CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

İzmirde Yunan ve Ermeni Mezalimi - 13 EYLÜL 1922 – İZMİR YANIYOR

Yunan Kuvvetlerinin çekilirken Batı Anadolu’da ellerine geçen bütün Türk köy ve kasabalarını kurdukları özel askeri ekiplerle soyup soğana çevirdiğini ve arkasından da yakıp yıktığını, bu zulümden canlı hayvanların bile nasibini aldıklarını hatırlıyoruz. Yine unutamadığımız en önemli hususlardan biri; onların bu kıyımlar sırasında uyguladıkları taktikleri olmuştur. Şehir veya kasaba Yunan ve yerli Rum askerleri ile kuşatılıyor, ilk önce orada yaşayan gayrimüslimler tahliye ediliyordu Çoğunlukla Cami, samanlık, okul gibi kapalı yerlerde toplanan Türklere buralardan veya evlerinden çıkmama talimatı veriliyor, askerler veya çeteler evlere dalıp altın, gümüş gibi değerlerden istediklerini alıyor ve evleri gaz dökerek tutuşturuyorlardı. Şehirden veya kurulan çemberden çıkmak isteyenler kurşunlanıyor ve alevler içinde kalmaya zorlanıyordu.
Evleri talan eden Yunan askerlerinin
Türkler’e reva gördüğü zulmü anlatan tablo
(İtalyan ressam Pisani’nin)

Tahmin edileceği gibi batılı yazar ve gazeteciler bu olaylara asla temas etmemekte, dikkatleri Yunan kaçışı ve İzmir Yangını üzerine yoğunlaştırmaktaydılar. İzmir yangını kim, niçin çıkarmıştır sorusu yıllarca tartışıldı. (1) Türk tarafı bütün Egeyi yakan bozguna uğramış ve kaçan Yunan askerlerinin ve İzmirli Rumların ve Adana bölgesinden kaçan Ermeni militanların bu yangını çıkardığını iddia ederken Yunanlılar tam tersini savundular. Onlara ve bazı yabancı yazarlara göre yangını “Gâvur İzmir’i” artık Türkleştirmek isteyen ve şehirdeki yoğun Gayrimüslim varlığına tahammül edemeyen fanatik Türk milliyetçilerinin çıkarmış olması muhtemeldi.

Bu konuda en önemli dayanakları; İzmir’in ünlü Türk düşmanı Patriği Hristostomos’u halkın önüne atıp linç edilmesini sağlayan(2) Ordu Komutanı Nurettin Paşa (Sakallı Nurettin Paşa olarak anılırdı) İzmir yangınının baş sorumlusu olmalıydı. Çünkü aynı şahıs bir iki ay geçmeden İzmit’te halkı tahrik ederek,(3) İstanbul’da yakalanıp yargılanmak üzere Ankara’ya götürülmekte olan Milli Mücadele Grubunun can düşmanı, gazeteci yazar Ali Kemalin linç edilmesini sağlamıştı.(4) İzmir’in Gayrimüslimlerin yoğun olarak yaşadığı bir bölgesini ancak böylesine kin, böylesine nefret dolu insanlar yakabilirdi.

Bazı yazarlar da sorumluluğu Ermenilere yüklemekte, Büyük Devletlerin vaatleriyle kurulmasına kesin gözle baktıkları devasa boyutlardaki yeni Ermeni Devletinin Yunan Ordusunun yenilgisi ile bir anda buhar olup uçmasından büyük bir hayal kırıklığı ve panik yaşayan Ermeni toplumunun bu yangını kasıtlı ve planlı olarak çıkardığını ileri sürmektedirler.

İzmir liman tarafında yangın,
yangının merkezi sağda limanın arkası ile Ermeni mahallesi
Richart Reinhart, İzmir’in külleri adlı romanında olayların arifesinde Ermenilerin durumunu şu sözlerle anlatıyor:

“Ermeniler, dehşet içinde. Ermeniler el bombaları ve asit şişeleriyle silahlı İzmir’e dolmuşlardı. Cepleri mermi doluydu, Siyahlar giyinmiş Ermeni kadınları dinamit taşıyor, erkek çocuklar duvarların dibine gaz yağı tenekelerini yerleştiriyorlardı. Kırmızı kukuletalı Şeytan söylevine devam etti.

—Kalemiz burası bizim. Hz. İsa’nın kılıcı koruyacak bizi. Bizleri buradan atmağa kalkacak olurlarsa bizlerle birlikte onlar da yanacaklar.

ve kalabalık: “Yakacağız onları! Yakacağız” diye tekrarladı.” (52)

Ereskoviç adındaki bir gözlemcinin anılarından naklen Mustafa Turan olayı şu şekilde anlatmaktadır. “Büyük yangın, 13 Eylül 1922 sabahı Ermeni mahallesinden çıkmıştır. Ermeni kilisesi yakınındaki bir evden çıkan yangın hızla yayılmıştır. Aynı zamanda Ermeni kilisesinde de yangın çıkmış, bunu Basmahanedeki bir Ermeni’nin evinde çıkan yangın, sonra da Soğuk çeşme karşısındaki diğer bir Ermeni’nin evinde çıkan yangın izlemiştir. Bu sırada Ermeni mahallesinin en az 25 yerinde yangın çıkmıştır. İtfaiye ekipleri, Asya Dimitri mahallesindeki evlerin korunmasına çalıştıkları sırada Peştemalcıbaşı’nda yangın çıkmış ve şehrin her tarafını sarmıştır.” (6) Olayda Ermenilerin ilişkisini belirleyen önemli bir husus “İtfaiye birliklerinin çalışmasını engellemek için birçok Ermeni’nin itfaiye birliklerinin üzerine ateş açmasıdır.” (7)

Fransızlar tarafından kurulup Kilikya’nın işgalinda kullanılan Ermeni Lejyonu o kadar çok suça karışmıştı ki bu alay 1920 yazında lağvedildi. Sadece 1920’nin Temmuz ayında, beş Ermeni ve bir Süryani kundakçı Fransız askeri mahkemesince ölüme mahkûm edilip cezaları infaz edilmişti. Ermenilerin kundakçılık yaptığından Fransız arşivlerinin yanı sıra Kilikya’da görev yapan subayların anılarında, özellikle Maxime Bergès ve Paul Bernard’ın kitaplarında söz edilir. Fransız donanmasının 15 Kasım 1920 tarihli bir istihbarat raporuna göre, görevine son verilen lejyonerlerle Ermeni halkından bazıları acı duygular içinde Kilikya’dan İzmir’e geçtiler. Aynı rapor bu kişilerin Yunan ordusunu Türk halkına karşı tahrik etmeye çalıştığından da söz eder. (Maxime Gauin)

