CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

ATATÜRK'ÜN SAMSUNA ÇIKIŞI VE HAİNLERİN YALANLARINA CEVAPLAR

Sevgili Okurlar,

Bu gün 19 Mayıs 1919 Türk Milletinin kurtuluş meşxalesinin Büyük Önder Atatürk tarafından Ateşlendiği gün..

TÜM ARKADAŞLARIMIZIN VE BÜYÜK TÜRK MİLLETİNİN GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI KUTLU OLSUN

UFUKTA PARLAYAN GÜNEŞ

Sevgili Okurlar,

19 Mayıs 1919 tarihi, Türk milleti için önemli bir dönüm noktası, aynı zamanda yeni bir devrin de

başlangıcı olmuştur. Mustafa Kemal Atatürk, bu  tarihte IX. (III) Ordu Kıtaları Müfettişliği görev ve yetkileriyle Samsun'a çıkmış; Türk Milletinin içinde bulunduğu büyük sıkıntı ve yoksulluklara rağmen, azimle Türk İstiklal Mücadelesini başlatmıştır.Bu mücadele, aynı zamanda yeni devletin doğum sancılarını da beraberinde getirmiştir. Nasıl ki gecenin en karanlık olduğu zaman şafak vaktinin, şafak vakti ise her zaman aydınlığın müjdecisi olmuşsa, 1919 yılında Mustafa Kemal Paşa'nın liderliğinde başlatılan Mili Mücadele hareketi de yeni devletin, yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin şafağı olmuştur. (Zekeriya Türkmen, Mütareke Döneminde ordunun Durumu ve Yeniden Yapılanması (1918-20), Ankara 2001, TTK Yay, s.121 vd.)


Mustafa Kemal'in görevi; ümidi sönmüş ve birliği parçalanmış bir millete evvela "Milli Birlik" şuurunu vermek, Türk gençliğine iyi örnek olmayı millete aşılamaktı.

İçerde sarayın köhne yönetiminden, dışarıda yabancıların ordu ve donanmalarıyla yaptıkları tazyikten kurtarılmış, bugün artık gerçek dost komşularla çevrili Türkiye ve 1923 Lozan Konferansının güler yüzlü manzarası ile o parçalanarak büyük küçük herkes tarafından taksim edilmeye hazır ve galiplerin ayaklarında secdeye varan eski Türkiye'sini kıyaslayabilen herkes, Mustafa Kemal Paşa'nın hedefine varmakta ne derece başarılı olduğunu kolayca anlayacaktır. ( Charles H Sherrıll, Bir Elçiden Gazi Mustafa Kemal, Tercüman 1001 Temel eser, s. 88-89) Şimdi Mustafa Kemal'in batıya doğru ilerlemesine gelelim: Mustafa Kemal ilerde sadece "Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir" cümlesinden ibaret ve meydan okuyan bir hedefle ve buna ek olarak da Yunanlıların İzmir'e çıkmış bulunmalarının yarattığı heyecanla, milleti uyarmak ve Milli Birliği güçlendirmek için işe sarılıyordu. Maddi eksikleri ve yokluklar bir yana, yaygın hale gelmiş bulunan uyuşukluk ve ilgisizlik elem vericiydi. Bu konuları burada teferruatıyla anlatacak değiliz. Ancak, bu uyuşukluk ve ilgisizliğe karşı gelmek, en çetin mücadele adamlarının bile cesaretini kıracak mahiyetteydi.

Mustafa Kemal, hiç telaş göstermeksizin çalışmalarına başlamış, her yeni güne, geçen günün sonuçlarını ekleyerek mücadelesini sürdürmüştü. Bu mücadeleyi sürdürürken, kâh büyük gayenin yarım gönüllü ve inançsız taraftarlarına yapılacak işleri anlatarak, kâh her geçen gün biraz daha artan taraftarlar arasında zaman zaman ortaya çıkan kıskançlıkları uzlaştırarak, hiç dinlenmeksizin ve yorulmaksızın, hep ilerlemişti… ( Charles H Sherrıll, Age s. 89-90.)

HAKİKAT TRENİNE TAKILAN YALAN VAGONLARI

Sevgili Okurlar,

Kadir Mısıroğlu "Lozan Zafer mi Hezimet mi?" ismini verdiği gerçek dışı hadiseler ve çoğu gerçeklerle bağdaşmayan olay ve şahıslarla hazırladığı kitabında İstanbul'un işgali sırasında istihbarat subaylığı yapan Armstrong isimli İngiliz yüzbaşının "Bozkurt" Kitabından faydalanmıştır.

Bu kitap baştan sona bir yalanlar dizisidir. Ancak kitabın çevirisini yapan Peyami Safa'nın Grey Wolf (Bozkurt) isimli kitabın 1. Cildinin önsözü yıllardır Türk çocuklarının nasıl aldatıldığına en güzel örnektir. Bakınız Peyami Safa önsözde ne demiş:

"Bu eserde Atatürk'ün karakterine, hususi hayat ve davranışlarına ait oldukça doğru hükümler, başarılı tahlil ve tasvirler yok değildir. Bir bakıma kitabı değerlendiren, fakat hakikat aleyhine tehlikeli bir eser haline getiren de budur. Tehlikeli çünkü hakikat lokomotifinin peşine takılan bir sürü yalan ve iftira vagonu da, hakikat istikametinde yol almakta, aynı derecede doğru görünmek şansını kazanmaktadır. Kısacası tamamını doğru sanıp ciddiye alanı, yanlışlara sürükleyen, tuzaklarla dolu bir kitap."

Ne güzel bir anlatım. "Hakikat trenine takılan yalan vagonları" işte bugünkü sıkıntıların temelinde bu var. Düşman öylesine programlı ve uyanık ki Türk çocuklarının bir bölümü milliyetsizlik fikirleriyle milliyetçilik yaptığını sanırken diğer kısmı da emperyalistlerin oyuncağı olarak ABD'nin müsaade ettiği ölçüde hareketle "Millicilik" yaptıklarını sanıyorlar. Bir kısım gençliğimiz İslam maskesi takanların elinde milli benliğini kaybetmiş bir vaziyette kendine sağlanan bir takım imkânlarla yuvarlanıp gidiyor!

Şevket Süreyya'nın "Tek Adam" isimli eserinde muğlâk bir şekilde bırakılan "Atatürk'ün Samsun'a gönderiliş" hadisesi, Atatürk'ün hatıralarında da geçer.

Ancak herhangi bir hatıratın veya tarihsel biranlatımın içerisinden bir bölümünü seçerek yayınlar bundan bir mana çıkarmaya yeltenirsek Hakikat treninin peşine takılan yalan vagonlarıyla Atatürk'ü Samsun'a gönderen Vahdettin’miş gibi bir mana çıkarılır. Hatta Vatan hainlerince tarih ters yüz edilerek Vahdettin ile Mustafa Kemal sürekli kıyas konusu yapılır ve başarılar Vahdettin’e günahlar ise Atatürk'e mal edilir.

Türk düşmanları elinden geleni yapacak, Türk çocuklarının beynini yıkayacak, Atatürk düşmanlığı yapıyormuş gibi görünerek Türk milletine olan düşmanlıklarını ve kinlerini kusacaklar üstelik bu kinlerine Türk çocuklarını da ortak edecekler, onlar her şeyi söyleyecekler biz konuştuk mu ortalık karışmış olacak? Biz konuştuk mu ortalık ayağa kalkacak “Aman hocam nasıl Osmanlı aleyhinde konuşursun” denecek!!

Vahidettin’de keşke en azından bir 2 Mahmut Olsaydı da bizde göklere çıkarsaydık..

Sevgili arkadaşlarım, düşman tüm Kaleleri teslim almış olanca hızıyla giderken biz halen onların oyunlarına mı geleceğiz. Biz vatan hainlerine öldüğümüzde mi cevap vereceğiz?

Bu memlekette binlerce insan sabahtan akşama kadar televizyonlarda gazetelerde boy gösteriyor. Konuşulanların % 95'i Türkiye'nin aleyhinde!

Bu milleti, bu vatanı dilim dilim satıyorlar. Türkiye ayaklarımızın altından kayıyor.

Teslimiyetçiliğini, işbirlikçiliğini hatta bizzat teşvik ettiği Kutsal Fetva ve isyanlarla Türk'ün varoluş kavgasını engellemek için Türk düşmanlarıyla iş birliği yapan hatta İngiliz'den fazla İngilizcilik yaparak bir sürü masumun kanına giren Vahdettin’e İstiklal Savaşını mal edenlerin Atatürk'e ve Türk Milletine yaptığı ihanetin boyutunu düşünebiliyor musunuz?

Uluslararası Emperyalizmin hazırladığı planları Türk milletine empozede araç olarak kullanan Basın ve yayın kuruluşları televizyonlar vasıtasıyla Manipülasyona tabi tutuluyor, hatta hipnotize ediliyoruz. Hatta mankurtlaştırılmış bir vaziyetteyiz.

Milletçe milli şuurla ayağa kalkmalıyız. Tarihimizi en iyi bir şekilde öğrenerek buna başlayabiliriz.

YALANLARA CEVAP VERİYORUZ

Sevgili Okurlar,

milleti yüzyılın kaderini değiştirecek bir savaş yapmıştır. Bu öylesine bir savaştır ki baştan sona destandır Osmanlının külleri arasından Yeni bir Türk devletinin kurulması Türk çocuklarının milliyetçilik duygularını doruğa çıkaracak bir hadisedir.

Bu nedenle Türk milletini ve Milliyetçilerini sevmeyenler bu muazzam abideyi kara ve yalan bir tarihmiş gibi göstermeye çalışmışlardır.

Nitekim bunda başarılı olunmuş ve bu milletin aziz evlatlarının kafasına "Atatürk aslında danışıklı bir dövüş yaptı"yalanı yerleştirilmiştir.

"Atatürk'ü ingilizler seçti Halifeliği kaldırma karşılığı İngilizlerle anlaşıverdi bu savaş öyle kazanıldı" yalanı yerleştirilmiştir.

Atatürk düşmanlarının Vahdettin’i korumak maksadıyla yaptıkları bütün faaliyetlerin asıl sebebi Kurtuluş Savaşını yok farz etmektir.

Çünkü Sakarya, Koca tepe, Dumlupınar düşmanın İzmir'de denize dökülmesi Tarihimizin altın sayfaları devasa bir abide gibi durmaktadır.

VATAN'A İHANET EDENLER, İŞBİRLİKÇİLER, KORKAK VE MECZUPLAR YALANLA, DOLANLA TARİH TERS YÜZ EDİLEREK KAHRAMAN İLAN EDİLİR.

VATANSEVER KAHRAMANLAR İSE İŞBİRLİKÇİ OLARAK GÖSTERİLİRSE MİLYONLARCA ŞEHİDİN SAYESİNDE AYAKTA DURAN VATANA BÜYÜK BİR İHANET YAPILMIŞ OLUR.

Atatürk İzmir'i aldıktan sonra bile İngiliz Parlamentosunda Bizans tahtına Yunan Kralının getirilmesi görüşülüyordu Mustafa Kemal Paşa Mudanya'da restleşirken İngiliz hükümeti tehdit üzerine tehdit gönderiyordu ancak restleşmenin galibi Mustafa Kemal oldu.

Mustafa Kemal Paşa Mudanya'da restleşirken İngiliz hükümeti tehdit üzerine tehdit gönderiyordu Çetin çekişmeler oldu.

İngilizlerin ihtarına rağmen Türk Askerleri durmadılar yürüdüler Çetin restleşmelerin galibi Mustafa Kemal oldu İngiliz Parlamentosu sürekli çalıştı,ancak bir türlü tehdit konusu 450.000 askeri Anadoluya çıkarmaya cesaret edemedi.

Atatürk bileğinin hakkıyla Büyük Britanya İmparatorluğu'nu dize getirdi.Türk Zaferi İngiliz emperyalizminin sonu oldu.

İngiliz İmparatorluğunun sömürgeleri başkaldırdı ya özgürlüğünü veya özgürlüğe yakın şekilde idare hakkı kazandı Hindistan Bağımsızlığını kazandı Gandi "Mustafa Kemal İngilizleri yenene kadar Tanrıyı İngiliz sanıyorduk" diyor.

İNGİLİZ BAŞBAKANI PROTESTOLAR ARASINDA GÖREVİNİ BIRAKMAK ZORUNDA KALDI BAKANLAR İSTİFA ETTİ HÜKÜMET DÜŞTÜ İNGİLTERE TÜM DÜNYA DA PRESTİJ KAYBINA UĞRADI VE DÜVELİ MUAZZAMA DEVLETLERİNİN BAŞI OLARAK 200 YILDIR DEVAM EDEN GÜCÜNÜ KAYBETTİ.

İNGİLİZLERİN GERİ ÇEKİLİŞİ HÜKÜMETİNİN VE POLİTİKACILARININ DA SİYASİ HAYATLARINI BİTİRDİ. BİR DAHA POLİTİKAYA GERİ DÖNEMEDİLER.

CHURCHİLL 25 YIL SONRA İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SIRASINDA ZARURET NEDENİYLE TEKRAR GÖREVE DÖNEBİLDİ İNGİLTERE KAYBOLAN PRESTİJİNİ TAMİR İÇİN ABD'YE YANAŞTI VE ONU ÖNE ÇIKARARAK TÜM POLİTİKALARINI ABD ÜZERİNDEN TEKRAR REVİZE ETTİ.

ARTIK DÜNYANIN BİRİNCİ DEVLETİ ÜNVANI ULUSLAR ARASI ŞİRKETLERİN VE İNGİLTERE'NİN ÜS OLARAK KULLANDIĞI ABD TARAFINDANDAN YÜRÜTÜLECEKTİ.

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK SADECE İNGİLTEREYİ YENMEKLE KALMADI 19.YY'IN TÜM EMPERYAL GÜÇLERİNİ YERLE BİR ETTİ . TÜM DÜNYAYI YERİNDEN OYNATACAK KADAR BÜYÜK BİR ZAFERİ YOK FARZETMEK İÇİN İNGİLİZLERLE İŞBİRLİĞİ YAPANLARIN TORUNU OLMAK GEREKİR.

İngilizler Anadoluda hayalleri olan Yunanlıları,"Türkleri Anadolu'dan hatta yeryüzünden silmek" için kullanmışlar bunuda ifade etmişlerdir.

İstiklal Savaşı süresince Vahidettin ve hükumetleri Alenen İngilizcilik yapmışlar,İngilizler Zaman zaman Türklerle savaşmışlardır.

Anadolu'daki bütün isyanlar Vahidettin ve İstanbul Hükumetlerinin kararı ve İngilizlerle müşterek yürüttükleri faaliyetler ile yapılmıştır.

Sözde İslamcı Sözde Osmanlıcıların Türk çocuklarını zehirlediği gibi Vahidettin Madem Atatürk'ü göndertmiş ise neden Türk'leri öldürtmüştür?

Vahidettin Madem Atatürk'ü göndermiş ve İstiklal Savaşını destekleşmiş ise neden Anadoluyu yangın yerine kan gölüne çevirtmiştir?

ARKADAŞLAR, İNGİLİZ HÜKÜMET TEMSİLCİLERİ SİYASİ HAYATLARINI BİTİRMEK İÇİN, B.BRİTANYA İMP. KENDİNİ İMHA İÇİN Mİ MUSTAFA KEMAL'LE ANLAŞTI

Kurtuluş savaşının en mühim safhası İngilizlerle 9 gün boyunca silahlar tetikte devam eden restleşmedir İngilizler Mudanya'da havalı başladıkları görüşmede"450.000 Askerimizi gemilere bindirdik hareket edeceğiz" demişler.

İngilizler Mudan'ya da"Elinizde hazır 50.000 Kişilik kuvvet var Anadoluyu tamamen alırız Bizi yenemezsiniz"demişlerdir.

Mustafa Kemal " Buyrun gelin bir defa dönize döktük yine denize dökeriz Bu sefer yayınızda kimse olmayacağından cevabımız sert olur"demiştir.

Mudanya da Orduların teyakkuzda beklediği 9 gün süren bıçak sırtında devam eden restyeşmeyi M.Kemal Kazandı Çanakkale de yenilmiş ve Türk zaferlerinden tedirgin olan İngiliz Parlamentosu Savaş kararı alamamış ve Pes etmiştir.

İstiklal Savaşı zaten Yunanlarla değil ingilizlerle yapılan bir Savaştır İngilizler Piyon olarak Yunanlıları öne sürmüştür.

İngilizler Savaşın her noktasında destek olarak bazende fiilen bulunmuşlar Kürt İsyanlarını M.Sagir suikastini İngilizler düzenlemişlerdir.

Kurtuluş Savaşı boyunca zaman zaman İngilizlerle savaş durumu hasıl olmuş İzmit'de fiilen karşılıklı savaşılmıştır Neticede Atatürk bileğinin hakkıyla Büyük Britanya İmparatorluğu'nu dize getirdi. Bu dize geliş İngiliz emperyalizminin de sonu oldu.

İngiliz Hükümetinin ve politikacılarının da siyasi hayatlarını bitirdi. Churchill 25 Yıl sonra İkinci dünya savaşı sırasında dönebildi.

Başbakan ve bütün bakanların siyasi hayatları bir daha geri gelmemecesine bitti. Türklerin zaferi İngiliz Hükümetinn sonu oldu.

İngiliz Hükümet temsilcileri siyasi hayatlarını bitirmek için, Birleşik Krallık kendini imha için mi Mustafa Kemal'le anlaştı.

Kaldı ki 1916 yılında bütün Müslümanları İngilizlere karşı savaşma daveti Kutsal Fetva'ya Türklerin dışında icabet eden. Kutsal Fetvaya önem verilmemesi üzerine "Halifelik" konusu bir daha İngiliz ve Fransızlar tarafından dikkate bile alınmamıştı

Kurtuluş savaşını bu milletin yiğit evlatları kazandı. Bileğinin hakkıyla kazandı Böylesine muhteşem bir olay nasıl yok farz edilmek istenir.

