CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

Ermeni Sorununun Yaratılmasında Misyonerlerin Rolü

Erdem Çakır
Osmanlı Devleti'nin yıkılma dönemine girmesini takiben Rusya, İngiltere, Fransa ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun teşvikiyle, imparatorluğu oluşturan milletler birbiri ardına bağımsızlık mücadelesine girişmişler ve bunda başarı sağlamışlardır. Bu gelişmeler Ermeniler için de örnek teşkil etmiş, onlar da Osmanlıları parçalamak isteyenlerin maddi ve manevi desteğiyle yer yer ayaklanmalar başlatmışlardır. Böylece, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bir ERMENİ SORUNUNDAN söz edilir olmuştur.
Bu dönemde dünya güç dengesinde giderek daha önemli bir devlet olarak ortaya çıkan Çarlık Rusya'sı Osmanlı Devleti topraklarını bir doğal yayılma alanı olarak kabul etmekte ve Osmanlıların aracılığıyla güneyde sıcak denizlere açılma hedefini gütmektedir. Bu hedefe ulaşmak için kullandığı başlıca araçları savaşların yanı sıra, Osmanlı yönetimi altındaki Hıristiyan toplumların hamisi rolünü oynamaktır. Diğer taraftan dönemin diğer iki başlıca gücü olan İngiltere ve Fransa da Osmanlı Ermenilerini Protestanlık ve Katolikliğe kazandırmak amacındadır ve bu amaçlar bağlamında, İstanbul'da 1830'da Ermeni Katolik, 1847'de Ermeni Protestan kiliselerini kurdurmuşlardır. Rusya, İngiltere ve Fransa'nın Osmanlı Ermenilerine ve diğer Hıristiyan toplumlara gösterdikleri bu ilginin gerisinde esas itibariyle azınlıkları himaye görüntüsü altında Osmanlı Devleti'nin içişlerine müdahale edebilmek ve imparatorluğu parçalamak amacı yatmaktadır.
Ermenilere bu güçlerce Doğu Anadolu'da bir Ermenistan Devleti’nin kurulması vaad edilmiştir. Halbuki söz konusu dönemde bu bölgedeki Ermeni nüfusu bölge genel nüfusu içinde ancak %15 oranında bir yer işgal etmektedir. Örneğin, en kalabalık oldukları Bitlis’te bile nüfusun 1/3 ünü dahi teşkil edememektedirler.*
Ermeni meselesi için bir başlangıç noktası bulmak gerekirse, bu 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'nı izleyen Ayastefanos Anlaşması ve Berlin Konferansı'dır.
1877-78 Osmanlı-Rus savaşının ardından imzalanan Ayastefanos Anlaşması'nın Osmanlı Devletince kabullenilmek zorunda kalınan 16. maddesi şöyledir:
"Ermenistan'dan Rusya askerinin istilası altında bulunup Osmanlı Devleti'ne verilmesi gereken yerlerin boşaltılması oralarda iki devletin dostane ilişkilerinde zararlı karışıklıklara yol açabileceğinden, Osmanlı Devleti Ermenilerin barındığı eyaletlerde mahalli menfaatlerin gerektirdiği ıslahat ve düzenlemeyi vakit kaybetmeksizin yapmayı ve Ermenilerin Kürtlere ve Çerkezlere karşı güvenliklerini sağlamayı garanti eder". Anlaşmanın bu hükmü esas itibariyle bağımsızlık kazanmak isteyen Ermenileri tam anlamıyla tatmin etmemiş olsa dahi "Ermeni sorunu"nun tarihte ilk kez bir uluslararası belgeye yansıması ve "Ermenistan" diye bir bölgenin varlığından söz etmesi yönlerinden büyük önem taşımaktaydı. Keza 1878 yılında toplanan Berlin Kongresi sonucunda imzalanan Berlin Antlaşması'nın 61. maddesi ise Ayastefanos Anlaşması'nın 16. maddesi yerine şu hükmü getirmiştir : "Osmanlı Hükümeti halkı Ermeni olan eyaletlerde mahalli ihtiyaçların gerektirdiği ıslahatı yapmayı ve Ermenilerin Çerkeş ve Kürtlere karşı huzur ve güvenliklerini garanti etmeyi taahhüt eder ve bu konuda alınacak tedbirleri devletlere bildireceğinden, bu devletler söz konusu tedbirlerin uygulanmasını gözeteceklerdir".
Berlin Antlaşması'nın bu hükmü ile Türk – Ermeni ilişkilerine yabancı güçlerin müdahale edebilme hakkı tanınmış olmaktadır. Bu noktaya nasıl gelinmişti. Ermeni toplumu diğer Hıristiyan devletlerin ne gibi çalışmalarına maruz kalmışlardı. Bu safhaların iyi anlaşılabilmesi belki hem Ermenilerin Türklere hem de Türklerin Ermenilere bakış açısını değiştirecektir.


1. BÖLÜM
A. TARİHTE ERMENİLERİN DİNİ YAPISI :

Hıristiyan aleminde meydana gelen anlaşmazlıkların çözümü açısından devrin Bizans İmparatoru Constantin, 19 Haziran 325 yılında İznik’te bir toplantı tertip etti. Hıristiyan aleminden yüksek rütbeli 318 din adamının katıldığı bu toplantıda Kirkor Lusavoriç’in oğlu Arisdakeste vardı. Toplanan üç konsilde Hz. İsa’nın Allah ile beraber aynı cevherde tek vücut halinde aynı tabiata sahip oldukları kararı alındı ve kiliselerde yapılacak düzenlemelerle beraber Hz. İsa’nın doğum günü tespit edildi.[1]
Kadıköy konsilinden önce Kilise Nestorius meselesi ile karşı karşıya geldi. İstanbul Patriği olan Nestorius İsa’da ilahi ve beşeri olmak üzere iki ayrı kişiliği kabul ediyordu. Ariyüs mezhebi ise Hz. İsa’nın ilahi mahiyetini inkar etti. Bu gelişmeler şark kiliselerini karmakarışık hale getirdi. Bunu takiben yapılan 431 yılındaki Ayasloğ toplantısına iştirak edenler Hz. İsa’nın tek bir kişiliği ve tabiatı olduğuna karar verdi. Ermeni kilisesi bundan önce381 yılında İstanbul’da yapılan konsile iştirak etmedi ancak alınan tüm kararları kabul etti. Bundan sonra İstanbul Kadıköy’de yapılan 451 yılındaki konsilde İsa’nın iki tabiatlı olduğu ancak bu iki tabiatın sıkıca birleşmiş olduğu tezi ortaya atıldı. Bu konudaki tartışmalar uzun süre devam etti. Sonunda bu görüş kabul edildi.
Ermeniler kendi iç meseleleri ve Sasaniler ile uğraşmak durumunda olduklarından katılamadıkları Kadıköy konsilinden çıkan Diofizit görüşüne katılmadı ve onlar İsa’nın Monofizit (Tek tabiatlı) olduğu görüşünü kabul etti. Hıristiyanlıklarının kadim ve Apostolik olduğunu savunan Ermeniler daha sonra Ortodoks ve Katolik olarak ikiye bölünecek olan Hıristiyanlardan başlangıçta ayrılmış oldu. Kiliseleri de Gregoryen kilisesi olarak anılmaya başladı.
Bu gelişmelerden sonra Gregoryanlar Diofizit mezheplerin hedefi haline geldi ;onların dinlerinin düzeltilmesi Katolik,Ortodoks ve Protestan kiliselerin başlıca amaçları arasında yer aldı. Günümüzde dahi bu üç mezhepçe kurulan DÜNYA KİLİSELER BİRLİĞİ’ne alınmamakta ve adeta düşmanca bir tavır görmektedir.
B. MİSYONERLİĞİN GENEL AMAÇLARI VE DOĞUŞU
Hıristiyanlıkta dini gayretler iki ana biçimde görülür. Bunlar :
1)Zorla döndürme “HAÇLI SEFERLERİ”
2)Propaganda faaliyetleri “MİSYONERLİK” tir.
8. Yüzyılın ilk yarısından itibaren batıda iki büyük Katolik tarikatı kuruldu. Fransisken ve Dominiken tarikatlarından yetişen misyonerler İstanbul ve Filistin’e gitti. Daha sonra Cizvitler İstanbul’a geldi.[2]
Misyonerlik düşüncesini ilk benimseyenler Fransiskenler ve Dominikenler oldu. Bunlar taraftar bulmak için Moğolistan içlerine kadar gittiler.[3]Bu misyonerlerin başlıca işi Bizans ve Roma Kiliselerinin birleştirilmesine yani Greklerin Katolikleştirilmesine çalışmaktı. Roma Kilisesinden tamamıyla ayrılan(1054) Bizans Kilisesini tekrar Roma’ya bağlamak maksadıyla o tarihten itibaren yapılmakta olan propaganda ,Osmanlılar döneminde de devam etti.[4]
HAÇLI SEFERLERİYLE birlikte sönen Frenk-Ermeni işbirliğini Ortodoks, Protestan ve Katolik işbirliği olarak tekrar canlandırmak isteyen Papa Sikst Quint (1585-1590), çeşitli Katolik devletlerin de teşvikiyle Osmanlı Devleti’nde Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı bölgelere heyetler gönderdi. Osmanlı Devleti’nde kendine bağlı ve gayrı-resmi olarak Fransa’nın himayesinde bulunan Katolik misyonerlere Ermenileri Katolik mezhebine çekmek için talimat verdi.”Papa için gönül ,Fransa için kul kazanmak “yolunda seferber olan bu misyonerler,Ermenileri Katolik mezhebine kazanmak için çalışmalara başladılar. Bu gelişmelerden sonra 1604’de yenilenen Türk-Fransız antlaşmasında,[5] Fransa’ya Katolikler üzerinde himaye hakkı tanınmasıyla, Ermeni toplumunda çözülme bilhassa Katolikliğe geçme eğilimi baş gösterdi.[6]



Yukarıda belirtilen hususlardan anlaşılacağı gibi Osmanlı Ermenilerinin arasına sızan ilk misyonerler Katolik’tir. Buradaki gelişim normaldir; çünkü Protestan mezhebi daha sonraları doğmuş ve Osmanlı tebaası Ermenilere ulaşması da daha sonraları olmuştur.
Protestanlığın ortaya çıkmasıyla beraber Katolikler mezheplerinde reforma gittiler,tarikatlar yeniden organize edildi. İspanya,İtalya ve Fransa’da kurulan bu tarikatların en önemlilerinden biride Yeüsi’ler yani Cizvit tarikatı idi. Bu tarikat her tarafa nüfuz etti. Fransa Cizvitleri ile Fransisken’ler,Osmanlı topraklarında yaptıkları bu propaganda ile 17.asırda Osmanlı hükümetini meşgul ettiler. Bu faaliyetlerin başında genelde Fransa’nın Osmanlı sefirleri bulunmaktaydı.[7]Adı geçen misyoner faaliyetler dönemi itibariyle önemsiz gibi görünse de Papa’nın asıl amacı;elinden kaçırdığı Protestan ve Kalvenistler’e karşılık ,Şark Hıristiyan Kiliselerine mensup gençleri Katolik inancıyla yetiştirip,asırlarca uğraşılıp sonuç alınamayan mezheplerin birleştirilmesi konusunda Katolikliğe ilhakı sağlamaktı.[8]
Osmanlı Devleti’nin muhtelif bölgelerindeki rahipler, Fransiskenler ve Fransız Cizvitler olmak üzere iki kısımdı. Bu rahiplerin faaliyet gösterdiği yerlerin başında; İstanbul, Adalar, İzmir, Mısır, Kudüs, Irak, Suriye ve Filistin bölgeleri gelmekteydi. Belirtilen bölgelerdeki misyonerlik faaliyetleri, Fransa’nın Paris, Tur ve Britonya şehirlerinden yönetilmekteydi. Cizvitlerin Osmanlı Devleti’ndeki merkezleri İstanbul ve Suriye idi. Osmanlı yönetimi Fransız krallarının arzusu üzerine Cizvitlerin Galata’da oturmalarına müsaade etti. Daha sonraları IV. Henri’nin (1589-1610) ricasıyla İstanbul’daki Fransız elçisinin himayesi altına alınan Cizvitler bu himayeden faydalanarak, Osmanlı Devleti’nin çeşitli bölgelerinde yoğun faaliyetlerde bulundu.[9] Cizvit papazlar Galata’da oturma müsaadesi aldıktan sonra burada St. François (veya San Francesko) Manastır ve Kilisesini kurdular. 1653 tarihinde İstanbul’da Papa vekilliği tahsis olunduğunda, Papa vekillerinin Katedrali de bu kilise oldu.[10]
Papalık makamı, Kanuni Sultan Süleyman zamanında I. Fransuva ile tesis edilen geleneksel Osmanlı-Fransız dostluğundan faydalanarak, yoğun bir şekilde misyonerlik faaliyetlerini başlattı. Vatikan’ın bu faaliyetleri XIV. Lui zamanına (1643-1715) rastlar.[11]
M.A.Belin, Katolik rahiplerin Ermeniler arasındaki faaliyetlerinden şöyle bahseder; ”1689’da Saint-Pierre misyonu, Ermeni Rahibi meşhur P.Gregorio Cyrıacense’in ölümü ile büyük bir kayba uğradı. Gregorio, Ermenilerin Katolikleştirilmesine çalışan ve muvaffak olan ilk misyonerdi. Bursa’da doğmuş, Freres Precbeurs rahipleri tarafından yetiştirilmiş ve sonra Dominiken tarikatına girmişti. Vebalı hastaların ilk daimi papazı Gregorio oldu. Çünkü ondan evvel bu gibi hastalara ilk çağrılan herhangi bir papaz gönderiliyordu. Veba olmadığı zamanlarda P. Gregorio Ermenileri Katolikleştirmek için var kuvvetiyle çalışıyor, Pere Gregorio olağanüstü semereler elde etti ve Saint Pierre Kilisemiz onun zamanından itibaren Katolik Ermenilerin ruhani kilisesi oldu.”[12]Yazar yine aynı eserinde, rahiplerin Ermeni toplumu arasındaki faaliyetlerinden de şöyle bahseder; ”1733 yılında büyük perhiz günlerinde vaaz etmek üzere İzmir’den İstanbul’a Perre Eusebio Franzozini getirildi. Bu rahip İstanbul’da o kadar temayüz etti, o kadar iyi neticeler elde etti ki; tarikat başkanı onu memur edilmiş olduğu Nahçıvan misyonuna göndermeyip alıkoydu. Pere Eusebıo Türkçe’yi öğrendi ve kendini Ermenilerin hizmetine bağladı. Ermenilerden bir çoğunu Katolikliğe kazandı ve mevcut Katolik Ermenilerin de mezheplerine sadık kalmalarını sağladı.”[13]
XIV. Lui, Osmanlı Devleti’ni zayıflatmak gayesiyle Katolik misyonerlerin faaliyetlerini değişik yollardan destekledi. Lui, bu tutumuyla Osmanlı Devleti ile Fransa arasındaki mevcut samimiyeti istismar etti.[14]
Türklerin Avrupa’ya ayak basmasında ve özellikle Balkanlara geçip Avrupa’da yerleşmeye başlamasından itibaren batılı devletler önce Türkleri Avrupa ve Anadolu’dan silah zoruyla atmak; ki bu sebeple birçok haçlı seferi tertip edilmiştir,bunda muvaffak olamayınca onları İslamiyet’ten vazgeçirmeyi denemişlerdir. Yüzyıllar süren bu başarısızlıklardan sonra ise Osmanlı Devleti sınırları içinde bulunan başta Ermeniler olmak üzere gayr-i Müslimleri dini,milli ve siyasi yollarla kazanmak suretiyle amaçlarına ulaşma yoluna gitmişlerdir.
Kapitülasyonlar ve daha sonra da Fransa, İngiltere, Rusya ve Amerika’ya tanınan Osmanlı Devleti içindeki “Hıristiyanların hamiliği” sayesinde misyonerler 18. ve özellikle 19. yüzyıldan itibaren Anadolu’da teşkilatlanmaya başlamışlardır. Böylece 1701-1702’lerde Fransa, 1804’ten itibaren İngiltere, 1819’dan itibaren Amerika ve 1774 ve özellikle 1829’dan itibaren Rusya’dan gelen misyonerler Anadolu’da teşkilatlanmaya ve propaganda faaliyetlerine girişmişlerdir. Başta Ermeniler olmak üzere Anadolu’daki diğer gayr-i Müslimleri İngilizler Protestan, Ruslar Ortodoks, Fransızlar da Katolik mezhebine çekmeye başlamışlar ve bunu yaparken de onların dini, milli ve siyasi hisleriyle oynamışlardır.[15]
Papalık zaten 1662’de Misyon bakanlığını kurmuştu. Bunun ardından Paris’te Dış Misyonlar Papaz Okulu kuruldu. Bu okulda eğitim gören din adamlarının bütün masrafları doğrudan Papalık Propaganda dairesince karşılandı.[16] Bu safhadan sonra Osmanlı topraklarında Katolik misyoner faaliyetleri arttı. Katolik propagandası da en çok Ermeniler arasında etkili oldu. Öyle ki abartılıda olsa 1691yılında 30 bin Ermeni’nin Katolik kilisesi hakimiyetini tanıdığı ifade edilerek,Halep’te Yakubi ve Süryaniler üzerinde etkileyici propagandalar yapıldı. Olayı haber alan Osmanlı hükümeti ,patriklerini 1697 yılında Limni’ye sürdü.[17]
Protestanlarda ilk teşkilatlı[18] misyon faaliyetleri 18. asırda Moravya Kilisesi'nin çalışmalarıyla başlar. Bundan sonra ise büyük bir faaliyet merkezi olarak İngiliz Hıristiyan misyon cemiyetlerini (C.M.S.) görüyoruz. En eski ve kuvvetli misyon teşkilatları İngilizlerindir. Teşekkül safhası daha 1646'da parlamentoda başlayan bu cemiyetin İngiltere'de cumhuriyetle yaşıt olması da bir diğer özelliğidir. Hıristiyanlığın neşri için kurulan bu cemiyet teşkilatlarını 1698,1792,1805 tarihlerinde; İngiltere, Almanya, Danimarka, Amerika, Rusya üzerine yayıldı. Bu süre içerisinde binden fazla şube açıldı. İngilizlerin merkezi Londra'da olan "HIRİSTİYANLIĞIN BÜTÜN DÜNYAYA NEŞRİ "cemiyetleri 19. Asırda 7000 civarında şube açtı ve 28 milyon din kitabı bastırdı ve dağıttı…..Ancak bugünkü modern şekli 1844 yılında Sir George Williams adındaki bir İngiliz tarafından kurulmuştur. Bu kuruluş Y.M.C.A .(Young Men's Christian Association)'dır[19].
Bu konuda Edwin Bliss ve Henry Tozer'den naklen Kamuran Gürün'ün ''misyoner faaliyetlerinin Ermeni isyanlarını desteklemese bile, isyanın zeminin hazırlanmasında önemli rol oynadıkları''[20] şeklindeki ve kendi içinde bile çelişkili ifadesine katılmamız mümkün değildir. Zira Anadolu'nun her tarafına, özellikle Doğu Anadolu'nun en ücra yerlerine yayılmış olan, kiliseler, hayır cemiyetleri, kolejler, okullar hastaneler ve Ermenilerin hemen her meselesiyle ilgilenen konsoloshanelerin Atatürk'ün de yerinde teşhisiyle Osmanlı Devleti’nde ''her türlü tahrikatın ocağı'' olduğu[21] birçok arşiv belgesinde ve müracaat eserinde belirttiği gibi birçok kilisenin silah deposu haline getirildiği de tevsik edilmiş bir gerçektir.[22]
Osmanlı Devleti’nde misyonerlerin teşkilatlandıkları ve faaliyet gösterdikleri yerler ise daha ziyade Ermenilerin meskun olduğu bölgelerdir. Böylece Harput (Ma'müratü'l-Aziz) 'ta bir Fransız Koleji, bir Amerikan Koleji ve bir de Alman Mektebi (Lise) kurulurken 1818 yılında Amerikan Board ajanları Ayıntab'a yerleşmişler ve 1831'lerde kurdukları matbaada bastırdıkları İncilleri özellikle Ermeniler arasında dağıtmışlardır.1848'de burada, daha sonra Tıp Fakültesi'ne dönüştürülecek olan Amerikan Hastanesi (Dr.Azariath Smith Hastanesi) ve Ermeni azınlık mektepleri açılmıştır.1850 yılında Ayıntab'da Amerikan Koleji'nin açılmasından sonra 1879'lardan itibaren bu faaliyetlere Fransızlar da katılmış ve 1908 yılında burada 9 Türk okuluna karşılık 20 azınlık okulu sayılmıştır.[23]



Birinci Dünya Savaşı arifesinde bütün bu misyoner faaliyetleri, Rusya'nın Bitlis Konsolosunun raporunda da ifade ettiği gibi, meyvelerini vermeye başlamıştır:
''…Batılı diplomatlar, kendi bakış açılarına göre, milliyet kavgasından pek gaddarhane bir surette istifadeye kalkışmışlar, Ermenilerin milli duygularını tahrik ederek hiç sıkılmadan Türkiye'de bir Ermeni meselesi icat etmişlerdir. Halbuki bunların hepsi Türkiye'nin göz kamaştıran mirasından hissedar görünmek amacına matuftur. Hıristiyanları himaye etmek, insanlık ve kanunu müdafaa etmek, bunların hepsi sıkılmamak için birer maskedir. Ermenilerin gerçekten fakr-u zarurete düşmeleri Avrupa'nın umurunda bile değildir.[24]

C. MİSYONERLERİN ÇALIŞMA ŞEKİLLERİ
Misyoner teşkilatlarının genel çalışma yapısı olarak gösterdikleri faaliyetleri , üç ana başlıkta toplayabiliriz:
1-Dini teşkilat,
2-Mektep ve müesseseler,
3-Maskeli teşkilat.[25]
Osmanlı Devleti üzerinde görülen misyoner faaliyetler başlangıçta Protestanlara karşı itibar kaybeden Katoliklerin Doğu Hıristiyanlarını kendi yanına çekmek istemesiyle dini boyutuyla ortaya çıkmıştır. Fransa ve Vatikan ayrılmadan sonra Protestanlara karşı mezheplerinde revizyona gitmiş Avrupa’da kaybettikleri itibarı Doğu Hıristiyanları Katolikleştirerek kazanmaya çalışmıştır. Yani dini gayretlerde Fransa ve Vatikan Ermeni toplumuna el atmada öncü vazifesi görmüştür.
Ancak XIX. yüzyıldan itibaren diğer mezheplerin çok kuvvetli ve teşkilatlı bir şekilde Osmanlı Devleti’ne sızdığını görüyoruz. Buradaki temel etken Klasik Rus yayılmacılığının Ermeniler ve Slavları hedef almaya başlaması ve bunun başarı vaadetmesinin, İngiltere ve Amerika’nın hem Osmanlı Devleti’nin zengin mirasından almak istedikleri payı hem de Rusya’yı sıcak denizlere indirmeme politikasına destek vereceğidir. Bu safhada İngiltere ve Amerika aldıkları ticari imtiyazları da kullanarak Hıristiyan topluluklar içine özellikle mektepler vasıtasıyla sızmış, eğitim faaliyetleriyle başlangıçta Protestan daha sonraları laik bir anlayışla tüm azınlıklar ve özellikle Ermeniler üzerinde çok etkili olmuştur. Bu mektepler hep kontrolsüz kalarak azınlık Hıristiyanların yoğun olduğu bölgeleri tespit ve yaygın bir propaganda ile azınlıkları kontrol altına alarak Osmanlı aleyhine teşkilatlamış ve kendi çıkarları doğrultusunda kullanmıştır. Bu faaliyetlerde de en büyük desteği kendi konsolos ve hükümetlerinden almıştır.





Maskeli teşkilat mensupları ise kılık kıyafet ,din , dil ...gibi kültürel vasıflarla içinde bulundukları halktanmış gibi görünerek halkın içinde çalışmışlardır. Bunların çoğu kimliklerini gizlemeyi başarmış Osmanlı içinde barıştan itibaren savaş ve yıkılmaya varana kadar çok önemli rol oynamışlardır. (örneğin Lawrens gibi.)