İzmir yanıyor 1922

Biz İzmir yangınını sadece “bütün ümitleri tükenmiş ve ülkeden kaçmaya hazırlanan” Ermenilerin geride işe yarar hiçbir şey bırakmama arzusu sonucuna bağlamak istemiyoruz. Yangını Ermenilerin başlatmış olabileceğini kabul etmekle birlikte; olayın, aynı amacı taşıyan işgalci Yunan gücü’nün oynadığı son perde –yıkım operasyonunun bir parçası olduğuna inanıyoruz. Hatırlayalım “Manisa’daki
14.000 evden 13.000’i yanmış, 1.000 kadar sağlam ev kalmış, Alaşehir’de 4.800 evden sadece 100 kadar evin kaldığı yabancı yazarlarca gözlemlenmişti. Bunun yanında Camilere doldurulup yakılmış insanları da unutmuyoruz. (8)

DİPNOTLAR: (1) David Walder: The Chanak Affairs, S.177 ( London–1969)
(2) Rahmi Apak: Yetmişlik Bir Subayın Anıları, s.262–265 (TTK Ankara–1983)
(3) Falih Rıfkı Atay: Çankaya, s.342 (Ankara–1984)


(4) Bilge Umar: İzmirde Yunanlıların Son Günleri, s.309–321 (Ankara–1974)
(5) Richard Reinhart: İzmirin Külleri ( The Ashes of İzmir), S.419 (Hürriyet Yay. İstanbul)
(6) Mustafa Turan, İstirdatta İzmir Büyük Yangını, S.214, 220 (Nihat Atsız ve Necdet Sancar Armağanı, Medrese Kitabevi, Afyon–1995).
(7) Aynı Eser, S.224.
(8) Grace Mary Ellison, An English women in Angora, S:74–79 (Hutchinson Co. London –1923): Türkçesi Bir İngiliz Kadını Gözüyle Kuvay-ı Milliye Ankarası, S.69–71 (Milliyet Yayınları, İstanbul –1973), Ayrıca Bknz. Bilge Umar S.267–345

Dr. M. Galip Baysan

.

(güncelleme) Tarih kitaplarımızda yazılmayan ezeli düşmanımız Amerika gerçeği



İkinci Meşrutiyet’in ilan edildiği gün
Beyoğlu- İstiklal Caddesinde ABD bayrağı 24 Temmuz 1908



1. Dünya Savaşındayız. Trabzon Hükümet Konağına Rus işgal birlikleri gelecek. "İşbirliği” içindeki Ermeni ve Rumlar, onları karşılamak için bekliyor. Ellerinde ABD bayrağı da var. 1916 

Mütareke yıllarında Osmanlı Sarayı önünde demirli
5 adet ABD savaş gemisi.
Vahdettinin burnu dibinde..


Yunanlıların İzmir’in İşgalinde ABD Bayrağı15 Mayıs 1919.


Venizelos İzmir’de ABD ve İngiliz bayrakları eşliğinde konuşuyor..

Erzincan adliyesi önü, Pankartta Fransızca olarak
"Yaşasın Wilson Prensiplerinin 12. Maddesi yazıyor. 24 Eylül 1919

Bandırma’da ABD ve Yunan bayraklarıyla işgalcileri karşılama töreni Temmuz 1920 


9 Eylül günü Yunanlılar İzmir'den kaçmaya çalışıyor. Fotoğrafı çeken teknedeki
çizgili ABD bayrağını tanıdınız mı?


9 Eylül günü Yunanlılar İzmir'den kaçmaya çalışıyor. Fotoğrafı çeken teknedeki
çizgili ABD bayrağını tanıdınız mı?

İstiklal savaşı günlerinde Boğaz’da ABD destroyeri


-



Türk İstiklal Savaşı ve Amerika

Türk Gençliğine, ilkokul eğitiminden başlayarak üniversite eğitiminin sonuna kadar gördüğü bütün tarih derslerinde Osmanlı Devleti’ni Sevr Anlaşması ile bölmeye ve sömürge hale getirmeye çalışan en büyük düşmanların İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, Ermeniler (Ermeniler bu süreçte daha devlet kuramamışlardır. Batılı devletlerden aldıkları destekle birlikte Sevr Anlaşmasında gösterilen topraklarda bir Büyük Ermenistan Devleti kurulması için çalışıyorlardı.) olduğu öğretilmiştir ve hala öğretilmektedir.
Bu bilgiler doğru ancak eksiktir. 
Çünkü Millî mücadele sürecinde Amerika;
Türkiye’yi işgal etmek ve Sevr Anlaşması ile Wilson ilkelerini geçerli kılmak için Türk Topraklarına 1 tümen asker, yüzlerce misyoner, casus, istihbarat görevlisi, üst düzey komutanlar ve savaş gemileri göndermiş hatta kendi işgalini kolaylaştırarak meşrulaştıracak bazı insanları da satın almıştır. 
Amerikan işgali öyle bir hal almıştır ki bir kısmı Dolmabahçe Sarayı’nın önüne demirlerken bazı gemiler ise bölgeyi kontrol altında tutması ve bilgi toplaması için Samsun’a gönderilmiştir.

İşin garibi ise; İstanbul'da İngiliz gemilerinin, İzmir'de Yunan Gemilerinin Marmara ve Ege açıklarında yanında duran Amerikan Gemilerinin, 1. Dünya Savaşında Trabzonun işgalinde de, Rus gemileri ile Kardeniz açıklarında bulunmasıdır.

Bize anlatılan tarihte; bunca kaynağa ve fotoğrafa rağmen 1. Dünya Savaşı ve Türk İstiklâl Savaşı'nda Amerika kelimesinin bile bulunmaması bir başka dikkat çekici husustur.

1918 yılından 1923 yılına kadar Türk denizlerinde bulunan Amerikan gemileri ve bulunduğu bölgeler şunlardır:

1. USS Alden (İstanbul- Samsun)
2. USS Arizona (İzmir- İstanbul- Batum)(2. Dünya savaşındaPearlHarbour'da Japonların bombaladığı gemi)
3. USS Noma (İstanbul)
4. USS Martha Washington (İstanbul)
5. USS Dyer (İzmir- İstanbul)
6. USS Du Pont (İstanbul)
7. USS Whipple (İstanbul)
8. USS Roper (İstanbul- Samsun- Trabzon- Batum)
9. USS Fox (İstanbul- Karadeniz)
10. USS Gregory (İzmir- İstanbul- Batum)
11. USS Luce (İzmir- İstanbul- Karadeniz)
12. USS Manley (İzmir- İstanbul- Karadeniz)
13. USS Tattnall (İstanbul)
14. USS Humphreys (İstanbul- Marmara- İzmit)
15. USS Sands (İstanbul- Samsun- Trabzon- Batum)
16. USS Sturtevant (İstanbul- Samsun- Trabzon)
17. USS McFarland (İstanbul- Karadeniz)
18. USS Kane (İstanbul)
19. USS Hatfield (İstanbul)
20. USS Bainbridge (İstanbul)

*Bu bilgiler Hulki Cevizoğlu, 1919’un Şifresi (Gizli ABD İşgalinin Belge ve Fotoğrafları), Ceviz Kabuğu Yayınları, 1. Baskı, Ankara, 2007” isimli kitaptan iktibâs edilmiştir.

