CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

İPNOZ USTALARI SAHNEDE

Nurullah AYDIN
18 Temmuz 2012-ANKARA


Herkesimin elinde müzik aleti var. Kimi saz çalıyor, kimi darbuka, kimi flüt, kimi saksofon.. Her kafadan bir ses çıkıyor. Çarpık çağdışı düşünceler, yaşam biçimleri, ilişkiler ağıyla halkı kuşatıyor. Gazetelerde yazılanlara, TV'larda konuşulanlara dikkat ediyor musunuz? İpnoz ustaları siyasette, yargıda, medyada, üniversitelerde gerçekleri tersyüz etmekle meşgul. Türkiye kaos içinde ama onlar çıkar peşinde, halkın çoğu ise farkında değil.

Kaos olan nedir?

Devlet kavramının altüst edilişi

Ülkenin yeraltı yerüstü kaynaklarının yabancıların eline geçişi

Zengin yoksul/fakir farkının artması

Tarafsızlık ve yansızlığın terkedilmesi.

Millet kavramının azınlık radikal dinci zihniyetin inancı düşüncesi imiş gibi yansıtılması

Hukukun-adaletin katledilmesi.

Ayrımcılığın ve nefret söyleminin egemen hale geldiği, bir dönemde, aydınların, gazetecilerin, hukukçuların görevi, daha da önem kazanmaktadır.

Halk derin bir uyku içindedir. Rahat, huzurlu, memnun mu? Memnun olanlar kimler? Halk; olup bitenleri görememenin çaresizliği içinde. Aydınlatması gereken siyasetçi, akademisyen, gazeteci halkın içinde değil. Bu durumda, ipnoz ustaları ilizyonist gösterilerle halkı uyutuyor.

Biliyorum: halk okumayı, düşünmeyi sevmiyor. Düşünürse rahatının kaçmasından korkuyor. Yuvanızın temeline dinamit koymak istiyorlar; diyoruz, aldırmıyorlar. Sözümüze kulak verirlerse, tedbir almak gerekeceğini anlıyor; zahmete girmek istemiyorlar. Bir tek endişesi var: Gününüzü gün etmek, dilediğiniz gibi yaşamak.

Halk mücadeleden ürküyor. Öylesine ürküyor ki, sizin için yapılan mücadelelerle ilgisinin olmadığını, göstermek ihtiyacını duyuyor.

Ülkenin birçok sorunu var. Şer güçler, sayılamayacak kadar çok. Diken üzerinde. Fakat halk dikenli bir yolda ayağını yaralamadan yürümenin, mümkün olmayacağını unutuyor.

Tehlikeyi görünce, korkulu bir rüya görürmüşçesine sırtını dönüyor. Yeni ve eskisinden daha derin bir uykuya dalıyor.

Hiçbir feryat, halkı uyandıramıyor. Tehlikeyi anlamasını temin edemiyor. Yaklaşan düşmanın, ara sıra yumruğunu yiyor; hassas bir yerinize iğne batırılmış gibi şöyle bir sıçrıyor; şaşkın şaşkın bakıyor ve sonra da başını yastığa gömüyor.

Nasıl mı? Türkiye'de, Siyasetin Yargı'yı Kuşatmasından öte; Yargı'nın, Siyaset tarafından teslim alınması ve yapılandırılması gerçeğiyle karşı karşıyayız...

Yargı dahil olmak üzere, devletin ve toplumun kurumları, köhnemiş çağdışı zihniyete sahip olanların birimi haline dönüştürülmüştür.

Siyasete tabi olan Yargı kimliği sergileniyor. Belli zihniyete sahip kişilerce devlet bünyesinde oluşturulan Yargı'nın dramatik örnekleri ortaya konulmuştur. Yargı, siyaset iç içedir.

Uygulamalarla; yasama, yürütme ve yargı arasındaki danışıklı ilişki, bağımsız ve tarafsız Yargı anlayışıyla bağdaşmayan unsurlar bütün gerçekliğiyle ortaya çıkmaktadır.

ABD-İngiltere-Fransa ile içiçe geçmiş Türkiye içi güç birliği karşısında, bu sürecin aktörleri, duygularına, koltuk servet hırslarına hakim olamamışlardır.

