CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

AY' dan GELİP ÖNGÖRÜ DEHASI ATATÜRK'ÜN HUZURUNA GETİREN NEDEN

AY' dan GELİP ATATÜRKÜN HUZURUNA GETİREN NEDEN

20 Temmuz 1969'u gösterdiğinde APOLLO 11'İ ve 1,5 milyar insan televizyonlarına odaklanmış Neil Armstrong'un Ay'da yürüyecek olmasını heyecanla bekliyordu.

Kendisi de o an TV başındaydı. Tullahoma'da bir evde. Yanında da bir düzine bilim insanı...
Sunucu o an beklenmedik bir haber verdi:

"Astronot Armstrong'un bilgisayarı bozuldu, Ay'a iniş yapamayacak!" Bu ana şahitlik edenler üzüntü verici bu haberi alınca büyük bir hüsrana uğradı. Elbette Tullahoma'da bu evdeki bilim insanları da sukut-u hayal içindeydi. Sonra içlerinden biri, "Telaşa gerek yok, Neil modülü Ay'a indirebilir.

Bilgisayarın bozulma ihtimaline karşı, manuel olarak indirebilmek için üzerinde 1,5 yıl çalıştı" dedi.
Bu cümle üzerine şaşkınlığa uğrayan bilim insanları ,"Sen nereden biliyorsun be Türk?" deyince yanımda bulunan ve o vakit 32 yaşında olan bu bey; "Ben Arsev Eraslan, NASA'da Apollo 11 Projesinde yazılım ayağında çalışıyorum" dedi. Evet yanımdaki bu adamın tahmini doğru çıkmıştı,
Armstrong bilgisayarın bozulması üzerine manuel olarak modülü Ay'a indirmişti. 1,5 milyar insan izlemiş, insanoğlunun Ay'a ayak basmasından ötürü gururlanmıştı. Eraslan'ın NASA'daki görevi ise modülün Dünya'ya dönüşü yani “re-entry” yazılımlarını gerçekleştirmekti. Yanında da üç öğrencisi vardı. "Yazılımları biz yaptık" diye anlatırken konuşmanın bir yerinde "hem yazılım yapıyorum hem de o üç öğrenciye iş öğretmeye çalışıyorum" dedi.

Ağzından bir şey kaçırmıştı sanki…

"Nasıl yani öğrencileriniz yazılım bilmiyor muydu?" diye sorduk, mütevazı bir şekilde "yazılımların hepsini ben yaptım" diye utanarak yanıtladı soruyu. Evet, bu bey Armstorng, Collins ve Aldrin'in Dünya'ya sağ salim dönmesi için gerekli yazılımları gerçekleştirdi.

Yani Eraslan’ın yaptığı yazılımlar olmasaydı o modül Dünya'ya inemeyecekti.
Başka ne mi yaptı? :

*ABD’deki tüm nükleer santrallerin çevreye olan etkisini minimuma indirmek için yazılım geliştirdi,
*Ay’da kristallerden mücevher yetiştirmek için yazılım geliştirdi,
*Suçluyu yüzünden tanıyan dünyadaki ilk 3D Yüz Tanımlama Teknolojisini geliştirdi.

Bu yazılımla 1999 senesinde ABD’de ödül kazandı. Yani günümüzde kullanılan yüz tanımlama ilk kez bir Türk’ün yani bu yanımdaki beyefendinin geliştirdiği teknoloji ile hayat buldu. Uzun süre NASA’da bilim insanı olarak görev aldı, ABD’deki birçok üniversitede profesör olarak öğrencileri ve NASA personelini eğitti.Peki nereden merak sardı buna? Babasının kitaplarından! Uçak teknolojisi ve havacılıkla ilgiliydi bu kitaplar.

İçinde ABD’nin Japonya’yı bombaladığı uçağın fotoğrafını gördü ve maketini yaptı. Henüz ilk okuldaydı ve model uçak yapıyor, kitaptaki gibi aynı şekilde boyuyor, pervanelerini takıyordu. O kadar çok model uçak yapmıştı ki evin bir odası dolup taşmıştı.Babası Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk uçak mühendisi Necdet Eraslan’dı. Atatürk, Necdet Eraslan’ı Fransa’ya gönderdi ve Paris’te 1928’da Ecole Nationale Superieure de L’Aeronautique’te havacılık ve uçak mühendisliği öğrenimi gördü. Sonrasında ABD’ye 1937’de Türkiye için satın alınacak uçakların temini için bizzat Atatürk tarafından gönderildi. Sonra ne mi oldu? Necdet Eraslan,
*Türkiye’deki ilk dizel motoru imal etti.
*Su türbinleri yaparak elektrik üretti.
*‘Karman Line’ yani dünya ile uzayın birleştiği çizgiyi ortaya çıkaran dünyaca ünlü bilim insanı Theodore von Karmán’ın
“Gel ABD’de kal sana profesörlük verelim” teklifini
“Atatürk’ün ülkesinde yapmam gereken işler var” diyerek reddetti.
*İstanbul Teknik ve Yıldız Teknik Üniversitesi’nde profesör olarak çalıştı.
*1963’te ABD’ye profesör olarak gitti Necdet Eraslan.

Louisiana State University Makine – Uzay Havacılığı bölümünde profesörlük yaptı.Bir yandan da NASA’daki görevlilere ders verdi.
Bu öğrencilerin hepsi Apollo 11 projesinde çalıştı. Yani baba Necdet Eraslan da Ay’a gidilmesi için dolaylı olarak katkı sağladı.
*24 adet kitap yazdı,
*Motor ateşlemesi konusunda büyük çabalar kat etti,
*TÜBİTAK’ın kurulmasının fikir babası oldu ve
*Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk uçak mühendisi olarak tarihe geçti.Bu baba oğul “Atatürk’ün izinde” bilimi geliştirerek Ay’da yürünmesini sağladı. Bu Türk’leri biliyor muyduk?Ne yazıkki hayır. Görevimiz ;“Atatürk’ün izinde giden” bu insanları ortaya çıkarmaktır. Bu bağlamda
“Atatürk’ün İzindekiler” isimli kitabımda kısa da olsa yer verdiğim bu baba-oğul Onlar bilimin ışığında, Mustafa Kemal Atatürk’ün izinde bu ülke ve insanlık adına önemli işlere imza attılar. Onların ortak noktası “Atatürk’tü” ve O’nun aydınlattığı yoldu. Gittikleri yol ise O’nun iziydi.O izi takip eden birileri daha vardı. Nasıl mı?