II. BÖLÜM
HIRİSTİYAN DEVLETLERİN MİSYONERLER ARACILIĞIYLA

OSMANLI ERMENİLERİNE YÖNELMESİ



A. FRANSA’NIN KATOLİKLİĞİ ERMENİLERE BENİMSETME ÇABALARI


Bilindiği gibi Osmanlı Devleti ile Fransa arasındaki ilk münasebetler Kanuni Sultan Süleyman’ın 1535 yılında Fransa’ya ticari imtiyazları içeren bir ahitname vermesi ile başladı. Fransa ilk anlaşma ile İstanbul’da daimi bir elçi bulundurma hakkı elde ettiği gibi Osmanlı topraklarında serbestçe ticaret yapma imkanını da elde etti. Fransa’ya verilen kapitülasyonlar 1740 yılına kadar belirli aralıklarla yenilendi. Bu tarihten sonra da süreklilik kazandı.[26] Ancak, Fransa’ya çeşitli tarihlerde tanınmış olan kapitülasyonlar, sonradan saptırılmış bir yorumla Fransa’nın Osmanlı Katolik tebaası üzerinde himaye hakkı elde etmesine yol açtı. 1581 tarihli bir Fransız belgesinde, Osmanlı Devleti’nin nasıl yok edilmesi gerektiği hakkında bilgiler bulunmakta ve “devlet içindeki azınlıkların sadakatleri vurgulandıktan sonra, eğer Doğuda İran, Batıda İspanya ve Avusturya, içerden de azınlıklar birlikte harekete geçtikleri takdirde Osmanlı Devleti’nin kısa zamanda yok olacağı belirtilmektedir”.[27] 1590 yılından itibaren bir yandan Papalık, bir yandan da Fransa’nın yönlendirdiği misyoner teşkilatları kapitülasyonların vasıtasıyla Osmanlı topraklarında yoğun bir faaliyete başladı. İşte bu ve buna benzer planların bir sonucu olarak, Osmanlı topraklarında Katolik propagandası, Cizvit ve Fransisken Tarikatları tarafından yapılıyordu. Özellikle Cizvitlerin faaliyetleri daha etkili oldu.[28] Böylece, Cizvitler 1609 Eylülünde İstanbul Beyoğlu’nda ilk ayinlerini yaptı ve kiralanan evde okullarını açtılar. Bu başarılarından dolayı Fransa Kralı IV. Henri bunlara on misyonerlik kadro ödeneği bağladı.[29] Osmanlı ülkesinde bu kadar geniş imkanlardan faydalanan Katolik Misyonerlerden Emile Lagrant, Osmanlı sınırları içerisinde kendilerine bu kadar hoşgörülü davranılmasını şöyle ifade eder; “...Gönül isterdi ki Katolikler Osmanlı padişahının ülkesinde olduğu gibi İngiltere ve Hollanda’da da rahat ve serbest olsunlar.”[30]
Fransız sefiri Marguis de Bonnac, İstanbul’dan XIV. Lui’ye hitaben yazdığı mektubunun bir bölümünde Katolik Misyonerler vasıtasıyla ulaşmak istedikleri amaçlarını şöyle izah eder.”... Ermenilerle bizim aramızda olacak ihtilaflarda son derece lüzum hasıl olmadıkça Türklere müracaat edilmemelidir. Bizim için tutulacak yegane yol, Ermeni kiliselerinin yöneticilerini idare ederek hakimiyetlerine doğrudan müdahale edilmeyeceğini, fiili ve siyasi hiçbir menfaatin meselelerine dahil olmadığını, Türklerin boyunduruğundan umumi bir kurtuluşa ulaşabilmek için aramızdaki problemleri azaltarak birbirine yaklaştırmaktan ibaret olduğuna ikna etmektir.”[31]
Nitekim yoğun çalışmalar semeresini vermişti, Antalya Rum Patriği Fransa Kralı XIV. Lui’ye yazdığı mektupta, “...Bir gün olup da halasımızı (kurtuluşumuzu) Allah’dan ve zat-ı haşmetanelerinden bekliyoruz.” ifadesini kullanmaktaydı. Yine Halep Ermeni Patriği XIV. Lui’ye yazdığı mektupta uzun methiyelerden sonra; “...Ermenistan Fransızların en kudretli bir kralı tarafından kurtarılacaktır.”[32] ifadesini kullanmaktaydı. Kudüs Ermeni Patriğinin bu düşünceye sahip olmasında, Kudüs ve Halep civarındaki Katolik Papazların yoğun faaliyetlerinin payı vardı.[33] Fransız dışişleri bakanlığının bu dönemdeki amacı bölgedeki Hıristiyanları kullanarak bir ORİENTAL EMPİRE (Doğu İmparatorluğu) kurmaktı. Böylece Lübnan, Doğu Akdeniz, Suriye ve Toroslar’a kadar olan alanın Fransa’nın hakimiyetine girmesini hedefliyorlardı.[34]
Sivaslı bir Ermeni Papaz olan Mekhitar Roma Kilisesiyle Ermeni Patrikliğini birleştirmek arzusundaydı. 1700 yılında taraftarlarıyla beraber Anadolu'dan İstanbul'a, daha sonra Venedik yakınlarındaki Saint Lazary adası manastırına gelerek yerleşti. Bu manastır Osmanlı Ermenilerini Katolik mezhebine dahil etmek için misyoner merkezi olarak kullanılıyordu. Daha sonra Fransa’nın desteğiyle Ermeni Akademisine dönüştürüldü.[35] Meydana gelen bu kuruluş asıl Ermeni inancını taşıyan Gregoryan Ermeniler üzerinde oldukça etkili oldu.[36]
Frenk Rahiplerinin Osmanlı topraklarında Katolik propagandası yapmaları Osmanlı Devleti için tehlike arz ettiğinden buna müsaade edilmiyordu. Ancak devlet yönetimindeki yüksek kademeli memurların (vali, kadı, paşa, vb.) birçokları devletin varlığı ile alakalı bu gibi meseleleri mal elde etmek için fırsat bilip, Rum’dan ve Ermeni’den para alarak olanlara göz yumdular. Avrupa Devletleriyle münasebet arttıkça batılılaşmak fikri, devleti yönetenlerde Katolik propagandasına karşı ihmal hissi uyandırdı. Osmanlı Devleti’ni zayıf düşürmek için Katolik Misyonerler Fransa ve Vatikan’ın vasıtasıyla Osmanlı idaresindeki Ermeniler üzerinde dini ve tarihi silinmez izler bıraktı.[37]
Buna paralel olarak Fransa, Ermeni toplumu içindeki çözülmenin Katolikleşme lehinde gelişmesine yardımcı oldu. XVIII. Yüzyılın başlarında Avrupa haritasını yeniden değiştirmek isteyen Fransa İmparatoru I.Napolyon, dost saydığı Osmanlı Devleti’ne bağlı Mısır ve Suriye’yi işgal etti. İngiltere’nin hakimiyetine son verebilmek maksadıyla Kafkaslarda kurulacak bir Ermeni-Fransız ordusuyla Hindistan’a sefer yapmayı planlıyordu. Ancak Abukır koyunda Fransız donanmasının İngilizler tarafından yakılması ve Osmanlı ordusu karşısında yenilmesi üzerine ülkesine dönmek zorunda kaldı.[38]
Versay’da hazırlanıp Osmanlı Devleti’nde uzun süre Fransız Büyükelçiliği yapan François de Saint-Pries’e verilen talimatta (17 Temmuz 1768) dört ana nokta üzerinde durulmaktaydı:
1 – Katolikliğin ve misyonerlerin desteklenmesi,

2 – Din ile ticaretin birbirine bağlı olduğu,

3 – Osmanlı Devleti’nin yanında Fransa’nın azalmış olan itibarının düzeltilmesi,

4 – Osmanlı topraklarında çıkacak ihtilallere dikkat çekildiği.[39]
Yine aynı büyükelçinin, XV. Louis’in bakanı Aiguillan Düküne sunduğu 2 Ekim 1772 tarihli raporunda; gayesi Osmanlı Devleti’ni Avrupa’dan söküp atmak olan Rusya’nın Rumları nasıl kullandığını, Osmanlı topraklarındaki Rus-Rum entrikalarını dengelemek için karşı bir kuvvetin oluşturulması gereğini belirtmekteydi. Bunun için de Osmanlı Katoliklerinin bir kısmı ve özellikle Ermenileri kullanabilecekleri, kendi özel menfaatleri yüzünden Rumlarla aralarındaki devamlı sürtüşme iyi organize edildiğinde Katolik Ermenileri Fransa Kralına kurtarıcı olarak yönelebileceklerini, birçoğu banker olan Katolik Ermenileri devlet kademelerini ve dış mihraklar nezdindeki nüfuzlarını Fransa lehinde kullanabileceklerini belirtiyordu.[40]
Kampo-Formio muahedesi ile Fransa, Dalmaçya sahillerinde Venedik arazisinin bir kısmını ele geçirerek tarihte ilk defa Osmanlı Devleti’yle sınır komşusu oldu. Aynı zamanda istiklal fikirleri Napolyon tarafından da azınlıklar arasında teşvik ve tahrik edildi. Bu sebeple bir müddet için Türk-Fransız ilişkileri duraksadı, Fransa’nın misyoner faaliyetleri de yavaşladı. Ancak III. Selim’in saltanatıyla birlikte özellikle 1798-1802 Mısır seferine kadar Türk-Fransız dostluğu tekrar canlandı. Bu gelişmeye bağlı olarak hızlı batılılaşma reformları dönemine girildi. Bütün bu olanlar Osmanlı tebaası üzerindeki Katolik Misyoner faaliyetlerini yeniden hızlandırdı. Katolik yanlısı Ermenilerin hem İstanbul Ermeni Patrikliği, hem de devlet kademelerindeki nüfuzları artmaya başladı.[41]
Aynı yüzyılın başında Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde Osmanlı Ermenileri daha çok ilgi odağı haline geldi. Paris’te eğitim veren Doğu Dilleri Okulu’nda Napolyon tarafından 1810 yılında Ermeni Kürsüsü ihdas edildi.[42]
Bükreş Anlaşmasından (1811) sonra Ermenilerin bir kısmı apaçık Katolik olduklarını ilan ettiler. Katolikliği kabul eden Ermeniler bilgi, servet ve sanatça ileri gelenlerdi. Bu olaydan sonra Gregoryen Ermeniler Katoliklere düşman olmuşlardı. Ancak Fransa Katolik Ermenilere her türlü yardım ve himayeyi mazhar kılmış, Rumlara olan güvenin azalmasından sonra Katolik Ermenilerin Osmanlı Devleti kademelerine yerleştirilmesine ön ayak olmuştur. Bütün bu gelişmeler Akka yenilgisini unutamayan Napolyon Bonapart’ı bir türlü intikam almak için Osmanlı Devleti’ndeki Katolik Ermenileri yönetime karşı ayaklandırma düşüncesine sevk etti. Ancak İstanbul Büyükelçisi Sebastian’dan olumlu bir cevap alamadı.[43]
Ermeni toplumu arasında Katolikliğin gelişmesinden rahatsızlık duyan Gregoryen Ermeniler bu durumu Babıali’ye bildirdiler. Osmanlı hükümeti 1828’de İstanbul’daki Katolik Ermenileri, Anadolu’nun iç kısımlarında mecburi iskana tabi tuttu. Katolik Ermenilerin önde gelenlerinden bir kısmı ölüm cezasına çarptırıldı ve mallarına el kondu.[44]
Doğu Anadolu’nun Rus işgaline uğradığı dönemde bölgedeki Gregoryen Ermeniler, Osmanlı Devleti’ne karşı Rus işgal kuvvetleriyle açık bir şekilde işbirliği ve ihanet içine girmişti. Bu durum Katolik Ermenilerin muhtemel Osmanlı-Rus Savaşı’nda devletin en sadık tebaası olacaklarına dair yaptıkları propagandaları haklı çıkardı. Bu gelişme ise Babıali’nin Katolik Ermenilerin meselelerinin çözülmesinde samimi olarak eğilme azmini takviye etti. Artık iki cemaatın dostça bir arada yaşamalarının mümkün olmayacağını dile getiren Fransa, Katolik Ermenilerin ayrı bir millet olarak tanınmalarının gereğinden bahsetmeye başladı.[45]
Avrupa, Şark Meselesinde Ermenileri kullanmak için onların bir kısmını önce Katolik Mezhebine çekti. Sonra bunları Batı kapitalizminin Osmanlı Ülkesindeki simsarları haline getirdi. Bu durum hem Gregoryen Ermeni toplumu içerisinde hem de devlet içerisinde huzursuzluk oluşturdu.[46]









B. RUSLARIN ORTODOKSLUĞU ERMENİLERE BENİMSETME ÇABALARI
Ticari istidadı yüksek olan bazı Ermeni tüccarlar, Bizans İmparatorluğu’nun zengin kaynaklarından faydalanmak için, Ortodoksluğu kabul etmişlerdi. Tarihte bu şekilde Ortodoksluğu kabul eden Ermenilere Armeno-Grek adı verilir.[47] Bunlar, Gregoryen Ermenilerin din değiştirmeleri için sürekli baskı altına alarak tehcire tabi tuttular. Armeno-Grek İmparatorlarının bazıları da Bazil gibi soykırıma başvurdular. Bu mücadele Bizans İmparatorluğu’nun ortadan kalkmasına kadar devam etti. Türklerin İstanbul’un fethiyle birlikte, Ortodoks Patrikliğine de sahip çıkmaları Rus Çar’ı IV. İvan’ı rahatsız etti. İvan İstanbul Ortodoks Patriğine alternatif olacak ve Ortodoks Hıristiyanları yönlendirecek bir Patrikliği Rusya’da kurma teşebbüsüne girişti ve uzun uğraşlardan sonra 1589 yılında Patrikliği kurdu.[48] Rus Çarları, Bizans Devleti’nin çökmesinden (1453) bu yana kendilerini Bizans’ın mirasçısı saydıklarından, yüzyıllardan beri göz diktikleri İstanbul’u Türklerden alma sevdasına kapıldılar. İstanbul’un dini öneminin yanı sıra, Rus Çarları için büyük bir stratejik önemi de vardı. Bunun için İstanbul ve Boğazlar herhangi bir yabancının eline geçmemesi gereken bir anahtar gibi değerlendirilmekteydi.[49]
Bu uğurda Osmanlı topraklarındaki Rum ve Ermeni cemaatini Rus Çarları her fırsatta kullandı. Eçmiyazin Katoğikosu Simon’un ölümünden sonra yerine geçen Essai (1702-1728), Çar’a giderek Ermenilerin ayaklanmasına taraftar olduğunu ve gizli melikler grubuna iştirak ettiğini bildirdi. Bunun üzerine Ori hemen Rusya’ya giderek Çar’la görüştü ve Çar’ın isteklerini yerine getirmeye hazır olduğunu bildirdi. Çar’ın İran Ermenilerini ayaklandırmak için bir sefir göndermek niyetinde olduğunu öğrenince, bu görevin kendisine verilmesini istedi. Daha sonra İran hükümeti, Ori’nin hareketlerinden şüphelenerek onu sınır dışı etti.[50]
Rusya ile Ermenilerin arasındaki ilk münasebetlerin Deli Petro zamanında XVII. asrın sonlarına doğru geliştiği görülür. Taraflar arasındaki bu münasebetler kısa zamanda gelişerek XVIII. asrın ilk çeyreğinde bir nevi ittifaka dönüştü. Deli Petro’nun 1723-1724 yıllarında Kafkaslara inmesiyle Rus hükümeti, Ermenilerle anlaşma imzaladı. Bu anlaşmayla Ruslar, Ermeni toplumu ile ticaret yapmayı ve topluluğun ileri gelenlerini çocuklarını da okutmayı kabul etti. Taraflar arasında yapılan anlaşma 1738 senesinde içeriğinde değişiklik yapılarak yenilendi. Böylece Ruslar Ermeni toplumunu, İran ve Osmanlı Devleti’ne karşı koruma altına almış oldu.[51] Gelişmeleri takip eden Osmanlı Devleti daha atik davranarak Gürcistan ve Ermenistan’ı hakimiyeti altına aldı. Dolayısıyla Rusya’nın bölgeye yayılması uzun yıllar gecikti.[52]
Rusya Çariçesi II. Katerina, 1768 yılında Osmanlı Devleti’ne harp ilan ettiğinde Osmanlı topraklarındaki Hıristiyan tebaayı, ayaklanarak istiklallerini istemeye çağırdı. Aynı zamanda bu çağrı Ermenilere de yapıldı. İmparatoriçenin talimatıyla General Suvaraf Ermeni istiklali projesini hazırladı.[53] Küçük Kaynarca Anlaşmasıyla (1774) Rusya’ya, İstanbul’da kilise yapma ve Osmanlı topraklarında yaşayan Hıristiyanların durumlarıyla ilgilenme hakkı verildikten sonra, Osmanlı-Ermeni toplumu içerisinde Batı tesirinin yanı sıra Rus tesiri de kendisini göstermeye başladı.[54]
Çar hükümetlerinin Çar politikası bu dönemden itibaren üç ana temel unsur üzerine kuruldu:

1-Bizans İmparatorluğu’nun mirasına konmak için, Osmanlı Devleti’ni parçalamak, Ortodoks dinini müdafaa etmek ve Akdeniz’e çıkmak,
2-Basra Körfezine ve Hint Okyanusuna inmek,
3-İran, Hindistan ve Orta Asya ticaretini Rusya’ya doğru çekmek.
Rusya’nın bu emelleri İngiliz menfaatleriyle çakışarak Boğazlar, Küçük Asya, İran, Basra Körfezi, Türkistan ve Afganistan’da birbirine ters düştü.[55]
Rusya komşu olduğu Osmanlı Devleti topraklarını bir tür doğal gelişme alanı olarak görüyordu. Bu durum ise Rusları, Ortodoks Rumların yanı sıra Gregoryen Ermeniler’le de ilgilenmeye sevk etti. Rus İncil Cemiyeti, mezhebi manada Ermeni toplumuna 1813 tarihinde ilk defa ilgi göstermeye başladı.1815’te Petersburg’da 15 bin adet Ermenice İncil bastırdı. Bununla yetinmeyen cemiyet daha sonra Osmanlı Ermenilerinin çoğu Türkçe konuştuklarından 1822’de Türkçe olarak İncil bastırıp Ermenilere dağıttı.[56]
Rusya doğrudan müdahale ederek 1823’te İran’la harbe tutuştu. İran Ermenilerinin yardımıyla Rusya 1826-1828’de Erivan dahil Güney Azerbaycan’ın bir kısmını işgal etti. Tıpkı Gürcistan Kırım hadisesinde olduğu gibi işgal edilen önce Rusya’nın himayesinde bağımsız bir Ermenistan olarak ilan edildi. Kısa bir zaman sonra da Rusya tarafından ilhak olundu. Çarlık Hükümeti her türlü bölgesel özerklik fikrine karşı olduğundan Ermeniler Rus İmparatorluğu içerisinde egemen bir eyalet olma fikrinden vazgeçti. Çar I. Nikola 21 Mart 1828’deki emirnamesi ile ‘’Ermeni Eyaletleri’’ olarak vaftiz edilen yeni toprakları imparatorluğuna dahil etmeyi kararlaştırarak, unvanlarına Ermenistan Kralı sıfatını ekledi.[57]
Rus Çarlarının izledikleri politikalar sonunda Osmanlı Devleti’ndeki çöküşle birlikte, Osmanlı topraklarında yaşayan bütün Gregoryen Ermeniler üzerinde gittikçe Rus tesiri arttı. Rusya Osmanlı Devleti’ndeki Ermenilerin başına kendi politikasına bağlı papazları yerleştirdi. 1844’te Osmanlı tarihinde ilk defa Rus büyükelçisinin baskısıyla İstanbul’un en büyük Ermeni kilisesinde, ayinler Eçmiyazin Katoğikos’u adına yapılmaya başlandı.[58]
Rusya olağanüstü gayretlerine rağmen Osmanlı topraklarında yaşayan Gregoryen Ermeniler’in büyük bir kısmını harekete geçiremediği gibi yapılan davete karşı Ermeni toplumunun ruhani reisleri, Ermenileri tedbirli olmaya çağırdılar. Bütün bu gelişmeler karşısında Ermenilerin Rusya’ya meyletmesini önlemek için Reşit Paşa Kabinesi harekete geçerek, Ermenilerin durumlarını daha da iyileştirmek için Anayasayı (Ermeni Millet Nizamnamesi-1863) kabul etti.[59]
Edovard Driault, Çar III.Aleksandr’ın Ermenilere yönelik politikasını şöyle ifade eder: Çar III.Aleksandr, Ermenileri Ortodokslarla karıştırarak bir topluluk haline getirmek için birtakım tedbirler aldı. Ermeni okullarını Eçmiyazin Katoğikosu’nun elinden alarak, Rus Hükümetinin denetiminde Rusça eğitim yapan okullar haline getirdi. Ermeni memurlarından da ya Ortodoks mezhebine geçmelerini ya da istifa etmelerini istedi. Ermeni talebelerini Rus üniversitelerinden atarak adeta Gregoryene Ermenileri ve kilisesini ortadan kaldırmaya yöneldi.[60]
1838 tarihli ticaret anlaşmasıyla Osmanlı topraklarında yabancı tüccarlara yerli tüccarlardan daha geniş imtiyazlar tanındı. Bu yüzden diğer gayri müslim tebaa gibi Ermenilerde kendilerine himaye eden devletlerin uyruğuna geçmeye başladılar. Özellikle Doğu Anadolu’da ticaret ve sanatla meşgul olan Ermenilerin pek çoğu bu şekilde Rus uyruğuna geçmişlerdi. Bunlardan bazıları Rus uyruğuna geçtiği halde, Osmanlı topraklarında yaşıyorlar, eskiden olduğu gibi aynı evde oturup aynı işle meşgul oluyorlar, hem de yabancı tüccar muamelesi görüyorlardı. Böylece Rus tabiiyetine geçmiş olan Ermeniler en ufak bir meselede hemen Rus elçisine veya konsolosuna sığınarak Osmanlı yöneticilerine baskı yaptırıyorlardı .Bu durum Ermeni toplumunun bir yandan zenginleşmesine bir yandan da şımarmasına sebep oldu.[61]
Kırım Savaşı ve 1856 Paris Konferansında Osmanlı Devleti’ne karşı Rusya’nın emellerine İngiltere ve Fransa’nın askeri ve diplomatik baskılarıyla son verildi. Ancak bu defa da Osmanlı Ermenilerine yönelik faaliyetler üç devlet arasında siyasi bir rekabete zemin oluşturdu.[62]
Rusların esas maksadı Ermenilere bağımsızlığını kazandırmak değil, aksine Osmanlı Devleti’ne karşı kendi menfaatlerini temin edecek tarzda kullanmaktan ibaretti. İstanbul’da ve doğu vilayetlerinde hep bu minval üzerinde çalışıyorlardı. Bunun yanı sıra Osmanlı Devleti’nin bazı memurlarını da parayla elde etmişlerdi.[63]
Yüzbaşı Clayton’dan Marki Salısbury’e yazılan yazıda; ‘’...Ermenilerin Ortodoks Kilisesine girmek için kasabalardan takriben 3000 imza topladıklarını, bu olayların Rus sevgisinden ziyade Rusların Ermenilere yaptığı hayal mahsulü vaatlerden ve maddi destek sağlamaktan kaynaklandığını belirtiyordu.[64]
İngiltere Hariciye Nazırı Lord Derby’den, İngiliz büyükelçisine çekilen telde Rus Çarı; ‘’...Bütün ömrümde şark Hıristiyanları için çalıştım. İstenilen neticeye ulaşamadım. Bu defa İstanbul’da kurulacak konferansa teklifimi götüreceğim. Netice alamaz isem harbi göze alırım’’ sözleriyle Rusya’nın Osmanlı politikasına açıklık getirilmekteydi.[65] Ruslar, Osmanlı Ermeni toplumu üzerindeki bilinçlendirme faaliyetlerini Eçmiyazin Katağikosu vasıtasıyla yürütmekte idi. Rusya’nın takip ettiği ve büyük bir titizlikle üzerinde durduğu şark siyaseti, Osmanlı Devleti’nin zayıflaması ve dağılmasında başlıca tesir eden sebeplerden biri oldu.