Kurtuluş Savaşı'nda da Türk Milletinin azim ve kararlılığı inancı, imanı düveli muazzama devletlerini dize getirdi. Vatanı işgal eden İngiltere'dir Yunan'ı İzmir'i işgale yol veren İngiltere'dir.Savaş boyunca Yunanlılara destek İngilteredir.

İngiltere Savaş sırasında kendisini çaresiz hissetmiş ve Atatürk'ü öldürtmek üzere çok özel bir Ajanını Ankara'ya yollamıştır.

İngiltere Mustafa Sagir isimli Ajanını Hindistan müslümanları temsilcisi sıfatıyla Ankara'ya göndermiştir Mustafa Sagir Mehmet Akif ile aynı evde kalmaktadır M.Akif Hintli bir Müslüman önder kılığındaki Mustafa Sagir'den şüphelenir.

Meh.Akif Mustafa sagir'e gelen mektuplardan birisini açar Hiç bir yazı yoktur İncelenir Beyaz mürekkeple yazılmıştır.

Sagir'in tüm yazışmaları ve kendisi takibi alınır Mustafa kemal paşayı öldürmek üzere ingiltere tarafından gönderildiği görülür.

M.Sagir kurtuluş Savaşı günlerinde Mehkemeye çıkarılır Mustafa kemal Paşayı öldürmek üzere geldiğini mahkemede itiraf eder.

Mubtafa Sagir'in yargılaması halkın huzurunda yapılır uzunca bir yargılamadan sonra suçunu itirafa başlar ve idam edilir.

İngiltere Vahidettin'in ve onunla birlikte hareket edenlerin dostudur. Mustafa kemal'in canını alacak kadar düşmandır.

İngilizlerle işbirliği yapan Vatan hainlerinin torunlar Kurtuluş Savaşımızı danışıklı gibi göstererek milli şuurumuza zarar vermek istiyor.

Atatürk ve Cumhuriyet düşmanları Türk düşmanlarıdır. İngilizlerle işbirliği yapanların torunlarıdır Vatanı işgal eden İngiltere'dir. Yunan Ordusu'nu İzmir'i işgale dâvet eden İngiltere'dir. Fakat Zât-ı Şâhâne Vahdettin İngiliz dostudur,

Zât-ı Şâhâne düşmanın merhametine sığınarak saltanatını muhafaza edecek, Damat koltuğunu korumak için işgal kuvvetlerinin emrne girecektir.

Vahdettin ve Damat Ferid "şahsî menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit etmiştir"Kurtuluş demek İngiliz himayesine sığınmaktır.

Vahdettin sultan ilan edildiğinde, " BEN BU MAKAM İÇİN HAZIRLANMADIM! ÇOCUKLUĞUMDAN BERİ VÜCUTÇA RAHATSIZ OLDUĞUMDAN LAYIKIYLA TAHSİL EDEMEDİM."

Vahdettin, "DÜNYADA EMELİM KALMADI. BİRADERLE HANGİMİZİN EVVEL GİDECE FAKAT TAKDİR-İ İLÂHİ İLE TEVECCÜH ETTİ. BU AĞIR VAZİFEYİ DERUHTE EYLEDİM. ŞAŞMIŞ BİR HÂLDEYİM, BANA DUA EDİNİZ!"diyordu.

İŞTE, TARİHİMİZİN EN KARA GÜNLERİNDE ACZİNİ İTİRAF ETMEKTEN ÇEKİNMEYEN,ŞAŞKIN VE ZAVALLI BİR ADAM VARDIR ANASINDAN DOĞDUĞUNA PİŞMANDIR!

Bizzat kendi ifadesine göre dünyadan elini, eteğini çekmiş, sinmiş, sinni kemale ermiş, şaşkın bir adamdır Vahidettin..

Sadrazam İzzet Paşa'nın" DAMAT FERİD MECNUNDUR, BÖYLE MÜHİM BİR VAZİFEYE NASIL TAYİN EDİLİR?" dediği halde Damat Ferid'i sardazam yapan odur.

Vahdettin'in İngilizci Damat Ferid'de ısrar etmesi, İngilizlere yaranmak İngilizler ile iyi ilişkiler tesis etmek olarak izah edilebilir.

Rauf Orbay Mondrostan dönerken” Hilâfet-i Celile, Saltanat-ı Seniyye ve Hanedan-ı Osmaniye'nin hukuku teminat altına alındığını”söylemiştir.

Rauf Orbay'ın Mondros sonrası yaptığı mesnetsiz açıklamalardan cesaret alan Padişah işgalcilere baş eğeceğine dair açıklamalar yapmıştır!

Vahidettin Mondros'a gidilirken Türklerin hayatının Vatanın güvenliğinin Ordunun güvenliğinin Ülkenin geleceğinin sağlanmasını istememiştir.

Vahidettin'in kafasında Türk Vatanı, Türk milleti,Türk Askeri gibi düşünceler yoktur Vahidettin: SADECE SALTANATIN KORUNMASINI İSTEMİŞTİR

İNGİLİZLER HİLÂFETİ,SALTANATI VE OSMANLI HANEDANI'NI MUHAFAZA EDECEKLER , VAHİDETTİN ONLARDAN YANA OLACAKTIR.PAZARLIK BUNA GÖRE YAPILMIŞTIR.

VAHDETTİN, MONDROS İMZALANIRKEN TÜRK MİLLETİNİ DÜŞÜNMEMİŞTİR.

VAHİDETTİN,  MİLLETİN UĞRAYACAĞI KATLİAMA EVET DEMİŞTİR AMAÇ HİLAFET VE SALTANAT KURTULSUN.

Düşmanın müsamahasının nasıl elde edileceğini de 24 Kasım 1918'de The Daily Mail muhabirine verdiği mülakatta şöyle açıklamıştır:

Vahdettin "İNGİLİZLERE SEVGİ VE HAYRANLIĞIMI,BABAM ABDÜLMECİT'TEN ALDIM. İNGİLTERE İLE DOSTLUĞU GÜÇLENDİRMEK İÇİN ELİMDEN GELENİ YAPACAĞIM.

"ALLAH'TAN SONRA UMUDUNU İNGİLTERE'YE BAĞLADIĞINA"açıklasa da Vahidettin'in "huzura kabul etme" talebi İngiliz Dışişler itarafından red edilir.

50 yıldır Vahidettin üzerinden yalanlar anlatıldı Türk.Tarih.Kurumu bile bunu sürdürüyor. Geleceğimizi gerçekler üzerinde inşa edebiliriz.

Vatan hainleri yalan söyleyecekler ihanetlerini belgeleriyle tokat gibi yüzlerine çarpacağız Türk gençleri gerçekleri görecek.

Veliaht Abdülmecit Efendi, "PADİŞAH VE BEN SİZİN YARDIMINIZI HARARETLE İSTİYORUZ. ÇÜNKÜ KÜLTÜRÜMÜZÜ FRANSA VE İNGİLTERE'DEN ALDIK" diyecektir.

Enver Behnan Şapolyo, Osmanlı Sultanları Tarihi, 1961,s:461 İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c: 4, İstanbul 1972; s: 380

ATATÜRK SAMSUNA NEDEN GÖNDERİLDİ

Sevgili Okurlar,

Fatih'in İstanbul'u almasından sonra kıyıda bir miktar Rum azınlık kalmıştı. Etnik yapı, savaş döneminde yaşanılan olaylar, Rum ve Ermenilerin nakledilmesi ve Pontusçu eylemler bölgede büyük huzursuzluklara neden oluyorlardı. Dağa çıkmış ellinin üzerinde çete vardı. Bunların çoğu Rum'du. ( Selek s. 205.) özellikle Bafra'daki on iki Rum köyünün 1500 genci bu amaçla silahlanmış ve eşkıyalığa başlamışlardı. Çeteye katılanların sayısı 25.000'e ulaşmıştı. (Tansel, I/96; M. Goloğlu - Erzurum Kongresi (1966), s.10.) Bunlar, İstanbul'un işgâli ile birlikte Türk köylerine saldırılar düzenlemişlerdi.

I. Ordu Komutanı Nurettin Paşa'nın gözlemlerine göre Pontus örgütünün amacı, Yunanistan'ın ikiz kardeşi olan Pontus Devletini kurmaktı. Çalışmalar Sivas ve Akdağmadeni'ne dek genişletilmişti. Askersel olarak örgütlemiş bir "ordu" kurulmuştu. Öğretmenler ve papazlar bu ordunun etkin elemanlarıydı. Örgütün başına Trabzonlu Vasiliso Yuvanidis diye biri getirilmişti.

Böylece Rum nüfus arttırılmaya çalışılıyordu. Bu işler Samsun Metropolit yardımcısı Eftimos Zilos'un yönetimindeydi. Büyük devletlerin desteği sağlanmaya çalışılıyor, Vezirköprü ile Samsun arasındaki dağlarda korunaklar oluşturuluyordu. Genel Savaşın bitiminde Yunan gemileri İstanbul'dan Karadeniz'e açılınca destek olarak zamanın geldiğini sanıp Türk köylerine saldırdılar.

Böylece Anlaşık Devletlerin saldırıları kasıtlı olarak Rum çetelerince Türk köylerine oluyordu. ( Aydemir (1969), I/388; Dr. Selahi R.Sonyel - Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika (1973),I/39.) Fakat aciz durumda olan dönemin Osmanlı yönetimi olayın bu gerçek yüzünü açıklayamıyor ve direnemiyordu. (Baki Öz, Atatürk'ün Anadolu'ya Gönderiliş Olayının İçyüz, Can Yayınları, 2. Baskı, s. 31-32.)

GİTTİKÇE ŞİDDETLENEN PONTUSÇU FAALİYETLER

Bölgede bulunan yabancı sermaye kuruluşları dahi Pontusçu Rumların art düşüncelerine katılıyor, Rum çetelerinin kötülüklerini Türkler yapmış gibi yayıyorlardı.

Amerikan Tobacco Company (Tütün ortaklığı)'nin 11.01.1919'da Samsun yöresinde Türk köylerinin silahlandırıldığını duyurarak bu karalama yarışına katılışı en bariz örneklerden biridir.
(Jaeschke, s. 103; Sarıhan (1982),I/91. Akt. Baki Öz, Age s. 32.)

Emperyalizmden gücünü alan Pontusçu Rumlar ayrı bir devlet olma gayreti içerisinde Türk köylerine saldırıyorlar yakıp yıkıyorlar ve eşkıyalık yapıyorlardı.

Karadeniz Bölgesinde toplanan Rum ileri gelenleri 23.2.1919'da Rum Karadeniz Cumhuriyeti'ni kurma düşüncesiyle ve Binyatoğlu, Kolossi, Theodis imzalarıyla bu isteklerini İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiserliği'ne bildirdiler. (Akşin, s. 310; Sarıhan (1982),I/91.) Osmanlı devletinin çöküşü bu kesimlere ayrılma gücü veriyordu. (23 Temmuzda Trabzon Rum Metropoliti Hrisantos, destek sağlayabilmek için Avrupa gezisine çıktı. Trabzon'a İngiliz askerleri gönderilmesini, İngilizler'in yönetiminde yerli jandarma birlikleri kurulmasını istiyordu. Parsi Barış Görüşmelerine Pontus Devleti için birer muhtıra sundu. 18 Ekimde Batum'da Pontus Cumhuriyeti ilan edildi. Avrupa'da yüz bulamayınca Hrisantos, uzlaşma önerdi. Ötede bir takım Pontus öncüleri Barış görüşmelerine başvurup, Türk çetelerinin kıyımından söz ediyor, Avrupa'yı kendilerine acındırmaya çalışıyorlardı. Bir yandan da Sovyetlerle ilişki içerisine giriyor, yardımlarını sağlamaya çalışıyorlardı. Tarih boyunca Osmanlılarca bakımsızlaştırıldıklarını ileri sürüyor, Kafkasya'dan Sinop'a dek uzanan bölgede resmi dili Türkçe ve Rumca olan bağımsız bir Pontus Devleti tasarlıyorlardı.

Bu tasarıları onları bölgenin sürekli huzursuzluk kaynağı yapmıştı. Avrupa desteğini sağlama peşinde olan Pontusçular, Avrupa'da kurultaylar düzenliyorlardı.

Amaç dünya kamuoyunu yanlarına çekmekti. Marsilya toplantısında 1.500.000 Ortodoks Pontuslu Rum'un korunması Anlaşık devletlerden istendi. Sonunda, bölgede "Türk kıyımının sonunun geldiği" savunuluyor, muhtıralar veriliyordu.

Helenizm dostu ünlü İngiliz tarihçisi Arnold J. Toynbee dahi bu ileri sürülen istatistik ve sınırları "Hayal ürünü" olarak görüyordu. Bu aşırı istekler bölgede huzursuzluklara kaynaklık ettiğinden M. Kemal'in Anadolu'ya gönderilişine önemli ölçüde neden olmuştu.

Sevgili Okurlar,

Mondros Ateşkes Antlaşması, Osmanlı Devleti'nde sıkıntılı bir dönemin de başlangıcı oldu. Ateşkes hükümleri, işgalciler tarafından sık sık çiğnendiği gibi, uzun yıllar Türklerin egemenliğinde kalmış bulunan azınlıklar da işgalcilerden cesaret bularak kanunsuz eylemlerde bulunmaktan geri durmuyorlardı. Bu yüzden azınlıkların yaşadıkları bölgelerde sık sık Türklere yönelik saldırgan tutumların sergilendiği görülüyordu. Bu gelişmeler olurken İngilizler, Anadolu'nun bazı bölgelerinde Türklerin, Rum ve Ermenilere yönelik saldırılarda bulundukları iddiasını yürütmekteydiler.

Aynı sıkıntı Samsun ve çevresinde bazı küçük bölgelerde yaşanmakta ancak yapay olarak oluşturulan bu sorunlar kamuoyuna ve müttefiklere büyütülerek yansıtılmaktaydı.

Samsun, strateji bakımından da büyük önem taşıyordu. Karadeniz'in güney kıyılarında, orta Anadolu'ya açılan en rahat kapı şüphesiz Samsun limanı idi. Kuzeyden Anadolu içerilerine sarkmak isteyenler için bu kapı elde bulundurulmalı veya en azından güvenliği sağlanmalıydı. Henüz ne yapacağı bilinmeyen Enver Paşanın, eğer Anadolu'ya geçmeye yeltenirse Samsun yolunu seçmesi ihtimali de İngilizlerce gözden uzak tutulamazdı. (Sabahattin Selek, Age s. 206)

Osmanlı Harbiye nezaretinin 30 Kasım 1918 tarihli şifre telgrafına göre, "Anadolu Kuzey Kıyılarındaki Türk limanlarını ziyaret eden İngiliz ve Fransız harp gemileri, Samsun'da mütareke hükümlerinin henüz uygulanmamış olduğunu ve Hıristiyanları toptan öldürmek için Müslüman ahalinin silahlandırıldığını" bildirmeleri üzerine, İngiliz ve Fransız fevkalade komiserleri şikâyette bulunmuşlardır.

Sinop'ta çıkan karışıklık dolayısıyla buraya da iki gemi gönderilmiştir. (9. ordunun 28 Aralık 1918 tarihli telgrafı, aynı kaynak.) 9. Ordu kumandanının kanaatince "İtilaf subayları Rum ahalinin sözlerine kapılmaktadırlar. Samsun'da ve Batum'da vapur bekleyen çok sayıda terhis erleri vardır. (Tevfik Bıyıklıoğlu, Atatürk Anadolu'da 1919-1921, Kent Basımevi, Ekim 1981, s. 88-90.) Ahalinin silahlandırılmış olduğu iddiası, Rum çeteleri tarafından şikâyetlerini daha serbest yapabilmek için uydurulmuş bir haberdir.

Gizlice silahlandırılmış olan Rum eşkıyası itilaf donanmasının gelmesiyle taşkınlığa başlamışlardır. Musul ve Irak bölgelerinden gelerek Samsun'da toplanan Alman ve Avusturya askerleri de gitmek için gemi beklemektedirler. (İstanbul'da kaydettiği Rumları, Trakya'ya, İzmir'e ve Karadeniz kıyılarına göndermektedir. Fener patrikhanesi merkez komitesi de, bu cemiyete yardım etmektedir." Tevfik Bıyıklıoğlu, Age s. 90.)

( 9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa da hükümete yolladığı 22 Mayıs 1919 tarihli raporunda, samsun'a çıktığı günlerde bölgenin asayiş durumunu şu suretle tasvir etmektedir:

"Umumi harp seferberliğinin başlarında Samsun livası içinde asker kaçaklarından ve Müslüman, ermeni ve rum unsurlarından bir takım çeteler adi hırsızlık ve katl yaparlardı.

Rum ve Ermeni tehciri sırasında bu unsurlardan azılı çeteler siyasi bir mahiyet almış, Rus istilası başlayınca Ruslar tarafından teşvik ve denizden takviye edilmiş, fakat sık kovalama karşında tehlikeli bir hal almamıştı. Rus bozgunundan sonra mütarekeye kadar şakavet devam etmiştir.

Mütarekeden sona, Yunanlılık emeli güden bütün Rumlar her yerde şımardılar. Samsun havalisinde de Pontos hükümetini kurmak için birleştiler. Bütün rum çeteleri bu maksat uğrunda, siyasi bir şekil aldı. Son zamanlarda Samsun havalisindeki Rum nüfusunu arttırmak için Rusya'da ne adar Rum var ise buraya getirilmesine çalışılmıştır. Bugün, Samsun havalisinde 40 kadar Rum çetesi vardır. Buna karşılık Türk ahali, hükümet tarafından korunamadığından bazı Laz çetelerini Trabzon havalisinden getirterek mal ve namuslarını muhafaza zorunda kalmışlardır.

