güçlü bir tanım yapmak mümkün müdür, bilemiyorum?
Üstelik bu tanımın sahibi, bir askeri dehadır; muharebe alanlarında gözünü kırpmadan çarpışan bir kahramandır.
1915 yılında çok sıcak bir Ağustos gecesinin şafağında Gelibolu’da, askerlerine, “Size ölmeyi emrediyorum!” diye seslenmiştir.
Hep şunu düşünmüşümdür:
Acaba, bir komutan, “savaş” için niçin böyle bir tanım yapmıştır?
Niçin, “savaş zorunlu olmadıkça bir cinayettir,” demiştir?
Kemal Atatürk, cephelerde, başka ulusların ordularına karşı muharebeler, meydan savaşları yönetmiş bir askerdir.
O, kendi evlatlarının Balkan Savaşı’nda, Dünya Savaşı’nda ve Türk İstiklal Savaşı’nda çarpıştığı öteki orduların dünyasını da gözlemledikten sonra bu tanımı yapmıştır.
Yani, savaşın içinden, karşılaştırmalı gözlemlere dayalı bir tanım.
Burada hemen ifade etmek isterim:
1923 yılında, 600 yıllık ömrünü tamamlamış bir imparatorluktan kalan son topraklarda yeni bir devletin, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması bu savaş tanımının bir sonucudur.
1918’de Mondros Ateşkesi’nde, dört yıl süren kanlı savaş biterken, Türkiye’ye dayatılan model adaletsizdir.
Atatürk’ün liderliğinde Türkler bunun üzerine Ankara’da, yeni bir meclis ve ordu kurmuşlardır ve “zorunlu” olarak savaşmışlardır.
Komutan, askeri zaferi kazandığı o tarihi anda, ordusuna ve ulusuna bu defa yeni ve ebediyen sürecek bir hedef göstermiştir.
“Yurtta barış, dünyada barış!”
Bu hedef, Türkiye Cumhuriyeti’nin değişmez devlet politikası olarak bugün de sürdürülmektedir.
Ben bu evreyi “savaştan barış yaratmak” olarak adlandırmaktayım.
Komutan Atatürk, bu yeni evrede, Türk ulusunu Balkan Savaşı, Dünya Savaşı ve İstiklal Savaşı’nın dayanılması imkânsız trajedileri ile ebediyen baş başa bırakmak istememiştir.
Muzaffer Komutan, ulusunun bu felaketler döneminden hayatta kalabilen kadın ve erkek bireylerine, çağdaş uygarlık düzeyini yakalamak ve aşmak hedefini göstermiştir.
Kadın ve erkek bütün Türklerden, insanlığın ortak hazinesine katkılar yaparak bölge ve dünya barışına hizmet etmelerini istemiştir.
Kahraman Asker ve Ulusu bu yolda ilk somut adımı Lozan Barış Antlaşması ile atmıştır.
Lozan’da, 1919–1922 Savaşı’nda Batı Anadolu’da göğüs göğse çarpıştığı ülkenin evlatlarıyla barışmıştır.
18 Mart 1934 günü de, Büyük Savaş’ta, Gelibolu Yarımadası’nda Türk kuvvetlerine karşı çarpışırken can veren İngiliz, Fransız, Avustralyalı ve Yeni Zelandalı askerlerin acılı annelerine seslenmiştir.
Büyük İnsan, 1453 yılından beri Türk başkenti olan İstanbul’u ele geçirmek amacıyla Gelibolu Savaşları’nda canlarını veren Müttefik askerleri için şunları söylemiştir:
“Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar!”
“Burada bir dost vatanın topraklarındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz.”
“Sizler, Mehmetçikle koyun koyunasınız.”
“Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar!”
“Gözyaşlarınızı dindiriniz, evlatlarınız bizim bağrımızdadır.”
“Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır.”
“Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”
Yeni Türkiye’nin cumhuriyetçi kuşakları, komşularıyla ve öteki dünya uluslarıyla ve ordularıyla geçmişte kalan ihtilaflardan beslenmemişlerdir.
Yeni kuşaklar, kin, öfke ve intikam duygularına dayalı, sürekli saldırganlık peşinde koşan bireyler olarak eğitilmemişlerdir.
Ancak, derin bir acı ile gözlemlemekteyim, dünyamızda her ulus, her devlet, her lider, Büyük Savaş sonrası ilişkilere ve barışa Atatürk gibi bakmamaktadır.
O nedenledir ki; bugün Türk Ulusu, 90 yıl önce, bütün insanlığı mahveden bir inanılmaz felaketin, Dünya Savaşı’nın asker ve sivil ölülerini milliyetlerine göre ayıran çağdışı bir anlayışın intikamcı tahrik ve kışkırtmaları ile yüz yüzedir.
Dünya tarihinde gerçeklerin engizisyon kararlarıyla çarpıtılması olarak tanımladığım bu yeni tür saldırganlık, Ortaçağ zihniyetini bir kez daha hortlatmıştır.
Uygar dünyanın değerlerine gönülden inanmış bir akademisyen olarak, bazı Müttefik ülkelerin parlamentolarında, “1915 olayları” üzerine alınan “soykırım” kararları karşısında, ulusumuzun bütün bireyleri gibi ben de çok şiddetli bir insani tepki duymaktayım.
Bununla birlikte, bir Türk olarak, bu kararlara karşı haklı insani tepkimi dizginlemek zorundayım.
Türk Ulusu’na ve onun güvenilir dostlarına karşı saldırgan bir üslupla sürdürülen, tarih, akıl, bilim ve hukuk-dışı bir engizisyonun değerlendirmesini yapmak için huzurunuzda bulunuyorum.

1915’te Ne Oldu?

Osmanlı İmparatorluğunda yüzlerce yıl huzur ve güven ortamında birlikte yaşayan Türkler ve Ermeniler arasında “1915 Krizi” diye bilinen olayların aydınlatılmasında öncelikle “1915’te ne olmuştur” sorusunun dürüst şekilde yanıtlanması gerekir.
Evet, 1915 yılında savaş sürerken Osmanlı Hükümeti ile Osmanlı Ermeni Komiteleri arasında ne olmuştur?
Biliyor musunuz, 1915’ten yaklaşık bir yıl önce yapılan Osmanlı Parlamentosu seçimlerinde, iktidardaki İttihat ve Terakki Komitesi ile Ermeni Taşnak Komitesi tek listeye oy vermişlerdir.
1915’ten yalnızca 7 yıl önce, 1908’de önde gelen İttihatçılar ve Taşnak Komitesi liderleri, İstanbul’da meydanlarda “Yaşasın Hürriyet!” diye haykırmışlardır.
Peki, aynı Türk ve Ermeni liderler, Dünya Savaşı için seferberlik ilan edildiğinde neden birbirlerine “düşman” saflarda savaşa katılmışlardır?
Dünya tarihi, “gerçek” olguların sürekli üstünün küllendiğini, saptırıldığını kanıtlayan örneklerle doludur.
Biz kendi örneğimize bakalım:
1915 ilkbaharında Müttefik kuvvetlerin Çanakkale Boğazı’na saldırıları ve Doğu Anadolu’ya yönelik Rus ordularının da kara harekâtı sürmektedir.
Aynı günlerde İmparatorluğun kıyı bölgeleri Müttefik savaş gemilerinin bombardımanları altındadır.
24 Nisan 1915 günü, (yani Ermeni diasporası ve Ermenistan Cumhuriyeti’nin bir tür “seçilmiş travma” olarak ilan ettikleri gün) İstanbul’da, Hükümet, Osmanlı Ermeni Komiteleri liderlerini “düşman orduları lehinde askeri faaliyetlerde bulundukları” gerekçesiyle tutuklamıştır.
Arşivler Niçin Önemlidir?
24 Nisan 1915 günü İstanbul’daki ve Anadolu’daki manzarayı anlatmak istiyorum.
O sırada Dünya Savaşı nedeniyle Fransa’nın İstanbul Elçiliği, kapalıdır. Buna karşın, Elçilik Maslahatgüzarının “günlük olaylar” başlıklı istihbarat notları, ABD Elçiliği kanalıyla Fransa’ya ulaştırılmaktadır.
İstanbul’da Fransız Elçiliği tarafından hazırlanan 25 Nisan - 1 Mayıs 1915 arasındaki istihbarat notlarında yer alan tarihi bilgiler şöyledir:
(BİR) Rus donanması İstanbul Boğazı’nın Karadeniz girişindedir.
(İKİ) İngiliz ve Fransız donanması Çanakkale Boğazı girişine saldırmaktadır.
(ÜÇ) Kafkasya Cephesinde Ermeniler, Rus ordusu ile birlikte Türklere karşı savaşmaktadır.
(DÖRT) Erzurum bölgesinde, özellikle Van’da Ermeni çeteleri, Türklere karşı savaşmaktadır.
(BEŞ) Osmanlı başkentinde Ermeni Komitelerinin liderleri tutuklanmıştır.
(ALTI) Osmanlı hükümetinin bu baskısı, Zeytun ve Kafkasya Cephesinde Ermenilerin tutumundan kaynaklanmaktadır. (Raporda “tutum” sözüyle ne kastedildiği açıklanmamıştır).
(YEDİ) Osmanlı Harp Divanı Başkanına göre; ülke dışındaki Ermeni Komiteleri, Doğu Anadolu’da altı vilayette ayaklanma hazırlığındadır. (Gerçekte Ermeni Komiteleri ayaklanmayı başlatmışlardır; raporda “hazırlık” aşamasında oldukları yazılmıştır.)


Tanımlama Sorunu

Türk-Ermeni ihtilafının en şiddetli tartışma alanı, 1915 yılında ve sonrasında etkili propagandalarla karartılmıştır.
1915 Krizi çeşitli yönleri olan hayli dramatik bir savaş trajedisidir.
Tarih yazımı açısından bu konu günümüzde uluslararası boyutlarda bir ihtilafa dönüştürülmüştür.
Artık müzminleşmiş olan bu ihtilafta tarafların pozisyonları şöyledir:
(1) Ermeni diasporası ve Ermenistan Cumhuriyeti tarafından, Ermeni Komitelerin savaş altında düşman hesabına gerçekleştirdikleri askeri faaliyetler, “Osmanlı egemenliğinden kurtulmak” için girişilen eylemler olarak açıklamaktadır.
(2) Birinci Dünya Savaşı’ndaki Müttefik devletler için, Ermeni Komitelerini kullanmak ve Türkleri arkadan vurmak savaş koşullarında son derece normaldir. Fakat Türk tarihçiler tarafından bunun hatırlatılması elbette can sıkıcıdır. Ermeni Komitelerine bir diyet borcu olarak parlamentolarından ve uluslararası kuruluşlardan siyasi nitelikli “soykırım” kararları almaları zorunluluktur. Böylece 1915’in “masum kuzucukları” onların bu kararlarından sonra Birinci Dünya Savaşı’nda nasıl kullanıldıklarını unutacaklardır.
(3) Türkler ise Osmanlı Ermeni Komitelerinin askeri faaliyetlerini ve kanlı katliamlarını, İmparatorluğun varlığını tehlikeye düşüren, bastırılması bir nefis savunması zorunluluğu ve devlet sorumluluğu olarak değerlendirmektedir.
İhtilafın aşılabilmesi için öncelikle şu soruların yanıtları bulunmalıdır:
Birinci Dünya Savaşı başında Ermeni Taşnak, Hınçak ve Ramgavar Komiteleri tarafından Osmanlı ordusuna ve sivil ahalisine karşı sürdürülen askeri faaliyetler nelerdir?
Bunlar bir “dolaylı savaş” mıdır veya “iç savaş” olarak mı tanımlanabilir?
Yoksa daha farklı bir kavramlaştırma mı gerekmektedir?
Sık Kullanılan Önlem
Büyük Savaş’la birlikte Osmanlı İmparatorluğu’nda baş gösteren 1915 Krizi’nde kullanılan araçlar nelerdir?
Geçmişte kalan bir konuda tarih ve hukuk bilimleri açısından mümkün olan en adil değerlendirmeyi yapabilmek için öncelikle ve tereddütsüz olarak bu araçlar bilinmelidir.
Türklerle Ermeniler arasında derin ihtilafın kaynağı olan 1915 Krizi’nin yaratılmasında kullanılan üç araç gözlemlemekteyim:
(1) Ermeni Gönüllü Birlikler,
(2) Ermeni Fedailerin Organizasyonları,
(3) Deniz Ablukaları ve Bombardımanları.
Bu araçlardan ilk ikisi bilinçli olarak Ermeni Komiteleri ve onlarla iş birliği yapan Müttefikler tarafından planlanmış ve savaş alanına sürülmüştür.
Üçüncüsü ise savaş koşulları nedeniyledir, rastlantısal ve dolaylıdır.
Ermeni Komiteleri ve Müttefik devletler tarafından hazırlanan iki araç, aniden baş gösteren krizi önlemek için alınabilecek tek zorunlu kararı, Osmanlı Hükümetinin gündemine taşımıştır.
Osmanlı Hükümeti tarafından, bu krizi önlemek için alınan yer değiştirme kararının yaygınlaştırılmasında da rastlantısal olarak ortaya çıkan üçüncü araç etkili olmuştur.
Şimdi incelemelerimden elde ettiğim bu gözlemlerimi sırasıyla açıklayacağım:
1915 Krizi’ni yaratmak için kullanılan araçlardan iki tanesi, Kafkas Cephesi’ndeki “Ermeni Gönüllü Alayları” ve farklı Anadolu vilayetlerinde Taşnak ve Hınçak Komitelerine bağlı olarak kendilerine verilen askeri görevleri yapan “Ermeni Fedailer” adlı silahlı gruplardır.
Bu iki araçla gerçekleştirilen askeri ve yarı-askeri faaliyetler, ana hatlarıyla Müttefik Hükümetlerin bilgisi dâhilindedir; bilinçli ve planlıdır.
Savaş koşulları nedeniyle, Karadeniz, Marmara, Ege ve Akdeniz kıyıları boyunca Rus, İngiliz ve Fransız donanmalarının bombardımanları bu bölgelerde yerleşik Müslüman ve Hıristiyan toplulukları etkilemiştir.
Osmanlı Hükümeti, sivil ahalinin kendi aralarında çatışmasını önlemek ve Ermenilerin Müttefik kuvvetlerine yardım amacıyla giriştikleri askeri faaliyeti etkisiz kılmak için ek önlemler almak zorunda kalmıştır.
İncelemelerimde Ermeni Komiteleri ile bazı Avrupalı devletlerin doğrudan ve dolaylı anlamda birer müttefik gibi işbirliğini kanıtlayan belgelere ulaştım.
Şu anda bu belgelerle ilgili değerlendirmelerimi konuşmamın dışında tutuyorum.
Yalnızca bir örnek vermek istiyorum:
Osmanlı Hükümeti’nin 27 Mayıs 1915 tarihli yer değiştirme kararından 90 gün önce; 7 Şubat 1915 tarih ve 1185 nolu telgrafta, Rusya Dışişleri Bakanı’na Kafkasya Valisi Varontsov-Daşkov şunları yazmıştır:
“Şu sırada, Zeytun Ermenileri temsilcisi Kafkas ordusu karargâhına geldi. Temsilci, yaklaşık 15,000 Ermeni’nin, Türk ulaşım hatlarına saldırmaya hazır olduğunu, fakat silah ve mermilerinin bulunmadığını ifade etmektedir. Zeytun’un Erzurum’daki Türk ordusunun ulaşım hattına konumu dolayısıyla yeterli miktarda silah ve merminin İskenderun’a getirilmesi oldukça önemlidir. (…) silahların doğrudan doğruya bizim tarafımızdan verilmesinin imkânsız olması nedeniyle, Fransız ve İngiliz (savaş) gemilerindeki Fransız veya İngiliz silahlarının ve mermilerin İskenderun’a getirilmesi hakkında Fransız ve İngiliz yönetimi ile temas kurulması gerektiği düşüncesindeyim.”
Bu telgraf, 9 Şubat 1915 tarih ve 708 nolu telgrafın ekinde Paris ve Londra’ya gönderilmiştir.
Burada bir konuyu açıklıkla belirtmek isterim.
Hükümetler tarafından güvenlik gerekçesiyle sivil toplulukların yerlerinin değiştirilmesi, savaş ve ayaklanmalar nedeniyle sık başvurulan bir yöntemdir.
Birinci Dünya Savaşı’nda Rusya Hükümeti, savaşın hemen başında Alman ordularının harekât bölgesine yakın Batı Rusya’da bazı sivil toplulukların yerlerini güvenlik gerekçesiyle değiştirmiştir.
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Hükümeti’nin, Anadolu’nun Karadeniz, Marmara, Ege, Akdeniz ve Suriye kıyılarındaki bombardımanlar karşısında uyguladığı güvenlik nedeniyle yer değiştirme önleminin bir benzeri, İkinci Dünya Savaşı’nda ABD Başkanı tarafından Japon asıllı ABD yurttaşları için uygulanmıştır.
Yine İkinci Dünya Savaşı’nda, SSCB Hükümeti tarafından Kırım ve Kafkasya bölgesinde yaşayan Türk asıllı topluluklar, haftalarca süren meşakkatli (brutal) yolculuklarla merkezi Asya’ya gönderilmişlerdir.
Yine İkinci Dünya Savaşı’nda Polonyalı siviller, SSCB Ordusu tarafından oturdukları bölgelerden uzaklaştırılmışlardır.
Örnek Tutum
Hükümetlerin farklı zaman ve coğrafyalarda güvenlik gerekçesiyle sivil topluluklar için yer değiştirme önlemine başvurmalarının mutlaka anlaşılabilir nedenleri vardır.
Bununla birlikte modern ve çağdaş tarih, bu tür güvenlik kararlarının neden olduğu büyük acıların ve unutulmaz dramların örnekleriyle doludur.
Hiç kuşkusuz, Osmanlı İmparatorluğu’nda da bu güvenlik kararı dayanılmaz acıları ve faciaları beraberinde getirmiştir.
Sivil Ermeni kafilelerin bazen “çete” saldırılarına bazen “işgüzar” yetkililerin kötülüklerine maruz kaldıkları, Osmanlı arşivi belgelerinde hiçbir zaman inkâr edilmemiştir.
Fakat bu kararın uygulanması sürecinde Osmanlı sivil ve askeri yetkililerin gösterdiği insani çaba ve duyarlılık göz ardı edilmemelidir.
Büyük Savaş’ın ağır koşullarında Suriye Cephesi’nde Dördüncü Osmanlı Ordusu Komutanı Cemal Paşa’nın olağanüstü insani yardım projeleri ile Ermeni göçmenleri kucaklaması; yaşam mücadelesi veren bu topluluklar için, tereddütsüz olarak Ordu’ya ait imkânları seferber etmesi de bir tarihi gerçek olarak kaydedilmelidir.
Suriye’de Dördüncü Osmanlı Ordusu’nun Ermeni göçmenlere yardımları, şimdilerde NATO ve BM barış kuvvetlerinin sürdürdükleri “insani yardım” amaçlı faaliyetlerin 20. yüzyıl başında ve savaş koşullarında özveriyle sürdürülen ilk örneğidir.
Çok kısa söyleyeceğim:
Türk halkı ve Osmanlı liderliği bir ölüm-kalım mücadelesi verirken ve Ermeni Komitelerinin sorumsuz davranışları karşısında bile, insani yardımlaşma vasıflarını; suçlu ile suçsuzu ayırt etme kabiliyetlerini yitirmemiştir. Ermeni göçmen kafilelerine uygunsuz davranışları görülenleri, görev ve mevkileri ne olursa olsun titizlikle cezalandırmıştır.
20’nci Yüzyılın hemen başında bir büyük savaş koşullarında, Osmanlı Hükümeti’nin bu politikası, savaş sürerken yapılan yargılamalara ve cezalandırmalara bir ilk örnek oluşturması bakımından da ilginç bir tarihi deneyimdir.
Burada önemli bir ayrıntıyı da karışıklığı önlemek için sunmak istiyorum:
1918’de Mondros Mütarekesi’nden sonra işgal altındaki İstanbul’da yapılan siyasi yargılamalar benim burada kastettiğim değildir.
1915 sonbaharında, Ermeni kafilelere kötü muamelede bulundukları iddia edilen Osmanlı memurları hakkında sürdürülen tahkikatları ve hemen ardından bu kişilerin askeri mahkemelerde yargılanmalarını kastediyorum.
1915 ve 1916 yıllarında gerçekleştirilen Osmanlı askeri yargılamaları, savaş suçları bilimi alanında bir örnek tutum olarak kaydedilmelidir.
1915’te zorunlu yer değiştirme ve iskân kararını uygulayan resmi otorite tarafından aynı yıl içinde gerçekleştirilen bu askeri yargılamalar, bilinçli olarak göz ardı edilmektedir.
1940 yılında, Rus Tümgenerali Nicolay Georgiyeviç Korsun, zorunlu göç kararı uygulanırken, Türk askeri makamlarının ve Türk halkının göçmenlere nazik davrandığını; ancak bazı bölgelerde Ermenilerin saldırılara uğradıklarını yazmıştır.
Rus Tümgeneraline göre, Ermeni göçmenlerin yarısı açlık ve salgın hastalıklar nedeniyle ölmüştür.
Burada yeri gelmişken bir konuda da görüşümü açıklamak isterim.
Dünya Savaşı’nda bir kısım Anadolu vilayetlerinde savaş koşullarının yol açtığı “iktidar boşluğu” nedeniyle, Türkler (Müslümanlar) ve Ermeniler (Hıristiyanlar) arasında bir de “iğtişaş” [=karışıklık] hali gözlemlenmektedir.
Kimi yerleşim birimlerinde Ermeniler ve Müslüman ahali birbiri aleyhine silahlanmış ve mukateleye (=birbirini öldürmeye) kalkışmıştır.
Bütün bunlardan dolayı iki taraf için de hazin olaylar cereyan etmiştir.
1914 - 1918 arasında Anadolu’da Ermeni Fedailerin ve Ermeni Gönüllü Birliklerin katlettiği Müslümanların sayısı, dört yıl süren Dünya Savaşı’nda Müttefik kuvvetlerin, Osmanlı ordusuna silahlı çatışmalarla verdirdikleri zayiatın yaklaşık beş katıdır.
1914 - 1915 yıllarında, Taşnak ve Hınçak Komitelerine bağlı Ermeni Gönüllü Birliklerin ve Ermeni Fedailerin, Osmanlı güvenlik kuvvetlerinin ve sivil Müslüman ahalinin karşılıklı çatışmaları, aylara göre grafikte gösterilmiştir.