C. PROTESTANLIĞIN ERMENİLER ARASINA GİRİŞİ
1. ORTAK ÇALIŞMALAR :

İngiltere, doğuda dinin oynadığı politik rolü geçte olsa kavradı. Fransa gibi Osmanlı topraklarında siyasi ve idari nüfuzunu arttırmak için dini bir araç olarak kullanmaya başladı. XIX. Yüzyılın başından itibaren İngiltere, Osmanlı Devleti’ne çok sayıda Protestan papazlar göndererek , misyonerlik faaliyetlerine ağırlık verdi. İngiltere’nin bu faaliyetlerini başta Amerika olmak üzere Almanya da destekledi. Ortak çalışmaların sonunda İngilizlerin himayesinde bir Protestan topluluğu oluştu. Ancak bütün gayretlere rağmen Protestanlığı seçenler arasında büyük bir artış olmadı. Oysa İngiliz ve Amerikan misyonerleri Protestanlığı kabul edenlere İngiltere’nin resmi yardımını vaad ettikleri gibi bol miktarda para da veriyorlardı. Bu dönemde protestan misyonerlerin Ermeniler arasındaki eğitim-öğretim faaliyetleri her geçen gün yoğunlaştı. Önceleri yalnız Protestan din eğitimi üzerinde duran misyonerler daha fazla öğrenci çekebilmek için giderek laik eğitime önem verdiler. [66]
İstanbul’da İncil propagandası yapmak için Bible House’un (İncil evi) bir şubesi açıldı ve şark dilleri içinde bir matbaa kuruldu. Bundan sonra Protestanlık Ermeni toplumu içerisinde yavaş yavaş yayılmaya başladı. İngiltere’nin misyonerlik faaliyetleri de sürekli arttı. Bebekte Amerikan misyoneri Dr.Hamlin Koleji’nin kurulmasıyla pek çok Ermeni öğrenci buraya yerleştirildi. İngilizce’yi öğrenen Ermeniler Protestanlığı kabul etmek için daha uygun hale geliyorlardı.[67]



İngiliz hükümeti Osmanlının siyasi durumundan kaynaklanan Katolik misyonerlerin faaliyetlerine engel olmak maksadıyla 1840’lı yıllardan itibaren çalışmalarını hızlandırdı. Bu yapılan çalışmalar ilk anda dini nitelikte görülmekle beraber gerçekte durum İngiltere’nin, Fransa ve Rusya’ya karşı Osmanlı ülkesinde kullanabileceği Protestan cemaatin meydana getirilme çabasıydı.[68]
İngiltere, Amerika ve Almanya’nın himaye ve gayretleriyle oluşan Protestan topluluğu Osmanlı hükümeti 1847 yılında MİLLET olarak tanıdı. Bu durum 1850’de kesinlik kazandı.[69]Islahat Fermanının (1856) getirdiği vicdan özgürlüğü ilkesi, dış güçlerin misyonerler vasıtasıyla mezhep değiştirmeye yönelik faaliyetlerini arttırdı. Bu gelişmeden en çok Ermeni toplumu etkilendi.[70]

2. İNGİLTERE’NİN PROTESTANLIĞI ERMENİLERE BENİMSETME ÇABALARI
İngiltere’nin Osmanlı Devleti ile münasebetleri 1780’lerden sonra Amerika’daki kolonileri kaybetmesiyle gelişmeye başlamıştır. Böylece İngiltere’nin ağırlık merkezi Atlantik’ten Doğuya kaymış oldu. İngiltere 1788-1791 Osmanlı-Rus Harbinde bir daha çıkmamak üzere şark meselesinde devreye girmiş oldu.[71] Burada önemli noktayı Hindistan ticareti ve bağlantılı yollar kontrol altında tutmak oluşturuyordu. Bu alanda İngiltere ilk önce Fransa ile çatıştı. Bu mücadelelerin çoğundan galip çıkarak Hindistan’ın ve bağlantı yollarının tümünü ele geçirdi. Hatta Akdeniz üstünlüğünü dahil Fransa’nın elinden aldı. Bu noktada ihmal edilemez bir başka devlet olan Rusya’ya karşı da tedbirler alınması gerekiyordu. Bu devletin sıcak denizlere inmesini engelleyici pozisyonda Osmanlı Devleti vardı. Ancak onun da uzun süre Rus politikasına karşı koyacak hali yoktu.
Nihayet Protestanlığın Osmanlı topraklarında yayılmasıyla İngiliz nüfuzunun bununla birlikte yayılacağından İngiltere emin oldu. Çünkü aynı yolu Fransa ve Rusya deneyerek başarıya ulaşmışlardı. İngiltere Rusya’nın Boğazlar ve İstanbul’u kesinlikle ele geçirmesini istemiyordu. Bu nedenle ilk tedbir olarak, 1836 yılından itibaren şarkta eskisinden daha mühim bir ticari mevki elde etme ve Osmanlı Devleti’yle ikili münasebetlerini kuvvetlendirme yoluna gitti. 1838 yılında imzaladığı ticaret antlaşmasıyla İngiltere geniş ticari ve iktisadi menfaatler sağladı. Bu dönemden sonra da misyoner faaliyetlerini Amerika ile koordineli olarak arttırdı.[72]
İngiltere hükümeti tarafından yönlendirilen İngiliz Kilisesi ve Amerikan Protestan cemiyetleri vasıtasıyla Ermenilere yönelik faaliyetleri eski Ermeni kültürünü diriltti ve ermeni milliyetçiliğine zemin hazırladı. Başka bir ifade ile, Ermeni toplumundaki Rus Ortodoks, Fransız Katolik tesirleriyle beraber gelişen farklılaşmaya Protestanlık etkisiyle bir halka daha eklendi.

3. AMERİKAN MİSYONERLERİN PROTESTANLIĞI ERMENİLERE BENİMSETME ÇABALARI
XVIII. asrın sonlarına doğru Amerikalılar ticaret gemileriyle İzmir limanına gelmişlerdir. Amerikan tüccarı bu tarihten itibaren İzmir’de sürekli ticaretle meşgul oldu. 1820’li yıllarda Amerikan misyonerleri de aynı yolla İzmir’e gelerek Osmanlı topraklarına dağıldılar. Türkiye’de ilk misyoner mektebinin açılması da bu dönemde olmuştur. İlk misyoner mektebi Miss Mary Reymond tarafından Amerikan Board bünyesinde olmuştur. (1826) Bunlar eğer mümkünse Türk çocuklarına hayat yolunu öğreteceklerdi. Bu mektep çok başarılı olmuş ve bu kadın dört yıl sonra İstanbul’a nakledilmişti. Türkiye misyoner mekteplerinin anası olan bu kadın, daha birçok memleketleri dolaştıktan sonra 1895 yılında ölmüştür.[73]
1830 yılında Osmanlı Devleti ile Amerika arasında yapılan ilk ticaret anlaşması ile Amerika’ya EN ZİYADE MÜSAADEYE MAZHAR (En çok kayrılan ülke) statüsü verildi. Böylece kapitülasyon haklarından en çok yararlanan ülkelerden biri durumuna geldi. Aynı antlaşmanın üçüncü maddesine göre Amerikan tüccarlar Osmanlı topraklarında simsarlar kullanabilecek , bunlar herhangi bir millet ve dinden olabilecekti. Amerikan tüccarları tarafından bunların çalıştırılmasına Osmanlı makamları karışamayacak tüccarlar rahatça iş görebileceklerdi.[74]
Bu şartlar sayesinde Amerika misyonu İngilizler’le beraber Osmanlı içerisinde çok çabuk aşama kaydetti. Asırlardır Osmanlı topraklarında Fransızlar’ın yapamadığı kuvvetli teşkilatlanmayı bu misyonlar çok kolay başardı. Burada dev adımlar Tanzimat Fermanından da destek alarak özellikle Kırım harbinin geliştirdiği durumu kullandı, Islahat Fermanıyla pekiştirildi.
Amerikan Protestan misyonerleri Osmanlı topraklarına Müslümanlar ve Yahudiler için gelmişlerdi. Ancak üç faktör yüzünden Hıristiyan azınlıklara yöneldiler.
1-Müslümanları Hıristiyan yapmanın zorluğunu gördüler.
2-Yerli Hıristiyanlar arasındaki çalışmalarının sonuçlarını aldılar.
3-Hıristiyanlığın o günkü haliyle İsa’nın dinini temsil etmekten uzak olduğunu gördüler.[75]



Amerikan misyonerleri Osmanlı topraklarını dört çalışma bölgesine ayırdı. Azınlık olarak da Bulgarlar ve Ermenilere yöneldiler Bu dört bölgeden üçü Anadolu’da ve Ermenilere yönelikti. Bunlar :
1-Batı Anadolu Bölgesi : İstanbul, İzmit, Bursa, Merzifon, Kayseri ve Trabzon yöreleri,
2-Orta Anadolu Bölgesi : Toros dağları güneyinden Fırat nehri vadisine kadar uzanan bölge(Özellikle Antep ve Maraş)
3-Doğu Anadolu Bölgesi : Harput(Elazığ), Erzurum, Van, Mardin ve Bitlis vilayetlerinden başka Rus ve İran sınırına kadar olan bütün bölgeyi kapsıyordu.
Burada Amerikan misyonerleri ile ilgili asıl önemli nokta diğer ülke misyonerlerinden farklı olarak her Ermeni köyüne hatta her Ermeni evine sızabilmiş olmalarıdır. Amerikalılar bu derinliğine çalışma ile diğer bütün çalışmaları geride bıraktılar. Böylece XIX. yüzyılın üçüncü çeyreğine girerken okul, hastane, matbaa gibi kurumlarıyla en güçlü Misyon haline gelen ülke Amerika oldu. Her misyonlarında ise halkla ilişkileri farklı bir özellik arz ediyordu. Örneğin Batı’da Eğitim, Orta ve Doğu Anadolu’da sağlık hizmetleri öncelikli hale geldi. Anadolu’daki eğitimin öncelikli hedefi Ermenilere ilk önce okuma ve yazmayı öğretmekti. Öyle ki Protestanlar halkın arasına en çok kitap satmak bahanesiyle giriyorlar çocuklara kitap yanında şeker vererek sempatilerini kazanıp kendi mezheplerine çekmeye çalışıyorlardı.[76]
1852 yılında Amerikan misyoner rahip George W. Dunmore, Boston’daki merkez tarafından Doğu Anadolu’daki Ermeniler arasında inceleme yapmak üzere Geziye gönderildi. Bölgeyi her bakımdan inceleyen rahip raporunda en uygun yerin Harput Ovası olduğunu belirtti. Rapordan hemen sonra Harput’ta Amerikan misyonu kuruldu. Üç yıl sonrada Islahat Fermanının hemen ardından Amerikan Koleji açıldı. Kolejin ilk amacının Protestan din adamları yetiştirmek olduğu belirtildi. !880 yılına gelindiğinde Harput ovasında Amerikan misyonerlerin 62 küçük merkezi ve 21 kiliseleri mevcuttu. Hemen hemen her üç köyden birinde Protestan kiliseleri vardı. Protestan Ermenilerin yaptıkları bütün faaliyetlerin finansı Amerikalı misyonerler tarafından karşılandı. Bu ilk başarılı çalışma sonrasında Amerikan misyonerlerinin bir başka önemli başarısı İstanbul’da Robert Kolejin açılması oldu. Bunu Merzifon, Talas(Kayseri), Tarsus ve Bitlis kolejlerinin açılması izledi.
Yine 1893 yılına kadar Osmanlı devletinde 3 milyon İncil dağıtıldı. Buna ilave olarak dağıtılan diğer kitapların sayısı da 4 milyonu aştı. Toplam miktar 7 milyonun üzerindeydi ki yeni doğan bebekler dahil bir ortalama alınırsa her Ermeni’ ye 7 kitap düşmekteydi.[77]
Erzurum Amerikan Konsolosluğu açılır açılmaz Ermeni meselesine girdiği gibi konsolosluk çalışanlarının hepsi Ermenilerden oluşturuldu. Ermeni ve Ermeni ihtilalcilerle çevresi kuşatılan konsolosluk o günlerde bol miktarda Amerikan Doları dağıttı. Konsolosluklarla tam bir koordine içerisinde çalışan misyonerlerin yoğun faaliyetleri sayesinde Ermenilerin yüzde on beş kadarı Protestan mezhebine geçirilebilmiştir.[78]

III. BÖLÜM
ERMENİLER ÜZERİNDEKİ MİSYONER ÇALIŞMALARINI KOLAYLAŞTIRAN DİĞER FAKTÖRLER
A. ERMENİ MİLLET NİZAMNAMESİ
29 Mart 1863 tarihinde Ermeni cemaatının Osmanlı İmparatorluğu'ndaki durumunu daha da güçlendiren, onlara bazı ilâve imtiyazlâr tanıyan ve kendilerini yönetmeleri konusunda muhtariyet getiren "Nizâmnâme-i Millet-i Ermeniyân" adı ile hazırlanan bir nizâmnâmenin yürürlüğe girdiği görülmektedir. Ermeniler için daha önce mevcut bulunan haklara ilâveten birçok yeni hükümler ihtiva eden bu nizânnâme, Islâhat Fermânı hükümleri uyarınca, yüzyıllardan beri devletin en sadık tebaası olarak kabul edilen Ermeniler'e verilen bir mükafat durumundadır.
Osmanlı Hükümeti'nin muvafakatı alınarak doğrudan doğruya Ermeni Patrik Meclisleri tarafından hazırlanmış olan bu nizâmnâmede, Ermeniler'e "devlet içinde devlet", "yönetim içinde yönetim" denilebilecek kadar ölçüsüz imtiyazlar tanınmakta idi. Ermeniler bu "Millet Nizâmnâmesi" ile bir bakıma Ermeni asillerin tahakkümünü ortadan kaldırmak istemişlerdi. Bu dönemde, Gregoryen Ermeniler İstanbul'daki patriklerinin idaresinde 26 Episkoposluk dairesinde yaşıyorlar, çoğunluğu şehirlerde bulunan Katolik Ermeniler ise, bir Patrik yönetiminde 13 Episkoposluk dairesi teşkil ediyorlardı.
Kagik Ozanyan adlı Ermeni yazarı, bu nizâmnâmenin, Ermeniler'de ihtilâl ruhunu uyandırdığını ve "Ermeni Meselesi"nin masa üzerine konulduğunu ifade etmiştir. Bâb-ı Âlî'nin küçük bazı düzenlemeler ile ilân ettiği 99 maddelik "Ermeni Milleti Nizâmnâmesi", Ermeni Patrikhânesi'ne Ermeni cemaatını yönetmede geniş yetkiler tanırken, ayrıca Ermeniler sanki "bağımsız bir milletmiş" gibi, bu cemaata, 140 üyeden müteşekkil bir Genel Meclis Milli Meclis-i Umumî) kurma imkânı da vermekte idi. Bu kurulan meclisin 20 üyesi İstanbul kilise mensupları arasından, 40'ı taşradan, 80'i ise İstanbul'da ikâmet eden meslek teşekküllerinden seçilecek idi. Daha önce mevcut olan ve 1847 yılında kurulan 14 üyeli Dini Meclis (Meclis-i Ruhani) ile 20 üyeli Siyasi Meclis (Meclis Cismanî) muhafaza ediliyor, ancak bunların seçiminin Milli Meclis tarafından yapılması hükmü getiriliyordu. Patriğin seçiminin de Millet Meclisi'nce yapılması kaydediliyordu.
Böylece, "Ermeni Milleti Nizâmnâmesi", genel hatları ile değerlendirildiğinde, Patrik ile yandaşı asiller arasında paylaşılan iktidarın mutlak olmaktan çıkarak, Ermeni cemaatı ile paylaşılması sonucunu doğurmuş ve Ermeni toplumunun yönetime ait kararları, Osmanlı Hükümeti dışında kendisinin alabileceğini ortaya koymuştur.
Ermeniler'e, buna benzer bir örgütlenme imkânı da, Çarlık Rusyası'nda 11 Mart 1836 tarihinde çıkarılan "Pologenia Kanunu" ile tanınmıştır . Ancak, buradaki Ermeni teşkilânması, Osmanlı İmparatorluğu içindeki teşkilâta nazaran daha ziyâde Çar'ın bir kuklası durumuna sokulmuştu .
Böylece, Tanzimat ve Islâhât reformları ile bütün gayr-i Müslim tebaaya tanınan hak ve imtiyazlardan yararlanan Ermeniler, bu nizâmnâme ile bir çeşit anayasa hakkına sahip olmuşlar, bağımsız bir cemaat muamelesi görmeye başlamışlardı. Bu geniş imtiyazlardan faydalanan Ermeniler, teşkilâtlandılar; okullar açtılar; gazete ve dergi çıkardılar. Ermeniler'in siyasi ve içtimai varlıkları üzerinde yeni bir devir açan "Ermeni Milleti Nizâmnâmesi"den yararlanan Patrikhâne, adı geçen nizâmnâmenin verdiği serbestlik ile muhtariyet için uğraşmaya hız vermişti.
XIX. yüzyılın son çeyreğine kadar Osmanlı Devleti'nin bir"Ermeni Meselesi" olmadığı gibi, Ermeni tebaasının da Türk yöneticileri ile halledemedikleri bir mesele mevcut değildi. Ancak bu Nizamname ile dış güçlerin kontrolsüz olarak Ermeni toplumu içine sızması çok basit hale getirmiştir. Nizamname ile beraber misyonerlerin faaliyetleri de artmış bu potansiyel Hıristiyan azınlık üzerine daha fazla bir ihtimamla eğilmişlerdir.

B. EĞİTİM KURUMLARI
1-ROBERT KOLEJ
Kırım Harbi dolayısıyla ittifak ettiğimiz İngilizlerin eline Osmanlı içine rahatça girme fırsatı geçmişti. Bu durumdan en çok İngilizlerle beraber Amerikalı misyonerler faydalandı. Mektep ilk önce Bebek’te ufak bir evde açıldı. Bu evde Kırım muharebelerinde Türklere yardım amacı ile gelen Amerikalı misyonerler bulunmakta idi. İşte bunlardan Hamlin adında biri ilk defa ön ayak olarak çalışmaları başlattı. Ona da yardım vaadeden Fransalı Roçild ailesine mensup New York tüccarlarından Mr.Christopher Rinlender Robert’tir.
Mektep Eylül 1863’te açılmış bu tarihten öldüğü 1878 yılına kadar bütün masrafları Robert tarafından karşılanmıştır. Bu kişi öldüğünde de servetinin vasiyet ettiği beşte birlik kısmı koleje verilmiş ve bu para ile Bebek’teki muazzam binaları yapılmıştır.* Mektebin yaptırıldığı yer olan Bebek sırtlarının da ayrı bir özelliği vardır. Robert Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u nasıl Rumeli Hisarı’nı yaptırarak fethetti ise o da aynı şehri manevi-kültürel yönden fatihane bir düşünce ile Bebek’ten aynı Boğaz manzaralı sırtlardan ele geçirecekti.[79]
Ancak mektebin inşa izni de çok kolay alınamamıştır. Mektep arazisinin iki kısım halinde toplam on altı bin liraya Ahmet Vefik Paşa’dan alınması da ilginç bir noktadır. Fakat binanın buraya yapılmasına Fransız ve Ruslar hükümet nezdinde girişimde bulunarak itiraz etmişlerdir. 1864’te okul için Amerikan hükümetine başvurmuşlar, hükümetin siyasi müracaatı sayesinde ancak 1869’da yeni binanın yapılmasına irade çıkarabilmişlerdir.
Mektebin ilk müdürü C. Hamlindir. Bu şahıs misyonerlikten ayrılarak vazifeyi kabul etmiştir. Bu okulun temel programı misyonerler gibi İncilin vakfedilmesiydi. Ancak bir raporlarında belirttikleri gibi “...Bütün misyonerlerin en büyük problemi , belki de Hıristiyanlığın ,yabancı dinsiz memleketlere zerk edilmesidir. Öyle bir şekilde ki , yerli bir nebat gibi kök salacak ve yerli bir nebat olmak üzere büyüyecektir.” Burada tasarlanan husus her millete kendi adamlarından eğiticiler yetiştirerek daha etkin olarak içlerine sızabilmekti. Bulgar ve Ermeni çetecilerin buradan yetişmeleri bize başarıları hakkında fikir verebilir.
1863 yılında kurulan Amerikan Robert Koleji’nin[80] yanı sıra Avusturya, Fransız, İngiliz, Alman ve İtalyan misyonerleri de okul açışına hız verdiler. Bunlardan bir kısmı ilk okul düzeyinde, bir kısmı da orta eğitim düzeyinde idi. Bu okullar da Osmanlı ahlak ve politikasına ters düşecek bir şey öğretmemeleri için öğretmenlerin programları, ders kitapları onaylanması gerekirken her nedense bu noktaya hiç uyulmadı. Programlarını modernleştiren azınlık okulları da çok üstün bir eğitim standardı yakaladı. Ancak bu okulların öğrencileri vasıtasıyla Müslümanlara karşı yaydıkları kin ve nefret, Osmanlı toplumunu ve devletini yıkmakla tehdit eden toplumsal bölünmeyi artırdı.
Bunu şu raporda da açıkça görebiliriz: “...Türk İmparatorluğu içinde Amerikan teşekkülleri hayli çoktur. Boston Bord misyonerleri Bulgaristan ve Küçük Asya’da çok iş yapıyorlar. New York yabancı misyonları Presbitarian Bord’u Suriye’de, Birleşik Presbitarian misyonları ise Mısır’da çalışıyor. İstanbul’daki Bible House, Beyrut’taki Suriye Protestan Koleji ve İstanbul’daki Robert Kolej Amerikan müesseseleri arasındadır. Bu sonuncusu (yani Robert Kolej) hususiyle Amerikan terbiyesi istikametinde şayan-ı takdir bir faaliyette bulunmaktadır. 1877’de Türk idaresinde kurulan Bulgaristan’a yardım eden ve şimdi de milletlerini müstakillen idare etmek üzere hazırlayarak Rus entrikalarından kurtarmaya çalışan birçok gençler Robert Kolej’de tahsil görmektedirler.”
2. AZINLIK MEKTEPLERİ
Osmanlı topraklarında faaliyet gösteren en eski yabancı kurumlar Katolik (Fransız) okullarıdır. Bu okulların önemli bir kısmı da Fransız misyonerler tarafından açılmıştır. Protestan okulların hayata geçişi ise Tanzimat’ın ilanından önce olmuştur. önce olmuştur. *İngiliz ve Amerikan Protestan misyonerleri, Ortadoğu ve Anadolu’da açtıkları okullarla mezheplerini yaymış ve ülkelerinin siyasi çıkarlarını geliştirmeye çalışmışlardır.
Misyonerlerin öncelikle el attıkları faaliyet sahaları; okullar yabancı dil kursları, hastaneler, dispanserler, yetimhaneler, yayınevleri ve geniş maksatlı yardım teşkilatlarıdır. Hıristiyan misyonerleri dini maksatlım faaliyetlerinin yanı sıra emperyalist amaçlı faaliyetlerde de bulunurlar. Milletleri ve devletleri özellikle İslam devletlerini çökertmek isyanlar çıkarmak,kültürlerini yozlaştırmak, faaliyet gösterdikleri yerlerdeki azınlıkları kendi ülkeleri çıkarları için kullanmak, bu maksada yönelik onları kontrol altında tutmak ve kullanmak başlıca faaliyetleridir.
Hıristiyan misyonerlerin Osmanlı topraklarında teşkilatlandıkları ve genelde faaliyet gösterdikleri yerler Ermenilerle meskun olan bölgelerdir. Mesela Harput’ta bir Fransız koleji, bir Amerikan koleji vardır. Burada söylenebilecek husus çalışma potansiyeli olan yerleri tespit ve odaklanmadır. Her nedense bunların tespit edip yoğunlaştığı yerlerde ardı arkasına isyan ve olaylar çıkmıştır.(İmparatorluk başkenti dahil)Amerikan İngiliz ve Fransız misyonerleri Osmanlı topraklarını sömürge haline getirecek fikri yapıyı bilhassa bu okullar vasıtasıyla gerçekleştirdiler.
Osmanlı topraklarında Hıristiyan devletlerin açtıkları azınlık okullarında XIX. yüzyıl başına kadar dini eğitim veriliyordu. Daha sonraları ise bu okulların arkasındaki emperyalist devletler dinin yerine siyasi temaları ön plana çıkararak laik eğitime ağırlık verdi. Tabii ki kendi menfaatlerine geldiği şekilde. Ermeni olaylarının hemen hepsinin ardında tahsilli Ermeniler ön plana çıkmaktaydı.[81]
Amerika, Osmanlı topraklarına en son gelen ülkelerden biri olmasına rağmen , bir müddet sonra tabloda da görüleceği gibi* en çok okul sayısına ulaşmıştır. Hıristiyan misyonerlerin faaliyetlerini yakın takibe alan Sultan II. Abdülhamit bir çoğunu kapatarak ruhsat vermedi. Bu dönemde misyonerlerin ancak on kadar okuluna izin verilmiştir.
SONUÇ
Berlin Antlaşması'nın imzalanmasını izleyen dönemde Ermeni sorunu iki yönde gelişmiştir. Bunlardan ilki, Batılı devletlerin Osmanlı Devleti üzerindeki baskı ve müdahaleleridir. Sorunun ikinci yönü ise, Anadolu, Suriye ve Rumeli'de yaşayan Ermenilerin Anadolu'nun çeşitli yerlerinde, özellikle Doğu Anadolu ve Kilikya'da yeraltında örgütlenmeleri ve silahlanmalarıdır.
İlk kışkırtmalar Rusya'dan gelmeye başlamış, Rusların bu tutumu İngiliz ve Fransızları Ermenilerle daha çok ilgilenmeye sevketmiştir. Doğu Anadolu'daki İngiliz Konsoloslukları'nın sayısı hızla artmış, ayrıca bölgeye çok sayıda Protestan misyonerler gönderilmiştir.
Bu kışkırtmalar sonucunda Doğu Anadolu'da 1880'den itibaren çeşitli Ermeni komiteleri kurulmaya başlamıştır. Ancak, yerel düzeyde kalan bu komitelerin varlıkları, Osmanlı yönetiminden şikayeti olmayan ve barış ve refah içinde yaşamlarını sürdüren Ermeni halkının büyük çoğunluğunun ilgisini çekmekte başarılı olamadığından kısa bir süre sonra sona ermiştir.
Osmanlı Ermenilerini içeride kurulan komiteler yoluyla devlete karşı harekete geçirmek mümkün olmayınca, bu kez Rus Ermenilerine Osmanlı toprakları dışında komiteler kurdurtulması yoluna gidilmiştir. Böylece 1887'de Cenevre'de sosyalist eğilimli, ılımlı militan Hınçak, 1890 'da ise Tiflis'te aşırı, terör, isyan, mücadele ve bağımsızlık yanlısı Taşnak Komiteleri ortaya çıkmıştır. Bu komitelere Anadolu topraklarının ve Osmanlı Ermenilerinin "kurtarılması" hedef ve amaç olarak gösterilmiştir.
İstanbul'da örgütlenen ve Avrupa devletlerinin dikkatlerini Ermeni meselesine çekerek Osmanlı Ermenilerini kışkırtmayı hedefleyen Hınçakların başlattığı ayaklanma girişimlerini, aralarında siyasi mücadele başlayan Taşnaklarınki izlemiştir. Bu ayaklanma girişimlerinin ortak özelliklerini, Osmanlı ülkesine dışarıdan gelen komitelerce planlanmış ve yönlendirilmiş olmaları ve örgütlenme faaliyetlerinde Anadolu'ya yayılan misyonerlerin büyük katkısından yararlanmaları teşkil etmiştir.
İlk isyan 1890'daki Erzurum isyanıdır. Bunu yine aynı yıl meydana gelen Kumkapı gösterisi, 1892-93'te Kayseri, Yozgat, Çorum ve Merzifon olayları, 1894'te Sasun isyanı. 1894'te Babıali gösterisi ve Zeytun isyanı, 1896'da Van isyanı ve Osmanlı Bankası'nın işgali, 1903'te ikinci Sasun isyanı, 1905'te Padişah Abdülhamid'e suikast girişimi, 1909'da Adana isyanı izlemiştir. İsyanların Osmanlı kuvvetlerince bastırılması, dünya kamuoyuna "Müslümanlar Hıristiyanları katlediyor" mesajıyla yansıtılmış ve Ermeni sorunu giderek daha geniş çapta bir uluslararası sorun niteliğine büründürülmüştür. Nitekim, döneme ait İngiliz ve Rus diplomatik temsilciliklerinin raporları, Ermeni ihtilalcilerin hedefinin karışıklıklar çıkararak Osmanlıların karşılık vermesini ve böylece yabancı ülkelerin duruma müdahalesini sağlamak olduğunu kaydetmektedir ve büyük devletlerin diplomatik ve konsolosluk temsilcilikleri Anadolu'nun her köşesine dağılmış Hıristiyan misyonerler ile birlikte Ermeni propagandasının Batı kamuoyuna iletilmesinde ve benimsetilmesinde büyük rol oynamışlardır.