ABD Başkanı Nixon’un özel uçağı 20 Ekim 1969 saat 11.55’te Ankara Esenboğa Havalimanı’na iniş yapar. Bu uçaktan inen kişiler Ankara caddelerinde üstü açık bir Cadillac ile geçerler ve kendilerini bekleyen Ankaralıları selamlarlar. Bu heyet, büyük saygı duydukları birini görmeye gelmiştir. Saygı duruşunda bulunup çelenk bırakırlar. Saygı duydukları bu kişi 1930’ların başında Eskişehir’de “Çok değil yüz yıla kalmaz insanoğlu Ay’a gidecektir”sözünün sahibidir. Heyetin gittiği yer Anıtkabir, saygı duruşunda bulundukları kişi ise “Mustafa Kemal Atatürk’ten” başkası değildir. Bu arada Atatürk’ü ziyaret eden bu kişiler kim diye soracak olursanız; Apollo11 projesiyle Ay’a giden üç kişilik mürettebat; Neil A. Armstrong, Michael Collins ve Edwin E. Aldrin’dir !!!???..




Kuran'daki Yoklar..

DİNDE (KURANDA) VAR OLDUĞU ZANNEDİLEN YOKLAR:

1- Tüm Şefaat sadece Allaha aittir. Şefaat ya Resullulah, ya Ali, ya Geylani, ya Gavs vs. yok
2- Mehdinin geleceği yok
3- Kabir hayatı, kabir azabı yok
4- Miraç yok.
5- Kadercilik yok
6- Recm cezası yok
7- Hac ayları 4 aydır, dileyen 2 günde dileyen daha fazla günde işini bitirir ve döner. 10 günlük hac süresi yok
8- Hac’da şeytan taşlama, hacerül esved taşına el yüz sürme yok
9- Mezhepler yok
10- Altın/İpek erkeğe haramdır, yok
11- Bir şeyhe veya tarikata bağlanma yok
12- Kıyamet alametleri yok
13- Erkek/Kadın sünnet olmak yok
14- Hayızlı/lohusa kadınlara ibadet yasağı yok
15- Kuran’ı anlamadan sevap için okumak yok
16- Ölüye Kuran okumak, sevap transferi yapmak yok
17- Bir insandan Tevbe almak vermek, rabıta yapmak, dönmek, kafa sallamak yok
18- İnfakta/zekatta kırkta bir yok. Malın biriktikçe ihtiyacından fazlasını imanın/samimiyetin/takvan oranında verirsin
19- Erkeğin kişisel üstünlüğü, kadının erkeğe itaati yok. Sorgusuz itaat Allahadır.
20- Evliya (Allah dostu), keramet sahibi yok
21- Mevlid yok
22- Salavat yok
23- Sünnet namaz zorunluluğu yok
24- Arapça dua etmek ve Arapça namaz kılma zorunluluğu yok
25- Muska/Büyü/Nazar yok
26- Cuma namazı sadece erkeklere farzdır diye birşey yok. İman eden her erkek ve bayanlara farzdır.
27- Kölelik/Cariyeliği teşvik yok
28- Kadının uğursuzluğu, cenazeden uzak tutulması, sadece erkeğin cenaze namazı (duası) kılması yok. Cenaze namazı cenaze duasıdır.
29- Kaza namazı yok
30- Haremlik/Selamlık şartı yok
31- Kadının sesi haramdır yok
32- Kutsal günler/Kandiller yok. Sadece Kadir gecesi özeldir
33- Bazı ayetleri veya duaları belli sayıda okuyup üflemek ve bundan murad beklemek yok
34- Sırat Köprüsü yok
35- Kuranın saydığı haram yiyecekler dışında kalan yiyecekler kültürel, tercihler ve alışkanlıklar ile ilgili meselelerdir. Kafaya göre haram koymak yok.
36- Erkeğin kadını dövme yetkisi yok.
37- Dua ederken el açmak, âmin demek zorunluluğu yok
38- Teravih namazı yok
49- Sağ el / Sağ ayak saçmalığı yok.
40- Her askerde veya savaşta ölenin şehit olması gibi birşey yok
41- Boşanma yetkisinin yalnızca erkeğe ait olması yok
42- Ölüye telkin ve ıskat yok
43- Takva kıyafeti (sakal, cübbe, sarık vs.) yok
44- Sorgulamadan bir fikre, bir şahsa tabii olmak yok.
45- Kuranın tüm emir ve yasakları farzdır. Sadece 32 veya 52 farz yok
46- Kuranda 6236 ayet var, 6666 ayet yok.
47- Çocuk yaşta evlilik yok
48- Namus/zinada kadın erkek farkı yok.
49- 61 gün oruç tutma cezası yok
50- Türbede dilek dilemek yok
51- Tasavvuf, gavs, kutup, şeyh, seyyidlik İslamda yeri yok
52- Kuran anlaşılması zor bir kitaptır yok
53- Deve idrarı içen ve iç diyen bir resul yok
54- Resul ve Nebi var, Peygamber kelimesi ise kuranda yok
55-Kuran okumak için abdest şartı yok
56- Sakala cilet vurmak haramdır diye bişey yok
57- Cehennemde yanıp çıkma yok
58- Din değiştirenin(Mürtedin), namaz kılmayanın, içki içenin, zina yapanın öldürülmesi diye bişey yok
59- Sakalı şerif, nalı şerif, hırkayı şerif, Kabak, hurma, zemzem, tesbih, seccade vs. kutsaldır diye bişey yok
60- Sevap kazanmak için kertenkele, kara köpek vs hayvanları öldürmek yok. Uğursuz hayvan yok .
61- İslami bir isim koymadan ve sünnet olmadan müslüman olamazsın diye bişey yok
62- Hadisler kesin peygamber sözüdür diye birşey yok
63- Hadis, Fıkıh kitaplarında kuran dışında hükümler vardır diye bişey yok
64- İsrailiyat yok (Adem Havva hikayesi vs. tevrat, mişna, incil ve kilisenin öğretilerini içeren kaynaklarından alınmış, bazen uyduruk bazen gerçek kişiler hakkındaki hurafat)
65- Zerdüştiyyat yok (asıl ismi Çinvat köprüsü olan sırat köprüsü veya miraç gibi hurafeleri içeren zerdüştlükten alınmış hikayeler.)
66- Kadın tek başına seyahat yapamaz diye birşey yok
67- Akıl, bilim karşıtlığı yok.
68- müzik, resim, fotoğraf, şiir, haykel, satranç haramdır diye birşey yok
69- Cennetle müjdelenen, kusursuz sahabi yok.
70- Peygamberin sürekli aynı sözlerle kendisine dua ettirdiği bir ezan duası yok.
71- Peygamberimiz namazda otururken kendi kendisine selam verdiği, müminlerinde namazda, Allahın huzurunda otururken peygambere selam çaktığı bir Tahiyyat duası yok. Burada hitap direk peygamberedir, oysa ölümsüz olan ve seni heran duyacak olan Allahtır.
72- Kara çarşaf, peçe yok
73- Dini kullanarak para kazanmak yok
74- Kuran dışında haram helal koyan bir resul yok
75- Kuran evrim/tekamül teorisine karşıdır diye birşey yok
76- Adem ilk beşerdir diye birşey yok. Adem İlk sorumluluk sahibi insandır
77-Mesih Isanın ineceği, deccalin çıkacağı gibi masallar yok
78-Sünnilerin bahsettigi Kelime-i şehadet ve Amentü Kuranın hiç bir ayetinde yok
79- Ölünün ardından ziyafet vermek, 7, 40, 52 yok.
80- İslamda halifelik diye özel bir kurum, makam yok.
81- İslamda babadan oğula geçen saltanat yok.
82- Dini yaymak için ülkeler fethetmek yok.
83- Aynı dinden, aynı meşrepten olmayanı düşman görmek yok.
84- Arap gelenek, görenek ve adetlerini sünnet diyerek pazarlamak yok.
85- Kan akması veya kadına dokunmak abdesti bozar diye bişey yok.
86- Camii ve mescidlere Allahın ismi dışında başka isim/isimler asmak yok.
87- Minarelerden, haddi aşan sözlerle Peygamberin aşırı yüceltildiği bir selâ çağrısı yok.
88- Allahla, Peygamberle rüyada görüştüm sahtekarlığı yok.
89- Arapça kutsal bir dildir diye bişey yok.
90- Kuran’dan başka dinin kaynağı yok.