Türkiye; kin nefret ve öfke ile intikam diye sayıklayan dini istismar eden, adaleti katleden bir fasıklar güruhu ile karşı karşıyadır.

Üstünlerin Hukukunu gerçekleştirmenin hazzıyla birbirlerini kutlayanlar artmaktadır. Devlet nüfuzunun kötüye kullanılması suretiyle oluşan böyle bir tablodan demokrasi, insan hakları, kamu hizmeti verimliliği ve toplumsal barışın çıkmayacağı açıktır.

Türkiye, hukuku askıya alan bu ilişkiye mahkûm olmayacaktır. Kendisini kuşatan yapıyı kıracak ve Sosyal Hukuk Devletini yeniden inşa edecektir.

İnanıyor ve umut ediyorum ki;

Aydınlar, Milli güçler; ülke sathında kamu gücünün kötüye kullanılması suretiyle oluşturulmuş çıkar ilişkilerine girmeden ve tenezzül etmeden;

Sivil Toplumun sesi olacaklardır.

Mağdurların hak ve hukukuna sahip çıkacaklardır.

Çevre katliamına karşı çıkacaklardır.

Yaratılan korku ve baskı iklimine karşı haykıracaklardır.

Hukuktan yana, adaletten yana, haktan yana olacaklardır.

Üstünlerin hukukunun temsilcisi olmayacaklardır.

Güçsüzlerin, mazlumların ve mağdurların sesi olacaklardır.



Günün Sözü: Din adına dini tersyüz edenler, adalet adına adaleti adına katledenler en aşağılık insanlardır.

.