Bu grafik en yüksek noktasına, güvenlik açısından tehdit oluşturan ve İmparatorluğun başkentinde bulunan lider konumundaki bazı şahsiyetler için tutuklamaların yapıldığı günlerde (24 Nisan 1915) ulaşmıştır.
Aynı zaman dilimlerinde Ermeni halkın toplam kayıpları ile ilgili olarak çok farklı rakamlar ifade edilmektedir.
Ermeni kayıpları konusunda sürdürdüğüm çalışmam henüz tamamlanmadığı için -şimdilik- rakam veremiyorum.
Suçlu - Suçsuz Ayrımı
24 Nisan 1915 günü tutuklanan Ermeni şahsiyetler, -o günkü koşullarda- Osmanlı İmparatorluğu aleyhinde faaliyette bulunan Ermeni Taşnak, Hınçak ve Ramgavar Komitelerinde yönetici olarak görevli ve etkili konumdadırlar.
İlginçtir, Osmanlı Hükümetinin aldığı güvenlik kararı ile Başkent İstanbul’dan uzaklaştırılanlar ve Kafkasya Cephesinde Rus kuvvetleriyle doğrudan işbirliği yapanların arasında Osmanlı Parlamentosunda görevli eski ve yeni Ermeni milletvekilleri de vardır.
Bu milletvekillerinin bir kısmı yanlarındaki gönüllülerle birlikte daha savaş başlarken Kafkasya Cephesine gitmişlerdir.
Bu kişiler Rus kuvvetleri ile doğrudan işbirliğine girmişlerdir, dolayısıyla onlar tutuklanamamıştır.
Eğer, onlar da 24 Nisan 1915 günü İstanbul’da bulunsalar hiç kuşkusuz, Osmanlı İmparatorluğu aleyhindeki faaliyetleri nedeniyle ihanetle suçlanacaklar ve en ağır şekilde cezalandırılmış olacaklardı.
Bu durum, yasalar çerçevesinde ve son derece olağan bir işlemdir.
Bütün devletlerde bu tür eylemlerde bulunanlar benzer yöntemlerle cezalandırılmışlardır.
20’nci Yüzyıl başındaki değerlerle, 21’inci Yüzyılın başındaki değerler kimi açılardan farklılık gösterebilir. Fakat “savaş aleyhtarlığı” değil, “savaşta vatana ihanet” hele “düşman safında çarpışmak” bugün de bütün devletlerde en ağır cezayı gerektiren bir eylem olarak değerlendirilmektedir.
Osmanlı Parlamentosunda görevli öteki Ermeni milletvekillerinden Ermeni Komitelerinin düzenledikleri askeri faaliyetlerle ilgili bulunmayanlar, savaş yılları boyunca parlamentodaki görevlerini sürdürmüşlerdir.
Osmanlı Parlamentosunun tutanakları bu uygulamanın en açık kanıtıdır.
Osmanlı mülki, adli, mali ve askeri bürokrasisinde de -bazı istisnalarla- tereddütsüz aynı politika geçerlidir.
Osmanlı Hükümetinin vali ve kaymakamlara gönderdiği emirler, suçlu-suçsuz ayırımı yapılmasındaki hassasiyeti kanıtlamaktadır.
Burada, Osmanlı ordularında sağlık hizmetlerinde görevli ve savaş sırasında çeşitli cephelerde çatışmalarda veya tifüs ve öteki hastalık salgınlarında Müslüman hekimlerle birlikte yaşamlarını yitiren Ermeni ve öteki Hıristiyan topluluklardan kahraman hekimleri ve eczacıları anmak isterim.
Büyük Savaş’ta Kafkasya Cephesi’nde can veren 163 Osmanlı sağlık subayından 124’ü Müslüman, 19’u Rum, 17’si Ermeni ve 3’ü de Musevi kökenlidir.
Bugün, Ankara’daki Gülhane Askeri Tıp Fakültesi binasında sol yandaki mermer duvara bu personelin hepsinin isimleri birlikte kazınmıştır.
Osmanlı ordularında, imparatorluk emirlerine sadık Osmanlı Hıristiyan yurttaşları askerlik görevlerini büyük bir özveriyle yerine getirmişlerdir.
Osmanlı Harbiye Nezareti tarafından bu kahramanların hizmetleri madalyalarla ödüllendirilmişlerdir.
1917 yılında Osmanlı ordu karargâhlarında ve cephelerde son derece kritik pozisyonlarda, gizlilik dereceli görevlerde Ermeni veya Hıristiyan asıllı askerlerin listesi suçlu - suçsuz ayrımı yapıldığının inkâr edilemez bir delilidir.

Osmanlı Ordusu Başkomutanlığı
2 nci Şube
28 Haziran 1917
(Tezkere)
Özlük İşleri Müdürlüğüne
Osmanlı Ermeni erlerinden olup, dil bilmeleri dolayısıyla tercüman olarak görevlendirilenlerin isimleriyle, görev yerlerini gösteren bir listenin gönderilmesini önemle rica ederim.

----------  -----  ----------

Harbiye Nezareti
Özlük İşleri Müdürlüğü
Yabancı İşleri Şubesi
1743

Genel Karargâh 2 nci Şubeye
02 Temmuz 1917 tarihli ve 43155 numaralı muhtıraya cevaptır.
Osmanlı Ermeni erlerinden olup, dil bilmeleri sebebiyle tercüman olarak görevlendirilenlerin isimleriyle, görev yerlerini gösteren listenin ekli olarak gönderildiği bildirilerek bu muhtıra verildi.
24 Temmuz 1917

Ermenilere ait hususların sabit
bir talimata bağlanması gerekir.

----------  -----  ----------

Düşman Saflarında
Büyük Savaş’ın hemen başında, Kafkasya’da Osmanlı ve Rus orduları arasında çarpışmalar henüz başlamamıştır. Başlarında bazı Osmanlı milletvekilleri olduğu halde, Doğu Anadolu vilayetlerinden bir kısım Osmanlı yurttaşlarının Osmanlı İmparatorluğu aleyhindeki askeri faaliyetleri üzerine bazı kritik bilgileri sunmak istiyorum.
Onların, Türkiye aleyhindeki askeri faaliyetleri; bazı Anadolu vilayetlerindeki Ermeni Komitelerine bağlı Fedailerin ayaklanmalarıyla birlikte; Rus cephesine yakın oturan sivil Ermeni ahalinin bu bölgenin uzağında bir yere (Suriye’ye ve Mezopotamya’ya) nakledilmelerinin tek nedenidir.
Bir Türk bilim adamı olarak kişisel onurumun ve Tanrı’nın ve bütün insanlığın ortak kutsal değerleri üzerine yemin ederim ki; 1915 Krizi’nde savaş koşullarında Osmanlı Ermeni ahalinin oturdukları yerlerden, evlerinden başka bölgelere yerleştirilmek üzere imkânsızlıklar içinde yollara dökülmesinin başka hiçbir bir gerekçesi bulunmamaktadır.
Sizlere sunacağım bu kritik bilgilerin tamamı Rus ve Ermeni kaynaklarına aittir.
Burada özellikle Kafkasya Cephesinde dikkatinize sunmak istediğim Ermeni Komitelerinin askeri faaliyetleri doğrudan Rus ve Ermeni kaynaklarından elde edilmiştir.
Dünya Savaşı’nda, Doğu Anadolu’da, Ermeni Taşnak ve Hınçak Komiteleri tarafından Osmanlı ordusuna ve bölgedeki sivil Müslüman ahaliye yönelik askeri faaliyetin en güvenilir anlatıcısı, bir Rus Komutan’dır.
1927 yılında Ermeni asıllı Rus General Gavril Korganoff, La participation des Armeniens a la guerre Mondiale sur le front du Caucase, 1914–1918, (Paris, 1927) adlı kitabında; Ermeni Komiteleri ve Rusya Genelkurmay Başkanlığı tarafından nasıl Ermeni Gönüllü Birlikler örgütlediği ve bunların Türklere karşı nasıl savaştıkları el ile çizilmiş 30 cephe planıyla birlikte açıklanmıştır.
Rus Kafkas Ordusu tarafından hazırlanan 24 Aralık 1915 tarih ve 13378 nolu raporda; Ermeni Gönüllü Birlikler hakkında istatistikler bulunmaktadır. Bu belgeye göre; 6 adet gönüllü birlik oluşturulmuştur. Her birlik 1,000 kişi veya daha az sayıdadır ve toplam olarak 5,000 Ermeni gönüllü mevcuttur. Bu arada 7. ve yedek bir gönüllü birlik Erivan’da oluşturulmuştur. (Bunlar ilk istatistiklerdir. Daha sonra bu miktar 10,000’e yükselmiştir).
Bulgaristan, Romanya, Mısır ve ABD’nden Ermeni Gönüllüler de (bunların arasında Osmanlı Ermenileri çoğunluktadır) bu birliklere katılmışlardır.
1986’da Beyrut’ta yayınlanan Andranik biyografisinde vurgulandığı gibi; Kafkasya Cephesinde Ermeni Gönüllü Birlikler oluşturma projesine katılanların büyük bölümü Kafkasya’ya sığınmış veya öteki ülkelerde yerleşmiş Osmanlı Ermeniler’dir.
Bu gönüllü birlikler hakkında çok kısa olarak bazı bilgiler sunmak istiyorum:
Birinci Ermeni Gönüllü Birliği
Bu birliğin Komutanı Andranik, Rus General Nazarbekov ile görüşmesinde, kendi birliğindeki savaşçıların çoğunun Türkiye’den ve Muş vilayetinden geldiklerini söylemiştir.
Güzergâhı, İran-Başkale-Van şeklindedir.

İkinci Ermeni Gönüllü Birliği

Bu birliğin başında Komutan Dro bulunmaktadır.
Iğdır’dan hareket eden bu birlik Iğdır-Beyazıt-Berkri-Van güzergâhını takip etmiştir.

Üçüncü Ermeni Gönüllü Birliği
Kağızman’da oluşturulmuştur.
Amazaspom komutasındaki birliğin güzergâhı, Kağızman-Eleşkirt-Malazgirt-Bitlis’tir.

Dördüncü Ermeni Gönüllü Birliği

Erzurum’lu Keri komutasındaki birliğin Güzergâhı, Sarıkamış-Gare-Orzan-Köprüköy-Erzurum’dur.
Ermeni Gönüllü Birlikler için tek tip askerî üniforma hazırlanmıştır.
Bu üniformalara “A.D.I” (Pervaya Armyanskaya Drujina: Birinci Ermeni Gönüllü Birliği)” yazılı yeşil apoletler takılmıştır


Ayaklanmalar

Ermeni Komiteleri tarafından Anadolu vilayetlerinde gerçekleştirilen başlıca ayaklanmaların merkezleri Zeytun, Bitlis, Van, Şebinkarahisar, Urfa ve ikinci derecede de Yozgat, Amasya, Tokat, Sivas, Kayseri, Elazığ ve Diyarbakır’dır.
Ermeni Komiteleri tarafından bu merkezlerde müfettişler, komutanlar, çete reisleri tayin edilmiştir.
Ayaklanma ve askeri sabotaj eylemleri için seçilen yerler Osmanlı ordularının menzil istasyonlarının bulunduğu başlıca yollar ve askeri haberleşme hatlarıdır.
Bu ayaklanmalar sırasında, Zeytun, Van, Şebinkarahisar, Musa Dağı ve Urfa’da olduğu gibi Ordu’dan bir kısım kuvvetin de bu bölgelere sevkini gerektirmiştir.
Bu ise, cephede çarpışan ordu gücünü zayıflatmıştır.
Savaşın başlamasıyla birlikte Ermeni Komitelerinin askeri eylemleri bir bölgeden diğerine yayılmıştır.
1915 yılında; Sivas’ta 30,000, Erzurum’da 10,000, Van’da 15,000, Muş’ta 7,000, Diyarbakır’da 5,000, Elazığ’da 4,000 ve Bitlis’te 5,000 olmak üzere yaklaşık 76,000 Ermeninin isyan hazırlığı içinde bulundukları saptanmıştır.
1914 - 1916 yıllarındaki bu askeri faaliyetlerin tarih ve yerlerini haritada gösterilmektedir.
Ermeni Gönüllü Birlikler ve Ermeni Fedailer, Türk ordusu hakkında en önemli istihbaratları sağlayan destek unsurları olarak hizmet vermişlerdir.
Rus Duma Milletvekili Papacanov, Rus askeri yetkililerin kendisine, Ermeni Gönüllü Birliklerin Rus ordusuna olan katkılarını dile getirdiklerini ve istihbarat konusunda bölgeyi çok iyi bilen bu birliklerin yerinin doldurulamayacağını ifade ettiklerini belirtmiştir.
1916 yılında Erzurum’un Ruslar tarafından işgal edilmesinden sonra, Fransa’da Echo de Paris’te yayınlanan bir yazıda şunlar anlatılmıştır:
“Türklerin güçlü kalesi Erzurum’da yapılan şiddetli çarpışmalarda cesur Rus Kazak Birliklerinin yanında Ermeni Gönüllü Birlikleri de çarpıştılar. Bölgeyi çok iyi bilen Ermeni Gönüllü Birlikler Rus ordusuna paha biçilmez bir hizmet sundular.”
Rus General Çernozubov, Andranik’in Birinci Ermeni Gönüllü Birliği için şunları yazmıştır:
“(…) Bizim Aşnak, Vruş Horan, Hanik, Kotur, Saray, Molla Hasan, Belicik ve Garateli’deki başarılarımız önemli ölçüde Birinci Ermeni Gönüllü Birliğinin faaliyetleriyle gerçekleşmiştir. Hoy civarında Kutur Boğazında yapılan çarpışmalarda 28 - 31 Nisan 1915’te Dilman’da yararlıklar gösterdi.(…)”



Deniz Bombardımanları

Nihayet üçüncü konuya gelebildim.
Anadolu kıyılarındaki deniz ablukası ve bombardımanları.
Konuşmamın başında vurgulamıştım; deniz bombardımanları konusu, güvenlik gerekçesiyle hükümetin aldığı yer değiştirme kararının yaygınlaştırılmasında etkili olmuştur.
Deniz bombardımanlarına ek olarak savaş koşullarında Marmara ve Karadeniz bölgelerinde Hıristiyan ahalinin (Rumların ve Ermenilerin) durumunu etkileyen iki gelişme daha vardır:
Biri, 18 Eylül 1915 günü Fransa’nın Selanik’e asker çıkarması ve diğeri, bundan hemen birkaç gün sonra 24 Eylül 1915 günü Yunanistan’ın seferberlik ilan etmesi.
Savaş alanı olarak Marmara Bölgesinde, İstanbul şehri bir istisnadır; çünkü başkenttir ve orada güçlükle de olsa güvenlik sağlanabilmektedir.
Dolayısıyla, Ermeni Komiteleriyle ilişkili oldukları bilinen kişiler dışında zorunlu göç kararı İstanbul şehir merkezinde ikamet eden 120 bin Ermeni için uygulanmamıştır.
Yalnız bu istisna bile, İstanbul çevresinde ve Trakya’da yerleşim birimlerinde olağanüstü savaş koşulları nedeniyle Ermeni ve Rum ahaliden düşmanla işbirliği yapan örgütlere mensup kişilerin zorunlu göç işlemine maruz kalmalarının -bir savaş zorunluluğu dışında- başka bir nedenle açıklanamaması için yeterlidir.
Kaldı ki, 1915 yılında savaş bütün cephelerde sürerken; bir ara Hükümet, başkentin Anadolu’ya taşınmasını bile düşünmüştür.

Richard G. Hovannisian (Ed.), Armenian Van/Vaspuragan, (Costa Mesa,.California, Mazda Publishers Inc., 2000).

Nereye gidiyoruz?