EKLER I TABLO – A
1897 YILINDA OKULLARIN BAZI MİLLET TOPLULUKLARINA GÖRE DAĞILIMI


Cemaatin Adı
Gregoryen Ermeni
Katolik Ermeni
Protestan Ermeni
Rum
Katolik Rum
Musevi
Bulgar
Katolik Bulgar
Süryani
Katolik Süryani
Keldani
Katolik Keldani
Katolik
Toplam
İptidaiye
553
49
185
3881
57
295
656
3
49
5
40
3
42
5818
Rüştiye
86
20
9
472
1
34
34
1
5
-
3
-
7
672
İdadiye
14
2
4
37
2
2
3
-
1
-
1
-
1
67
Toplam
653
71
198
4390
60
331
693
4
55
5
44
3
50
6557

TABLO – B
XIX. YÜZYILIN BİTİMİNDE YABANCI OKULLARIN DEVLETLERE GÖRE DAĞILIMI


Devletler
Amerika
Fransa
İngiltere
Almanya
İtalya
Avusturya
Rusya
Toplam
İptidaiye
97
59
46
16
15
6
5
224
Rüştiye
10
40
10
3
5
4
1
73
İdadiye
24
28
4
3
2
1
1
63
Okul Toplamı
131
127
60
22
22
11
7
380


TABLO – C OSMANLI DEVLETİNDE YILLARA GÖRE MİSYONER OKULLARININ DAĞILIMI

Yıllar
1845
1850
1855
1860
1870
1875
1880
1885
1890
1895
1900
1904
Misyoner Say.
34
38
58
92
116
137
146
156
177
177
153
187
Yerli Görv.Sa.
12
25
77
156
364
460
548
768
791
867
910
1057
Okul Sayısı
7
7
38
71
205
244
331
390
464
449
425
465
Öğrenci Say.
135
112
363
2742
5489
8253
13095
13791
16990
20604
23040
22867


II OSMANLI DEVLETİ’NDE GÖREV ALAN BAZI ERMENİLER

Agop Gırcikyan Osmanlı Devleti'nin ilk elçisi (Paris) Reşid Paşa'nın müşaviri. Osmanlı Devleti'nin Paris'teki Elçiliğinin Maslahatgüzarı (1834-)

Krikor Agaton Osmanlı PTT Umumi Müdürü (1864) Hariciye Vekaletinde görevli (1848-1850)

Sahak Abro Hariciye Vekaleti Umumi Katibi (1850)

Sebuh Laz Minas-Paris Türk Elçiliği'nde Katip (1863)

Krikor Odyan Hariciye Muhakemat Müdürü (1870)

Serkis Efendi Hariciye'de Baş Sır Katibi (1870-1871)

Ovakim K. Reisyan İstanbul Vize Kasabasının Mahkeme Reisi (1879)/Sakız Adası İhzari Mahkeme Reisi (1885)/Rodos Adası İhzari Mahkeme Reisi (1887)

Artin Dadyan Paşa Hariciye Müsteşarı (1880)

Diran Aleksan Bey Belçika'da Türk Sefiri (1862) PTT Müfettişi

Yetvart Zohrab Efendi Londra Sefiri (1838-1839)

Hırant Düz Bey Mesine (İtalya) Sefiri (1900-1907)

Hovsep Misakyan Efendi La Haye'de Elçi (1900-1907)

Sarkis Balyan Karadağ'da ve İtalya'da Türk Konsolosu (1900-)

Azaryan Manuk Efendi Hariciye Müsteşarı

Kapriyel Noradunkyan Gazi Ahmet Muhtar Paşa Kabinesi'nde Hariciye Nazırı (1912)

Agop Kazazyan Paşa Maliye Nazırı / Hazine-i Hassa Nazırı

Mikael Portukal Paşa Maliye Nezareti Müşaviri (1886~Ziraat Bankası Genel Müdürü/ Hazine-i Hassa Nazırı (1891)

Sakız Ohannes Paşa Hariciye Vekaleti Umumi Katibi (1871) Hazine-i Hassa Nazırı (1897)

Garabet Artin Davut Paşa Viyana Sefiri (1856-1857)/Lübnan Valisi (1861)/PTT ve Nafia Nezaretlerinde Nazır (1868)

Krikor Sinapyan Nafia Nazırı

Krikor Ağaton PTT Umumi Müdürü (1864)

Jorj Serpos Efendi Türkiye Telgraflar Umum Sekreteri (1868)

Osgan Mardikyan PTT Nezareti Nazırı (1913)

Tomas Terziyan, Nişan Guğasyan,Tavit Çıracıyan Mülkiye Hocaları

Krikor Zohrab, Bedros Hallacıyan İstanbul Mebusları

Kaynak :
Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler (1453-1953). Rahip Komidos Çarkçıyan. İstanbul. 1953 Temel Kaynaklar : British Documents on Ottoman Armenians (4 cilt), 1983, 1989, 1990, Türk Tarih Kurumu Osmanlı İdaresinde Ermeniler, Nejat Göyünç, 1983
Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu. Atatürk Üniversitesi. 1985 Türk Tarihinde Ermeniler (Tebliğler ve Panel Konuşmaları). 9 Eylül Üniversitesi.1985
Osmanlı Ermenileri. Bilal Şimşir, 1986 Osmanlı Arşivleri ve Ermeni Sorunu, Türkkaya Ataöv, 1989

III MECLİS-İ VÜKELANIN TECHİR KARARI

[Düşmanla işbirliği yapma, masum halkı katletme ve isyan çıkarma gibi zararlı hareketlerde bulunan Ermenilerin Musul, Zor, Halep ve Suriye'nin bazı bölgelerine sevkleri için, Dahiliye Nezâreti'nin 13 Mayıs [1] 331 tarihli ve 270 numaralı tezkiresi üzerine, Meclis-i Vükelacaalınan tehcir kararı. 16B. 1331 (30 Mayıs 1915) Sıra numrosu : 163
Meclis-i Vükelâ Müzâkerâtına Mahsûs Zabıtnâme Hülasâ-i me'âli :
Menâtık- harbiyyeye civâr mahallerde sâkin Ermenilerden bir kısmının hudûd-ı Osmâniyye'yi a'dâ-yı devlete karşu muhâfaza ile meşgûl olan Ordu-yı Hümâyûn'un harekâtını tas'îb ve erzâk ve mühimmât-ı askeriyye nakliyâtını işkâl ve düşman ile tevhîd-i âmâl ve ef'âl ve bi'l-hâssa supîf- âdâya illtihak ve memleket dâhilinde kuvây-ı askeriyyeye ve ahâlî-i ma` sûmeye müsellahan ta`arruz ve şuhûr ve kasabât-ı Osmaniyye'ye tasallut ile katl ve nehb ü gârete ve düşman kuvâ-yı bahriyyesine erzâk tedârikiyle mevâki'-i müstahkemeyi irâ'eye cür'etleri bu gibi anâsır-ı ihtilâliyyenin sâha-i harekâtdan uzaklaşdırılmasını ve usâta üssü'l-harekât ve melce' olan köylerin tahliyesini îcâb ederek bu bâbda ba`zı gûna icrâ'âta başlanıldığı ve mine'l-cümle Van, Bitlis, Erzurum vilâyâtıyla nefs-i Adana, nefs-i Sis ve nefs-i Mersin müstesnâ olmak üzere Adana, Mersin, Kozan, Cebel-i Bereket livâları ve nefs-i Mar'aş müstesnâ olmak üzere Mar'aş sancağı ve Haleb vilâyetinin merkez kazâları müstesna olmak üzere İskenderun, Belen, Cisr-i şu'ûr ve Antakya kazâları kurâ ve kasabâtında sâkin Ermenilerin vilâyât-ı cenûbiyyeye sevkine bi'l-ibtidâr Van vilâyetiyle hem-hudûd olan kısm-ı şimâlîsi müstesnâ olmak üzere Müsul vilâyetine ve Zor sancağına ve nefs-i Urfa müstesnâ olmak üzere Urfa sancağının kısm-ı cenûbiyyesine ve Haleb vilâyetinin şark ve şark-ı cenûbî kısmına ve Sûriye vilâyetinin kısm-ı şarkîsinde ta`yîn ve tahsîs edilen mahallere nakl ve iskânına mübâşeret ve devâm edilmekde bulunduğu beyânıyla menfa'at-i esâsiyye-i devlete muvâfık telakkî edilen bu cereyânın bir usul ve kâ`ide-i muttarideye rabtı lüzûmuna ve bu bâbda ba`zı ifâdâta dâ'ir Dâhiliye Nezâreti'nin 13 Mayıs sene [1]331 târîhli ve 270 numrolu tezkiresi okundu.

KARARI
Fi'l-hakîka devletin muhâfaza-i mevcûdiyyet ve emniyyeti uğrunda tevâlî eden icrâ'ât ve ıslâhât-ı fedâkârîsi üzerine icrâ-i sû-i te'sîre sebep olan bu kabil harekât-ı mazarranın icrâ'ât-ı mü'essire ile imhâ ve izâlesi kat`iyyen muktezî ve nezâret-i müşârün-ileyhâca bu emrde ibtidâr olunan icrâ'âtdaki isâbet bedîhi olduğundan tezkire-i mezkûrede dermiyân kılındığı üzere muharrerü'l-esâmî kurâ ve kasabâtda sâkin Ermenilerden nakli îcâb edenlerin mahall-i mürettebe-i iskâniyyelerine müreffehen sevk ve îsâlleriyle güzergâhlarında te'mîn-i istirâhât ve muhâfaza-i cân ve mâlları ve muvâsalâtlarında keyfiyyet-i îğvâlarıyla sîıret-i kat`iyyede iskânlarına kadar "Muhâcirîn Tahsîsâtı"ndan i'âşeleri ve ahvâl-i sâbıka-i mâliyye ve iktisâdiyyeleri nisbetinde kendilerine emlâk ve arâzî tevzî`i ve içlerinden muhtâc olanlara taraf-ı hükûmetden mesâkin inşâsı ve zurrâ' ve muhtâcîn-i erbâb-ı san`ata tohumluk ve âlât ve edevât tevzî'i ve terk etdikleri memleketde kalan emvâl ve eşyâlarının veyâhûd kıymetlerinin kendilerine suver-i münâsibe ile i'âdesi bulacak sarfiyâtın "Muhâcirîn Tahsîsâtı ve tahliye edilen köylere muhâcir ve aşâ'îr iskânıyla emlâk ve arâzînin kıymeti takdîr edilerek kendilerine tevzî`i ve tahliye edilen şuhûr ve kasabâtda ka'in olup nakledilen ahâlîye â'id emvâl-i gayr-i menkîılenin tahrîr ve tesbît-i cins ve kıymet ve mikdârından sonra muhâcirîne tevzî`i ve muhâcirînin ihtisâs ve iştigâlleri hâricinde kalacak zeytunluk, dutluk, bağ ve portakallıklarla dükkân, hân, fabrika ve depo gibi akârâtın bi'l-müzâyede bey' veyâhûd îcârı ile bedelât-ı bâliğâsının kendilerine i`tâ edilmek üzere ashâbı nâmına emâneten mâl sandıklarına tevdi i ve mu`âmelât ve icrâ`ât-ı mesrüdenin îfâsı zımnında vukû' "ndan tesviyesi zımnında nezâret-i müşârün-ileyhâca tanzîm edilmiş olan tâ`lîmâtnâmenin bi-temâmihâ tatbîk-i ahkâmıyla emvâl-i metrûkenin te'mîn-i muhâfaza ve îdâresi ve mu'âmelât-ı umûmiyye-i iskâniyyenin tesrî' ve tanzîmî ve tedkîk ve teftîşi ve bu husûsda ta`lîmâtnâme ahkâmı ve nezâret-i müşârün- lleyhâdan ahz ve telakkî edilecek evâmîr dâ'iresinde mukarrerât ittihâz ve tatbîki ve tâlî komisyonlar teşkîli ile ma`âşlı memûr istihdâmı vazîfe ve salâhîyyetlerini hâ'iz olmak ve doğrudan doğruya Dâhiliye Nezâreti'ne merbût bulunmak ve bir re'îsi ile biri me'mûrîn-i dâhiliyyeden ve diğeri me'mûrîn- i mâliyyeden intihâb ve ta`yîn edilecek iki a`zâdan terekküb etmek üzere komisyonlar teşkîl edilerek mahallerde mezkûr ta`lîmâtnâmenin vâlîler tarafından icrâ-yı ahkâmı tensîb edilmiş olduğunun cevâben nezâret-i müşârün-ileyhâya teblîği ve devâ'îr-î müte'allikaya ma'lûmât i'tâsı tezekkür kılındığı,


17Mayıs1331
Meclis-i Vükelâ Mazbatası, 198/163

IV KRONOLOJİ


MÖ 2350 : Ermeni Tarihçesi, Movses’e Göre Hayk ile Ermeni Tarihinin Başlaması

MÖ 516 : İran Hükümdarı Dara’nın Ara Nehri Bölgesini Ele Geçirmesi

MÖ351 : Ermenilerin Yaşadıkları Bölgelerin Makedonya Kralı İskender Tarafından Ele Geçirilmesi

MÖ 325 : Büyük İskender Ordularının İran Ordularını Yenişi

MÖ 190 : Romalıların Makedonya Kralı Antiochos’u Yenişleri

MÖ 150 : Partlı Arsas’ın (Arşak) Ermenilerin Başına Geçmesi, Arşaguni Sülalesi’nin Kurulması

MÖ 115 : Arşak’ın Oğlunun Torunu I. Ardeşes’in Bağımsızlığını Kazanması

MÖ 64 : Romalıların Arşaguni Sülalesine Son Vermeleri

226 : Ermenilerin Yaşadıkları Bölgelerin İranlıların Eline Geçmesi

301 : Ermenilerin Hıristiyan Oluşları

325 : Nic’ce Hıristiyan Dini Toplantısı

430 : Ermenilerin Mezhep Anlaşmazlıkları

433 : Ermenilerin Yaşadıkları Bölgelerin Bizanslılara Geçmesi

451 : Chalcedoine (Kadıköy) Dini, Toplantısı (Dördüncü Sinod)

527 : Ermenilerin Roma ve Bizans Kiliselerinden Tamamen Ayrılmaları

637 : Arapların Ermenilerin Yaşadıkları Bölgeleri Ele Geçirmeleri

961 : Ani Ermeni Krallığının Kurulması

1045 : Bizans’ın Ani Krallığını Ele Geçirmesi

1080 : Ermenilerin Kilikya Bölgesine Göç Etmeleri

1095 : Kilikya Ermeni Krallığının Kurulması

1136 : Bizans’ın Kilikya’yı Ele Geçirmesi




1453 : İstanbul’un Fethi ve Ermeni Patriği Yuvakim’in Bursa’dan İstanbul’a Getirilişi

1829 : Ruslarla Edirne Antlaşması’nın Yapılması

6 Ocak 1830 : Ermeni Katolik Cemiyetinin Resmen Tanınması

1836 : Rusya’da Pologenia Kanunu’nun Çıkarılması

3 Kasım 1839 : Tanzimatı Hayriye’nin İlanı

1844 : Türkiye’deki Ermeni Kiliselerinde Yapılan Ayinlerde Katagigos’un İsminin Söylenmesi

1846 : Ermeni Milletdaş Dergisinin Çıkarılışı

1850 : Ermeni Protestan Cemaatinin Resmen Tanınması

21 Aralık 1853 : Ermeni Maarif Cemiyetinin Resmen Tanınması

1854 : Kırım Seferi, Paris Antlaşması

18 Şubat 1856 : Islahat Fermanının İlanı

1857 : Van’da Ermenilerin Bir Matbaa Kurması

29 Mart 1862 : “Ermeni Milleti Nizamnamesi”nin Hükümetçe Onaylanması

1862 : Zeytun (Süleymanlı) İsyanı

1871 : Alman-Fransız Savaşı

1876 : II. Abdülhamit’in Padişah Oluşu

23 Aralık 1876 : İlk Anayasa’nın (Kanuni Esasi) İlanı, Birinci Meşrutiyet

1877 : Türk-Rus Savaşı

3 Mart 1878 : Yeşilköy (Ayastefanos) Antlaşması

13 Temmuz 1878 : Berlin Konferansı ve Antlaşması

1878 : Zeytun (Süleymanlı) İsyanı

1882 : Erzurum’da “Ermeni Silahlılar” Derneği’nin Kurulması

1886 : Ermeni Hınçak Komitesi’nin Kurulması

1889 : 1890 : Musa Bey Olayı

1890 : Ermeni Taşnaksutyun (Taşnaksagan) Komitesi’nin Kuruluşu

20 Haziran 1890 : Erzurum İsyanı

15 Temmuz 1890 : Kumkapı Gösterisi

1829 : 1893 : Merzifon, Kayseri, Yozgat Olayları

8 Ağustos 1894 : Birinci Sason İsyanı

16 Eylül 1895 : Zeytun (Süleymanlı) İsyanı


18 Eylül 1895: Babıali Olayı

21 Eylül 1895 : Trabzon Olayı

1895 : 1896 : Birinci Van İsyanı

14 Ağustos 1896 : Osmanlı Bankası Baskını

13 Nisan 1904 : İkinci Sason İsyanının Bastırılması

21 Temmuz 1905 : II. Abdülhamit’e Suikast

23 Temmuz 1908 : İkinci Meşrutiyet’in İlanı

14 Nisan 1909 : Adana Olayı

1911 : Türkiye-İtalyan Harbi (Libya’da)

1912 : Balkan Harbi

15 Temmuz 1914 : Doğu Anadolu Vilayetlerine Yabancı İki Genel Müfettiş Atanması

2 Ağustos 1914 : Osmanlı Hükümeti’nin Seferberlik İlanı

30 Ağustos 1914 : Zeytun (Süleymanlı) İsyanı

11 Kasım 1914 : Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Harbi’ne Katılması

19 Nisan 1915 : İkinci Van İsyanı

24 Nisan 1915 : Ermeni Komite Merkezlerinin Kapatılması ve Üyelerinin Dağıtılması

27 Mayıs 1915(14 Mayıs 1331) : Güvenlik ve Göç Ettirme Kanunu’nun Çıkarılması

Haziran 1915 : Şebinkarahisar İsyanı

1915 : Bursa, İzmit, Adapazarı, Adana, Urfa, Fındıkçık, Musadağı Olayları

16 Eylül 1916 : Picot-Sykes Antlaşması

6 Kasım 1917 : Rus Bolşevik İhtilali’nin Başlaması

18 Aralık 1917 : Türk-Rus Erzincan Mütarekesi

Ocak 1918 : Rus Ordusunun Cepheden Çekilişi

12 Şubat 1918 : Türk Doğu Ordusunun İleri Harekatı

13 Şubat 1918 : Erzincan’ın Kurtuluşu

23 Şubat 1918 : Trabzon Konuşmalarının Başlaması

3 Mart 1918 : Brest-Litovsk Antlaşması

12 Mart 1918 : Erzurum’un Kurtuluşu

13 Mart 1918 : Hasankale’nin Geri Alınması

26 Mart 1918 : Savaştan Evvelki Sınıra Varılması

28 Mart 1918 : Ermenilerin Brest-Litovsk Antlaşması’nı Kabul Etmeleri

1 Nisan 1918 : Trabzon Konuşmalarının Kesilmesi

5 Nisan 1918 : Sarıkamış’ın Geri Alınması

6 Nisan 1918 : Van’ın Geri Alınması

8 Nisan 1918 : Kağızman’ın Geri Alınması

14 Nisan 1918 : Batum’un Ele Geçirilmesi

15 Nisan 1918 : Kars’ın Geri Alınması

23 Nisan 1918 : Ermenilerin Mütareke Teklifi

30 Nisan 1918 : 1877 Yılından Evvelki Sınıra Varılması

11 Mayıs 1918 : Batum Konuşmalarının Başlaması

15 Mayıs 1918 : Gümrü’nün Ele Geçirilmesi

28 Mayıs 1918 : Ermenilerin Bağımsızlıklarını İlan Edişleri, Kara Kilise’nin (Kirovakan) İşgali

3 Haziran 1918 : Batum Antlaşması

16 Ağustos 1918 : İstanbul Toplantısı

2 Eylül 1918 : Tebriz’in Ele Geçirilmesi

22 Ekim 1918 : İran’ın Boşaltılması

30 Ekim 1918 : Mondros Silah Bırakışması

19 Nisan 1919 : Kars’ın Ermeniler Tarafından İşgali

3 Mayıs 1919 : General Kazım Karabekir’in 15. Kolordu Komutanlığı’na Atanarak Erzurum’a Gelişi

17 : 25 Haziran 1919 : Doğu Vilayetleri Milli Müdafaayı Hukuk Cemiyeti Erzurum Şubesinin Vilayet Kongresinin Yapılması

23 Temmuz 1919 : Erzurum Müdafaayı Hukuk Cemiyeti’nin Mustafa Kemal Başkanlığında Toplanması

4 : 12 Eylül 1919 : Sivas Kongresi

15 Ekim 1919 : Ermeni Patriği’nin Galip Devletlerden Bütün Türkiye’nin İşgal Edilmesini İstemesi

29 Ocak 1920 : Osmanlı Mebuslar Meclisi’nin Misakı Milliyi Kabul Etmesi

17 Şubat 1920 : Son Osmanlı Mebuslar Meclisinin Misakı Milliyi İlanı

17 Şubat 1920 : Çıldır ve Zaruşat’ın Ermeniler Tarafından İşgali

11 Nisan 1920 : Fransızların Urfa’yı Boşaltmaları

23 Nisan 1920 : Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Açılması

28 Mayıs 1920 : Pozantı Zaferi ve Fransız Binbaşısı Mesnil’in Esir Edilişi

30 Mayıs 1920 : Güney Cephesinde Fransızlarla 20 Günlük Bir Ateşkes Antlaşması Yapılması




15 Haziran 1920 : Doğu Cephesi Komutanlığı’nın Kurulması ve Komutanlığına General Kazım Karabekir’in Atanması

10 Ağustos 1920 : Bolşevik Hükümetiyle Ermeni Taşnak Hükümetinin Barış Antlaşması İmzalamaları Sevr Barış Antlaşması

28 Eylül 1920 : Doğu Cephesi Komutanlığı’nın Sarıkamış’a Taarruzu

29 Ekim 1920 : Fransızların Kilis’i İşgali

30 Ekim 1920 : Kars’ın Kurtarılması

2 Aralık 1920 : Gümrü Antlaşması’nın İmzalanması

8 Şubat 1921 : Gaziantep’in Fransızlar Tarafından İşgali

16 Mart 1921 : Ruslarla Moskova Antlaşması

13 Ekim 1921 : Kars Antlaşması

20 Ekim 1921 : Fransızlarla Ankara Antlaşması

19 Aralık 1921 : Fransızların Adana’yı Boşaltması

25 Aralık 1921 : Fransızların Gaziantep’i Boşaltması

4 Ocak 1922 : Kilikya’nın Tamamen Boşaltılması

26 Ağustos 1922 : Büyük Taarruz

24 Temmuz 1923 : Lozan Barış Antlaşması’nın İmzalanması

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Refet Yinanç, Selçuklular ve Osmanlıların ilk Dönemlerinde Ermeniler , T.T.E.S.,İzmir 1983, s. 67-74.
[2] İlknur Polat Haydaroğlu, Osmanlı Devleti’nde Yabancı Okullar, Ankara 1993, s.13.
[3] Meydan Larousse Cilt 8, ”Misyon”, s.842.
[4] Nurettin Polvan, Türkiye’de Yabancı Öğretim 1, İstanbul 1952,s.69.
[5] Antlaşma metni için Bkz. Reşat Ekrem, Osmanlı Muahedeleri ve Kapitülasyonlar (1300-1920), İstanbul 1934, s.420 vd.
[6] Recep Şahin, Tarih Boyunca Türk İdarelerinde Ermeni Politikaları, İstanbul 1988, s.91 vd.
[7] İ.Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi 3.Cilt / 2.Kısım, s.117.
[8] Uzunçarşılı, a.g.e., s.119.
[9] Uzunçarşılı, a.g.e., s.118.
[10] Polvan, a.g.e. , s.65.
[11] Bilal Eryılmaz, Osmanlı Yönetiminde Gayrimüslim Tebaanın Yönetimi, İstanbul 1990, s. 65.
[12] M..Belin, Histoire de La Latinite de Constantinople, Paris 1894, s.226.
[13] Belin, a.g.e., s.226.
[14] Ahmet Refik, Türkiye’de Katolik Propagandası, T.T.E.M., No:5(82), 14. Sene, Eylül 1340, s.257.
[15] Kars Kafkas Üniversitesi Rektörlüğü Yayınları, Türk Tarihinde Ermeniler, Ankara,1995, s.122.
[16] Meydan Larousse Cilt 8, ”Misyon”, s.842.
[17] Ahmet Refik, Osmanlı İmparatorluğunda Fener Patrikhanesi ve Bulgar Kilisesi, T.T.E.M. No:8(85), Sene:15, 1 Mart 1341, s.76.
[18] Erol Güngör, Türkiye'de Misyoner Faaliyetleri, İstanbul 1999, s.18.
[19] Güngör, a.g.e., s.20.
[20] Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası, Ankara 1983, s.112.