Köleleşmenin Derin Kamuflajı POSTMODERN ÖZGÜRLÜK

Köleleşmenin Derin Kamuflajı
POSTMODERN ÖZGÜRLÜK


Av. Hüseyin ÖZBEK
İstanbul Barosu Genel Sekreteri

Geleceğin siyasi tarihçileri Türk halkını tutsak eden ekonomik kelepçenin hukuk kelepçesiyle nasıl tamamlandığına ayrı bir bölüm ayıracaklardır. Hukuk kelepçesinin bireysel ve toplumsal bilinci darmadağın edecek yoğunluktaki sivilleşme kampanyasının ardından geldiğine dikkat çekeceklerdir. Milenyum köleliğini postmodern sivillik illüzyonuyla sınırsız özgürlük olarak algılatan toplum mühendisliğini araştırmacılara tez konusu olarak önereceklerdir. Ekonomik kıskaçtan kurtulmayı imkansızlaştıran bir hukuk metnini, halkın yoğun istemiyle gerçekleşen sivilleşmenin kutsal belgesi olarak sunma ustalığına pes diyeceklerdir.
Toplumsal talebe dönüştürülmek için olağanüstü çaba gösterilen “yeni ve sivil” Anayasanın ülke gündemine niçin ve nasıl sokulduğuna biraz daha yakından bakalım: ABD’nin başını çektiği, AB’nin ikincil güç olarak omuz verdiği emperyalist- kapitalist sistem çıkarlarının belirlediği koşulları dünyanın geri kalanına dayatmaktadır. Ülkelerin, ulusların Yeni Dünya Düzeni olarak tanımladığı bir çerçevede sistemin yörüngesine girmesini arzu etmektedir. Hangi devletin milli sınırları içinde olursa olsun ihtiyacı olan ekonomik kaynaklara koşulsuz ulaşabilmeyi, ulusal mevzuatça engellenmeden kullanabilmeyi istemektedir. Yerel halk ve ulus devletin kendi kaynaklarını özgürce kullanımına ise tahammül edememektedir.
ABD’nin başını çektiği Yeni Dünya Düzeni’nin sorunsuz işlemesinin ön koşulu ulus devletlerin ve halkların dayatılan sistemi itirazsız kabullenmesidir. Hedef ülkelerin milli ekonomilerinin, milli hukuk sistemlerinin, siyasal yapılarının emperyal çıkarlara uyarlanması iki şekilde gerçekleştirilmektedir:
1- Süreç içinde borçlandırılarak ekonomik kıskaca alınan ülkenin milli ekonomisi, milli bürokrasisi, milli ordusu, milli kurumlarının evrimsel biçimde çökertildiği bir süreçle küresel sisteme entegre edilmektedir.
2- Ulus devlet olmakta direnen, sisteme kafa tutan ülkeler için askeri seçenek devreye sokulmaktadır. Emperyalist sistem hukuki meşruiyeti tartışmalı, çok uluslu askeri operasyonlarla müdahalede bulunmakta -dikta rejiminin ve kötü liderin tasfiyesine yönelik dünya ölçeğindeki yoğun kampanyaların ardından- ülke ve halk özgürlüğüne kavuşturulmaktadır!
Sisteme kafa tutan, siyasal ve ekonomik bağımsızlıkta direnen ülkeler, sınır aşan kampanyalarla küresel terörün kötülük coğrafyası olarak yaftalanmaktadır. Uluslar arası tekellerin tekelci medyası kısa sürede hedef ülkeyi ve liderini nefret simgesine dönüştürerek yapılacak müdahaleyi meşrulaştırmaktadır. Irak’ta, Libya’da, Afganistan’da yaşananlar ikinci seçeneğin çarpıcı örnekleridir.
Sözü birinci seçeneğin uygulandığı ülkemize getirip, Türkiye’nin sistemin yörüngesine nasıl sokulduğuna bakalım: Cumhuriyet’in ekonomik mucizesinin ürünü KİT’lerin tasfiyesiyle kamunun ekonomik saygınlığı, devlet baba imajı yok edilerek halka yabancılaştırılmaktadır. Cumhuriyet’in milli burjuvazi yaratma ülküsüyle desteklenen yerli sermaye tekelci aşamada uluslar arası sistemle bütünleştiği oranda ulusal duyarlılıklardan arındırılmaktadır! Ekonominin gayrı milleştiği bir ülkede siyasi anlayışın ve devletin milli kalması olanaksızdır. Bu nedenle ekonominin Türk’ün elinden çıkmasını devletin tüm kurumlarıyla Türk’ün elinden çıkması izlemektedir. Türkiye’yi uluslar arası kapitalist sisteme entegre eden dış dinamikler, sisteme biat eden sivil makyajlı bir siyasi yapıyı iktidarda tutarak istikrarın sürmesini istemektedirler!
Türkiye’nin uluslar arası sisteme entegrasyon tezgahı aynı kaderi paylaştığı ülkelerle birebir benzerlik göstermektedir. Hedef ülke öncelikle büyük bir ekonomik bunalıma sürüklenmektedir. Ekonomik bunalım siyasi bunalıma dönüşmekte, ülkenin iflasına, batışına ilişkin abartılı söylemlerle kitlelere umutsuzluk, yarınsızlık şırıngalanmaktadır. Çöküş süreçleri halkın sihirli eller, mucizeler yaratan önderler beklediği dönemlerdir. Gerçekten de kurgulanmış iktisadi kaosun, ekonomik alt üst oluşun, büyük çaplı batışların, piyasa anarşisinin ardından ortaya mucizevi kurtuluş reçeteleriyle Ekonomi Süpermenleri çıkıvermektedir! 1980 sonrası bu açıdan incelendiğinde Turgut Özal’ın 24 Ocak 1980 kararları ile Kemal Derviş’ in 15 günde 15 yasa kumpasının ardındaki dinamikler daha iyi anlaşılacaktır
Türkiye’nin ekonomik tanzimi tamamlanmış gibidir. Ülkenin ekonomik yapısıyla siyasi yapısı birbiriyle tamamen örtüşmektedir. Cumhuriyet bürokrasisinin son tortuları da temizlenerek devlet millilikten tümüyle arındırılmaktadır. Ülkenin kuruluş felsefesine bağlı kurumlar, sisteme uyumda sorun çıkaran dinamikler tasfiye edilmektedir. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ülkenin kuruluş denkleminden gelen güçlü konumunun ortadan kaldırılması, dikkate alınacak bir dinamik olmaktan çıkarılması büyük ölçüde tamamlanmıştır. Askeri bürokrasinin tasfiyesinde özel yetkili yargının ve hukukun üstlendiği işlev kuşkusuz ileride daha sağlıklı değerlendirilecektir. Milli ekonomi, milli duyarlılık, milli çıkarlar söylemi arkaik kavramlar olarak alaya alınmaktadır. Ülkenin idari hiyerarşisi sistemle uyumlu, rejimle sorunlu yeni nesil dindarlığın tek tipleştirilmiş kadrolarından oluşturulmaktadır.
Ekonomik ve siyasal açıdan sistemin istediği kıvama getirilen ülkede sıranın hukuki tanzime geldiği anlaşılmaktadır. Sisteme ekonomik ve siyasal bağımlılığı hukukileştirip meşrulaştıracak bir teslimiyet metni post modern özgürlük illüzyonuyla kitlesel talebe dönüştürülmek istenmektedir. Birey ve sivil olmaya izin vermeyen katı bir cemaat hiyerarşisi içinden gelen güç sahiplerinin anladığı sivillik halkın tam bir itaat zinciri içinde yönetimin buyruklarına uymasıdır. Bu türden bir sivilleşme programının halkın ekonomik demokratik taleplerini kapsamayacağı kuşkusuzdur.
Türkiye’yi ulus devlet olmaktan çıkarıp çok kimlikli, çok kültürlü, ortak paydalardan yoksun, müşterek gelecek umudunu yitirmiş post modern kabilelere dönüştürecek bir ayrışma tasarımı her derde derman sivilleşme reçetesi olarak sunulmaktadır!
Ayrışmanın, dağılmanın, çözülmenin, çatışmanın, ülkeyi bir kaos coğrafyasına dönüştürmenin ana yazılımı SİVİL ANAYASA olarak halkın önüne konulmaktadır.
Tarih ve insanlık önünde onursuz sefiller olarak anılmak istemeyen bir toplumun bu türden bir sivilleşme illüzyonunu elinin tersiyle yüz geri etmesi gereken günler yaşıyoruz.