Bu suretle 13 müslüman çetesi faaliyettedir. Hakiki durum budur. Samsun'da nüfus ekseriyeti Rumlardadır. Bunlar hükümete arşı soğukturlar. Fakat liva içinde ezici çoğunluk Türklerdedir". Yine Mustafa Keaml Paşanın 25 Haziran 1919 tarihli raporuna göre: "İstanbul'da, Galata'da, Minerva hanının üçüncü ve dördüncü katlarında, Rum muhacir komisyonu gibi aldatıcı bir ad altındaki Kordas yahut Etniki Eterya cemiyetinin bir şubesi de çalışmaktadır. Bu vaziyet Yunanistandan gönderilen çeteleri ve İstanbul'da kaydettiği Rumları, Trakya'ya, İzmir'e ve Karadeniz kıyılarına göndermektedir. Fener patrikhanesi merkez komitesi de, bu cemiyete yardım etmektedir”.)

İngilizler 9 Mart'ta Samsun'a 200 Asker, bir müfreze de Merzifon'a gönderdiler. Artık olaylar, biri birinin sebebi ve sonucu olarak akıp gidecekti. Nitekim Samsun'a İngiliz askerinin gelmesi ilk tepkisini çok çabuk gösterdi. 17/18 Mart gecesi oradaki Türk birliklerinden makineli tüfek bölüğüne bağlı Hamdi adında bir teğmen askerlerini alarak dağa çıktı.

Teğmen Hamdi olayı, gerçekten Türkiye'nin geleceği açısından dikkate değer bir hadisedir. Bu olay, milliyetçi, memleketçi Türk subay kadrosunun hazır olduğu bir davranışı ifade ediyordu. İttihatçı bir hareketin başlamasından zaten kuşkulu bulunan İngilizler ve hükümet bu küçük olaydan dolayı daha çok endişeye kapıldılar. Zamanın Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa'nın aşağıdaki sözleri bu endişeyi belirtmektedir.

"Samsun’daki birliklerden bir makineli tüfek bölüğüne mensup Mülazim Hamdi Bey'in bir makineli tüfek ve bir miktar askerle dağa çıkarak Türk çetelere zahir olması işgal kuvvetleri kumandanını büsbütün şüpheye düşürmüştür. Erkânı Harbiyei Umumiye'ye memur olan İtilaf kuvvetlerinin irtibat zabitleri sık sık yanıma gelerek benden bu hususta tafsilat istiyorlardı." (24 Aralık 1918'den 14 Mayıs 1919'a kadar Genel Kurmay Başkanı olan Fevzi Çakmak'ın, bu günlere ait hatıraları 1948 Mayıs ayında Akın gazetesinde yayınlanmıştır. )

Nihayet, İngilizlerin tahrikiyle Türk makamlarının dikkati de Samsun bölgesine çevrilmiş oluyordu.

Bölgedeki asayişsizlik ve Türk halkın Rumlara karşı silahlandırıldığı hakkında İngiliz Yüksek Komiserliğinin ve Karadeniz Ordusu Başkumandanlığının bitip tükenmeyen ve son günlerde artan şikayetlerini önlemek gerekiyordu. Bunun için tek çıkar yol, olağanüstü yetkilerle, muktedir ve güvenilir bir kumandanı Samsun'a göndermekti. ( Sabahattin Selek, Age s. 206)

Bu sıralarda Türk Genelkurmayı, muhtemel tehlikelere karşı orduyu hazır hale getirmek için plân hazırlamakta ve bu maksatla Ordu Müfettişlikleri kurulmasını düşünmekte idi.

Kaldırılan Ordu Kumandanlıklarının yerini dolduracak olan bu Müfettişlikler, normal olarak talim ve terbiye ile uğraşmaktan başka, ötede beride dağınık bulunan silah ve cephaneyi depolarda toplayacak ve bölgelerinde asayiş ve inzibat sağlayacaklardı.

İngiliz Kumandanlığı Kurmayı ile bu hususta anlaşmaya varılmıştı. (Fevzi Paşa Akın Gazetesinde çıkan ve yukarıda sözü edilen hatıralarında bu hususa işaret etmektedir.

Üç ordu Müfettişliğinin kurulması, M. Kemal Paşanın 9. ordu Kıtaatı Müfettişliğine tayininden sonra ve İngilizlerin bu tayinden kuşkulanması üzerine hemen tahakkuk ettirilmiştir.) O halde Samsun'a gönderilecek kumandan bir ordu müfettişi olabilirdi. Hükümetin, İngiliz şikayetlerini önleme çabası ile Genel Kurmayın Ordu Müfettişlikleri kurma yolundaki çalışmaları böylece, şekil ve zaman bakımından birbirine uygun düşmüştü.

Mustafa Kemal'e verilen görev Necip Fazıl'ın, Abdurrahman Dilipak'ın, Semiha Ayverdi'nin, Kadir Mısırlıoğlu'nun Vehbi Vakkasoğlu'nun, Mevlanazade Rıfat'ın dediği gibi Milli Mücadeleyi başlatması için değil, O'nun katkılarıyla Anadolu da Saltanatı ve İstanbul Hükümetini İngilizlere karşı zor duruma sokacak bir kargaşanın veya milli bir faaliyetin başlamasına engel olmaktı.

Mustafa Kemâl'in Anadolu'ya atına atlayıp dağları aşarak değil de, 9.Ordu Müfettişi olarak gidişinin hikayesi Samsun ve çevresinde meydana gelen olaylar sonucunda akla gelmiş bir çözümdür.

Ancak bu çözümde Mustafa Kemal adının ortaya atılmasının sebebi Vahidettin değil Atatürk'ün Anadolu'ya geçmek için devam eden faaliyetlerine destek veren arkadaşları ile özellikle Ali Fuat Cebesoy'un babası İsmail Fazıl Paşa'nın Hükumet nezdinde yürüttüğü faaliyetlerdir Bunuları ilerleyen günlerde detaylı olarak anlatacağız.

Sevgili Okurlar

Yarın Mondros'un ilanı sırasında yapılan ihanetleri ayrıntılı bir biçimde anlatacağız sakın kaçırmayın bu günde aynı ihanetleri yaşadık artık yaşamayalım.

19 Mayıs Kutlu Olsun Sevgiler saygılar

19. Mayıs 2016
TANER ÜNAL

-Güncelleme- SUBLIMINAL YÖNTEMLE BEYIN KONTROLU



Editörün notu: 
Plan, plansızlıktan üstündür. 
Başkalarının hazırladığı planın bir parçası yada kurbanı olmak yerine, 
Yüksek Türkiye idealimiz için biz Türkler kendi yükselişimizi hazırlamalıyız. 
İstediğimiz gibi bir dünyayı tesis etmek için,
 Türkün geleceğini damarlarında asil kan bulunan Türk planlamalı, 
yaşanacak olanları hazırlayan kendi Subliminal çalışmalarımız da derhal başlamalıdır!




"Kim bir şeyin tümünü görebiliyorsa, ona bütün parçaların manaları da anlaşılabilir olacaktır." 




"Kim bir şeyin tümünü görebiliyorsa, ona bütün parçaların manaları da anlaşılabilir olacaktır." Sübliminal konusu, budur.

Onun içindir ki, konunun hakkıyla anlaşılabilmesi için tümden gelim ve tüme varım metodlarını birlikte çalıştırmak zorunludur. O yüzden konuya yabancı olanlar için tekrar tekrar okunması gerekebilir.
Doğaldır ki her bilimin kendine özgü bir dili vardır.

Bu konu da daha çok parapsikoloji, spiritüalizm, derin psikoloji, kuantum fiziği alanında incelenmektedir şimdilik.






Psi alanı ve etkileri’nin objektif gerçekliği, bizde Subliminal Reklamlar ve Reklamcılık Etiği ile gündeme geldi. Subliminal yöntemle hazırlanan reklam türlerinde; filmlerde; propagandalardatelevizyon, sinema vd'de izleyicisinin hakkında bilgi sahibi olmadığı dahası görmediği, duymadığı kısacası duyularıyla fark etmediği imajlarla, sembollerle bilinçaltına gizli mesaj ve resimler gönderiliyor.


Çünkü gözle görülmeyen, kulakla işitilmeyen bu mesaj ve resimler bilinçaltına ulaşıyor ve tüketici üzerinde normal bir reklamdan çok daha yüksek oranda etki bırakıyor.

Subliminal reklamcılık yada yayın denen bilinçaltını hedef alan çalışmalar ilk kez 1950’li yıllarda Amerika’da ortaya çıktı. Ancak, reklamlarda kullanılması, askeri amaçlarla kullanılmasından çok çok sonradır. O halde, Psi hakkında biraz konuşmak, hatırlatmalar yapmak gereklidir.

[ Dünya üzerinde varolan her ekolün, her bilimsel araştırmanın kendine ait bir tarihçesi vardır. Her ne kadar psi ve psi araştırmalarının başlangıcı insanlık tarihi kadar eski ise de kurumlaşması ve bir bilim dalına dönüşmesi 1850’li yıllara rastlar.
  Mitolojilerde, efsanelerde ve ruhsal öğretilerde insanın beş duyusunun dışına taşan yönleriyle ilgili sayısız örnek vardır ama New York 'un Hydesville kasabasında yaşayan Fox ailesi, özel metotlarla ruhsal iletişimin kurulabileceğini ispatlayan ilk ailedir.
  Fox kardeşlerin başından geçen olaylar ve psi yetenekleri konuyla ilgilenmek zorunda kalan birçok bilim adamı ve uzman tarafından incelenmeye alındı. Böylece Fox ailesi bugün dünya üzerinde milyarlarca kişiye hizmet veren Parapsikoloji adlı bilimin doğmasına neden oldular. ]

Sübliminal / Bilinçaltı ve Bilinçdışı .. Psi (Psych ; psyche)… konularını gerektiği şekilde bilmek, insanın oto kontrolü için gereklidir.

Psişe bilinçli ya da bilinçdışı, tüm duygu, düşünce ve davranışları içerir. Psişe birbirinden farklı biçimde çalışan, ancak birbiriyle etkileşim durumunda bulunan sistemlerden oluşur: Bilinç, bilinçüstü, bilinçaltı, bilinçdışı; kolektif bilinçdışı kolektif bilinçaltı [1].

Bilinçaltı alanı, hem kişisel ve hem de kollektif hallerdedir.

Günümüzde bütün emperyalist yapılar, kuantum teknoloji sahibi bütün dünya ülkeleri psişe hakkında gerçeklerin dahasını araştırıp buluyor ve istismarına - nasıl manüpile edeceklerine kadar biliyor. 
20 yüzyılın son çeyreğinde psi düşüncesi kamuoyunda iyice yaygınlaştı. Ve bütün dünyada esrarengiz ve bilinmez sanılan güçlerin, “imkansız” ihtimallerin, kısacası günümüzde ülkemiz gibi ülkelerde hüküm süren bilimsel düşüncenin kabul etmediği güçlerin, yeteneklerin hadiselerin ve görüntülerin sembolü oldu bu..

Sübliminal teknikler asırlardır uygulanmaktadır aslında. Örneğin, Tevrat, İsrailoğullarının [2] subliminal mesajlarıyla - bilinçaltı mesajlarıyla doludur (İsrailoğulları Mısırdan çıkarken Mısır'ın ilimlerini bilimlerini de alıp çıkmıştır. Malum, Hz. Musa Mısır rahipleri tarafından yetiştirilmişti ve maji bilgilerine ve uygulamalarına da sahipti). Tevrat, insanların "Kutsal Kitap"inançlarının istismarına yönelik "kehanetler" ile doludur. Oysa bunlar, ne kehanet ne de önceden bilme falan değildir. Geleceği planlayıp yaşanacakları hazırlayan Subliminal çalışmalardır.

Günümüzde de özellikle İsrailoğulları-Yahudiler ve tüm Batı,  günümüzün sübliminal teknolojileri ile geleceği planlayıp, yaşanacakları hazırlayan Subliminal çalışmalarını, aralıksız sürdürmektedirler.  İşte örnekler:





Öyledir ki, sözde dünyayı kurtarabilmek için, bugün de "Tanrıyla güreşmekte"ler. Tabii ki Batı'nın ve İsrailoğullarının / yahudilerin hedefleri, dünyayı yönlendirip yönetmek. Tabii barışçıl, insancıl amaçlarla değil.

 (Kemalizmin tersidir. O nedenle Kemalizmi değil Osmanlıcılığı desteklerler.. ve bkz: Türkiyede cinselliğin iğrenç noktaya çekilmesine ve Türkiyenin her alandaki ahlaki çöküşünü "din" adı altında meşrulaştırma çalışmalarına ).

Dünyayı istedikleri şekle getirebilmek için önce yakıp yıkıyor, bölüp parçalıyor ve insanı insan yapan değerleri yozlaştırıp geriletiyor ve de ruhen ve bedenen ve köle - hasta insanlık yaratıyorlar. Sonra üstüne, istedikleri gibi bir dünyayı yani YeniDünyaDüzeni'ni zulümle dayatıyorlar.

Bunun için üniversitelerde dernekler kuruyor; ülke siyasileriyle ve terör örgütleriyle kendi yöntemleriyle iş tutuyor; televizyon başta olmak üzere radyo, internet, gazete, film yapımı, bilgisayar oyunları yoluyla kısaca her yolu ve yöntemi kullanarak kendilerine daha çok yönetip yönlendirebilecekleri / hükmedebilecekleri yandaş arıyorlar yada yaratıyorlar.

• ABD ve eski SSCB de psi çalışmaları 

Gizli Psi araştırmalarıyla elde ettikleri bilgilerin bazı neticeleri gene kendi aralarında gizli parapsikoloji savaşı şeklinde idi. Soğuk savaş bunun çok az bir yankısıdır. ABD nin HAARP projesi de öyle.. KUANTUM TEKNOLOJİ de tabii.

Doğu ve Batının askeri laboratuarlarında ve üniversitelerinde yapılan psi araştırmaları da
Psi imkanlarını hedef almıştır doğal olarak. Örn, ABD Irak’a çıkartma yapmadan önceki ve hava saldırıları sırasında kullandığı sembol, imaj ve beyin güdüm frekanslarını ve yöntemlerini hatırlayınız. 

Bu ülkeler, en yeni bilimsel anlayışların gözetimi altında, modern teknik imkanlarla PSİŞİK araştırma yapmaktadırlar. Bu konuda, Rusya’ da bizim bildiğimiz en az 8 büyük enstitü bulunmaktadır.  Ve en az bu kadar özenli bilimsel araştırma da, ABD ‘nin birçok üniversite ve özel araştırma merkezlerinde meydana gelmektedir..

Bizler için, onların bilimsel toplantılarından kamuoyuna sızan ve uzmanlık dergilerinde okunabilen her şey son derece faydalıdır. Fakat, yapılan deneylerin bilimsel esasları hakkında sunulan bildirileri çok eksik ve imalar şeklindedir. Ve Deneylerde kullanılan teknik araçların ayrıntılı tariflerinden kaçınılmaktadır..

Gene, ulaşılan başarıların sonuçlarına ilişkin istatistik rakamlar aynı şekilde gizlenmektedir. Yani psi araştırmalarının büyük kısmı  “top secret” başlığı altında yürütülmektedir.

Yani, modern bir gizli bilimin ifşaatlarına bağlı olduğumuz ve psi tezahürlerinin varlığına ya inanmaya yada bırakmaya bağlı olduğumuz fakat kendimizce bir hüküm çıkaramayacağımız anlamına mı gelmektedir bu? Asla!.

Psi güçleri ve etkileri’nin objektif gerçekliği, yüzlerce yıl öncesinden beri bilinmektedir. 

Yukarıda da değindiğimiz gibi psi araştırmaları yeni bir şey değildir ve gerçek bilimsel temele oturtulmuş psi araştırmaları ezelden beri mevcuttur. Geçmiş yüzyıllarda Batının ve Uzak Doğunun ileri gelen bilginlerinin buna katkısı çok olmuştur. Fakat onlar da gözlemlerini gizli tutuyorlar ve bunları sırdaş çemberine veriyorlardı. Bunun nedenlerinden biri, çok tehditkar ve devrimci bilgiler olarak kabul edileceği gerekçesiydi. Ancak yine de yazıları duruyor ve bilgileri emrimize amadedir..

Ülkemiz ise bir yeniyi daha başlatmıştı bu konuda. Yeterince sahiplenilmedi bir türlü. Yani, bütün bu bilgileri ıslah eden ve eksiklerini tamamlayan Dr. Bedri Ruhselman’ın bu konuda derin, kapsamlı çalışmaları ve yayınları vardır. Ve “nedense" bunları ülkemiz insanları değil ama, ABD, tüm BATI ve DOĞU çok iyi bilmekte ve kullanmaktadır:

"Kim bir şeyin tümünü görebiliyorsa, ona bütün parçaların manaları da anlaşılabilir olacaktır." Sübliminal’in konusunu bu ilke ile ele alacağız. O nedenle de, bilimin en yeni konumuna göre, Subliminal ile PSİ  güçlerinin özünü ve gerçekleşmesini bilmeli; modern psi araştırmasının uygulamada nasıl ve nerelerde kullanıldığını görmeliyiz.

Altını kalınca çizmek gerekir ki, toplumuzda  subliminalin niteliği, varlık ve güç alanlarının gerçek güçleri hakkında genişçe bir bilgisizlik hakimdir. Bu kaybın giderilmesi gereklidir. O halde:

Psi güçleri nedir?.

Akşam evinizde tv açıp haberleri izliyorsunuz. Üzerinde fazla düşünmeye gerek duymadığınız bir olay. Çünkü naklin nasıl yapıldığını biliyorsunuz. Resim ve ses, yani ışık ve ses dalgaları verici tarafından elektro manyetik dalgalara dönüştürülüp tv alıcısında tekrar ışık ve ses dalgalarına dönüştürülecektir. Nakli gerçekleştiren güç, elektrik enerjisidir, biliyorsunuz. Peki, enformasyon görüntülerinin diğer bir çeşidi olan ve bilinçte yüzeye çıkan resimlerin-imajların kaynağı neresidir? Ve örn, Bir mucidin ansızın aklına gelen fikrin kökeni nedir?.
Söz konusu tamamen yeni bir fikir ise, hafızanın gizli bir köşesinden gelmiş olamaz.