[21] Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk (Söylev), Ankara 1981. T.T.K Yayını c.1, s.188; Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Tamim ve Telgrafları, T.İ.T.E. Yayını, c.5, s.104-106.
[22] Kars Kafkas Üniversitesi Rektörlüğü, a.g.e., s.122-123.
[23] Şakir Sabri Yener, Gaziantep'in Yakın Tarihinden Notlar, Gaziantep 1958, s.32.
[24] 19 Kasım 1912 tarih ve 63 numaralı rapor, bkz. Azmi Süslü, Ruslara Göre Ermenilerin Türklere Yaptıkları Mezalim, Ankara 1987, s.20-21
[25]Güngör, a.g.e., s.68 vd.
[26] İsmail Soysal, Fransız İhtilali ve Türk Fransız Diplomasi Münasebetleri (1789-1802), Ankara 1964, s.5.
[27] Erdal İlter, Ermeni Meselesi’nin Perspektifi ve Zeytun İsyanları (1780-1880), Ankara 1988, s.86 vd.
[28] Polvan, a.g.e., s.94
[29] Polvan, a.g.e., s.81
[30] M. Hidayet Vahapoğlu, Osmanlıdan Günümüze Azınlık ve Yabancı Okulları, Ankara 1992, s.28.
[31] Ahmet Refik, “Türkiye’de Kat...”, s.269 vd.
[32] Ahmet Refik, “Türkiye’de Kat...”, s.259.
[33] Ali Gümrah, XVII. Yüzyılda Mühimme Defterlerinde Ermenilerle İlgili Hükümler, İ.Ü. Merkez Kütüphanesi No:5094, (Basılmamış Lisans Tezi), s.34.
[34] Süleyman Kocabaş, Tarihte Türkler ve Fransızlar, İstanbul 1990, s.67 vd.
[35] Cezmi Yurtsever, Ermeni Terörünün Merkezi Kilikya Kilisesi, İstanbul 1983, s.236.
[36] Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987, s.151.
[37] Ahmet Refik, “Türkiye’de Kat...”, s.272-276.
[38] Azmi Süslü, Türk Tarihinde Ermeniler, Ankara 1995, s.119.
[39] İlter, a.g.e. , s.88.
[40] Şahin, a.g.e., s.108.
[41] Şahin, a.g.e., s.108.
[42] Nejat Göyünç, Osmanlı İdaresinde Ermeniler, İstanbul 1983, s.54.
[43] Dış Politika Enstitüsü Yayını, Dokuz Soru ve Cevapta Ermeni Sorunu, Ankara 1989, s.10.
[44] Kemal Beydilli, II. Mahmut Devri’nde Katolik Ermeni Cemaati ve Kilisesi’nin Tanınması (1830), Harvard Üniversitesi 1995, s.8 vd.
[45] Beydilli, a.g.e., s.26.
[46] Abdullah Yaman, Ermeni Meselesi ve Türkiye, İstanbul 1973, s.39.
[47] Mehlika Aktok Kaşgarlı, Ortaçağ Ermeni Tarihi Kritiği, T.B.T.E.T.İ.S., Ankara 1985, s.326.
[48] Mehmet Saray, Başlangıçtan Petro’ya Kadar Türk-Rus Münasebetlerine Genel Bir Bakış, İ.Ü.E.F.T.D., İstanbul 1994, s.22.
[49] Reşat Sagay, XIX. ve XX. Yüzyıllarda Büyük Devletlerin Yayılma Siyasetleri ve Milletlerarası Önemli Meseleler, İstanbul 1972, s. 71.
[50] Kazım Karabekir, Ermeni Dosyası, İstanbul 1994, s.116 vd.
[51] Mehmet Saray, Türk-Sovyet Münasebetleri ve Ermeni Meselesi, T.B.T.E.T.İ.S., Ankara 1985, s.127.
[52] Karabekir, a.g.e., s.118.
[53] Raif Karadağ, Şark Meselesi, İstanbul, s.96 vd.
[54] Şahin, a.g.e., s.109.
[55] Jean Pitchon, Cihan Harbinin Şarka Ait Kaynakları, (nşr.H.C.Yalçın), İstanbul 1939, s.94 vd.
[56] Niyazi Ahmet Banoğlu, Ermeninin Ermeniye Zulmü, Ankara 1976, s.85.
[57] Yves Ternon, Ermeni Tabusu, (nşr.E.Oğuz), İstanbul 1995, s.53.
[58] Mehmet Hocaoğlu, Arşiv Vesikalarıyla Ermeni Mezalimi ve Ermeniler, İstanbul 1976, s.26.
[59] Y.G.Çark, Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler (1453-1953), İstanbul 1953, s.256-258.
[60] Edovard Driauld, Şark Meselesi, (nşr.Hafız), İstanbul 1328, s.329.
[61] Cevdet Küçük, XIX. Asırda Anadolu’da Ermeni Nüfusu, T.T.E.S, İzmir 1983, s.84 vd.
[62] Süslü, “Türk Tarihinde...”, Ankara 1995, s.120.
[63] Tahsin Paşa’nın Yıldız Hatıraları Sultan Abdülhamit, (nşr.B.Yayınları), İstanbul 1990, s.395.
[64] British Documents on Ottoman Armenians (1856-1880) I, (nşr.Bilal Şimşir) Ankara 1989, s.607, 598.
[65] BOA, Yıldız Esas Evrakı, Klasör:36, Evr.No:130\18, Zarf:152, Karton:10
[66] Şimşir, a.g.m., s.94.
[67] Halil Metin, Türkiye’nin Siyasi Tarihinde Ermeniler ve Ermeni Olayları, İstanbul 1992, s.83.
[68] Enver Ziya Karal, “İngiltere’nin Akdeniz Hakimiyeti Hakkında Vesikalar”,Tarih Vesikaları I, S:2’den (Ayrı basım), Maarif Matbaası 1941, s.1.
[69] İhsan Sakarya, Belgelerle Ermeni Sorunu, Ankara 1984 , s.25.
[70] İlter, a.g.e. , s.45.
[71] Şahin, a.g.e., s.96.
[72] Küçük, Şark Meselesi Hakkında Önemli Bir Vesika, Tarih Dergisi, S:XXXII, Mart 1979, s.612.
[73] Güngör , a.g.e. , s.24.
[74] Şimşir, a.g.m., s.81.
[75] Erol Ulubelen, İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye,İstanbul 1967, s.161.
[76] Hariciye Nezaretinden İzmir Kaymakamlığına, (13 Temmuz 1857),B.O.A.,HNA,Endikatör:M.T. Karton no: 30.
[77] Şimşir, a.g.m., s.99
[78] Sakarya , a.g.e., s.25
* Bu para o devir şartları itibariyle 400.000 Dolar veya Yüz bin Osmanlı altın Lirası etmektedir.
[79] Erol Güngör, Türkiye’de Misyoner Faaliyetler, İstanbul 1999, s.37
[80] Robert Koleji ile Beyrut’ta kurulan Amerikan Protestan Koleji’nin Osmanlı tarihinde oynadıkları rol hemen hemen aynıdır. Robert Koleji Bulgar ve Sırp komitacılarına lider yetiştirirken, Beyrut’taki Amerikan Protestan Koleji de Arap milliyetçiliği fikrini geliştirdiği gibi Arap milliyetçilik hareketinin önderlerini yetiştirmiştir. Bkz. M. Hidayet Vahapoğlu, “Yönetim ve Azınlıklara Bakış Açısından Osmanlı Devleti”,Erdem VIII (Türklerde Hoşgörü Özel Sayı I), Sayı 22, Ankara 1996, s.50
[81] B.O.A., Yıldız Sadaret Mütenevvia, Dosya no:22-N-1310,İç no:497\6987,Evrak no: 76\120


KAYNAK: TARİH ARAŞTIRMALARI

Fransa Ermeni Toplumu ve Türkiye: Propaganda ve Lobicilik

Dr. Samim AKGÖNÜL
Giriş
Bu yazıyı yazarken karşıma bazı terminolojik güçlükler çıktı, örneğin makalenin konusu olan toplumu isimlendirmede. [i] Önümdeki seçenekler şunlardı: Fransa Ermenileri, Fransız Ermenileri, Fransız Ermeniler, Ermeni Fransızlar, Fransa Ermeni topluluğu, Fransa Ermeni Toplumu. Bu yazıda en sık kullanılan terim sonuncusudur. Elbette bu seçim eleştirilebilir, Fransa’da Anayasal olarak toplumların, diğer bir değişle cemaatlerin bulunmadığı bilinmektedir. Ancak yazının amacı, de jure olmasa da de facto cemaatlerin bulunduğu tezinden hareketle, bu cemaatin işleyiş mekanizmasını incelemek olduğundan bu tercih yapılmıştır. Kaldı ki diğer terimler bizi ilgilendiren bireylerin Fransızlıkla Ermenilik arasında bir ayırım yaptıkları intibasını uyandırabilir. Oysa durum böyle görünmemektedir. Fransız Ermenileri’nin en ünlülerinden biri olan Charles Aznavour “kendimi 100 % Fransız, 100 % Ermeni hissediyorum” diyebilmektedir. [ii] Böyle birşeyin mümkün olup olmadigini psikologlara birakarak bize bu duyguya uygun olarak yazmak kaliyor. Aşagidaki makaleyi okurken bu iki güçlügü göz önünde bulundurmak gerekmektedir.
Türkiye’nin Ermeni sorunu olarak adlandırabileceğimiz bir sorunu var mıdır ? Bu sorunun cevabı bakış açısına, tarihteki dönemlere veya Ermeni sorunu kavramına yüklenen anlama göre değişebilir. Ancak, diaspora olarak adlandırılan, ve Ermenistan dışında yaşayan Ermeni kökenli başka ülke vatandaşları için Türkiye sorunu olarak tanımlayabileceğimiz bir problemler dizisinin olduğu tartışılmaz. Elbette burada bahsettiğimiz cemaatlerdir ve bireyler bazında bu konuya daha soğuk kanlı, daha barışçıl ve hatta daha ilgisiz yaklaşanlar da vardır. Gene de son analizde Ermeni diasporasının Türkiye devletinin varlığına, prensiplerine, toprak egemenliğine ve seyrek de olsa bu devletin vatandaşları olan Türklere karşı bir tutum içerisinde olduğu da bir kuşku götürmez. Bu tutumun millî bir politika olduğunu söylemek de mümkündür. Bahsi geçen politikayı tarif etmek ilk bakışta kolay olabilir. Bütün diasporanın kilitlendiği nokta “soykırım”ın Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından resmi olarak tanınmasıdır. Diasporayla özdeşleşmiş olan hemen hemen bütün kurumların enerjilerinin büyük bir kısmı bu konuya odaklanmıştır. “Soykırım” kavramının Türkiye tarafından tanınması için sarf edilen ve kısaca lobicilik olarak nitelendirebileceğimiz bu büyük çabanın “katmerli” sonuçları olması kaçınılmazdır. Bu durum Ermenistan’ın bağımsız bir devlet olarak uluslararası sahneye çıkışından beri daha da karmaşık bir hal almıştır. Bu lobiciliğin kademeli etkilerini şöyle sıralayabiliriz :

- Türkiye üzerindeki etkileri ki bunlar Türkiye’nin devlet politikası üzerine olan etkileri ve Türk kamuoyunun Ermenilere bakış açısına olan etkileri olarak ikiye ayrılabilir.
- Ermenistan üzerindeki etkileri. Ermenistan’ın özellikle Türkiye’ye karşi tutumu ve politikalarini diasporanin tutumu etkilemektedir. Ancak yakindan bakildiginda diaspora içindeki ‘şahinler’ olarak nitelendirebileceğimiz bir grubun Ermenistan’ın Türkiye politikasını fazla yumuşak bulduğunu da belirtmek gerekir.
- Batı devletleri (Avrupa ve ABD) ve batı kamuoyu üzerine olan etkileri ki lobiciliğin en önemli sonuçları bu alanda görünmektedir. Bazı batı devletlerinin ve yine bazı uluslararası kurumların “soykırım”ı tanımaları bu etkininin sadece görünen kısmı olup, bizce asıl önemlisi batı kamuoyunda yıllar boyunca yaratılan Türkiye ve daha da vahimi Türkler aleyhine yaratılan atmosferdir.
- Ve son olarak diasporaya etkileri. Bu şiddetli lobicilik faaliyetlerine Ermenistan’da yaşamayan Ermenilerin tepkisini ölçmek bir hayli zordur, ancak iki türlü duygunun varligindan söz edebiliriz. Bunlardan birincisi kelimenin tam anlamiyla (kelimelerden korkmanin geregi yok) nefrettir. Türkiye ve Türkiye’yle ilgili olan herşeye duyulan ve kolayca dile getirilen bir nefret. Ancak bu duygunun tek oldugunu söylemek haksizlik olur. Günlük yaşamda Ermeni diasporasina mensup münferit ilişkilerde Türkler’e karşi samîmi duygular besleyen, Türk karşiti propagandaya tepkilerini dile getiren, konuya biraz nostaljik de olsa barişçil bir söylemle yaklaşanlarin sayisi da az degildir. Bu çerçevede bir noktaya dikkat çekmek gerekmektedir. Ayni kişiler degişik ortamlarda, degişik olaylar karşisinda ve degişik muhataplarla farkli, hatta zit söylemler telaffuz edebilmektedirler ki bu son derece dogaldir. Bu yüzden konuya manichéen bir bakiş açisiyla yaklaşmak son derece yanliş olur.
Bu yazida Ermeni topluluklarinin en önemlilerinden ve en etkililerinden olan Fransa Ermeni cemaatinin Türkiye’ye bakış açısını irdelemeye çalışacağız. İlk olarak bu topluluğu tanıttıktan sonra cemaatin ileri gelenlerinin lobicilik faaliyetlerini analiz edeceğiz ve Fransa Ermenileri’nin düzenli yayınları ışığında bu topluluğun Türkiye’ye ve Türk halkına olan duygularını ölçmeye çalışacağız.