Sizlerin de yakından bildiği gibi, son yıllarda Türkiye’nin müttefiki olan dost ülkelerin parlamentoları, 1915 olaylarını “soykırım” diye adlandırmaktadır.
Bugün dünyada, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması sürecinde, Birinci Dünya Savaşı ortamında baş gösteren dramatik olayların cereyan şekli hakkında hiçbir bilgisi bulunmayan bireyler veya topluluklar, bir sanal bellek üstüne oluşturulmuş bir dogmaya inanmaya zorlanmaktadır.
Bilimsel araştırma özgürlüğüne sadık bir bilim adamı olarak kesin kanaatim budur.
Ermeni diasporası ve Ermenistan Cumhuriyeti ve yandaşları tarafından yayılan bu sanal inanç sistemine inanmayanlar kimi ülkelerde tutuklanmakla tehdit edilmekte veya cezalandırılmaktadır.
Bu anlayış, günümüzde, medeniyetler savaşının yeni bir şeklidir.
Tank, uçak ve denizaltıların yerine, edebiyatın, tarihin, müzik ve sinemanın ve nihayet internetin kullanıldığı bir kirli savaştır bu…
Türk Ulusu, bu yeni tür savaşta, ecdadına haksızlık yapılmasını asla kabul etmeyecektir.
Kaldı ki, Birinci Dünya Savaşı yıllarında insafsız bir savaş propagandasıyla karartılmış tarihî ayrıntıların açıklanmasını istemek en doğal bir insani haktır.
Bu insani hakkın kullanılmasının özellikle bazı ülkelerde kanunla yasaklanması, konuşmamda işaret ettiğim gibi, ortaçağ zihniyetinin hortlamasıdır.
Engizisyon kararları ile bu hakkın Türkler tarafından kullanılması ebediyen yasaklanmak istenmektedir.
Onsekizinci Yüzyıl Avrupası’nda ünlü düşünür Voltaire, Rousseau’nun kitabı İsviçre’de yakıldığında; daha önce “Diyojen’in kudurmuş köpeği” diye andığı meslektaşına, “Söylediğiniz hiçbir fikri tutmuyorum, ama söyleme hakkınızı ölünceye kadar savunurum,” diye haber iletmiştir.
Voltaire farklı düşünceye özgürlük yorumuyla düşünce özgürlüğü için örnek bir tutum sergilemiştir.
Biz Türkler, tarihin bizim kuşağımıza yüklediği bu kronik ihtilafın çözümü için bugün dayatılan modeli, asla kabul etmeyiz.
Şuna inanınız, dünyanın bütün parlamentoları aleyhimizde kararlar alsalar bile, bin yıl yolumuza sarsılmaz bir özgüvenle devam ederiz.
1915 olayları, Ermeni Diasporası ve Ermenistan Cumhuriyeti’nin ve onlara inananların anlattıkları şekilde cereyan etmemiştir.
Bu kararları alanlara, “Siz, bu sanal inanç sisteminize inanmaya devam edebilirsiniz, biz sizin kendi arşiv belgelerinizi, tarihi anlamak, anlatmak ve yazmak için kullanacağız,” deriz.
Bu durumda şunu sorabilirsiniz?
Türklerle Ermeniler arasındaki bu kronik ihtilafın ortadan kaldırılabilmesi nasıl ve ne zaman mümkün olacaktır?
90 yıldan beri süren bu kronik ihtilafın çözümü için tek yanlı atılacak bir adım yoktur.
En uygun yol, ihtilafın taraflarının çözüm için birlikte adım atmalarıdır.
Daha önce de vurgulandığı gibi, “tarihçiler (…) sadece olanı değil, nasıl ve neden olduklarını, bu şeylerin anlamını ortaya koymak isterler; tarihçiler bunu kendilerine görev” bilirler.
Bu saygın görevin ve etik hakkın uluslar arası kullanımında -öteki meslektaşları kadar- Türk tarihçilerinin de kısıtlanmaması gerekir.
Son olarak ifade etmek isterim ki; Türk-Ermeni İhtilafının çözümü için Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı tarafından Ermenistan Cumhuriyeti yetkililerine bir mektup gönderilmiştir.
Bu mektupta, 1915 olaylarının araştırılması için iki tarafın tarihçilerinden bir ortak komisyonun oluşturulması ve ortaya çıkacak sonucun taraflarca kabul edilmesi önerilmiştir.
Bu çok önemli bir adımdır.
Fakat ne yazık ki, Ermenistan tarafı şu ana kadar “olumlu” yanıt vermemiştir.
Taraflar, savaş yıllarıyla ilgili bütün arşivlerini birbirlerine açmalıdır.
Ermeni Taşnak Komitesi Arşivi, ABD’dedir ve Türk akademisyenlerine kapalıdır.
Ermeni Patrikhanesi Arşivi, İsrail’dedir, aynı şekilde o da Türk akademisyenlere kapalıdır.
Arşiv kayıtları, bu tür ihtilafların çözümünde vazgeçilemez önem taşımaktadır.
Türk tarafı, kendi arşivlerindeki belgelerin tıpkıbasımlarını yayınlamak suretiyle de bu kararlı tutumunu ısrarla sürdürmektedir.
Başbakanlık Arşivlerinde Ermeni sorunuyla ilgili yaklaşık 1 milyon belge vardır.
Bu olaylarla ilgili orijinal belgelerin tıpkıbasımlarının yayınlanması halen büyük bir hızla sürdürülmektedir.
Aynı şekilde, Türk Genelkurmay Başkanlığı’nın talimatı ile Askeri Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığı tarafından askeri arşivde bulunan toplam 1047 Belge 8 cilt olarak yayına hazırlanmıştır.
Bu ciltlerde, dönemin Osmanlı Ordularına ait gizli yazışmalar ve Birinci Dünya Savaşı yıllarında Ermeni Komitelerinin askeri faaliyetlerine hakkında bütün kayıtların tıpkıbasımları ve İngilizce tercümeleri uluslararası kamuoyunun, yerli ve yabancı bütün araştırmacıların bilgisine sunulmuştur.
1915 Türk-Ermeni İhtilafı’nın çözümünde kuşkusuz bu kadarı yetmez; fakat barışa giden meşakkatli sürece doğru mütevazı bir ilk adım için fazlasına gerek yoktur.
Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.
Her birinize ayrı ayrı esenlikler, dilerim.

Seçilmiş Okuma Listesi

Ahmed Rüstem Bey, the World War and the Turco-Armenian Question, (Berne, Imprimerie St. Empfli, 1918).
Alexander V. Prusin, “The Russian Military and the Jews in Galicia, 1914-15”, Eric Lohl and Marshall Poe (Eds.) the Military and Society in Russia, 1450-1917, (Brill, Leiden, 2002).
Andre N. Mandelstam, La Societe des nations et les Puissances devant le probleme Armenian, (Paris, libraire de la cour d’appel et l’ordre des avocats, 1925).
Antranig Chalabian, General Andranik and the Armenian Revolutionary Movement, (Southfield, MI, 1988).
Ara Caprielian, the Armenian Revolutionary Federation: The Politics of a Party in Exile, (A Dissertation for PhD Thesis in New York University, 1975).
Aspirations et Assignments Révolutionnaires des Comités Arméniens avant et après la proclamation de la Constitution Ottomane, (Ankara, second edition, 2001).
Azmi Süslü, Armenians and the 1915 Event of Displacement, (Ankara, Kök Series, 1999).
Barbara Jean Keller, United States and Armenia, 1914 to 1920: The Armenia, (A Thesis Presented to the Faculty of California College at Fullerton, June 1969).
Center for Strategic Research, Armenian Claims and Historical Facts: Questions and Answers, (Ankara, 2005).
Esat Uras, the Armenians in History and the Armenian Question, (Istanbul, Documentary Publications, 1988).
Firuz Kazemzadeh, the Struggle for Transcaucasia, (New York, Philosophical Library, 1951).
Gunter Levy, the Armenian Massacres in Ottoman Turkey, A Disputed Genocide, (Salt Lake City, University of Utah Press, 2005).
Hasan Dilan, Les evenements Armeniens dans les documents diplomatiques Français, 1914-1918, (Ankara, TTK, 2005), Volume I-VI.
Hikmet Özdemir and Yusuf Sarınay (Eds.), Turkish-Armenian Conflict/Documents, (Ankara, TBMM Pub., 2007), forthcoming.
Hikmet Özdemir, the Ottoman Army 1914-1918, Brutal March with Epidemic Disaster, (In US, 2007), forthcoming.
Hovhannes Katchaznouni, the Armenian Revolutionary Federation (Dashnagtzoutiun) has nothing to do any more, (The Manifesto of Hovhannes Katchaznouni, First Prime Minister of the Independent Armenian Republic, Translated from original by Matthew A. Calendar, Edited by John Roy Carlson (Arthur A. Derounian), Published by the Armenian Information Service, 1955, (A Reprint by the United Turkish America/UTA), and June 1984.
Hüsamettin Yıldırım, Armenian Claims and Realities, (Ankara, Sistem, 2001)).
Justin McCarthy and others, The Armenian Rebellion at Van, (Salt Lake City, The University of Utah Press, 2006).
Justin McCarthy, Death and Exile, the Ethnic Cleansing of Ottoman Muslims, 1821-1922, (Princeton, New Jersey, The Darwin Press, 1996).
Justin McCarthy, The Ottoman Peoples and the End of Empire, (London, Arnold, 2001).
Kamuran Gürün, The Armenian File: The Myth of Innocence Exposed, (London-Nicosia-Istanbul, K. Rustem&Bro. And Weidenfeld&Nicolson Ltd., 1985).
M.S. Anderson, the Eastern Question, 1774-1923, (London, MacMillan Press, 1966).
Manoug Joseph Somakian, Empires in Conflict: Armenia and the Great Powers, 1895-1920, (London, New York, I. B. Tauris, 1995).
Michael A. Reynolds, The Ottoman-Russian Struggle for Eastern Anatolia and the Caucasus, 1908-1918, Identity, Ideology and the Geopolitics of World Order, (A dissertation for Princeton University, November 2003).
Mim Kemal Öke, the Armenian Question, (Ankara, TTK, 2001).
Peter Gatrell, A Whole Empire Walking, (Bloomington and Indianapolis, Indiana University Press, 1999).
Richard G. Hovannisian, Armenia on the Road to Independence 1918, (Berkeley and Los Angeles, University of California Press, 1967).
Robert Conquest, the Soviet Deportation of Nationalities, (London, Macmillan Co Ltd., 1960).
Roderick Davison, “The Armenian Crisis, 1912-1914”, The American Historical Review, Vol. LIII, No. 3, (April 1948).
Ronald P. Bobroff, Late Imperial Russia and the Turkish Straits, Roads to Glory, (London, New York, I. B. Tauris, 2006).
Şahin Doğan, Rus Kaynaklarına Göre Doğu Anadolu’daki Ermeni Faaliyetleri (1914-1918), (Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Unpublished MA Thesis, 2007).
Salâhi R. Sonyel, Displacement of the Armenians Documents/Le Deplacement des Populations Arméniennes Documents/Ermeni Tehciri ve Belgeler, (Ankara, Baylan, 1978).
Salâhi R. Sonyel, the Great War and the Tragedy of Anatolia, Turks and Armenians in the Maestrom of Major Powers, (Ankara, TTK, 2000).
Salâhi R. Sonyel, the Turco-Armenian Imbroglio, (London, Cyprus-Turkish Association, 2005).
Samuel A. Weems, Secrets of a “Christian” Terrorist State, (Dallas, St. John Press, 2002).
Sedat Laçiner, the Armenian Issue and the Jews, (Ankara, ASAM Pub., 2003).
Seyit Sertçelik, Rus Arşiv Belgeleri Işığında Ermeni Soykırımı İddialarına Dair, (Ankara, TÜBİTAK Sosyal ve Beşeri Bilimler Ortak Komitesi, 2004-347).
Şahin Doğan, Rus Kaynaklarına Göre Doğu Anadolu’daki Ermeni Faaliyetleri (1914-1918), (Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Unpublished MA Thesis, 2007).
Tverdohlebov, I Witnissed and Lived Through, Erzurum 1917-1918, (Ankara, Genelkurmay Y., 2007).
Türkkaya Ataöv (Ed.), The Armenians in the Late Ottoman Period, (Ankara, TBMM Pub, 2001).
Türkkaya Ataöv, The British Blue Book: Vehicles of War Propaganda, 1914-18, (New York, Okey Enterprises, 2006).
Vatche Ghazarian (edited and translated), Boghos Nubar’s Papers and the Armenian Question, 1915-1918, Documents, (Waltham, Mayreni Publishing, 1996).
W.E.D. Allen and the late Paul Muratoff, Caucasian Battlefields, A History of the Wars on the Turco-Caucasian Border, 1828-1921, (Cambridge, at the University of Press, 1953).

1 fotoğraf 1000 kelimeye bedeldir derler.. ama bunlar DÜNYA'ya bedel.. Ağlamamak elde değil,onların arasında kimimizin akrabaları var, kimimizin dostları...Onlar da bu vatanın evlatlarıydılar.. VATANINI SEVEN HERKESE İLETİR...

Amerika'lı ünlü tarihçi Prof. J. Macharty : "Ermeni katliamı yoktur; Ermeniler Türkleri katletmiştir"

Ünlü Türk Romancısı Orhan Pamuk : "1 milyon Ermeniyi katlettik"

Hangisi gerçek...

İşte bir kaç belge. Bilinçlenme zamanı... Özellikle de bu konuda belgesiz ve bilgisizce konuşan art niyetlilere karşı...

Bu belgeleri tanıdığınız herkese gonderiniz...   



Balta ile Katliam: İzmit'in Kollar köyünden Ermeniler tarafından balta ile katledilen müslümanlardan bir kısmının olaydan sonra çekilen fotoğrafı; 1- Boşnak Malik 2- Abdulmecid oğlu Ali 3- Ali oğlu Seyid (14 yaşında) 4- Ömer oğlu Abdulgani 5- Abdulgani oğlu Mecid 6- Abdullah oğlu Hüseyin 7- Bekir oğlu Yusuf 8- Osman oğlu İsmail

Kaynak : Ermeni Ayaklanmaları ve İhtilal Hareketleri.  


Erzincan'da Ermeniler tarafından ırzına geçilerek öldürülen Pakize adlı bir Türk kadını. Kaynak :Massacre Exerted By The Armenian On The Turks During World War I Pictures. 


25 Nisan 1918'de, Subatan'da Ermeniler tarafından öldürülen Türk çocuklar, kadınlar ve karınları deşilerek bebekleri çıkarılan anneler.

Kaynak:Massacre Exerted By The Armenian On The Turks During World War I Pictures



Erzincan'ın Odabaşı bölgesinde, Ermeniler tarafından oyularak katledilen bir Türk. Kaynak :Massacre Exerted By The Armenian On The Turks During World War I Pictures.  


Sivas'ta Ermeni çeteleri tarafından yapılan katliamda boğazı kesilerek öldürülen jandarma Mustafa.

Kaynak : Ermeni Ayaklanmaları ve İhtilal Hareketleri. 


Ordudan hava değişikliği için terhis edilen ve 23 Temmuz 1915 de Diyarbakır'ın Lice kazasına bağlı Kum ve Çom köyleri civarında elleri ayakları bağlanarak Ermeni komitecileri tarafından “şehid edilen askerler.

Kaynak : Ermeni Ayaklanmaları ve İhtilal Hareketleri.  



Diyarbakır'ın Şark nahiyesine bağlı Hızır İlyas köyü Mersani deresi (23 Temmuz 1915). Hono ismindeki ermeninin başında bulunduğu çete tarafından hançer ve kurşunla şehit edilen erkek, kadın ve çocuklar.

Kaynak : Ermeni Ayaklanmaları ve İhtilal Hareketleri.  



29 Ağustos 1914 tarihinde Ermeni çeteleri tarafından Siverek-Urfa Yüksekyol ve Karacadağ civarında türbe ziyareti sırasında esir edilip canlı hedef yapılarak şehit edilen müslüman Türkler.

Kaynak : Ermeni Ayaklanmaları ve İhtilal Hareketleri.  



Silvan civarında, Beşnik ermeni köyüne Van ve Tolorya'dan gelip, Doryan Dano ve kardeşlerinin başında bulunduğu Ermeni çeteleri tarafından 11 Haziran 1915 tarihinde Şeytankaya mevkiinde şehit edilen milis subayı Hamid Efendi komutasında bulunan erzak kafilesi, jandarması ve subayları.

Kaynak : Ermeni Ayaklanmaları ve İhtilal Hareketleri.  



Erzincan Odabaşı bölgesinde, birbirlerine bağlanmış halde öldürülmüş kadın ve çocukların cansız bedenleri.

Kaynak :Massacre Exerted By The Armenian On The Turks During World War I Pictures



16 Şubat 1918'de, Erzincan'ın Vagarir köyünde, Ermeniler tarafından şehit edilen ve bir evin arkasında bulunan şehit edilmiş Türkler.

Kaynak :Massacre Exerted By The Armenian On The Turks During World War I Pictures. 



Hasankale'de, Ermeniler tarafından şehit edilen kadın ve çocuklar.

Kaynak:Massacre Exerted By The Armenian On The Turks During World War I Pictures.  

KARDESLERIMIZI OLDURECEK SEKILDE ERMENILERI YETISTIREN KARANLIK GUCU SORGULAMAK GEREKIR ASIL !

Hafizalarimizi Hirant Dink vesilesi ile tazeleyelim:

Ataturk'un Turkiye Cumhuriyeti'ni secerek Turkiye'ye dogmus Turkler oz eletistirlerini yapiyorlar. Acaba Ataturk'un Turkiye Cumhuriyetini secerek Turkiye'ye dogmus olan Ermeniler- Hirant Dink'ler, Yahudiler vd TURKIYE CUMHURIYETINE OLAN SORUMLULUKLARINI yerine getiriyorlar mi ?

Turkiye Cumhuriyetinin vatandasi olarak, Turkiye Cumhuriyetinin ilelebet payidar kalmasi icin ne yapmislar? ve halen ne yapiyorlar?

Hele simdi tam zamani, Yurtta sulh cihanda sulh icin ne yapiyorlar? hangi elle tutulur gozle gorulur somut cabalarin icindeler?
Lafla peynir gemisi yurumez. Ne gibi icraatlari var bir de onlara bakin.

Biliyoruz, "kor olur badem gozlu olur". Boyle dememek lazim. Ne hirant'i ne diger ermenilerileri ne de diger "yurttaslari" hak etmedigi mevkiye koymak, oturtmak en buyuk haksizliktir, en buyuk zulumdur. Yanlis anlamayin, adalatten kil kadar sasmaz yasalariyla evrenleri cekip ceviren guc, hic bir varligin onune hak etmedigini komaz, hak etmedigini yasatmaz:

Turkiye Cumhuriyetinin kurulus ilkeleri icinde yasamayi hak edip dogdu Hirantlar da . Gene yanlis anlamayin, Hirant Dink sadece bir semboldur. Karisi da. Bu semboller, PKK ile olan mucadelenin neresindeler?

Hirant Dinkin karisi elindeki metinden okudu ve "birilerini" karanlik guc olmakla sucladi. Mealen, "Bebekler temiz dogar ama onlari kocami, kardeslerimizi oldurecek sekilde yetistiren karanlik gucu sorgulamak gerekir." dedi. Bak sen?!. "karanlik guc" yuvarlak bir laf. Bunu, "ayrim yapmadim." demek icin kullandi. Halbuki kullanma sebebi belli. Ilk egitim ve ogretim, suuralti yazilimi nerde baslar? Ana kucaginda baba ocaginda.