Şu veya bu şekilde bir yolculuğu – tatili ertelemenize sizi zorlayan iç ses ve ani seziş nasıl meydana gelmektedir? Biriyle konuşurken karşınızdaki aniden düşündüğünüz şeyi söylüyor… peki, kitlesel telkin olayları nasıl meydana gelmektedir?.

Demek ki butun insanlarda hatta tüm varlıklarda bulunan ortak bir şey- birbirini bağlayan bir şey kullanılıyor ki bunlar meydana geliyor.

Yani varlıklar arasında irtibatsızlık - kopukluk olsa idi bunlar meydana gelebilir miydi?! Bu, C.G.Jung tarafından keşfedilen, bizimse modern psi araştırmaları ışığı altında, evrensel yani ortak bir şuurdışı alan dediğimiz bağ sözkonusudur. Bu bağı yani ortak şuuarltı ve dışını, bilinçli yada bilinçsiz kullanmak suretıyle hipnozdan tutunuz kehanelere, ilhamlara, keşiflere vd neden olursunuz. Örneğin tıpkı Tesla gibi..

Tesla’nın icatları evrensel psi alanı (=enerjisi), uygulamaları da dunyanın manyetik alanından (=enerjisinden) yararlanılmak suretiyledir.

Özetle denilen o ki, -olasıdır- kozmik boyutlara sahip olan, duyu organların dışında, bu görünmez suurdışı-ortak alanın üzerinde duracak olursak,  hepimiz psişik bir irtibat ağı ile onunla ve birbirimizle, bağlıyız.. [4]

Nasıl her enformasyon veya bilgi, bir davranış reaksiyonu meydana getiriyorsa, burada da öyledir. İnsan ne kadar şuursuz olursa etki, onun için, o kadar tesirli ve zorlayıcıdır. Bu durumda, onun, davranışı şuursuzca düzenlediği ve yönettiği söylenebilir.

Ancak bu şu da demektir ki, ortak şuur dışı alanın (tıpkı dünyanın manyetik alanı gibi) belli bir frekansı, şuurlu olarak etki altına alınıp, içindeki (depolanmış yani kullanılmış ve kullanılmayı bekleyen bilgi) akıtılabilir. Yada, içine şuurlu olarak sokulan bilgi, uyumlu birilerine şırınga edilebilir. Bu, zaten uzun yıllardır Rusya’da kullanılmaktadır..


[İnsanlığın bütün bilgisinin, şimdiye kadar ki ve bundan sonraki muhtemel olacak bütün düşüncelerin ve davranış kurallarının bir evrensel ansiklopedide toplanmış olduğunu düşünelim.  Bu, şuurüstü, şuuraltı alanları olurdu. Ve işte insan bu evrensel ansiklopedinin bir nüshasına sahiptir.

Buradan çıkan sonuç şudur:- Bu nushadaki bilgileri açığa çıkarmak yada çıkaramamak bütün mesele burada. Yuzeye çıkarabilen öğrenmiştir yani bilinçlidir.- Yine buradan çıkan sonuç şudur: Öğrenme, dıştan nakledilen bir olay değil, aksine, içsel bir okuma görme hadisesidir.- Yani bilinçlenmenin idraklenmenin önemi buradadır.- Yani, bu durumda kontrol şuuraltının değil (ki buna otomatizma denir- farkındasızlıktır), şuurundur (ki buna şuurlu davranış-kendinin farkında olma-farkındalık hali denir) ].

Buradan özetle, hafıza, algıların kimyasal yolla salt beyin hucrelerine nakşedildiği bir depo olmadığı gibi, şuur ve şuurdışı ve de şuuraltı, birbirinden tam ayrı değildir.. bir bütünün içindedir, birbirleriyle bağlantılıdır. Bunların tümü ortak bir psi alanıdır.
Yuzeyde olan kısmına şuur diyoruz, yuzeyin dışında olan kısmına şuurdışı, yuzeyin altında olan kısmına da şuuraltı diyoruz.

Bu evrensel yani ortak suuraltı ile, bireyin psi alanı pozitif amaçla ve yüksek şuurlu olarak kullanıldığında, örneğin, barışı , yaratıcı yeteneklerin genişletilmesi için üstün bir kaynak hizmete açılmış olur. Tersi ise, insanlığın birbirinin boğazına saldırmasına neden olur.

Bireyleri uyuşturucu gibi şeylerden, ruhsal bozukluklardan kurtarmak amaçlı olarak kullanıldığını bir düşününüz… Bu tür uygulamalar, kişinin psi enerjisinin uyandırılarak, uygun raylara oturtulması demektir. Yani şuurdışını yalnızca psişik rahatsızlık ve diğer menfi olayların açıklaması olarak kabul etmek yerine, yaratıcı nitelikleri doğrultusunda incelemek ve bunları her normal ve sağlıklı insan için erişilebilir yapmak da söz konusudur..

Şimdi, subliminal reklamlarda, yayınlarda neden sembol kullanılmaktadır etkileme gücü olarak? Çünkü, Semboller zaman dışı bilgi taşıyıcılarıdır. Bu tür bilgi nakli, ne zahmetli öğrenim ve yorucu düşünmeyi, ne de şuurlu olarak iradeyi ortaya koymayı gerektirmektedir. Bu, bir şeyin veya durumun kavranmasından dolayı ortaya çıkan anı, doğrudan doğruya bilmedir. Bu şekildeki bilgi edinmeye, apaçıklık denmektedir.

Her şeyin olduğu gibi her sembolün de bir titreşim hali vardır. Örneğin bir kurukafa ile kalp sembolü arasındaki titreşim farkını ve hissettirdiklerini bir düşününüz..

Alışılmış duyularla algılanamayan ve psi-alanı’na ait titreşim etkilerine dayanan vasıtalardan biri de subtronik müziktir. Kişilerin ön planda algıladıkları basit, hafif fakat arka plana yerleştirilmiş etkilerle süzülen kulağın duyamayacağı seslerle, semboller yerleştirilebilir şuuraltına ve kişi böylece yönetilebilir.

Bütün bunlardan denilmek istenen şu:.

BENLİK ŞUURUNUZU KAPSAMLI UYANIK TUTTUĞUNUZ TAKDİRDE, YANAŞMALARINA MÜSAADE ETMEDİĞİNİZ BÜTÜN ENFORMASYONLAR, SİZİ ETKİSİ ALTINA ALAMAZ. ETKİ ALTINDA OLMAK, BİLİNÇSİZLİKLE PARALEL ORANDADIR.

Benlik şuurun uyanıklığı da seviye seviyedir. İnce ayrıntılar için ince ayar gereklidir, tıpkı radyo alıcısı gibi.

Bilincin, çok açılı ve çok çeşitli idraklerle kapsam kazandırılması ve derinleştirilip yukseltilmesi şarttır, güdülmemek ve yükselip ilerlemek için.



İtina ve sabır ile zihninizi bilinçli olarak kontrol etmeyi bilmek gerekir.
Bunun için de,  her şeyden önce otomatik davranışları –otomatizmi- devre dışı bırakmak gereklidir.

Bilinçlenme faaliyetinde, her türlü isteklerin arzuların nedenini niçinini araştırmak ve bunlara hakim olabilme gücünü elde etmek ön koşuldur. Bu, öylesine yaşamamak demektir. Ne güdülerinin ne de güdülmenin etkisi altında olmamak demektir ki insana yakışan budur. Diğer türlüsü zaten hayvanlarda da mevcuttur.

Hakiki öğrenme ve bilinçlenme esasen, kendi araştırma, inceleme ve gözlemlerinizi artırıp, başkalarından duyduklarınızla karşılaştırmak, kritik etmek sonucu elde edilen, kendimizce yaratılan bilgidir. Sizi, siz yapan budur. Aksi halde bir taklitten, güdülenden daha fazla bir şey değilsinizdir.

 Kendi gözlemleriyle ve kritik edip karşılaştırmalarıyla öğrenmek, diğer bir deyişle tam kanaat ortaya çıkarmak, işte bu bilimsel davranıştır. Şuurlu olmak kudrettir ve bu kudret dış güce üstündür. Konumuz sübliminal etkileme tekniği olduğuna göre, burada sübliminal etkilere üstünlüktür.

Subliminal, muazzam bir güçtür.. Bunu bilmek ve kendimizde bu güce göre ve de kendimize özgü ayarlar yapmak durumundayız.

Bilinçdışı etki alma etki verme yada bilincalti etkisinin / gudumunun dilini çözmek; etkisini nasıl yanıtlayacağımızı bilmek, ayarlamak bilinclilik seviyemizi yukseltmekle, bizi biz yapan değerlerimizi, ozumuze dair ic bilgimizi açığa çıkarmakla ve ona kapsam kazandırmakla mümkündür.. Ozetle derin aklımızın ve beynimizin hakimi olmak zorunludur.

----
Notlar:

[1]Jung’un tespitlerine göre, içinde doğduğu dünyanın genel bir imgesi, doğduğu anda insanın içinde zaten vardır. İnsan dış dünyasında içsel imgelerinin karşılığı olan nesneleri tanıdıkça, bu imgeler bilinçli gerçeğe dönüşürler. Örneğin, çocuk dünyaya geldiğinde kolektif bilinçdışındaki anne imgesi sayesinde annesini derhal algılar ve onunla ilişkiye geçer. Dolayısıyla insanın algı ve eğilimlerdeki seçiciliği kolektif bilinçdışının içeriğiyle açıklanabilir. 

Bazı şeyleri kolaylıkla algılamamızın ve onlara karşı belirli tepkilerde bulunmamızın nedeni, kolektif bilinçdışında var olan eğilimlerimizidir. Jung, "kişiliğimizdeki en etkili güç tüm insanlık tarihinin deneyimlerini kapsayan kolektif bilinçaltımızdır" der.  Jung, bilinçdışı kavramını bir ada benzetmesi ile açıklardı. Adanın görünen kısmı bilincimizdir. Okyanus kolektif bilinçdışıdır. Ara sıra görülüp ara sıra yok olan kumsal ise bireysel bilinçdışıdır. 

Kolektif bilinçdışı, Jung’un psikolojiye en orijinal katkısı olmuştur. Jung’a göre kişisel bilinçdışı baskılanmış çocuksu isteklerden oluşmaktadır. Ancak Jung’a göre insanın düşüncesi ve beyni yalnızca kişisel bilinçdışının etkisi altında değildir. İnsanın düşüncesine ve beynine evrim etki etmiştir. Kolektif bilinçdışı tüm insanlar için ortaktır. 

Kolektif bilinçdışı kavramını Jung’un sözleri ile daha iyi açıklayabiliriz: “Hayvan basamağının tüm evrelerini aştık; bedenimizde bunların izlerini hala taşırız; örneğin insan cenininde hala solungaçlar bulunur. Atalarımızdan anı olan bir dizi organımız vardır; örgenleme düzlemimiz solucanları andırır, biz de de sempatik sinir sistemi bulunur. Böylece, beden ve sinir örgümüzün yapısında tarihsel soy kütüğümüzle karşılaşırız. Geçmişin izlerini taşıyan ruhumuz için de bu böyledir. Kuramsal olarak ruhumuzun yapısından hareketle tüm insanlık tarihini baştan sona yeniden kurabiliriz. Çünkü bir kez varolan her şey, içimizde hala varlığını sürdürüyordur.” (Jung, 1962) 

[2] İsrail kelimesi, "Tanrıyla güreşen" anlamına gelir. Zira Tanah'ta Yakup'un Tanrı ile güreşi anlatılır.İsra (İbranice'de güreşmek) ve el (Semitik dillerde tanrı) kelimelerinin birleşiminden oluşmuştur. 


[3] Subliminal perception is a deliberate process created by communication technicians, whereby you receive and respond to information and instructions without being aware of it. Messages in the form of printed words, pictures or voices presented either very rapidly or very obscurely bypass your conscious awareness. Anything consciously perceived can be evaluated, criticized, discussed, argued, and possibly rejected. Anything programmed subliminally to your subconsciousness meets no resistance. This subliminal information is stored in your brain and capable of influencing your judgment, behavior and attitudes.

The use of subliminal techniques in print communication media has been going on in the United States at least since the World War I period. For example, Norman Rockwell's first cover on The Saturday Evening Post during 1917 incorporated embedded SEXes. Whenever an embedded word or picture accidentally became consciously visible, the readers would pass it off as a joke, an accident, or a product of their imaginations.

Serious commercial experiments with subliminal messaging were conducted in the mid 50-s. On June 22, 1956, the British Broadcasting Corporation experimented with projecting subliminal images on television. Pictures were flashed on the screen too quickly to be seen consciously, but they did make an impression on the subconscious. The BBC experiment was followed by experiments by the Canadian Broadcasting Corporation, Mexico's Televisa commercial TV and radio network, US TV station WTWO in Bangor and many more.

(NOTE: Five Parts of this series have been uploaded so far on my channel)
Part 1 - http://www.youtube.com/watch?v=qWMbaE...
Part 2 - http://www.youtube.com/watch?v=ejr0Bf...
Part 3 - http://www.youtube.com/watch?v=4tpC35...
Part 4 - http://www.youtube.com/watch?v=_oBHXj...
Part 5 - http://www.youtube.com/watch?v=di_uYJ…

[4] Nikola Tesla, ilk defa elektriğin bir kaynaktan çevreye yayılarak kablosuz ve çok yüksek miktarlarda iletilebileceğini söylemiştir. Daha sonra yaptığı deneylerle de bunu göstermiştir.
Tesla'nın rüyası, dünyaya bedava enerji sağlamak idi. 1900 yılında, yatırımcı J.P. Morgan'ın sağladığı 150 bin dolarla Tesla Telsiz Yayın Sistemi/Wardenclyffe adındaki kulenin yapımına Long Island, New York'ta başladı.

Bu yayın kulesi, dünyanın telefon ve telgraf servislerini bağlayacaktı. Aynı zamanda resimleri, borsa verilerini, ve hava durumu bilgisini dünya çapında aktaracaktı. Maalesef, Morgan bunun dünyaya bedava enerji anlamına geldiğini farkettiğinde bu işe para yatırmayı kesti. Dünya, henüz duyulmamış olan sesin ve resmin iletiminden sonra onun bir kaçık olduğunu düşündü. Eğer destek o gün kesilmeseydi, günümüzde insanlar elektriği ücretsiz bir şekilde kablosuz olarak kullanabilecekti.

 Tesla’nın en önemli projesi Kablosuz Enerji İletimi idi. 20 adet ampulü kablo olmadan 25 mil uzaktan yakabildiği kayıtlara geçmiştir. 


Tesla alternatif akım ile ilgili olarak şu sözleri söylemiştir: 
"…Kendi alternatif akım ve yüksek frekans ile ilgili “frekans yüksek olduğu müddetçe yüksek voltajlardaki alternatif akımlar derinin yüzeyinde, herhangi bir yaralanmaya neden olmadan salınırlar. Ama bu amatörlerin becerebileceği bir şey değildir. Sinir dokularına nüfuz edebilecek miliamperler öldürücü bir etki yaratabilir ama derinin üzerindeki amperler kısa süreler için zarar vermez. Derinin altına sızabilecek düşük akımlarsa, ister alternatif ister doğru akım olsunlar, ölüme yol açabilir."



Bu sözleri, Tunguska'daki olayın Tesla'nın denemelerinden biri olduğu yönünde görüşler oluşturmuştur.

Tunguska olayı:



.

İHANETLERİN YENİDEN ZİRVE YAPTIĞI BİR DÖNEMDEYİZ

BİR İHANETİN ANATOMİSİ..

ÇERKEZ ETHEM İHANETİNİ AYRINTILI BİR BİÇİMDE ANCAK ÖZET OLARAK ANLATIYOR BU GÜNE KADAR SÖYLENEN YALANLARI BİTİRİYORUZ

Sevgili Okurlar,

Öncelikle bir hususu dile getirelim. Çerkez Ethem'in isyanı veya ihaneti diğer Çerkezleri bağlamaz. Her kesimde hain de kahramanda olabilir.

Nitekim ileriki sayfalarda bahsedeceğim gibi Çerkez Ethem'in davranışına en büyük tepkiyi gazetelere verdikleri ilanlarla Çerkezler koymuştur.

Kendisi ihanetin içinde olmayan hiç bir vatandaşımızı hiç bir surette incitmek gibi bir niyetimiz yoktur.
Bu olayı anlatmakta ki sebebimiz Vahidettin hadisesi gibi arada bir ısıtılarak Atatürk düşmanlığına malzeme yapılmak istenilmesi ile ilgilidir.

Nitekim 09.11.2014 tarihinde Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin desteği ile Kafkas Diasporası, Bursa Çerkes Kültür Derneği, Bursa Dostluk Kulübü tarafından gerçekleştirilen törende resimde gördüğünüz dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, "Eşinin de Çerkes olduğunu hatırlatarak şunları söylüyor:



Bülent Arınç

"Türkiye’de hiçbir vatansever, resmi ideolojiye kendini kaptırmış 3-5 kişi dışında Çerkes Ethem’e hain diyemez. Bence bu parlamentoda bulunup da Çerkes olduğunu iddia eden milletvekilleri için büyük bir ayıptır. Bir kanun teklifine gerek olmayabilir, ama bir meclis araştırması komisyonu kurulması çok isabetli olur. Yani önümüzde çok az bir zaman kaldı. Yetişir mi yetişmez mi bilmiyorum ama bir meclis araştırma komisyonu kurulsa, tarihi araştırsa sonunda Çerkez Ethem’in ne kadar masum olduğu,  milletini seven ne kadar büyük bir vatansever olduğu, istiklal mücadelesinde vatanı için hayatını nasıl ortaya koyduğu apaçık ortaya çıkacaktır. Bunu bir fikir olarak söylüyorum. Şu anda meclis araştırmasından başka bir faaliyet aklıma gelmedi. Bugünden sonra bunu gerçekleştirmek üzere talimat vereceğim. Bu konuda parlamentoda hangi arkadaşımızı olursa bir 20 kişi imza atacak. Çerkes Ethem komisyonunu hep beraber kurar ve sonucunu hep birlikte alkışlarız" diyordu.