Bunlara itiraz edenler çıkacak onlara da bu ayetler cevap veriyor zaten

Geçmişi Unutma! İşte İngilizin - Yunanın İmamları ve Torunları.. Atatürk'ün Masum Din Adamlarını Astırdığı Söylentilerine Yanıt Olan Bu Yazıyı Okumalısınız!

Atatürk'ün Masum Din Adamlarını Astırdığı Söylentilerine Yanıt Olan Bu Yazıyı Okumalısınız!

Atatürk'ün masum din adamlarını astırdığı söylentilerine ısrarla inananlara yanıt niteliğinde bir önsöz ile konuya CON SINOV ‏@lordsinov 12 May 2017 tarihli floodundan 
alınan yazıyla girişi yapalım :

"Atatürk ve annesine atılan iftiraların dışında, bir de Atatürk'ün binlerce hocayı astırdığı, dine karşı mücadele ettiği söylenir.

 Sözde hoca geçinen takımın savaş sırasında halkı nasıl kandırdığını, düşmanla iş birliği yaptığını çok iyi görmüştür.

 Şimdi bir an durun ve düşünün: 15 Temmuz'da bir takım hocalar çıkıp "Fethullah hocaya karşı sokağa inmek din düşmanlığıdır" dese?

15 Temmuz gecesi bazı hocalar Tanklara karşı durmak, dine karşı durmak gibidir, darbeye direnenlerin katli vaciptir diye fetva verseler?

Bir takım hocalar 15 Temmuz gecesi çıkıp, darbeye destek vermek İslami görevdir diye açıklamalar yapsa ne hissedilir? İnanacak mıydık?

Böyle bir durum yaşansa, darbe bastırılınca, bu hocaların okulları, şirketleri kapatılmaz mıydı? Bu hocalar hapsedilmez miydi?

Bugün Gülen'in idamını isteyenler, geçmişte Mustafa Kemal'in İngilizlerle iş birliği yapan bu sözde hocaları idam etmesine neden karşı?

Mustafa Kemal savaş bitince halkı kandıran, halkı sömüren bu üfürükçü, falcı, büyücü ve şeyh geçinenleri bitirmek için harekete geçti.

Bu sözde hoca geçinenler, askerden muaf tutuluyordu. Önce bu muafiyet kaldırıldı. Bu kimselerin kendi okulları vardı. Hepsi kapatıldı. "



"Atatürk hocaları astı" diye servis edilen fotoğrafların aslı nedir?!


Yazımızı A.Nedim Çakmak’ın "İŞGAL GÜNLERİNDE İŞBİRLİKÇİLER - HÜSNÜYADİS HORTLADI" isimli kitabından alıntıyla sonlandırmak istiyoruz:

Mayıs 1919 !

"Gece karanlığında 37 atlı, atlarının ayaklarına, ses olmasın diye sardıkları keçelerle, gizlice ve sessizce karanlığa karışarak gözden kayboldular.