.

Yakan, yıkan, gasbeden, katleden Yunanlılardan harb tazminatı alınmaması

Yunanlılar, 15 Mayıs 1919’da İzmir’i işgal etmelerinden 8 Eylül 1922’de denize dökülmelerine kadar, 3 yıl 3 ay 25 gün bu güzel yurdumuzu işgal ederek kirletmişlerdir. Bu müddet zarfında Yunan ordusu, tarihte eşine ender rastlanan bir hunharlık, iğrençlik, alçaklık ve vahşet tabloları sergilemiştir.
Yunanlılar, İzmir, Manisa, Eskişehir, Bursa, Aydın, Bilecik, Uşak, Balıkesir başta olmak üzere birçok ili ve ilçeyi, yüzlerce köyü ve kasabayı yakıp yıkmış, viraneye çevirmiştir. Buralarda binlerce masum insana işkence yapmış, öldürmüş, tecavüz etmiş, ziynet ve değerli eşyalarını gasbetmiştir.

İtalyan ressam Pisani’nin, evleri talan eden Yunan askerlerinin,  Türkler’e reva gördüğü zulmü anlatan tablosu
Yunanlıların Anadolu’nun işgale uğrayan kısımlarında âdeta taş taş üstünde bırakmamalarının binlerce belgesi mevcuttur. Henüz yakılan köylerin, kasabaların, şehirlerin üzerinden dumanlar yükselirken o bölgeyi gezen edebiyatçılardan ve gazetecilerden müteşekkil bir heyet de (Yakup Kadri, Halide Edip, Falih Rıfkı, Mehmet Âsım) hadiseyi sıcağı sıcağına tespit edip, canlı şahitleriyle konuşup kaleme almışlardır.

Bir ülkenin mühim bir bölgesini âdeta yok eden bir canavarlar topluluğundan tek kuruş tazminat alınmaması tuhaf, hem de çok tuhaftır.

Yunanlılardan Harp tazminatı alınmaması, istenmemesi şöyle dursun; bir de üstelik “misak-ı millî” sınırları içerisinde olmasına rağmen, Batı Trakya ve On İki Adalar da Yunanlılara bırakılmış, Kıbrıs da BM’nin ve İngilizlerin insafına terkedilmiştir. Öte yandan, “Yunanlılardan harp tazminatı alınmayacağı” hükme bağlanmıştır. Lozan Andlaşması’nın 59. Maddesi şöyledir:

“Yunanistan savaş yasalarına karşıt olarak, Anadolu’nun Yunan ordu ve yönetiminin eylemlerinden doğan yıkımların onarılması zorunluluğunu tanır.

“Öte yandan Türkiye, Yunanistan’ın savaşın sürmesinden ve bunun sonuçlarından doğan malî durumunu nazara alarak onarım konusunda Yunan hükümetine karşı her türlü istekten kesin olarak vazgeçer.” (Mondros, Sevr, Lozan Andlaşmaları, Ankara Ticaret Odası Yayınları, s. 269)

Yunan askerleri 70 yaşındaki Türk köylülerine kendi ölüm çukurlarını kazdırıyor.

Yunanlılar üç yıl boyunca çok sistemli ve planlı bir şekilde tahribat yapmışlardır. Öyle ki ordu içerisinde; soyguncu ekibi, tecâvüzcü ekibi, yakıp yıkma ekibi, öldürme ekibi, işkence ekibi diye sınıflar teşekkül ettirilmiştir. Mehmet Âsım “Yakıp yıkma ekibinin” nasıl çalıştığını şu şekilde naklediyor:

“…Turgutlu kasabasında alınan malûmata göre Yunanlılar tahrip taburlarını yedi süvari ve ikisi piyade olarak üçer kişilik yangın postalarından teşkil etmişlerdir. Yangın postalarının önündeki süvariler aralarındaki iki piyadenin kumandanı olarak göğüslerinde kırmızı bir işaret, başlarında siyah bir kabalak, ellerinde boruya benzer parlak sarı bir teneke ile ayrılırdı. Piyadelere gelince bunların birisi içi bomba ile dolu bir posta, ikincisi dezenfekte tulumbalarını andıran benzin ile dolu bir âleti taşıyorlardı…” (İzmir’den Bursa’ya, s. 120)

Yaktılar, yıktılar, gasbettiler, öldürdüler… Bütün bunlar yanlarına kâr kaldı. Her ne kadar Lozan’da bu çapulcular sürüsünü Anadolu’ya gönderenlerce “borcu yoktur” kaydı düşülse de Yunanlıların yaptığı da “alacak” hânesine kaydedildi…