Bülent Arınç'ın deyimiyle " Resmi ideolojiye kendini kaptırmış ancak milyonlarca Atatürkçü Cumhuriyetçi Türkçü den" biri olarak ÇERKEZ ETHEM İHANETİNİ ÖZET OLARAK ANCAK TÜM BOYUTLARIYLA anlatıyoruz.

Çerkezler:

Çerkezlerin Rusların Kafkasya’da katliama başlamaları üzerine canlarını ve namuslarını korumak için Anadolu’ya gelmişlerdir.

Osmanlı'da yabancılarla evlilik teamül haline gelmişken 19 yüzyılda daha ziyade Çerkezlerle evlilik yoluna gidilmiştir.

Bu durum özellikle Saray ile akrabalık bağlarını kuvvetlendirmiş Askerliğe meyilli Çerkezlerin askeri okullara girmesini kolaylaştırmıştır.

20 Yüzyılın başlarında Osmanlı Ordusunda Osmanlılığa bağlı Çerkezlerin yoğunlukta olduğu subay kadrosu gelmiştir. Bu durum bu güne kadar süregelmiş devletin pek çok etkin makamında yürekli vatansever Çerkezler yer almış görevlerinde başarılı olmuşlardır.

Genelkurmay başkanlığı Anayasa Mahkemesi Başkanlığı yapmış Atatürkçü Vatansever Çerkezler vardır Atatürk yolunda mücadele etmektedirler.

Çerkez Ethem 

ÇERKEZ ETHEM AYAKLANMASI KENDİ BAŞARILARINI BİLE HAZMEDEMİŞ BİR ASKERİN KARDEŞLERİNİN KIŞKIRTMASIYLA İHANETE SÜRÜKLENİŞİNİN DRAMIDIR.

Çerkez Ethem, Bandırma yakınlarındaki Emreköy’ de 1886’da doğmuştur. Babası, Kafkaslardan buraya göçmüş olan Çerkez ailelerinden Ali Bey’dir.
Çerkez Ethem


Çiftlik sahibi olan ve değirmencilik yapan Ali Bey’in beş oğlu olmuştur. Ethem bunlardan en küçüğüdür. İki ağabeyi daha önce şehit olmuştur.

Diğer iki ağabeyi kaderlerini Ethem’le birleştirmişlerdir. Reşit Harp Okulu’nu 1901’de, Tevfik ise 1902’de bitirmiştir.

Ethem Rüştiye’yi bitirdikten sonra gizlice İstanbul’a gidip, Küçük zabitan Mektebi’ne kaydolur ve Astsubay olarak ordu saflarına katılır.

Balkan Harbi’nde ve I. Dünya Savaşı’nda hem tecrübe kazanır hem de yararlı hizmetler yapar. Teşkilat-ı Mahsusa'da gerekli eğitimi görür.

Süvari neferi olarak başladığı askerliği çavuş olarak bitiren Ethem Rauf Orbay tarafından Teşkilât-ı Mahsusa'ya katılması için gönderilir. Savaş bitince Bandırma'ya ailesinin yanma gelen Ethem'in askerlikle ilişkisi de bitmiş Balıkesir yöresinde şakilik yapmaktadır.

• Muhittin Ünal, Kurtuluş Savaşı'nda Çerkezler'in Rolü, İstanbul 1996, s: 169. Cemal Kutay, Çerkez Ethem Dosyası, c: 1, İstanbul 1977, s: 43. • Ahmet Efe, Çerkez Ethem, İstanbul 2006, s: 4, ve devamı Türk İstiklal Harbi, c:6, İstiklal Harbinde Ayaklanmalar (1919-1921)

Subay Okulu Konusu

Bazı kaynaklarda Ethem'in Balkan Harbinde İstanbul'a gelerek Bakırköy'deki Süvari Subay Okulu'ndan teğmen olarak mezun olduğundan bahsedilir.

Çerkez Ethem konusunda yaklaşık 800 sayfalık bir belgesel yazan Ahmet Efe, teğmenlik meselesini Genelkurmay Başkanlığı'na sormuştur.

Genelkurmay Başkanlığında verilen cevap şudur: Bakırköy’de öyle bir okul yok, onlardan da teğmen değil onbaşı yetişiyor.

(Ahmet Efe, Çerkez Ethem, İstanbul 2007,, s:4,)
(Necati Çetinkaya), Kurtuluş Savaşı'nda İrticai Olaylar ve İç İsyanlar, İstanbul 2003. Çetinkaya, li,Millî Mücadele Dönemi Hatıraları,Ank1973
(Ahmet,Efe, Efsaneden Gerçeğe Kuşçubaşı Eşref, İstanbul 2007, Bengi Yayınları. Rauf Orbay, Cehennem Değirmeni, Siyasi Hatıralarım, c:1,s: 79)

Eşkıyalık Başlıyor

Ethem'in eşkıyalık yaptığından Rauf Orbay da haberdardır. Orbay, Dahiliye Nazırı Ali Fethi Bey'in şikâyet ettiği eşkıyanın Çerkez Ethem olduğunu anlayınca Ethem'in ağabeyi Reşit'e bir telgraf çekip, kardeşine ihtarda bulunmasını aksi holde kuvvet kullanılacağını ihtar eder.

Orbay, gerisini şöyle anlatır:

"..REŞİT BEY'İN CEVABI GELMEDİ,MÜTAREKE MÜZAKERESİ SIRASINDA TUHAF BİR TESADÜFLE YOLUM BANDIRMADAN GEÇİYORDU. ORAYA VARDIĞIMDA REŞİT BEY'İ İSKELEDE BENİ BEKLER BULDUM.

TELGRAFIMDAKİLERİ KARDEŞİNE ANLATTIĞINI VE ONUN ŞAHSİ GOCUNMALAR TESİRİYLE YAPTIĞI İŞLERDEN VAZGEÇTİĞİNİ VE ARTIK BU GİBİ HAREKETLERDE BULUNMAYACAĞIM TEMİN ETTİ. BÜYÜMEK İSTİDADINDA OLAN BU VAKIA BÖYLECE SÖNDÜRÜLMÜŞ OLDU." ETHEM 12 ŞUBAT 1919'DA İZMİR VALİSİ RAHMİ BEY'İN OĞLU ALPARSLAN'I KAÇIRIP, 8 YAŞINDAKİ ÇOCUĞU SERBEST BIRAKMAK İÇİN 50 BİN LİRA İSTEYECEKTİR.
(İstihbarat Başkanı Hüsamettin Ertürk,İki Devren perde arkası s:456)

İZMİR VALİSİ RAHMİ BEY Kİ, CESUR, ENERJİK,VATANSEVER BİR İDARE AMİRİDİR.

ETHEM, ALPARSLAN'IN ANNESİ NİMET HANIM'A İKİ MEKTUP GÖNDERİR. BİRİNCİSİNDE PARA GELMEZSE ÇOCUĞUN BAŞINI ÇUVAL İÇİNDE GÖNDERİLECEĞİNİ SÖYLER.

İKİNCİ MEKTUPTA RAHMİ BEY'İN "ÇERKEZLİĞİ KÜÇÜMSEDİĞİNDEN" BAHSEDİLMEKTEDİR.
(Ahmet Efe, Çerkez Ethem, İstanbul 2007, s: 29.)

HİÇBİR YİĞİDE, EFEYE, ÇETEYE YAKIŞMAYAN BU ÇOCUK KAÇIRMA VAKASI, ETHEM'İN, RAUF ORBAY'IN İKAZINDAN SONRAKİ YEGANE İCRAATI DEĞİLDİR.

Haraç almak, belki de el koymak için Von Hernstra adında bir Hollandalı’nın Cuma Ovası ile Ayrancılar arasındaki çiftliğini basmıştır.

SON GÜNLERDE CUMHURİYET KARŞITLIĞI AMACIYLA KULLANILAN BÜYÜK TÜRK ZAFERİ KUT-ÜL AMARE SAVAŞI'NDA ESİR ETTİĞİMİZ VE İSTANBUL BÜYÜKADA'DA TUTULAN İNGİLİZ GENERAL TOWSHEND'İ KAÇIRMAYA TEŞEBBÜS ETMİŞTİR.

Bir Çerkez çavuş, nice esir Türk generaline karşı elimizde koz olarak tutuğumuz bir İngiliz generalini niye kaçırmak ister?

Çerkez Ethem Hasan Tahsin’e:

“GENERAL TOWSHEND'İ ÇERKEZ ÖZGÜRLÜĞÜNÜ SAVUNAN YÜKSEK İNGİLTERE DEVLETİNE ÖVÜNÇ VERİCİ HİZMETTE BULUNMAK İÇİN BU EYLEMİ YAPTIK"demiştir.

Hasan Tahsin :

“ETHEM'İN İNGİLİZLERE OLAN BAĞLILIK VE SAYGISINI GÖSTERMEK İÇİN İTTİHATÇI VALİ'NİN OĞLUNU KAÇIRDIĞINI" ileri sürmüştür.

Kuva-i Seyyare Başarıları

Arkadaşlar Ordularımız İngilizlerle Savaşırken ETHEM VE H.TAHSİN İSE İNGİLİZLERİN KENDİLERİNDEN ÖVÜNÇ DUYMALARNI SAĞLAYACAK İŞLER YAPMAKTADIR!

Rauf Bey ve Miralay Bekir Sami Bey 23 ve 25 Mayıs 1919 tarihlerinde Bandırma’ya giderek Çerkez Ethem’i göreve davet etmişlerdir.

Çerkez Ethem birkaç gün içinde çoğu akrabası ve arkadaşı olan on kişi ile Salihli kasabasına gelmiş ilk karargâhını burada kurmuştur.

Enver Paşa ve Eşref Sencer Bey, ileride yapılacak bir mücadele için Eşref Bey’in Salihli’deki çiftliğine para ve silah stoku yapmışlardır.

Çerkez Ethem’in kuvvetleri bu sebeple silah ve cephane yönünden sıkıntı çekmemiştir. Çerkez Ethem kısa sürede kuvvetlerini arttırmıştır.

Ethem Bey’in Yunanlılarla Ödemiş’in işgalinden sonra Bozdağ yaylalarında durdurmuşlar sıcak temaslar gerçekleştirmiştir.

Kuvve-i Seyyare bir yandan cephede Yunan işgaline karşı savaşırken diğer yandan da iç isyanları bastırmakla meşguldür.

Bolu, Düzce, Adapazarı, Anzavur ve Çapanoğlu isyanlarının bastırılmasında Ethem’in gösterdiği başarı azımsanmayacak kadar önemlidir.

Zamanla Kuva-yı Milliye birliklerinin sayısının çoğalması ihtiyaçları artırmış başı bozukluk eşkıyalık gibi sorunlar ortaya çıkmıştır.

Batı Anadolu’da toplanan kongrelerde Kuva-yı Milliye’nin ihtiyaçlarının temini birtakım esaslara bağlanmıştır. Ancak olaylar devam etmiştir.

Tekrar ediyorum Objektif olarak tarihi anlatmak Türk gençlerinin aldatılmasını önlemek gibi bir çalışma içindeyiz. Yıllar önce devlet kademelerinde en yüksek mercide hizmetler vermiş halen 83 yaşında Atatürkçü faaliyetler yürüten bir ağabeyimiz Çerkez’dir.

Anayasa Mahkemesi Başkanlığından ayrılırken Türkeli dergisinde üç hafta süren sohbetimizde Atatürk'ü anlatmış özel sehbetemizde sormam üzerine :

“Taner Bey ben bu memlekette en yüce görevleri yaptım BEN ÖNCE TÜRK'ÜM SONRA MÜSLÜMAN EN SONUNDA ÇERKEZİM ANCAK BENİM VATANIM BURASI ÖZETLE BEN TÜRK'ÜM BAŞKA KİMLİĞE GEREK YOK" demiştir.

Sevgili Okurlar,

Bu gün Devlet hizmetinde buLunan veya bulunmayan Çerkezlerin Türk Devletinin ilelebet yaşaması mücadelesi verdiğine yürekten inanıyorum Ancak bu sözde İslamcılık maskesinin peşine takılmış giden Bu sebeple Türk düşmanlığı tuzağına düşenleri tasvip etmediğimi de ifade ediyorum”

Bu gün her konuda Türk Milletine ve Türk Milliyetçiliğine hizmet veren şahsiyetler olmuş ve olmaya da devam etmektedir.Anlatmakta olduğumuz konu başında da dediğimiz gibi.

Çerkez Etem ile ilgili anlatacaklarımız bu konuyu tersten işleyerek Atatürk düşmanlığı yapılmasına gösterdiğimiz tepki ile ilgilidir.

Çerkezlerin anlatılmayan Tarihi Kimmerler M.Ö.1700'lerden M.Ö.700 yılına kadar 1000 yıl Tüm Kafkaslara egemen olmuştur Daha sonra İskitler yerleşmiştir.

Arkasından gelen Hunlar Avarlar Göktürkler tuna Bulgarları Sabirler Hazarlar Uzlar Peçenekler toplam üç bin yıl Kafkaslara hakim olmuştur.

Çerkezlerin kendine has bir boy olduğunu bile farz etsek Tarihi vesikalarla 4000 yıl boyunca Türklerle Çerkezlerin kaynaşmadığı söylenemez.

Bu gün dil farklılıkları vardır Geniş bir Coğrafyaya dağılmış binlerce yıl değişik tesirler altında kalınmıştır dil ve lehçe değişmiştir.

Bu gün Çuvaşça ile Kürtçe birer lehçedir ve çok benzerdir. Türk dünyasında da lehçe farkları vardır Bu sebeple binlerce yıl birlikte yaşamış toplumların birbirlerine yakınlık ve birlik duygularını kaybetmemesinde fayda bulunmaktadır. Aksi hepimiz için kayıp ve zarar olur.

Kuvve-i Seyyare Dönemi

Çerkez Ethem’e rağmen düzenli ordu kurulur ve Kuvve-i Seyyare de Batı Cephesi Kumandanlığı’na bağlı olarak varlığına devam eder.

Ordu Komutanı Ali Fuat Paşa ile düzensiz birlikler arasında çeşitli zamanlarda husumetler söz konusu olmuştur. En son 24 Ekim 1920’de Yunanlılara karşı yapılan Gediz Taarruzunda M. Kemalin ikazına rağmen taarruz gerçekleştirilmiş ve mağlup olunmuştur.

Disiplinsizlik,Ethem'in Düzenli ordu birliklerine katılmamak istemesi Ordu komutanları ile olan çekişmeleri TBMM sıkıntı yaratmaktadır.

Burada bir hususu anlatmakta yarar var Bir devlet zafiyete düştü mü eşkıyalık başlar.Atatürk Kurtuluş savaşında çaysız şekersiz kalmıştır.

Sivasta Osmanlı Bankasının önerisine rağmen para alınmamış çalışma arkadaşları maaşlarını kırdırarak para çekmişler yola devam edilmiştir.

Yaşanılan ekonomik sıkıntılarla ilgili bir sürü hatırat var konu dağılmasın ancak hiç kimse giderek birisinin kapısını çalmamıştır.

Ethem'in Kardeşleri ve TBMM'ye Yönelik Konuşmaları

ETHEM VE KARDEŞLERİNİN HAYALLERİ BÜYÜMÜŞ KÜTAHYA 'DAN AFYON ISPARTA HATTA KONYA'YA KADAR GENİŞ BİR ALANDA DEREBEYLİK KURMAK İSTEMİŞLERDİR.

YOZGAT AYAKLANMASI SIRASINDA ANKARA'YA ÇAĞIRILANETHEM,MUSTAFA KEMAL VE FEVZİ PAŞA ALBAY İSMET'İ TEMBELLİKLE SUÇLAYABİLECEK KADAR İLERİ GİDER

Ethem devamla şunları şöyler:

“ORTAANADOLU'DA HİÇBİR ECNEBİ İLE VE İSTANBUL HÜKÜMETİ İLE İRTİBATI KALMAYAN YOZGAT İSYANINI SÖNDÜRMEKTEN bile ACİZSİNİZ.”der.

"KOCA ANADOLU'DA HAREKÂT-I MİLLİYEMİZ NÂMINA NEDEN ESASLICA BİR, HAREKET GÖRÜLMEDİ VE NİÇİN MERKEZİNZİ TAKVİYE EYLEMEDİNİZ"der.

"ANLADIĞIM ŞUDUR Kİ, BİDAYETTEN BERİ HÂLÂ VAZİYETİ KAVRAYAMADINIZ. VE YAHUT ŞAHSİ VE DAHA EHEMMİYETSİZ ŞEYLERLE MEŞGUL OLUYORSUNUZ".

"HEYET-İ TEMSİLİYE VE ANKARA HÜKÜMETİ NÂMINA YAPTIĞINIZ TAMİMLERLE, TEBLİĞLERLE,KONFERANSLARLA HERŞEY OLUP BİTİVERECEK SANDINIZ"der.

Görüldüğü gibi Anadolu'nun teşkilâtlandırılmakta ve millî odunun kurulmakta olduğundan haberi bile bulunmadığı anlaşılan Ethem bir tek hesap hatası yapmadan Türk Kurtuluş Savaşı'nı örgütleyen Mustafa Kemal Paşa'ya akıl vermeye cüret etmekle kalmamış, ömrü harp meydanlarında geçen Gazi'den,Ali Fuat Paşa'nın emrine girmesini isteyebilecek kadar bigane bir teklifte bile bulunmuştur.

Aynı dönemde stratejik bir faaliyet güden sabahlara kadar çalışarak ilmik ilmik bir ordu kurmayı başaran güneydeki Antep Maraş Savunmalarını hazırlayan ve zamanla yarışan Mustafa Kemal Paşa, bu patavatsız hareketleri sabırla dinleyerek Ethem'in Cahilliğine vermiş cevap verdirmemiştir.

