Yıllardan beri devam eden ancak Ramazan ayının gelmesiyle Müslüman Uygur Türklerine yönelik saldırıları iyice artan Doğu Türkistan’daki Çin zulmü, katliamlara dönüştü. Çin, Doğu Türkistan’da Uygur Özerk Bölgesi’nde Ramazan ayının ilk gününden beri katliam yapmaya devam ediyor. Katliam bölgesinde yaşayan binlerce Müslüman Uygur Türkü’nün akıbeti bilinmiyor.
Ramazanın ilk gününden itibaren artarak devam eden ve artık toplu katliamlara dönüşen Çin zulmüne dur denmesi gerekmektedir. Doğu Türkistan’daki Uygur Türkleri kardeşlerimize yönelik katliamlar seri hale dönüşmüştür. Bölgede yaşayan Müslüman Uygur Türkleri’nin akibetlerinin ne olduğunu bilen yoktur. Oruç, namaz, cami ve hac yasağı getirilen Müslüman Uygur Türkleri şimdide toplu katliamlara kurban gitmekte, Çin bu katliamlara dünyanın gözü önünde ev sahipliği yapmaktadır.
Katil devlet Çin’in Uygur Türkleri üzerinde sırf Müslüman oldukları için uyguladığı mezalim, baskı ve şiddet Türk'ü derinden yaralamaktadır.
Uluslararası Hak İhlalleri İzleme Merkezi, Doğu Türkistan’daki Uygur asıllı Müslüman Türklere yapılan işkencelere dikkat çekerek, Avrupa ve İslam Devletleri’nin bu zulme neden sessiz kaldığını soruyor. Uluslararası Hak İhlalleri İzleme Merkezi, bugün internet sitesinde Çin Devleti’nin Hak İhlalleri Karnesi’ni yayınladı:
”Yüzyıllar boyunca hanedanlıkla yönetilen Çin, feodalite ve imparatorlukların yıkılmasının ardından uzun süre güçlü, merkezî bir otorite kuramamıştır. Ancak 1949 yılında Komünist Parti’nin iktidara gelmesiyle, Mao yönetimindeki devlet büyük bir korku rejimine dönüşmüştür. Komünist rejim süreciyle beraber hayatın her koşulunu kapsayan katı bir baskı dönemi başlamıştır. Bu süreçte insanlar, tektipleştirilmeye, kupon karşılığı yiyecek almaya, üretebildiği ölçüde insan muamelesi görmeye maruz bırakılmışlardır. Nitekim bugün hala devam etmekte olan, işkenceler, halkın gözü önünde gerçekleştirilen idamlar ve idam edilen mahkûmların organlarının ticari amaçla kullanılması Çin’deki komünist rejimin gerçek yüzünü sergilemektedir.
Çin mezalimi altında bulunan Doğu Türkistan’da Uygur asıllı Müslüman Türklere yönelik yeryüzünde örneği bulunmayan korkunç uygulamalarla işkenceler yapılmaktadır.
21. yüzyılda gerçekleştirilen bu vahşet karşısında, barışın timsali olduğu iddiasındaki Avrupa ülkeleri ve İslam Devletleri sessizliklerini korumaktadırlar.
Doğu Türkistan’ın maruz bırakıldığı bu katliam ve baskı politikaları ÇHC tarafından dünya kamuoyuna kapalı bir biçimde gerçekleştirilmektedir. Ancak 2009 yılı Temmuz ayında tazelenen olaylarla bu korkunç uygulamalar tekrar gündeme gelmiş; ancak yine de sözkonusu uygulamalarda bir iyileştirme yapılmamıştır.”
Dünya'nin Gözü Önünde 5 Temmuz 2009'Da Urumçi̇'de Büyük Katli̇amlar Yaşandi.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ise önce bunu kınayan bir açıklama yaptı ama hemen sonra yumuşadı.
Diğer taraftan ADD bir açıklama yaptı.
Dedi ki: "Amerikanın oyununa geliniyor."