Ali Osman efe ve Parti pehlivan namlı iki yiğit, Manisa cezaevinden kaçırdığı mahkumlarla beraber oluşturdukları bir akıncı mufrezesiyle, Yunan ordusunun yaklaşmakta olduğu Menemen Boğazı’na gitmektedirler. Emir, Balkan savaşlarının eski komutani Ali Çetinkaya’dandır.

Akıncılar Yund dağını aşarak, Kocadere’yi geçip Osmancalı köyünde mola verirler. Menemen Boğazı önlerinde yükselen Dumanlı dağlarının hemen ardındadır. Akıncıların hiç bir azığı yoktur. Osmancalı köylüleri sadece ekmek verebilirler. Destek alabilmek için çevrede bulunan Ortaköy, Avdal ve Bozalan köylerini dolaşırlar.

Köylülere Yunan ordusunun yaptığı mezalimler anlatılır fakat köylü çok soğuk ve ilgisizdir. Destek vermezler.

Köylülere "neden yardım etmedikleri" sorulduğunda bir köylü şöyle der;

“İyi emme, biz bir şey yapamayız. Sümbüller köyünde Şeyhimiz var. Onunla görüşmeniz

gerekir.” Akıncılar yola koyulur ve Sümbüller köyüne vararak şeyhle görüşmek istediklerini söylerler.

Halk da köy meydanına toplanır. Şeyh de yeşil sarıklı, cübbeli, saç, sakal birbirine karışmış gelir.

Parti Pehlivan söze başlar:

 “İzmir’i, Menemen’i Yunan vurdu, ezan sustu. Mala, cana, ırza

tecavüz ediyorlar. Buralara da geldiklerinde aynı şeyi yapacaklar. Direnişe destek verin!"

Köylü suskun kalır, Şeyh ise alaycı bakışla, "hoşgeldiniz, aç mısınız, tok musunuz"

demeden;

“Ben Yund dağına kadar bu köylerin tarikat şeyhiyim, bizim tarikatımız Yunan’a tek bir

kurşun atmayacak. Mehdi gelmeden de caiz değildir” dediğinde, Milisler sert tepki veriler,

silaha davrananlar olur. Arap Osman efe bağırır:

“Bunlarla başlayalım, gavurla anlaşmış gibiler.”

Parti Pehlivan milisleri durdurur. Şeyh' e sorar:

“Sizin tarikatınız Gavur tarikatı mıdır ki, gavura kurşun atmaz! Ne biçim laf edersiniz?"

Akıncı milisler, Şeyhe ve onun izinden giderek Yunan ordusuna karşı destek vermeyen,

kurşun atmayanlara lanet okuyarak köyden ayrılırlar. 21 Mayıs 1919 da Dumanlı dağlarını aşarak Menemen düzüne ulaşırlar…Yunan’lılarla çatışırlar.

İşgalci Yunan’a kurşun attırmayan Yund dağı çevresindeki köylerin şeyhi kimdir bilir misiniz?

Yunan’a kurşun atmayıp da, Yunan’a direnmeyen ve direnmeyi de önleyen, kendi Devletine baş kaldıran; Giritli, Nakşibendi tarikatından, Menemen’de Kubilay’ı vurup sonra da başını kesen derviş Mehmet namlı haindir...

İngiltere ve Yunanistan’ın da adının karıştığı, Yunanistan’da Lavrion kampında 15 haziran 1930 da tezgahlanmış olan bu kalkışmanın planlayıcıları içinde Girit’li Manisa mutasarrıfı hain Hüsnüyadis, Nakşibendi Said Molla (İngiliz Muhipleri Cemiyeti Başkanı, Kıbrıs’tan Yunanistan’a geçti), Şeyh Sükuti ve Giritli nakşibendi Derviş Mehmet, Erbilli Şeyh Esat, Giritli Sütçü Mehmet, Giritli Şamdan Mehmet, Giritli İsmail, Giritli Alioğlu Hasan, Yahudi Jozef ve diğerleri vardır.

Kalkışmayı planlayan ve uygulayanların bir çoğunun Giritli olmasi ve Nakşibendi tarikatından olmaları size bir sey ifade ediyor mu? Yunan’a direnmek icin yola koyulmus olan 37 akıncıdan ekmeği, katığı, atı, silâhı ve desteği esirgemiş olan köylü, Menemen’i “DİN ELDEN GİDİYOR” diye basacak olan bu vatan hainine destekte kusur etmemişlerdir.

Yunan askerine kurşun atmayan bu hainler, kendi ordularının subayının başını kesmekten

kaçınmamışlardır.

Sanmayınız ki 9 Eylül’de düşman denize döküldüğünde gitti, yok oldu! Giderlerken, yerlerine papaz Hristosmos yerine Derviş namlı Mehmet’i ve adamlarını vekil bıraktılar…

Onlar da bugünlere torunlarını bıraktılar …

Bunlar gavur ruhunu emanet almış ve taşımaktadır."







ABD'nin Vergi Ödediği Tek Ülke... Amerika'yı Haraca Bağlayan Tek Devlet.. Osmanlı Devleti



ABD'yi Dize Getiren İlk Büyük Kuvvet




























Osmanlı'nın 1795 yılında ABD'nin kendi teknelerine dokunmaması karşılığında Osmanlıya haraç ödediğini biliyor muydunuz? Trablus anlaşması'nın önemi: ABD tarihinde kendi dilinde olmayan tek uluslararası anlaşma Türkçe'dir ve ABD tarihinde vergi vermeyi kabul ettiği tek ülke Osmanlı Devleti’dir.

Time Dergisi'nde yayınlanan bir haber Amerika Birleşik Devletleri'nin yıllarca Osmanlı Devleti'ne vergi vermek zorunda kaldığını bir kez daha ortaya koydu. Amerikan Yale Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nin başlattığı "Avalon Projesi" çerçevesinde yayınlanan tarihi anlaşma metni bir çok


yönüyle ilginç ayrıntıları da gözler önüne seriyor.