ETHEM,YOZGAT İSYANININ BASTIRILMASINDAN SONRADİVAN-I HARP MAHKEMESİ KURAR. AĞABEYİ YÜZBAŞI TEVFİK'İ HARP DİVANI'NIN BAŞKANLIĞINA TAYİN EDER.

BU DİVAN, ÂSİLERİ GÜYA YARGILAYARAK 12 KİŞİYİ İDAM EDER. YOZGAT MUTASARRIFI’IN HAPSE ATTIRIR.ATATÜRK BU DURUMA ÇOK ÜZÜLÜR VE İÇERLER.

ETHEM VE KARDEŞİ YÜZBAŞI TEVFİK NE KADAR ASKERÎ VE MİLLÎ KUMANDANIMIZ VARSA RÜTBE VE MEVKİLERİNE EHEMMİYET VERMEKSİZİN DAVRANMAKTADIR.

ETHEM VE KARDEŞİ TÜRK ORDUSU'NDA HİÇBİR DEĞERLİ ZABİTİN BULUNMADIĞINI PERVASIZCA SÖYLEMEKTE ÖNÜNE GELENİ AŞAĞILAMAKTA AĞIR HAKARET ETMEKTEDİR.

Nutukta

"DOĞRUDAN DOĞRUYA VALİLERE VE HERKESE EMİRLER VERİYORLAR UYMAYANLARIN İDAM EDİLECEĞİNİ DE İLÂVE EDİYORLARDI!"deniyor.(c 2,s:469,470)

Atatürk düşmanlarına göre göre Mustafa Kemal ahde vefasızın teki olup Çerkez Ethem ve kardeşinin hakkını resmen yemiş ve kasıtlı dışlamıştır.

Oysa Mustafa Kemal ve silah arkadaşları Çerkez Ethem ve kardeşini öncesinde defalarca uyarmıştır.Atatürk özellikle korumuştur ancak bilemedi.

Ethem'e kendilerini kışkırtan kişilerin dolduruşlarına gelmemeleri konusunda sürekli dikkatli olmaları çağrılar yapıldı.Kardeşi hiç Anlamadı.

Ethem'in kardeşi Reşit Bey'in oldukça kibirli karakter yapısı bu yeni duruma adapte olmalarına fevkalede engel teşkil etmektedir.

ETHEM VE KARDEŞLERİ DÜZENLİ ORDUYA GEÇİŞTE ÇIBAN BAŞI OLMAK VE MİLLİ MÜCADELE LİDERLERİNİ KÜÇÜMSEMEYE KALKIŞMAKLA FEVKALEDE HATA ETMİŞLERDİR.

Vali Meselesi

Ethem ve Kardeşi Tevfik Bey Çapanoğullarına hoş görülü davrandığı gerekçesiyle Ankara Valisi Yahya Galip Beyi yargılamak üzere Yozgat'a ister.

Ethem Bey Vali Yahya Galip Beyin gönderilmemesi üzerine Atatürk'e telgraf çekerek derhal Valinin gönderilmesini ister.

Mustafa Kemal fevkalade hizmetleri oldu dediği Valiyi göndermez Ethem bunun üzerine"MUSTAFA KEMAL'İ MECLİS'İN KAPISINDA ASACAĞINI" söyler.

Bu arada Yunan taarruzu başlar Mustafa Kemal Çerkez Ethem'e cepheye gitmesini ister Ethem "GİTMİYORUM" der Türk köylerini yağmalamaya başlar.

Köylerden topladığı hayvanlarla birlikte Ankara’ya gelir ve pazarda sattırır. ANKARA'DAN ESKİŞEHİR'E KADAR İSTEDİĞİ EVLERİ BOŞALTARAK gider.

10-11 Temmuz 1920 gecesi Albay Refet Bey İsmet Beye gönderdiği telgrafta Ethem beyin YOL BOYUNCA TALAN ETMEDİĞİ YER KALMADIĞINI söyler.

Hatıratlarda "ÇERKEZ ETHEM'İN GİTTİĞİ HER YERDE MAL VE SANDIKLARI ÖZEL MUHASEBE VEZNELERİNİ BOŞALTTIĞI" söylenmektedir.

Millet Miclisi 18 Eylül 1920'de İstiklal Mahkemeleri kurulmasını hainler vecasuslar hakkında yargılanmadan karar verilmemesi kararlaştırılır.

ETHEM VE TEVFİK BEYLER BU KONUDA DA ISRARCIDIR YARGILAMA YAPILMADAN CEZANIN VERİLMESİNİ İSTEMEKTEDİRLER.

Düzenli Ordu Dönemi

Ethem Ankara Hükümeti’ni hafife alırken Reşit:

"DÜZENLİ ORDUNUN İFLAS ETTİĞİNİ KUVVETLERİN GELİŞİGÜZEL İDARESİNİN GEREKTİĞİNİ"söylemektedir.

Özetle düzenli ordunun kurulup, Kuva-yı Millîye güçlerinin tasfiye edilme kararı, Çerkez Ethem’i rahatsız etti. Batı Cephesi Komutanlığı’nın emri altına girmeyerek, bağımsız bir kuvvet gibi davrandı ve Ankara Hükümeti ile karşı karşıya geldi.

Ethem ve kardeşleri hızla asker toplamaya girişirler 25 aralık 1920'de Meclis Hükümetin haricinde asker toplanamayacağını ilan eder.

Ethem yine asker toplamaya devam eder ve Karacaşehir’de Karakeçili adında bir müfreze teşkil eder 17 Kasım 1920'ye kadar müfreze bilinmez.

Batı cephesi Komutanlığı Ethem'in kurduğu müfrezeyi denetlemek ister. Reşit Bey talepleri reddeder. Bu "BİZ KOMUTANLIĞI TANIMIYORUZ" demektir.

21 Kasım'da Batı cephesi komutanlığına,

"Umum Kuvay-ı Milliye Komutan vekili Tevfik adıyla Br rapor gelir. ETHEM KENDİNİ KUMANDAN” ilan etmiştir. Tevfik beyde Kumandan vekili! Gelen raporda

”Düşmanın Çodak Umurbey'den geldiği Gördes halkının düşmana yardım ettiği”söylenmektedir. Halbuki düşman ortada yoktur. Cephe komutanlığı bu duyurunun köyleri yağmalamak için uydurulduğunu anlamıştır. BU İSYANDIR ancak ilerisi vardır.

Mustafa Kemal halen Ethem'in genel Komutaya dahil olmasını istemektedir. Reşit Masayı yumruklar "BİZ EMİR ALTINA GİRMEYİZ" der.

Çerkez Ethem ve Meclis’le İlgili Sorunları

Ethem daha da ileri gider 29 ARALIK 1920'DE TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİ TANIMADIĞINI TELGRAFLA İLAN EDER. Bu arada Ethem Komünist Yeşil Orduya girmiş KOMÜNİSTLERDE ETHEM VASITASIYLA HÜKUMETE EL KOYMAYI planlamışlardır Sovyet temsilcileri ve Mustafa suphinin Baküdeki temsilcileri ile temas halinde olan Ethem Anadoludaki en iyi matbaayı alarak gazete çıkarır.

Ethem Mecliste bir gün "BİZ FEDAKARCA DAVRANIYORUZ YUNANLILARLA BİRLİKTE DE KALABİLİRDİK! VENİZELOS İLE DİZ DİZE DE OTURABİLİRDİM" demiştir.

Diğer Efeler

ETHEM VE TEVFİK BEY YÖRÜK ALİF EFEYİ DEMİRCİ MEHMET EFEYİ VE DİĞER EFELERİ MUSTAFA KEMAL'E KARŞI ÖRGÜTLEMEYE KALKACAKTIR.

REŞİT NÖBETÇİLERİ İTİP KALKARAK GENELKURMAY BAŞKANI İSMET 'İN ODASINA SİLAHLI ADAMLARI İLE GİREBİLMEKTE BİNBAŞILARI TUTUKLAYABİLMEKTEDİR.

Tevfik Bey "BİZ İSTEDİĞİMİZ KOMUTANI ALIR İDAM BİLE EDERİZ" derken Konya köylerini soymalarını önleyen Fahrettin Altay'a kin beslemektedir.

Fahrettin Altay Ethem'in Köyleri talan ederken

“İSTEDİKLERİNİ VERMEYENLERİ YAKTIRMAKTA OLDUĞUNU SÖYLEMEKTEDİR" (Fahrettin Altay S 252)

İsyan Arkadaşlar”İSYANDA HAKLI”denilen Çerkez Ethem ve kardeşleri işte bunları yapmıştır İNSANLARI SOYMANIN DİRİ DİRİ YAKMANIN neresi savunulur ki ?

Çerkez Ethem Suikasti Son Anda Önlenir

Kütahya Mutarasarrıf Vekili Kadı Ahmet Efendiyi ayaklarına çağıran Ethem bey ve kardeşi Gelmeyince Kadı Efendiyi asmaya kalkacaklardır.

Maliye Bakanı Ahmet Ferit Tek'i kaçırmaya kalkan Çerkez Ethem'in Atatürk'e öldürmek için iki defa teşebbüse geçtiğini -Kılıç Ali-yazmaktadır.

M.Kemal bir geceZühtü beyle istasyona giderken Ethem'in 15 adamı önlerini kesmek ister Zühtü bey hızlı davranır gaza basar badire atlatılır.

ÇERKEZ ETHEM'İN MUSTAFA KEMAL'İ ÖLDÜRMEK İÇİN GİRİŞİMİNİN HİÇ BİR SURETTE BAĞIŞLANMASI MÜMKÜN DEĞİLDİR. BU İHANET DEĞİLDİR DE NEDİR?

MUSTAFA KEMAL YATAĞINDA YATMAKTADIR ÇERKEZ ETHEM BİRDEN M.KEMAL'IIN ODASINA YÖNELİR O ANDA ADAMLARI MERDİVEN SAHANLIĞINA KADAR ETRAFI TUTAR.

MUSTAFA KEMAL ETHEM ODAYA GİRERKEN ELİNİ SAKİNCE YASTIĞIN ALTINA ATMIŞ SİLAHINI KAVRAMIŞTIR BİLE ETHEM'İNDE ELİ KAKMALI TABANCASINA YAKINDIR.

ETHEM SAKİN BİR ŞEKİLDE KENDİSİNE BAKAN M.KEMALİ YASTIĞIN ALTINDAN KENDİSİNE ÇEVRİLMİŞ BİR NAMLUYU GÖRÜNCE ELİNİ SİLAHINDAN YAVAŞÇA ÇEKER.

MUSTAFA KEMAL'İN YAVERİ İ.HAKKI BEY KOŞARAK DIŞARIDAKİ BİRLİKLERİN KOMUTANINA HABER VERİR BİNA HEMEN KUŞATILIR ATEŞ EDİLECEĞİ İHTAR EDİLİR. Çerkez Ethem'in adamları tepeden tırnağa silahlıdır.Ancak gelen dışarıdan birliklerin yaptığı ihtar ve Mustafa kemalin rahat tavrı, eli silahına yaklaşınca Mustafa Kemal'in kendisini anında vuracağını anlayan Ethem muhafızlarına Çerkezce "DURUM TEHLİKELİ VAZ GEÇİYORUZ"

der.M.Kemal'e ise "İsmet beyin görevden alınmasını istemeye gelmiştim" der. Mustafa Kemal yastığın altında Ethem'e yönelmiş silahla "Hayır"der.

Ethem "PAŞAM HATIR SORMAK İÇİN GELMİŞTİM YANLIŞ ANLAMAYIN"der HIZLA ODADAN ÇIKAR Ethem odasını basarak öldüreceğini sandığı Mustafa kemal'in hayatı cephelerde geçmiş bir bir kahraman olduğunu muhtemelen anlamıştır.

Ancak en önemlisi Mustafa Kemal'in kendisinden korkmadığını görür ve o çekinceyle maruzatını ifade etme bahanesine sığınır.

MECLİSİ TANIMAYAN HARAÇ VERMEYENLERİ YAKAN KURTULUŞ SAVAŞININ ÖNDERİNİN ODASINA BİR PUNDUNU BULARAK SİLAHLI ADAMLARIYLA GİREN BİR ETHEM!!

Çerkez Ethem Kuvvetleri Dağıtılıyor

M.Kemal 25 Aralıkta çekilen telgraf neticesinde 27 Aralıkta Albay İsmet ve Refet Bey'e Etem kuvvetlerini dağıtılması talimatını verir.

Bu arada Ethem'in adamlarından Bekir Bey yunanlı Generallerle temastadır.1920 yılı Ekim ayında Ethem'in Yunan ordusuyla işbirliği hızlanmıştır.

Ethem'in bulunduğu mıntıka kontrole alınmış M.Kemal, "3 Aralık 1920 tarihli şifre ile Ethem Beyin Çerkez ve Abhazları tahrik ettiğini"bildirir. Özetle Yunanlılar Çerkez Ethem Batı komutanlığı çekişmesinden istifade ile 6 Ocak 1921'de Bursa'dan Eskişehir ve Afyona doğru saldırıya geçer.

Aynı anda Çerkez Ethem Kuvvetleri de saldırıya geçerler 7 Ocakta Ethem Kuvvetleri tarafından Gediz'e topçu ateşi açılır.

Yunanlara Sığınma Olayı

Yunan uçakları Ethem'in "teslim olmalarını ihtar eden" bildirilerini atmaktadır.

BU ARADA TEVFİK AKHİSAR'DA YUNAN KOMUTA MERKEZİNDE BİRLİKTE OLMA VE SIĞINMA ŞARTLARINI İÇİNE ALAN PROTOKOL İMZALAMAKLA MEŞGULDUR.

Ethemin uçaklardan atılan bildirilerinde:

"EY ASKERLER ŞERRE ALET OLMAYINIZ UHREVİ VE DÜNYEVİ MESULİYETTEN KORKUNUZ"deniliyordu.

AYAKLANMA DEVAM EDERKEN ETHEM'İN İHANETİNİ HAZMEDEMEYEN KOMUTANLARINDAN KAPLAN NACİ MİLLİ KUVVETLER SAFINA GEÇECEKTİR.

KAPLAN NACİ 100 CİVARINDA ATLISIYLA GERİ DÖNER VE ANKARA HÜKÜMETİNE TELGRAF ÇEKER.

Kaplan Naci Telgrafında, " HÜKÜMETE İSYAN TÜRK MİLLETİNE İHANET YUNANLA İTTİFAK GİBİ İĞRENÇ HAREKETLERE KATILMASININ MÜMKÜN OLMADIĞINI"söyler.

300 Atlısıyla Geri dönen Dr Fazıl Gönderiği telgrafta, "YUNANA KATILMAYI TÜRK MİLLETİNE İHANETİ NAMUS VE ŞEREFİME YAKIŞTIRAMIYORUM"Der.

Bu kopmalara rağmen 22 Ocakta Ethem'in kuvvetleri Yunan Ordusuna sığınırlar. kendisiyle birlikte binlerce kişiyi götürür.

Yunan cephesine kabul edilmeyen Çetecileri ortada bırakır.

"ARTIK GÖREVLERİNİN BİTTİĞİNİ İSTEYENİN DAĞA ÇIKABİLECEĞİNİ"söyler.

Türk İstihbaratından Teğmen Recep imzalı özel mektupta, "ETHEM MEYDANDA YOK REŞİT KUŞÇUBAŞI EŞREF VE DİĞERLERİ İZMİRDE GEZİYOR EĞLENİYORLAR".

Şeriye vekili M.Fehmi 24 Şubat 1921 tarihli (H.Milliye) mülakatında Ethem'in yunan bayrağını selamladığını söylemiştir.

Atatürk Mecliste yaptığı açıklamada:

"BU ADAMLAR BİZİM HAYATIMIZ BİZİM HAYSİYETİMİZ BİZİM MENFAATLERİMİZ BU MİLLETİN MENFAATLERİNİN ÜZERİNDEDİR. BİZ HER YERDE KENDİMİZE YAŞAYACAK BİR YER BULURUZ"DEDİLER" demiştir.

Atatürk şöyle diyor:

"159.ALAYIN HEPSİNİ TUTUKLAMIŞLARDI ELLERİNDEKİ SİLAHLARI ALARAK YUNANLILARA VERDİLER" Halide Edip:

" YUNANLILARA SİLAHLARIN VERİLMESİ ÜZERİNE ALBAY REFET ETHEM KUVVETLERİNİN ÜZERİNE YÜRÜDÜ" diyor (Türkün Ateşle imtihanı s.135)

Ethem ve kardeşleri Yunanistan'da boş durmamışlar ŞARK-I KARİB ÇERKEZLERİ TEMİN-İ HUKUK CEMİYETİ 24 Ekim 1921'de Yunan Ordusunca kurulmuştur.

KONGRE RUM ASILLI FOTİ'NİN POSEİDON KAHVEHANESİNDE TOPLANMIŞTIR. FOTİ ETHEM'E İŞLERİNDE ARACILIK EDENLERDEN BİRİSİDİR.

YUNANLILARIN ESKİ İSTANBUL TEMSİLCİSİ KALOYOROBLUS İLE ETHEM'İN KARDEŞİ REŞİT ÇERKEZLERE DEVLET KURULMASI AMACIYLA YAPILAN BU TOPLANTIDADIR.

Toplantıda:

"ÇERKEZLER BUNDAN SONRA YUNAN İDARESİNDE VE İNGİLİZ HİMAYESİNDE BİR ÇERKEZ ÖZERK BÖLGESİ İSTEMEYE" karar verirler.

(Ekim-Kasım 1951 tarihli Milliyet arşivinde Kılıç Ali'nin anıları yazı dizisinde okuyabilirsiniz.)

Diğer İsyanlar

Ethem ve kardeşleri, üzerine yürüdükleri Düzce isyancılarından Maan Ali, Talustan Bey gibi Çerkez önderleriyle aynı amaçlar içindedirler.

Haziran 1921’de Peyamı Sabah, Atina’dan gönderilen bilgiye göre Ethem’in Türk ordusu üzerine bir hareket planından söz etmektedir.