Öbür taraftan kendisine
çok ulusalcı, hatta sosyalist diyen ama ideolojik bir kaymaya uğramış
olan Doğu Perinçek, Doğu Türkistanlı Türkleri suçlayan yayınlar yaptırdı.
Önce Çin'in, ABD'nin bölgedeki en büyük işbirlikçisi ve köle işçileri kullanma konusu çerçevesinde Doğu Perinçek'in bu tutumunu değerlendirelim...
Doğu Perinçek, "Bu milletin bağrına saplanmış Çin hançeridir. "
Doğu Perinçek'in Doğu Türkistan ile ilgili açıklamalarını ben yakinen biliyorum.
Mesela çok enteresan bir tespitim var.
Bundan yaklaşık on yıl kadar önce Aydınlık dergisinde bir manşet vardı rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu'na ithafen.
Muhsin Yazıcıoğlu
Afganistan'daki eğitim kamplarında, Uygur Türklerini, Uygurlu
teröristleri eğiterek Çin'e yönelik CIA ile ortak sabotaj eylemlerini
gerçekleştiriyor diyerek kıyameti koparan ve rahmetli Yazıcıoğlu'nu,
Doğu Türkistan hareketini manipüle eden, bu milli mücadeleyi CIA
işbirlikçisi gibi gösteren yayınlar yapmıştı.
Ben o zaman Doğu Perinçek'in gerçek niyeti ve kimliği konusunda netleşmiştim.
Çünkü Çin parçalanıyor
diye feryat eden, Çin'in milli menfaatini Türk'ün milli menfaatinin
üstünde tutan bir ihanet zihniyetinin resmini görmüştüm.
Bugün aradan geçen yaklaşık on yıllık zamandan sonra o kanaatimde hiç yanılmadığımı gördüm.
Çünkü bu
insan o zaman solcu, Maocu, komünist, PKK işbirlikçisi, Apo'ya gül
uzatan, bir dönem Atatürkçü ve Kemalist, bir dönem ulusalcı bir dönek.
Aynı zamanda milletimizin ve yeni nesillerin beynini bulandıran bir ideolog olduğun söyleyebilirim.
Türk milletinin menfaatini zerre kadar düşünen biri olduğuna kesinlikle inanmıyorum.
İsviçre'ye gidip Ermeni meselesinde şov yaptığına bakmayın.
Doğu Perinçek ne yaparsa yapsın Türk milletine yaptığı ihanetlerin üzerini örtemez.
Çizgisi ve istikrarı olmayan kişilerdir bunlar.
Türkiye'de bazı
insanlar, kokuşmuş, çürümüş ideolojilerinin çözemediği bazı meselelerde,
Doğu Türkistan meselesinde olduğu gibi, sorumluluğu üzerlerinden atmak
için Rabia Kadir'i ve Doğu Türkistanlıları Amerikan emperyalizminin
maşası olarak göstermektedir.
Bu, ancak ve ancak onların onursuzluğu, kişiliksizliğidir.
Hiçbir insan böyle bir şey iddia edemez.
Kaldı ki, bunu ispat da edemez.
Rabia Kadir, başta Türkiye olmak üzere birçok ülkeye başvurarak sığınma talebinde bulundu.
Bunların hiçbirisinden olumlu cevap alamadığı için Amerika'ya gitmek zorunda kaldı.
Bunu şu şekilde de ifade edebiliriz: Denize düşen yılana sarılır.
Doğu Türkistan Türkleri yaşamak için kendilerine uzatılan elin kimin eli olduğuna bakamaz.
Onların da hayatta kalması gerekiyor.
Onların önceliği budur.
Hangi ülke Rabia Kadir'i kabul etti de Rabia Kadir ona rağmen Amerika'ya gitti.
Uluslararası
kamuoyunda terörist olarak bilinen kişilere kucak açan Türkiye
Cumhuriyeti Başbakanı'nın, bir gün kendi kültüründen, kendi inancından
olan kardeşi Rabia Kadir'e kucak açacağına inancım tamdır.
Türkiye Cumhuriyeti devleti, Doğu Türkistan konusunda üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmeye mecburdur.