Burhan Bozgeyik

Kaynak:
Yakın Tarihimiz


Tapınma Kongresi


Dün ma­sa­ya otur­dum…
De­niz­ci­lik sek­tö­rü kan ağ­lar­ken, na­sıl olu­yor da Bi­na­li Yıl­dı­rı­m'­ın ço­cuk­la­rı 13 yıl­da “ge­mi­cik­le­riy­le­” zen­gin­leş­ti; bu­nu ya­za­cak­tım.
Ama…
Gör­müş­sü­nüz­dür.
İz­le­miş­si­niz­dir.
Evet, AKP kon­gre­sin­den bah­se­di­yo­rum…
AKP kon­gre­sin­de­ki top­lu aya­ğa kal­kış gö­zü­mün önün­den git­mi­yor bir tür­lü:
Bu bir kül­t'­tür. Ya­ni; ta­pın­ma­dır!
Fa­ni bi­ri­ne ta­pı­lır mı?
Ta­rih­te ör­nek­le­ri var; ör­ne­ğin, fi­ra­vu­na ta­pı­lır!
*  *  *
Oy­sa…
Ku­r'­an-ı Ke­rim, “fi­ra­vu­n” ko­nu­sun­da in­sa­noğ­lu­nu sü­rek­li uya­rır; 74 yer­de “fi­ra­vu­n” adı­nı ge­çi­rir.
Fi­ra­vu­nu şöy­le an­la­tır:
Fİ­RA­VUN; on­dan ön­ce­ki­ler gi­bi hep ay­nı su­çu iş­ler. (Hâk­ka, 9)
Fİ­RA­VUN; kuş­ku­suz tan­rı­ya, va­hi­ye, pey­gam­be­re kar­şı de­ğil­dir. (İs­ra, 102)
Fİ­RA­VUN; ege­men­li­ğin kay­na­ğı ola­rak ken­di­si­ni gö­rür. Ya­ra­tı­cı adı­na iş­le­ri yü­rüt­tü­ğü­nü dü­şü­nür. (Mü'­min, 29)
Fİ­RA­VUN; öl­dür­me ve ya­şat­ma ko­nu­sun­da tam yet­ki­li ol­du­ğu­na ina­nır. Ül­ke­nin sa­hi­bi ol­du­ğu­nu sa­nır. (Zuh­ruf, 51)
Fİ­RA­VUN; ha­ya­tın her ala­nın­da tam bir zor­ba­dır; ken­di kon­tro­lün­de ol­ma­yan hiç­bir şe­ye izin ver­me­yen bir ki­bir abi­de­si­dir. (Du­han, 31)
Fİ­RA­VUN; ki­min ne ka­dar dü­şü­ne­ce­ği­ne, na­sıl ya­şa­ya­ca­ğı­na ve ne ka­dar ina­na­ca­ğı­na ken­di­si ka­rar ve­rir. (A'­raf, 123)
Fİ­RA­VUN; in­san­la­rı çe­şit­li sem­bol­le­re-put­la­ra ve ken­di­ne ita­ate zor­lar; ta­ğut­la­şır. (Na­zi­at, 17)
Fİ­RA­VUN; ken­di­ne ve oluş­tur­du­ğu sem­bol­le­re ita­at de­re­ce­le­ri var­dır; uy­ma­yan­la­rı ez­me­nin yol­la­rı­nı arar. Hal­kı­nı bir­ta­kım grup­la­ra ayı­rıp bö­ler; ve on­lar­dan bir bö­lü­mü­nü güç­ten dü­şü­rür; is­yan­cı er­kek ço­cuk­la­rı “boz­gun­cu­” di­ye bo­ğaz­la­tır. (Ka­sas, 4)
Fİ­RA­VUN; hal­kı için ça­lı­şan­la­rı, “yer­yü­zün­de fe­sat çı­kar­mak is­te­yen­le­r” di­ye hal­ka “ye­m” yap­tır­mak is­ter; hak­ka­ni­yet­li in­san­lar­dan öl­dü­re­si­ye nef­ret eder.
(Mü'­min, 26)
Fİ­RA­VUN; gü­cü­nün tan­rı ka­tın­dan gel­di­ği­ni gös­ter­mek için bü­yük sa­ray ve bah­çe yap­tı­rır. (Ka­sas, 38)
Fİ­RA­VUN; ken­di mev­ki­si­ni ve zen­gin­li­ği­ni öne çı­ka­ra­rak hal­kı kü­çüm­ser.
(Zuh­ruf, 54)
Fİ­RA­VUN; ma­kam-kol­tuk, pa­ra-ser­vet, ha­zi­ne-iha­le da­ğı­tı­mı­nı biz­zat ken­di ya­par. Ka­ri­yer ve kon­for grup­la­rı oluş­tu­rur; hal­kı da bu­nun ha­yal­le­ri­ni kur­du­ra­rak kö­le­leş­ti­rir. (Yu­nus, 88 ve Şua­ra, 57-58)
Fİ­RA­VUN; hal­kın ka­fa­sı­nı ka­rış­tı­ra­rak on­la­rı ap­tal­laş­tı­rır. Halk, fi­ra­vu­na ita­at ede­rek yol­dan çı­kar. (Zuh­ruf, 54)
Fİ­RA­VUN; kur­du­ğu zu­lüm he­ge­mon­ya­sın­dan ne­ma­la­nan ve ken­di­ne akıl ve­ren ke­sim­le bir­lik­te sür­dü­rür sis­te­mi­ni. (A'­raf, 127)
Fİ­RA­VUN; ya­la­nın ik­ti­da­rı için “bü­tün us­ta si­hir­baz­la­rı-bü­yü­cü­le­ri ba­na ge­ti­ri­n” di­ye em­re­der. On­lar Fi­ra­vu­n'­a ge­lip der­ler ki: “E­ğer biz ga­lip olur­sak, her­hal­de bi­ze bir kar­şı­lık (ar­ma­ğan) var, de­ğil mi?” Fi­ra­vun, “e­ve­t” de­di; “en ya­kın­la­rım siz­ler ola­cak­sı­nız.” (Yu­nus, 79 ve A'­raf 113-114)
Fİ­RA­VUN; iti­raz eden­le­ri, mu­ha­le­fet ya­pan­la­rı; “ra­hat ya­şa­mı boz­mak is­te­yen, in­san­la­rın key­fi­ni ka­çı­ran şer ha­re­ket­le­ri­” ola­rak gö­rür. (A'­raf, 110)
Fİ­RA­VUN; ken­di­si­nin izin ver­me­di­ği­ni bir si­ya­sal ha­re­ke­tin-ide­olo­ji­nin-gö­rü­şün or­ta­ya çık­ma­sı­na şid­det­le kar­şı çı­kar. Böy­le bir ha­re­ke­ti, ken­di var­lı­ğı­na ve oluş­tur­du­ğu sis­te­mi­ne kar­şı ha­yır­sız bir ey­lem ola­rak gö­rür. (A'­raf, 123)
Fİ­RA­VUN; ger­çe­ği hay­kı­ran­la­rı hal­ka düş­man gös­te­rir; “si­zi yur­du­nuz­dan sü­rüp çı­kar­mak is­ti­yor­la­r” di­ye hal­kı kor­ku­tur. (Şua­ra, 35)
Fİ­RA­VUN; sis­te­mi­ne ve fi­kir­le­ri­ne kar­şı çı­kan­la­ra iş­ken­ce yap­tı­rır, hap­se at­tı­rır ve öl­dür­tür. (A'­raf, 124)
Fİ­RA­VUN; ken­di­si­ne ve kur­du­ğu sis­te­mi­ne kar­şı olan­la­rın kuv­vet kay­nak­la­rı­nı yok eder ve her­ke­si ken­di­ne muh­taç bir sü­rü­ye dö­nüş­mek is­ter. (A'­raf, 127)
Fİ­RA­VUN; ki­şi­li­ği­ni, fi­kir­le­ri­ni, sis­te­mi­ni her alan­da tek güç kay­na­ğı, tek söz sa­hi­bi ola­rak be­lir­ler. “Ey ön­de ge­len­ler, si­zin için ben­den baş­ka li­de­ri­niz yo­k” der.
(Ka­sas, 38)
Fİ­RA­VUN; din adam­la­rı­na ve din­dar grup­la­ra de­ğer ve­rir; bun­la­ra, sis­te­mi­ni top­lum­sal ya­şam­da meş­ru­laş­tı­ra­cak -halk için­de ko­nuş­ma gi­bi- gö­rev­ler ve­rir. On­lar da sa­da­kat­le gö­rev­le­ri­ni ye­ri­ne ge­ti­rir. (Ka­sas, 38)
Fİ­RA­VUN; dü­ze­ni­ni de­vam et­ti­rir­ken, bir gün ge­lip ik­ti­da­rı­nı yı­ka­cak is­yan çığ­lık­la­rı­nı duy­maz. (Du­han, 31 ve Ka­sas, 7-14)
Fİ­RA­VUN; hiç­bir uya­rı­yı, na­si­ha­tı din­le­mez. (Na­zi'at, 17)

So­nuç­ta:

Ku­r'­an, fi­ra­vu­nu ve fi­ra­vun dü­zen­le­ri­ni des­tek­le­yen­le­ri la­net­ler.
Ne ya­zık ki, in­sa­noğ­lu bu­na rağ­men her fır­sat­ta yol­dan çı­ka­ra­rak fi­ra­vu­na ta­par.