Ethem:

"İzmir ve Mudanya’dan 20 bin kişilik bir kuvvet hazırlanacak, kendisine de 2 000 Atlı Yunan,1 000 kişilik Çerkez atlı verilecek"

Papulas, Genelkumay ile görüştükten sonra bu planı mantığa uygun ve uygulanabilir bulmuştur Planı Genelkurmay Başkanı Dusmanis’e sunulmuştur.

Durum hemen Atina’ya bildirilmiş ve Ethem alelacele Atina’ya aldırılmıştır. Hatta kralın huzuruna kadar da çıkarılmıştır.

Bu projeyi Atina da kabul etmiş ancak üzerinde değişiklikler yapmıştır. Yalnız Ethem’in bin Çerkez atlısıyla bu işe katılması kabul olunmaz.

Ethem’in Faaliyetleri

Ethem'in faaliyetleri Yunanlıların ve çetecilerin Rusya'ya İngiltere'ye kadar devam eden işbirlikleri ve anlatılanlar üzücüdür.

Ethem ve arkadaşları bildirilerde acımasızca Türk Milletini lekelemektedir En ağır ithamları yapmaktadırlar. Mesela:

"Türkiye'de 6 Milyon Çerkez olması gerekirken 2 milyon varmış ve 4 Milyonu kırılmış.Halbuki Çerkezler en imtiyazlı vatandaşlarımızdı"

Üstelik Anadolu'da o tarihlerde 400.000 Çerkez yaşıyordu. Türklerin başının tacı gibiydiler Hangi çerkez kırılmış ve zulmüne uğramıştı ki.

NİTEKİM BU KİRLİ OYUNA TÜRKEYE'DEKİ ÇERKEZLER TEPKİ GÖSTERDİLER. TÜRKİYEN'İN HER YERİNDEN ÇERKEZ İLERİ GELENLERİ BU İHANETE KARŞI ÇIKTI.

ŞEYH ŞAMİL'in torunu HAMZA BEY, "TÜRKİYE'DE ÇERKEZ İSTİKLALİNİ İSTEMEK KADAR GÜLÜNÇ BİR ŞEY DÜŞÜNÜLEMEYECEĞİNİ" söyleyerek ihaneti bozmuştur. Bu durumdan Abazalar'da rahatsızolmuşlar Bazı Abazaların Ethem'e inanarak Yunanistan'a geçmesi nedeniyle Meclis Başkanlığına telgraf çektikleri bildiride :

"ABHAZLAR OLARAK MİLLİ NAMUS DÜŞMANI BİR TAKIM ALÇAKLARIN HIYANETLERİNİ ABHAZLIK VE MÜSLÜMANLIK ADINA LANETLİYORUZ" demişlerdir.

İhanet

İHANETE TEPKİ DALGA DALGA YAYILMIŞ ÇERKEZ VE ABAZALARIN TEPKİSİ SÜRMÜŞ TÜM YURTTA BİLDİRİLER YAYINLANARAK İHANET KINANMIŞTIR.

YURT GENELİNDE ÇERKEZ İLERİ GELENLERİ TOPLANARAK VAKİT GAZETESİNDE 40 İMZALI BİR BİLDİRİ YAYINLAYARAK "TÜRKLERLE BİRİZ BERABERİZ" DEMİŞLERDİR.

Cerkez Ethem olayı KENDİ BAŞARISINI HAZMEDEMEYEN BİR ADAMIN VATAN HAİNLİĞİNE SÜRÜKLENİŞİNİ ANLATAN DRAMATİK OLAYLAR SİLSİLESİDİR.

Özetle Çerkez Ethem ve Kardeşlerinın Yunan ve İngilizlerle hazırladığı senaryoları YURT SATHINDAKİ ÇERKEZLERİN TEPKİSİYLE GERÇEKLEŞEMEMİŞTİR.

Çerkezler tarafından lanetle anılan Çerkez Etem ihaneti ileri ki yıllarda Atatürk düşmanları tarafından yeniden senaryolaştırılmıştır.

Bu senaryolar artarak devam etmiş Çerkez aydınları bu ihanetin aklanmaya çalışılmasına itibar etmemiştir. Ancak yeni nesil etkilenmektedir.

Çerkez Ethem’e Göz Yumuldu mu ?

ÇERKEZ ETHEM'E MÜSAMAHA GÖSTERİLMEDİĞİ İSYANA SEVK EDİLDİĞİ SÖYLENİYOR BU KÜLLİYEN YALANDIR.

Başta Atatürk olmak üzere Ethem ve kardeşlerinin bütün ihanetlerine bütün asayişsizliklerine tehdit ve işbirliklerine müsamaha gösterilmiştir.

Bu müsamahanın sebebi Çerkez Ethem'in başta gösterdiği yararlılıklar ve Türkiye'nin kaderinin söz konusu olduğu bir dönemde olmasıdır.

Burada Atatürk'ün liderliğinin önemi ortaya çıkıyorAtatürk’ün bütün çalışma arkadaşları zaman zaman hatalar yaptı. Hepsini sabırla onları ikna ederek doğru yolu göstererek çözdü sonra vatanı kurtardı ONUN İÇİN ATATÜRK BÜYÜK ÖNDERİMİZDİR.

ATATÜRK YILLAR GEÇTİKÇE DEĞERİ ANLAŞILAN ÖLÜMSÜZ ÖNDERİMİZDİR. İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ KÖTÜ GÜNLERİ BİLE ONA SARILARAK AŞACAĞIZ.

Sevgili Okurlar,

Her gün bir konuyu sizlerle paylaşmaya devam ediyoruz. Bugün öğle saatlerine kadar çalışacak "İzmir'in İşgali" ile ilgili çalışmalarımızı düzenleyerek paylaşacağız.

Tarihimizin önemli sayfalarını yeniden aydınlatıyoruz.

Bilgi en büyük güçtür.

Mümkünse tüm tanıdıklarımızın ve tanıdığımız etkinlik sayfalarında bol bol paylaşalım.

Sosyal Paylaşım siteleri elimizde ki tek güç..

Paylaşarak daha çok arkadaşımızın okumasını sağlayarak milli meselelerimizin anlaşılmasını temin edelim.. Görüşmek üzere.


Sevgiler Saygılar
15.05.2016

Taner Ünal





"TÜRK ADI" KONUSUNDA EN KAPSAMLI ÇALIŞMAYI SUNUYORUZ (2)

Eski̇ Çağ Da Türkleri̇n komşulari olan Çi̇nli̇ler, Hi̇ntli̇ler, Mezopotamyalilar, Anadolu Kavi̇mleri̇, Misirlilar veya Bi̇zanslilar "Turukku", "Ti̇k", "Trüsk" Veya "Turuşka" derken aslinda kendi̇ di̇lleri̇ni̇n yapisina ve yazma di̇li̇ne uygun olarak “Türk” di̇yorlardi.
Türkler i̇le münasebette bulunan tüm kavi̇m veya devletler türkler i̇çi̇n hanedan veya devlet adini i̇fade etti̇kten sonra soylarini i̇fade i̇çi̇nse  Türk” manasina veya kullandiklari di̇l yapisina ve söyleni̇ş tarzina uygun gelen sözler “Türk” adina uyacak adlar İle hi̇tap edi̇yorlardi. 
Bi̇zans kaynaklarinda açikça beli̇rti̇ldi̇ği̇ üzere, Basir’lar (Vi. Asir), Hazarlar (Ix. Asir), Macarlar (Ix-Xi. Asir), Selçuklular, Misir Türk Kölemen Devleti̇, Osmanlilar ayni zamanda “Türk” adı İle zi̇kredi̇lmi̇şlerdi̇r.


"TÜRK ADI BÖLÜM-2"

"TÜRK ADI" KONUSUNDA EN KAPSAMLI ÇALIŞMAYI SUNUYORUZ FRANSIZLARIN “FORT COMME UN TURC” (“TÜRK GİBİ KUVVETLİ”) ATASÖZÜNDE OLDUĞU GİBİ (FARSÇADA “TÜRK”, “GÜZEL” ANLAMINDA SIFAT OLARAK KULLANILIR.


PERSLER M.Ö. 4. ASIRDA , İRAN'IN KUZEYİ SAHALARINDAKİ “ALTAYLI” KAVİMLERE “TÜRK” DEMİŞLERDİR.

BİZANS KAYNAKLARINDA AÇIKÇA BELİRTİLDİĞİ ÜZERE, BASIR’LAR (VI. ASIR), HAZARLAR (IX. ASIR), MACARLAR (IX-XI. ASIR), SELÇUKLULAR, MISIR TÜRK KÖLEMEN DEVLETİ, OSMANLILAR AYNI ZAMANDA “TÜRK” ADI İLE ZİKREDİLMİŞLERDİR.

TÜRK DEVLETİNİN UÇSUZ BUCAKSIZ TOPRAKLARDA BULUNMASI BİRÇOK TÜRK BOYUNUN BİRBİRİ İLE İLİŞKİLERİNİN BULUNMASI ÇİN MÜVERRİHLERİNİN ORTA ASYA’DAKİ TÜRK KAVİMLERİNİN HEPSİNE “KAOÇİ”, YANİ “YÜKSEK ARABALILAR” DEMELERİNE SEBEP OLMUŞTUR.

GÖKTÜRK ÇAĞINA YAKLAŞTIKÇA DA ONLARI, “TİELE” GİBİ, YENİ BİR AD İLE ADLANDIRMIŞLARDIR. BU YENİ ADIN ÇİN TARİHLERİNDE ÇEŞİTLİ YAZILIŞLARI VARDI. ÇİNCE TİELE SÖZÜNÜN, TÜRK SÖZÜ OLDUĞUNDA, BÜTÜN JAPONLAR BİRLEŞMİŞLERDİR.

ÇİN KAYITLARINDA M.Ö. 1100’LERDEN İTİBAREN VE ÖZELLİKLE M.Ö. 1328’DE KUZEYLİ KAVİMLER ARASINDA GÖSTERİLEN TU-KUE, “TİK” VE “TİLERİN DE “TÜRK” OLARAK OKUNABİLECEĞİ GİBİ İLERİKİ YILLARDA BAHSETTİKLERİ TU-ÇÜELERİ "TÜRK"LERİ İFADE ETTİĞİ GÖRÜLMEKTEDİR.

İLK TÜRKLERDE DEĞİL, HAZAR DENİZİ CİVARINDAN ORTA DOĞU’YA, YAKIN DOĞU’YA VE AKDENİZ’İN İKİ KIYISINA, AYRICA HİNDİSTAN VE TANRIDAĞ BÖLGELERİNE DE YAYILAN ÖN-TÜRKLERDE BİLE SIK SIK RASTLANIYOR. “TÜRÜK”, “TÖRÜK” GİBİ ŞEKİLLERİ DE VAR.


M.Ö.3000'LERDE TÜRK’LER EGE KIYILARINA KADAR GÖÇÜP, ORADA DENİZCİ BİR TOPLUM HALİNE GELEREK AKDENİZ’E İYİCE AÇILMIŞLAR.

MISIRLILAR ONLARDAN TARİHLERİNDE, “TU-RUŞKA DENİZ SAVAŞÇILARI” DİYE BAHSETMİŞLERDİR.

HİNTLİLER BUGÜN BİLE TÜRKLERE “TU-RUŞK” VE “TURUHKA” DEDİKLERİNE GÖRE MISIRLILARIN M.Ö. 1400’LERDE KULLANDIKLARI “TURUŞKA” ADININ “TÜRK” KELİMESİNİN BİR ŞEKLİ OLDUĞUNU KABUL EDEBİLİRİZ.

TÜRŞKA’KALARIN BİR BAŞKA GÖÇÜ İTALYA’NIN KUZEY-BATI BÖLGESİNE YERLEŞEN VE M.Ö. 800’LERDE ÜNLERİ İYİCE PARLAYACAK OLAN “ETRÜSKLERDİR.

SONRADAN ROMALILARIN TAKTIKLARI, KELİME BAŞI HARFLERİNİ ATARSAK, “(E)TRÜSK” KAVİM ADIYLA VE SOYKÜTÜKLERİ OLAN (RASENA-ASENA) BOZKURT TOTEMİYLE KARŞI KARŞIYA KALIRIZ.

GÖRÜLÜYOR Kİ GÖKTÜRK DEVLETİNİN KURULUŞUNA KADAR ÇİN SINIRINDAN VOLGA KIYILARINA KADAR UZAYAN VE TEK BİR AD İLE ADLANDIRILAN BOY BUDUN KAVİM VEYA DEVLET HALİNDE YAŞAYAN ZAMAN ZAMAN BİRBİRİYLE DE SAVAŞAN BÜYÜK BİR TÜRK KAVİMLER BİRLİĞİ BULUNMAKTAYDI.

TÜRKLER İLE MÜNASEBETTE BULUNAN TÜM KAVİM VEYA DEVLETLER TÜRKLER İÇİN HANEDAN VEYA DEVLET ADINI İFADE ETTİKTEN SONRA SOYLARINI İFADE İÇİNSE “TÜRK” MANASINA VEYA KULLANDIKLARI DİL YAPISINA VE SÖYLENİŞ TARZINA UYGUN GELEN SÖZLER “TÜRK” ADINA UYACAK ADLAR İLE HİTAP EDİYORLARDI.

TURUKKU, TİK, TRÜSK VEYA TURUŞKA DERKEN KENDİ DİLLERİNİN YAPISINA UYGUN OLARAK “TÜRK” DİYORLARDI.


TÜRK ADI

BÖLÜM-2-

Sevgili Okurlar,

“Türk” adının Türk soyundan gelen kavimlerin hepsine şamil milli bir isim olarak yayılmasını W. Barthold Müslümanların eseri saymaktadır:

“Araplar birçok kavimlerin, VII.-VIII. Asırlarda muharebeler yaptıkları Türklerle aynı dili konuştuklarını görerek, bunların hepsine “Türk” demişler, İslamiyeti kabul eden Türkler de gittikçe bu adı benimsemişlerdir.

Barthold bu görüşüne, “Türk” adının islamiyet hudutları dışında pek intişar etmediğini, mesela ne Rusların, ne de Batı Avrupalılarının Peçeneklere veya Kuman’lara “Türk” demediklerini ve İslamiyeti kabul eden Türklerin hepsini de kendi dillerine “Türkçe” demediklerini de ilave eder. Halbuki “Türk” adının tahminden ve Barthold tarafından zikredilen hususların gerektirdiği genişlikten çok daha yaygın olduğu muhakkaktır. Bazen Gök-Türklerden önceki devirlere giden bu yaygınlıkta Türklerin İslamiyeti kabul etmeleri keyfiyetinin tesiri olmayacağı aşikârdır.

M.Ö. 400'lerde İran'ın kuzeyi sahalarındaki “Altaylı” kavimlere İranlıların Genel olarak “Türk” demeleri dışında, Bizans kaynaklarında sarahatle belirtildiği üzere, Basır’lar (VI. Asır), Hazarlar (IX. Asır), Macarlar (IX-XI. Asır), Selçuklular, Mısır Türk kölemen devleti, Osmanlılar aynı zamanda “Türk” adı ile zikredilmişlerdir.

Hatta coğrafi terim olarak “Türkiye” (Turkia) adı da Orta çağlarda çok geniş sahaları göstermekte idi. VI. Yüzyılda Orta Asya için kullanılan Türkiye tabiri, IX-X. Asırlarda Volga’dan Orta Avrupaya kadar uzanan Hazar e Macar ülkeleri için kullanılmış (Doğu Türkiye=Hazar memleketi; Batı Türkiye=Macaristan), XII. yüzyıldan itibaren de Anadolu’nun adı olmuştur. Mısır Kölemen devleti toprakları da Türkiye diye anılıyordu.

Sevgili Okurlar,

İran rivayetleri arasında da Türk’den söz geçer. Nuh devrine rastlayan Camşid’den sonra gelen hükümdar Faridun, ülkesini 3 oğlu Salm, Iraç, ve Tuvaç arasında taksim eder.

Türk-Çin ülkeleri Tuvaç’a (veya turaç’a) düşer. Iraç’ın oğlu Minuçir, Türk ülkesine yürür ve Turaç neslinden Afrasyab ile çarpışır. Çetin savaşlardan sonra, iki ülkenin hududu ok atmak suretiyle tesbit edilir.

Bu şekilde Balh nehri (Ceyhun = Amuderya) hudud olur. Bundan sonra İran rivayetleri Türk ülkesinden “turan” Fars ülkesinden de “İran” tabirleri ile bahseder. Afrasyab’ın Türkçe’deki ismi tunga Alp Er’dir.

Batı Türkistan’dan en kuzeylere kadar bütün Ortaasya kavimleri, Arap ve İran kaynaklarında Türk adı ile anılmışlardır.

Bu kaynaklara göre, Ak-Hunlar da, Türk idiler. Bunda, İran destanlarında geçen, Turan adının da katkısı vardı. Hatta Türkler hakkında yazılmış olan Arap düşünürü Cahiz, “Horasan dili ile Türkçe veya Türklerin dili arasındaki ayrılık Mekke ve Medine ağızları arasındaki ayrılık gibidir!”, diyordu.

Barthold, Türk kavim adının bu çağda, çok geniş tutulduğu görüşündedir.

Turan deyimi de, Türk adından geliyordu. “Turan” ve “Türk” kelimelerinin kökü “tur” (Tür”) kelimesidir. “Tur + an” bu kelimenin İran’ca, “Tur+k” ise onun Yafethi lisanlarınca ve Fin-Ogur lisanlarından Macarca cem sigalarından ibaret olması muhtemeldir.

“Tuz” kelimesi “Tur” kelimesinin Z ile konuşulan şekil ise kelime teşekkül ve intizam manasına olup İran destanlarında Türklerin ceddi olarak gösterilen “Tuz” da aslında da aslında “Türk” kelimesi ile bir olabilir. M.S. Altıncı Yüzyılda ana dili Türkçe olan bütün boyların her biri değişik bir isimle anılmakla birlikte, bunların hepsine birden “Türk” denilmeye başlanmıştır.