Hiçbir ülke bu konuda Türkiye kadar sorumlu değildir.
Çünkü bizler kardeşiz
ve ağabey olarak gördükleri Türkiye'den, anavatan olarak gördükleri
Türkiye'den hiçbir ülkeden beklemedikleri kadar beklenti içerisindeler.
Bu en doğal hakları.
Bu konuyla ilgili kimse Doğu Türkistanlı kardeşlerimizi eleştiremez.
Hiç kimse Uygurlular da nereden çıktı, Uygurlular Çin ile aramızı bozamaz veyahut Uygurlular bizim akrabamız değildir deme hakkına sahip değildir.
Türkiye Cumhuriyeti'nin cumhurbaşkanının forsunda 16 türk devleti vardır.
O 16 Türk devletinin biri, Uygur devletidir.
O nedenle Türkiye'de kendine Türk'üm diyen hiç kimse Uygurlar hakkında böyle konuşamaz.
Doğu Türkistan ezelden beri Türk toprağıdır...
Tam da bu noktaya geldiğimizde, Türkiye'de bizim genellikle gördüğümüz bir şey var.
16 tane Türk devleti
bugün cumhurbaşkanlığı forsunda yer alıyor ama genellikle gençlerimizin
de büyüklerimizin de kafasında bundan farklı bir Doğu Türkistan ve Uygur
imajı var.
İnsanımız zannediyor ki, burası tarih boyunca Çin toprağıydı, burayı Çinliler yönetti.
Sorumuz iki bölümden oluşuyor; ilk olarak Çin'in 1949 yılında başlayan işgalinden önce Doğu Türkistan'da Uygurlar nasıl yaşarlardı, nasıl bir siyasal yapı vardı?
İkinci olarak ise Çin nasıl girdi, nasıl sömürgeleştirdi?
Bu konunun kısaca aydınlatılmasında fayda var.
Çünkü özellikle genç nesil bu dönemi pek iyi bilmiyor.
Kısa cümleler halinde Doğu Türkistan tarihini şöyle bir film şeridi gibi gözden geçirirsek, bir kere Doğu Türkistan, Türklerin ilk var olduğu coğrafya.
Bugün özellikle
Uygurların yaşadığı coğrafya olarak bildiğimiz bu bölge Tonyukuk'un, Kül
Tigin'in, Bilge Kağan'ın taşlara tarihi kazıdığı bölgedir.
Bunların hepsi Uygurların kökleri.
Uygurlar,
Göktürkler, Hunlar, Karahanlılar, Seyidiye Hanlığı, yakın tarihte
1933'te kurulan Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti, 1944'te kurulan Doğu
Türkistan Cumhuriyeti gibi birçok devlet ve imparatorluğun kurulduğu bir
coğrafyadır.
Türklerin ilk var olduğu coğrafyadır çünkü.
Türk isminin ilk kullanıldığı coğrafyadır.
Orhun Abideleri ve Kaşgarlı Mahmut'un Divanı Lügati't Türk'ü kaleme aldığı coğrafyadır.
Kırgız'ın,
Kazak'ın, Özbek'in, Tatar'ın, Türkmen'in, Azeri'nin, Anadolu Türkü'nün
hepsinin benim atam dediği Kaşgarlı Mahmut'un kanının döküldüğü
coğrafyadır.
Yusuf Has Hacib'in Kutadgu Bilig ile devlet yönetimini bütün neslimize, geleceğimize miras bıraktığı coğrafyadır.
Ahmet Yükneki'nin Atabet'ül Hakayık'la yaşadığı coğrafyadır.
Osman Batur'un mancınıkla Çin uçaklarını düşürdüğü coğrafyadır.
Karahanlı Hükümdarı Sultan Satuk Buğra Han'la Türklerin İslam'la ilk tanıştıkları coğrafyadır.
Yine Türklerin ağaçtan oyma harflerle Gutenberg kardeşlerden asırlar önce matbaayı buldukları coğrafyadır.