Kisacasi, Dink'in karisi sorumlulugu Turk ana kucagi baba ocagina ve Turklere yikti gitti. Metindeki bakis, sozlere dokulen, "Medeniyet, dunya insanligi birdir." le hic alaka kurmamis. Sanki Turklerle ayni gok catinin altinda , ayni topraklarin her yerinde yasamiyorlar.. O zaman, biz de onlarin anlayabildikleri dille konusalim: Kendilerinin "Asala teror orgutu" Turk elcilerini oldururken elciliklerimiz kan golu icinde birakilirken, Hirantin karisinin demecinin aynisini neden yoktu? Fransizlar "o yasa" yi cikarma karari alirlarken, Turkiye Cumhuriyeti Yurttasi olarak, bir iki ciliz laf disinda hangi guclu, etkili etkinlikte bulundular? ve hirantin karisinin demecinin aynisini neden yoktu?

Bu, cifte standarttir.

Kendilerini, Turkiye Cumhuriyeti Yurttasi olarak da sorumlu hissetmiyorlar; Yurtta sulh, cihanda sulh icin Turkiye Cumhuriyeti Yurttaslariyla isbirligi yapmak icin elle tutulur gozle gorulur herhangi bir samimi cabalarini gosterin, gosteremezsiniz cunku yok.

Kendilerine Turk demeyen yurttaslar, bu Yurdun tum nimetlerinden fazlasiyla yararlaniyor. Durum boyle iken, ermeni yada kendine Turk demeyen diger yurttaslardan Turkiye Cumhuriyetinin ilelebet payidar kalmasi icin canini disine takmis, bedenini siper etmis mucadele veren bir tane de olsa bir isim gosterin? Gosteremeyeceginizi sizlerde biliyorsunuz.

Turkiye Cumhuriyeti'nde ilelebet payidarligi icin ne yaptiklarina bakiyorum. Sulh icin laf etmis bir iki isim verilmeye kalkisilsa bile, bunlar, Ugur Mumcular gibi Turkiye Cumhuriyetinin ilelelebet payidar kalmasina ve Yurtta sulh, Cihanda sulha kendini vakfetmis midirler ?! Azicik da olsa icten, gercek anlamda cabalarini gormedik bu yolda. Ornek vereyim, PKK teroruyle olan mucadelede ne yarim agiz lafla ne de "gosteris icin olsun" diye bile olsa hic ortalikta yoklar. Ermeni yurttaslar ve kendilerine Turk demiyen diger yurttaslar, ve uluscu olmayan yurttaslar, KENDILERININ DE HAKLARINI PKK TERORUNE KARSI SAVUNURKEN SEHIT OLMUS MEHMETCIKLERIN CENAZELERINDE nedense ortalikta YOKLAR. Benim mi gozumden kacti bilmek isterim. Yanlis anlasilmasin, ben Turkum demeyen, ATATURK'UN MILLIYETCILIK ANLAYISINA ULASAMAYAN YURTTASLARI suclamiyorum. Turk olarak, siyasi bilincsizligimizin; merhametimizin, bilincsiz sevecenligimizin, adam sendeciligimizin, baskalarina inanmak icin inanmamizin bize asilsiz suclama olarak, kursun olarak donmekte oldugunun gorulmesini istiyorum.

Varliklar enkarne olurken (dogarken) onlari kendine ceken sey, beseri planda mevcut olan enerji alanlari yani bilgi alanlaridir.

Yani, beseri plandaki hangi ulkenin,milletin yada irkin icersinde kendilerini gelistirebileceklerini veya hangi enerjetik alanin gelisimine katkida bulunabileceklerinin secimini daha onceden yapmaktadirlar. Ve tabiidir ki bu halde, icersine enkarne olacagi (dogacagi) alanin muphemligini de yuklenme soz konusudur.

Buradan, beseri plandaki Ataturk Turkiyesi alaninin icersinde kendilerini gelistirebileceklerini ve/veya Ataturk Turkiyesi alaninin gelisimine katkida bulunabileceklerini enkarne olmadan (dogmadan) once ermeniler de, yahudiler de, rumlar da, kurtler de, lazlar da vd de yaptilar. Hicbir dogum, oylesine degildir. Tanri zar atmaz.. yani hic kimse " zar atilarak " ne herhangi bir aileye, ne bir ulkeye, ne de bir irka dogamaz. Ve dogal olarak da icersine enkarne olacagi (dogacagi) alanin muphemligini de onceden yuklenmis olmaktadirlar.

Durum boyle olunca, o alanda (*) acilan ilerleme imkaninin sorumluluklari ile tanisip onlari tasima faaliyetleri icersine girebildigi olcude varlik, ilerlemeler kaydedebilir.

(*) Bu alan, oncelikle Ataturk Turkiyesi Cumhuriyetidir. Ataturk Turkiyesinin temel ilkesi de Yurtta sulh ve cihanda sulhdur. Ataturk Turkiyesine gercek insan olarak dogan her birey once yurtta sulh icin hemen ardindan da cihanda sulh icin vazifeli demektir.

Kisacasi, sorumluluklar ilerleme taslaridir !.

Ataturk'un Kurdugu Turkiye Cumhuriyeti'ni secerek enkarne olmus (dogmus) varliklar (Turk'u, rumu, kurdu, ermenisi, lazi, yahudisi vd) olarak her birimiz, Cumhuriyet alanimizin bize actigi ilerleme ve ilerletme imkanlarinin ve onlarin sorumluluklarinin idrakinde - suurunda miyiz? Ve ne kadarinin suurundayiz?

Yani, icine dogdugumuz alanda bize acilmis olan ilerleme, ilerletme imkanlarinin sorumluluklarinin (ki yurttaslik ve insanlik odevlerimizdir) ne kadarini yerine getirebildigimiz hususu, birer isIk kaynagi olan Cumhuriyetimizin - demokrasimizin temel Ilkelerini gerek fert gerekse de toplum olarak kendimize ne olcude mal edebilmisligimizle anlasilir.

Cumhuriyetimizin - demokrasimizin ilkelerine bir katilimci olarak icsellestirebildik mi? Kendimize mal etmek, budur. Bilgiyi icsellestirmek icin ondan yararlanmak ve onunla butunlesmek gerekir. Yani, bilginin icerdigi enerjiyi kendi enerjimiz haline getirmedikce onunla butunlesmis olmayiz.

Ozetle demek istedigimiz odur ki, bu enkarnasyonumuzun (dogus gayemizin) hakkini verebiliyor muyuz?
FRANSA ERMENİ TOPLUMU ve TÜRKİYE: PROPAGANDA ve LOBİCİLİK - Dr. Samim AKGÖNÜL

