CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

GERCEK LIDER KIMDIR ?

Değerli arkadaşlar,

19 Mayıs Atatürk’ümüzü anma, Gençlik ve Spor Bayramımızı kutlamak hepimizin görevidir. Bu kutlama amacıyla sizlere yüce önderimizin dünyaca kabul edilmiş liderlik özelliklerini dile getiren, 10.11.2008 tarihli yazımı yeniden göndermek istedim.
 
AB-D emperyalizminin oyunları ile çökertilen bir imparatorluktan, yeni bir bağımsız ulus devleti, TÜRKİYE CUMHURİYETİ’ni yaratan yüce önderimizin liderlik özelliklerini, tüm yöneticilerimizin bilmesini ve örnek almasını temenni ediyorum.
 
Özellikle güncel dedikodular yerine, güzel ülkemizin ulusal sorunlarının irdelenmesini ve çözüm üretecek projelerin dile getirilmesini bekliyorum.
 
Sevgi ve saygılarımla (18.05.2012).
Prof.Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR
 
 
GERÇEK LİDER KİMDİR?
 
Bir ulusun ruhu esir alınmadıkça, bir ulusun azim ve iradesi kırılmadıkça o ulusa hâkim olmanın olanağı yoktur. Asırların yarattığı ulusal bir ruha, kuvvetli ve daimî bir ulusal iradeye hiçbir kuvvet karşı koyamaz (01.09.1924).
Mustafa Kemal ATATÜRK
 
1)Ataturk  Erzincan
Erzincan dağlarından
Değerli arkadaşlar,
Yüce önderimiz, bir kez daha 20. yüzyılın lideri seçilmiştir (Mayıs-2008). ABD’de Brown Üniversitesi öğretim görevlisi Profesör Arnold Ludwig, geliştirdiği bir metodoloji sonucunda, Atatürk’ün 20. yüzyılın en büyük siyasi lideri olduğunu ortaya koydu. 11 kategoriye göre seçilen liderler sıralamasında 31 puanla Atamız birinci olurken, Mao Zedung ve Franklin Roosevelt 30 puanla ikinci olmuşlardır. Dünyayı karıştıran Bush ise 15 puan almış.
 
Değerli arkadaşlar,
Ülkemizde de Sn. Adnan Nur BAYKAL YÖNETİCİLER İÇİN BİR BAKIŞ: Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Liderlik Sırları (Nordstern İmtaş Sigorta katkılarıyla) isimli kitabında; önce 50 maddelik bir YÖNETİCİLİK VE LİDERLİK ÖZELLİKLERİ listesi çıkarmış.
 
Sonra da NUTUK’u, Atatürkün diğer söylev ve demeçlerini, Atatürk’e ilişkin 100’ün üzerinde kitabı taramış. Ardından ”50 özellik” sınıflandırmasına uyarak Atatürk’ten alıntılar yapmış ve derlediği anektodları da bunlara eklemiş. Böylece yöneticilik ilkelerini çok iyi bilen bir liderimiz ile bugünün yöneticileri arasında, ilginç bir köprü kurmuş.
 
Buna göre, yüce önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleri ile bu özellikler arasında kurulan ilişkilerden bazılarını bilgilerinize sunmak isterim.
 
  • Karşısındakini dinleme alışkanlığı: “Birbirimizi uyarmakta ve haklı tenkit etmekte yalnız fayda vardır, bundan asla zarar gelmez. Fakat aksinden çok zarar görüleceği tecrübelerle sabittir.”
  • Hedefe yönelik kararlılık: “Maksadımız, gün kazanmak değil, bütün hayatımızı hakiki hedeflere sevk ederek, en nihayet millete bir gün eliyle tutacağı maddi eserler vermektir.”
  • İnsana değer verme: “Sermayenin azlığına bakarak cesaretiniz kırılmasın. Böyle müesseseler için en kuvvetli sermaye, zeka, dikkat, iffettir. Teknik ve metodik çalışmasını bilmektir. Bu düşünce ile işe sarılınız, muhakkak başarılı olursunuz.”
  • Yaptığı işe inanma: “İhtirassız hiçbir şey meydana getirilemez. Gerçek olan budur. Ama ihtirasın, millet yolunda, halk için bir gayeye yönelmesi şarttır.”
  • Mükemmeliyetçi olma: “Ben ancak daha iyisini yapabileceğim şeyi tahrip ederim. Yapamayacağım şeyi tahrip etmem.”
  • Problem çözücü olma: “Zorlukları çözen kimse olmak isteyenlerin ilk yapacakları, olayın içyüzünü bilip, ona uymak olmalıdır.”
  • Programlı olma: “Uygulamayı bir takım evrelere ayırmak ve adım adım ilerleyerek amaca ulaşmaya çalışmak gerekiyordu. Başarı için pratik ve güvenilir yol her evreyi vakti geldikçe uygulamaktı.”
  • Strateji bilincine sahip olma: “Sınırlı vasıtalarla büyük işler görmenin denenmiş biricik usulü, kuvvetlerimizi dağıtmamak, mevcut vasıtaların hepsini gayelerimizin en önemli olanları üzerinde toplamaktır.”
  • Vizyon sahibi olma: “Değişikliklerin sabit ve belirli vaziyetleri yoktur. Ama bu değişiklikler, faal insanlar için imkan ve kolaylık hazırlar.”
  • Yönetme yeteneği: “Her vaziyette, her meselede talimat verenle o talimatı uzakta ve bilhassa talimat verenin temasta bulunmadığı şartlar altında uygulayan arasında görüş ayrılıkları olabilir. Asıl hedefin korunması şartıyla durum, hal ve icaba göre idare olunur.”
  • Zamanlama: “İlerde yapacağım şeyi bana şimdiden söyletmeyiniz.”
Değerli arkadaşlar,
 
Gerçek bir liderimiz olduğu için ne kadar övünsek azdır. Ulusal bağımsızlığımızı sağlayan, ulus devlet olmamızı gerçekleştiren önderimiz ve onun ilke ve devrimleri, emperyalist ülkelerin kirli amaçları için en büyük engeldir.
 