.

'TÜRK…' ARAP ACEM KAYNAKLARINA GÖRE TÜRKLERİN TEMEL ÖZELLİKLERİNİ ANLATIYORUZ

BİZ, "TÜRKİYE'Yİ HER BİRİSİ BİLGİNİN ÇELİK ZIRHLARINI KUŞANMIŞ MİLLİ ŞUUR SAHİBİ TÜRK GENÇLERİNİN YÖNETMESİNİ İSTİYORUZ" DERKEN BU GENÇLİĞİN YOĞUN TARİH BİLGİSİNDEN VE ŞUURUNDAN MAHRUM BULUNMASI DÜŞÜNÜLEMEZ.

TARİHİMİZİ SEVEREK OKUYALIM

ARAP ACEM KAYNAKLARINA GÖRE TÜRKLERİN ÖZELLİKLERİNİ ANLATIYORUZ:

TÜRK, HEM ÇOBAN, HEM SEYİS, HEM BİR BAYTAR HEM BİR SÜVARİDİR. TÜRK BAŞLI BAŞINA BİR MİLLETTİR.

TÜRK, EDEPLİ, TERBİYELİ, AKILLI VE TEMİZ KALPLİDİR, AZİMLİDİR; HOŞGÖRÜLÜDÜR;TEDBİR SAHİBİDİR.

TÜRK, SAĞLAM YAPILIDIR, CESURDUR, KAHRAMANDIR, İYİ SAVAŞIR.

TÜRK TEMİZ KALPLİDİR, AÇIK SÖZLÜ VE AÇIK YÜREKLİDİR.

TÜRK NAMUSLUDUR, GÜVENİLİR İNSANDIR.

TÜRK, TEŞKİLATÇIDIR, İTAATİN, EMİR-KOMUTANIN NE OLDUĞUNU BİLİR.

TÜRK ZAYIF VE ACİZLERİ KORUR; SAVAŞ ZAMANLARINDA KORKUNÇ BİR MUHARİP GÖRÜNÜMÜNDE İSE DE O BARIŞ ZAMANLARINDA EN SAKİN İNSANDIR.

TÜRK BARIŞ DÖNEMLERİNDE GELENE GİDENE YEMEK YEDİRİR-İÇİRİR, YARDIM EDER.

“TÜRK. ELİ KOLU BAĞLI OLARAK BİR KUYUYA ATILSA, MUT-LAKA BİR ÇARESİNİ BULUP KURTULUR"

TÜRK, TABİATA KARŞI ÇOK TAHAMMÜLLÜDÜR. HAYATIN GÜÇLÜKLERİNİ GÜLER YÜZLE KARŞILAR. TÜRK ATI DA AYNI ZAMANDA ÇOK TAHAMMÜLLÜDÜR.

TÜRK, DURMAK NEDİR BİLMEZ; O HER ZAMAN ÇALIŞIR. HEPSİNDEN ÖNEMLİSİ DURMAKSIZIN KENDİSİNİ AŞMAK VE YENİLEMEK İSTER.

TÜRK, “SADE” İNSANDIR:
O KISA VE ÖZ KONUŞUR; UZUN VE BOŞ SÖZLERDEN NEFRET EDER.
BU SEBEPLE “SADELİK, AÇIK VE YALIN” OLMAK ONUN EN BELİRGİN VASIFLARINDANDIR.

TÜRK, ATA ERKEN ZAMANLARDA SAHİP OLDUĞUNDAN, ATIN SÜRATİ VE HAREKETLİ OLUŞU SEBEBİYLE KOMŞULARINA BÜYÜK ÜSTÜNLÜK SAĞLAMIŞTIR.

“TÜRK’ÜN ÖMRÜNÜN AT ÜZERİNDE GEÇEN GÜNLERİ, YER ÜZERİNDE OTURARAK GEÇİRDİĞİ GÜNLERDEN DAHA ÇOKTUR.

Sevgili Okurlar,

Bu gün 9 şehidimiz var.Acımız büyük diğer tarafta MHP kongresi ile ilgili arda arda Mahkeme kararları geliyor Karmaşa diz boyu..

Böyle bir dönemde neden Türk Tarihi derseniz Atatürk'ün 1911-18 arasında tüm cephelerde en yoğun ateşlerin altında kaldığı günlerde dahi Tarih okuduğu bu sebeple Milli his ve heyecanını diri tuttuğunu bu sebeple hiç bir liderde bulunmayacak özelliklere sahip bulunduğunu sizlere hatırlatmak isterim.

Tarih sadece geçmiş değil geleceğimizdir. İnceledikçe tüm olayların anahtarının tarihte bulunduğunu Tarihi öğrendikçe geçmişte olabilecekleri okuma özelliğine sahip olacağını hatırlatmak isterim.

Regis Debray bile "Tarih bir önceki perdenin maskesini takarak sahneye çıkar" diye başlayan deyişinde bu gün yaşamakta bulunduğumuz tüm olayların Emperyalist boyutunu dile getirmekte "Aslında geçmişteki sahnelerin değişik maskelerle yeniden bize seyrettirildiğini" söylemektedir.

Sevgili Okurlar,

Biz "Türkiye'nin geleceğini her birisi bilginin çelik zırhlarını kuşanmış Milli Şuur sahibi Türk gençlerinin oluşturmasını istiyoruz" derken bu gençliğin yoğun Tarih bilgisinden ve şuurundan mahrum bulunması düşünülemez.Tarihimizi severek okuyalım Milletimizi tanıyalım yaşanılan olayların arkasındaki asıl sebepleri öğrenelim.

İşte o zaman bu günkü yaşanılan olayların nasıl kurgulandığını da çok daha iyi görürüz Sevgili Okurlar bundan önceki iki gün Türk Adıile ilgili iki bölüm çalışma yayınladık.Bugün üçüncü bölüm çalışmamızı bunun yanında Arap ve Acem kaynaklarına göre Türklerin özelliklerini anlatacağız.

KUTSAL KİTAPLARDA TÜRK ADI

Tevrad’a dayanan rivayetlerde, Türk’ün, Hazreti Nuh’un oğullarından Yafes’in oğlu olarak görülür. Ancak Nuh ile ilgili bu rivayetin Göktürkler tarih sahnesine girdikten sonra ortaya çıktığı anlaşılıyor. Zira eski Tevrad metinlerinde Türk’ün ne şahıs ne de kavim ismi olarak yer almadığı tesbit edilmiştir.