.

TERÖRÜ İHBAR EDENE ÖDÜL

HUKUKUN EGEMENLİĞİ DERNEĞİ

Society Of Law Sovereign-Societe Du Droit Souverain-Verein Des Souveraenen Rech

* TERÖRÜ ÖNLEMEK İÇİN GEREKLİ ÖNLEMLER ALINMALIDIR

* İLK YAPILACAK İŞ TERÖRİSTİ İHBAR EDENE ÖDÜL VERİLMESİDİR.

* AÇILIM DENEN EYLEMLERİN YARARI OLMADIĞI ANLAŞILMIŞTIR.

* ACİL VE ETKİLİ ÖNLEMLER ALINMALIDIR.

Hakkari’nin Dağlıca bölgesinde askeri birliğe teröristlerce saldırı düzenlenmesi ve saldırı sonucu ilk belirlemelere göre 8 askerin şehit olması, 15 askerin yaralanması üzerine açıklama yapan Hukukun Egemenliği Derneği Genel Başkanı Av.A.Erdem Akyüz; terörü önlemek için gerekli önlemlerin alınması, ilk planda terörü ve teröristi ihbar edenlere ödül verilmesi sisteminin getirilmesi, açılım denen uygulamalardan vaz geçilmesi, acil ve etkili önlemlerin alınması gerektiğini ifade etti.

Akyüz: “Gerekli, gereksiz istenen her konuda derhal kanunlar çıkarılmaktadır. Çıkarılan bir kanun daha yürürlüğe girmeden değişiklikler yapılmaktadır. Keza çıkarılan bir kanun için beklemeksizin ve defalarca ek reform ve düzeltme yasaları çıkarılabilmektedir. Ancak terörü önlemek için gerekli olan yasal düzenlemeler, bütün beklenti ve uyarılara rağmen hala yapılmamaktadır.” Demiştir.

Alınması gerekli ilk önlemin, terörü ve teröristi ihbar edenlere ödül verilmesi yolunda bir yasa çıkarılması olduğunu söyleyen Akyüz :” Terörü ve teröristi ihbar edenlere, terörün önlenmesi ve teröristin yakalanması için yardımcı olanlara ödül verilmek üzere derhal bir yasa çıkarılmalıdır. Bu yasanın çok etkili sonuçlar doğuracağı açıktır. Yeryüzündeki diğer ülkelerde benzer uygulamalar yapılmıştır ve yapılmaktadır. Bütün uyarı ve beklentilere rağmen böyle bir yasanın çıkarılmamış olması büyük bir noksanlık ve hatadır.” Şeklinde açıklamalarda bulunmuştur.