Fransa Ermeni Toplumu

Dünyadaki bütün Ermeni asıllıların toplamı 6,5 milyon olarak tahmin edilmektedir. Görüldüğü gibi son derece küçük sayılabilecek bu milletin en azından Batı Dünyası’ndaki tanınma oranı büyüklüğü ile ters orantılıdır, bu da konumuz olan propagandanın ne kadar başarılı olduğunu göstermektedir. Ermenilerin aşağı yukarı 5 milyonu eski Sovyetler Birliği ülkelerinde yaşamakta ve yaklaşık 3,5 milyonu 1991’den beri Ermenistan vatandaşidirlar. Geriye kalan 1,5 milyon Ermeni diasporasini oluşturur. Diasporanin odaklandigi en önemli ülke Amerika Birleşik Devletleri olmakla birlikte (800 000 kişi) Avrupa’daki en önemli topluluk Fransa’da bulunmaktadır. Günümüzde Ermeni asıllı Fransız vatandaşlarının sayısı 350 000 ilâ 400 000 arasında tahmin edilmektedir. Ayrıca 1991’den beri Ermenistan’dan göç devam etmekte ve Fransa, ABD ile birlikte, en önemli göç ülkelerinden biri olarak karşimiza çikmaktadir. [iii] Bu tabloya Lübnan ve Kibris gibi bazi Orta Dogu ülkelerini de eklemek gerekir ki sayica küçük de olsa Lübnan Ermeni azinliginin özellikle 1980’lerde Asala vasıtasıyla adını duyurduğunu gözden kaçırmamak gerekir.
Fransa Ermenilerinin büyük bir kısmı Paris ve çevresinde yaşamaktadırlar. 1930’lu yıllardan beri bazı Ermeni yerleşim birimleri ortaya çıkmıştır, yoğun olarak bulundukları en önemli yerler olarak Alfortville, Maisons-Alfort ve Issy-les-Moulineaux gösterilebilir. Ayrıca Marsilya ve Lyon gibi büyük şehirlerin etrafında da çeşitli Ermeni grupları yaşamaktadır.
Ermeni çağdaş millî mitolojisinde Fransa’nın ayrıcalıklı bir yeri olduğu tartışılmaz. 1914’den önce sadece 4 000 Ermeni barındıran bu ülkenin [iv] bu gün 400 000 Ermeni asıllı vatandaşı olması bunun kanıtıdır. Fransa’ya göç 1915’den itibaren başlamiş, Ermenistan’ın Sovyetler Birliği’ne katılması, Fransa’nın Ermeni asıllı Osmanlı vatandaşlarının yoğun olduğu Adana bölgesinden çekilmesi (1921) ve Sèvres Antlaşması’nın Lausanne Antlaşması’yla kadük olması (1923) ile devam etmiştir. Ermeniler için Fransa bir sığınma devletidir. Birçok araştırmacı Ermeni diasporasının ‘doğum belgesinin’ 1915 olayları ve ‘doğum yerinin’ Fransa olduğu konusunda birleşmektedirler.
1925 ile 1938 yıları arasında 63 000 Ermeni Suriye’den, Lübnan’dan, Türkiye’den, Yunanistan’dan ve Sovyet Ermenistan’dan Fransa’ya göç etmişlerdir. Fransa seçimi 19. yüzyildan beri bu ülkede aktif olarak bulunan bir Ermeni ticaret kolonisinin bulunmasina ve Ermenilerin sürgüne gittikleri Suriye ve Lübnan’daki Fransız varlığına bağlanabilir.
Fransız Ermenileri’nin tarihinde ilginç ve acılı bir tecrübe İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yer alır. 1945’den sonra Stalin Ermeni diasporasının Sovyet Ermenistan’ına dönüşüne izin verir. Amaç Ermenistan’ın nüfusunu yükseltip Türkiye’den toprak talebine bahane hazırlamaktır. Bu çerçevede bütün dünyadan 100 000 Ermeni Ermenistan’a bir ütopyayı gerçekleştirmek için (İsrail gibi) isteyerek göç eder (NERKATH/ Geri dönüş). Bunların arasında 7 000 Fransız Ermenisi de bulunmaktadır. Bu tecrübe tam bir hüsranla sonuçlanmış ve gidenlerin çok büyük bir kısmı geri dönmüşlerdir. Kısacası Fransa ikinci defa bir sığınma ülkesi olmuştur. Ermenistan’ı bu terkediş Ermeni toplumunda bir bölünmeye sebep olmuştur. Diaspora ve Ermenistan’daki Ermeniler biraz daha uzaklaşmiş, siyasi farkliliklar daha da göz önüne çikmiştir. Ermenistan’dakiler daha çok Hınçak ve Ramgavar gibi partilere yakınken (Sovyet yanlısı), diasporada, özellikle Fransa’da, Taşnak partisi sempatizanlari öne çikmiştir (Sovyet karşiti). Bu bölünme diaspora ile Sovyet Ermenistan ilişkilerini germiş, uzun süreli ideolojik bir rekabet ortaya çikmiştir. Bu rekabetin Ermenilerin Türkiye’ye bakış açısı ve Türkiye’ye karşi yürütülen politikalar açisindan önemi büyüktür. 20. Yüzyilin ikinci yarisi boyunca diaspora Ermenileri Türkiye’ye karşi daha ‘şahince’ bir tutum göstermişlerdir. Bu durumda Sovyet Ermenistan’ın politikalarında serbest olmamasının da payı vardır.
Ermenistan’a giden Fransız Ermenileri’nin Fransa’ya dönüşü ile birlikte, Fransiz Ermeni cemaatinin etnik görünümü de degişmeye başlamiştir. 1950’lerin başindan itibaren Filistin ve Dogu Avrupa Ermenileri ve 1975’den sonra Lübnan savaşindan kaçan Ermeniler, Iran Islam devriminden kaçanlar ve Türkiye’deki 1980 askeri darbesinden sonra Fransa’ya göç edenler, ayrıca Fransa’nın göçmen aileleri birleştirme politikasıyla bu ülkeye gelen Ermeniler, Fransız Ermeni cemaati için adeta bir taze kan olmuşlardır. 1980’lerde artık 1915 göçünün yarattığı cemaat değişmiş, genişlemiş ve çeşitlenmiş bir görünüm almıştır.
1988’deki büyük deprem, batıya göçü tekrar canlandırmış ve Sovyet Ermenistan’ının çöküşünden itibaren gene batıya ve özellikle Fransa’ya göç hızlanmıştır. Görüldüğü gibi Fransa Ermenileri tek bir kültür, tek bir coğrafi köken ve hatta tek bir dini inanış göstermemektedirler : « Ermeni kökenli Fransızları ayıran çok büyük farklılıklar vardır... Fransız orta sınıfı içinde erimiş Lübnan, İran, İstanbul kökenli Ermenice konuşan ama aynı zamanda kozmopolit olan Ermeni burjuvazisi... ; işçi sınıfından Türkçe veya Kürtçe konuşan Anadolu Ermenileri ki bunların çoğu muhafazakar Hıristiyan olup, geçmişleriyle ilgileri kalmamıştır ve Arnouville, Alfortville, Issy-les-Moulineaux gibi banliyö şehirlerinin sosyal kontlarında sıkışıp kalmışlardır; Beyrut, Şam, Cezayir gibi önemli Ermeni şehirlerinden gelen ‘eski’ Ermeniler ki bunlar da kimliklerine ve dillerine çok bağlı ve ‘Ermeni davası’nın militanlarıdırlar ». [v]
Bu bölünmüşlük durumunun Türkiye açısından önemli bir sonucuna dikkati çekmek gerekir. Dışardan, daha doğrusu Türkiye’den görünenin aksine, Fransa Ermenileri soydaşlarinin Fransiz toplumu içinde gereginden fazla eridiklerini, kimliklerini kaybettiklerini ve en önemlisi yeterince Ermeni davasina angaje olmadiklarini düşünmektedirler. Aşagi yukari 350 000 Ermeni asilli Fransiz’ın içinde sadece 5 ilâ 20 bininin Ermeniliğe bağlı kaldığını iddia etmektedirler. Fransa Ermenileri’nin yayınladığı süreli yayınlar aracılığıyla 5 ilâ 10 bin Ermeni, Ermenistan, Karabağ ve diaspora ile ilgili haberleri takip etmekte ve sadece çok azı günlük hayatlarında Ermenice’yi kullanmaktadırlar. Ermeni okullarındaki çocukların sayısı toplam 2 000’i geçmemektedir. [vi]
Ermeni cemaatinin ileri gelenlerinin en büyük korkusu genç Fransız Ermenilerinin ‘dava’dan kopması, “soykırım”ı unutması, ve Ermenistan ile ilgilerini kesmesi olarak görünmektedir. Bütün azınlık gruplarının korkulu rüyası olan asimilasyon bu cemaatte de doğal olarak mevcuttur. Bu tehlikeye karşı alınan en önemli önlem, kurumlaşma, propaganda, ve dernekleşme olarak görünmektedir. Gerçekten de Fransız Ermenilerinin sıkı olarak nitelendirilebilecek bir dernek ve yayın ağı olduğunu belirtmek gerekir.
1920’lerden itibaren bütün göçmen gruplarda görüldüğü gibi, Ermeniler de Osmanlı İmparatorluğu’ndaki bütün dernek, siyasal gruplaşma, kilise gibi kurumlarini yeni ülkelerine, yani Fransa’ya taşimişlardir. Kiliselerin yaninda en önemli devamlilik siyasal partilerde görülmektedir. Bu partilerin en önde gelenleri arasinda aşagidakileri sayabiliriz :
- Hinçak Partisi Marksist ve popülisttir. Sovyet Ermeni Cumhuriyeti’nin yanında yer alır, bu yüzden Fransa’daki etkisi kısıtlıdır.
- Taşnak Partisi ya da ‘Ermeni Devrimci Federasyonu’ 1914’den önceki Ermeni faaliyetlerinin önde gelen partilerindendir. 1918-1920 arasında Ermenistan Cumhuriyeti’nin yöneticileri bu partidendirler. Ermenistan’ın sovyetleşmesinden sonra üyelerinin çoğu sürgüne gitmiş ve faaliyetlerini diasporada sürdürmüşlerdir. Bugün de en geniş Ermeni siyasal hareketi Taşnak olarak görülmektedir.
- Ramgavar Partisi ise Ermenilerin liberal burjuva kesimini temsil etmektedir. Daha çok elit ve zengin tabakaya hitap eder. Ermeni Genel Yardımlaşma Birliği isimli kurum bu partiye bağlıdır.
1930’lardan itibaren, bu partilere bağlı olarak, Osmanlı İmparatorluğu’nda bulunan bütün Ermeni teşkilatlari Fransa’ya taşinmiştir. Bu teşkilatlarin ki bir çogu yardimlaşma dernekleridir, Ermeni kimliginin Fransa’da korunmasındaki katkıları yadsınamaz. [vii]
Bu dernek ağında en başarılı olan Taşnak Partisi olarak görülmektedir. Partinin Paris’teki merkezi aynı zamanda birçok derneğin de merkezi durumundadır, bunlardan en önemlileri ‘Nor Seround’ [viii] ve ‘Fransa Ermenileri’nin Mavi Haçı’dır. [ix] Gene bu merkezde ‘Ermeni Kültür Evi’ [x] , Genç Taşnaklar Hareketi (ki Hayastan isimli bir yayin organlari vardir), ‘Ermeni İzcileri’, [xi] gibi teşkilatlanmalar görülebilir.
Siyasi plandaki iki başlilik, dernekler bazinda da görülmektedir. Taşnak Partisi’nin rakibi Hınçak Partisi’nin de etrafında birçok dernek bulunmaktadır. Bu Sovyet yanlısı Parti’nin kuruluşlari, Ermenistan kuruldugundan beri diger derneklere yaklaşmaya başlamişlardir. Bu kuruluşlarin başlicalari ‘Kızıl Haç’ (ki Mavi Haç’ın rakibidir), ‘Fransız Ermeni Gençliği Hareketi’ (Mouvement de la Jeunesse Arménienne de France, J.AF.), ‘JAF yanlısı İzciler Organizasyonu’ (Organisation des Scouts jafistes) olarak belirtilebilir. JAF Fransa’nın kurtuluşu sırasında kurulmuştur, bu dönemde Fransız Komünist hareketinin ne kadar güçlü olduğu göz önünde bulundurulursa Hınçak’ın bu dönemdeki önemi daha iyi anlaşılabilir. 1948’den itibaren Décines, Lyon, Valence, Paris, Alfortville, Sevran gibi şehirlere yayilmiştir. Ancak daha çok Sovyet Ermenistan’ı ile ilgilendiği için diasporada çok büyük bir yankı uyandırmamıştır. Dernek iki bölümden oluşur, daha yaşlıların bulunduğu Fransa Ermenileri Fransız Kültür Birliği (Union Culturelle Française des Arméniens de France) ve daha gençlerin bulunduğu adı geçen JAF. Özellikle 1960’lara kadar bu iki derneğin düzenlediği balolar, tiyatro gösterileri vb. bütün Ermenilere hitap etmekteydi.
Son olarak Ramgavar Partisi’nin etrafındaki dernekleri belirtebiliriz. Elit tabakasının partisi durumunda olan bu partinin en önemli kuruluşu ‘Ermeni Yardımlaşma Genel Birliği’dir (Union Générale Arménienne de Bienfaisance U.G.A.B.). Oldukça eski bir dernek olan bu kuruluş (1906’da Kahire’de kurulmuştur), 1910’lu yıllardan beri Marsilya’da faaliyet göstermektedir. Bütün Avrupa’da 22 000 üyesi vardır ve son derece güçlü bir mali yapıya sahiptir. 1990’larda sermayesinin 700 milyon Frank’a ulaştigi söylenmektedir. Bu servet sayesinde birçok okul ve kültür merkezini de işletmektedir. Ayrica biri Suriye’de diğeri ise ABD’de olmak üzere iki de tatil kampı her yaz bu dernek tarafından düzenlenmektedir. Ermenistan ile ilişkileri oldukça güçlüdür. Ramgavar Partisi’nin görüşüne göre Sovyet Ermenistan’ı Türkiye’ye karşi en büyük güvenceydi, 1989’dan sonra da mali kaynaklarının büyük bir bölümü gene Türkiye’ye karşi güçlü bir Ermenistan’ın yapılandırılması için kullanılmaktadır. Kısacası bu partinin ve etrafındaki derneklerin kaynaklarının büyük bir kısmı Ermenistan’a yönelmekte ve diasporayı ihmal etmektedir. Gene de Fransa’daki 5 şubesiyle (Marsilya, Lyon, Vienne, Valence ve Paris) UGAB Fransa Ermenileri’nin zengin tabakasına hitap eder, Paris’teki Ermeni Etütleri Kütüphanesi (ki 30.000 cilt belge bulunmaktadır) gene bu dernek tarafından işletilmektedir. Ayrıca Raimcy’de bulunan Tebrotzassère Ermeni Okulu, Paris’teki Ermeni Öğrenciler Evi ve Manukyan Kültür Merkezi yine bu derneğe bağlıdır.
Bütün adı geçen siyasi partiler ve bunlara bağlı dernekler Fransız Ermenilerinin sosyal yaşam çevrelerini oluşturmaktadırlar. Aralarında ideolojik ayrılıklar olsa da hepsini birleştiren nokta zaten çok küçük olan bu milletin diasporada kaybolmasını önlemektir. Hepsi, kendi çaplarında, sosyal faaliyetlerin yanında de facto birer propaganda kurumları haline gelmişlerdir. Söylemek istediğimiz bu derneklerin sosyal faaliyeterinin yanında Ermeni cemaatinin Fransa’daki görünürlüğüne de (visibilité) katkısının yadsınamaz olduğudur.
Genç nesillerin bu dernek faaliyetlerine aktif olarak katılmaya devam ettikleri gözlemlenebilir. Ancak bu faaliyetlerin mahiyetinde ve derneklerin doğasında bir değişiklik olduğu da yadsınamaz. Bütün göçmen topluluklardaki gibi, ki bu Fransa’daki Türkler için de geçerlidir, üçüncü ve daha genç nesillere mensup olanlar ‘anavatan’ kavramından uzaklaşıp kendi vatanları olarak gördükleri doğdukları ülkeye odaklanmaktadırlar. Anavatana olan bağlılık sürse de göç kavramı sulanmakta, faaliyetler her geçen gün yaşanılan ülkeye yönelmektedir. Bu durum Fransız Ermenilerinde de görülebilir. Yeni dernek faaliyetleri buna bir örnektir. Fransa’da adı geçen partilere bağlı olmadan çalışan 300’den fazla Ermeni derneği bulunmaktadır. Bu noktada Fransa’da sivil toplum örgütlerinin çok güçlü ve yaygın olduklarını da vurgulamak gerekir. Bu dernek ağı her meslek ve sosyal kategoriyi içine alacak şekilde gelişmiştir. Partilere bağlı derneklere bir tepki olarak doğan bu kuruluşlar kültürel, sosyal ve mesleki faaliyetlerin yanında dolaylı olarak lobicilik aktivitelerine de katkıda bulunmaktadırlar. Yardımlaşma dernekleri, spor klüpleri, dans grupları, kültür dernekleri ve mesleki birlikler bu ağı oluştururlar. İki önemli meslek kuruluşunu belirtmemiz gerek: ‘Fransa Ermeni Doktorlar Birliği’ ve ‘Ermeni Mesleklerarası Grubu’.
Bu listeye eklenmesi gereken birkaç kuruluş daha vardir. 1975-1985 arasi, yani Ermeni teröristler Türkiye karşiti cinayetlerini sürdürürken kurulan ve terörist faaliyetlere destek olma, bu faaliyetlerin lehine kamuoyu oluşturma amacini güden dernekler de göz ardi edilmemelidir. ‘Ermeni Milli Hareketi’ (Mouvement National Arménien, M.N.A), Fransız Ermeni Dayanışması (Solidarité Franco-Arménienne) ve Toprak ve Kültür Derneği (Terre et Culture) bunlardan bazılarıdır. Bu son dernek oldukça geniş bir ağa sahiptir. 1977’de terörizme destek vermek için Ermeni militanlarca kurulan derneğin bugün Fransa’da 250 üyesi bulunmaktadır, ayrıca İsviçre’de, İngiltere’de, Arjantin’de, Ermenistan’da ve ABD’de şubeleri vardir. 1991’den beri bu dernekler Union Internationale des Organisations Terre et Culture (UIOTC) isimli bir federasyonda birleşmişlerdir. Siyasi partilerden bagimsiz olan bu dernek, 1990’larda ‘Ermenistan’a dönüş’ için çalışmaktadır.
7 Aralık 1988’de Ermenistan’da yaşanan büyük deprem yeni apolitik inisiyatiflerin dogmasina vesile olmuştur, bütün diaspora, özellikle Fransiz Ermenileri, 530 000 evsiz Ermeni’ye yardım için çeşitli organizasyonlar yapmış, dernekler kurmuşlardır. Bu olay diaspora Ermenileri’nin ‘yeniden uyanışları’ olarak nitelendirilmektedir. Fransa’da yardım için bir düzine dernek harekete geçmiştir, bunlar içinde ‘Croix Bleu des Arméniens de France’ gibi eski dernekler olduğu gibi, ‘Aznavour Pour L’Arménie’, ‘SOS Arménie’ gibi yeni kurulan dernekler de vardır. Özellikle sanatçı Charles Aznavour’un önderliğinde kurulan ‘Aznavour pour L’Arménie’ 1989’dan beri son derece faal bir şekilde çalişmiş ve Fransiz kamuoyunda Ermenistan’a karşi bir sempatinin uyanmasinda büyük rol oynamiştir.
Fransiz Ermenilerinin hayatinda Ermenistan’la ilgili son 15 yılda önemli gelişmeler olmuştur. 1988 depremi, 23 Eylül 1991’de bağımsız Ermenistan’ın ilanı ve Azerbaycan ile yaşanan Dağlık Karabağ sorunu bunların arasında sayılabilir. Ermenistan’ın kuruluşu Fransız Ermenilerinde yeni bir bölünmeye yol açmıştır. Bir kısmı Ermenistan’ın yaşamak için komşusu Türkiye ile yakınlaşması gerektiğini düşünüp, bir Realpolitik duruşu savunurken, diğer bir kısım ne olursa olsun Türkiye ile hiçbir şekilde ilişkiyi onaylamamakta, ve Ermenilerin milli davası olan “soykırım”ın tanınmasını her türlü yakınlaşmaya önkoşul olarak görmektedir.
Ermenistan’ın siyasi geleceği ile ilgili bölünmeyi önlemek için 1991’de Paris’te ‘Ermeni Dernekleri Forumu’ isimli bir kuruluş meydana getirilmiştir. [xii] Amaç kilise, siyasi partiler ve bu partilerin etrafindaki eski derneklerin artik cevap veremedigi Fransiz Ermenilerini canlandirmaktir. Günümüzde 1988 depreminden sonra kurulmuş 60 kadar Ermeni dernegi bu foruma üyedir. Forumun kuruluşunda üç ana amaç güdülmektedir. Birincisi Fransiz Ermeni toplulugunu resmi olarak temsil edecek bir kurum yaratmak olarak tanimlanabilir. Gerçekten de Fransiz siyasal sistemi Türk siyasal sistemine benzer bir şekilde cemaatler üzerine degil kişiler üzerine kurulmuş oldugu için bugüne kadar Ermeni toplumunu resmi olarak temsil eden bir kurum olamamiştir. Ancak 1990’lardan itibaren Fransa’daki çeşitli gruplar, ki bunlarin başinda Cezayir, Tunus, Türkiye gibi ülkelerden gelen göçmen gruplari bulunmaktadir, bu tip cemaatleşme imkanini bulmuşlardir. Ayni örnegi takip ederek Fransiz Ermenileri de bu Forumla cemaatleşme cabasi içinde görülmektedirler. Bu çabalarin lobicilik faaliyetlerini güçlendirecegi açiktir. Bu güçlenmenin en büyük kaniti Fransiz Parlamentosu’ndan geçen “Ermeni Soykırımı” Kanunu’dur. Kısa bir gelecekte bu forumun ABD’deki National Assembly of Armenians kadar güçleneceği düşünülebilir. Bu açıdan bakıldığında Forumun ‘Ermeni Davası’na, “soykırım”ın tanınması, Ermenistan Fransa ilişkileri gibi konularda Fransa’da güç kattığı söylenebilir. [xiii] Forumun ikinci amacı Fransa Ermeniliği’ni sürdürebilmektir. [xiv] Hakikaten de Türkiye’den görüldüğünün aksine Fransa Ermenileri’nin en büyük korkularından biri asimilasyondur. Bu asimilasyon Ermeni ileri gelenlerinin gözünde ‘dava’nın terk edilmesi anlamına gelmektedir. Bu yüzden de Ermeniliği koruyacak her türlü çalışma takdir toplamaktadır. Gene Ermeni entelektüellerinin gözünde Fransa’da ünlü olmuş bir Ermeni asilli Fransiz’ın hayattaki amaçlarından biri ‘Ermeni Davası’na faydalı olmak olmalıdır. Les Nouvelles D’Arménie isimli dergide yapılan bütün röportajlar bu konu üzerinde dönmekte, Ermeni olduğunu açık ve net bir şekilde ilan etmeyenler kötü gözle görülmektedir. Mesela asıl ismini kullanmayan Ermeni asıllı ünlü Fransız sinema yönetmeni Henry Verneuil’ün Ermeniler’in Osmanı İmparatorluğu’ndan Marsilya’ya göçünü konu eden Mayrig isimli filmini cemaatin baskısıyla çektiği bilinen bir gerçektir. Bu açıdan bakıldığında Ermeni ileri gelenlerinin gözünde Fransız Ermenileri’nin görevi iki tanedir: birincisi asimile olmamak, yani kendi Ermeniliğini korumak diğeri de ‘davayı’ Fransız kamuoyuna mümkün olduğu kadar maletmek.
Son olarak bu forumun amaçları arasında Fransız Ermeni cemaatiyle Ermenistan arasında köprü olmak vardır. Çeşitli hayır faaliyetleri Ermenistan’da bu forum tarafından organize edilmekte, bağların gevşemesine izin verilmemeye çalışılmaktadır.
Bütün bu amaçların önünde, bu forumun baş amacının Ermeni cemaatini birlik olarak tutmak olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bunun için forumun cemaatin güvenini kazanması gerekmektedir. Ne de olsa partilere bağlı dernekler köklü ve tarihi kuruluşlardır, bu durumda onların üzerine çıkmak zor olmaktadır. Bu güveni kazanıp cemaat içinde ve Fransız kamuoyunda inanılır olmanın tek yolu medyatik olmak gibi görünmektedir. İşte bu yüzden de kurulduğundan beri Forum birçok konuda medyada ses getirecek lobicilik faaliyetleri yürütmüştür, Amerikalı tarihçi Bernard Lewis’in Le Monde gazetesinde yazdığı ve “soykırım”ı reddeden yazısı üzerine açılan davaya Forum müdahil olarak katılmış, ve Lewis aleyhine bir kamuoyu yaratarak, tarihçinin mahkum olmasında önemli katkısı olmuştur. [xv] Gene ünlü Fransız tarihçi Gilles Veinstein’ın Collège de France’da kurulacak Türk ve Osmanlı Çalışmaları Kürsüsü’ne seçilmesi söz konusu olduğunda, bu tarihçinin 1995’de yazdığı “Ermeni soykırımı”nın kesin olmadığı yönündeki yazısı tekrar çıkarılmış ve kendisine karşı büyük bir kampanya Forum tarafından organize edilmiştir. Bütün çabalara karşın bugün Gilles Veinstein bu kürsünün başındadır. Ancak bu olayda önemli olan, Le Monde, Libération gibi önemli gazetelerin konuya eğilmeleri ve Ermeni tezlerinin kamuoyunda yankılanmasını sağlamalarıdır. Bu açıdan bakıldığında Forum, Ermeni cemaatinin güvenini kazanmış, onu resmî olarak temsil etmeye aday olmuş görünmektedir. Kaldı ki, Fransız Parlamentosu’nda kabul edilen, “Ermeni soykırımı”nı tanıyan yasada da Forumun propagandası önemli rol oynamıştır. [xvi] Bu propagandayı tek parça (monolithique), kemikleşmiş ve tamamen rasyonel olarak görmek yanlış olur. Şimdi bu konuyu incelemeye çalışacağız.

Lobicilik ve Propaganda

İlk önce bu iki kavramı tarif etmemiz gerekmektedir. Anglosakson ülkelerde pozitif bir kavram, olarak kabul gören lobicilik Latin siyaset kültüründe (ki buna Türkiye’yi de katabiliriz) tam aksine negatif olarak nitelendirilmektedir. Her devirde ve her toplumda baskı grupları, çıkar grupları ya da güç grupları olarak nitelendirebileceğimiz topluluklar olmuştur ve olacaktır. Mesleki, siyasi, etnik, dinsel veya coğrafi gruplaşmalar bu baskı gruplarına en iyi örnekleri teşkil ederler. Hatta daha ileri giderek sanayileşme sonrası batı toplumlarında zevk ve boş zamanları değerlendirme açısından bir araya gelenlerin siyasi baskı grubu oluşturdukları görünebilir, bu duruma en iyi örnek Fransa’daki çok güçlü avcılar lobisidir. Gene de lobicilik deyince akla ekonomik çıkar grupları ve etnik gruplar gelmektedir. Bu konuda yeni parametre Avrupa Birliği’dir, çünkü Avrupa Birliği’nin gerektirdiği entegrasyon egemenlik kavramını merkezi devletten üç ayrı güç odağına kademeli olarak geçmesini öngörmektedir. Bunlar da supranasyonal olarak nitelendirilen Avrupa Komisyonu, intranasyonal olarak nitelendirilen üye ülkeler içindeki bölgesel yönetimler ve toprak kavramından bağımsız olarak sivil toplumdur. [xvii] Bu durumda Avrupa Birliği ülkelerinin tümünde lobiciliğin güçlenmesi kaçınılmazdır.