Yine
Çinliler, atalarımızın akınlarından korunmak için 6 bin kilometrelik
Çin Seddi'ni inşa ettikleri dönemde, atalarımızın Tanrı Dağları'ndan
gelen kar sularını hem modern tarımda hem de içme suyu olarak kullandığı
karz ismi verdiği ve yerin 30-40 metre altından 4-5 bin kilometreden su
getirip modern tarımda kullandığı ve bugün Anadolu'da turfanda olarak
tabir edilen sebzeciliğin yapıldığı coğrafyadır.
Musikinin ilk ortaya çıktığı yer Yarkent şehridir.
Musiki ile birlikte enstrümanların icad edildiği coğrafyadır.
Uygur alfabesi diyoruz, Göktürk alfabesi diyoruz, Moğollara, Cengiz Han'a dili veren coğrafyadır.
Cengiz Han'ı Cengiz Han yapan coğrafyadır.
Çünkü Cengiz Han'ın bütün komutanları Uygur Türküydü.
Böyle bir coğrafya, hangi Türk olursa olsun kendini bulduğu coğrafyadır.
Dokuz Oğuz, On Uygur olarak adlandırılan coğrafya, yani Oğuz'un Uygur'un bir ananın evladı olduğu söylenen coğrafyadır.
Ama bugün maalesef bütün bu süreçte Türkler
batıya doğru bir misyonu kendilerine seçmişler fakat Uygur dediğimiz bu
kütlenin bir kısmı batıya gelirken bir kısmı hala kendi mevzisini
müdafaa noktasında o bölgede bulunmuş, o bölgeyi korumuş, Çinle
mücadelesini devam ettirmiş ve bugün Çinle o mücadeleyi hala
sürdürüyor.
Ama maalesef o bölgeye
karşı gösterilen ilgisizlik sonucu, gözden ve gönülden ırak olması
nedeniyle unutulan ata vatanı Doğu Türkistan haline gelmiş.
Yakın
tarihimizde Türkiye Cumhuriyeti'nden başka ikinci bir bağımsız Türk
devletinin olmadığı dönemde, 1933 yılında, Doğu Türkistan İslam
Cumhuriyeti ile Hoca Niyaz Hacı'nın Kaşgar'da İslam devletini kurduğu
coğrafyadır.
Yine 1944'te Gulca'da Doğu Türkistan Cumhuriyeti'nin kurulduğu coğrafyadır.
Sovyetler Birliği daha parçalanmadan önce batıda en uç noktada Türkiye, doğuda Türkistan vardı.
Ama maalesef 1 milyar 300 milyonluk bir Yecüc-Mecüc'ün, bir insan selinin insafına terkedilmiş.
Diğer Türk cumhuriyetleri ve boylarının ilgisizliği sonucu bu hale geldi.
Aynı durum maalesef bugün de devam etmektedir.
Kazak,
Kırgız, Özbek, Türkmen kardeşlerimizin, Azeri Türkü kardeşlerimizin
Şanghay İşbirliği Örgütü'ne atmış oldukları imza gereği, Çin'in
katliamından kurtulmak için siyasi sığınma talebinde bulunanların iade
edildiği coğrafya Doğu Türkistan.
21. yüzyılda Uygur Türklerinin köle gibi satıldığı coğrafya burası.
Bakın, son on yıl içerisinde elli tane Doğu Türkistanlı Türk, Kazakistan tarafından, Kırgızistan tarafından Çin'e iade edilmiş.
Sırf Çin'le Şanghay işbirliğine imza attıkları, teröristlerin ve suçluların iade edilmesi anlaşması çerçevesinde.
Üstelik bu iade edilenlerin bir kısmı da o coğrafyada idam edildi.
En son bir ay önce Dursun Azizi isimli bir kardeşimiz Kazakistan'dan Çin'e iade edildi.
Ama bütün bu olumsuzluklara rağmen 5 Temmuz 2009 Doğu Türkistan'lı kardeşlerimizin en son milli mücadelesidir.
Yukarıda da belirttiğim gibi Doğu Türkistan'ın pek çok unutulan mücadelesi var.