Açılım adı altında yapılan her uygulama sonrasında terör eylemlerinin arttığına dikkat çeken Akyüz : “Açılım adı altında söylenen her söz ve her uygulama sonrasında; kuvvet kazanan ve daha fazlasını elde etmek isteyen ayrımcılar eylemlerini artırmaktadırlar. Açılım, ancak terör eylemlerine başvuran ve onlara örtülü destek sağlayanlara karşı alınacak önlemler konusunda yapılabilir. Bu konuda her türlü; etkili, acil ve taviz vermeyen uygulamalar derhal yapılmalı, gerekli önlemler alınmalıdır.” Demiştir.

AÇIKLAMA

E.Hukukun Egemenliği Derneği O.Başkanı

.

ŞEHİTLER VE YETER SÖZ VE HAREKAT MİLLETİNDİR ARTIK

Nurullah AYDIN

20 Haziran 2012 ANKARA


Heyetler arası görüşmelere, yetkililerin açıklamalarına göre; ABD-İngiltere-PKK-AKP-Barzani işbirliği, ittifakı, topyekün saldırısı devam ediyor. Bazıları hala gerçeği söylemiyor, anlatmıyor, yazmıyor. Korkuyorlar çünkü korkutuyorlar.

Toplum ayrışmaya devam ediyor. Türkiye devletini tasfiye operasyonu bir yandan ekonomik kaynakların el değiştirmesi ile, kimliksizleştirme ile, milli güçleri etkisizleştirme ile devam ediyor.

Şehit Annesi: Yetim Yavrum, Çileli Oğlum, Yaktın Beni diyor.
Siyasetçi annesi, işadamı annesi, akademisyen annesi, ne diyor acaba!

Türkiye’nin haçlı batı işgaline karşı milli güçlerin oluşturduğu meclis, harekat merkeziydi. Bugün; meclisin, askerin, aydınların, medyanın işlevi ne sorusunu vatandaş soruyor.

O dönem; soran, sorgulayan milli menfaatler konusunda asla taviz vermeyen vatan evlatları, ülkenin her köşesinin sorunlarını kendine dert edinmiş, çözüm için çaba içinde olmuştur.

Bugünün meclisine, halkı temsil ettiği söylenenlere, bunların konuşmalarına, tiplerine bakın.

İnsanlar karşıt siyasetçiye hemen hergün küfreder, hakaret eder. Genellikle kullandığı sözcükler bellidir. Bunlar; Ahlaksız, Haysiyetsiz, Dönek, Şerefsiz, İftiracı

Bir de yüce meclis diyorlar milli irade diyorlar. Ama meclis dışı, devlet adına millet adına taahhütlere giriliyor, kararlar alınıyor.

Zihinleri, yaşamları ipotekli, uyuşturulmuş emieri tiplerle, milli irade olur mu?

Bunun için kullandıkları yöntem ise yalan. Oluşturulan yandaş medya gerçekleri olduğu gibi vermek yerine, hikayelendirmekte ve böylece gerçekleri deforme etmektedir.

Medya ile insanların beyinlerinde yeni mitler oluşturulmaktadır. Buna bağlı olarak belli bir yaşam tarzı tüm dünyaya empoze edilmeye çalışılmaktadır. Bu hedefe ulaşmada kendine karşı olanları ötekileştirerek onları düşman olarak lanse etmektedir. Bireyin direniş azmini kırarak, moral değerlerini elinden alarak, manevi çöküntüye uğratıp baştan yenilgiyi kabul etmesine çalışmaktadır.

Bunu, en iyi gerçekleştirme aracı propagandadır. Propagandanın cephanesi söz ye kelimelerdir. Üzerinde çok düşünülmüş, zaman ve zemini iyi hesaplanmış hedef kitlesi tayin edilmiş bir faaliyettir. Propagandanın beyaz, gri ve siyah olmak üzere üç farklı türü vardır.

Beyaz Propaganda: Kaynağı belli, açık, şeffaf bir propaganda türüdür. Amerika ve İngiltere'nin uzun yıllar uyguladıkları propaganda çeşididir. Halkları doğru haberlerin sadece kendileri tarafından verildiğine ikna ederler.

Gri propaganda ise bulanık bir propaganda türüdür. Burada kaynak belli değildir. Doğru ya da yalan olduğu ispatlanamaz. Gri propagandanın ana malzemesi rivayetlerdir. Çalışma tarzı açık propaganda gibi değildir. Güçlü yönü muhatapları tarafından iyi kabul görmesidir. İnsan üzerinde propaganda hissi uyandırmaz. Senaryo iyi yazılmışsa rivayetler dilden dile dolaşır.

Kara propaganda da ise kaynak saptırılır ve gizlidir. Hile, yalan ve iftira gibi metotlar kullanılır.

Beyaz, Gri ve Kara propagandanın her türü kullanılarak toplumlar şekillendirilir. Propagandalarının etkisizleştirilmesi için, önce kafalardaki gücün yenilmezliği imajı yıkılmalıdır.

Bütün bu bilinçaltını ve bilinç üstünü etkilemeye dönük faaliyetlerin temelinde, insanların eski düşünce kalıplarını şoklar yaratarak sıfırlayıp sonra yeni düşüncenin yerleştirilmesi gerekmektedir.

Güç odakları; insanları yanıltırken en fazla insan hakları, demokrasi ve özgürlük kavramlarını kullanırlar. Davranış şekli, yalakalıktır, yalancılıktır.

Dünyevi arzuları hiçbir engel tanımayan güruh her dönem farklı kimlikle halkın karşısında yer alır. Her söz ve uygulamalarına kılıf uydururlar.

Uygulanan taktiklerle:

Bilgiyi o kadar ufak parçalara ayırıyorlar ki parçalar birbiriyle buluşamıyor.

Tarih kavramını bozarak bin yıllık birlikteliği parçalıyorlar. Halklar oluşturulmak isteniyor.

Hem yatay hem de dikey olarak asimetriler yaratılarak tarihi gerçekler algılanamıyor.

Değişik tarihlerde yaşanmış olayları aynı zaman diliminde olmuş gibi anlatarak zaman mefhumunu ortadan kaldırıyorlar.

Bunun için de; Türkiye’nin sosyal değerleri aleyhinde kampanya başlatılarak genel kabul görecek sloganlar seçilir. Yıkılacak bu imiş gibi bir imaj yaratılır.

Zamanda sınırsızlık beyni dağıtır. Böylece geçmişe ait şoklar yaratarak kazanılmış değerler yok edilmektedir.

Dili bozup parçalayıp özelliğinin kaybettirilmesi, yazının ise, parçalanarak bütünlüğünün kaldırılması sağlanır. Dil beynin zihinsel faaliyet aracıdır.

İnsanın beynindeki doğru tarih bilgileri param parça edilir. Hafızasını yok etmek üzere geliştirilmiş bir psikolojik hareket yürütülmektedir. Bu psikolojik savaş sonucu parçalara ayrılan zihinde hafıza kayıtları otomatik olarak dağıtılır.

Günün Sözü: Zihinleri bozularak etki altına alınan insanları uyandırmak; aydınların, sanatçıların asıl görevidir.

.

SUÇ VE SUÇLU ÜRETEN TÜRKİYE GERÇEĞİ

Nurullah AYDIN
18 Haziran 2012 ANKARA


TV ekranlarında haber ve görüntülerle, konuşanlar, gazete sayfalarında yer alan haberler ve köşelerinde yazanlar; Türkiye’nin son on yılda ne kadar iyi yönetildiğini, toplumda barış ve huzurun olduğunu, adaletin var olduğunu, kalkınmanın gerçekleştiğini ileri sürerler.

Muhalefet partileri de iç çekişmelerde, seyirci olarak sırça köşklerindedir. Onlar halkı aydınlatma işlevine yönelmezler. Türkiye’nin aydınları suskun. Emirerleri ortalarda.


Peki ama neden?
Meclisteki milletvekillerinin dokunulmazlık dosyalarında; kalpazanlıktan, teröre, hertürlü suç var. Ali Dibocuların etkili ve yetkili olduğu yerde adalet olur mu?
Peki ama dindar denilenlerin yönetiminde; suç işleme oranı neden yükseliyor acaba. Dindar olanlar batı haçlılarıyla işbirliğine neden yöneliyor? Onlarla birlikte kardeşlerini neden katlediyor?

Türkiye’de; Adalet bakanlığı kaynaklarına göre yıllara göre hükümlü ve tutuklu sayıları

2011 127831
2010 120916
2009 116340
2008 103235
2007 90837
2006 70277
2005 55870
2004 57930
2003 64296

Din’le şekil dışında özde alakaları kalmamış olanlar ne diyor? Dindar yöneticiler var.