Giriş


Bu yazıyı yazarken karşıma bazı terminolojik güçlükler çıktı, örneğin makalenin konusu olan toplumu isimlendirmede. [i] Önümdeki seçenekler şunlardı: Fransa Ermenileri, Fransız Ermenileri, Fransız Ermeniler, Ermeni Fransızlar, Fransa Ermeni topluluğu, Fransa Ermeni Toplumu. Bu yazıda en sık kullanılan terim sonuncusudur. Elbette bu seçim eleştirilebilir, Fransa’da Anayasal olarak toplumların, diğer bir değişle cemaatlerin bulunmadığı bilinmektedir. Ancak yazının amacı, de jure olmasa da de facto cemaatlerin bulunduğu tezinden hareketle, bu cemaatin işleyiş mekanizmasını incelemek olduğundan bu tercih yapılmıştır. Kaldı ki diğer terimler bizi ilgilendiren bireylerin Fransızlıkla Ermenilik arasında bir ayırım yaptıkları intibasını uyandırabilir. Oysa durum böyle görünmemektedir. Fransız Ermenileri’nin en ünlülerinden biri olan Charles Aznavour “kendimi 100 % Fransız, 100 % Ermeni hissediyorum” diyebilmektedir. [ii] Böyle birşeyin mümkün olup olmadigini psikologlara birakarak bize bu duyguya uygun olarak yazmak kaliyor. Aşagidaki makaleyi okurken bu iki güçlügü göz önünde bulundurmak gerekmektedir.
Türkiye’nin Ermeni sorunu olarak adlandırabileceğimiz bir sorunu var mıdır ? Bu sorunun cevabı bakış açısına, tarihteki dönemlere veya Ermeni sorunu kavramına yüklenen anlama göre değişebilir. Ancak, diaspora olarak adlandırılan, ve Ermenistan dışında yaşayan Ermeni kökenli başka ülke vatandaşları için Türkiye sorunu olarak tanımlayabileceğimiz bir problemler dizisinin olduğu tartışılmaz. Elbette burada bahsettiğimiz cemaatlerdir ve bireyler bazında bu konuya daha soğuk kanlı, daha barışçıl ve hatta daha ilgisiz yaklaşanlar da vardır. Gene de son analizde Ermeni diasporasının Türkiye devletinin varlığına, prensiplerine, toprak egemenliğine ve seyrek de olsa bu devletin vatandaşları olan Türklere karşı bir tutum içerisinde olduğu da bir kuşku götürmez. Bu tutumun millî bir politika olduğunu söylemek de mümkündür. Bahsi geçen politikayı tarif etmek ilk bakışta kolay olabilir. Bütün diasporanın kilitlendiği nokta “soykırım”ın Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından resmi olarak tanınmasıdır. Diasporayla özdeşleşmiş olan hemen hemen bütün kurumların enerjilerinin büyük bir kısmı bu konuya odaklanmıştır. “Soykırım” kavramının Türkiye tarafından tanınması için sarf edilen ve kısaca lobicilik olarak nitelendirebileceğimiz bu büyük çabanın “katmerli” sonuçları olması kaçınılmazdır. Bu durum Ermenistan’ın bağımsız bir devlet olarak uluslararası sahneye çıkışından beri daha da karmaşık bir hal almıştır. Bu lobiciliğin kademeli etkilerini şöyle sıralayabiliriz :- Türkiye üzerindeki etkileri ki bunlar Türkiye’nin devlet politikası üzerine olan etkileri ve Türk kamuoyunun Ermenilere bakış açısına olan etkileri olarak ikiye ayrılabilir.- Ermenistan üzerindeki etkileri. Ermenistan’ın özellikle Türkiye’ye karşi tutumu ve politikalarini diasporanin tutumu etkilemektedir. Ancak yakindan bakildiginda diaspora içindeki ‘şahinler’ olarak nitelendirebileceğimiz bir grubun Ermenistan’ın Türkiye politikasını fazla yumuşak bulduğunu da belirtmek gerekir.- Batı devletleri (Avrupa ve ABD) ve batı kamuoyu üzerine olan etkileri ki lobiciliğin en önemli sonuçları bu alanda görünmektedir. Bazı batı devletlerinin ve yine bazı uluslararası kurumların “soykırım”ı tanımaları bu etkininin sadece görünen kısmı olup, bizce asıl önemlisi batı kamuoyunda yıllar boyunca yaratılan Türkiye ve daha da vahimi Türkler aleyhine yaratılan atmosferdir.- Ve son olarak diasporaya etkileri. Bu şiddetli lobicilik faaliyetlerine Ermenistan’da yaşamayan Ermenilerin tepkisini ölçmek bir hayli zordur, ancak iki türlü duygunun varligindan söz edebiliriz. Bunlardan birincisi kelimenin tam anlamiyla (kelimelerden korkmanin geregi yok) nefrettir. Türkiye ve Türkiye’yle ilgili olan herşeye duyulan ve kolayca dile getirilen bir nefret. Ancak bu duygunun tek oldugunu söylemek haksizlik olur. Günlük yaşamda Ermeni diasporasina mensup münferit ilişkilerde Türkler’e karşi samîmi duygular besleyen, Türk karşiti propagandaya tepkilerini dile getiren, konuya biraz nostaljik de olsa barişçil bir söylemle yaklaşanlarin sayisi da az degildir. Bu çerçevede bir noktaya dikkat çekmek gerekmektedir. Ayni kişiler degişik ortamlarda, degişik olaylar karşisinda ve degişik muhataplarla farkli, hatta zit söylemler telaffuz edebilmektedirler ki bu son derece dogaldir. Bu yüzden konuya manichéen bir bakiş açisiyla yaklaşmak son derece yanliş olur.
Bu yazida Ermeni topluluklarinin en önemlilerinden ve en etkililerinden olan Fransa Ermeni cemaatinin Türkiye’ye bakış açısını irdelemeye çalışacağız. İlk olarak bu topluluğu tanıttıktan sonra cemaatin ileri gelenlerinin lobicilik faaliyetlerini analiz edeceğiz ve Fransa Ermenileri’nin düzenli yayınları ışığında bu topluluğun Türkiye’ye ve Türk halkına olan duygularını ölçmeye çalışacağız.Fransa Ermeni ToplumuDünyadaki bütün Ermeni asıllıların toplamı 6,5 milyon olarak tahmin edilmektedir. Görüldüğü gibi son derece küçük sayılabilecek bu milletin en azından Batı Dünyası’ndaki tanınma oranı büyüklüğü ile ters orantılıdır, bu da konumuz olan propagandanın ne kadar başarılı olduğunu göstermektedir. Ermenilerin aşağı yukarı 5 milyonu eski Sovyetler Birliği ülkelerinde yaşamakta ve yaklaşık 3,5 milyonu 1991’den beri Ermenistan vatandaşidirlar. Geriye kalan 1,5 milyon Ermeni diasporasini oluşturur. Diasporanin odaklandigi en önemli ülke Amerika Birleşik Devletleri olmakla birlikte (800 000 kişi) Avrupa’daki en önemli topluluk Fransa’da bulunmaktadır. Günümüzde Ermeni asıllı Fransız vatandaşlarının sayısı 350 000 ilâ 400 000 arasında tahmin edilmektedir. Ayrıca 1991’den beri Ermenistan’dan göç devam etmekte ve Fransa, ABD ile birlikte, en önemli göç ülkelerinden biri olarak karşimiza çikmaktadir. [iii] Bu tabloya Lübnan ve Kibris gibi bazi Orta Dogu ülkelerini de eklemek gerekir ki sayica küçük de olsa Lübnan Ermeni azinliginin özellikle 1980’lerde Asala vasıtasıyla adını duyurduğunu gözden kaçırmamak gerekir.
Fransa Ermenilerinin büyük bir kısmı Paris ve çevresinde yaşamaktadırlar. 1930’lu yıllardan beri bazı Ermeni yerleşim birimleri ortaya çıkmıştır, yoğun olarak bulundukları en önemli yerler olarak Alfortville, Maisons-Alfort ve Issy-les-Moulineaux gösterilebilir. Ayrıca Marsilya ve Lyon gibi büyük şehirlerin etrafında da çeşitli Ermeni grupları yaşamaktadır.
Ermeni çağdaş millî mitolojisinde Fransa’nın ayrıcalıklı bir yeri olduğu tartışılmaz. 1914’den önce sadece 4 000 Ermeni barındıran bu ülkenin [iv] bu gün 400 000 Ermeni asıllı vatandaşı olması bunun kanıtıdır. Fransa’ya göç 1915’den itibaren başlamiş, Ermenistan’ın Sovyetler Birliği’ne katılması, Fransa’nın Ermeni asıllı Osmanlı vatandaşlarının yoğun olduğu Adana bölgesinden çekilmesi (1921) ve Sèvres Antlaşması’nın Lausanne Antlaşması’yla kadük olması (1923) ile devam etmiştir. Ermeniler için Fransa bir sığınma devletidir. Birçok araştırmacı Ermeni diasporasının ‘doğum belgesinin’ 1915 olayları ve ‘doğum yerinin’ Fransa olduğu konusunda birleşmektedirler.
1925 ile 1938 yıları arasında 63 000 Ermeni Suriye’den, Lübnan’dan, Türkiye’den, Yunanistan’dan ve Sovyet Ermenistan’dan Fransa’ya göç etmişlerdir. Fransa seçimi 19. yüzyildan beri bu ülkede aktif olarak bulunan bir Ermeni ticaret kolonisinin bulunmasina ve Ermenilerin sürgüne gittikleri Suriye ve Lübnan’daki Fransız varlığına bağlanabilir.
Fransız Ermenileri’nin tarihinde ilginç ve acılı bir tecrübe İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yer alır. 1945’den sonra Stalin Ermeni diasporasının Sovyet Ermenistan’ına dönüşüne izin verir. Amaç Ermenistan’ın nüfusunu yükseltip Türkiye’den toprak talebine bahane hazırlamaktır. Bu çerçevede bütün dünyadan 100 000 Ermeni Ermenistan’a bir ütopyayı gerçekleştirmek için (İsrail gibi) isteyerek göç eder (NERKATH/ Geri dönüş). Bunların arasında 7 000 Fransız Ermenisi de bulunmaktadır. Bu tecrübe tam bir hüsranla sonuçlanmış ve gidenlerin çok büyük bir kısmı geri dönmüşlerdir. Kısacası Fransa ikinci defa bir sığınma ülkesi olmuştur. Ermenistan’ı bu terkediş Ermeni toplumunda bir bölünmeye sebep olmuştur. Diaspora ve Ermenistan’daki Ermeniler biraz daha uzaklaşmiş, siyasi farkliliklar daha da göz önüne çikmiştir. Ermenistan’dakiler daha çok Hınçak ve Ramgavar gibi partilere yakınken (Sovyet yanlısı), diasporada, özellikle Fransa’da, Taşnak partisi sempatizanlari öne çikmiştir (Sovyet karşiti). Bu bölünme diaspora ile Sovyet Ermenistan ilişkilerini germiş, uzun süreli ideolojik bir rekabet ortaya çikmiştir. Bu rekabetin Ermenilerin Türkiye’ye bakış açısı ve Türkiye’ye karşi yürütülen politikalar açisindan önemi büyüktür. 20. Yüzyilin ikinci yarisi boyunca diaspora Ermenileri Türkiye’ye karşi daha ‘şahince’ bir tutum göstermişlerdir. Bu durumda Sovyet Ermenistan’ın politikalarında serbest olmamasının da payı vardır.
Ermenistan’a giden Fransız Ermenileri’nin Fransa’ya dönüşü ile birlikte, Fransiz Ermeni cemaatinin etnik görünümü de degişmeye başlamiştir. 1950’lerin başindan itibaren Filistin ve Dogu Avrupa Ermenileri ve 1975’den sonra Lübnan savaşindan kaçan Ermeniler, Iran Islam devriminden kaçanlar ve Türkiye’deki 1980 askeri darbesinden sonra Fransa’ya göç edenler, ayrıca Fransa’nın göçmen aileleri birleştirme politikasıyla bu ülkeye gelen Ermeniler, Fransız Ermeni cemaati için adeta bir taze kan olmuşlardır. 1980’lerde artık 1915 göçünün yarattığı cemaat değişmiş, genişlemiş ve çeşitlenmiş bir görünüm almıştır.1988’deki büyük deprem, batıya göçü tekrar canlandırmış ve Sovyet Ermenistan’ının çöküşünden itibaren gene batıya ve özellikle Fransa’ya göç hızlanmıştır. Görüldüğü gibi Fransa Ermenileri tek bir kültür, tek bir coğrafi köken ve hatta tek bir dini inanış göstermemektedirler : « Ermeni kökenli Fransızları ayıran çok büyük farklılıklar vardır... Fransız orta sınıfı içinde erimiş Lübnan, İran, İstanbul kökenli Ermenice konuşan ama aynı zamanda kozmopolit olan Ermeni burjuvazisi... ; işçi sınıfından Türkçe veya Kürtçe konuşan Anadolu Ermenileri ki bunların çoğu muhafazakar Hıristiyan olup, geçmişleriyle ilgileri kalmamıştır ve Arnouville, Alfortville, Issy-les-Moulineaux gibi banliyö şehirlerinin sosyal kontlarında sıkışıp kalmışlardır; Beyrut, Şam, Cezayir gibi önemli Ermeni şehirlerinden gelen ‘eski’ Ermeniler ki bunlar da kimliklerine ve dillerine çok bağlı ve ‘Ermeni davası’nın militanlarıdırlar ». [v]
Bu bölünmüşlük durumunun Türkiye açısından önemli bir sonucuna dikkati çekmek gerekir. Dışardan, daha doğrusu Türkiye’den görünenin aksine, Fransa Ermenileri soydaşlarinin Fransiz toplumu içinde gereginden fazla eridiklerini, kimliklerini kaybettiklerini ve en önemlisi yeterince Ermeni davasina angaje olmadiklarini düşünmektedirler. Aşagi yukari 350 000 Ermeni asilli Fransiz’ın içinde sadece 5 ilâ 20 bininin Ermeniliğe bağlı kaldığını iddia etmektedirler. Fransa Ermenileri’nin yayınladığı süreli yayınlar aracılığıyla 5 ilâ 10 bin Ermeni, Ermenistan, Karabağ ve diaspora ile ilgili haberleri takip etmekte ve sadece çok azı günlük hayatlarında Ermenice’yi kullanmaktadırlar. Ermeni okullarındaki çocukların sayısı toplam 2 000’i geçmemektedir. [vi]
Ermeni cemaatinin ileri gelenlerinin en büyük korkusu genç Fransız Ermenilerinin ‘dava’dan kopması, “soykırım”ı unutması, ve Ermenistan ile ilgilerini kesmesi olarak görünmektedir. Bütün azınlık gruplarının korkulu rüyası olan asimilasyon bu cemaatte de doğal olarak mevcuttur. Bu tehlikeye karşı alınan en önemli önlem, kurumlaşma, propaganda, ve dernekleşme olarak görünmektedir. Gerçekten de Fransız Ermenilerinin sıkı olarak nitelendirilebilecek bir dernek ve yayın ağı olduğunu belirtmek gerekir.1920’lerden itibaren bütün göçmen gruplarda görüldüğü gibi, Ermeniler de Osmanlı İmparatorluğu’ndaki bütün dernek, siyasal gruplaşma, kilise gibi kurumlarini yeni ülkelerine, yani Fransa’ya taşimişlardir. Kiliselerin yaninda en önemli devamlilik siyasal partilerde görülmektedir. Bu partilerin en önde gelenleri arasinda aşagidakileri sayabiliriz :
- Hinçak Partisi Marksist ve popülisttir. Sovyet Ermeni Cumhuriyeti’nin yanında yer alır, bu yüzden Fransa’daki etkisi kısıtlıdır.- Taşnak Partisi ya da ‘Ermeni Devrimci Federasyonu’ 1914’den önceki Ermeni faaliyetlerinin önde gelen partilerindendir. 1918-1920 arasında Ermenistan Cumhuriyeti’nin yöneticileri bu partidendirler. Ermenistan’ın sovyetleşmesinden sonra üyelerinin çoğu sürgüne gitmiş ve faaliyetlerini diasporada sürdürmüşlerdir. Bugün de en geniş Ermeni siyasal hareketi Taşnak olarak görülmektedir.- Ramgavar Partisi ise Ermenilerin liberal burjuva kesimini temsil etmektedir. Daha çok elit ve zengin tabakaya hitap eder. Ermeni Genel Yardımlaşma Birliği isimli kurum bu partiye bağlıdır.1930’lardan itibaren, bu partilere bağlı olarak, Osmanlı İmparatorluğu’nda bulunan bütün Ermeni teşkilatlari Fransa’ya taşinmiştir. Bu teşkilatlarin ki bir çogu yardimlaşma dernekleridir, Ermeni kimliginin Fransa’da korunmasındaki katkıları yadsınamaz. [vii]Bu dernek ağında en başarılı olan Taşnak Partisi olarak görülmektedir. Partinin Paris’teki merkezi aynı zamanda birçok derneğin de merkezi durumundadır, bunlardan en önemlileri ‘Nor Seround’ [viii] ve ‘Fransa Ermenileri’nin Mavi Haçı’dır. [ix] Gene bu merkezde ‘Ermeni Kültür Evi’ [x] , Genç Taşnaklar Hareketi (ki Hayastan isimli bir yayin organlari vardir), ‘Ermeni İzcileri’, [xi] gibi teşkilatlanmalar görülebilir.
Siyasi plandaki iki başlilik, dernekler bazinda da görülmektedir. Taşnak Partisi’nin rakibi Hınçak Partisi’nin de etrafında birçok dernek bulunmaktadır. Bu Sovyet yanlısı Parti’nin kuruluşlari, Ermenistan kuruldugundan beri diger derneklere yaklaşmaya başlamişlardir. Bu kuruluşlarin başlicalari ‘Kızıl Haç’ (ki Mavi Haç’ın rakibidir), ‘Fransız Ermeni Gençliği Hareketi’ (Mouvement de la Jeunesse Arménienne de France, J.AF.), ‘JAF yanlısı İzciler Organizasyonu’ (Organisation des Scouts jafistes) olarak belirtilebilir. JAF Fransa’nın kurtuluşu sırasında kurulmuştur, bu dönemde Fransız Komünist hareketinin ne kadar güçlü olduğu göz önünde bulundurulursa Hınçak’ın bu dönemdeki önemi daha iyi anlaşılabilir. 1948’den itibaren Décines, Lyon, Valence, Paris, Alfortville, Sevran gibi şehirlere yayilmiştir. Ancak daha çok Sovyet Ermenistan’ı ile ilgilendiği için diasporada çok büyük bir yankı uyandırmamıştır. Dernek iki bölümden oluşur, daha yaşlıların bulunduğu Fransa Ermenileri Fransız Kültür Birliği (Union Culturelle Française des Arméniens de France) ve daha gençlerin bulunduğu adı geçen JAF. Özellikle 1960’lara kadar bu iki derneğin düzenlediği balolar, tiyatro gösterileri vb. bütün Ermenilere hitap etmekteydi.
Son olarak Ramgavar Partisi’nin etrafındaki dernekleri belirtebiliriz. Elit tabakasının partisi durumunda olan bu partinin en önemli kuruluşu ‘Ermeni Yardımlaşma Genel Birliği’dir (Union Générale Arménienne de Bienfaisance U.G.A.B.). Oldukça eski bir dernek olan bu kuruluş (1906’da Kahire’de kurulmuştur), 1910’lu yıllardan beri Marsilya’da faaliyet göstermektedir. Bütün Avrupa’da 22 000 üyesi vardır ve son derece güçlü bir mali yapıya sahiptir. 1990’larda sermayesinin 700 milyon Frank’a ulaştigi söylenmektedir. Bu servet sayesinde birçok okul ve kültür merkezini de işletmektedir. Ayrica biri Suriye’de diğeri ise ABD’de olmak üzere iki de tatil kampı her yaz bu dernek tarafından düzenlenmektedir. Ermenistan ile ilişkileri oldukça güçlüdür. Ramgavar Partisi’nin görüşüne göre Sovyet Ermenistan’ı Türkiye’ye karşi en büyük güvenceydi, 1989’dan sonra da mali kaynaklarının büyük bir bölümü gene Türkiye’ye karşi güçlü bir Ermenistan’ın yapılandırılması için kullanılmaktadır. Kısacası bu partinin ve etrafındaki derneklerin kaynaklarının büyük bir kısmı Ermenistan’a yönelmekte ve diasporayı ihmal etmektedir. Gene de Fransa’daki 5 şubesiyle (Marsilya, Lyon, Vienne, Valence ve Paris) UGAB Fransa Ermenileri’nin zengin tabakasına hitap eder, Paris’teki Ermeni Etütleri Kütüphanesi (ki 30.000 cilt belge bulunmaktadır) gene bu dernek tarafından işletilmektedir. Ayrıca Raimcy’de bulunan Tebrotzassère Ermeni Okulu, Paris’teki Ermeni Öğrenciler Evi ve Manukyan Kültür Merkezi yine bu derneğe bağlıdır.
Bütün adı geçen siyasi partiler ve bunlara bağlı dernekler Fransız Ermenilerinin sosyal yaşam çevrelerini oluşturmaktadırlar. Aralarında ideolojik ayrılıklar olsa da hepsini birleştiren nokta zaten çok küçük olan bu milletin diasporada kaybolmasını önlemektir. Hepsi, kendi çaplarında, sosyal faaliyetlerin yanında de facto birer propaganda kurumları haline gelmişlerdir. Söylemek istediğimiz bu derneklerin sosyal faaliyeterinin yanında Ermeni cemaatinin Fransa’daki görünürlüğüne de (visibilité) katkısının yadsınamaz olduğudur.Genç nesillerin bu dernek faaliyetlerine aktif olarak katılmaya devam ettikleri gözlemlenebilir. Ancak bu faaliyetlerin mahiyetinde ve derneklerin doğasında bir değişiklik olduğu da yadsınamaz. Bütün göçmen topluluklardaki gibi, ki bu Fransa’daki Türkler için de geçerlidir, üçüncü ve daha genç nesillere mensup olanlar ‘anavatan’ kavramından uzaklaşıp kendi vatanları olarak gördükleri doğdukları ülkeye odaklanmaktadırlar. Anavatana olan bağlılık sürse de göç kavramı sulanmakta, faaliyetler her geçen gün yaşanılan ülkeye yönelmektedir. Bu durum Fransız Ermenilerinde de görülebilir. Yeni dernek faaliyetleri buna bir örnektir. Fransa’da adı geçen partilere bağlı olmadan çalışan 300’den fazla Ermeni derneği bulunmaktadır. Bu noktada Fransa’da sivil toplum örgütlerinin çok güçlü ve yaygın olduklarını da vurgulamak gerekir. Bu dernek ağı her meslek ve sosyal kategoriyi içine alacak şekilde gelişmiştir. Partilere bağlı derneklere bir tepki olarak doğan bu kuruluşlar kültürel, sosyal ve mesleki faaliyetlerin yanında dolaylı olarak lobicilik aktivitelerine de katkıda bulunmaktadırlar. Yardımlaşma dernekleri, spor klüpleri, dans grupları, kültür dernekleri ve mesleki birlikler bu ağı oluştururlar. İki önemli meslek kuruluşunu belirtmemiz gerek: ‘Fransa Ermeni Doktorlar Birliği’ ve ‘Ermeni Mesleklerarası Grubu’.
