Büyük Türk Atatürk’ün dehasının tezahürlerinden biri daha bugünlerde ortaya çıkmış durumdadır. Başbuğ, Gençliğe Hitabe’sinde diyor ki, “Bir gün, istiklâl (bağımsızlık) ve Cumhuriyet'i müdafaa (savunma) mecburiyetine düşersen, vazifeye (göreve) atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin (durumun) imkân ve şerâitini (şartlarını) düşünmeyeceksin!”
Bugün Türkiye’mizde Türk düşmanlığına dayalı etnikçi siyaset oyunları oynanıyor. Türk’süz anayasa çalışmaları ile, Türk milletinin egemenlik hakkının PKK adlı eşkıya örgütüyle pazarlıkla paylaşım tezgâhlarıyla, siyasetimizden kültürümüze, ekonomimizden ordumuza kadar bütün bağımsız millî değerlerimiz, tam teslimiyetçi bir ruhla gâvura teslim ediliyor. Bütün bunların sonucu olarak istiklâlimizin yok edildiği, millî Türk devletimizin bize özgü yerli ve millî bütün kurumlarımızın tasfiye edilerek cumhuriyetimizin yıkım çalışmalarının hızlandığı bir dönemdeyiz. O halde Gençliğe Hitabe’yi yeniden okumak ve günümüz şartlarına uyarlamak durumundayız.
Türk milleti ve onun en dinamik unsuru olan Türk genci, kendi vatanında sömürge, köle, esir olmamak, bağımsızlığını, istiklâlini korumak ve savunmak için içinde bulunduğu şart ve imkânların elverişli olup olmadığını düşünmeyecektir. Zira ataları, şart ve imkânlara esir olan imansız pozitivist ve determinist değillerdi. Onlar, bütün şart ve imkânları da yaratan bir tek Allah’a inanıyorlardı. Sadece O’na inandıkları için üstündüler. “Eğer inanıyorsanız üstünsünüz…” (Al-i İmran, 139)
Türk genci, gücünün azlığına çokluğuna bakmayacaktır. İmkânsızı mümkün kılmak için var gücüyle Türk vatanında bağımsız ve hür Türk olarak yaşama kararlılığını ortaya koyacak ve bunun gereği neyse onu yapacaktır. Zira Atatürk ve arkadaşları şanlı ve destanî Millî Mücadele’yi en zor şartlar altında, en uygunsuz şartlarda, imkânsızlıklar, yokluklar içinde verdi ve başardı. Demek ki mühim olan güç, imkân ve şart değil; imandır, inanmaktır, Allah’a ve kendine güvenmektir.
Büyük Millet Meclisinde Millî Mücadele’nin tam ortasında yılgınlık gösteren milletvekillerine hitaben Atatürk şöyle dedi:
“Arkadaşlar, işittim ki, bazı arkadaşlar yoksulluğumuzu bahane ederek memleketlerine dönmek istiyormuş. Ben kimseyi zorla Millî Meclise davet etmedim. Herkes kararında hürdür. Bunlara başkaları da katılabilir. Ben o takdirde, asker Mustafa Kemal mavzerini eline alır, fişekliklerini göğsüne dizer, bir eline de bayrağı alır, Elmadağı’na çıkar, orada tek kurşunu kalıncaya kadar vatanı müdafaa eder, kurşunlarım bitince bu aciz vücudumu bayrağıma sarar, düşman kurşunlarıyla yaralanır, temiz kanımı kutsal bayrağıma içire içire tek başıma can veririm. Gelecekte ‘Burada can verenler vatanlarını kurtarmaya çalışanlardır’ diye yazılı bir taşa sahip olunabilirse mükâfatlarını bulmuş olurlar!”
Destansı Millî Mücadelemiz, her türlü yokluğa, yoksulluğa rağmen, şartların, ortamın, durumun en zor ve sıkışık olduğu dönemde verildi. 1911 Trablusgarp, 1912 Balkan, 1914 Birinci Dünya paylaşım savaşına girmiş, hepsinden yenik çıkmış bir millet idi. Taş üstünde taş, omuz üstünde baş kalmamıştı. 13-14 yaşlarında erkek çocuklarımız bile cepheye sürülmüştü. Millî Mücadeleye atıldığımızda ordularımız dağıtılmıştı, para yok, silah yok, ekmek yok, elbise, potin yoktu ama bir tek şey vardı:
İman!.