Örneğin; Yüce önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK’ün ilke ve devrimleri, AB tarafından en büyük engel olarak görülmektedir. Hollandalı 30 yıllık politikacı, Hıristiyan Demokrat parlamenter Oostlander tarafından Mart-2003 de hazırlanan ön raporda, KEMALİZM ilkeleri, AB’ye üye olmamız için en büyük engel olarak tanımlanmıştır.
 
Yine Avrupa Parlamentosu’nun bir İngiliz milletvekili Andrew Duff de basın toplantısı düzenlemiş ve şöyle demişti: ‘Devlet dairelerinden Atatürk’ün resimlerinin kaldırılması zamanı geldi. Türkiye bunu yapmalıdır.’
 
Neden ondan bu kadar korkuyorlar, neden onun ilke ve devrimlerinden bu kadar çekiniyorlar?
 
Lütfen düşünün ve gereken yorumu yapın.
 
Hiç kimse onu aklımızdan ve kalbimizden silemez, onun ilke ve devrimlerini yok edemez, kaldıramaz.
 
Onu sonsuza dek yaşatacağız.
 
Sevgi ve saygılarımla (10.11.2008).
Prof.Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR

12 Eylül Karanlığına Karşı 'Aydınlar Dilekçesi' Güncelliğini Koruyor


15 Mayıs 1984 tarihinde Aydınlar Dilekçesini Cumhurbaşkanlığı Köşküne sunan heyette Prof. Fehmi Yavuz, sözcü Prof. Hüsnü Göksel, Bilgesu Erenus, Aziz Nesin, Esin Afşar ve Prof. Bahri Savcı yer alıyordu.
12 Eylül darbesi karanlığı döneminde bir grup aydının öncülüğünde hazırlanan ve binlerce aydının imzasıyla 15 Mayıs 1984 günü sunulan “Aydınlar Dilekçesi” boyun eğmemenin mirası olarak güncelliğini koruyor.
12 Eylül darbesi karanlığı döneminde bir grup aydının öncülüğünde hazırlanan ve binlerce aydının imzasıyla 15 Mayıs 1984 günü yayınlanan “Aydınlar Dilekçesi” boyun eğmemenin mirası olarak güncelliğini koruyor. 12 Eylül darbesi döneminde yaşanan hak gasplarına ve faşizmin ağırlığına karşı bir araya gelen aydınlar, yaşananlar karşısında taleplerini sıraladıkları bir dilekçe hazırladılar. Aralarında Aziz Nesin, Uğur Mumcu, Halit Çelenk, Yalçın Küçük, Erdal Öz gibi aydınların bir araya gelerek oluşturdukları ve yaklaşık 1300 imzayla desteklenen dilekçe, 5 Mart 1984 tarihinde Altındağ 1 no.lu Noterliği’ne sunulmasının ardından 15 Mayıs 1984’te Cumhurbaşkanlığı ve TBMM Başkanlığı’na verildi.
Dilekçeye sıkıyönetim yasağı
“Aydınlar Dilekçesi” olarak bilinen girişim, çok sayıda aydının katıldığı çeşitli toplantılarda belirlenen görüşlerin yazmanlar kurulu tarafından kaleme alınmasıyla dilekçe haline getirildi. “Türkiye’de Demokratik Düzene İlişkin Gözlem ve İstemler” başlığıyla hazırlanan dilekçe, Cumhurbaşkanlığı ve TBMM Başkanlığı’na verildiği gün Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından yasaklandı.
Dilekçe ve imzalara el konuldu
Aydınlar Dilekçesi’ni hazırlayan ve imzalayan bazı isimler hakkında Kenan Evren’in “vatan hainliği” suçlamasıyla da dilekçenin yayınlandığı tarihten 5 gün sonra dava açıldı. 20 Mayıs 1984’te Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı’nın Sıkıyönetim Askeri Savcılığı’nca açılan dava sonrası dilekçe ve imzalara el konuldu.
Aydınlar Dilekçesi davasında 59 kişi yargılandı
Aydınlar Dilekçesi’ni hazırlayanlar arasında Aziz Nesin, Yalçın Küçük, Halit Çelenk, Uğur Mumcu, İlhan Selçuk, İlhan Tekeli, Mete Tunçay, Haluk Gerger gibi birçok isim bulundu. Ahmet Taner Kışlalı, Vedat Türkali, Hikmet Çetin, Mustafa Balbay, Emil Galip Sandalcı, Erdal Öz, Esin Afşar, Bilgesu Erenus gibi isimlerle birlikte 1300’ü bulan imzayla desteklenen dilekçe hakkında açılan davada 59 kişi yargılandı.
Dava sanıkların lehine sonuçlandı
“Sıkıyönetim yasaklarına aykırı olarak bildiri dağıtmak” suçundan Ankara 1 no.lu Sıkıyönetim Mahkemesi’nde görülen, 18 Ağustos 1984 tarihinde ilk duruşması yapılan dava, 7 Şubat 1986'da tüm sanıkların lehine sonuçlandı.
Aziz Nesin, dava savunmasının bir bölümünde şu ifadeleri kullandı:
"Bizler bu dilekçeyi yazar ve imzalarken bunun karşılığında aydın olduğumuz için bir minnet beklemiyorduk ve aydın olmanın ayrıcalıklarından yararlanmaya kalkmış değildik. Emekli olduktan sonra holdinglerin yönetim kurullarında ve büyük sermayeli ticaret kuruluşlarında ve bankalarda ve benzeri büyük sermaye gruplarında ve özel girişim kuruluşlarında ve dış alım- satım firmalarında, yüksek çıkarlar karşılığında hiç anlamadıkları işlerde ve hiç çalışmadan görev alan ve aç gözleri hiç doymayan yaşlı kişilerin aydın olduklarını söylemelerinden utanmaları nasıl gerekirse, bu dilekçeyi yazıp imzalamak karşılığında bugünkü yönetimin tutumunu bildiğimizden nimet değil külfet, ödül değil ceza bekleyen bizler de kendimizi aydın sanmaktan onur duymaktayız.
Bu dilekçeyi imzalayanlar arasında salt ulusal düzeyde değil uluslararası düzeyde sanatçılar, yazarlar, gazeteciler, bilimciler, hukukçular, eski bakanlar vardır. Bunlar aydın değillerse, Türkiye’de Aydın ilinden başka aydın kalmaz."