1990'da
Barın'da, 1995'te Hoten'de, 1997'de Gulca'da, en son 2009'da Urumçi'de
olan olaylardan dünya kamuoyunun da Türkiye kamuoyunun da haberi yok.
Bakmayın daha öncekilerin hiçbiri hiçbir etki oluşturmadı, çünkü hiçbir şekilde kamuoyunun gündemine gelmedi.
Çünkü lokal kaldı, örtbas edildi, ama artık bunları gizlemenin imkanı kalmadı.
Çünkü özellikle internet, Allah'ın Doğu Türkistanlılara bir lütfu.
5 Temmuz olaylarında Çin çok şaşırdı.
Bir anda suç üstü yakalandı.
Bu süreçte Doğu
Türkistan'lı kardeşlerimiz, dışarıdaki diaspora teşkilatları olarak,
ödenen bedelleri, hayatlarını kaybeden kardeşlerini anlatarak bu fırsatı
en iyi şekilde değerlendirerek bir farklılık yarattı.
Dünya ilk defa Doğu Türkistan gerçeğiyle yüzleşmiş oldu.
Öyle bir algı
oluşturuldu ki, Çin büyük bir mucize, ekonomik büyüme böyle devam
ederse, 21. yüzyıl Çin'in olacak ama çok büyük çelişkiler gizleniyor.
Bugün Doğu Türkistan'ın kişi başına geliri 2 bin dolarsa, Şanghay'da 30-40 bin dolar.
Çin bu egemenliğini önümüzdeki yüzyılda devam ettirebilecek mi?
Evet.
Bazı stratejistlerin görüşüne göre Çin önümüzdeki dönem Amerika'yı yakalayacak hatta geçecek.
Bu görüş ihtimal dahilinde görülebilir.
Çin, Amerika'yı yakalayabilir hatta geçebilir de.
Çünkü Çin'de hiçbir hak ve hukuk uygulanmamakta, bütün hak ihlalleri gerçekleştirilmektedir.
Ölüm üzerine, acı ve ıstırap üzerine kurulu bir sömürü sistemi var.
Bugün Rabia Kadir'le ilgili Amerikan işbirlikçisi lafları dolaşıyor ancak Amerika'nın dünyadaki en büyük işbirlikçisi Çin'dir.
Amerika Çin'e 2 trilyon dolara yakın tahvil borçlanmıştır.
Çin'deki bütün yatırımlar da Amerikan yatırımıdır.
Karşılıklı danışıklı dövüştür bu.
Amerika'nın Çin'deki insan hakları ihlallerine hiçbir şekilde itirazı yoktur.
Çünkü Çin'deki en büyük yatırımcı Amerika'dır.
Ucuz iş gücü, ucuz maliyet ve hammadde Amerikan ekonomisinin de ayakta durması için elzemdir.
Çin emperyalizminin yaşaması için Amerikan bağımlılığının devam etmesi gerekiyor.
Bu mükemmel bir işbirliği ve planlı bir karşılıklı rıza ilişkisidir.
Peki, Çin bu süreci nasıl devam ettirecektir, Çin'i ne bekliyor?
İki ay önce Çin Komünist Partisi 18. kurultayını gerçekleştirdi.
Kurultayın birinci gündem maddesi yolsuzluklarla mücadeleydi.
Çin
Komünist Partisi kurulduktan sonra ve hatta ihtilali
gerçekleştirdiğinde partinin sloganı, halkların eşitliği, sosyal adalet,
barış gibi insanın kulağına hoş gelen şeylerdi.
Aradan geçen 63 yıllık süre içerisinde şu görüldü ki, Çin Komünist Partisi, yolsuzlukta gırtlağına kadar batmıştır.
Görevini Xi Jinping'e devreden Hu Jintao, on yıllık genel sekreterlik görevi boyunca 2.5 milyar dolarcık servet edinmiştir.
Bu nasıl komünizm, bu nasıl sosyal adalet, bu nasıl halkların eşitliği?