Dedelerimiz bu en büyük hazine olan imanla istiklâlini korumak ve kendi bağımsız cumhuriyetini kurmak azmindeydi. Bu büyük azmin önünde hiçbir engel, hiçbir olumsuzluk, hiçbir kötü durum duramadı. Kuva-yı Milliyeci atalarımız, içinde bulundukları en kötü şartları, imkân ve şartların olabilecek en kötü seviyesini de gördüler ama ona bakmadılar. Onlar, görünen imkân ve şartlara, yani fiziksel şartlara, yani görünen maddi sebep ve şartlara inanan ve ona göre hareket eden imansız pozitivistler, görünen fiziksel şartlara esir olan zavallı deterministler değillerdi. Onlar “inanıyorsanız üstünsünüz” ilkesine tereddütsüz iman etmiş istiklâl fedaileri idi.
Ama bugün, o kutlu İslâm mücahitlerinin torunlarının zihinleri, bilinçleri esir alındı. Sayısız televizyon, sayısız gazete, sayısız uzman azman, sayısız siyaset çığırtkanı ile zihinleri, kafaları, ruhları, özgüvenleri alabora edildi. Türkiye’yi Türksüzleştirmek ve Türk milletini istiklâlinden yoksun bırakmak isteyen dış emperyalist odaklar ve onların iç yardakçıları, öyle bir hava oluşturdular ki, tek çare ve tek çözüm onların dayattıkları idi. Bu tamamen psikolojik, zihinsel ve sanal bir esaret kafesidir. İşte Atatürk’ün Türk gençliği, bu kafesi paramparça etmek zorundadır.
Bugün bombardımana maruz kaldığımız yoğun propaganda şudur: Anayasadan Türklüğü çıkarın, Türk’üm demeyin, hepimiz Ermeniyiz deyin, filanım deyin, Türk millet birliğini etnik, mezhepsel ve coğrafi özelliklerine göre paramparça edin, vatan topraklarını bütün kaynaklarıyla birlikte gâvura satın, bağımsız siyasi karar almayın, kendi millî İslamî kültürel yapılarınızı yok edin, kaynak ve para yönetiminizi gâvura verin, Atatürk’ün kurduğu millî Türk devletini yani cumhuriyeti yıkın, parçalayın, ülkeyi karmakarışık kozmopolit bir çorbaya döndürün.
Bugün uygulanan politika, yapılan işler, sürüklendiğimiz uçurum siyasi, kültürel, ekonomik, askerî istiklâlimizi yok etmek ve Atatürk’ün büyük projesi millî Türk cumhuriyetini yerle bir etmektir.
Şeytanların projesi ne kadar karanlık, ne kadar boğuntulu, ne kadar ümit kırıcı olursa olsun, istiklâline, milliyetine ve dinine tam inanmış Kuva-yı Milliye torunları birlik, bütünlük, kararlılık, azim ve sebat içinde çok kuvvetli bir umut ışığı yaktıkları takdirde, koyu karanlıklar birden bire şaşkınlık içinde panikleyecektir.
Bugün Türk gençliğinin yapacağı bir tek şey var: Liberal faşistlerin, Türk’ten intikam peşindeki Ermeni ırkçılarının, PKK’cı etnik ırkçıların, PKK’nın gizli müttefiki İslamcı görünümlü ibişlerin kendi üzerinde kurduğu propaganda ağını paramparça etmektir. Yüzde yüz yerli, yüzde yüz millî ve yüzde yüz İslamî bir ruh kuşanarak her alanda tam istiklâlci bir şuur, bilgi ve bilinç direnişi ile Türk milletini uyandırmak, aklını başına getirmektir. Millî Türk devletinin gevşetilmiş bütün unsurlarını yeniden tahkim ederek daha güçlü bir Türk devleti inşa etmek, yok oluşumuzu hazırlayan bütün bölünme projelerine karşı, yeniden var oluşumuzu kuvvetlendirecek büyük Türk-İslam birliği bütünleşmesiyle oyunu bozmaktır.
Yapılacak iş, kırmadan dökmeden, demokratik, hukukî, kanunî sınırlar içinde Türk milletini bilgilendirmek ve bilinçlendirmektir. Kurtuluşun zemini budur. Bu yapılmadığı için bu hâldeyiz. Bu yapılmadığı için sadece şikâyet ediyoruz, ya da netice vermeyecek hayalî senaryolar peşindeyiz. Bugün milliyet şuurunu koruyan Türk’ün elinde televizyonu yoksa, gazetesi yoksa, şu imkânı, bu şartı yoksa çocuğuna, eşine dostuna, arkadaşına, akrabasına anlatacak gücü demi yok? Atatürk’ü, Kuva-yı Milliyeyi, Millî Mücadeleyi yeniden okuyun ve dirilin, şikâyet edip sızlanmayın. Kıyama durun ey ehl-i vatan!..
20 Şubat 2013
(*) http://www.yenimesaj.com.tr/?artikel,12004754
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder