ABDÜLHAMİD, MİDHAT PAŞA'YI
NEDEN BOĞDURDU?
İnsanlık tarihinin en büyük facialarından biri 1884 yılında Osmanlı adalet ikliminde yaşanmıştır. Bu facia Osmanlı Sultanı ve İslam halifesi Abdülhamid'in emriyle işlenen Midhat Paşa'nın boğdurulma cinayetidir. İslam halifesi iki kişiyi boğdurarak ALLAH huzuruna gönül rahatlığı ile çıkmıştır. Abdülaziz'in intiharı veya öldürülmesi ile ilgili olarak hem de ölümünden beş yıl sonra kurulan mahkemede, Midhat Paşa ile Damad Mahmud Paşalar idama mahkum edilmiş, ardından da müebbede çevrilerek Taif Kalesine sürülmüşlerdir.
Yıldız'daki yargılama, başındaki besmele ve altındaki imzası dışında her şeyiyle sahte ve kurgu olan bir iddianame üzerine yapılmıştır. Osmanlı tarihinin en büyük kumpas davası olan bu sözde yargılamada, Midhat Paşa önce Çadır köşkünde Başkitabetin iki hafiye ve ajanı mabeynci Eğribozlu Ragıp ile 2.katip Şamlı İzzet Holo tarafından sorgulandı.
Eğribozlu Ragıp denilen adamın nesli Cumhuriyette SARICA soyadını alarak ve emlak zengini ünlü bir aile olarak intikal etti (Prof. Ragıp Sarıca). Beyoğlu ve Moda'nın onlarca apartman ve işhanı bu aileye kalmıştır.
Mabeyn 2. katibi Şamlı Arap İzzet Holo ise Meşrutiyetin ilanıyla Büyükada yazlığından İngiliz gemisiyle kaçacaktır. İttihatçılar yakalamak için arkadan Rauf Orbay'ı göndermiş, Çanakkale'de yetişen Rauf Orbay, gemiye bile alınmamıştır.(Kapitülasyon belası). Nihayet İzzet Holo denilen bu rüşvetçi hain kaçırdığı devasa servetiyle Amerika sefaretinde görevli oğlunun yanına yerleşmiştir.
Midhat Paşa için başındaki besmele ve sonundaki imza hariç hepsi uydurma olan bir iddianame hazırlanmıştır. Mahkemede ilk ifadesini 27 Haziran 1881 günü vermiştir. Hem alim fazıl hem Mecelle Müslümanı hem Adliye Nazırı olan Cevdet Paşa, bu kumpas mahkemesinin kurucu mimarıydı. Yıllardır beklediği sadarete bir türlü erişemedi ama İslama uygun güzel bir rüşvetle taltif edildi.
İdama mahkum edilen Midhat Paşa, sonunda Taif Kalesine sürülüp Abdülhamid'in emriyle orada boğduruldu. Hicaz valisi ve kumandanı Erzincanlı Osman Nuri Paşa'ya Abdülhamid bir telgraf göndermişti. Telgraf aynen şöyleydi:
"...Benim hanedanıma sadık askerlerim. Şişko Mahmud ile Midhat katilleri firara cesaret ederse, tüfeklerindeki kurşunlarıyla bu hainlerin ketefeynlerinin ( ense kökü) tam orta yerini nişan alarak hanedanıma hizmette bulunmuş olurlar. Şu mel'unların kürrei arzdan vücutları kalkarak familyaları dahi istirahate mucip olur. Malumunuz ola...."( Telgrafın orjinali için bkz. Uzunçarşılı, Taif Mahkumları)
Midhat Paşa aynı zamanda askeri kışla olarak kullanılan Taif kalesinin bir odasına hapsedilmişti. Abdülhamid'in telgrafı Mekke'ye gelince Osman Nuri Paşa bu emri Taif kalesi kumandanına tebliğ etti. Yapılan plan gereği Midhat Paşa'nın öldürülmesi kararlaştırıldı. Kalede mevcut askerlerden seçilmiş on kişi 7/ 8 Mayıs gecesi Midhat Paşa'nın kaldığı odanın kapısını kırarak içeri daldılar.
İlk işleri Midhat Paşa'nın üzerine çullanmak oldu. Dermansız Midhat Paşa fazla direnemedi. Ancak, "Allah'tan korkun evlatlarım askerin vazifesi bu mudur?" diyerek Yasini şerif okumaya başladı. Bir taraftan da "benim kanım diridir, sizi de boğar" diye sızlanıyordu. Teslim olmak zorunda kaldı. Askerler boğazına yağlı ip geçirerek boğdular.
Aynı askerler bunun ardından bitişikteki Damad Mahmud Paşanın odasına daldılar. Mahmud Paşa güçlü biri olduğu için kolay teslim olmadı. Canhıraş çığlıklar içinde yaşanan boğuşma saatlerce devam etti. En sonunda onu da aynı yöntemle boğdular.
İsterseniz boğan askerlerin künyesini de verelim:
(1)- Binbaşı Bekir efendi bu işe nezaret etmiştir, (2)- Anapalı yüzbaşı Çerkes İbrahim, (3)- Kumlalı Mülazım Nuri, ( 4) - Çanakkaleli Ahmet Çavuş, (5)- Er Yozgatlı İbrahim, (6)- Er Kütahyalı Ahmet, (7)- Er Gümülcineli Mehmet, ( 8)- Er Gümülcineli Recep, (9)- Er Afyonlu Ahmet, (10) - Er Edirneli İsmail. Y
ıldız mahkemesi denilen sahte yargılama, Abdülhamid ve Mecelle Müslümanı Cevdet Paşa'nın ortak planıydı. Bu plan iki kişinin ahirete götürdüğü (mahkeme-i Kübra) en kitapsız, en şerefsiz hizmetleri olarak tarihe geçmiştir.
Şunu da belirtelim ki, eski Şeyhülislam Hayrullah Efendi de Abdülaziz olayından dolayı Mekke'ye sürülmüştü. Tahttan alınırken onun fetvası vardı. Midhat Paşa ile aynı odada kalırlardı. Ölüm meleği Azrail nedense ŞERRULLAH diye anılan bu müfside dokunmadı. Taht uğruna kundaktaki çocukları bile boğmaya alışkın Osmanlı saltanat kültürü elbette bu katliam için de zerre vicdan azabı duymayacaktı.
Boğulan iki ceset ertesi sabah erkenden Taif mezarlığına defnedildiler. Yapılan açıklamaya göre bu iki HAİN şark çıbanından dolayı aynı gece ölmüşlerdi. Hz. Peygamberin çocukken ölen oğlu Tayyip ile amcası İbni Abbas'ın mezarı da burada bulunuyordu. Bu konuda Uzunçarşılı'nın üç ciltlik eseri yanında iki de doktora vardır.
Uzunçarşılı'nın "Taif Mahkumları" kitabı ve İbnülemin'de o günlere ait gizli bir risaleden de bahsedilir.Bu Risale Saro Dadyan tarafından bir sahafta bulunup yayınlandı. İlk sayfada Sanayii Nefise Mektebinin gravür Hocası Napier'nin Osmanlıca ve Fransızca imzasını taşıyan bir Midhat Paşa gravürü de bulunur.
" Midhat Paşa ve Damad Mahmud Paşa Hazeratının Abdülhamid'in Emriyle Keyfiyet-i Şehadetleri" adını taşıyan, 44 sayfalık bu Risale, 1314'de (1896-1897) Cenevre Mizan Matbaasında basılmıştır. O zamanın evrak-ı muzırrası sayıldığı için gizli kalmıştır. Yazarı da yoktur. Risalede iki paşanın 7 Mayıs 1884 günü Taif kalesinde kaldıkları odada katledildikleri yazılmıştır.
Tuna ve Bağdat valilikleri ve Şuray-ı Devletten sadarete kadar yükselen, ilk Kanun-u Esasisinin mimarı Midhat Paşa (1822-1884), hayatını Hz. Peygamberin vekili sayılan Abdülhamid'in emriyle katledilerek, böyle bir facia ile sonlandırdı. Boğulan ikinci kişi ise Abdülmecid'n kızı Cemil'e Sultanın kocası Tophane Müşiri ve Abdülhamid'in öz eniştesi Damad Mahmud Paşa oluyordu. Kocasının feci ölümünü duyan Cemil'e Sultan, ölene kadar kardeşi Abdülhamid'le konuşmamış, "inşallah sakalın kana boyanır" diye beddua etmiştir.
Yıldız Mahkemesinde Midhat Paşa'ya idam hükmü veren mahkeme reisi Antalya/ İbradılı Ali Sururi Efendiye gelelim. Bu adam hakim değil sanki yargılama için özel seçilmiş bir adalet celladıydı. Midhat Paşa ile Tuna valiliğinden kalma düşmanlık derecesinde hasımlardı. Abdülhamid, bu adalet celladını idam hükmünden sonra elbet boş bırakmadı, vezaret rütbesi vererek valiliğe kadar yükseltti. Ahireti rahat geçsin diye olacak kendisine bir de türbe yaptırdı. Cumhuriyet devrinin ünlü tiyatro oyuncusu Gülriz Sururi, bu Ali Süruri efendinin torunudur. Bu aile hep tiyatrocu olmuştur.