Bu listeye eklenmesi gereken birkaç kuruluş daha vardir. 1975-1985 arasi, yani Ermeni teröristler Türkiye karşiti cinayetlerini sürdürürken kurulan ve terörist faaliyetlere destek olma, bu faaliyetlerin lehine kamuoyu oluşturma amacini güden dernekler de göz ardi edilmemelidir. ‘Ermeni Milli Hareketi’ (Mouvement National Arménien, M.N.A), Fransız Ermeni Dayanışması (Solidarité Franco-Arménienne) ve Toprak ve Kültür Derneği (Terre et Culture) bunlardan bazılarıdır. Bu son dernek oldukça geniş bir ağa sahiptir. 1977’de terörizme destek vermek için Ermeni militanlarca kurulan derneğin bugün Fransa’da 250 üyesi bulunmaktadır, ayrıca İsviçre’de, İngiltere’de, Arjantin’de, Ermenistan’da ve ABD’de şubeleri vardir. 1991’den beri bu dernekler Union Internationale des Organisations Terre et Culture (UIOTC) isimli bir federasyonda birleşmişlerdir. Siyasi partilerden bagimsiz olan bu dernek, 1990’larda ‘Ermenistan’a dönüş’ için çalışmaktadır.
7 Aralık 1988’de Ermenistan’da yaşanan büyük deprem yeni apolitik inisiyatiflerin dogmasina vesile olmuştur, bütün diaspora, özellikle Fransiz Ermenileri, 530 000 evsiz Ermeni’ye yardım için çeşitli organizasyonlar yapmış, dernekler kurmuşlardır. Bu olay diaspora Ermenileri’nin ‘yeniden uyanışları’ olarak nitelendirilmektedir. Fransa’da yardım için bir düzine dernek harekete geçmiştir, bunlar içinde ‘Croix Bleu des Arméniens de France’ gibi eski dernekler olduğu gibi, ‘Aznavour Pour L’Arménie’, ‘SOS Arménie’ gibi yeni kurulan dernekler de vardır. Özellikle sanatçı Charles Aznavour’un önderliğinde kurulan ‘Aznavour pour L’Arménie’ 1989’dan beri son derece faal bir şekilde çalişmiş ve Fransiz kamuoyunda Ermenistan’a karşi bir sempatinin uyanmasinda büyük rol oynamiştir.
Fransiz Ermenilerinin hayatinda Ermenistan’la ilgili son 15 yılda önemli gelişmeler olmuştur. 1988 depremi, 23 Eylül 1991’de bağımsız Ermenistan’ın ilanı ve Azerbaycan ile yaşanan Dağlık Karabağ sorunu bunların arasında sayılabilir. Ermenistan’ın kuruluşu Fransız Ermenilerinde yeni bir bölünmeye yol açmıştır. Bir kısmı Ermenistan’ın yaşamak için komşusu Türkiye ile yakınlaşması gerektiğini düşünüp, bir Realpolitik duruşu savunurken, diğer bir kısım ne olursa olsun Türkiye ile hiçbir şekilde ilişkiyi onaylamamakta, ve Ermenilerin milli davası olan “soykırım”ın tanınmasını her türlü yakınlaşmaya önkoşul olarak görmektedir.
Ermenistan’ın siyasi geleceği ile ilgili bölünmeyi önlemek için 1991’de Paris’te ‘Ermeni Dernekleri Forumu’ isimli bir kuruluş meydana getirilmiştir. [xii] Amaç kilise, siyasi partiler ve bu partilerin etrafindaki eski derneklerin artik cevap veremedigi Fransiz Ermenilerini canlandirmaktir. Günümüzde 1988 depreminden sonra kurulmuş 60 kadar Ermeni dernegi bu foruma üyedir. Forumun kuruluşunda üç ana amaç güdülmektedir. Birincisi Fransiz Ermeni toplulugunu resmi olarak temsil edecek bir kurum yaratmak olarak tanimlanabilir. Gerçekten de Fransiz siyasal sistemi Türk siyasal sistemine benzer bir şekilde cemaatler üzerine degil kişiler üzerine kurulmuş oldugu için bugüne kadar Ermeni toplumunu resmi olarak temsil eden bir kurum olamamiştir. Ancak 1990’lardan itibaren Fransa’daki çeşitli gruplar, ki bunlarin başinda Cezayir, Tunus, Türkiye gibi ülkelerden gelen göçmen gruplari bulunmaktadir, bu tip cemaatleşme imkanini bulmuşlardir. Ayni örnegi takip ederek Fransiz Ermenileri de bu Forumla cemaatleşme cabasi içinde görülmektedirler. Bu çabalarin lobicilik faaliyetlerini güçlendirecegi açiktir. Bu güçlenmenin en büyük kaniti Fransiz Parlamentosu’ndan geçen “Ermeni Soykırımı” Kanunu’dur. Kısa bir gelecekte bu forumun ABD’deki National Assembly of Armenians kadar güçleneceği düşünülebilir. Bu açıdan bakıldığında Forumun ‘Ermeni Davası’na, “soykırım”ın tanınması, Ermenistan Fransa ilişkileri gibi konularda Fransa’da güç kattığı söylenebilir. [xiii] Forumun ikinci amacı Fransa Ermeniliği’ni sürdürebilmektir. [xiv] Hakikaten de Türkiye’den görüldüğünün aksine Fransa Ermenileri’nin en büyük korkularından biri asimilasyondur. Bu asimilasyon Ermeni ileri gelenlerinin gözünde ‘dava’nın terk edilmesi anlamına gelmektedir. Bu yüzden de Ermeniliği koruyacak her türlü çalışma takdir toplamaktadır. Gene Ermeni entelektüellerinin gözünde Fransa’da ünlü olmuş bir Ermeni asilli Fransiz’ın hayattaki amaçlarından biri ‘Ermeni Davası’na faydalı olmak olmalıdır. Les Nouvelles D’Arménie isimli dergide yapılan bütün röportajlar bu konu üzerinde dönmekte, Ermeni olduğunu açık ve net bir şekilde ilan etmeyenler kötü gözle görülmektedir. Mesela asıl ismini kullanmayan Ermeni asıllı ünlü Fransız sinema yönetmeni Henry Verneuil’ün Ermeniler’in Osmanı İmparatorluğu’ndan Marsilya’ya göçünü konu eden Mayrig isimli filmini cemaatin baskısıyla çektiği bilinen bir gerçektir. Bu açıdan bakıldığında Ermeni ileri gelenlerinin gözünde Fransız Ermenileri’nin görevi iki tanedir: birincisi asimile olmamak, yani kendi Ermeniliğini korumak diğeri de ‘davayı’ Fransız kamuoyuna mümkün olduğu kadar maletmek.
Son olarak bu forumun amaçları arasında Fransız Ermeni cemaatiyle Ermenistan arasında köprü olmak vardır. Çeşitli hayır faaliyetleri Ermenistan’da bu forum tarafından organize edilmekte, bağların gevşemesine izin verilmemeye çalışılmaktadır.
Bütün bu amaçların önünde, bu forumun baş amacının Ermeni cemaatini birlik olarak tutmak olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bunun için forumun cemaatin güvenini kazanması gerekmektedir. Ne de olsa partilere bağlı dernekler köklü ve tarihi kuruluşlardır, bu durumda onların üzerine çıkmak zor olmaktadır. Bu güveni kazanıp cemaat içinde ve Fransız kamuoyunda inanılır olmanın tek yolu medyatik olmak gibi görünmektedir. İşte bu yüzden de kurulduğundan beri Forum birçok konuda medyada ses getirecek lobicilik faaliyetleri yürütmüştür, Amerikalı tarihçi Bernard Lewis’in Le Monde gazetesinde yazdığı ve “soykırım”ı reddeden yazısı üzerine açılan davaya Forum müdahil olarak katılmış, ve Lewis aleyhine bir kamuoyu yaratarak, tarihçinin mahkum olmasında önemli katkısı olmuştur. [xv] Gene ünlü Fransız tarihçi Gilles Veinstein’ın Collège de France’da kurulacak Türk ve Osmanlı Çalışmaları Kürsüsü’ne seçilmesi söz konusu olduğunda, bu tarihçinin 1995’de yazdığı “Ermeni soykırımı”nın kesin olmadığı yönündeki yazısı tekrar çıkarılmış ve kendisine karşı büyük bir kampanya Forum tarafından organize edilmiştir. Bütün çabalara karşın bugün Gilles Veinstein bu kürsünün başındadır. Ancak bu olayda önemli olan, Le Monde, Libération gibi önemli gazetelerin konuya eğilmeleri ve Ermeni tezlerinin kamuoyunda yankılanmasını sağlamalarıdır. Bu açıdan bakıldığında Forum, Ermeni cemaatinin güvenini kazanmış, onu resmî olarak temsil etmeye aday olmuş görünmektedir. Kaldı ki, Fransız Parlamentosu’nda kabul edilen, “Ermeni soykırımı”nı tanıyan yasada da Forumun propagandası önemli rol oynamıştır. [xvi] Bu propagandayı tek parça (monolithique), kemikleşmiş ve tamamen rasyonel olarak görmek yanlış olur. Şimdi bu konuyu incelemeye çalışacağız.Lobicilik ve Propagandaİlk önce bu iki kavramı tarif etmemiz gerekmektedir. Anglosakson ülkelerde pozitif bir kavram, olarak kabul gören lobicilik Latin siyaset kültüründe (ki buna Türkiye’yi de katabiliriz) tam aksine negatif olarak nitelendirilmektedir. Her devirde ve her toplumda baskı grupları, çıkar grupları ya da güç grupları olarak nitelendirebileceğimiz topluluklar olmuştur ve olacaktır. Mesleki, siyasi, etnik, dinsel veya coğrafi gruplaşmalar bu baskı gruplarına en iyi örnekleri teşkil ederler. Hatta daha ileri giderek sanayileşme sonrası batı toplumlarında zevk ve boş zamanları değerlendirme açısından bir araya gelenlerin siyasi baskı grubu oluşturdukları görünebilir, bu duruma en iyi örnek Fransa’daki çok güçlü avcılar lobisidir. Gene de lobicilik deyince akla ekonomik çıkar grupları ve etnik gruplar gelmektedir. Bu konuda yeni parametre Avrupa Birliği’dir, çünkü Avrupa Birliği’nin gerektirdiği entegrasyon egemenlik kavramını merkezi devletten üç ayrı güç odağına kademeli olarak geçmesini öngörmektedir. Bunlar da supranasyonal olarak nitelendirilen Avrupa Komisyonu, intranasyonal olarak nitelendirilen üye ülkeler içindeki bölgesel yönetimler ve toprak kavramından bağımsız olarak sivil toplumdur. [xvii] Bu durumda Avrupa Birliği ülkelerinin tümünde lobiciliğin güçlenmesi kaçınılmazdır.Bu güne kadar siyaset kültürlerinde bireyleri cemaatlerden üstün tutan Fransa gibi ülkelerde bile bölgesel ve etnik cemaatleşme artık kabul görmeye başlamış görünmektedir. Bölgesel cemaatleşmeye Korsika, Alsace ve Bretagne en iyi örnekleri teşkil edebilirler. Yine aynı ülkede etnik ve dinsel cemaatleşme de sancılı da olsa kabul görmeye başlamıştır. Müslüman göçmenlerin kurumlaşmasına göz yumulmakta, hatta bu kurumlaşma cesaretlendirilmektedir. Bu çerçevede ABD’de olduğu gibi Fransa’da da bir kurumlaşmiş Ermeni lobisinin gitgide güçlenecegini öngörmek zor degildir. Daha önemlisi Fransiz kamuoyunun bu faaliyetleri her geçen gün daha çok kabul etmesi ve normal olarak görmesidir. [xviii] Işte bu durumda Fransa’daki Ermeni toplumunun bazı kesimlerinin üzerlerine görev olarak aldıkları Türkiye aleyhine ve Türkiye’nin “soykırım”ı tanıması yönünde propaganda kamuoyunda yankı bulmaktadır.Bu aşamada propagandadan ne anladığımızı da belirtmek gerekir. Kısaca ‘propaganda’yı kamuoyu oluşturma olarak tanımlayabiliriz. Çeşitli tarifler arasında siyasi açıdan en genişi şudur:
‘Bir memleketin iç ve dış politikasına dair herhangi bir davanın kazanılmasında rolü ve yardımı olan şahıslar, zümreler ve kitlelere tesir yapabilecek faaliyetlere propaganda denir’. [xix] Bu tarif konumuz olan propaganda çeşidine uymaktadir. Propagandanin amacina gelince Osman Özsoy’un tarifi şöyledir: ‘Fertlerin kabule zorunlu olmadıkları bir düşünceyi, istekleriyle kabule, yapmaya zorlanamayacakları bir hareketi istekleriyle yapmaya yöneltmektir’. [xx] Konumuz açısından bu tarifin eksik olduğunu düşünüyorum. Son analizde, prensipte fertlerin hiçbir fikri kabule zorunlu olmadıklarını varsayarsak, bu tarifle her açıklanan düşünceyi propaganda olarak nitelendirmemiz gerekir ki bu da abartılı olur. Kaldı ki Ermeni propagandasının amacı fertleri değil toplumu ve toplum aracılığıyla siyasi erki etkilemektir. Bu spesifik propagandada fertleri etkilemek amaç değil ancak araç olarak görülebilir.
Bu düşünceler bizi spesifik olarak Fransa Ermeni cemaatinin propagandasına getirdi. Bu propagandanın iç içe geçmiş iki amacı olduğunu söyleyebiliriz. Birincisi her ne yolla olursa olsun, Fransa’nın Türkiye devletine “1915 Ermeni soykırımı”nı tanıması yolunda baskı yapmasını sağlamaktır. Bu amaç birkaç etaplı bir faaliyet planı gerektirmektedir. Birinci etap Fransız kamuoyunu “soykırım”ı gerçek ve tarihî bir olay olduğuna ikna etmektir, ikinci etap aynı kamuoyunun Fransız Parlamentosu’na, Senato’suna, Hükümeti’ne, Fransız Şehirlerinin Belediye Meclisleri’ne, kısacası devletin bütün organlarına baskı yapmasını sağlamaktır. Üçüncü etap adı geçen organların resmî olarak “soykırım”ı tanımaları ve bu yolla onu bir tez halinden meşru bir tarihî gerçeğe çevirmeleridir. Bilindiği gibi bu üç etap Fransa’da hemen hemen tamamen gerçekleştirilmiş durumdadir. Bundan sonrasi etaplar Türkiye’ye yöneliktir. Amaç Fransa’nın Türkiye’ye siyasî, ekonomik ve psikolojik baskı yapması ve Türkiye devletinin 1915’olaylarının bir “soykırım” olduğunu tanımasını sağlamaktır. Fransız Ermenileri’nin büyük bir çoğunluğu için son amaç bu gibi görünmektedir. Ancak propagandaya hakim çevrelerin (Ermeni politikacılar, gazeteciler, dernek ileri gelenleri vs.) daha ilerki etapları da hesap ettikleri görünen bir gerçektir. Bu etaplar tanınmadan sonra Türkiye’den tazminat talebi ve en nihayet Ermeni literatüründe ‘Batı Ermenistan’ olarak nitelendirilen Kars bölgesinin Türkiye’den kopartılıp Ermenistan’a dahil edilmesi olarak basite indirgenebilir. [xxi] Elbette bu etaplar ütopyadan ileri geçmemektedir.
İkinci amaç daha soyut olarak karşımıza çıkmaktadır, Fransa Ermenileri’nin propaganda çalışmaları Türkiye’ye karşi kamuoyu yaratmayi genele yaymiş durumdadir. Yani Türkiye’yi ilgilendiren her konuda Ermeniler Türkiye’yi haksız gösterme çabasındadırlar. Bu konunun Ermenilerle ilgili olup olmaması bir önem taşımamaktadır. Amaç ilkel, antidemokratik, vahşi bir Türk devleti ve bazen de, ki bu en kötüsüdür, bir Türk milleti imajını Fransa’da yaymaktır. Les Nouvelles d’Arménie isimli aylık dergide Türkiye’nin haksız olduğu iddia edilen şu konularda makaleleri bulduk: [xxii]
Türkiye ve komşularıyla ilişkileri: doğal olarak Ermenistan’ın da bulunduğu bölgedeki ikili ilişkiler dergide önemli bir yer tutmaktadır. Ancak ilginç olanı Türkiye’nin bölgede yalnız, izole ve bütün komşularıyla kötü ve düşmanca ilişkiler içinde olduğu intibasını uyandırmak isteğidir. Savunulmak istenen tez açıkça Türkiye Devleti’nin uzlaşmaz, irrédentiste, ve saldirgan oldugudur. [xxiii] Türkiye’nin Yunanistan, [xxiv] Kıbrıs, [xxv] Bulgaristan, Gürcistan, hatta İran ve Irak ve Suriye ve a fortiori Ermenistan ile olan ilişkilerinde ‘haklı’ taraf daima Türkiye’nin karşisindaki taraftir. Bu ilişkilerden en çok yer tutani elbette Türkiye ve Azerbaycan ilişkişleridir. Iki ülke tekmiş gibi gösterilmekte [xxvi] Ermenistan’ın ekonomik ve siyasi sorunlarından mesul gösterilmektedir. (Karabağ sorunu, Türkiye sınırının kapalı olması, ambargo, vs.)Türkiye Avrupa Birliği ilişkileri: bu konuda makaleler, röpartajlar, araştırma yazıları sayısız denecek kadar çok karşımıza çıkmaktadır. Genel olarak yayılmak istenen tez Türkiye’nin Avrupa Birliğine ‘layık’ olmadığıdır. Yeterince demokratik olmadığı, ekonomisinin zayıf olduğu, insan hakları ihlallerinin olduğu en sık tekrarlanan tezlerdir. [xxvii] Ama elbette Türkiye AB yakınlaşmasının en önemli önkoşulu “soykırım”ı tanımak olarak gösterilmektedir. Derginin makalelerinden edinilen intiba, eğer bu tanınma yapılırsa diğer negatif kavramların bir anda silineceği yolundadır. Dergiye göre Türkiye’deki insan hakları sorunları, demokrasi eksikliği gibi problemlerin kökünde “soykırım”ı tanımamak gelmektedir. Bu çerçevede Türkiye AB ilişkilerindeki bütün sorunlar alkışlanmakta, [xxviii] ve bütün yakınlaşmalar son derece eleştirilmektedir. [xxix]
Gene Türkiye aleyhine yazıların son derece sık olarak bulunduğu bir konu Kürt sorunudur. Bu onlarca makalede verilmek istenen fikir, Kürtlerle Ermenilerin «Türkler tarafından ezilmiş birer millet olarak» bir nevi kader birliği içinde bulunduklarıdır. [xxx] Türkiye Kürtleri’ne geniş destegin ötesinde PKK’ya ve Abdullah Öcalan’a verilen yer çarpıcıdır. Özellikle Öcalan’ın mahkemesinden sonra dergi yargının taraflı olduğu, PKK şefinin kötü koşullarda tutulduğu gibi konulara geniş bir yer ayırmıştır. [xxxi] Bu konuda en önemli sonuç Türkiye’nin Kürt sorununun çözülmesi için yapması gereken ilk şeyin “soykırım”ı tanıması gerektiği tezidir. Dergiye göre Ankara’nın Güney Doğu politikası 1915’in bir devamından ibarettir. Bütün makale ve röportajların okunmasından sonra geriye kalan intiba, Türklerin Kürtlere kötü davranmasının « normal » olduğudur. Bu manichéen yaklaşım diğer azınlık konularında da kendini göstermektedir. [xxxii] İlginç olan nokta derginin Türkiye Ermenileri konusunda son derece sessiz görünmesidir. Anlaşılan Fransa Ermenileri Türkiye Ermeni azınlığını yeterince angaje bulmamakta, azınlığın “soykırım”ın tanınması için çaba göstermemesine, Ankara’nın yanında bir tavır koymasına içerlemektedir. Türkiye Ermeni Azınlığı ile ilgili tek tük yazılar daha çok dini konulardadır. [xxxiii] Oysa bu azınlığın çeşitli sorunları olduğu bilinmekle beraber, örneğin vakıf malları gibi, bu konularda hemen hemen hiç makale bulunmamaktadır. Fransa Ermenileri’ne göre diasporanın en pasif kısmını Türkiye Ermenileri oluşturmaktadır.
Türkiye’nin ekonomik sorunları hakkında da sık sık yazılar görmekteyiz. Son analizde bu yazılardan çıkan sonuç Türkiye’nin bir mafya ülkesi olduğu, bir ‘muz cumhuriyeti’ konumunda bulunduğu ve bu ekonomik sorunların gene ‘normal’ olduğudur. Gene dergiye göre bu problemler her halukarda Türkiye’nin bir Avrupa Devleti olmadığını göstermektedirler. Çelişkili olarak, aynı dergi Türkiye’yi büyük ve komplocu bir bölgesel güç olarak göstermekten çekinmemektedir. Etnik merkezci (ethnocentrique) bir bakış açısıyla Türkiye’nin bölgedeki her girişimi Ermenistan’a karşi yapilmiş olarak gösterilmektedir. [xxxiv]