Türkçe Anlaşma

Akdeniz'deki Osmanlı Korsan Gemileri'nin saldırılarına maruz kalan Amerika Birleşik Devletleri
gemilerini üst üste kaybetmeye başlayınca Osmanlı Devleti ile 22 maddeden oluşan bir anlaşma yaparak bütün Akdeniz'deki faaliyetleri için Osmanlı'ya vergi ödemeye başladı Ayrıca Cezayir'de
bulunan esirlerin bırakılması için de 642500 dolar "Haraç" ödedi 5 Eylül 1795 yılında imzalanan ve dili Türkçe olan Dostluk ve Barış Anlaşması'na göre Amerika Birleşik Devletleri tarihinde ilk kez bir  devlet tarafından haraca bağlanmış oldu Türk Dili'nde hazırlanan anlaşma aynı zamanda ABD tarihinde imzalanmış bir kaç yabancı dilli anlaşmadan biri olma özelliği taşıyor.


Amerika'yı Haraca Bağlayan Tek Devlet


Türk Sancağını Yırtıcı Kuşlardan Koruyan Aslan

Amerika Birleşik Devletleri ya da arşiv kayıtlarımıza geçen adıyla "Memâlik-i Müctemia-i Amerika Devleti"nin başı, Osmanlı’nın Kuzey Afrika'daki Garp Ocakları'yla fena halde dertteydi Cezayir, Tunus ve Trablusgarblı "Resmî Korsanlar" Akdeniz’de kol geziyor, kendileriyle veya doğrudan Osmanlı Devleti’yle antlaşma yapmamış olan veya savaş halinde oldukları devletlerin gemilerini yakalayıp el koyuyor, fidye isteyerek karşı tarafı ekonomik olarak ve moralman çökertiyorlardı Amerikan gemileri 18 yüzyılın sonlarında Akdeniz ticaretinin getireceği kazancı hesaba katarak Akdeniz'e yöneldi Fransa, Akdeniz'deki ticaret gemilerinin güvenliğini sağlamak için Osmanlı'ya yıllık 200000 İspanyol doları vergi ödemekteydi Bu miktar İngiltere için de yıllık 280000 İspanyol doları olarak belirlenmişti Ancak o yıllarda Amerika'nın Osmanlı Devleti ile imzaladığı bir dostluk anlaşması yoktu İşte bu yüzden Osmanlı Korsan Gemileri bu sularda dolaşan Amerikan gemilerine saldırmaya ve mürettebatını esir etmeye başladılar.

25 Temmuz 1785'te, ABD bandıralı ilk gemi Cezayir açıklarında Osmanlı korsanlarınca ele geçirildi Bu gemi, Boston Limanı'na bağlı Kaptan Isaac Stevens'in idaresindeki Maria idi Daha sonra Philadelphia Limanı'na bağlı Kaptan O’Brien idaresindeki Dauphin de Osmanlı korsanları tarafından yakalandı 1793 Ekim ve Kasım aylarında ise tam 11 ABD gemisi Osmanlılar’ın eline geçti.

ABD kamuoyunda artık iyice büyük bir sorun olmaya başlayan durum karşısında Amerikan Kongresi'nde tedbirler alınması istendi Kongre, Başkan G Washington'a bir savaş filosu kurması için

688000 altın dolar harcama yetkisi verdi Fakat bu donanma da Osmanlı korsanlarıyla baş edemeyince ABD yönetimi Osmanlı'ya yıllık vergi ödemek zorunda kaldı 5 Eylül 1795 (21 Sefer 1210) tarihinde, tamamı 22 fasıl ve bir hatimeden mürekkep Dostluk ve Barış Anlaşması'na göre Amerika, Cezayir'de bulunan esirlerin bırakılması için 642500 dolar "Haraç" ödeyecek ve her sene 12000 Cezayir Altını karşılığı 21600 dolar "Vergi" verecekti Anlaşma 7 Mart 1796'da Amerikan Kongresi'nce de onaylandı.

Amerika ve Trablusgarp Beylerbeyliği 7 Mart 1796 yılında Osmanlı ile Amerika arasında imzalanan Dostluk ve Barış Anlaşmasına rağmen yer yer karşılıklı çatışmaya ve birbirlerinden gemi ve esir ele geçirmeye devam ettiler. Gözü kara bir Paşa olan Trablusgarp Beylerbeyi Yusuf Paşa ülkedeki Amerikan temsilcisini yanına çağırtarak elini öptürüp, yıllık haraç miktarını 225000 dolara çıkardığını ilan etti Ayrıca çeşitli mallardan oluşan 25000 dolarlık bir miktarın da buna eklenmesini istedi Yusuf Paşa ne kadar kararlı olduğunu göstermek ve gözdağı vermek için de konsolosun gözü önünde Amerikan gemisinin bayrak direğini kestirdi Bunun üzerine ABD Başkanı Thomas Jefferson'ın emriyle 4 savaş gemisiyle Trablus sahillerine giden Com Dole, tehlikelerle dolu 1200 km uzunluğundaki sahilin gözünü korkutması üzerine savaşmaya cesaret edemeyerek ülkesine geri döndü Bir yıl sonra, Mayıs 1802’de bu defa 6 gemiyle Trablus Limanı açıklarına demirleyen Amerikan Filosu bir Trablus gemisini batırıp sahili de bombaladı.

Aynı yıl Albay Bainbridge, Trablus’u kuşatmak için harekete geçti ise de kendini Trablusgarp Beylerbeyi Yusuf Paşa tarafından kuşatılmış bulunca Amerika'nın ünlü Philadelphia Savaş Gemisi -içindeki 307 Amerikalı subay ve erden oluşan mürettebatıyla birlikte- ele geçirildi İki yıl Türk Bayrağı'nın şanlı bir şekilde dalgalandığı Amerikan Gemisi, Stephen Decatur'un -bir Türk teknesini ele geçirdikten sonra Osmanlı Askeri süsü verdiği- 74 gönüllüsüyle birlikte Trablus Limanı'na gizlice yanaşması sonucu 15 Şubat 1804’te ateşe verilerek yakıldı.