Dilekçede neler ifade edildi?
Birçok aydının bir yandan imzalarıyla destek vermeye devam ettiği öte yandan yargılama sürecinde bazı imzaların geri çekildiği, 12 Eylül karanlığına karşı hatırı sayılır önemi bulunan, “Aydınlar Dilekçesi” içerisinde hangi ifadeler yer aldı?
“Akılcı yöntemlerle aydınlık geleceğe inanıyoruz”
“Türkiye’de Demokratik Düzene İlişkin Gözlem ve İstemler” başlığıyla 6 sayfa olarak hazırlanan dilekçe, Türkiye’de yaşanan ağır bunalım sürecine değinilerek, “Biz Türk aydınları, eksiklerimizin ve sorumluluğumuzun öneminin ve önceliğinin bilincindeyiz. Bu bilinç, bize toplumumuzun sağlıklı ve güvenli bir düzene geçişiyle ilgili görüşlerimizi açıklama görev ve hakkını vermektedir. Bizler toplumumuzun akılcı yöntemler kullanarak aydınlık bir geleceğe ulaşacağına coşkuyla inanıyoruz” ifadeleriyle de şu şekilde sunuldu:
“Düşünce üretmek bunalım değil toplumsal canlılığın gereği”
“Halkımız, çağdaş toplumlarda geçerli insan haklarının tümüne layıktır ve bunlara eksiksiz olarak sahip olmalıdır. Ülkemizin, insan haklarının güvenceleri yurt dışında tartışılır bir ülke durumuna düşürülmüş olmasını onur kırıcı buluyoruz. Yaşam hakkı ve insanca yaşama, örgütlü ve toplumsal varolmanın çağımızda hiçbir gerekçe ile ortadan kaldırılamayacak baş amacıdır; doğal ve kutsal bir haktır. Bu hakkın anlam kazanması, düşünceyi özgürce açıklamaya, geliştirmeye ve etrafında örgütlenmeye bağlıdır. Bireylerimizin yeni ve değişik düşünce üretmelerini, gösterilmeye çalışıldığı gibi, bunalımların nedeni değil, toplumsal canlılığın gereği sayıyoruz.”
“İşkence insanlığa karşı işlenen suçtur”
“İnsanların son sığınağı olan adalet, insanca yaşamın da başlıca dayanağıdır” denilen dilekçede, yargı kararı olmaksızın yurttaşların haklarının kısılması, siyasal hakların ellerden alınmasının toplumsal yıkımlara yol açacağı belirtildi. İşkencenin ise insanlığa karşı işlenen suç olduğu vurgulanan metinde şu ifadeler yer aldı:
“İşkencenin kaldırılması için önlemler alınmalıdır”
“Varlığı yasal kararlarla da kanıtlanan işkence insanlığa karşı suçtur. İşkencenin yargısız, peşin ve ilkel bir cezalandırma alışkanlığına dönüştürülmüş olmasından endişe ediyoruz. Ayrıca, özgürlüğü sınırlama amacını aşan cezaevi koşullarını da eziyet ve işkence sayıyoruz. İşkencenin büsbütün ortadan kaldırılması için gerekli önlemler alınmalıdır.”
Kapsamlı af talebi
Ölüm cezalarının kaldırılması gereğine inandıklarını ve görülmekte olan davaların bir an önce sonuçlandırılması gerektiği görüşü paylaşılan dilekçede, “Suçları oluşturan, toplumsal ve siyasal koşullardır. Türkiye'nin içinde yaşadığı çalkantılı dönemin topluma yüklediği sorumluluk unutulmamalıdır. Bu nedenlerden ötürü ve sosyal barışa katkıda bulunmak için kapsamlı bir affı kaçınılmaz görüyoruz” talebi de yer aldı.
“Örgütlenme hakkı güvenceye kavuşturulmalı”
Siyasi partiler, sendikalar, mesleki kuruluşlar ve derneklerle birlikte birey ve grupların demokratik özgürlüklerini korumak, örgütlenme ve katılım haklarını güvencelere kavuşturmak gerektiği belirtilen dilekçede, çok yönlü kamuoyunun oluşması ve TRT’nin özerkliğinin sağlanması gerektiği de ifade edildi.
"Eğitimin temel amacı üretici insan yetiştirmek"
Ayrıca eğitimin temel amacının özgür düşünceli, bilgili, becerili ve üretici insan yetiştirmek olduğunu belirten aydınlar, eğitime ilişkin görüşlerini de şu şekilde açıkladı:
“Bütün yüksek öğretim kurumlarının, atamalarla oluşturulan aşırı yetkili bir kurulun buyruğuna verilmesi, hem gençlerin iyi yetiştirilmesini, hem de bilim yapılmasını şimdiden engellediği gibi ülkenin geleceği için büyük kaygılar da doğurmaktadır. Bu nedenle, YÖK düzeninin bir an önce seçim ilkesine dayalı özerklik yönünde değiştirilmesini gerekli görüyoruz.”
“Topluma karşı sorumlulukların bilincindeyiz”
Dilekçede, her türlü sanat yapıtlarının üretiminde ve yayımında özgürlüğü, kültürel yaratıyı sınırlayan sansürün toptan kaldırılması ve ceza sorumluluğunun yalnız olağan yargı mercilerince saptanması gerektiği kanaati de belirtildi. “Aydınlar dilekçesi” şu şekilde sonlandırdı:
“Bütün bunlarıın ışığında, topluma karşı sorumluluklarının bilincinde olan bizler, çağdaş demokrasinin, ayrı ayrı ülkelerin özel koşullarına göre uygulamadaki değişikliklere karşın, değişmeyen bir özü olduğuna bu özü oluşturan kurum ve ilkelerin bizim ulusumuzca da benimsenmiş bulunduğuna, bunlara aykırı düşen yasal düzenleme ve uygulamaların demokratik yöntemlerle ortadan kaldırılması gerektiğine, yaşadığımız bunalımdan, böylelikle, sağlıklı ve güvenli olarak çıkılacağına olanca içtenliğimizle inanmaktayız.”
(soL – Haber Merkezi)

ERMENI IFTIRALARINA BATI DESTEGININ ANLAMI VE ONLEMENIN YOLU!