İSLAM KAYNAKLARINDA TÜRK ADI

Arapların Türk ülkelerine yaptığı insafsız ve acımasız ve aynı zamanda kendi üstünlüklerini kabul ettirmek isteyen şovence akınları, soylu Türk aydınlarını daha çok bilinçlendiriyordu. Bu aydın bilim adamlarından birisi olan Kaşgarlı Mahmud “Bize, ad olarak Türk adını ulu Tanrı vermiştir” diyerek Türklerin Allah katındaki önemini işaret etmekte, sahih olduğunu iddia ettiği hadiste “Yüce Tanrı, benim bir ordum vardır, ona Türk adı verdim. Onları doğuda yerleştirdim. Bir ulusa kızarsam, Türkleri o ulus üzerine musallat kılarım” diyor. İşte bu Türkler için bir üstünlüktür. Çünkü, Tanrı onlara ad vermeyi kendi üzerine almıştır. Bununla beraber, Türklerde güzellik, sevimlilik, tatlık, edep büyükleri ağırlamak, sözünü yerine getirmek, sadelik, öğünmemek, yiğitlik, mertlik gibi öğülmeğe değer sayısız iyilikler görülmektedir.” (Bkz. Atalay, Ankara 1939, I, 250 vd.) Diyerek önce Türklerin Yüce Allahın Ordusu olduğu iddiasıyla Türk Milletinin diğer millEtlere olan üstünlüğünü vurgulamakta ve Türk Milletinin üstün vasıfları ilave etmektedir.

KAŞGARLI DA TÜRK ADI

Sevgili Okurlar,

Kaşgarlı Mahmut Türk milletinin yaratılışını Tufan efsanesine bağlıyor: “Türk, Nuh’un oğlunun adıdır. Tanrının, Nuh oğlu Türkün oğullarına verdiği bir addır. Türk sözü, Nuh’un oğlunun adı olduğundan, bir tek kişiyi bildirir. Oğullarının adı olduğundan, “beşer, insanlık” sözü gibi, çokluk ve yığını bildirir. Türkler arasında İslâmiyetin yayılmasına ve Maveraünnehrin kati surette Türkleşmesine hizmet eden Hakaniye devletinin tarihi tetkikten evvel, bu hanedan kurucularının ve devletinin kuvve-i merkeziye ve asliyesin teşkil eden Türk zümresinin kavmi mahiyetini sarahaten anlamak icap eder. Bu devletinin mebadisine ait tarihi tafsilat adeta mefkut olduğu için, bu yolda bir etnolojik tetkike lüzum şüphesiz daha fazladır. H. III-IV. Asırlara ait coğrafi menbaların izahına ve V. Asırdaki Türk zümre lehçeleri hakkındaki tetkikata nazaran, Karahanlılar devletinin kuvve-i asliyesini teşkil edenlerin mutlaka Karluk Türkleri olması icap eder “Türk” adının bir de XI. Asırda Kaşgarlı Mahmud’un zikrettiği bir izah tarzı vardır. Bu ünlü Türk dilcisi, Türk milletine Tanrı tarafından verildiğini belirttiği “Türk” adının “Olgunluk çağı” demek olduğunu ifade etmiştir. Uygur-Türk yazılarında Türk’ün Olgun anlamında kullanıldığını görürüz.

Türk yiğit kızlar: “...Sen sayısız, olgun (Türk), genç (yiğit) kızların, oluşup yaratıldığı (etigin yaratıgın) gibi, olmuş ve yaratılmış görünüyorsunuz!...”

KUTAD KUBİLİG DE TÜRK ADI

“Dünyanın en iyileri, Türk beyleri: “Görü verirsen şimdi, bugünkü Türk beyleri; dünya beyleri içinde, en iyileridir (yigler)!

Türk beylerinin adı ve ünü, belli ve belgeli!: “Türk beylerinin adı, ünü belgeli (belgülüg)! Tonga Alp Er’in ise, kutluğu belgeli!”

“Türk adının tarih sahnesine çıkışı VI. Asırda Gök-Türk devletinin kuruluşuna bağlıdır. Nitekim bu kavmi Çinliler Tu-kiu Bizanslılar da Turkoi adı ile tanıyorlardı ki Orhun kitabelerinin keşfinden önce bu isimlerin “Türk” olduğu anlaşılmıştı.

İslam’dan önce Cahileyye şairleri (A’şa ve Nabiga gibi) ve Hazret-i Peygamberin hadisleri de Türkleri kendi isimleriyle tanınıyor ve kaydediyorlardı. Gök-Türk kağanları tabiiyetlerinde bulunan ve hatta kendi devletlerine karşı isyan eden Oğuz, Türkeş ve Kırgız uluslarını da Türk adı ile zikrediyor ve bunları “kendi Türk milletim idi” (Türküm budunum erti) ifadesi ile gösteriyorlardı.

Bu durum Türk adının sadece Gök-Türk hakanları hanedanın, mensup oldukları bir boya veya devlete ait olmayıp bütün bir millete şamil bulunduğunu ifade eder. Türk adının bu kadar geniş bir mana kazanması onun Gök-Türklerden önce mevcut olduğuna bir delil teşkil eder. Nitekim eski İran ve Arap kaynaklarında Ak-hunlar (Hayatile) de Türk adı altında gösterilmiş; destani Turan isminin Türk’ten geldiği anlaşılmıştır. I. asır Latin müellifi Pompenius Ural (Yayık) ve İtil nehirleri arasında bir Turkae kavminin yaşadığını kaydeder. Hatta meşhur sinoloji âlimi De Groot Hunlardan önce Çin’in Kuzeyinde Tik adlı bir kavmin bulunduğunu ve bu adın da Türk ile ilgili olduğunu ileri sürmüştür.”

GÖKTÜRKLERDE, UYGURLARDA VE DİĞER KAVİM - DEVLETLERDE TÜRK ADI

Sevgili Okurlar,

Türk adının bu derece yaygın ve şümullü manası onun Gök-Türklerden önce mevcut olduğuna delalet eder. Türk Adının etimolojisi de onun eskiliği ile alakalı olsa gerek. Çin kaynakları Türk ismini Gök-Türklere bağlamakta isabet göstermekle beraber onun etimolojisini verirken de o derece masal kabilinden izahlar yapmışlardır.

Filhakika bir rivayete göre Altay dağlarının cenubunda, Avar’lara tabi olarak, yaşayan Gök-Türkler onlara demirden silahlar yapıyorlardı. Yakınında bulundukları dağlardan biri tulgaya benzediği ve Türkçe buna Tu-kiu denildiği için bu millet bu adı almış imiş. W. Thomsen ve G. Nemeth gibi meşhur Türkologlar Uygurca kuvvetli manasında ve sıfat olarak kullanılan Türk veya Türük kelimesinin isim haline gelip Türk milletini ifade ettiği kanaatini ileri sürmüşlerdir.

Halbuki Munkacsi ve Vambery gibi âlimler Türk adının türemek kökünden gelmiş olduğu düşüncesinde idiler. Nitekim nizam, örf ve anane manasında kullanılan türe kelimesi de bu köke bağlıdır.