Bu güne kadar siyaset kültürlerinde bireyleri cemaatlerden üstün tutan Fransa gibi ülkelerde bile bölgesel ve etnik cemaatleşme artık kabul görmeye başlamış görünmektedir. Bölgesel cemaatleşmeye Korsika, Alsace ve Bretagne en iyi örnekleri teşkil edebilirler. Yine aynı ülkede etnik ve dinsel cemaatleşme de sancılı da olsa kabul görmeye başlamıştır. Müslüman göçmenlerin kurumlaşmasına göz yumulmakta, hatta bu kurumlaşma cesaretlendirilmektedir. Bu çerçevede ABD’de olduğu gibi Fransa’da da bir kurumlaşmiş Ermeni lobisinin gitgide güçlenecegini öngörmek zor degildir. Daha önemlisi Fransiz kamuoyunun bu faaliyetleri her geçen gün daha çok kabul etmesi ve normal olarak görmesidir. [xviii] Işte bu durumda Fransa’daki Ermeni toplumunun bazı kesimlerinin üzerlerine görev olarak aldıkları Türkiye aleyhine ve Türkiye’nin “soykırım”ı tanıması yönünde propaganda kamuoyunda yankı bulmaktadır.
Bu aşamada propagandadan ne anladığımızı da belirtmek gerekir. Kısaca ‘propaganda’yı kamuoyu oluşturma olarak tanımlayabiliriz. Çeşitli tarifler arasında siyasi açıdan en genişi şudur:
‘Bir memleketin iç ve dış politikasına dair herhangi bir davanın kazanılmasında rolü ve yardımı olan şahıslar, zümreler ve kitlelere tesir yapabilecek faaliyetlere propaganda denir’. [xix] Bu tarif konumuz olan propaganda çeşidine uymaktadir. Propagandanin amacina gelince Osman Özsoy’un tarifi şöyledir: ‘Fertlerin kabule zorunlu olmadıkları bir düşünceyi, istekleriyle kabule, yapmaya zorlanamayacakları bir hareketi istekleriyle yapmaya yöneltmektir’. [xx] Konumuz açısından bu tarifin eksik olduğunu düşünüyorum. Son analizde, prensipte fertlerin hiçbir fikri kabule zorunlu olmadıklarını varsayarsak, bu tarifle her açıklanan düşünceyi propaganda olarak nitelendirmemiz gerekir ki bu da abartılı olur. Kaldı ki Ermeni propagandasının amacı fertleri değil toplumu ve toplum aracılığıyla siyasi erki etkilemektir. Bu spesifik propagandada fertleri etkilemek amaç değil ancak araç olarak görülebilir.
Bu düşünceler bizi spesifik olarak Fransa Ermeni cemaatinin propagandasına getirdi. Bu propagandanın iç içe geçmiş iki amacı olduğunu söyleyebiliriz. Birincisi her ne yolla olursa olsun, Fransa’nın Türkiye devletine “1915 Ermeni soykırımı”nı tanıması yolunda baskı yapmasını sağlamaktır. Bu amaç birkaç etaplı bir faaliyet planı gerektirmektedir. Birinci etap Fransız kamuoyunu “soykırım”ı gerçek ve tarihî bir olay olduğuna ikna etmektir, ikinci etap aynı kamuoyunun Fransız Parlamentosu’na, Senato’suna, Hükümeti’ne, Fransız Şehirlerinin Belediye Meclisleri’ne, kısacası devletin bütün organlarına baskı yapmasını sağlamaktır. Üçüncü etap adı geçen organların resmî olarak “soykırım”ı tanımaları ve bu yolla onu bir tez halinden meşru bir tarihî gerçeğe çevirmeleridir. Bilindiği gibi bu üç etap Fransa’da hemen hemen tamamen gerçekleştirilmiş durumdadir. Bundan sonrasi etaplar Türkiye’ye yöneliktir. Amaç Fransa’nın Türkiye’ye siyasî, ekonomik ve psikolojik baskı yapması ve Türkiye devletinin 1915’olaylarının bir “soykırım” olduğunu tanımasını sağlamaktır. Fransız Ermenileri’nin büyük bir çoğunluğu için son amaç bu gibi görünmektedir. Ancak propagandaya hakim çevrelerin (Ermeni politikacılar, gazeteciler, dernek ileri gelenleri vs.) daha ilerki etapları da hesap ettikleri görünen bir gerçektir. Bu etaplar tanınmadan sonra Türkiye’den tazminat talebi ve en nihayet Ermeni literatüründe ‘Batı Ermenistan’ olarak nitelendirilen Kars bölgesinin Türkiye’den kopartılıp Ermenistan’a dahil edilmesi olarak basite indirgenebilir. [xxi] Elbette bu etaplar ütopyadan ileri geçmemektedir.
İkinci amaç daha soyut olarak karşımıza çıkmaktadır, Fransa Ermenileri’nin propaganda çalışmaları Türkiye’ye karşi kamuoyu yaratmayi genele yaymiş durumdadir. Yani Türkiye’yi ilgilendiren her konuda Ermeniler Türkiye’yi haksız gösterme çabasındadırlar. Bu konunun Ermenilerle ilgili olup olmaması bir önem taşımamaktadır. Amaç ilkel, antidemokratik, vahşi bir Türk devleti ve bazen de, ki bu en kötüsüdür, bir Türk milleti imajını Fransa’da yaymaktır. Les Nouvelles d’Arménie isimli aylık dergide Türkiye’nin haksız olduğu iddia edilen şu konularda makaleleri bulduk: [xxii]
Türkiye ve komşularıyla ilişkileri: doğal olarak Ermenistan’ın da bulunduğu bölgedeki ikili ilişkiler dergide önemli bir yer tutmaktadır. Ancak ilginç olanı Türkiye’nin bölgede yalnız, izole ve bütün komşularıyla kötü ve düşmanca ilişkiler içinde olduğu intibasını uyandırmak isteğidir. Savunulmak istenen tez açıkça Türkiye Devleti’nin uzlaşmaz, irrédentiste, ve saldirgan oldugudur. [xxiii] Türkiye’nin Yunanistan, [xxiv] Kıbrıs, [xxv] Bulgaristan, Gürcistan, hatta İran ve Irak ve Suriye ve a fortiori Ermenistan ile olan ilişkilerinde ‘haklı’ taraf daima Türkiye’nin karşisindaki taraftir. Bu ilişkilerden en çok yer tutani elbette Türkiye ve Azerbaycan ilişkişleridir. Iki ülke tekmiş gibi gösterilmekte [xxvi] Ermenistan’ın ekonomik ve siyasi sorunlarından mesul gösterilmektedir. (Karabağ sorunu, Türkiye sınırının kapalı olması, ambargo, vs.)
Türkiye Avrupa Birliği ilişkileri: bu konuda makaleler, röpartajlar, araştırma yazıları sayısız denecek kadar çok karşımıza çıkmaktadır. Genel olarak yayılmak istenen tez Türkiye’nin Avrupa Birliğine ‘layık’ olmadığıdır. Yeterince demokratik olmadığı, ekonomisinin zayıf olduğu, insan hakları ihlallerinin olduğu en sık tekrarlanan tezlerdir. [xxvii] Ama elbette Türkiye AB yakınlaşmasının en önemli önkoşulu “soykırım”ı tanımak olarak gösterilmektedir. Derginin makalelerinden edinilen intiba, eğer bu tanınma yapılırsa diğer negatif kavramların bir anda silineceği yolundadır. Dergiye göre Türkiye’deki insan hakları sorunları, demokrasi eksikliği gibi problemlerin kökünde “soykırım”ı tanımamak gelmektedir. Bu çerçevede Türkiye AB ilişkilerindeki bütün sorunlar alkışlanmakta, [xxviii] ve bütün yakınlaşmalar son derece eleştirilmektedir. [xxix]
Gene Türkiye aleyhine yazıların son derece sık olarak bulunduğu bir konu Kürt sorunudur. Bu onlarca makalede verilmek istenen fikir, Kürtlerle Ermenilerin «Türkler tarafından ezilmiş birer millet olarak» bir nevi kader birliği içinde bulunduklarıdır. [xxx] Türkiye Kürtleri’ne geniş destegin ötesinde PKK’ya ve Abdullah Öcalan’a verilen yer çarpıcıdır. Özellikle Öcalan’ın mahkemesinden sonra dergi yargının taraflı olduğu, PKK şefinin kötü koşullarda tutulduğu gibi konulara geniş bir yer ayırmıştır. [xxxi] Bu konuda en önemli sonuç Türkiye’nin Kürt sorununun çözülmesi için yapması gereken ilk şeyin “soykırım”ı tanıması gerektiği tezidir. Dergiye göre Ankara’nın Güney Doğu politikası 1915’in bir devamından ibarettir. Bütün makale ve röportajların okunmasından sonra geriye kalan intiba, Türklerin Kürtlere kötü davranmasının « normal » olduğudur. Bu manichéen yaklaşım diğer azınlık konularında da kendini göstermektedir. [xxxii] İlginç olan nokta derginin Türkiye Ermenileri konusunda son derece sessiz görünmesidir. Anlaşılan Fransa Ermenileri Türkiye Ermeni azınlığını yeterince angaje bulmamakta, azınlığın “soykırım”ın tanınması için çaba göstermemesine, Ankara’nın yanında bir tavır koymasına içerlemektedir. Türkiye Ermeni Azınlığı ile ilgili tek tük yazılar daha çok dini konulardadır. [xxxiii] Oysa bu azınlığın çeşitli sorunları olduğu bilinmekle beraber, örneğin vakıf malları gibi, bu konularda hemen hemen hiç makale bulunmamaktadır. Fransa Ermenileri’ne göre diasporanın en pasif kısmını Türkiye Ermenileri oluşturmaktadır.
Türkiye’nin ekonomik sorunları hakkında da sık sık yazılar görmekteyiz. Son analizde bu yazılardan çıkan sonuç Türkiye’nin bir mafya ülkesi olduğu, bir ‘muz cumhuriyeti’ konumunda bulunduğu ve bu ekonomik sorunların gene ‘normal’ olduğudur. Gene dergiye göre bu problemler her halukarda Türkiye’nin bir Avrupa Devleti olmadığını göstermektedirler. Çelişkili olarak, aynı dergi Türkiye’yi büyük ve komplocu bir bölgesel güç olarak göstermekten çekinmemektedir. Etnik merkezci (ethnocentrique) bir bakış açısıyla Türkiye’nin bölgedeki her girişimi Ermenistan’a karşi yapilmiş olarak gösterilmektedir. [xxxiv]
Ana hatlariyla verdigimiz bu Türkiye ile ilgili haberler ve yorumlar listesine son olarak Türkiye’nin iç politikasıyla ilgili olanları da eklemek gerek. Burada önemli olan nokta şudur: bu iç politikayla ilgili yazılar Ermenistan iç politikasıyla ilgili olanlardan az olsa da paradoksal olarak Fransa iç politikasıyla ilgili olanlardan kat be kat fazladır. Öyleki derginin yazarlarının siyasal hayatı Ermenistan ve Türkiye etrafında dönmektedir. Fransa iç politikasına ait haber ve yorumlar sadece ve sadece Türkiye ve Ermenistan’a yönelik ve daha önemlisi “soykırım”a yönelik yazılar halinde yer almaktadır. Aşısı sağ dışında siyasi yelpazenin her kesiminden politikacıyla röportajlar yapılmakta ancak sorular sadece “soykırım” etrafında dönmektedir. Gene de “soykırım”ın Fransa tarafından tanınmasına yaklaşımından dolayı Sosyalist Parti’ye biraz daha az sempati duyulduğu hissedilmektedir. [xxxv] Bu konuya daha sonra geleceğiz.
Son on yılda Fransa Ermeni cemaatinin Türkiye’ye karşi (kelimenin her anlamiyla) yürüttügü propagandaya iki yeni parametre eklenmiştir. Bunlardan birincisi daha önce de kisaca degindigimiz Avrupa Birligi’nin önemli bir siyasi aktör olarak ortaya çıkmasıdır. Sancılı hatta chaotique de olsa son on yılda Türkiye A.B. ilişkilerinin sıklaştığı yadsınamaz, daha doğrusu bu son on yılda A.B.’ye entegrasyon Türkiye’nin ‘Devlet Politikası’ haline gelmiştir. Bu durumda Fransiz Ermenileri Türkiye’ye karşi yeni bir koz elde ettiklerini düşünmektedirler. Avrupa Birligi yeni ve Fransa’dan daha güçlü bir baskı organı olarak görülmektedir. Bu yüzden de hem Brüksel’e doğru (Avrupa Komisyonu) hem de Strazburg’a doğru (Avrupa Parlamentosu) yoğun bir baskı başlamıştır. Bu baskının amacı Komisyon’un ve Parlamento’nun Türkiye’nin adaylığına vazgeçilmez önkoşul olarak “soykırım”ı tanımasını koymasını sağlamaktır. Avrupa Parlamentosu’nun kabul ettiği son raporla bu lobicilik kısmen amacına ulaşmıştır, ancak Parlamento’nun gücü ve yetkileri Brüksel’e nazaran son derece düşük oldugundan bu baskilar devam etmektedir.
Ikinci parametre daha da karmaşik olarak karşimiza çikmakta : bagimsiz Ermenistan. Ilk önce şunu belirtmek gerekir: ne olursa olsun Fransa Ermenileri bagimsiz bir ‘Anavatan’a sahip olmaktan gurur duymaktadırlar. Özellikle Sovyet Ermenistanı’na soğuk bakan çevreler Anavatan mitosunu yeniden bulmanın sevinci içinde Ermenistan’a sarılmış görünmektedirler. Elbette Ermenistan içindeki siyasal rekabetler, oradaki kadar keskin olmasa da Fransa’da da vardır. Yukarıda saydığımız siyasal oluşumlar Fransa’da da kısmen bir bölünmeye yol açmaktadır, ancak son analizde Ermenistan’ın varolmasından rahatsız olan kimse yok gibidir. Ermenistan konusunda en önemli nokta diasporanın, özellikle kendini ‘gerçek ve saf Ermeni’ olarak kabul eden Fransa Ermenileri’nin Ermenistan politikasında söz sahibi hatta biraz da güç sahibi olmak istemeleridir. [xxxvi] Ermenistan’daki aksak demokrasi rahatça eleştirilmekte, hükümetlerin diasporayla daha yakindan ilgilenmesini istemekte, mafyalaşma endişeyle karşilanmaktadir. Ermenistan hakkinda Fransiz Ermenileri’ni en çok üzen iki nokta Ermenistan’ın her geçen gün biraz daha boşalması [xxxvii] ve Ermeni hükümetlerinin “soykırım”ı yeterince savunmamalarıdır. Birinci konuda, göç nedeniyle giderek ağırlaşan bu kanamanın her ne yolla olursa olsun durdurulması gerektiğine herkesin hemfikir olduğunu söyleyebiliriz. Elbette Ermeni yayın organları 1991’den sonra Fransa’dan gidip Ermenistan’a yerleşenleri birer kahraman olarak tanitmakta ve ‘tekrar vatana dönüşü cesaretlendirmektedirler, ancak bu yazilardan da anlaşildigi gibi bu tip tersine göç vakalari son derece marjinaldir. [xxxviii] Cesaretlendirilen başka bir konu da Ermenistan’dan göçü önlemek için bol maddi yardım kampanyalarıdır. Bir yardım konseri, yardım gecesi, müzayede veya yardım çağrısı olmayan bir ay yok gibidir. Elbette bu kadar çok yardım kampanyası Ermenistan’ın çok fakir ve yaşanması zor bir ülke olduğu imajını körüklemekte ve yerleşmek isteyenlerin cesaretini kırmaktadır. Şunu da belirtmek gerekir ki artık dördüncü nesile ulaşmakta olan bir diasporanın tekrar Anavatan’a yerleşmesi oldukça zor görünmektedir. Kaldi ki Fransa gibi sanayi ötesi çagi yaşayan bir ülkeden Ermenistan’ın zor şartlarına gitmek kolay iş değildir. Fransız Ermenileri’ne göre göçün ana sebebi ekonomi ve bu durumun sorumlusu da Ermenistan’a ambargo uygulayan Türkiye ve Azerbaycan’dır. Bu durumda dolaylı olarak, ülkenin boşalmasının sebebi de Türkiye olarak gösterilir. Doğal olarak Fransız Ermeni Toplumu Ermenistan’a Fransa gözlüğü ile bakmakta, ekonomik sorunların dışında siyasi, jeostratejik ve konjonktürel sorunların da olduğunu göz ardı etmektedir.
Ermeni toplumunu, en azından bir kısmını, endişelendiren diğer konu Ermenistan’ın “soykırım”ın Türkiye tarafından tanınmasına yapılan baskıda diasporaya nazaran isteksiz ve pasif görünmesidir. Diaspora Ermenistan Devletini ekonomik ve siyasi çıkarlar uğruna soykırım politikasını sulandırmakla suçlamaktadır. ‘Davanın herşeyin önünde tutulmasını istemekte ve tanınma olmadan Türkiye ile herhangi bir ilişkiyi hoş görmemektedir. Mesela son iki yıldır çalışmaya çalışan (!) Türkiye-Ermenistan Barışma Konseyi’ne hiç de iyi bir gözle bakılmadığı açıktır. [xxxix] Bu konseyin Türk üyelerinin Ermenistan’ı ekonomik vaatlerle aldattığı ve asıl konu olan “soykırım”dan uzaklaştirdigi düşünülmektedir. Bu açidan bakildiginda Fransa Ermeni Toplumu ileri gelenlerinin zor bir durumda olduklarini kabul etmek gerekir. Cemaat yaşami “soykırım” ve onun anılması üzerine on yıllardır kurulmuşken, Türkiye’nin komşusu bir Ermenistan’ın doğuşu daha önce son derece kolay olan tavırları zorlaştırmıştır. “Soykırım”dan ve bunu çevreleyen toplum yaşamindan vazgeçmek imkansizken, kendini Ermenistan’ın bugünkü çıkarlarına dahi ters düşmek zorunda hissetmektedir. Bu da bir kimlik krizine yol açmakta diaspora ‘diasporaca’ düşünmekten ve davranmaktan vazgeçememektedir.

Lobiciligin ve propagandanin amaçlarini kisaca irdeledikten sonra, araçlar üzerine de bir kaç bilgi vermek gerek. Daha önce de belirttigimiz gibi üzerinde düşündügümüz propagandanin üç adresi vardir:
Fransa Ermenileri (Asimilasyonu önlemek, Ermeniligi korumak, Türkiye’ye karşi yeni nesiller yetiştirmek.)
Fransizlar (Türkiye aleyhine kamuoyu oluşturmak, Türkiye’yi antipatik göstermek, “soykırım”ın varlığına inandırmak.)
Fransa devleti (Türkiye ile iyi ilişkilere girmemek, Türkiye AB ilişkilerinde Türkiye aleyhine tavır alınmasını sağlamak, Ermenistan’la iyi ilişkiler kurulmasini saglamak, “soykırım”ı tanımak ve Türkiye’nin tanıması için siyasi baskı yapılmasını sağlamak.)
Bu üç değişik adrese üç değişik araçla hitab edilmekte olduğunu görüyoruz. Fransa Ermeni Cemaatine direk hitap süreli yayınlardan geçmektedir. Günümüzde Fransa’da Ermenilerce okunan 3 aylık dergi (les Nouvelles d'Arménie, France-Arménie, Azad Magazine), iki haftalık dergi (Achkhar, Lettre de l’UGAB) ve iki de günlük gazete bulunmaktadır (Gamk ve Haratch). Dergiler Fransızca veya Fransızca/Ermenice, gazeteler ise Ermenice yayınlanmaktadırlar. Bütün bu yayınlar, aralarında ideoloji ve strateji farklılıkları olsa da Fransa Ermeniliği’ni korumayı amaçlamakta ve kendi çerçevelerinde ‘dava’ya hizmet ettiklerini savunmaktadırlar. Ama bu yayınlardan çok sözlü ve aile içi ‘eğitimin’ yeni nesillerin Ermeni karakterlerini korumalarını sağladıkları ve ‘dava’ya yeni neferler yetişdirdiklerini savunabiliriz. [xl] Les Nouvelles d’Arménie dergisinde her ay ünlü bir Ermeni asıllı Fransızla röportaj bulunur. Röportaj yapılan kişinin faaliyetleri kısaca geçildikten sonra bütün sorular bu kişinin ne kadar angaje olduğu, Ermeniliği’ni nasıl yaşadığı, “soykırım” için ne yaptığı gibi konular etrafında dönmektedir. Ermeniliğe uzak olduklarını, herşeyden önce Fransız olduklarını belirtenler ince bir dille eleştirilmekte, onlara bir çeşit Ermenilik dersi verilmektedir. Başarılı Ermeniler tanıtılarak yeni nesillere hem Fransız, hem Ermeni hem de ünlü ve başarılı olunulabileceği aşılanmakta, ‘dava’ya hizmet etmemenin son derece ayıp birşey olduğu mesajı işlenmektedir.
Genel olarak Fransız kamuoyuna mesajlar ülkesel basın aracılığıyla yapılmaktadır, Le Monde, Libération, Le Figaro, hatta Le Canard Enchainé gibi kamuoyunda son derece etkili gazetelerde, ülkesel ve bölgesel televizyonlarda, radyolarda sık sık “Ermeni soykırımı”nı tanıtan yayınlar yapılmakta, konferanslar, kolokyumlar düzenlenmekte, broşürler, kitaplar basılmakta, konulu veya genel dergilerde makaleler basılmaktadır. Bunun dışında onlarca Fransızca kişisel veya kurumsal İnternet sitesi dünyanın her yerinden takip edilebilmekte ve bu sitelerde en büyük yeri “soykırım” iddiaları tutmaktadır. [xli] Bütün bu medya organlarını kullanmanın bir sonucu olarak Les Nouvelles D’Arménie isimli derginin yaptırdığı bir anketin gösterdiği sonuçlar şaşırtıcı olmamalıdır. Bu anketin Türkiye için önem taşıyan sonuçları şunlardır: [xlii]
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Soru 1 :
« Ermeni soykırımı’nı, yani 1915’de Türkiye’de Ermeni nüfusa karşi yapilan kiyimlari biliyor musunuz veya bundan bahsedildigini daha önce duydunuz mu ? »

69% Evet, 31% Hayir

Soru 2 :

« Türkiye Devleti’nin resmi olarak Ermenilerin maruz kaldığı bu soykırım’ı hiçbir zaman tanımadığını biliyor musunuz ? »

49 % Evet, 51 % Hayır

Soru 3 :
« Sizce Fransız otoriteleri bugün [xliii] Ermenilerin maruz kaldığı bu soykırım’ı resmi olarak tanımalı mıdır ? »

75 % Evet, 14 % Hayır, 11 % Fikri yok

« Bildiğiniz gibi 1939 ve 1945 yılları arasında yapılan Yahudi soykırımı’nı reddeden açıklamalar yapmak Fransız yasalarına göre suçtur. Sizce 1915 Ermeni soykırım’ı için de aynı şekilde olmalı mıdır ? »

79 % Evet, 13 % Hayır, 11 % fikri yok

Sorulara verilen cevaplardan açıkça görüldüğü gibi Fransız kamuoyu soykırım’ın bir gerçek olduğuna (tam olarak ne olduğunu bilmese bile, ama bunun hiçbir önemi yoktur) inanmış durumdadır. [xliv] Zaten Fransa’nın bunu bir yasayla tanıması da bunun dolaylı bir kanıtıdır, bu tanıma sadece seçim ve oy hesaplarıyla açıklanamaz. Ancak unutulmaması gereken unsur, kamuoyu kavramının hiçbir zaman kemikleşmiş olmadığıdır. Kamuoyu devamlı bir devinim içinde olup kamuoyu yoklamaları sadece ve sadece o anki düşüncelerin fotoğrafını çeker. Bu durumda Fransız halkının sonsuza dek ‘Türkiye’ye karşi’ bir tutum içinde kalacağını düşünmek yanlış olduğu gibi tehlikelidir de.
Bu anketteki son soruya dikkati çekmek istiyorum. Hakikaten de Ermeni soykırımı’nın Fransız Parlamentosu ve Senatosunda resmi olarak tanınmasından sonra Fransız Ermenileri’nin yeni propaganda çalışmaları soykırım’ı reddedenlerin yasayla cezalandırılmalarını sağlamak üzere yoğunlaşmıştır. [xlv] Bilindiği gibi Fransa’da Yahudi soykırımını açıkça reddetmek hatta bu soykırımı rölativize eden makale, kitap, bilimsel çalışma yapmak Gayssot kanunuyla [xlvi] cezalandırılmaktadır. Ermeni lobisinin Fransa’daki yeni amacı bu güne kadar sadece Yahudilere uygulanan katliamı reddetmeyi kapsayan bu yasanın çerçevesini genişletmek ve “Ermeni soykırımı”na da uygulanır hale getirmektir. Tarihçi Bernard Lewis’e açılan davada, [xlvii] gene tarihçi Gilles Veinstein’a karşi yapilan propagandada [xlviii] amaç bu yönde bir ilk, bir jurisprudence, oluşturmak gibi görünmektedir. Bu gerçekleştirildigi takdirde, en azindan Fransa’da, Tükiye’nin on yıllardır savunduğu ‘Tarih’in tarihçilere bırakılması’ tezi tamamen kadük hale gelecek, “soykırım” kavramı tarih çerçevesinden siyaset çerçevesine geçişini tamamladıktan sonra daha da katı olan hukuk çerçevesine geçecektir. Söylemek istediğim, Fransa devletinin “soykırım”ı tanımasıyla Ermeni Lobiciliğinin bitmediğidir.
Son olarak propagandanın adresi Fransız yönetim ve Devlet mekanizmasıdır. Les Nouvelles d’Arménie dergisinde yer alan politikacı röportajları Ermeni cemaatinin her ne partiden olursa olsun, Fransız iç politikası hakkında pozisyonu ne olursa olsun, bütün siyasi erk sahibi kişi ve kurumların ‘dava’ hakkında görüşlerinin alındığı hatta daha ileri gidilerek bu kişilerin angaje olması için bir nevi baskı yapıldığı açıkça görülmektedir. Belediye Başkanları, Milletvekilleri, Bakanlar, seçimlere aday olanlar, sendikacılar, Dernek Başkanları vb. Ermeniler, Ermeni “soykırımı”, Ermenistan ve Fransa-Türkiye ilişkileri konusunda sorulara tabi tutulmakta, bu konular hakkinda hiç düşünmemiş olsalar da röportaj esnasinda kendilerini Türkiye aleyhinde pozisyon almak zorunda hissetmektedirler. Bu baskiya direndikleri takdirde ‘gazetecinin’ soruları sertleşmekte, soru olmaktan çıkıp bir ahlak dersi haline gelmekte, röportaj yapılan politikacı kendini defansif bir durumda bulmaktadır. 1994’den 2001’e kadar adı geçen dergide yer alan yazıların niceliği ve niteliği, Fransız politikacılarının ne kadar çok önemsendiğini gösterebilir: [xlix]

Ségolène Royale, Deux-Sèvres milletvekili, eski Sosyalist Bakan [l]
Lionel Jospin, Cumhurbaşkanlığı seçimine sosyalist aday [li]
Edouard Balladur, Cumhurbaşkanlığı seçimine sağ aday [lii]
Michel Barnier, Avrupa İşleri Bakanı [liii]
François Mitterrand, Cumuhurbaşkanı [liv]
François Rochebloine, Fransa Parlamentosu’nda Fransa Ermenistan Dostluk Grubu Başkani [lv]
Patrick Devedjian, Antony Belediye Başkani ve Milletvekili [lvi]
Laurant Fabius, eski Başbakan, Mecliste Sosyalist Grubu Başkani [lvii]
Robert Hue, Fransiz Komünist Partisi Birinci Sekreteri [lviii]
Gilles de Robien, Amiens Belediye Başkani ve Milletvekili, Mecliste UDF (Merkez Sag) partisinin Grup Başkani [lix]
Philippes De Villers, Mouvement Pour la France Partisi Başkani (Milliyetçi Sag), Avrupa Parlamentosu Milletvekili [lx]
François Rochebloine, Loire Milletvekili, Loire Bölgesi genel Konseyi Başkan Yardimcisi [lxi]
André Santini, Issy-Les-Moulineaux Belediye Başkani ve Milletvekili [lxii]
Paul Mercieca, Alfortville Milletvekili [lxiii]
Patrick Devedjian, Antony Belediye Başkani ve Milletvekili [lxiv]
Jean-Pierre Foucher, Clamar Belediye Başkani ve Milletvekili [lxv]
Jean-Paul Bret, Sosyalist Milletvekili, Villurbane Belediye Başkan Yardimcisi, Fransa Parlamentosu’nda Fransa Ermenistan Dostluk Grubu Başkani [lxvi]
Jacques Oudin, Vendée Senatörü, Senatoda Fransa Ermenistan Dostluk Grubu Başkani [lxvii]
Jacques-Richard Delong, Haute Marne Senatörü, Fransa-Türkiye Dostluk Grubu Başkani [lxviii]
François Bayrou, Eski Bakan, UDF Partisi Başkani [lxix]
Pierre Lelouche, Paris Milletvekili [lxx]
François Hollande, Sosyalist Parti Birinci Sekreteri [lxxi]
Noël Mamere, Gironde Milletvekili (Yeşiller) [lxxii]
Philippes Douste Blazy, Lourdes Belediye Başkani ve Milletvekili [lxxiii]
Alain Krivine, Avrupa Parlamentosu Milletvekili, Lutte Communiste Revolutionnaire (Troçkist parti) sözcüsü [lxxiv]
Jack Lang, Blois Belediye Başkani ve milletvekili, eski sosyalist kültür bakani [lxxv]
Philippe De Villiers, Vendée Miletvekili, RPF Partisi ikinci Başkani [lxxvi]
Jean Tibéri, Paris Belediye Başkani [lxxvii]
Christian Poncelet, Senato Başkani [lxxviii]
Jean-Paul Bret, Fransa Parlamentosu’nda Fransa Ermenistan Dostluk Grubu Başkani [lxxix]
François Rochebloine, Loire Milletvekili [lxxx]
Jean-Claude Gaudin, Marsilya Belediye Başkani ve Milletvekili [lxxxi]
Bertrand Delanoë, Paris Belediye Meclisi Sosyalist Grubu Başkani [lxxxii]
Patrick Devedjian, Antony Belediye Başkani ve Milletvekili [lxxxiii]
Hélène Luc, Val de Marne Senatörü ve Komünist Grubu Başkani [lxxxiv]
Jean-Paul Bret, Fransa Parlamentosu’nda Fransa Ermenistan Dostluk Grubu Başkani [lxxxv]
Marie Anne Isler Béguin, Avrupa Parlamentosu Milletvekili (Yeşiller) [lxxxvi]
André Santini, Issy-Les-Moulineaux Belediye Başkani [lxxxvii]