Ana hatlariyla verdigimiz bu Türkiye ile ilgili haberler ve yorumlar listesine son olarak Türkiye’nin iç politikasıyla ilgili olanları da eklemek gerek. Burada önemli olan nokta şudur: bu iç politikayla ilgili yazılar Ermenistan iç politikasıyla ilgili olanlardan az olsa da paradoksal olarak Fransa iç politikasıyla ilgili olanlardan kat be kat fazladır. Öyleki derginin yazarlarının siyasal hayatı Ermenistan ve Türkiye etrafında dönmektedir. Fransa iç politikasına ait haber ve yorumlar sadece ve sadece Türkiye ve Ermenistan’a yönelik ve daha önemlisi “soykırım”a yönelik yazılar halinde yer almaktadır. Aşısı sağ dışında siyasi yelpazenin her kesiminden politikacıyla röportajlar yapılmakta ancak sorular sadece “soykırım” etrafında dönmektedir. Gene de “soykırım”ın Fransa tarafından tanınmasına yaklaşımından dolayı Sosyalist Parti’ye biraz daha az sempati duyulduğu hissedilmektedir. [xxxv] Bu konuya daha sonra geleceğiz.
Son on yılda Fransa Ermeni cemaatinin Türkiye’ye karşi (kelimenin her anlamiyla) yürüttügü propagandaya iki yeni parametre eklenmiştir. Bunlardan birincisi daha önce de kisaca degindigimiz Avrupa Birligi’nin önemli bir siyasi aktör olarak ortaya çıkmasıdır. Sancılı hatta chaotique de olsa son on yılda Türkiye A.B. ilişkilerinin sıklaştığı yadsınamaz, daha doğrusu bu son on yılda A.B.’ye entegrasyon Türkiye’nin ‘Devlet Politikası’ haline gelmiştir. Bu durumda Fransiz Ermenileri Türkiye’ye karşi yeni bir koz elde ettiklerini düşünmektedirler. Avrupa Birligi yeni ve Fransa’dan daha güçlü bir baskı organı olarak görülmektedir. Bu yüzden de hem Brüksel’e doğru (Avrupa Komisyonu) hem de Strazburg’a doğru (Avrupa Parlamentosu) yoğun bir baskı başlamıştır. Bu baskının amacı Komisyon’un ve Parlamento’nun Türkiye’nin adaylığına vazgeçilmez önkoşul olarak “soykırım”ı tanımasını koymasını sağlamaktır. Avrupa Parlamentosu’nun kabul ettiği son raporla bu lobicilik kısmen amacına ulaşmıştır, ancak Parlamento’nun gücü ve yetkileri Brüksel’e nazaran son derece düşük oldugundan bu baskilar devam etmektedir.
Ikinci parametre daha da karmaşik olarak karşimiza çikmakta : bagimsiz Ermenistan. Ilk önce şunu belirtmek gerekir: ne olursa olsun Fransa Ermenileri bagimsiz bir ‘Anavatan’a sahip olmaktan gurur duymaktadırlar. Özellikle Sovyet Ermenistanı’na soğuk bakan çevreler Anavatan mitosunu yeniden bulmanın sevinci içinde Ermenistan’a sarılmış görünmektedirler. Elbette Ermenistan içindeki siyasal rekabetler, oradaki kadar keskin olmasa da Fransa’da da vardır. Yukarıda saydığımız siyasal oluşumlar Fransa’da da kısmen bir bölünmeye yol açmaktadır, ancak son analizde Ermenistan’ın varolmasından rahatsız olan kimse yok gibidir. Ermenistan konusunda en önemli nokta diasporanın, özellikle kendini ‘gerçek ve saf Ermeni’ olarak kabul eden Fransa Ermenileri’nin Ermenistan politikasında söz sahibi hatta biraz da güç sahibi olmak istemeleridir. [xxxvi] Ermenistan’daki aksak demokrasi rahatça eleştirilmekte, hükümetlerin diasporayla daha yakindan ilgilenmesini istemekte, mafyalaşma endişeyle karşilanmaktadir. Ermenistan hakkinda Fransiz Ermenileri’ni en çok üzen iki nokta Ermenistan’ın her geçen gün biraz daha boşalması [xxxvii] ve Ermeni hükümetlerinin “soykırım”ı yeterince savunmamalarıdır. Birinci konuda, göç nedeniyle giderek ağırlaşan bu kanamanın her ne yolla olursa olsun durdurulması gerektiğine herkesin hemfikir olduğunu söyleyebiliriz. Elbette Ermeni yayın organları 1991’den sonra Fransa’dan gidip Ermenistan’a yerleşenleri birer kahraman olarak tanitmakta ve ‘tekrar vatana dönüşü cesaretlendirmektedirler, ancak bu yazilardan da anlaşildigi gibi bu tip tersine göç vakalari son derece marjinaldir. [xxxviii] Cesaretlendirilen başka bir konu da Ermenistan’dan göçü önlemek için bol maddi yardım kampanyalarıdır. Bir yardım konseri, yardım gecesi, müzayede veya yardım çağrısı olmayan bir ay yok gibidir. Elbette bu kadar çok yardım kampanyası Ermenistan’ın çok fakir ve yaşanması zor bir ülke olduğu imajını körüklemekte ve yerleşmek isteyenlerin cesaretini kırmaktadır. Şunu da belirtmek gerekir ki artık dördüncü nesile ulaşmakta olan bir diasporanın tekrar Anavatan’a yerleşmesi oldukça zor görünmektedir. Kaldi ki Fransa gibi sanayi ötesi çagi yaşayan bir ülkeden Ermenistan’ın zor şartlarına gitmek kolay iş değildir. Fransız Ermenileri’ne göre göçün ana sebebi ekonomi ve bu durumun sorumlusu da Ermenistan’a ambargo uygulayan Türkiye ve Azerbaycan’dır. Bu durumda dolaylı olarak, ülkenin boşalmasının sebebi de Türkiye olarak gösterilir. Doğal olarak Fransız Ermeni Toplumu Ermenistan’a Fransa gözlüğü ile bakmakta, ekonomik sorunların dışında siyasi, jeostratejik ve konjonktürel sorunların da olduğunu göz ardı etmektedir.
Ermeni toplumunu, en azından bir kısmını, endişelendiren diğer konu Ermenistan’ın “soykırım”ın Türkiye tarafından tanınmasına yapılan baskıda diasporaya nazaran isteksiz ve pasif görünmesidir. Diaspora Ermenistan Devletini ekonomik ve siyasi çıkarlar uğruna soykırım politikasını sulandırmakla suçlamaktadır. ‘Davanın herşeyin önünde tutulmasını istemekte ve tanınma olmadan Türkiye ile herhangi bir ilişkiyi hoş görmemektedir. Mesela son iki yıldır çalışmaya çalışan (!) Türkiye-Ermenistan Barışma Konseyi’ne hiç de iyi bir gözle bakılmadığı açıktır. [xxxix] Bu konseyin Türk üyelerinin Ermenistan’ı ekonomik vaatlerle aldattığı ve asıl konu olan “soykırım”dan uzaklaştirdigi düşünülmektedir. Bu açidan bakildiginda Fransa Ermeni Toplumu ileri gelenlerinin zor bir durumda olduklarini kabul etmek gerekir. Cemaat yaşami “soykırım” ve onun anılması üzerine on yıllardır kurulmuşken, Türkiye’nin komşusu bir Ermenistan’ın doğuşu daha önce son derece kolay olan tavırları zorlaştırmıştır. “Soykırım”dan ve bunu çevreleyen toplum yaşamindan vazgeçmek imkansizken, kendini Ermenistan’ın bugünkü çıkarlarına dahi ters düşmek zorunda hissetmektedir. Bu da bir kimlik krizine yol açmakta diaspora ‘diasporaca’ düşünmekten ve davranmaktan vazgeçememektedir.Lobiciligin ve propagandanin amaçlarini kisaca irdeledikten sonra, araçlar üzerine de bir kaç bilgi vermek gerek. Daha önce de belirttigimiz gibi üzerinde düşündügümüz propagandanin üç adresi vardir:Fransa Ermenileri (Asimilasyonu önlemek, Ermeniligi korumak, Türkiye’ye karşi yeni nesiller yetiştirmek.)Fransizlar (Türkiye aleyhine kamuoyu oluşturmak, Türkiye’yi antipatik göstermek, “soykırım”ın varlığına inandırmak.)
Fransa devleti (Türkiye ile iyi ilişkilere girmemek, Türkiye AB ilişkilerinde Türkiye aleyhine tavır alınmasını sağlamak, Ermenistan’la iyi ilişkiler kurulmasini saglamak, “soykırım”ı tanımak ve Türkiye’nin tanıması için siyasi baskı yapılmasını sağlamak.)
Bu üç değişik adrese üç değişik araçla hitab edilmekte olduğunu görüyoruz. Fransa Ermeni Cemaatine direk hitap süreli yayınlardan geçmektedir. Günümüzde Fransa’da Ermenilerce okunan 3 aylık dergi (les Nouvelles d'Arménie, France-Arménie, Azad Magazine), iki haftalık dergi (Achkhar, Lettre de l’UGAB) ve iki de günlük gazete bulunmaktadır (Gamk ve Haratch). Dergiler Fransızca veya Fransızca/Ermenice, gazeteler ise Ermenice yayınlanmaktadırlar. Bütün bu yayınlar, aralarında ideoloji ve strateji farklılıkları olsa da Fransa Ermeniliği’ni korumayı amaçlamakta ve kendi çerçevelerinde ‘dava’ya hizmet ettiklerini savunmaktadırlar. Ama bu yayınlardan çok sözlü ve aile içi ‘eğitimin’ yeni nesillerin Ermeni karakterlerini korumalarını sağladıkları ve ‘dava’ya yeni neferler yetişdirdiklerini savunabiliriz. [xl] Les Nouvelles d’Arménie dergisinde her ay ünlü bir Ermeni asıllı Fransızla röportaj bulunur. Röportaj yapılan kişinin faaliyetleri kısaca geçildikten sonra bütün sorular bu kişinin ne kadar angaje olduğu, Ermeniliği’ni nasıl yaşadığı, “soykırım” için ne yaptığı gibi konular etrafında dönmektedir. Ermeniliğe uzak olduklarını, herşeyden önce Fransız olduklarını belirtenler ince bir dille eleştirilmekte, onlara bir çeşit Ermenilik dersi verilmektedir. Başarılı Ermeniler tanıtılarak yeni nesillere hem Fransız, hem Ermeni hem de ünlü ve başarılı olunulabileceği aşılanmakta, ‘dava’ya hizmet etmemenin son derece ayıp birşey olduğu mesajı işlenmektedir.
Genel olarak Fransız kamuoyuna mesajlar ülkesel basın aracılığıyla yapılmaktadır, Le Monde, Libération, Le Figaro, hatta Le Canard Enchainé gibi kamuoyunda son derece etkili gazetelerde, ülkesel ve bölgesel televizyonlarda, radyolarda sık sık “Ermeni soykırımı”nı tanıtan yayınlar yapılmakta, konferanslar, kolokyumlar düzenlenmekte, broşürler, kitaplar basılmakta, konulu veya genel dergilerde makaleler basılmaktadır. Bunun dışında onlarca Fransızca kişisel veya kurumsal İnternet sitesi dünyanın her yerinden takip edilebilmekte ve bu sitelerde en büyük yeri “soykırım” iddiaları tutmaktadır. [xli] Bütün bu medya organlarını kullanmanın bir sonucu olarak Les Nouvelles D’Arménie isimli derginin yaptırdığı bir anketin gösterdiği sonuçlar şaşırtıcı olmamalıdır. Bu anketin Türkiye için önem taşıyan sonuçları şunlardır: [xlii]-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------Soru 1 :« Ermeni soykırımı’nı, yani 1915’de Türkiye’de Ermeni nüfusa karşi yapilan kiyimlari biliyor musunuz veya bundan bahsedildigini daha önce duydunuz mu ? »69% Evet, 31% HayirSoru 2 :« Türkiye Devleti’nin resmi olarak Ermenilerin maruz kaldığı bu soykırım’ı hiçbir zaman tanımadığını biliyor musunuz ? »49 % Evet, 51 % HayırSoru 3 :« Sizce Fransız otoriteleri bugün [xliii] Ermenilerin maruz kaldığı bu soykırım’ı resmi olarak tanımalı mıdır ? »75 % Evet, 14 % Hayır, 11 % Fikri yok« Bildiğiniz gibi 1939 ve 1945 yılları arasında yapılan Yahudi soykırımı’nı reddeden açıklamalar yapmak Fransız yasalarına göre suçtur. Sizce 1915 Ermeni soykırım’ı için de aynı şekilde olmalı mıdır ? »79 % Evet, 13 % Hayır, 11 % fikri yokSorulara verilen cevaplardan açıkça görüldüğü gibi Fransız kamuoyu soykırım’ın bir gerçek olduğuna (tam olarak ne olduğunu bilmese bile, ama bunun hiçbir önemi yoktur) inanmış durumdadır. [xliv] Zaten Fransa’nın bunu bir yasayla tanıması da bunun dolaylı bir kanıtıdır, bu tanıma sadece seçim ve oy hesaplarıyla açıklanamaz. Ancak unutulmaması gereken unsur, kamuoyu kavramının hiçbir zaman kemikleşmiş olmadığıdır. Kamuoyu devamlı bir devinim içinde olup kamuoyu yoklamaları sadece ve sadece o anki düşüncelerin fotoğrafını çeker. Bu durumda Fransız halkının sonsuza dek ‘Türkiye’ye karşi’ bir tutum içinde kalacağını düşünmek yanlış olduğu gibi tehlikelidir de.
Bu anketteki son soruya dikkati çekmek istiyorum. Hakikaten de Ermeni soykırımı’nın Fransız Parlamentosu ve Senatosunda resmi olarak tanınmasından sonra Fransız Ermenileri’nin yeni propaganda çalışmaları soykırım’ı reddedenlerin yasayla cezalandırılmalarını sağlamak üzere yoğunlaşmıştır. [xlv] Bilindiği gibi Fransa’da Yahudi soykırımını açıkça reddetmek hatta bu soykırımı rölativize eden makale, kitap, bilimsel çalışma yapmak Gayssot kanunuyla [xlvi] cezalandırılmaktadır. Ermeni lobisinin Fransa’daki yeni amacı bu güne kadar sadece Yahudilere uygulanan katliamı reddetmeyi kapsayan bu yasanın çerçevesini genişletmek ve “Ermeni soykırımı”na da uygulanır hale getirmektir. Tarihçi Bernard Lewis’e açılan davada, [xlvii] gene tarihçi Gilles Veinstein’a karşi yapilan propagandada [xlviii] amaç bu yönde bir ilk, bir jurisprudence, oluşturmak gibi görünmektedir. Bu gerçekleştirildigi takdirde, en azindan Fransa’da, Tükiye’nin on yıllardır savunduğu ‘Tarih’in tarihçilere bırakılması’ tezi tamamen kadük hale gelecek, “soykırım” kavramı tarih çerçevesinden siyaset çerçevesine geçişini tamamladıktan sonra daha da katı olan hukuk çerçevesine geçecektir. Söylemek istediğim, Fransa devletinin “soykırım”ı tanımasıyla Ermeni Lobiciliğinin bitmediğidir.
Son olarak propagandanın adresi Fransız yönetim ve Devlet mekanizmasıdır. Les Nouvelles d’Arménie dergisinde yer alan politikacı röportajları Ermeni cemaatinin her ne partiden olursa olsun, Fransız iç politikası hakkında pozisyonu ne olursa olsun, bütün siyasi erk sahibi kişi ve kurumların ‘dava’ hakkında görüşlerinin alındığı hatta daha ileri gidilerek bu kişilerin angaje olması için bir nevi baskı yapıldığı açıkça görülmektedir. Belediye Başkanları, Milletvekilleri, Bakanlar, seçimlere aday olanlar, sendikacılar, Dernek Başkanları vb. Ermeniler, Ermeni “soykırımı”, Ermenistan ve Fransa-Türkiye ilişkileri konusunda sorulara tabi tutulmakta, bu konular hakkinda hiç düşünmemiş olsalar da röportaj esnasinda kendilerini Türkiye aleyhinde pozisyon almak zorunda hissetmektedirler. Bu baskiya direndikleri takdirde ‘gazetecinin’ soruları sertleşmekte, soru olmaktan çıkıp bir ahlak dersi haline gelmekte, röportaj yapılan politikacı kendini defansif bir durumda bulmaktadır. 1994’den 2001’e kadar adı geçen dergide yer alan yazıların niceliği ve niteliği, Fransız politikacılarının ne kadar çok önemsendiğini gösterebilir: [xlix]Ségolène Royale, Deux-Sèvres milletvekili, eski Sosyalist Bakan [l]Lionel Jospin, Cumhurbaşkanlığı seçimine sosyalist aday [li]Edouard Balladur, Cumhurbaşkanlığı seçimine sağ aday [lii]Michel Barnier, Avrupa İşleri Bakanı [liii]François Mitterrand, Cumuhurbaşkanı [liv]François Rochebloine, Fransa Parlamentosu’nda Fransa Ermenistan Dostluk Grubu Başkani [lv]Patrick Devedjian, Antony Belediye Başkani ve Milletvekili [lvi]Laurant Fabius, eski Başbakan, Mecliste Sosyalist Grubu Başkani [lvii]Robert Hue, Fransiz Komünist Partisi Birinci Sekreteri [lviii]Gilles de Robien, Amiens Belediye Başkani ve Milletvekili, Mecliste UDF (Merkez Sag) partisinin Grup Başkani [lix]Philippes De Villers, Mouvement Pour la France Partisi Başkani (Milliyetçi Sag), Avrupa Parlamentosu Milletvekili [lx]François Rochebloine, Loire Milletvekili, Loire Bölgesi genel Konseyi Başkan Yardimcisi [lxi]André Santini, Issy-Les-Moulineaux Belediye Başkani ve Milletvekili [lxii]Paul Mercieca, Alfortville Milletvekili [lxiii]Patrick Devedjian, Antony Belediye Başkani ve Milletvekili [lxiv]Jean-Pierre Foucher, Clamar Belediye Başkani ve Milletvekili [lxv]Jean-Paul Bret, Sosyalist Milletvekili, Villurbane Belediye Başkan Yardimcisi, Fransa Parlamentosu’nda Fransa Ermenistan Dostluk Grubu Başkani [lxvi]Jacques Oudin, Vendée Senatörü, Senatoda Fransa Ermenistan Dostluk Grubu Başkani [lxvii]Jacques-Richard Delong, Haute Marne Senatörü, Fransa-Türkiye Dostluk Grubu Başkani [lxviii]François Bayrou, Eski Bakan, UDF Partisi Başkani [lxix]Pierre Lelouche, Paris Milletvekili [lxx]François Hollande, Sosyalist Parti Birinci Sekreteri [lxxi]Noël Mamere, Gironde Milletvekili (Yeşiller) [lxxii]Philippes Douste Blazy, Lourdes Belediye Başkani ve Milletvekili [lxxiii]Alain Krivine, Avrupa Parlamentosu Milletvekili, Lutte Communiste Revolutionnaire (Troçkist parti) sözcüsü [lxxiv]Jack Lang, Blois Belediye Başkani ve milletvekili, eski sosyalist kültür bakani [lxxv]Philippe De Villiers, Vendée Miletvekili, RPF Partisi ikinci Başkani [lxxvi]Jean Tibéri, Paris Belediye Başkani [lxxvii]Christian Poncelet, Senato Başkani [lxxviii]Jean-Paul Bret, Fransa Parlamentosu’nda Fransa Ermenistan Dostluk Grubu Başkani [lxxix]François Rochebloine, Loire Milletvekili [lxxx]Jean-Claude Gaudin, Marsilya Belediye Başkani ve Milletvekili [lxxxi]Bertrand Delanoë, Paris Belediye Meclisi Sosyalist Grubu Başkani [lxxxii]Patrick Devedjian, Antony Belediye Başkani ve Milletvekili [lxxxiii]Hélène Luc, Val de Marne Senatörü ve Komünist Grubu Başkani [lxxxiv]Jean-Paul Bret, Fransa Parlamentosu’nda Fransa Ermenistan Dostluk Grubu Başkani [lxxxv]Marie Anne Isler Béguin, Avrupa Parlamentosu Milletvekili (Yeşiller) [lxxxvi]André Santini, Issy-Les-Moulineaux Belediye Başkani [lxxxvii]Görüldügü gibi siyaset yelpazesinin her tarafindan politikacilarin görüşleri alinmakta, konuyla ilgili olmalari saglanmaktadir. Bütün bu politikacilarin dişinda, sik sik Ermeni yayin organlarinda Milletvekili ve Senatörlerin adresleri verilmekte ve Fransiz Ermenileri’nden bu politikacılara baskı yapmaları istenmektedir [lxxxviii] . Bu baskı özellikle “Ermeni soykırımı”nı tanıyan yasa parlamentodan geçip [lxxxix] Senato’da görüşülmeyi beklerken yogunlaşmiştir. Büyük gösteriler düzenlenmiş (11 Mart 2000’de 12 000 kişi Paris’te yürüyüş yapmiştir [xc] ) « La Turquie massacre, le Sénat enterre » (Türkiye kiyiyor, Senato gömüyor) gibi hem Türkiye’yi hem de Fransız devletini rencide eden sloganlar kullanılmıştır. Bu baskılara herhangi bir politikacının dayanması elbette söz konusu olamazdı. Sonunda 8 Kasım 2000’de Senato 164 Evet 40 Hayır oyla yasayı kabul etti. [xci] 18 Ocak 2001 tarihinde Senato ve Parlemento’nun toplamı olan Milli Meclis yasayı oybirliği ile kabul etmiştir. [xcii] Bu olayın Fransa’da herkes tarafından iyi bir gözle görüldüğünü söylemek yanlış olur. İtirazlar, eleştiriler olmuştur [xciii] ancak gene de Fransız kamuoyunun bu kararı fazla bir tepki göstermeden kabul ettiğini de belirtmek gerekir. Bu kabulden sonra, daha önce de dediğimiz gibi, Ermeni lobisinin iki amacı devam etmektedir, birincisi “soykırım”ı Türkiye’nin tanıması için Fransa’nın ve Avrupa’nın Ankara’ya baskı yapmasını sağlamak - ve bunun sonucu olarak réparation (tamir) yani tazminat isteyebilmek, ikincisi ise Fransa’da “soykırım”ı reddedenlerin yasayla cezalandırılmasını elde etmektir. [xciv] Ayrıca diğer ülkelerin ve şehirlerin “soykırım”ı tanımaları yakından izlenmekte, [xcv] baskılar ve propaganda Avrupa Parlamentosu’na yönelmektedir. [xcvi]
Sonuç