Bu görüşün isabeti bakımından göçebe Yürük isminin de yürümek kökünden doğduğunu kayda değer buluruz. Bu izah Türk adının türemiş, yaratılmış, yani mahlûk ve insan manasında (türük, türk) olduğunu belirtir.

Bu münasebetle yabancıları barbar sayan eski kavimlerin telakkisine uygun olarak Türklerin de kişi ve insan manasında bu kelimeyi kendilerine tahsis ettiği ve her Türk kavim ve devletine ait isimler üstünde Türk adının bütün Türkleri ifade için kullanıldığı kabule şayan gözükür.

Nitekim “Türk Uygur tili” tabiri de her iki hususu ifade eder. Gök-Türkler ismin başına gök (kök) sıfatını ekleyerek ona semavi ve kendilerine delalet eden bir mana vermiş oluyorlardı.

Türk adının kuvvet manasını kazanması ise Türk milletinin kudreti dolayısı ile asli değil muahhar bir manayı gösterir.

Sevgili Okurlar,

Türk Adı yalnız bütün Türk kavimlerini değil zamanla komşu ve akraba kavimleri de şümulüne alıyordu. Hatta Oğuz destanı ve İslam coğrafyacıları Türklerin hâkimiyetinde yaşayan tüm kavimleri de Türklük camiası içine almışlardı. Araplar önce Amu ve daha sonra da Sır nehri ötesinde yaşayan Tüm Türk boy ve budunları ile Türk asıllı Sogd ve Toharların tamamına birden - Türk dedikleri gibi Türklerin İslamlaşması ile birlikte Türk adı Şamani veya Müslüman olmayan bütün diğer Türklere de tahsis edilmişti. Müslüman Türkler de bu telakkiye uymuş ve nitekim Müslüman Karahanlılar kendilerine Türk ve memleketlerine Türkistan adını verdikleri halde cihad yaptıkları ırkdaşları Uygurları, kendilerinden ayırmak için, “Türk”veya“Kafir Türk” ve kendilerini de “Müslüman” İsmi ile gösteriyorlardı. Bu münasebetle Arapların ilk defa İranlılara verdikleri Acem (Yabancı) adını sonraları bütün Arap olmayan kavimler için kullandıklarını hatırlatmak yerinde olur. Bu sebepledir ki Harizmşah Alaeddin Muhammed, askerleri ve teb’ası arasında henüz çok miktarda Şamani, Kıpçak ve Kanglı ulusları yaşadığı halde, gayrimüslim Türkleri, hatta Karahıtay ve Moğolları “Türk” ve hükümdarlarını da “Türk hanı” sayıyor; kendisine de “Padişah-i Acem” ve “İskender-i sani” unvanlarını veriyordu. Türkiye Selçukluları sultanı Alaeddin Keykubad’ın denizaşırı Kırım ve Kıpçak seferi münasebeti ile de Şamani Kıpçaklar “Türk” adı ile gösterilirken kendileri de “İslam” umumi ad veya sıfatı ile anılıyordu. Selçuklu ve Osmanlılar Oğuz han veya Afrasyab soyuna mensup olmakla, Türklük şuuru ve gururuna bağlı bulunmakla beraber “Türk” adını “Eskiden Şamani olan uruğdaşlarına, sonra da İslam kültürü zayıf bulunan göçebelere ve köylülere” tahsis ediyorlardı.

Bununla beraber göçebe ve köylüler dışında Türk adını asil, doğru ve kendilerini gayrimüslim Türklerden ayırmak endişesinden ileri geliyor; ve Türk adı da daha ziyade bu gibi ahvalde meydana çıkıyordu.

İlk Osmanlı kaynakları derin bir İslam mefkûresine rağmen daima ve gururla kendilerini Türk adı da daha ziyade bu gibi ahvalde meydana çıkıyordu. İlk Osmanlı kaynakları derin bir İslam mefkûresine rağmen daima ve gururla kendilerini Türk adı ile adlandırıyorlardı.

Nitekim Bizanslılar ve Avrupalılar da Selçukluları ve Osmanlıları, umumiyetle, Türk adı ile anıyor ve hanedan veya devlet isimlerine pek az yer veriyorlardı. “Mevlana Celaleddin Rumi”, Anadolu’da Selçuklu-İlhanlı devlet nizamının müdafi olarak, “Türk”adını “yağmacı” manasında kullanıyordu.

Prof. Dr. Bahaeddin Ögel’in Türk Adı başlığı altında yaptığı açıklamaları Türk Tarihinin ilk dönemlerini ve Bilim adamlarımızın Türk tanımlamasıyla birlikte değerlendirmeniz bakımından aktarıyoruz.

Göktürk çağında Türk adı, yalnızca Türk kavmini adı olarak değil; daha çok Türk devletini karşılayan geniş bir deyim olarak söylenmişti. 585 yılında ünlü Göktürk kağanı İşbara ya Çin İmparatoru tarafından yazılan mektupta “Büyük Türk Kağanı” diye söze başlanıyordu.

Artık bu çağlarda Çinliler de Türklerin büyüklüklerini kabul etmişlerdi. İşbara Kağan ise, Çin İmparatoruna verdiği cevapta, “Türk devletinin Tanrı tarafından kuruluşundan bu yana elli yıl geçti”, diyordu. Çin grameri bakımından, bu her iki belgede de Türk sözü, bir kavim grameri bakımından, bu her iki belgede de Türk sözü, bir kavim adı değil; ancak “Türk devleti” olarak anlaşılabilirdi.

Bu görüş, kesindir. Ancak bu mektuplardan 150 yıl kadar sonra yazılmış olan Göktürk yazıtlarında ise, “Türk” sözünün bir kavim için mi; yoksa devlet adı olarak mı söylendiği, açık olarak anlaşılamıyordu. “Türk töresi, Türk Kağan, Türk Bilge Kağan, Türk ili, Türk beyleri ve budunu, Türk Sir budunu, Türk Tanrısı, Türk yeri, Türk ıduk yeri subı, -(yani Türkün mukaddes yer ve suları)-, Türk adı” gibi sözler de, Göktürk yazıtlarında geçmektedir.

Bunlar, yalnızca devleti kuran küçük bir Türk kesimi için söylenmiş sözler olarak görünmüyorlardı. Bunlar büyük bir devlet, Göktürk imparatorluğu için söylenmiş tanıklar olsa gerekti. Ayrıca “kutlu devlet; kutlu toprak ve kutlu bir halk”, Türk devlet anlayışının temelini meydana getiren üç şey idiler.

Biz böyle bir sonuca, ancak bütün bilgileri istatistik bir metotla incelendikten sonra varabiliyoruz. Zaman zaman Çin tarihlerinde, Türk kağanları ile Göktürklere bağlı Tarduş’lar gibi büyük Türk kavimleri de “Türk Tarduş” diye, “Türk” devletini adı ile tanıtılıyordu.