Halkların
eşitliği meselesine gelecek olursak, Çin, Doğu Türkistan'ı 1949'da
işgal ettiğinde burada %5 Çinli göçmen yaşamaktaydı.
Onlar da Doğu Türkistanlıların refahına katkı sağlamak için alt kademe hizmetli, işçi olarak çalışmaya gelmiş insanlardı.
Aradan geçen 63 yılın sonunda Doğu Türkistan'daki Çinli göçmen oranı başkent Urumçi'de %80 civarındadır.
Kaşgar, Yarkent, Hoten, Aksu, Turfan gibi uygur şehirlerinde de % 30-%40 gibi rakamlara ulaşmıştır.
Gelecekte
Çin demokratikleşse dahi, olası bir referandumda Doğu Türkistan'ın Çin
toprağı olarak kalması için gerekli altyapı hazırlanmıştır.
Nerede sosyalizm, nerede komünizm, nerede halkların eşitliği?
Halkların eşitliği diye birşey yok.
Çin milliyetçiliğinin, Çin şovenizminin, Çin ırkçılığının zirve yaptığı bir coğrafyadır Türkistan.
Bugün Türkiye'deki Maoculara ithaf olunur.
Türkler
kendi milletini sevdiği zaman, kendi milletinin birliğini, bütünlüğünü,
bekasını istediği zaman şovenist, ırkçı, faşist olur, ama Çin'in
yaptıkları çok masumanedir.
Çünkü bunların ruhu satılmıştır.
Bunlar Çin penceresinden Çin gözlüğü ile bakmaktadırlar.
Çin
Komünist Partisi'nin 18. kurultayında yeni devlet başkanı seçilen Xi
Jinping, aslında yıllar öncesinden belirlenmiş bir isimdir.
Demokrasiyi görüyor musunuz?
Devlet
başkanı seçilecek kişi, yıllar öncesinden x kişidir diye zaten bu ilan
ediliyor ve halk kurultayında halk bunu seçmiş oluyor.
Bunun ne demokrasiyle, ne halkla, ne de halk kurultayıyla alakası yoktur.
Komünist partideki bir grup oligarşi, menfaat şebekesi, mutlu azınlık, burjuva, 1.5 milyarlık Çin'i yönetmektedir.
Yeni seçilen Xi Jinping on yılda kaç milyar dolar servet edinecek, dikkatle takip etmemiz gereken bir konu.
Türkiye'deki
solcular, Maocular Çin'i ne kadar takip ediyor bilmiyorum ama Çin'deki
bütün sermaye Çin Komünist Partisi yöneticilerinin tekelindedir.
Babasının, karısının, çocuğunun Çin'deki o büyük şirketlerde mutlaka hisseleri vardır.
Bu şirketlerin yönetimindedirler ve onlar bu büyük pastanın sahibidirler ve bu zenginlik halka yansımamaktadır.
Bildiğimiz kadarıyla Çin'de kırsalda iki, şehirde bir çocuk yapmaya izin veriliyor.
CHP
Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun Pekin ve Urumçu'yi kapsayan gezisi
sırasında, bazı basın mensupları sanki ortak fikir gibi, makale ve köşe
yazılarında Çin'deki çocuk politikasını gündeme getirmişler.
Halkın bu durumdan ne kadar şikayetçi olduğunu belirtmişler.
Giden basın mensupları şunu tespit etmişler, halk tek çocuk politikasından hoşnutsuz.
Halk
buna dayanamıyor ama komünist parti içinde veya bürokraside veyahut
ekonomik imtiyaza erişmiş elit kesimler, 10 bin dolar karşılığı ikinci
çocuğu yapabiliyor.
Doğu Türkistanlı bir Türk'ün o parayı verip ikinci çocuğu yapmasının mümkünatı yok.
Ama bugün Çin'de 300 milyon insan 10 bin doları bahşiş veriyor gibi verip ikinci çocuğu yapabiliyor.
Bu aslında bir tür soykırımdır.
Ülkeyi hem işgal edeceksin hem de işgal ettiğin halkın üreme kabiliyetine kota koyacaksın.