Kapısından doğruluk ve adalet girmeyen Osmanlı sarayı aslında rüşvetin menbaı idi. Sadece askeriye ve mülkiye sınıfı değil ilmiye sınıfının kadıları da rüşvetçiydi. Kur'an ve şeriat adına adalet dağıtan kadıların baş gıdası da rüşvetti. Şeriye sicillerine göre yapılan bir çalışmada, rüşveti görünce kesin hükmü bile değiştirirlerdi. Günümüz siyasal İslamında çok rahatça ve fütursuzca işlenen hırsızlık ve yolsuzluğun zihin arkası işte bu kültürün mirasıdır. Yani onların torunları olmaktalar.
Gelelim setre pantolon giymek günahtır diye Harbiye Mektebi Farsça muallimliğini bile reddeden Cevdet Paşa'ya. Abdülhamid Midhat Paşa'ya idam hükmü verilmesi karşılığında elbet duyarsız kalamazdı. İbret olarak saltanatıma göz diken olmasın diye asıl kumpası kendisi kurmuştu. Mecelle Müslümanı ve Adliye Nazırı Cevdet Paşa, Bebek'teki bir yalıyı haketmişti. Ceyb-i hümayun adına 4.000 liraya satın alınan bu yalı, Mütercim Rüştü Paşa'dan sarraf Köçeoğlu Agop'a geçmişti. Mütercim Rüştü Paşa da Osmanlıya musallat olmuş hainlerden sayıldığı için Manisa'ya sürülmüştü. İfadesi sedye üzerinde alındı. (Bkz. Uzunçarşılı, Yıldız hususi evrakı, sene 1300 muharrem, numara 32-45)
İslam halifesi Abdülhamid, artık dini mübindeki adalet kutsalı adına en büyük ahlaksızlığa imza atabilirdi. Bu kültürde, gerek İslam adaleti gerek Maun müslümanları nezdinde rüşvet ve kamu hırsızlığı cehennemlik bir günah sayılmazdı. Kur'an dini ve İslam ahlakına dokunmayan bir hediye görülürdü.
Cevdet Paşa'ya verilen yalının Defter-i Hakani (tapu) işleminin yapıldığı tarihe bakılırsa, kayıt işleminin tarihi ile mahkemenin karar tarihi aynı haftaya rastlamakta. Cevdet Paşa bu rüşvetin menbaını hiç sorgulamadan sanırız vicdan huzuru ile içine sindirmiştir. Feminist - romancı diye tanınan kızı Fatma Aliye hanım da bu yalının içinde büyüdü. Ancak bir gün olsun babasına, " sen bu yalıyı maaşınla mı yoksa bir rüşvet karşılığı mı aldın?" diye sormadı.
2009 yılında basılan kağıt paralarda resmi olan Fatma Aliye Hanım'dan bir bilgi daha. Fatma Aliye Hanım Gazi Osman Paşanın yeğeni Mehmed Faik Beyle evlendi, bundan doğan kızı Zübeyde İsmet Hanım, Dame de Sion mezunu olup ilerde din değiştirdi ve ömrünü katolik rahibe olarak ailesinden uzak bu inzivalarda geçirdi. Belki huzuru oralarda buldu.Kime niyet kime kısmet. Bizim Mecelle müselmanı Cevdet Paşa'ya bol rahmetler...
HÜKÜM: Okurdan ricamız, bu bilgiler sakın ola rivayet ve duyum kaynaklı şeyler sanılmasın. Hepsi yazılı metinlerde kayıtlı ve belgeli gerçek akademik bilgilerdir. O günlerle uğraşan ve eli kalem tutan akademya mensupları için de açıktır. O halde Neo Osmanlıcı siyasal İslamcı günümüz medrese mollalarına bir soru:
Teorik ve teolojik olarak ilahi adalete susamış olması gereken Allah'ın yeryüzündeki gölgesi ve peygamber vekili sayılan Sultan Abdülhamid, diyelim bu kamu hırsızlığının, bu da olmazsa bu adaletsizliğin, bu da olmazsa Taif'de işlenen cinayetin hesabını acaba mahkeme-i Kübra'da vermiş midir? Yoksa mümin kulları olarak bizler kıyametin kopacağı günü beklememiz, veya o ilahi gün gelene kadar İslam dünyasının uygarlığın ayakları altında sürünme onursuzluğuna seyirci kalmamız mı gerekecektir?
OSK / 7 Mayıs 2023
Osman Selim Kocahanoğlu