Bu yazıyı önemli bir noktaya dikkat çekerek bitirmek istiyorum. Fransa kamuoyunda Ermenilere karşı bir sempati duyulduğu bir gerçektir. Bu sempatinin nedenleri hem sosyolojik, hem güncel, hem de tarihseldir. Sosyolojik olarak Fransız kamuoyunun Silahlı Mücadeleye, terörizm de olsa genel olarak sıcak baktığını söylemek herhalde yanlış olmaz. FKÖ, IRA, ETA, PKK gibi örgütlerin faaliyetleri bir kısım Fransız tarafından kurtuluş faaliyetleri olarak nitelendirilmekte ve Türkiye, İspanya, İngiltere gibi ülkelerde çektikleri tepkiyi Fransa’da çekmemektedirler. Hatta Korsika’daki FLNC örgütünün terörü bile kamuoyunun bir kısmında onay bulmaktadır. Bu bağlamda ASALA gibi bir örgütün işlediği cinayetler beklenen tepkiyi çekmemiş, Orly olayından sonra dahi Ermeni teröristler ‘kötüler’ kategorisine tamamen girmemişlerdir. Bu teröristlerin en ünlülerinden Varoujan Garabedian yakin bir tarihte, 18 yil hapis yattiktan sonra serbest birakilabilmiş ve Ermenistan’a yerleşmiş, böylece son Asala teröristi de Fransiz hapishanelerini terk etmiş [xcvii] ancak kamuoyundan hiçbir negatif tepki gelmemiştir.
Bu sempatinin altinda son derece popüler ve sevilen Ermeni asilli Fransizlarin yattigi da düşünülebilir. Sanatçi Charles Aznavour, sinema yönetmenleri Henri Verneuil ve Robert Guédiguian, televizyon haber spikeri Daniel Bilalian, futbolcular Youri Djorkaeff ve Alain Boghossian bunlara verilebilecek güncel örneklerden sadece birkaçidir. Ama bütün bu ünlüler tek başlarina « ian » ekli isimli kişilere Fransa’da duyulan sempatiyi açıklamaya yetmez. Bunun bilinçaltındaki tarihi kökünün Michel Manoukian olduğunu düşünmekten kendimi alamıyorum. 15 yaşının üzerindeki bütün Fransızlar bu ismi duymuşlardır. Nazi işgali sırasında işbirlikçi Vichy hükümetinin öldürdüğü ve bunu ‘Kırmızı Afişlerle’ (Affiche rouge) duyurduğu bu Ermeni asıllı komünist direnişçi Fransızlar’ın bilinçaltında özgürlük, direniş, kahramanlık, ve şehit olmak gibi pozitif kavramlarla özdeşleşmiştir. Dikkat edilirse başta adı geçen Manoukian olmak üzere bütün bu kişiler Ermeni oldukları için değil yaptıkları şeyler sebebiyle Fransa’da popülerdirler, dolayısıyla bu kişilere karşı duyulan münferit sempati bütün bir topluma dolaylı bir yoldan yansımaktadır.
Sonuç olarak şunu söylemek istiyorum. Birçok Ermeni’nin samimi olarak “soykırım”ın varlığına inandıkları ve sosyologların ‘yas çalışması’ (Travail de deuil) olarak nitelendirdikleri psikolojik kişisel çalişmayi başlatmak için Türkiye’nin bu olayı tanımasını bekledikleri söylenebilir. Bu kişilerin ferdi olarak Türkiye’den maddi bir talepleri olduğunu ya da Türklerden bütünsel olarak nefret ettiklerini düşünmüyorum. Sorun diasporanın içindeki lobicilik ve propaganda çalışmalarını elinde tutan ileri gelenlerin “soykırım”ı, daha doğrusu “soykırım” propagandasını kendileri için bir varoluş sebebi haline getirmiş olmalarıdır. Bu olay o kadar kemikleşmiştir ki sancılı Türkiye Ermenistan yakınlaşma çalışmaları bile bu kesim tarafından iyi bir gözle görülmemektedir.--------------------------------------------------------------------------------* Araştırmacı (Centre National da la Recherche Scientifique, Strasbourg - Fransa), Strazburg Üniversitesi ögretim görevlisi[i] Diğer bir terminolojik güçlük 1915 olaylarını nitelendirmede karşıma çıktı. Aşağıdaki makale iki tezden birini savunmak amacıyla yazılmamıştır, varoluş sebebi bu olmadığı gibi iki tezden birinin ‘ispat’ edildiği deliller de içinde bulunmamaktadır. İşte bu yüzden yazı boyunca “soykırım” terimi tırnak içinde kullanılacaktır. [ii] Les Nouvelles d’Arménie, Ekim 2000, s.35.[iii] « Sur la route avec les émigrés clandestins » in Les Nouvelles d’Arménie, Mayıs 20001, s. 12-21.[iv] Hovanessian Martine, Les Arméniens et leurs territoires, Paris : Autrement, 1995, s. 32.[v] Ter Minassian Anahide, « Les Arméniens de Paris depuis 1945 » in Le Paris des étrangers, Paris : publications de la Sorbonne, 1994, s. 205-239.[vi] La Lettre de l'U.G.A.B, 15 Temmuz 1995, s. 2[vii] Hovanessian Martine, Le lien communautaire, trois générations d'Arméniens, Paris : Armand Colin, 1992, s. 122.[viii] Nor Seround Taşnak Partisi’nin gençlik koludur. Bir çok panel bu teşkilat tarafindan organize edilir. Fransa ileri gelenlerinin davet edildigi bu haftalik panellerin konusu ‘tekrar birleşmiş’ Ermenistan üzerinedir. Lobcilik faaliyetleri oldukça ileridir.[ix] « La Croix Bleu des Arméniens de France », Taşnak Partisi’nin bir organıdır, 99 %’u kadın olmak üzere bin kadar üyesi vardır. 18 şubesi bütün Fransa’yı kapsar. Dil, dans, tiyatro, koro dersleri düzenler ayrıca birçok konferans, seminer de bu dernek tarafından düzenlenmektedir. Çocuk kampları, yaşlı Ermenilere yardım gibi faaliyetleri de vardır.[x] İlk önce Taşnak Partisi’nin inisiyatifiyle kurulan ‘Ermeni Kültür Evleri’ günümüzde Fransa’nın bütününe yayılmış olarak çalışmaktadırlar. Ancak Fransa topraklarındaki on kadar evin birkaçı Taşnak’ın kontrolünden çıkmıştır. En aktifi Paris banlıyösündeki Alfortville’de bulunan evdir. 1977 yılında 7 öğrenciyle kurulan bu ev bugün 200 öğrenciye ulaşmış, 20’den fazla devamlı aktiviteler sunmaktadır. Bu evler de Ermeni kimliğini korumada ve lobicilik faaliyetlerinde önemli bir rol oynamaktadırlar. Alfortville’deki Ermeni Kültür Evi’nin dinamik olmasının başlıca sebebi bu şehrin belediyesinden büyük destek almasıdır, bu küçük şehrin nüfusunun 1/6’sının Ermeni asıllı olduğunu unutmamak gerekir.[xi] Ermeni İzcileri sportif müsabakalarla gençleri kendine çekebilmektedir. Avrupa’ya ve Amerika’ya yerleşmiş 57 şubesi bulunur. Son derece güçlü bir ilişkiler agina sahiptir. Bütün şubeler ‘Homenetmen’ isimli bir merkezden yönetilir.
[xii] « Les associations arméniennes ont décidé d'évoluer vers une structure à l'image du Conseil représentatif des institutions juives de France (Crif) », Libération, 22.02.2001.[xiii] « Etats-Unis : un modèle à méditer. Lobbying mode d’emploi » in Les Nouvelles d’Arménie, Mayıs 1996, s. 8-9.[xiv] La Lettre de l’UGAB, 15 Temmuz 1995, s. 2.[xv] « Procès Lewis » in Les Nouvelles d’Arménie, Aralık 1994, s. 17.[xvi] Forum’un çalışmalarının geniş bir özeti içim bakınız : « Les 3 ans du Forum » in Les Nouvelles d’Arménie, haziran 1996, s. 30-31.[xvii] AB’deki lobicilik faaliyetleri hakkında bakınız, Quermonne Jean-Louis, Le système de l’Union européenne, Paris : Montchrestien, 1994, s. 93.[xviii] Fransa’daki lobicilik faaliyetlerinin gelişimi üzerine bakiniz Lamarque Gilles, Le Lobbying, Paris : Presses Universitaires de France, 1994.[xix] Başdogan Ferhat, Propaganda, Ankara : kara Kuvvetleri Komutanligi yayinlari, 1960, s. 3.[xx] Özsoy Osman, Propaganda ve Kamuoyu oluşturma, Istanbul : Alfa, 1998, s. 7.[xxi] « Séparer les bourreaux et les victimes » in Les Nouvelles d’Arménie, Haziran 1995, s. 40-41[xxii] Bu aşamada önemli birkaç noktayi belirtmek gerekir. Les Nouvelles d’Arménie isimli dergi 1994’den beri aylık olarak yayınlanmakta ve sert sayılabilecek bir çizgiye sahiptir. Sadece abonelere gönderilen kuşe kağıda basılı, tamamen Fransızca, bol reklam içeren bir dergidir. Hitab ettiği topluluk Fransız kamuoyu değil Fransız Ermenileri’dir. Bu satırların yazarı gibi bir avuç araştırmacı dışında dergiyi sürekli okuyanlar genelde genç nesil Ermeniler’dir. Kısacası bu dergide yayılan kötü Türkiye imajı Fransızlar’ı değil Fransız Ermenileri’ni etkilemektedir ki yeni nesil Ermeniler’in Türkiye’ye ve Türkler’e bakış açısını değiştirmelerine engel olmaktadır.[xxiii] « Turquie et ses voisins : le torchon brûle » in Les Nouvelles d’Arménie, Mayıs 1996, s. 27.[xxiv] « Le retour des tensions gréco-turques » in Les Nouvelles d’Arménie, Aralık 1994, s. 32-33, « Tensions en Mer Egée » in Les Nouvelles d’Arménie, Mart 1996, s. 22.[xxv] « Une République bananière au cœur de la Méditerranée : les multiples casinos de la zone occupée servent au blanchiment de l’argent sale de la mafia turque » in Les Nouvelles d’Arménie, Haziran 2000, s. 20, « Chypre : Ankara cloué au pilori » in Les Nouvelles d’Arménie, Haziran 2001, s. 12.[xxvi] Les Nouvelles d’Arménie, Kasım 1994, s. 16-19.[xxvii] Les Nouvelles d’Arménie, Şubat 1995, s. 18.[xxviii] « Le camouflet des Quinze : l’Europe ferme ses portes à la Turquie » in Les Nouvelles d’Arménie, Şubat 1998, s 24-25.[xxix] « Turquie: quelle place en Europe ? Contradiction entre la Commission européenne et le Parlement de Strasbourg sur les conditions de l’intégration d’Ankara » in Les Nouvelles d’Arménie, Aralık 2000, s. 32-35.[xxx] « Arménie-Kurdistan : une alliance naturelle » in Les Nouvelles d’Arménie, Ocak 1996, s. 22-23, « Tous avec le PKK » in Les Nouvelles d’Arménie, Nisan 1999, s. 8-9.[xxxi] « Abdullah Öcalan va mal » in Les Nouvelles d’Arménie, Temmuz-Ağustos 2000, s. 11.[xxxii] « Anatolie où sont tes enfants Grecs ? » in Les Nouvelles d’Arménie, Mayıs 2000, s. 8.[xxxiii] « Décès de Sa Béatitude karékine II : la communauté d’Istanbul en deuil » in Les Nouvelles d’Arménie, Nisan 1998, s. 34-35.[xxxiv] «Gaz Turkmène et allumettes turques » in Les Nouvelles d’Arménie, Kasım 2000, s. 7.[xxxv] «Soykırım »ın Fransa Parlamentosu’nca tanınmasından önce yazılan bir yazıda, ünlü bir western filmine atıfta bulunarak bazı milletvekilleri ‘iyi’ (ki hepsi sağ kanattan), bazıları ‘haydut’ (ki hepsi Sosyalist Partiden) ve bazıları da ‘kaba’ (ki hepsi diplomasiye yakın milletvekillerinden) olarak nitelendirilmektedir, «Les bons, les truands et les brutes » in Les Nouvelles d’Arménie, Haziran 1998, s. 4-6.[xxxvi] « Arménie-Diaspora » in Les Nouvelles d’Arménie, Eylül 2001, s. 74.[xxxvii] , « Hémorragie » in Les Nouvelles d’Arménie, Mayıs 20001, s. 22-25.[xxxviii] « Portrait de trois femmes qui ont choisi de travailler en Arménie : il faut y aller » in Les Nouvelles d’Arménie, Şubat 1996, s. 14-15.[xxxix] « Le dialogue arméno-turc » in Les Nouvelles d’Arménie, Ocak 2000, s. 32-35, « Dialogue de demi-sourds » in Les Nouvelles d’Arménie, Temmuz-Ağustos 2000, s. 34-35.[xl] Bu konuda detaylı bir çalışma için bakınız Hovanessian Martine, Le lien communautaire, trois générations d’Arméniens, Paris : Armand Colin, 1992.[xli] Ermenilere göre 650’den çok kurumsal ve kişisel Ermeni Internet sitesi “soykırım”ı tanıtmakta ve Türkiye karşıtı propagandaya katılmaktadır, Les Nouvelles d’Arménie, Ocak 2000, s. 11-15, bizim görebildiğimiz siteler arasında şunları sayabiliriz :www.armenews.com (Les nouvelles d’Arménie dergisinin sitesi)www.acam-france.org (Association Culturelle Arménienne de Marne-la-Vallée derneği)www.agbu.org (Armenian General Benevolent Union)http://giia.armenweb.org (Groupement International Interprofessionnel Arménien)www.internews.am (Internews Armenia)www.armenpress.am (Armenian News Agency)http://com24.armenweb.org (Conseil de coordination des organisations arméniennes de France)www.cdca.asso.fr (Comité de défense de la cause arménienne)www.guiank.com (Amicale des Arméniens de Toulouse Midi-Pyrénées)www.ifrance.com/japel (association artistique arménienne)http://azadakroutioun.free.fr (Association d’Aide et de Coopération à l’Arménie)www.netarmenie.comhttp://mattlnp.free.fr/index.htm (Educational Link and Entertainment For Armenian New Talents)http://perso.club-internet.fr/sarafian (France-Arménie)[xlii] Les Nouvelles d’Arménie, Nisan 1996, s. 4-9. Anket son derece ciddi ve tanınmış bir kurum olan Louis Harris firmasına yaptırılmıştır.[xliii] 1996’da yani bu tanınma henüz yapılmamışken.[xliv] Son derece popüler olan ve her akşam milyonlarca Fransız’ın seyrettiği Haber sunucusu Patrick Poivre d’Arvor « Je pense que le génocide des Arméniens est maintenant quelque chose d’entendu dans l’esprit des Français » (Fransızların artık Ermeni Soykrımı’nı bilinen bir şey olarak kabul ettiklerini düşünüyorum) demektedir, in Les Nouvelles d’Arménie, Nisan 2001, s. 40-41.[xlv] La lettre de l’UGAB, 12 Ocak 2002.[xlvi] Fransa’da kanunlar kanunu sunan milletvekilinin ismiyle anılırlar.[xlvii] « Le procès de Bernard Lewis. Le génocide et la loi française » in Les Nouvelles d’Arménie, Kasım 1994, s, 8-13.[xlviii] « Gilles Veinstein élu de peu » in Les Nouvelles d’Arménie, Ocak 1999, s. 34-35.[xlix] Aynı kişiyle birkaç defa röportaj yapılmış olabilir, dikkat edilirse kişinin siyasi görevi ve dolayısıyla gücü değişmiştir, ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki bu yazıların bir kısmı röportaj değil politikacının kendi kaleminden çıkan makalelerdir.[l] « Elle porte plainte contre la Turquie » in Les Nouvelles d’Arménie, Ocak 1995, s. 22-23.[li] « Le candidat de la gauche s’adresse aux Arméniens » in Les Nouvelles d’Arménie, Nisan 1995, s. 32-33.[lii] « Edouard Balladur s’adresse à la communauté » in Les Nouvelles d’Arménie, Mayıs 1995, s. 34-35.[liii] « De retour d’Arménie, le Ministre des Affaires européennes nous livre ses impressions », Les Nouvelles d’Arménie, Aralık 1995, s. 30-31.[liv] « Mitterrand et les Arméniens » in Les Nouvelles d’Arménie, Şubat 1996, s. 4-5 (bu makalede François Mitterrand’ın Haratch gazetesine 23 Nisan 1981’de verdiği bir demeç de yer almaktadır)[lv] « Le Président du groupe d’amitié France Arménie au Parlement » in Les Nouvelles d’Arménie, Mart 1996, s. 26-27.[lvi] Les Nouvelles d’Arménie, Nisan 1996, s. 10 (Ermeni toplumunun tek milletvekili olduğundan dolayı Patrick Devedjian’la birçok röportaj yapılmıştır, Ermeni lobisinin en önemli kişiliklerindendir)[lvii] Les Nouvelles d’Arménie, Nisan 1996, s. 11.[lviii] Les Nouvelles d’Arménie, Nisan 1996, s. 12.[lix] Les Nouvelles d’Arménie, Nisan 1996, s. 13.[lx] Les Nouvelles d’Arménie, Mayıs 1996, s. 5.[lxi] Les Nouvelles d’Arménie, Mayıs 1996, s. 5.[lxii] Les Nouvelles d’Arménie, Mayıs 1996, s. 6.[lxiii] Les Nouvelles d’Arménie, Mayıs 1996, s. 6.[lxiv] « Plaidoyer pour une vraie justice » in Les Nouvelles d’Arménie, Haziran 1996, s. 28-29.[lxv] « L’UDF doit reconnaître le génocide » in Les Nouvelles d’Arménie, Ocak 1998, s. 24-25.[lxvi] « Le nouveau Président du groupe d’amitié France-Arménie » in Les Nouvelles d’Arménie, Şubat 1998, s. 30-31[lxvii] « Les pressions turques ne peuvent toucher le Sénat » in Les Nouvelles d’Arménie, Eylül-Ekim 1998, s. 34-35.[lxviii] « Quel est l’intérêt de la France dans cette affaire » in Les Nouvelles d’Arménie, Kasım 1998, s. 34-35, (Bu röportajda Jacques-Richard Delong, kendini savunmak zorunda kalmış ve sonunda Türkiye’nin değil Fransa’nın çıkarlarını düşündüğünü açıklamaktadır)[lxix] « Pour la reconnaissance… » in Les Nouvelles d’Arménie, Nisan 1999, s. 24.[lxx] « Histoire d’un coup fourré » in Les Nouvelles d’Arménie, Temmuz-Ağustos 1999, s. 66.[lxxi] « Réponse à Pierre Lelouche » in Les Nouvelles d’Arménie, Eylül-Ekim 1999, s. 66.[lxxii] « Du génocide arménien à la solution du problème kurde » in Les Nouvelles d’Arménie, Aralık 1999, s. 64.[lxxiii] « Pour rejoindre l’Union, la Turquie devra reconnaître le génocide arménien » in Les Nouvelles d’Arménie, Ocak 2000, s. 66.[lxxiv] « La reconnaissance du génocide est un enjeu pour l’avenir de l’Europe » in Les Nouvelles d’Arménie, Şubat 2000, s. 66.[lxxv] « La victoire de mémoire sur la realpolitik » in Les Nouvelles d’Arménie, Mart 2000, s. 66.[lxxvi] « Le blocage au Sénat est de fait imputable au gouvernement Jospin », in Les Nouvelles d’Arménie, Nisan 2000, s. 66.[lxxvii] « La reconnaissance du génocide arménien : de l’enjeu français à l’exigence européenne » in Les Nouvelles d’Arménie, Mayıs 2000, s. 66.[lxxviii] « Devoir de mémoire et de réconciliation à l’aube du 21e siècle » in Les Nouvelles d’Arménie, Haziran 2000, s. 65.[lxxix] « Puisque la vérité est dite » in Les Nouvelles d’Arménie, Temmuz-Ağustos 2000, s. 66.[lxxx] « Responsabilité partagée » in Les Nouvelles d’Arménie, Eylül 2000, s. 66.[lxxxi] « Une nécessaire reconnaissance » in Les Nouvelles d’Arménie, Ekim 2000, s. 66.[lxxxii] « Au nom de l’avenir » in Les Nouvelles d’Arménie, Kasım 2000, s. 66.[lxxxiii] « Un devoir républicain universel » in Les Nouvelles d’Arménie, Aralık 2000, s. 74.[lxxxiv] « Ensemble nous avons réussi » in Les Nouvelles d’Arménie, Ocak 2001, s. 66.[lxxxv] « Quel sens donner à l’imprescriptibilité si la réparation n’est pas envisagée » in Les Nouvelles d’Arménie, Haziran 2001, s. 66[lxxxvi] « Caucase : la solution européenne » in Les Nouvelles d’Arménie, Temmuz-Ağustos 2001, s. 74[lxxxvii] « Un nouvel espoir pour l’Arménie » in Les Nouvelles d’Arménie, Eylül 2001, s. 66[lxxxviii] « Ecrivez à votre sénateur » in Les Nouvelles d’Arménie, Nisan 2000, s. 64.[lxxxix] « La France reconnaît publiquement le génocide arménien de 1915 » olarak kabul edilen tek maddeli yasa 29 Mayıs 1998 tarihinde Fransız Meclisinde Oy birliği ile kabul edilmiştir.[xc] Le Monde,12.03.2000[xci] Le Monde, 08.11.2000.[xcii] Le Monde, 18.01.2001[xciii] Mesela Pascal Boniface, « Une diplomatie sous influence ? » in Le Figaro, 26.01.2001.[xciv] « Et maintenant ? » in Les Nouvelles d’Arménie, Nisan 2001, s.18.[xcv] « Génocide : il n’y a pas le feu au lac » in Les Nouvelles d’Arménie, Nisan 2001, s. 7, « Génocide : le scandale anglais » in Les Nouvelles d’Arménie, Nisan 2001, s. 13, « Le parlement italien reconnaît le génocide arménien » in Les Nouvelles d’Arménie, Aralık 2000, s. 6.[xcvi] « Le parlement européen prend prétexte de la commission de réconciliation arméno-turque pour zapper le génocide » in Les Nouvelles d’Arménie, Kasım 2001, s. 16-17[xcvii] « Les premiers pas d’un homme libre » in Les nouvelles d’Arménie, Haziran 2001, s. 20-21
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...