Direğinde Türk Bayrağı'nın 2 Yıl Dalgalandığı
Amerika'nın Ünlü Philadelphia Savaş Gemisi 

Philadelphia Gemisi'ni Trablus Limanı'nda yakan 25 yaşındaki Stephen Decatur, göstermiş olduğu bu başarı(!) sonrası Albaylığa atanarak ABD Deniz Kuvvetleri’nin en genç yaşta Kaptanlığa yükselen Deniz Albayı ünvanını elde etti Ünlü İngiliz Amirali Nelson Amerikan Denizcilik Tarihi'nde önemli bir yer tutan bu olayı duyunca bunu "Çağın En Cesur Eylemi" olarak ilan etti.

Osmanlı deniz akıncıları ise her fırsatta Akdeniz’deki Amerikan gemilerine denizleri dar etmeye devam ettiler. Yaman bir kahraman olan Yusuf Paşa, Amerika ile karşılıklı inatlaşmaya devam etti ve esir edilen Amerikan askerlerini değiş-tokuş etmeye yanaşmadı Bunun üzerine 3 Eylül 1804’de harekete geçerek Trablus Limanı'nı hedef seçen bir "Amerikan İntihar Gemisi" açılan ateş sonucu amacını gerçekleştiremeden patlatılarak batırıldı.

Amerika Birleşik Devletleri Osmanlı'nın "Garp Ocakları"na Akdenizde'ki faaliyetleri için ödediği yıllık vergiyi 1824 yılına kadar ödemeye devam etti.

7 Mart 1796 yılında Osmanlı ile Amerika arasında imzalanan Dostluk ve Barış Anlaşması'nın orjinal metninin ilk 3 maddesi ise şöyle:

Bismillahirahmanirrahim

1. Fasıl İbtida ki faslın kavi u kararı oldur ki işbu 1210 senesinde hala Merikan Ceziresi Eyaletlerine mutasarrıf dostumuz Cor-co Vaşinto (George Washington) her biri zebtinam Merika hakimi ile ocağımız Mahruse-i Cezair-i Garbta sahib-i devlet olan saadetlü Hasan Paşa (Cezayir Dayısı Hasan Paşa) -yesserellahü ma ye-zid vema yeşa- Hazretlerinin rey ve as-ker-i mansure Ağası ve kul kethüdası ve sair erbab-ı divan ve cümle asakir-i mansure ve canibinin reayaları ittifakıyla bu sulh ve selahımız ve metin ve muhkem olub sabit olmuştur. Ba'del yevm sulhü-müze muhalif ve mugayir ve fasid idicek bir söz kalmamış.

2. Fasıl İkinci faslın kavi u kararı oldur ki Merikan hakimi dostumuzun gemileri gerek büyük ve gerek küçük ve kezalik anların hükmünde olan reayasının gemileri mahruse-i Cezayir iskelesi veyahut taht hükmünde olan iskelelere varurlar ise adet-i kadim üzere rızklarından ötürü sattıklarında sair İngiliz ve Felemenk sevid bazerkanlarının vire geldüği ve anlara akdo-lunan gümriği 100 guruşta beş guruş gümrük alına. Ziyade taleb olunmaya. Ve bir dahi budur ki satılmayan rızkların yine gemiye koyup götürmek murad ettiklerinde bir kimesne anlardan bir şey talep itmeye. Ve mezkur iskelelerde bir kimesne anları incidüb alıkomalayalar.

3. Fasıl Üçüncü faslın kavi u karan oldur ki Merikan hakimi dostumuzun gerek korsan ve gerek bazargan ve gerek Ceza-ir'in korsan ve bazargan gemileri ruy-i deryada birbirlerine rastgelüb buluştuklarında aramaktan ve birbirlerin incitmekten beri olup rivayet ve hürmet ile birbirlerinden yollarına gitmeden bir kimesneye mani olmaya. Ve biri dahi budur ki içlerinde herkangı cins olursa olsun yolcu oldukta rızkları ve malları ve eşyalarıyla her ne canibe giderler ise birbirin incidüb bir şeylerin almaya ve bir yere götürmeyeler ve eğtendürmeyeler ve hiçbir vecihle birbirlerine zarar-u ziyan itmeyeler.
Vesselam. Tahriren fi 21 Safer 1210.


* * *

George Washington Vergi Dairesi: İstanbul

[img]http://www.empirepic.com/images/hsp1egksi0afijdwa26n.jpg[/img]

Amerikan Kongresi, Cezayirli Hasan Paşa ile imzalanan “haraç anlaşması”nı 1796 yılının 7 Mart’ında onayladığında, Osmanlı Devleti’nin de resmen vergi mükellefi olmuştu!

Cezayir, Trablusgarb ve Tunus… Osmanlı’nın “Garp Ocakları” adı ile andığı bu topraklar, Anadolu’dan, özellikle de Ege bölgesinin yeniçeri ve leventlerini bir mıknatıs gibi kendine çekiyordu. Osmanlı İmparatorluğu’na geniş bir özerklik statüsü olarak bağlanan bu eyaletlerde idari güç, bölgenin en sözü geçen kişisi olan ve “Dayı” unvanını taşıyan “yeniçeri kökenli” yöneticilerin elindeydi.

Buralarda yapılan korsanlık faaliyeti, çok daha kazançlı ve az riskliydi. Yerli halk kendi halinde yaşar, ama askerler ve leventler, geçimlerini Akdeniz’de korsanlıkla sağlarlardı. Korsanların İstanbul ile ticaret ve Türk denizlerinde dolaşma anlaşması yapmış olan memleketlerin bayrağını taşıyan gemilere saldırması yasak, ama diğer gemileri yağmalanması serbestti.