Sevgili Okurlar,

En eski atalarımız aynı dili konuşmaları sayesinde bir tek millet olduklarını anlamışlar ve Türk dili onların birlik sağlamalarında başlıca rolü oynamıştır.

Bugün biz de Türkçemiz sayesinde hepimizin aynı milletin çocukları, yani kardeş olduğumuzu anlıyoruz. Ünlü Macar Türkolog Prof. Dr. Laszla Rasonyi şöyle diyor:” Türk adı menşeinin araştırılması, dikkatimizi, Türk oymak ve has adları konusuna çevirir. Buna pek çok önemli soru bağlıdır; eski Türk isimleri, dağınık Türk dili yadigârları sayıldıkları için, bunların da incelenmesi dil bilginlerini ilgilendirir. Yerleşme tarihi ile uğraşan tarihçiler için de gereklidir.

Çünkü binlerce yıl boyunca, Hoang-ho yanındaki Salar (Singhoa-ting) şehrinden Viyana’ya kadar uzanan sahada sayısız Türk oymak veya has ismi geçer.

Bu ise, sözü geçen geniş alanda Türklerin yaşadığını veya buralarda Türk tesiri bulunduğunu ispat eder. Bunlar ister Abbasi halifelerinin veya Çin hükümdarlarının kumandanlarının veyahut ta Rumen boylarının, Rus Kazaklarının adı olsun bu adların hepsi Türklükle ilgilidir.”

Türk özel isimlerine ait pek zengin kaynaklar olmasına rağmen, bununla şimdiye kadar yeter derecede uğraşan yoktu. Halbuki, yerleşme bölgeleri olan köylere, diğer dillerde olduğu gibi, bunların yanında akan ırmaklara, çevresindeki dağlara, o bölgeye has ağaç ve hayvanlara, jeolojik teşekküllere verilen adlara veya vaktiyle orada yaşayan ulus, oymak veyahut şahsa nispetle adlandırılmış olabilirler.

Bilhassa bu sonuncusu (şahıs adları) önemlidir. Mesela: En eski Türk oymak asıllı Macar köy adları arasında: "Ker (Ker, pek büyük), Kesi (kesek, parça) bu cümledendirler. XVIII. Yüzyılın sonlarında doğuyu dolaşan Georgi Başkurtların köylerine “Çağdaş aksakallar” adının verildiğini söyler.

Olmak veya şahıs adlarından iyelik eki kullanmadan meydana gelmiş köy adları bütün Türk dilleri alanında sınırsızdır. Hatta bugün yalnız Slavca yahut Rumence konuşulan yerlerde bile buna rastlanılır.

Türk dil alanında (Tıpkı Macarca’da olduğu gibi) bir yerin ilk sahibi olan şahsın adı, eksiz olarak köy adı yerinde kullanılır.

Slavca bu adın sonuna –ovo-, -sk v.b. ekler gelir. Mesela Bulgarca Selçikovo, Rusça, Abaşovo, Alatınsk, Akmolinsk, Tarkanovo v.b. Rumencede –eni, eşti ekleri gelir.

Buna örnek olarak Belçireşti, Comandareşti, Tanguzeni v.b. zikredilebilir.

Irmak adları da birkaç bölüme ayrılır. Küçük ırmak adları köy veya şahıs isimlerine izafe suretiyle verilmiş olabilir.

Renk adlarını taşıyan ırmaklara Balkanlardan Çin sınırına kadar rastlanır. Mesela: Karasu Bozyılga, Yeşilüğüz (öz), nehir kıyısı bitkilerine izafe suretiyle Taldısu (söğütlü), Boraşo v.b. Dağ adlarında da durum aynıdır: Bozçuk, Kögmen (gök rengi) gibi.

Daha öz önemli yer, ırmak, tepe ve geçit gruplarında çevre ile ilgili olarak çobanların, kervancıların yeknesak hayatında vukua gelen bir değişiklik veya hadiseye nispetle adlandırılmış olabilirler.

Mesela: Doğu Türkistan’da İştan astı (içdonu astı), Türkistan’da Barsa-Kilmez (varsa gelmez), Anadolu’da Gelin uçtu kayası gibi.

Diğer Türk has isimlerinde kişi ve cemiyet adlarını, başka bir ifade ile has isimler ile oymak ve ulus adlarını ayırabiliriz.

Türk has isimlerinin alınışı tek bir hadise olmayıp, kavim adlarında olduğu gibi bir düzene bağlıdır.

İptidai derecesinde diğer kavim ailelerinde ad verme, ad gelişmesinde bağlı olduğu psikolojik zeminin tesiri altındadır. Bunları inceler ve eski Türk kaynaklarındaki adlarla mukayeselerimizi yaparsak dikkate yaşan benzerliklerin bulunduğunu görürüz.

Sevgili Okurlar,

Türk Devletinin uçsuz Bucaksız topraklarda bulunması birçok Türk boyunun birbiri ile ilişkilerinin bulunması Çin müverrihlerinin Orta Asya’daki Türk kavimlerinin hepsine “Kaoçi”, yani “Yüksek arabalılar” demelerine sebep olmuştur.

Göktürk çağına yaklaştıkça da onları, “Tiele” gibi, yeni bir ad ile adlandırmışlardır. Bu yeni adın Çin tarihlerinde çeşitli yazılışları vardı. Çince Tiele sözünün, Türk sözü olduğunda, bütün Japonlar birleşmişlerdir. Bu görüşlerin, gerçekle ilgileri de yok değildi. V. Yüzyılda Çinliler, Volga kıyılarından Çin sınırlarına kadar uzayan, bütün Türk kavimlerini, artı bu adla adlandırıyorlardı.

Türk adını kullanan ilk devletin M.S. 6,YY’da kurulan Göktürk devleti olduğu varsayılıyor. Bunun sebebi Göktürk yazıtlarında olduğu gibi elimizde yazılı kaynaklarımızın olmamasıdır.

Hâlbuki “TÜRK” adı Çinli’ler in “T’ukü-e” (Tukyu) şeklinde yazmaları okunup da, ardından Orhun yazıtlarının çözülmesiyle, asıl adın “Kök-Tü-rük” (Göktürk) olduğu ortaya çıkmıştır.

Sevgili Okurlar,

Eski Çin tarihleri Türk hükümdarlarının ve devletlerinin adlarını hep Çince yazdıkları için, bu isimlerin asıl Türkçe’deki karşılıklarını iyice bilmiyoruz.

Ancak, “Türk” kelimesinin çekirdeğini oluşturan “T+R”, bazen de “T+R+K” (veya sadece “T+K”) sesinin daha eski kayıtlarda keşfedilmesi bu adın 6. yüzyıl¬dan önce de kullanılmakta olduğunu gösteriyor.

Çin’e girip, Çinlileri M. Ö. 1100’den 400’lere kadar yöne¬ten Türk kökenli Çu/Su/Çeu sülalesinin yıllığında ve Hintli Aryen’lerin “Avesta” destanlarında “T+R”li kavim adları vardır.

Çin kayıtlarında M.Ö. 1100’lerden itibaren ve özellikle M.Ö. 1328’de kuzeyli kavimler arasında gösterilen Tu-Kue, “Tik” ve “Tilerin de “Türk”-Tu-çüeleri ifade ediyor olabilir.

Sinolog L. K. Katona’nın 1966’da Sinologlarm Uluslararası Kongresinde verdiği bir tebliğde, Çin alfabesineki “r” harfinin eksikliğini bir ke¬re daha -örnekleriyle- kanıtlamıştır. “T” ile başlayan çeşitli “kuzey boylarının”, sonunda hangi ekler gelirse gelsin, “T+r” şeklinde okunması doğrulanmış oluyor. “Ti” ve Tik’in bir başka şekli de Çin arşivlerinin Toba (Topa)lardan sözeden kısmında Tu-Ku oymağının ve Hyung-nu hanedanının Tu-Ko menşeinin “r” ile okununca “Turka” adı ortaya çıkıyor.

Çin yıllıklarında M.Ö. 2. bin ortalarından itibaren göründüğü söylenen bir çok kavminin adının, telaffuz bakımından “Türk”e yakınlığı sebebi ile, “Türk” kelimesinin Çincedeki ilk şekli olduğu ileri sürülmüştür Burada Tik’ler Asya Hunları ile bir sayılmış daha doğrusu, Tik=Türk ayniliği üzerinde durulmuştur.

Truvalılarda “Tenkriler” boy ismine rastlanıyor. Truva’da İlk tabakalarda¬ki halkın Türklerle akraba (Pelaj’lar) tahmin ediliyor. Doğrudan doğruya Pelaj-larda da “Turdum” şeklinde bir isme rastlıyoruz.

Bu kadar farklı yazılışı ve söylenişi olan Türk adının aslî şekli ne olabilir? Prof. Z. V. Togan’ın görüşü, kök kelimenin “TUR” veya “TÜR” olduğudur.13 Bunu “TURAN” kelimesinde görüyoruz.

İranlılar (Persler, Medler Türklere “Turanî” derlerdi.14 “TUR” ismine eklenen “an” eki tartışmalıdır, İlk ak¬la gelen, “ülke” anlamıdır.

Bugün de “Ir+an, Afganist+an, Hindist+an, Özbe-kist+an, Türkist+an” şekli, ülke anlamlı olarak kullanılıyor. O zaman “Turan”, “Tur’ların ülkesi” demek oluyor.

Ancak, bir başka yoruma göre, farsça’da ve Ma-carca’da “an”, çoğul eki olarak da kullanılıyor. Bunu kabul edersek, “Turan”= “Turlar”- yani millet adı oluyor.

Eğer “Tur” yerine “Tür” şeklini alırsak, Hint-Avesta efsanesi dilinde “ik”in veya sadece “K”nın o çağlarda yaygın olarak çoğul ifade ettiğini, böylece ismin “Türk=Tür’ler” olduğu sonucuna varırız. Az sonra da göreceğimiz gibi, millet adlaRI çok kere “türemek”ten ve “insandan olma” şeklinden oluştuğuna göre bu yazılış ve söyleniş kuvvetli bir ihtimaldir.

Sevgili Okurlar,

M.S. 420 ve 515 tarihli İran metinlerinde (ayrıca, 580 lerin Bizans kaynaklarında) artık şimdiki şekliyle “Türk” adı geçiyor Oğuz Kağan destanı da, Hun çağım anlattığına göre, Kağan’ın tahtının yanıbaşında bulunan bilge “Uluğ Türk”ten sözeder.

Artık “TÜRK” adı, şimdiki şekliyle yaygınca kullanılmaya başlamıştır. “Türk” adının Türkler tarafından resmi devlet adı olarak İlk kullanılışı ise “Kök-Türük” şekliyle, 552 yılında ve Göktürklerce olmuştur (Doerfer) Türk adı, önce bu iktidarın tekelinde olarak başlamışsa da, daha sonra Göktürk kağanlarının bir araya getir¬dikleri bütün Türkçe konuşan topluluklara (“Oğuz, Dokuz Oğuz, Kıpçak, Karluk, Kırgız, Türgiş, Töles, Tarduş, Basını], Bayırku, Kurukan, Toğra gibi boyla¬ra) da teşmil edip hepsine birden “Türk Budun” (Türk Milleti) adını verdiler. “Türk” adı zamanla bütün Türk soyundan olanların ortak adı olmuş, milli ad ha¬line gelmiştir.

Göktürk iktidarının çöküşünden sora, çeşitli Türk devletleri, hatta halkları başka adlarla (kabile, klan veya hanedan adlarıyla) bilinmişlerse de, Osmanlılar dâhil, Türkler, Türklerce de, yabancılarca da daima “Türk” olarak anılmışlardır sadece Ruslar, “Altınordu” iktidarından sonra, Rusya’daki bütün Türklere “Tatar” demeye başlamış, yakın zamanlarda ise bu adı sırf Kırım, Kazan ve Sibirya Tatarlarına hasretmişlerdir.

Türk’ün İlk doğuşundan beri demek ki, “T+R/T+R+K” sesli bir ad, çok temel bir soy-ırk adı olarak vardı ve 6. yüzyılda da artık devlet ve millet adı haline de gelmişti.

Kökü TUR veya TÜR olan bu isim, yalnız Altaylardaki ve bozkırlardaki İlk Türklerde değil, Hazar denizi civarından Orta Doğu’ya, Yakın Doğu’ya ve Akdeniz’in iki kıyısına, ayrıca Hindistan ve Tanrıdağ bölgelerine de yayılan Ön-Türklerde bile sık sık rastlanıyor.

“Türük”, “Törük” gibi şekilleri de var.17 Türk Toplumu tarih boyunca başka isimlerle anılmış olmalarına rağmen, temelde hep¬sinin soy adı olarak “TÜR” “TUR” veya “TÜRK” kelimemin bulunduğunu yukar¬da gördük. Şimdi bu adın anlamına bakalım. Burada da karanlık hüküm sürüyor. Dilciler bir birinden ayrı tezler ileri sürüyorlar.

Sosyal bilimler açısından en güvenilir olanı, “TÜR” kökünden, “türemiş”, yani “cins-ırk”, “insan”, “yaratık” şeklindeki izahtır. Sosyal antropologlar, dünyada her toplumun kendine İlk yakıştırdığı ad “insan” olduğunu ispatlamışlardır, Tür-Türük-türemiş, yürümek’ten Yürü-Yürük gibi çekimler almıştır demişlerdir:

Sevgili Okurlar,

İskit” kavimlerinden Tyrkae (Jyrkae)i Türk olduğu üzerinde durulmuş, Thrak adı “Türk” olarak değerlendirilmiş, Hind kaynaklarındaki Turukha veya Türüşka (yahut Turuşka) adını “Türk” ile birleştirilmiş, Ön Asya çivi yazılı metinlerde ülke adı olarak görülen Tourki kelimesi ile ve Asurca çivi yazılı vesikalardaki Turukku okunabilen kavim adı ile “Türk” sözünün münasebeti zaman zaman Hamit Zübeyir Koşay, Zeki Velidi Togan, Hüseyin Namık Orkun gibi tarihçilerimiz tarafından dile getirilmiştir.

Türk sözü Uygurca eski metinlerde kuvvet anlamında, cins ismi olarak ta geçmektedir. Eski Türk oymak ve kişi adları arasında bu anlama gelen pek çok söz bulunur.

Bu nazariyenin aksi de düşünülebi¬lir; Türkler “Türk” adıyla tanındıktan sonra, güçlü kuvvetli oluşları yüzünden ismi hasları, sıfat olarak dile girmiş olabilir. Fransızların “Fort comme un Turc” (“Türk gibi kuvvetli”) atasözünde ol¬duğu gibi (Farsçada “Türk”, “güzel” anlamında sıfat olarak kullanılır).

“Türk” kelimesi “kuvvet” manası ifade etmiş olduğundan kelimenin o halinde bir kök olacağı da zannolunuyor. Fakat “Turan” ve “Türk” kelimelerinin kökü “tur” (Tür”) kelimesinin de olabilir. Mesela “Tur + an” bu kelimenin İran’ca, “Tur+k” ise onun Yafethi lisanlarınca ve Fin-Ogur lisanlarından olması muhtemeldir.

Bu eski izi, M.Ö, 1400’lerde de yakalıyoruz; Türk’ler Orta Asya’dan doğru¬dan doğruya (veya Sümer ilinden geçerek) önce Kars civarlarına gelmişler, son¬ra Ege kıyılarına kadar göçüp, orada denizci bir toplum haline gelerek Akdeniz’e iyice açılmışlardır.

Mısırlılar onlardan tarihlerinde, “başlarında tüyler takılı “Tu-ruşka” deniz savaşçıları” diye bahsetmişlerdir. Hintliler bugün bile Türklere “Tu-ruşk” ve “Turuhka” dediklerine göre Mısırlıların M.Ö. 1400’lerde kullandıkları “Turuşka” adının “Türk” kelimesinin bir şekli olduğunu kabul edebiliriz. ön As¬ya çivi yazılarında da var.

Türşka’kaların bir başka göçü İtalya’nın kuzey-batı böl¬gesine yerleşen ve M.Ö. 800’lerde ünleri iyice parlayacak olan “Etrüsklerdir. Sonradan Romalıların taktıkları, kelime başı harflerini atarsak, “(E)Trüsk” kavim adıyla ve soykütükleri olan (Rasena-Asena) bozkurt totemiyle karşı karşıya kalırız.

İşte bu “TRÜSK” adı, “TURUŞKA” gibi, Türk adının en eski izidir. Etrüsk’ün İtalya’daki diğer izleri de hep (E) ile değil (T) ile başlar: yaşadıkları toprakların adı “Tuskan” idi (bugün de “Tuscany” denir). Kıyılarıyla başlayan denizin adı -bugün de- “Tirhen”dir.

“Tirşen” ve “Turski” adlara da rastlıyoruz.

Sevgili Okurlar,

Görülüyor ki Göktürk devletinin kuruluşuna kadar Çin sınırından Volga kıyılarına kadar uzayan ve tek bir ad ile adlandırılan Boy budun Kavim veya Devlet halinde yaşayan zaman zaman birbiriyle de savaşan büyük bir Türk kavimler birliği bulunmaktaydı.

Türkler ile münasebette bulunan tüm kavim veya devletler Türkler için hanedan veya devlet adını ifade ettikten sonra soylarını ifade içinse “Türk” manasına veya kullandıkları dil yapısına ve söyleniş tarzına uygun gelen sözler “Türk” adına uyacak adlar ile hitap ediyorlardı.

Turukku, Tik, Trüsk veya Turuşka derken kendi dillerinin yapısına uygun olarak “TÜRK” diyorlardı.

Sevgili Okurlar,

Bu gün ikinci bölümünü sunduğumuz ve üç bölüm halinde hazırlamakta olduğumuz çalışmamız bu konuda yapılmış en geniş ve kapsamlı çalışmadır.

3. bölümde "Türk Adı"nı anlatmaya devam edeceğiz.

Yarından sonra Arap,Acem,Çin kaynaklarına göre Türklerin Karakter özelliklerini anlatacağız.

Sevgiler Saygılar

12.Mayıs 2016

TANER ÜNAL




MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...