Prof. Dr. Ozer OZANKAYA

YaklasIk 40 yildanberi, bir cok Batili devlet, Osmanli Devletinin son doneminde Dogu ve Guney Anadolu’da ozellikle Rusya, Ingiltere, Fransa ve Amerike’nin kiskirttigi Ermeni – Turk kanli kavgalarindan Turk ulusunu ve Tukiye Cumhuriyeti Devleti’ni sorumlu tutmak, ustelik bunu “Ermenilere karsi soykirim„ gibi sunmak haksizligini isleyegelmektedirler. Bu ulkelerin nesnellik olcutlerine uyma geregini gozardi eden politikacilari, “Turkler Ermenilere soykirim uygulamislardir„ diyen Parlamento kararlari almakta, bu savin dogru olmadigini soylemeyi suc sayan ve cezalandiran yasalar bile cikarmaktadilar!

Demokrasi ve baris ilkelerine taban tabana zit olan bu tutumu, Turkiye’nin yuklu tutarda ornegin Fransiz helikopteri, Alman Tanki ya da Amerikan ucagi ... satinalmasi ve benzeri odunler karsiliginda, kimi kez gecici olarak unutmus gorunmekte, kimi kez parlamentolarina dek getirmekle birlikte cogunluk oyuna ulasmamasina calisacaklari sozlerini vermekte, Turk hukumetlerinden odun uzerine odun koparmaya calismaktadirlar.

Nesnellik bilimin de, demokrasinin de, uluslar arasinda barisin da en temel geregidir. Ben de bir toplumbilimci niteligimle, bu konuya iliskin gozlem ve degerlendirmelerimi, kati savlar olarak degil, elestiriye acik onermeler olarak sunmak istiyorum.

I. SOYKIRIMI, AMA TURK'E KARSI GIRISILMIS SOYKIRIMI!

Osmanli Devleti'nin tarih sayfalarina gocme sureci, bilindigi gibi, dogal kaynaklar ve pazar arayisindaki sanayilesmis Batili devletlerin kendi aralarindaki cikar cekismeleri yuzunden, Osmanli uyrugu halklarin her yonden yikimlara ugratilmasi esliginde gerceklesti. Bu yikimlarin en buyugunu Osmanli Devletinin asil yukunu cektigi halde her turlu gelismenin disinda tutulan Turk kesimi yasadi. Amerikali Goc Tarihcisi Prof. Justine McCarthy’nin gercek arastirmalara dayali yapitlarinda sergilendigi uzere, Osmanli'nin Turk uyruklari, devletin bati eyaletlerindeki 500 yillik Turk yurdu Rumeli'den (ABD'nin tum tarihinin 225 yildan ibaret oldugu dusunulsun!) her turlu insan haklari cignenerek sokulup sokulup atildiklari gibi, dogusunda da yapay olarak bir Ermenistan yaratabilmek ugruna Turk nufustan arindirilmis bir bolge olusturulmak istenmis ve Ingiliz, Rus, Fransiz kiskirtma ve silahli destegi ile kurulan Ermeni ceteleri kadin, yasli, cocuk demeden "yalnizca Turk oldugu icin" Turkleri kiyimdan gecirmege ve bolgeden kacirmaga kalkismislardir. Ermeni nufus cogunlugu da binlerce yillik Turk
vatandaslarina karsi islenen bu cinayetlere bas kaldirmamis ya da kaldiramamistir.

Ancak Turklere karsi uygulanan kiyim Osmanli'nin Bati eyaletlerinde basarili oldugu halde Dogu'da basarili olamamis, Osmanli Devleti buradaki cogunluk Turk nufusu korumak ve Rusya ile savasirken arkadan hancerlenmeyi onlemek icin Ermeni uyruklarini ulkenin guneyindeki bolgelere zorunlu goce tabi tutmustur. Bu, sIk sIk soylendigi gibi, yalniz Carlik Rusyasiyla savasmakta olan Osmanli Ordusunun iki ates arasinda kalmamasi icin basvurulmus bir onlem degildir. Turke karsi girisilen soykirim cinayetlerine karsi koymayan ya da koyamayan ve saldirilara ortak olan Ermeni nufusun, bir daha Turk komsulariyla baris icinde birlikte yasama sansi da kalmamisti.

Bunun icin de o bolgeden baska yere gocurulmeleri zorunluluk olmustu. Turk Bagimsizlik Savasi sirasinda da Adana, Maras, Gaziantep .. yoresinde Fransiz uniformasi altinda Turklere saldirtilmalari, Dunya Savasi sirasinda zorunlu olarak goc ettirilen Ermenilerin Cumhuriyetin kurulmasi uzerine yurtlarina donmelerini daha da olanaksiz duruma getirmistir. Goruldugu gibi Dogu Anadolu'daki Ermeni halk, Batili devletlerin cikar hesaplarina arac olmaya hayir demedikleri, diyemedikleri icin, bu bolgedeki binlerce yillik varliklarina kendi elleriyle son vermislerdir!

Ama Ermeni siyasetcileri ve onlari kiskirtmis olmanin sorumlulugunu tasiyan Siyaset Batisi, 1970'lerden baslayarak olaylari tam anlamiyla ters-yuz etmege baslamis, oldurulen, yurdundan ve ocagindan surulen ve mesru savunma durumunda birakilan Turkler insan degil de hamam bocegi imis gibi, onlara karsi baslatilan bu soykirim saldirisindan hic soz etmeden, sanki 'Osmanli Devleti ve Turk halki Almanlarin, Ruslarin, Ispanyollarin Yahudilere yaptigi gibi, durduk yerde Ermenilere karsi soykirimi uygulamistir.' diyen bir propaganda makinesini isletmege baslamislardir.

Turkiye Cumhuriyeti, durustlukle izledigi barisci politika geregi gecmisin bugunumuzu zehirlememesine ozen gosterir ve Ermeni cetelerin ve onlara uyan Ermeni halkin kiyimlari ile onlari destekleyen somurgeci devletlerin sorumluluklarini gundemden dusururken, bu soylu politikasi onlar tarafindan kendisine karsi silah olarak kullanilmaya baslanmistir.

Oysa bir ulusa iftira etmek, soykirim girisiminin ta kendisidir!

II. SOYKIRIM SAVI NEDEN BIR KARACALMADAN IBARETTIR?

Bu propagandalarin yalandan baska birsey olmadigi matematiksel bir kesinlikle bircok kez kanitlanmistir, dedim. Bunun yalnizca birkac ornegini sunmak isterim. Bu ornekler, kanimca, dogruya saygisi olan herkesi inandirmaya yetecek acikliktadir. Buna karsin sozkonusu propaganda makinesinin neden isletildigi ve Turkiye'nin bunu neden
onleyemedigi, konunun baska bir yonudur ve ona iliskin tahminlerimi daha sonra belirtecegim.

Ermeni savlarinin birer karacalmadan ibaret oldugunu gostermege yetecek nitelikteki kanitlarin bir bolumu sunlardir :

1) Osmanli Devleti, Birinci Dunya Savasina Almanya'nin gudumundeki Enver Pasa ve benzeri devlet yoneticilerinin cabalariyla suruklenmisti. Butunuyle Osmanli Ordusu savas boyunca "Alman Askeri Egitim Kurulu"nu olusturan Alman generallerinin dogrudan dogruya komutasi altina sokulmustu. Liman von Sanders'ler, Falkenhein'lar bunun canli kanitlaridir.

Eger Osmanli Devleti Ermeni uyruklarina karsi bir soykirim uygulamis olsaydi, Alman hukumeti bunu belgeleyecek olanaklara en cok sahip olacak konumda bulunuyordu. Oysa bugune degin Alman arsivlerinde boyle bir belge bulunup ortaya cikarilamamistir!

2) Savas sonrasinda Mondros silah birakismasini imzalayan Osmanli devleti butun yonetimiyle Ingiliz, Fransiz ve Itayan isgalcilerine teslim oldu. Savas suclulari mahkemelere verildi, Maltalara suruldu. Ama Osmanli Devletinin butun arsivlerine el koymus olan savas galibi bu devletler, Ermenilere karsi soykirim uygulandigina iliskin hicbir kanit bulamamis, boyle herhangi bir yargida da bulunamamislardir.

Ingiliz, Fransiz, Rus ve Italyan arsivlerinde boyle herhangi bir kanit bulunsaydi bugune degin bin kez dunyaya duyurulmus olurdu.

3) Silah Birakismasi ve Kurtulus Savasi yillarinda Amerika'nin Istanbul Baskonsolosu Morgenthau, Amerikan hukumetinin Ermeni savlarini arastirmak uzere gorevli gonderdigi General Mosley ve General Hardord'un hepsi de bir soykirimindan degil, "Karsilikli birbirini oldurme" olayindan soz edilebilecegini, bu catismalarda Turklerin daha buyuk kayiplara ugradigini belirtmislerdir. Oldurmegi kimlerin baslattigi konusunda ise, beklenebilecegi gibi, sessiz kalmislardir. Eger Turkler baslatmis olsaydi sessiz kalmayacaklari aciktir.

4) Daha 1877 Osmanli - Rus Savasi oncesinde Ingiltere, kendi somurgeci cikarlarinin tehlikeye girecegini gorerek, Rusya'nin Ermenileri baskidan koruma bahanesiyle Osmanli Devletine saldirmasina karsi cikmak uzere, durumu yerinde gozlemlemesi icin bir Kirallik Yuzbasisini gorevlendirmisti. Butun Anadolu'yu at sirtinda gezen Captain Peebody, Five Hundred Miles On Horseback in Asia Minor adli gezi notlarinda  baskiya ugramak soyle dursun, toplumun en varlikli ve gonencli kesimi oldugunu Ermenilerin, olsa olsa Ermenilerin Osmanli Devletine karsi sadakatlarinda bir kusur bulundugunun soylenebilecegini gozlemlemistir.

5) Adana-Maras bolgesinde Fransiz uniformasi altinda Ermenileri Turk komsularina saldirttiktan bir sure sonra, Ankara Hukumetiyle anlasmaya varan Fransa’nin Basbakani Clémenceau, “Ermeniler, baslarina gelenlerden, kendilerinden baska hic kimseyi suclayamazlar.„ demekteydi.

E) Turkiye'de bir Ermeni soykirimi yasanmis olsaydi, bunun Ataturk doneminde neden hic agza alinmadigi, tam tersine neden Ataturk Turkiyesi’nin, boyle bir savdan tek sozcukle bile soz edilmeksizin, ozel olarak Milletler Cemiyeti uyeligine davet edildigi, sorulmaya deger bir durumdur.

6) Turkiye'de Ermenilere karsi soykirimi yapilmis olsaydi Almanlarin Yahudilere uyguladigi soykirimindan kacan yuzlerce Yahudi bilim, sanat ve dusun adami ile Nazilere baskaldiran bircok Alman bilim, sanat ve dusun adami kusku yok ki ABD, Isvicre, Kanada vb. ulkelere gidebilecekken Ataturk Turkiyesine gelmek istemezlerdi;

Turkiye'de tam bir ozgurluk ortaminda yasayabileceklerini dusunemezlerdi.

7) Ermenileri yuzyillarca "en bagli uyruk" anlamina gelen "Teb'a-i sadika" diye niteleyen, devletin sadrazamlik dahil en yuksek makamlarinda gorevlendiren, saray mimarlarini kusaklar boyunca hep Ermenilerden (ornegin Balyan ailesinden) secen Osmanli Devletinin, muzik de dahil kulturun her alaninda Turklerle en cok kaynasmis olan, Ermeni alfabesiyle Turk dilinde kitaplar basan, evlerinde bile yogun bicimde Turkce konusan uyruklarina soykirim uygulamasina olanak yoktur.

8) Bugun bile dunyanin bircok ulkesinde yasamakta olan Ermeniler, evlerinde ve kendi aralarinda sIk sIk Turkce konusmaktadirlar. Binlerce yillik yurtlari olan Anadolu'dan bir soykirim sonucunda gocmek zorunda kalmis olsalardi, herhalde Turkce konusmayi surdurmeyi akillarindan bile gecirmezlerdi.

II.

Bir ulusa soy kirimi iftirasi yapmak, kendi basina bir soykirimidir!

Bunu, soz konusu I. Dunya Savasi boyunca ordusunu bile Alman komutanlarinin dogrudan buyrugu altina sokacak olcude –bizce ahmakca- bir “Almanya bagliligi„ sergilemis olan muttefikine karsi yapmak, “dostluga sadakat„ ilkesiyle bagdasmaz.

Buna ek olarak, 3,5 milyon Turk butun gencligini, uretken yillarini Alman toplumunun refahina harcamisken, Turkiye Cumhuriyeti de ABD'den sonra en buyuk orduyu besleyerek, bir yandan, alman sanayisine pazar saglayarak ve bunun icin kendi sanayilesmesini ve demiryollarini baltalayarak, ote yandan Sovyet yayilmasini onlemek uzere NATO icinde soguk savasin en buyuk riskini ustlenerek Almanya'nin gelismesini kolaylastirmis iken, Alman hukumetlerinin hem kendi ulkelerindeki 3,5 milyon Turke, hem de butunuyle Turk ulusuna ve Turkiye Cumhuriyeti'ne en agir hakarette bulunmasi da baslibasina bir jenosid sucu olmaktadir, kanisindayim.

Alman hukumetlerinin, bu ulkedeki Turklerin demokratik haklarini bilincle kullanabilen orgutlu bir birlik olmasini onlemek icin onlar arasinda kurt - turk, alevi - sunni, laik - seriatci, nurcu - suleymanci … gibi bolunmeler olusmasini ozellikle desteklemesi de, insan haklarina yonelik, soykirimi sayilabilecek nitelikte saldirgan tutumlar ve eylemler sayilmak gerekir.

III. BATILI DEVLETLER BU GOZUPEKLIGI NASIL GOSTEREBILIYORLAR?

Soykirimi savinin bir karacalmadan baska birsey olmadigini ortaya koyan, ancak birkacini saydigimiz, boylesine acik ve kesin kanitlara karsin soz konusu iftiranin surdurulebilmekte olmasinin nedenleri neler olabilir?

Bir ulus icin izlenecek en dogru strateji, cagdas bir kultur sahibi olmaktir. Baska deyisle yonetiminin demokratik, felsefe, bilim ve sanatinin ozgur, ekonomisinin ileri sanayiye ve ileri teknolojiye dayali, dilinin geliskin bir yazi dili olmasi, bir ulusu en yuksek guvenlik duzeyinde yasatir.

Batili devletlerin Turk ulusuna „Ermeni Soykirimi“ karacalmasini bunca pervasizca yapabilmesinin bana gore basta gelen nedeni, 1946'dan sonra Turkiye'yi yoneten politikacilarin, Turk ulusuna boyle bir cagdas kultur duzeyine yukselme yollarini acan ve Turkiye Cumhuriyeti devletini guclu ve saygin kilan Cumhuriyet aydinlanmasini surdurecek yerde, ucuz yoldan iktidarda kalip bencil cikarlarin hizmetinde olmayi yeglemeleri, bunun icin de henuz Cumhuriyet aydinlanmasinin ulasamadigi, cogu yolsuz ve okulsuz 40.000 koy ile bir o kadar kucuk yerlesim yerlerinde yasayan ve halkin % 80'ini olusturan koylu yiginlarini yeniden ortacag artigi seyhlik, agalik, tarikacilik, ufurukculuk vb. kurumlarin pencesine dusurmeleri olmustur.

Uluslararasi iliskilerin felsefesi, hala , Ataturk'un dedigi gibi "acgozluluk, cekememezlik ve kin uzerine dayali olmakta" suregidiyor. Bu ortamda bir ulus icin tek guvence bilim, sanat, teknik, ekonomi ve dusunus bicimi acilarindan en cok guclu olmakla saglanabilir.

Bunlardan yoksun birakilmaya baslanan bir ulus ve onun devleti, gercekte zayif dusuruluyor demektir.

Iste 1946 sonrasinin basit politikacilari, Ataturk Cumhuriyetinin Turk ulusunu ve devletini guclu kilan kurum ve politikalarini baltalamakla onu gucsuzlestirmege baslamis, somurgeciligi hala ayip saymayan kimi Batili devletler bundan yureklenerek, hem Ataturk modelinin tum Islam dunyasina ve tum somurulen uluslara ornek olmasini engellemek, hem de Turkiye gibi genis bir ulkeyi yeniden somurge durumuna indirgemek
uzere, Turkiye Cumhuriyeti ile Turk ulusuna saldirilarini yavas yavas yenilemege, hem de bu saldirilarin bir bolumunu, sagcisi ve solcusu ile bagnaz kafali ve/ya da cikarci politikacilar, yazar-cizerler, sozde-profesorler ... araciligiyla sanki Turkiye'ye "yardim" imis gibi yutturmaya koyulmuslardir.

Ermeni soykirimi savlari da bu saldirilardan baslica bir tanesidir.

IV. SONUC

Ermeni iftiralarina kesin bir son vermek ve bunlarin helikopter alimlarimiz sirasinda acikca yapildigi gibi Turkiye'yi haraca baglamada bir tur santaj araci olarak kullanilmasini onlemek icin, Turk hukumetleri ve dis temsilciliklerimizin yetkilileri, yukardaki gercekleri gur sesle bir kez ve son kez olmak uzere dile getirmeli, onlari gormezlikten gelerek parlamentolarina ve uluslararasi ortamlara Ermeni iftiralarini tasiyan hukumetlere bu davranisin Turkiye tarafindan "dusmanca eylem" sayilacagini ve ona gore karsilik gorecegini acik ve kesin bir bicimde bildirmelidirler.

Ama bunu yapabilmeleri icin once Turk hukumetlerinin gercekten demokratik, yani her eyleminin hesabini Turk ulusuna vermek yukumlulugunun bilincinde, bilimin ve erdemin yolunda guclu hukumetler olmasi, icerde ve disardaki gorevlilerin de partizan olculerle degil, gercekten Turk ulusunun mesru cikarlarini koruyup kollayacak yeterlikte olma olcusune gore secilip calistirilan gorevliler olmasi zorunludur. Bilim ve yayin dunyamizin da demokratik yurttaslik sorumluluguyla bu yolda etkin destek vermeyi basarmalidir.

Yarim yuzyildan beri bu olculerden uzaklasildikca Turk ulusuna ve Turkiye Cumhuriyeti'ne karsi ic ve dis saldirilarin da arttigina tanik olmaktayiz.

.

NARSİZM VE TÜRKİYE GERÇEĞİ

Hon.Prof.Dr.Nurullah AYDIN
7 Mayıs 2012-ANKARA

Toplum da denge bozulmuş, insanlar şaşkındır. Bugününden endişeli, yarınlarından emin değildir. Milli ve manevi değerler altüst edilmiş durumdadır. Türk kimliği, Türk tarihi, Türk mitolojileri, Türk kahramanları, Türk kültür ve değerleri bırakılmış, bir kesim Avrupa/ABD kültür ve değerleri peşinde, bir kesim ise Arapçılığı İslam diye benimsetme çabasındadır.


İnsanlar arası güvensizlik kuşku artmış, kin nefret ve öfke dalgaları toplumun hemen her kesiminde yayılmış durumdadır.

Toplumda doğal olarak farklılar vardır, olacaktır. Bu toplumun zenginliğidir. Ancak bir görüş bir kimlik bir anlayışın despotik olarak egemen kılınması toplum dengesini bozar.

Küçük farklılıklar narsizminin toplumlarda Grup Narsizmi olarak tezahür ettiğini ilk tespit eden de Eric Fromm'dur. Eric Frokmm Sevgi ve Şiddetin Kaynağı adlı eserinde Freud'un teorilerini temel almış, bu teorilere kendi psiko-analitik kavramlarıyla açıklık getirmiştir. Hayatı boyunca karıncayı bile incitmemiş bir İnsan nasıl oluyor da savaş sırasında onlarca İnsanı öldürmeyi göze alabiliyor sorusuna yanıt aramıştır.

İnsanların şiddete yöneliminde üç olgu vardır.Bunlar; ölüm sevgisi, hastalıklı narsizm ve sembiotik ensest saplantısıdır. Fromm'a göre; bu üç yönelim bir araya geldiğinde çürüme sendromu oluşur. Çürüme sendromuna karşı olmak için de Gelişme sendromu olarak ifade edilen bir terim kullanır. Gelişme sendromu ölüm sevgisine karşı hayata bağlılık, narsizme karşı insan sevgisi ve sembiotik ensest saplantısına karşı ise bağımsızlık duygusunu ifade eder.

Çürüme ve Gelişme sendromları konularını ilgilendirmesi bakımdan bireysel ve toplumsal narsizmi incelemeye devam edersek, aşın narsist kişi dış gerçeklerle bütün bağlarını koparmış ve gerçeğin yerine kendini koymuştur. Narsist kişilerin genellikle önemsiz bir söz ettiği zaman dahi, sanki çok önemli bir şey söylemiş gibi hissettiği gözlenir. Narsist bireyde dikkati çeken bir başka husus ise yaptıkları ve ürettikleri ile değil, sahip olduklarıyla övünmesidir. Böyle bir kişi; sahip olduğu bir özellikten ötürü zaten büyük olduğunu ve bu yüzden yeni birşeyler başarmak için çaba göstermesine gerek olmadığını düşünür.

Aşırı narsist bir birey, eleştirilince yoğun öfkeyle, şiddetle tepki gösterir. Kısaca aşırı narsizmin sonuçları adaletsizlik, öfke ve depresyondur.

Bireysel narsizmin biyolojik bir fonksiyonu olduğu gibi toplumsal narsizmin de toplumsal bir fonksiyonu vardır. Ekonomik ve kültürel açıdan yoksul olan toplumun üyeleri için tek doyum kaynağı o topluma ait olmaktan kaynaklanan narsist gururdur. Bu grubun narsizmi, yaralandığı zaman bireysel narsizmde rastlanılan öfke ve şiddet tepkisi görülür. Tarihe göz attığımızda bir bayrağın çiğnenmesi, inanılan tanrıya, krala ya da öndere hakaret, v.b toplumlarda şiddetli intikam duyguları yaratmış bu da sonuçta savaşlara yol açmıştır.

Çünkü; yaralı narsizm, ancak saldırgan ezilirse, ya da hakaret geri alınırsa iyileşebilir

Grup narsizmi tarihte birçok şekil almıştır: dinsel, milli, siyasal gibi. İnsanın tam olarak olgunlaşması, hem bireysel hem de grup bağlamında Narsizmden kurtulmasına bağlıdır.

Dini ve Etnik Bölücülük, Türk toplumundaki Freud ve Fromm'un açıkladığı' Bireysel ve Grup Narsizmini kamçılayarak fay hatları oluşturmaya çalışmaktadır. Esas olan küçük farklılıkları görmeye çalışmaktan ziyade daha fazla olan müşterekleri ortaya çıkarmaktır. 

Dini ve Etnik bölücülük emperyalizme ne kadar muhtaçsa, emperyalizm de etnik bölücülüğe o kadar muhtaçtır. O bakımdan milletler için geçerli olan milli yapının korunmasında esas olan, Milli devletin kurumları güçlendirilmelidir. Bu da ancak Milli devlet temelinde yetişmiş bilinçli insanlarla olur.  Türkiye’nin gerek kendi içinde gerekse bölgesinde yol haritası gereklidir. Emperyalizme karşı mücadelenin tek yolu ezilen milletlerin ittifakından geçmektedir. 

Şurası unutulmamalıdır ki; anti-emperyalist olmadan milli/Ulusalcı/milliyetçi olunmaz. Her anti-emperyalist mücadele de adına ne denirse desin, Milli/Ulusalcı/Milliyetçi bir mücadeledir.

Her türlü psikolojik savaş saldırılarına rağmen, Milli Devlet, Güçlü İktidar, Milli Ekonomi, Milli Ordu yolunda ısrarla yürüyenler her zaman olmuştur. Yine olacaktır.

Günün Sözü: Milli ve manevi değerlerini savunan, koruyan, egemen kılan toplumlar, mutlu,  güçlü ve saygın olurlar.

.

Deniz'in Babasına Mektubu

Turhan Feyizoğlu 6 Mayıs 2007

Deniz Gezmiş'in 1971 yılında babasına yazdığı mektuptan:

"Baba, sana her zaman müteşekkirim. Çünkü Kemalist düşünceyle yetiştirdin beni.

Küçüklüğümden beri evde devamlı Kurtuluş Savaşı anılarıyla büyüdüm. Ve o zamandan beri yabancılardan nefret ettim.

Baba, biz Türkiye'nin 2. kurtuluş savaşçılarıyız.

Elbette ki hapislere atılacağız, kurşunlanacağız da. Tıpkı 1. Kurtuluş Savaşı'nda olduğu gibi.

Ama bu toprakları yabancılara bırakmıyacağız. Ve bir gün mutlaka yeneceğiz onları.

Düşün baba, bugün hükümet, işini gücünü bırakmış bizimle uğraşıyor.

Çünkü bizden başka gerçek muhalefet kalmamış durumda.

Ve hepsi Kemalist çizgiden sapmışlar. Ve tarih önünde hüküm giymiş durumdadırlar.

Biz çoktan onları tarihin çöplüğüne atmış durumdayız.

Baba, mektubuma son verirken seni, annemi, Bora'yı, Hamdi'yi devrimciliğimin olanca ateşiyle kucaklarım.

Ya vatan ya ölüm."

*

Deniz'in dedeleri İkizdere'nin Cimil köyünden.

Konya'dan Cimil'e gelen ailenin en büyüğü Mustafa Ağa'dır.

Gezmiş ailesi, Oğuz Türklerinden.
*

Gezmiş ailesi, zaman içerisinde Cimil köyünden Türkiye'nin değişik bölgelerine ekonomik nedenlerle göç ettikleri zaman Deniz Gezmiş'in dedesi de Erzurum'a gitmiş.

Deniz Gezmiş'in dedeleri, ilk önce Erzurum'un Ovacık nahiyesi Çıkrıklı köyüne yerleşmiş.

*

Gezmiş ailesi, Çıkrıklı köyünde uzun bir süre yaşadıktan sonra Birinci Dünya Savaşı ile Türk Kurtuluş Savaşında yaşanan olaylar nedeniyle Ilıca'ya bağlı Beypınar (Eski adı Öznü) köyüne yerleşmişti.

Birinci Dünya Savaşı ve Türk Kurtuluş Savaşı döneminde Ermeni çetecilerin yaptığı katliamlara bölgedeki Türkler direnmişlerdi.

Gezmiş ailesi de, diğer yurttaşlarında katılımıyla-desteğ iyle birlikte direnerek Ermeni çetecileri Ovacık bucağına sokmamışlardı.

Türk direnişçiler, Ermeni çetecilerin Erzurum Aşkale'den İspir'e giden yol bağlantısını kesmişler İspir bölgesinde büyük katliamlara yol açmalarını bir ölçüde engellemişlerdi.

*

Fakat Ermeni çeteleri, Erzurum bölgesinde Türk katliamları yaptı.

Erzurum ovasında Alaca köyü ve çevresinde katliamlar yapan Ermeni çeteler Efraim Gezmiş'i bu direniş sırasında katletmişlerdi.

*

Cemil Gezmiş, yaptığı bir açıklamada, Kurtuluş Savaşı döneminde Gezmiş ailesinin katkılarını şöyle anlatmıştı:

"Anne tarafından dedem, Balkan Savaşı'na askeri lise öğrencisi olarak katılmış, Kurtuluş Savaşı'nda yaralanmış ve İstiklal Madalyası almış şerefli bir subaydır.

Baba tarafından dedem, Sarıkamış Muhaberebesi'nde Moskof ordularına karşı savaşırken esir düşmüş ve üç yıl Sibirya ormanlarında işkence çekmiştir.

Gezmişoğulları Birinci Dünya Savaşı'nda onaltı şehit bir vermiş bir ailedir.

Babamın üç dayısı Erzurum'un geri alınmasında Ermeniler tarafından şehit edilmişti."

*

Erzurum Kongresi'nde Mustafa Kemal'e yardımcı olanlardan birisi de Deniz'in babası Cemil Gezmiş'in amcası Tabip Tevfik Bey'di.

Erzurum'un ilk baş tabibi olan Tevfik Bey, Erzurum Kongresindeki katkılarının yanı sıra Mustafa Kemal'in çok önem verdiği uçak sanayisinin oluşturulması amacıyla kurdurduğu Tayyare Cemiyeti'nin Erzurum Şube Başkanlığ'ını yapmıştı.

*

Deniz de, Türk Kurtuluş Savaşı'nın hedefiyle yetişmişti.

Deniz'in dedeleri birinci kurtuluş savaşçısıydı Deniz de ikinci kurtuluş savaşçısıydı.

Türkiye'nin bağımsızlığı için yaşamı pahasına mücadele veren herkesi sevgiyle anıyorum.

*

Turhan Feyizoğlu


.
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...