O günlerde Fransız Devrimi’nin rüzgârları Avrupa’yı sarsarken, bir başka fırtına, Napolyon Bonapart, Avrupa krallıklarını birbiri ardına işgal ediyordu. İspanya, Savoia, Piemonte, Avusturya, Prusya ve
Polonya bir anda Fransız işgaline uğramıştı. Kısacası, Trablusgarb, Cezayir ve Tunus korsanlarının karşısında duracak bir donanma kalmamıştı… 18. yüzyılda Akdeniz’in tek hâkimi, hâlâ Türk ve Arap korsanlardı!

“Maksat ayağınız alışsın!”
Bu dönemde pek çok Avrupa devleti, Osmanlı İmparatorluğu’nun himayesi altındaki “Dayı”lar ile haraç anlaşmaları yapmışlardı. 1786’da “Cezayir Dayısı” ile bir ayönetimi nlaşmaya varılamazken, Amerikalıların “Barbar Devletler” olarak andığı devletlerden Fas, 40.000 altına razı oldu. İki ay sonra Faslı korsanlar bir Amerikan gemisini yaktıklarında, anlaşmayı hatırlatmak için gelen Amerikan elçisine Fas beyi, “Gönderilen haracın bittiğini, Amerikalıların lideri George Washington’un gönderilen paraya takviye yapmasını” söyledi… Korsanlar, 1789’da ABD’nin ilk başkanı olacak George Washington’u daha başkan olmasını bile beklemeden haraca bağlamışlardı!

Maksat, Amerikalılarının “ayağının alışması”ydı… “Memalik-i Osman”ın toprakları sayılan Cezayir, Tunus ve Trablusgarb eyaletlerinin de devreye girmesiyle, Amerika’ya kesilen haracın meblağı da artmaya başladı. 1795 yılında gelindiğinde, sadece Cezayirli Hasan Paşa’nın George Washington’a kestiği “nakit cinsinden” haraç, 642.500 Amerikan dolarını bulmuştu! “Ödeme”, Cezayir dayısının 115 denizcisine, uluslararası sularda yapılıyordu.

Vergi mükellefi: George Washington
Osmanlı İmparatorluğu ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki ilk vergilendirme anlaşması, Amerikan elçisi Joseph Donaldson ile Cezayirli Hasan Paşa arasında, 5 Eylül 1795 günü imzalandı.

Metin Türkçe olarak kaleme alınmıştı ve daha önce Fas ile imzalanan ve Arapça olarak kaleme alınan 1786’daki anlaşmadan sonra, Amerikan tarihinin İngilizce olmayan ikinci metniydi. Anlaşmaya göre Amerika, Cezayir’de bulunan esirlerin bırakılması için “Dayı”ya 642.500 dolar “haraç” ödeyecek ve her yıl 12.000 Cezayir altınına denk gelen 21.600 doları vergi olarak verecekti. Amerikan Kongresi, anlaşmayı 1796’nın 7 Mart’ında onaylayınca, metin yürürlüğe girdi. Kongre, böylelikle Osmanlı Devleti’nin resmen vergi mükellefi oluyordu!

Amerika, 1796′nın 4 Kasım’ında Trablusgarb’ın, 1797′nin 28 Ağustos’unda da Tunus’un dayıları ile anlaşmalar imzaladı. Trablusgarb ile varılan anlaşma uyarınca Amerikan tarafı Trablusgarb beyi Yusuf Paşa ile “divan”ına Amerikalı esirlerin iade edilmeleri karşılığında 40.000 İspanyol doları ödüyor, Trablusgarb’ın ileri gelenlerine altın ve gümüş saatler, elmas yüzükler ve pahalı kumaşlardan yapılmış kaftanlar vermeyi taahhüt ediyordu.

Yine Türkçe olan bu anlaşmanın ilginç taraflarından biri, besmeleyle başlayan metnin hemen girişinde “Bu belge dünyanın hâkimi, denizlerin ve karaların hükümdarı, kralların efendisi, sultanlar sultanı, imparatorlar imparatoru, Sultan Mustafa Han’ın oğlu Sultan Selim Han’ın dikkati nazarları altında imzalanmıştır. Allah, O’nun hükmünü daimi kılsın” şeklindeki ifadelerin yer almasıydı ve bu ifadeler, metni Türk tarafının dikte ettirdiğini göstermekteydi.

Bu anlaşmada dikkat çeken bir diğer husus, anlaşmanın 11. maddesinde “Hiçbir şekilde köklerini Hıristiyanlık dininden almayan, Amerika Birleşik Devletleri” gibi bir ibarenin kullanılmasıdır! Ertesi yıl anlaşma biraz daha genişletildi. Önceki haraç miktarına ek olarak, 36 toplu Crescent firkateyni Cezayir Dayısı’na “hediye” edildi. 1797 yılının haraç listesinde ise, bir başka firkateyni, Handullah’ı görüyoruz. Amerika Birleşik Devletleri çaresizlikten, kendilerini haraca bağlayan Türk ve Arap korsanlara “donanma” düzmekteydi!

Trablusgarb Beyi’nin hizmetindeki Türk korsanların hayal gücü daha da genişti. 1798 yılı için Amerikalıların vereceği 115.000 dolar haracın dışında, bir küçük madde daha kondu anlaşmaya: Trablusgarb ufuklarında görünen Amerikan gemilerini selamlamak için gemi başına bir fıçı barut!

Amerikalılar çaresizdi. Dönem, Amerika Birleşik Devletleri’nin kurulduğu yıllardır ve yeni yeni kurulan bu ülke Kuzey Afrika’nın Türk ve Arap korsanları ile baş etmek bir yana, kendi sahillerini bile koruyamamaktadır. İnternet üzerinden de kolaylıkla erişebilecek Ulusal Kongre Kütüphanesi kayıtlarına göre, Amerika Birleşik Devletleri2nin 1800 yılı bütçesinde 2.000.000 dolar “haraç ödemeleri”ne gitmişti. Bir başka deyişle, o günkü ABD bütçesinin yüzde 20’si!