Böyle bir zulüm yok.
Bunu ne Firavun, ne Nemrut, ne Hitler, ne de Amerikan emperyalizmi yapmadı.
Amerikan emperyalizmi Çin'in zulmü ile karşılaştırılırsa Çin zulmü Amerika'yı ona katlar.
Amerika
bir yere girdiği zaman yeraltı zenginliklerini sömürüyor, petrole el
koyuyor, bir kısım insanı da öldürüp çekip gidiyor.
Çin,
Doğu Türkistan'ı işgal ettiği günden beri, hem yeraltı ve yerüstü
zenginliklerimizi sömürüyor hem de oranın sahiplerinin aile planlaması
adı altında üremelerini sınırlandırıyor.
1985 yılında aile planlaması yürürlüğe girdi, 28 yılda en az 10 milyon Türk evladı dünyaya gelme hakkından mahrum edildi.
Yine aynı şekilde 2005 yılında uygulanan bir politikaya değineceğim.
Yaşları 18 ila 25
arasındaki genç kızlarımızı Doğu Türkistan'dan iş vadiyle götürülerek
fabrikalarda ağır şartlarda sosyal güvenlikten mahrum olarak
çalıştırılmakta, bazılarını da gayriahlaki yerlerde
çalıştırmaktadırlar.
5 Temmuz 2009'daki olaylar işte bu ahlaksızlıklara karşı başkaldırıdır.
Yine
2005 yılında uygulanmaya başlanan bir projeyle 6-7 yaşlarındaki,
Türk'ün geleceği olan evlatlarımız, çift dilli eğitimden geçirilecekler
denilerek Doğu Türkistan'dan koparılıyor, Çin bölgelerine götürülerek
oralardaki gettolarda Türk kimliğinden uzaklaştırma, mankurtlaştırma
uygulamalarına tabi tutuluyorlar.
Bu politikanın ne tür bir vahşet ve ihanet getireceğini önümüzdeki on yıl içerisinde göreceğiz.
O çocuklar
eğitimlerini tamamladıktan sonra kendi vatanlarına birer hain, Çin
yönetimine bağlı bir köle, bir mankurt olarak döneceklerdir.
Bu politika dünyanın hiçbir yerinde yok.
Ayrıca
Çin'deki erkek çocuk oranının %62 olduğu ve kız çocuklarının kürtajla
alındığı ya da doğduktan sonra ölüme terkedildiği iddiaları var.
40 milyon erkek iş bulamıyor.
Evlenecek Çinli erkek iş bulamıyor.
Böyle bir sosyal sapıklığı, sosyal sorumsuzluğu Çin Komünist Partisi beraberinde getirmiştir.
Çin'deki çocuklar amca, dayı, teyze, hala kavramını bilmiyor.
Egoist, şahsiyetçi, tamamen bencil bir nesil yetişiyor.
Bu insanlar gelecekte sadece Çin'in değil dünyanın başına bela olacaklar.
Çünkü
paylaşımdan uzak, hoşgörüden uzak, akrabalık, merhamet duygusu olmayan
bu nesil sadece Asya'yı değil tüm dünyayı tehdit etmektedir.
Bu durum Çin'de psikolojik sorunları da beraberinde getiriyor.
Ninesi, dedesi, babası, annesi olan ama amcası, halası olmayan bir nesil yetişecek.
Milli davanın sağı solu olmaz.
Türk Milleti; Doğu Türkistan'ı Çin'in insafına terketmeyecek, sırf ideolojik sapkınlık uğruna Çin'e satmayacaktır.
Doğu
Türkistan davası sadece milliyetçilerin değil, sadece islamcıların
değil, sadece Türkçülerin değil ben insanım diyen herkesin davasıdır.
Herkes Uygur Türklerinde kendisinden bir şeyler bulabilir.
Ben
insanım diyen, ben Türk'üm diyen, ben Müslümanım diyen ya da ben sağım
diyen ya da ben solum diyen her kesim, Doğu Türkistan'da kendisinden bir
parça bulabilir...