Şehirli Uygurlarda, devlet ve millet anlayışı, artık oldukça zayıflamış ve gevşemişti. Türk adı onlarda çoğu zaman yalnızca “erk”, yani “güç ve kuvvet” sözü ile birlikte geçmeğe başlamıştı: “Erk, Türkleriniz” veya “Erkler, Türkler” gibi...

Uygurlara göre “erkler ve Türkler”, halk içinde okumuş, yükselmiş, güçlü kimseler demekti. Ayrıca Türk sözü, “erk” yani “güç” lü karşılığı olarak da, söylenmiş olabilirdi.

Ancak bir gerçek varsa, bu çağda da, Türk sözünün, “güç, kudret” manasında söylenmiş olması idi. Güçlü kimseler de bu anlayışın içinde kalıyorlardı.

“Olgunluk”da bir “Türklük” idi. Olgunlaşmış gençler itçin, “Türk yiğit” veya “Türk kızlar”, gibi sözler söyleniyordu. Uygurların bu anlayışı Kaşgarlı Mahmud çağında da devam etmişti.

TÜRK’ÜN TEMEL ÖZELLİKLERİ

Sevgili Okurlar,

İlk bakışta etkili olan fizikî Özelliklerinin yanında, dışarıdan görülmeyen, fakat onu Türk yapan özellikleri vardır. Bu türden özellikleri, Türk’ü yakından tanıdıktan sonra herkes kabul ve teslim edecektir.

Arap müellifi Cahiz’den (ö. 869) itibaren, Türk’e verilen ve yüklenilen özelliklerin başlıcaları şunlardır:

Türk, edepli, terbiyeli, akıllı ve temiz kalplidir, azimlidir; hoşgörülüdür; tedbir sahibidir.

Türk yerini, yurdunu çok sever. Ondan ayrı düştüğünde orasını her zaman özler.

Türk, sağlam yapılıdır, cesurdur, kahramandır, iyi savaşır. Türk ancak korkulması gerekenden korkar.

Türkler iyi savaşçı oluşları sebebiyle, bütün Orta Çağlar boyunca, dünyanın da en seçkin askerlerinden sayılmışlardır.

Türk temiz kalplidir, açık sözlü ve açık yüreklidir. Onun bazen “saf’ ve “sade-dü” olarak ifade edilen bu güzel özelliği, zamanla yadırganacak, adeta ‘alımak’ gibi bir anlama, kadar gidecektir.

Türk namusludur, güvenilir insandır.

Türk, teşkilatçıdır, dolayısıyla itaatin, emir-komutanın ne olduğunu bilir. O yalnız olduğunda iyi bir önder olduğu halde, başında kendisinden daha üstün yetenekli birisi olduğunda ona severek itaat eder.

Türk zayıf ve acizleri korur; savaş zamanlarında korkunç bir muharip görünümünde ise de o barış zamanlarında en sakin insandır. Bu zamanlarda gelene gidene yemek yedirir-içirir, yardım eder.

Türk tabiatın içinden geldiğinden, küçük yaşlarından itibaren hayat kavgasına alışmıştır. Hayatın ve yaşamanın zorluklarını bilir ve onları çözmeye yatkındır.

Cahiz’in dediğine göre “Türk, eli kolu bağlı olarak bir kuyuya atılsa, mutlaka bir çaresini bulup kurtulur”. Belki bu sebepten daha doğuştan iyi mücadeleci ve kavgacıdır.

Türk gerçi kimi zaman rahata kavuşunca gevşer, hatta bazen komşularının etkisinde kalır. Ama çok geçmeden kendi özelliklerine dönmesini bilir.

Türk, çoğunlukla et yemekle birlikte sağlık bakımından bunu dengelemesini bilmiştir.

Türk, tabiata karşı çok tahammüllüdür. Hayatın güçlüklerini güler yüzle karşılar. Türk atı da aynı zamanda çok tahammüllüdür.

Türk, hem çoban, hem seyis, hem cambaz, hem bir baytar hem bir süvaridir. Cahiz’in dediği gibi “hulasa Türk başlı başına bir milletdir”.

Türkler, dünya coğrafyasında sayıca çok kalabalık bir millet olmamakla birlikte, komşularına göre üstün Özellikleri sebebiyle Cihan tarihinde seçkin ve çok Önemli bir yer tutmuşlardır. Bunun belli başları sebeplerini de şöyle sıralayabiliriz:

Türk, teşkilatçıdır; teşkilatçı özelliği onun sadece halkını değil, özellikle silahlı kuvvetlerini seçkin bir hale sokar.

Türk, durmak nedir bilmez; o her zaman çalışır. Hepsinden önemlisi durmaksızın kendisini aşmak ve yenilemek ister. Türk, “sade” insandır: O kısa ve öz konuşur; uzun ve boş sözlerden nefret eder. Bu sebeple “sadelik, açık ve yalın” olmak onun en belirgin vasıflarındandır.

Türk, ata erken zamanlarda sahip olduğundan, atın sürati ve hareketli oluşu sebebiyle komşularına büyük üstünlük sağlamıştır. Bu sebeple olsa gerek Cahiz şöyle diyordu:

“Türk’ün ömrünün at üzerinde geçen günlerinin, yer üzerinde oturarak geçirdiği günlerden daha çok olduğunu görürsün”. Türk, bir maden olarak “demiri erken bir zamanda bilmiş, demiri çelik haline sokarak güçlü silahlara sahip olmuştur. Böylesine üstün silahları ve yukarıda sözünü ettiğimiz “at”ı ile komşularına karşı başarılı olmuştur.

Türk böylece kendisine mahsus özellikleriyle, dünya üzerinde ve komşuları arasında seçkin bir yere sahip olmuştur, Türk ile ilgili olarak Afrasiyab’dan (yani Alp Er Tunga) nakledilen bir söz varmış: “Türk, sedef içinde deryada bulunan bir inci gibidir. Kendi yerinde (yurdunda) bulunduğu zaman kadir ve kıymeti bilinmez. Lakin oradan çıkınca, denizden ve sedeften çıkmış bir inci gibi kıymetlenir”

Yukarda Türk ile ilgili ilk bilgileri verdiğimiz sırada. Türk’ün bazı temel özelliklere sahip olduğunu belirtmiş, bunun oluşmasında coğrafyanın, iklimin ve hat a hayat tarzının belirleyici özelliklerine temas etmiş idik. Türk’ü belirleyen özerklerde coğrafyanın, yani Türk’ün yaşadığı yerin etkili olduğunu VIII yüzyıl insanı Cahiz başta olmak üzere pek çok gözlemci (Reşideddin gibi) dikkat etmişlerdir. Hatta Cahiz, Türk’ün sonradan geldiği Ön Asya’daki yerlerde de etkisini gösterir.

Bu sebepledir ki Türk’ün Yurdu’nu, yani Türklerin asıl hayat sahalarım kısaca belirlemek gerekir.

Değerli Arkadaşlarım,

Türk Tarihinin az bilinenlerini anlatmaya devam edeceğiz

Sevgiler saygılar 13 MAYIS 2016

TANER ÜNAL



MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...