“Sen benim kölemsin”
Mayıs 1800’de, George Washington’ın ünlü amirali Bainbridge, yeni Cezayir dayısı Mustafa Bey’e her zamanki haracını ödedi. Tam ayrılacakken, Cezayir dayısı, bir elçisini padişahın İstanbul’daki sarayına götürmesini istedi. Bainbrigde bu isteği kibarca reddetmeye çalışsa da ve Cezayir dayısı buna emretti: “Sen bana haraç ödediğinde kölem oldun demektir. Bu yüzden sana canımın istediği gibi emretmeye hakkım var!”

Kalenin silahları Bainbridge’in firkateynine nişan almıştı. Bu yüzden Brainbridge boyun eğdi ve Amerikan bayrağını pruvada, Cezayir bayrağını ise kıçta dalgalandırma şartıyla talebi kabul etti. Bainbridge Cezayir dayısının elçisini İstanbul’a götürdüğünde, ilk defa ABD bayrağını Osmanlı Devleti’ne gösterme fırsatını da buluyordu. Osmanlı padişahı III. Selim ve maiyeti şaşırdılar. Amerika Birleşik Devletleri diye bir devlet olduğundan haberleri bile yoktu. Saraylılar Kristof Kolomb hakkında sadece belli belirsiz dedikodular duymuşlardı.

Bainbrigde, Amerika’nın büyük denizin ötesindeki bir ülke olduğunu ve Kristof Kolomb tarafından keşfedildiğini söyledi. Bainbridge ve Osmanlı Kaptan-ı Deryası sıkı dost oldular. Hatta padişah, Bainbridge’in küstah Cezayir dayısı tarafından rahatsız edilmemesi için bir de ferman verdi!

Bainbridge, dönüş yolunda Amerikan Donanma Sekreteri’ne şöyle yazdı: “Umarım bir daha haraç ödemek için Cezayir’e yollanmam; en azından beni toplarımızın namlusuna koyup ateşleyerek, haracı teslim etme görevini vermediğiniz sürece!”

Jefferson’dan “culüs bahşişi” isteyen paşa
George Washington’nun ardından John Adams, o günlerde yeni bir devlet olan Amerika Birleşik Devletleri’nin ikinci başkanı olur. Yeni başkanın “gelenek görenek” konusunda pek bilgili olmadığına kanaat getiren Trablusgarb beyi Yusuf Paşa, 1799 yılında dostunu uyarmayı uygun bulur. Yusuf Paşa, “Ölen yüksek makam sahibi adına o makama gelen yeni başkanın Trablus Krallığı’na bir hediye sunması” gerektiğini, Adams’a bir ferman yazarak, lisan-ı münasip ile anlattı. Tüm bunlara ek olarak, “hediye” miktarının 10.000 dolar olduğunu belirtmeyi de ihmal etmedi.

10.000 dolarından haber alamayan ve sabırsızlığı üst seviyeye ulaşan Yusuf Paşa, aradığı fırsata 1801 yılında kavuştu. Adams yerini Thomas Jefferson’a bırakmıştı. Garb Ocakları’nın yönetiminde yer alan tüm yöneticiler gibi “yeniçeri kökenli” olan Yusuf Paşa, yeni başkan Jefferson’dan 225.000 dolarlık “cülus bahşişi”ni talep etti. Jefferson kızgınlıkla bu talebi reddetti.

“Gelin elimi öpün!”
Trablusgarb beyi Yusuf Paşa da kızgındı. Paşa, derhal Amerikan temsilcilerinin huzuruna çıkmaları ve hatalarını kabul ederek el öpmelerini emretti! 225.000 dolarlık cülus bahşişinin yanı sıra, Yusuf Paşa’nın seçeceği türden 25.000 dolarlık malın “hediyesi”ni uygun buldu! İlk mesajın yeterince ciddiye alınmaması Yusuf Paşa’yı bu defa daha “ikna edici” davranmaya itti. Mesaj netti: Ya “hediye” ya da savaş!

Savaş çıktı. Trablusgarb dayısı Yusuf Paşa, Amerikan tarihine “First Barbary War” adıyla geçecek olan savaşı, 10 Mayıs 1801 tarihinde başlattı.


Trablusgarb paşasının ABD’ye savaş ilan etmesi üzerine Jefferson, Amerikan donanmasını Akdeniz’e gönderdi. Tunus ve Cezayir savaştan hemen çekilirken, Trablusgarb ve Fas, aralıklarla 1815’e dek sürecek olan zorlu bir mücadeleye giriştiler. 1803 Ekim’inde Trablusgarb dayısı, Amerikan donanmasının en iyi firkateynlerinden biri olan Philadelphia’yı ele geçirerek, gemi kaptanı amiral William Bainbridge ve tüm mürettebatını esir aldı.

Philadelphia’nın kaptırılması, Amerikalıların küçük düşmesine neden oldu. Bunun üzerine, 16 Şubat 1804 tarihinde Amerikan donanması tarafından alınan ilginç ve radikal bir uygulanmaya kondu. Enterprise’ın kaptanı olan genç teğmen Stephen Decatur, Trablusgarb limanına girerek, bir zamanlar Amerikan donanmasının en iyi gemilerinden biri olan Philadelphia’yi ateşe verdi ve ülkesine bir kahraman olarak döndü!

Not : Umida Salih ve Ali Işıngör’ün birlikte hazırladıkları bu dosya, Focus dergisinin Ağustos 2004 sayısında yer aldı. Dergideki yazı, önemli oranda kısaltılarak buraya alınmıştır.


Kaynak: http://www.msxlabs.org/forum/ext.php?re ... stanbul%2F


"Tam bağımsızlık demek, kuşkusuz siyasal, maliye, ekonomi, adalet, askerlik,
kültür... gibi her alanda bağımsızlık ve tam özgürlük demektir.
Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, ulusun ve ülkenin
gerçek anlamıyla bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir."

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

.
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...