Görüldügü gibi siyaset yelpazesinin her tarafindan politikacilarin görüşleri alinmakta, konuyla ilgili olmalari saglanmaktadir. Bütün bu politikacilarin dişinda, sik sik Ermeni yayin organlarinda Milletvekili ve Senatörlerin adresleri verilmekte ve Fransiz Ermenileri’nden bu politikacılara baskı yapmaları istenmektedir [lxxxviii] . Bu baskı özellikle “Ermeni soykırımı”nı tanıyan yasa parlamentodan geçip [lxxxix] Senato’da görüşülmeyi beklerken yogunlaşmiştir. Büyük gösteriler düzenlenmiş (11 Mart 2000’de 12 000 kişi Paris’te yürüyüş yapmiştir [xc] ) « La Turquie massacre, le Sénat enterre » (Türkiye kiyiyor, Senato gömüyor) gibi hem Türkiye’yi hem de Fransız devletini rencide eden sloganlar kullanılmıştır. Bu baskılara herhangi bir politikacının dayanması elbette söz konusu olamazdı. Sonunda 8 Kasım 2000’de Senato 164 Evet 40 Hayır oyla yasayı kabul etti. [xci] 18 Ocak 2001 tarihinde Senato ve Parlemento’nun toplamı olan Milli Meclis yasayı oybirliği ile kabul etmiştir. [xcii] Bu olayın Fransa’da herkes tarafından iyi bir gözle görüldüğünü söylemek yanlış olur. İtirazlar, eleştiriler olmuştur [xciii] ancak gene de Fransız kamuoyunun bu kararı fazla bir tepki göstermeden kabul ettiğini de belirtmek gerekir. Bu kabulden sonra, daha önce de dediğimiz gibi, Ermeni lobisinin iki amacı devam etmektedir, birincisi “soykırım”ı Türkiye’nin tanıması için Fransa’nın ve Avrupa’nın Ankara’ya baskı yapmasını sağlamak - ve bunun sonucu olarak réparation (tamir) yani tazminat isteyebilmek, ikincisi ise Fransa’da “soykırım”ı reddedenlerin yasayla cezalandırılmasını elde etmektir. [xciv] Ayrıca diğer ülkelerin ve şehirlerin “soykırım”ı tanımaları yakından izlenmekte, [xcv] baskılar ve propaganda Avrupa Parlamentosu’na yönelmektedir. [xcvi]

Sonuç
Bu yazıyı önemli bir noktaya dikkat çekerek bitirmek istiyorum. Fransa kamuoyunda Ermenilere karşı bir sempati duyulduğu bir gerçektir. Bu sempatinin nedenleri hem sosyolojik, hem güncel, hem de tarihseldir. Sosyolojik olarak Fransız kamuoyunun Silahlı Mücadeleye, terörizm de olsa genel olarak sıcak baktığını söylemek herhalde yanlış olmaz. FKÖ, IRA, ETA, PKK gibi örgütlerin faaliyetleri bir kısım Fransız tarafından kurtuluş faaliyetleri olarak nitelendirilmekte ve Türkiye, İspanya, İngiltere gibi ülkelerde çektikleri tepkiyi Fransa’da çekmemektedirler. Hatta Korsika’daki FLNC örgütünün terörü bile kamuoyunun bir kısmında onay bulmaktadır. Bu bağlamda ASALA gibi bir örgütün işlediği cinayetler beklenen tepkiyi çekmemiş, Orly olayından sonra dahi Ermeni teröristler ‘kötüler’ kategorisine tamamen girmemişlerdir. Bu teröristlerin en ünlülerinden Varoujan Garabedian yakin bir tarihte, 18 yil hapis yattiktan sonra serbest birakilabilmiş ve Ermenistan’a yerleşmiş, böylece son Asala teröristi de Fransiz hapishanelerini terk etmiş [xcvii] ancak kamuoyundan hiçbir negatif tepki gelmemiştir.
Bu sempatinin altinda son derece popüler ve sevilen Ermeni asilli Fransizlarin yattigi da düşünülebilir. Sanatçi Charles Aznavour, sinema yönetmenleri Henri Verneuil ve Robert Guédiguian, televizyon haber spikeri Daniel Bilalian, futbolcular Youri Djorkaeff ve Alain Boghossian bunlara verilebilecek güncel örneklerden sadece birkaçidir. Ama bütün bu ünlüler tek başlarina « ian » ekli isimli kişilere Fransa’da duyulan sempatiyi açıklamaya yetmez. Bunun bilinçaltındaki tarihi kökünün Michel Manoukian olduğunu düşünmekten kendimi alamıyorum. 15 yaşının üzerindeki bütün Fransızlar bu ismi duymuşlardır. Nazi işgali sırasında işbirlikçi Vichy hükümetinin öldürdüğü ve bunu ‘Kırmızı Afişlerle’ (Affiche rouge) duyurduğu bu Ermeni asıllı komünist direnişçi Fransızlar’ın bilinçaltında özgürlük, direniş, kahramanlık, ve şehit olmak gibi pozitif kavramlarla özdeşleşmiştir. Dikkat edilirse başta adı geçen Manoukian olmak üzere bütün bu kişiler Ermeni oldukları için değil yaptıkları şeyler sebebiyle Fransa’da popülerdirler, dolayısıyla bu kişilere karşı duyulan münferit sempati bütün bir topluma dolaylı bir yoldan yansımaktadır.
Sonuç olarak şunu söylemek istiyorum. Birçok Ermeni’nin samimi olarak “soykırım”ın varlığına inandıkları ve sosyologların ‘yas çalışması’ (Travail de deuil) olarak nitelendirdikleri psikolojik kişisel çalişmayi başlatmak için Türkiye’nin bu olayı tanımasını bekledikleri söylenebilir. Bu kişilerin ferdi olarak Türkiye’den maddi bir talepleri olduğunu ya da Türklerden bütünsel olarak nefret ettiklerini düşünmüyorum. Sorun diasporanın içindeki lobicilik ve propaganda çalışmalarını elinde tutan ileri gelenlerin “soykırım”ı, daha doğrusu “soykırım” propagandasını kendileri için bir varoluş sebebi haline getirmiş olmalarıdır. Bu olay o kadar kemikleşmiştir ki sancılı Türkiye Ermenistan yakınlaşma çalışmaları bile bu kesim tarafından iyi bir gözle görülmemektedir.
--------------------------------------------------------------------------------

* Araştırmacı (Centre National da la Recherche Scientifique, Strasbourg - Fransa), Strazburg Üniversitesi ögretim görevlisi
[i] Diğer bir terminolojik güçlük 1915 olaylarını nitelendirmede karşıma çıktı. Aşağıdaki makale iki tezden birini savunmak amacıyla yazılmamıştır, varoluş sebebi bu olmadığı gibi iki tezden birinin ‘ispat’ edildiği deliller de içinde bulunmamaktadır. İşte bu yüzden yazı boyunca “soykırım” terimi tırnak içinde kullanılacaktır.
[ii] Les Nouvelles d’Arménie, Ekim 2000, s.35.
[iii] « Sur la route avec les émigrés clandestins » in Les Nouvelles d’Arménie, Mayıs 20001, s. 12-21.
[iv] Hovanessian Martine, Les Arméniens et leurs territoires, Paris : Autrement, 1995, s. 32.
[v] Ter Minassian Anahide, « Les Arméniens de Paris depuis 1945 » in Le Paris des étrangers, Paris : publications de la Sorbonne, 1994, s. 205-239.
[vi] La Lettre de l'U.G.A.B, 15 Temmuz 1995, s. 2
[vii] Hovanessian Martine, Le lien communautaire, trois générations d'Arméniens, Paris : Armand Colin, 1992, s. 122.
[viii] Nor Seround Taşnak Partisi’nin gençlik koludur. Bir çok panel bu teşkilat tarafindan organize edilir. Fransa ileri gelenlerinin davet edildigi bu haftalik panellerin konusu ‘tekrar birleşmiş’ Ermenistan üzerinedir. Lobcilik faaliyetleri oldukça ileridir.
[ix] « La Croix Bleu des Arméniens de France », Taşnak Partisi’nin bir organıdır, 99 %’u kadın olmak üzere bin kadar üyesi vardır. 18 şubesi bütün Fransa’yı kapsar. Dil, dans, tiyatro, koro dersleri düzenler ayrıca birçok konferans, seminer de bu dernek tarafından düzenlenmektedir. Çocuk kampları, yaşlı Ermenilere yardım gibi faaliyetleri de vardır.



[x] İlk önce Taşnak Partisi’nin inisiyatifiyle kurulan ‘Ermeni Kültür Evleri’ günümüzde Fransa’nın bütününe yayılmış olarak çalışmaktadırlar. Ancak Fransa topraklarındaki on kadar evin birkaçı Taşnak’ın kontrolünden çıkmıştır. En aktifi Paris banlıyösündeki Alfortville’de bulunan evdir. 1977 yılında 7 öğrenciyle kurulan bu ev bugün 200 öğrenciye ulaşmış, 20’den fazla devamlı aktiviteler sunmaktadır. Bu evler de Ermeni kimliğini korumada ve lobicilik faaliyetlerinde önemli bir rol oynamaktadırlar. Alfortville’deki Ermeni Kültür Evi’nin dinamik olmasının başlıca sebebi bu şehrin belediyesinden büyük destek almasıdır, bu küçük şehrin nüfusunun 1/6’sının Ermeni asıllı olduğunu unutmamak gerekir.
[xi] Ermeni İzcileri sportif müsabakalarla gençleri kendine çekebilmektedir. Avrupa’ya ve Amerika’ya yerleşmiş 57 şubesi bulunur. Son derece güçlü bir ilişkiler agina sahiptir. Bütün şubeler ‘Homenetmen’ isimli bir merkezden yönetilir.
[xii] « Les associations arméniennes ont décidé d'évoluer vers une structure à l'image du Conseil représentatif des institutions juives de France (Crif) », Libération, 22.02.2001.
[xiii] « Etats-Unis : un modèle à méditer. Lobbying mode d’emploi » in Les Nouvelles d’Arménie, Mayıs 1996, s. 8-9.
[xiv] La Lettre de l’UGAB, 15 Temmuz 1995, s. 2.
[xv] « Procès Lewis » in Les Nouvelles d’Arménie, Aralık 1994, s. 17.
[xvi] Forum’un çalışmalarının geniş bir özeti içim bakınız : « Les 3 ans du Forum » in Les Nouvelles d’Arménie, haziran 1996, s. 30-31.
[xvii] AB’deki lobicilik faaliyetleri hakkında bakınız, Quermonne Jean-Louis, Le système de l’Union européenne, Paris : Montchrestien, 1994, s. 93.
[xviii] Fransa’daki lobicilik faaliyetlerinin gelişimi üzerine bakiniz Lamarque Gilles, Le Lobbying, Paris : Presses Universitaires de France, 1994.
[xix] Başdogan Ferhat, Propaganda, Ankara : kara Kuvvetleri Komutanligi yayinlari, 1960, s. 3.
[xx] Özsoy Osman, Propaganda ve Kamuoyu oluşturma, Istanbul : Alfa, 1998, s. 7.
[xxi] « Séparer les bourreaux et les victimes » in Les Nouvelles d’Arménie, Haziran 1995, s. 40-41
[xxii] Bu aşamada önemli birkaç noktayi belirtmek gerekir. Les Nouvelles d’Arménie isimli dergi 1994’den beri aylık olarak yayınlanmakta ve sert sayılabilecek bir çizgiye sahiptir. Sadece abonelere gönderilen kuşe kağıda basılı, tamamen Fransızca, bol reklam içeren bir dergidir. Hitab ettiği topluluk Fransız kamuoyu değil Fransız Ermenileri’dir. Bu satırların yazarı gibi bir avuç araştırmacı dışında dergiyi sürekli okuyanlar genelde genç nesil Ermeniler’dir. Kısacası bu dergide yayılan kötü Türkiye imajı Fransızlar’ı değil Fransız Ermenileri’ni etkilemektedir ki yeni nesil Ermeniler’in Türkiye’ye ve Türkler’e bakış açısını değiştirmelerine engel olmaktadır.
[xxiii] « Turquie et ses voisins : le torchon brûle » in Les Nouvelles d’Arménie, Mayıs 1996, s. 27.
[xxiv] « Le retour des tensions gréco-turques » in Les Nouvelles d’Arménie, Aralık 1994, s. 32-33, « Tensions en Mer Egée » in Les Nouvelles d’Arménie, Mart 1996, s. 22.
[xxv] « Une République bananière au cœur de la Méditerranée : les multiples casinos de la zone occupée servent au blanchiment de l’argent sale de la mafia turque » in Les Nouvelles d’Arménie, Haziran 2000, s. 20, « Chypre : Ankara cloué au pilori » in Les Nouvelles d’Arménie, Haziran 2001, s. 12.
[xxvi] Les Nouvelles d’Arménie, Kasım 1994, s. 16-19.
[xxvii] Les Nouvelles d’Arménie, Şubat 1995, s. 18.
[xxviii] « Le camouflet des Quinze : l’Europe ferme ses portes à la Turquie » in Les Nouvelles d’Arménie, Şubat 1998, s 24-25.
[xxix] « Turquie: quelle place en Europe ? Contradiction entre la Commission européenne et le Parlement de Strasbourg sur les conditions de l’intégration d’Ankara » in Les Nouvelles d’Arménie, Aralık 2000, s. 32-35.
[xxx] « Arménie-Kurdistan : une alliance naturelle » in Les Nouvelles d’Arménie, Ocak 1996, s. 22-23, « Tous avec le PKK » in Les Nouvelles d’Arménie, Nisan 1999, s. 8-9.
[xxxi] « Abdullah Öcalan va mal » in Les Nouvelles d’Arménie, Temmuz-Ağustos 2000, s. 11.
[xxxii] « Anatolie où sont tes enfants Grecs ? » in Les Nouvelles d’Arménie, Mayıs 2000, s. 8.
[xxxiii] « Décès de Sa Béatitude karékine II : la communauté d’Istanbul en deuil » in Les Nouvelles d’Arménie, Nisan 1998, s. 34-35.
[xxxiv] «Gaz Turkmène et allumettes turques » in Les Nouvelles d’Arménie, Kasım 2000, s. 7.
[xxxv] «Soykırım »ın Fransa Parlamentosu’nca tanınmasından önce yazılan bir yazıda, ünlü bir western filmine atıfta bulunarak bazı milletvekilleri ‘iyi’ (ki hepsi sağ kanattan), bazıları ‘haydut’ (ki hepsi Sosyalist Partiden) ve bazıları da ‘kaba’ (ki hepsi diplomasiye yakın milletvekillerinden) olarak nitelendirilmektedir, «Les bons, les truands et les brutes » in Les Nouvelles d’Arménie, Haziran 1998, s. 4-6.
[xxxvi] « Arménie-Diaspora » in Les Nouvelles d’Arménie, Eylül 2001, s. 74.
[xxxvii] , « Hémorragie » in Les Nouvelles d’Arménie, Mayıs 20001, s. 22-25.
[xxxviii] « Portrait de trois femmes qui ont choisi de travailler en Arménie : il faut y aller » in Les Nouvelles d’Arménie, Şubat 1996, s. 14-15.
[xxxix] « Le dialogue arméno-turc » in Les Nouvelles d’Arménie, Ocak 2000, s. 32-35, « Dialogue de demi-sourds » in Les Nouvelles d’Arménie, Temmuz-Ağustos 2000, s. 34-35.
[xl] Bu konuda detaylı bir çalışma için bakınız Hovanessian Martine, Le lien communautaire, trois générations d’Arméniens, Paris : Armand Colin, 1992.
[xli] Ermenilere göre 650’den çok kurumsal ve kişisel Ermeni Internet sitesi “soykırım”ı tanıtmakta ve Türkiye karşıtı propagandaya katılmaktadır, Les Nouvelles d’Arménie, Ocak 2000, s. 11-15, bizim görebildiğimiz siteler arasında şunları sayabiliriz :
www.armenews.com (Les nouvelles d’Arménie dergisinin sitesi)
www.acam-france.org (Association Culturelle Arménienne de Marne-la-Vallée derneği)
www.agbu.org (Armenian General Benevolent Union)
http://giia.armenweb.org (Groupement International Interprofessionnel Arménien)
www.internews.am (Internews Armenia)
www.armenpress.am (Armenian News Agency)
http://com24.armenweb.org (Conseil de coordination des organisations arméniennes de France)
www.cdca.asso.fr (Comité de défense de la cause arménienne)
www.guiank.com (Amicale des Arméniens de Toulouse Midi-Pyrénées)
www.ifrance.com/japel (association artistique arménienne)
http://azadakroutioun.free.fr (Association d’Aide et de Coopération à l’Arménie)
www.netarmenie.com
http://mattlnp.free.fr/index.htm (Educational Link and Entertainment For Armenian New Talents)
http://perso.club-internet.fr/sarafian (France-Arménie)
[xlii] Les Nouvelles d’Arménie, Nisan 1996, s. 4-9. Anket son derece ciddi ve tanınmış bir kurum olan Louis Harris firmasına yaptırılmıştır.
[xliii] 1996’da yani bu tanınma henüz yapılmamışken.
[xliv] Son derece popüler olan ve her akşam milyonlarca Fransız’ın seyrettiği Haber sunucusu Patrick Poivre d’Arvor « Je pense que le génocide des Arméniens est maintenant quelque chose d’entendu dans l’esprit des Français » (Fransızların artık Ermeni Soykrımı’nı bilinen bir şey olarak kabul ettiklerini düşünüyorum) demektedir, in Les Nouvelles d’Arménie, Nisan 2001, s. 40-41.
[xlv] La lettre de l’UGAB, 12 Ocak 2002.
[xlvi] Fransa’da kanunlar kanunu sunan milletvekilinin ismiyle anılırlar.
[xlvii] « Le procès de Bernard Lewis. Le génocide et la loi française » in Les Nouvelles d’Arménie, Kasım 1994, s, 8-13.
[xlviii] « Gilles Veinstein élu de peu » in Les Nouvelles d’Arménie, Ocak 1999, s. 34-35.
[xlix] Aynı kişiyle birkaç defa röportaj yapılmış olabilir, dikkat edilirse kişinin siyasi görevi ve dolayısıyla gücü değişmiştir, ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki bu yazıların bir kısmı röportaj değil politikacının kendi kaleminden çıkan makalelerdir.
[l] « Elle porte plainte contre la Turquie » in Les Nouvelles d’Arménie, Ocak 1995, s. 22-23.
[li] « Le candidat de la gauche s’adresse aux Arméniens » in Les Nouvelles d’Arménie, Nisan 1995, s. 32-33.
[lii] « Edouard Balladur s’adresse à la communauté » in Les Nouvelles d’Arménie, Mayıs 1995, s. 34-35.
[liii] « De retour d’Arménie, le Ministre des Affaires européennes nous livre ses impressions », Les Nouvelles d’Arménie, Aralık 1995, s. 30-31.
[liv] « Mitterrand et les Arméniens » in Les Nouvelles d’Arménie, Şubat 1996, s. 4-5 (bu makalede François Mitterrand’ın Haratch gazetesine 23 Nisan 1981’de verdiği bir demeç de yer almaktadır)
[lv] « Le Président du groupe d’amitié France Arménie au Parlement » in Les Nouvelles d’Arménie, Mart 1996, s. 26-27.
[lvi] Les Nouvelles d’Arménie, Nisan 1996, s. 10 (Ermeni toplumunun tek milletvekili olduğundan dolayı Patrick Devedjian’la birçok röportaj yapılmıştır, Ermeni lobisinin en önemli kişiliklerindendir)
[lvii] Les Nouvelles d’Arménie, Nisan 1996, s. 11.
[lviii] Les Nouvelles d’Arménie, Nisan 1996, s. 12.
[lix] Les Nouvelles d’Arménie, Nisan 1996, s. 13.
[lx] Les Nouvelles d’Arménie, Mayıs 1996, s. 5.
[lxi] Les Nouvelles d’Arménie, Mayıs 1996, s. 5.
[lxii] Les Nouvelles d’Arménie, Mayıs 1996, s. 6.
[lxiii] Les Nouvelles d’Arménie, Mayıs 1996, s. 6.
[lxiv] « Plaidoyer pour une vraie justice » in Les Nouvelles d’Arménie, Haziran 1996, s. 28-29.
[lxv] « L’UDF doit reconnaître le génocide » in Les Nouvelles d’Arménie, Ocak 1998, s. 24-25.
[lxvi] « Le nouveau Président du groupe d’amitié France-Arménie » in Les Nouvelles d’Arménie, Şubat 1998, s. 30-31
[lxvii] « Les pressions turques ne peuvent toucher le Sénat » in Les Nouvelles d’Arménie, Eylül-Ekim 1998, s. 34-35.
[lxviii] « Quel est l’intérêt de la France dans cette affaire » in Les Nouvelles d’Arménie, Kasım 1998, s. 34-35, (Bu röportajda Jacques-Richard Delong, kendini savunmak zorunda kalmış ve sonunda Türkiye’nin değil Fransa’nın çıkarlarını düşündüğünü açıklamaktadır)
[lxix] « Pour la reconnaissance… » in Les Nouvelles d’Arménie, Nisan 1999, s. 24.
[lxx] « Histoire d’un coup fourré » in Les Nouvelles d’Arménie, Temmuz-Ağustos 1999, s. 66.
[lxxi] « Réponse à Pierre Lelouche » in Les Nouvelles d’Arménie, Eylül-Ekim 1999, s. 66.
[lxxii] « Du génocide arménien à la solution du problème kurde » in Les Nouvelles d’Arménie, Aralık 1999, s. 64.
[lxxiii] « Pour rejoindre l’Union, la Turquie devra reconnaître le génocide arménien » in Les Nouvelles d’Arménie, Ocak 2000, s. 66.
[lxxiv] « La reconnaissance du génocide est un enjeu pour l’avenir de l’Europe » in Les Nouvelles d’Arménie, Şubat 2000, s. 66.
[lxxv] « La victoire de mémoire sur la realpolitik » in Les Nouvelles d’Arménie, Mart 2000, s. 66.
[lxxvi] « Le blocage au Sénat est de fait imputable au gouvernement Jospin », in Les Nouvelles d’Arménie, Nisan 2000, s. 66.
[lxxvii] « La reconnaissance du génocide arménien : de l’enjeu français à l’exigence européenne » in Les Nouvelles d’Arménie, Mayıs 2000, s. 66.
[lxxviii] « Devoir de mémoire et de réconciliation à l’aube du 21e siècle » in Les Nouvelles d’Arménie, Haziran 2000, s. 65.
[lxxix] « Puisque la vérité est dite » in Les Nouvelles d’Arménie, Temmuz-Ağustos 2000, s. 66.
[lxxx] « Responsabilité partagée » in Les Nouvelles d’Arménie, Eylül 2000, s. 66.
[lxxxi] « Une nécessaire reconnaissance » in Les Nouvelles d’Arménie, Ekim 2000, s. 66.
[lxxxii] « Au nom de l’avenir » in Les Nouvelles d’Arménie, Kasım 2000, s. 66.
[lxxxiii] « Un devoir républicain universel » in Les Nouvelles d’Arménie, Aralık 2000, s. 74.
[lxxxiv] « Ensemble nous avons réussi » in Les Nouvelles d’Arménie, Ocak 2001, s. 66.
[lxxxv] « Quel sens donner à l’imprescriptibilité si la réparation n’est pas envisagée » in Les Nouvelles d’Arménie, Haziran 2001, s. 66
[lxxxvi] « Caucase : la solution européenne » in Les Nouvelles d’Arménie, Temmuz-Ağustos 2001, s. 74
[lxxxvii] « Un nouvel espoir pour l’Arménie » in Les Nouvelles d’Arménie, Eylül 2001, s. 66
[lxxxviii] « Ecrivez à votre sénateur » in Les Nouvelles d’Arménie, Nisan 2000, s. 64.
[lxxxix] « La France reconnaît publiquement le génocide arménien de 1915 » olarak kabul edilen tek maddeli yasa 29 Mayıs 1998 tarihinde Fransız Meclisinde Oy birliği ile kabul edilmiştir.
[xc] Le Monde,12.03.2000
[xci] Le Monde, 08.11.2000.
[xcii] Le Monde, 18.01.2001
[xciii] Mesela Pascal Boniface, « Une diplomatie sous influence ? » in Le Figaro, 26.01.2001.
[xciv] « Et maintenant ? » in Les Nouvelles d’Arménie, Nisan 2001, s.18.
[xcv] « Génocide : il n’y a pas le feu au lac » in Les Nouvelles d’Arménie, Nisan 2001, s. 7, « Génocide : le scandale anglais » in Les Nouvelles d’Arménie, Nisan 2001, s. 13, « Le parlement italien reconnaît le génocide arménien » in Les Nouvelles d’Arménie, Aralık 2000, s. 6.
[xcvi] « Le parlement européen prend prétexte de la commission de réconciliation arméno-turque pour zapper le génocide » in Les Nouvelles d’Arménie, Kasım 2001, s. 16-17
[xcvii] « Les premiers pas d’un homme libre » in Les nouvelles d’Arménie, Haziran 2001, s. 20-21

Kaynak: Tarih Arastirmalari
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...