İslam dinine inanan yaşayan kötülükten uzak kalır. Din bunu öngörür.

Temel soru açıktır. İslam diyorlar. Peki ama hangi İslam dini? İlahi mesaja dayalı din’mi yoksa hurafelerle anlamsızlaştırılmış, insanları sömürme sindirme susturma aracı kılınan din’mi ahlaksızlıkları, hukuksuzlukları önleyecek olan?

İnsan; Akılcılık, ya da dincilikten birini seçmek zorunda mı? İkisi bir arada olamaz mı?

Dünya nüfusunun belli başlı dinlere göre dağılımı:

Hıristiyan Yüzde 33.5
Dinsizler Yüzde 20.7
İslamiyet Yüzde 18.2
Hinduizm Yüzde 13.5
Budizm Yüzde 6
Musevi Yüzde 0.3
Diğer Yüzde 7.8

Batı ve doğu ülkeleri; akıl ve bilim odaklı tercihi yaptı. Ya Ortadoğu halkları?
İslam coğrafyası’nın fakir düşmesi, esarete düşmesi, doğru analiz edilmelidir.
Nereden çıktı bu hocaefendiler, şeyhler, diktatörler? Kim getirdi, kim destekledi? Niçin?
Son din, son peygamber kabulü odaklı İslamiyet’in bu gerçeğini yok sayanlar, İslamiyeti temsil edip İslam adına konuşabilir mi?

İslam Dini diye; Arap hurafeleri, Arap tarihi, Arap kahramanları, Arap ahlaksızlığı, Arap çokeşliliği, Arap mitolojileri, Arap masalları din diye anlatılıyor da ne oluyor ki? Hangi Arap ülkesi; hangi marka sahibi? Hangi Arap ülkesi sanayide, teknolojide, bilimde ve sanatta var?


Bahsedilen dindarlık; yönlendirilen, güdülen, hurafelerle düşünen, yaşayan toplum oluşturmak demektir.


Yeni dünya Düzeninin İslam ülkeleri için düşünülen proje; dindarlaşmış sürüleşmiş akıl bilim ve teknolojiden sanattan uzak, hurafelerle şekillendirilmiş robot insanlar sürüsüdür.

Dindarız diyenler ne mi yaptılar?
Önce; hak, adalet, mağduriyet, demokrasi, özgürlük dediler
Sonra; samimi inançlıların, haksızlığa uğrayanların desteğini alarak güç sahibi oldular.
Sonra; etnik ve mezhep damarını çatlattılar,
Sonra; ilahi mesajı tersyüz ettiler, dini ortak kavramları tersyüz ettiler,
Sonra; servetlerine servet kattılar.
Sonra; yalan talanla dünyevileştiler.

İnsana; hangi eğitimi, hangi bilinci, hangi tür akılla vereceğimiz, birinci derecede önemlidir. Dindarlık arttıkça kadın hakları azalıyor


Toplum dinamizmi için; eğitim, öğretim, kalkınma ve güçlü olmak gereklidir.

Bugün hemen her ülke yetişmiş insan gücü ile etkindir, refah içindedir. Akla bilime teknolojiye yeteri önemi vermeyen ülkeler geri kalmış durumdadır. .

Çağdaş dünya gerçeğinin içinde; Evrensel Akıl, Evrensel Ahlâk, Evrensel Adalet, Evrensel İnsan Hakları, Evrensel Sevgi, Eşitlik, Kardeşlik, Paylaşma, Yardımlaşma olmalıdır.

Akıl’dan, bilim’den, sanat’tan yoksun, din, din değildir, hurafedir. Din; kişinin vicdani tercihidir.

Akılcılık, Bilim, Sanat, Teknoloji, İnsan hakları, Eğitim, Hoşgörü çağın gerçekleridir.

Özgürlüğün de, refahın da, mutluluğun da, gelişmişliğin de, sebebi akılcı sorgulamadır. Akıl ve bilime odaklanmış inançlı insanlar; barışın da, huzurun da, adaletin de güvencesidir.

Günün Sözü: Anlamaktan aciz insana ne dersen de, o saplantılarından kurtulamaz.

.
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...