BELGE 94
17 Ağustos 1922 Tarihli RKP MK Politbürosu Oturumu Protokolünden
“CEMAL PAŞA, İNGİLİZ AJANLARININ YÖNLENDİRMESİYLE TAŞNAKLAR TARAFINDAN ÖLDÜRÜLDÜ”
Katılanlar:
Politbüro üyeleri (Kamenyev, Troçki, Stalin, Rıkov, Kalinin (yedek) (yarım saat gecikmeyle) Yoldaşlar.
RKP MK üyeleri Rakovski, Yaroslavski, Rudzutak, Kuybışev, Radek Yoldaşlar.
8. Cemal Paşa ve Taşnaklar hakkında
(Stalin, Karahan Yoldaşlar)
Radek Yoldaş’a, suikastın (muhtemelen İngiliz emperyalizmi ajanlarının yönlendirmesiyle) Taşnaklar tarafından gerçekleştirilmiş olması ve suçluların mahkemeye verileceği konusunda hükümet bildiriminin hazırlanması hususunda görev verilmiştir. Metinle ilgili olarak Stalin Yoldaş’ın oluru alınacaktır.
(RGASPİ fond 17, liste 3, dosya 308, yaprak 1, 3)
Bu milletin tek sahibi var: Kendisi!
Yüksek Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur. İşte parola budur. Türk gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir. Biz de bunu görmekle bahtiyar olacağız. -Mustafa Kemal Atatürk
BELGE 80
BELGE 80
Taşnakların Son Başbakanı Vratsyan’ın Yayın Organları Araç’ın 3 Aralık 1920 Tarihli Sayısında Yayımlanan Makalesinden
“İTİLAF DEVLETLERİ’NİN ÇIKARLARI İÇİN ERMENİSTAN’I KOMŞULARIMIZLA BİTMEYEN SAVAŞLARIN ARENASINA ÇEVİRDİK”
(…) Bugüne kadar Ermenistan, İtilaf Devletleri’nin, özellikle de İngiliz politikasının etkisi altındaydı. Onların etki alanından çıktığımız bugün şunu söylemek zorundayız ki, İtilaf Devletleri’yle işbirliği bize oldukça zarar vermiştir. Öyle ki İtilaf Devletleri’nin çıkarları için Ermenistan’ı komşularımızla bitmeyen savaşların arenasına çevirdik. (…)
(RGASPİ fond 80, liste 4, dosya 83, yaprak 136)
Taşnakların Son Başbakanı Vratsyan’ın Yayın Organları Araç’ın 3 Aralık 1920 Tarihli Sayısında Yayımlanan Makalesinden
“İTİLAF DEVLETLERİ’NİN ÇIKARLARI İÇİN ERMENİSTAN’I KOMŞULARIMIZLA BİTMEYEN SAVAŞLARIN ARENASINA ÇEVİRDİK”
(…) Bugüne kadar Ermenistan, İtilaf Devletleri’nin, özellikle de İngiliz politikasının etkisi altındaydı. Onların etki alanından çıktığımız bugün şunu söylemek zorundayız ki, İtilaf Devletleri’yle işbirliği bize oldukça zarar vermiştir. Öyle ki İtilaf Devletleri’nin çıkarları için Ermenistan’ı komşularımızla bitmeyen savaşların arenasına çevirdik. (…)
(RGASPİ fond 80, liste 4, dosya 83, yaprak 136)
BELGE 74
BELGE 74
Stalin’in Çiçerin’e Bakû’den Telgrafı
“TÜRKLERİN ERMENİLERE SALDIRILARININ BOYUTLARIYLA İLGİLİ SÖYLENTİLER, İTİLAF AJANLARI TARAFINDAN ABARTILMAKTADIR”
No. 3680
3/XI.1920
Bakû
Moskova Çiçerin’e.
(…) Uyarıyorum, ilk olarak, Türklerin Ermenilere saldırılarının boyutlarıyla ilgili söylentiler, İtilaf Devletleri ajanları tarafından kasıtlı olarak abartılmaktadır. Niye söylentilere kulak asıyorsunuz; sakin davranın. (…)
3 Kasım 1920. Stalin.
(RGASPİ fond 558, liste 1, dosya 1985, yaprak 4)
Stalin’in Çiçerin’e Bakû’den Telgrafı
“TÜRKLERİN ERMENİLERE SALDIRILARININ BOYUTLARIYLA İLGİLİ SÖYLENTİLER, İTİLAF AJANLARI TARAFINDAN ABARTILMAKTADIR”
No. 3680
3/XI.1920
Bakû
Moskova Çiçerin’e.
(…) Uyarıyorum, ilk olarak, Türklerin Ermenilere saldırılarının boyutlarıyla ilgili söylentiler, İtilaf Devletleri ajanları tarafından kasıtlı olarak abartılmaktadır. Niye söylentilere kulak asıyorsunuz; sakin davranın. (…)
3 Kasım 1920. Stalin.
(RGASPİ fond 558, liste 1, dosya 1985, yaprak 4)
Amerika'da Ermeni Meselesinin Doğuşu ve Gelişimi - Dr. Galip Baysan
Ermeni Soykırımını Tanıma yasası, tıpkı Fransa ve benzeri batılı Hıristiyan devletlerinde olduğu gibi ABD'de de önümüzdeki günlerde Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler komitesi tarafından yeniden ele alınacaktır.
Dr. M. Galip BAYSAN ANKARA, 09 Aralık 2007
( 19 YÜZYIL)
Yasa tasarısının Komiteye bağlı Avrupa Alt komitesinde Mart ayında ele alınması beklenmektedir. Diğer ülkelerde olduğu gibi ABD Temsilciler Meclisinin de bu sene kanun teklifini kabul etme ihtimalinin yüksek olduğu tahmin edilmekle birlikte, Türkiye ile ilişkilerin zarar görmemesi bakımından Hükümetin bu tasarıya karşı çıkacağına inanılmaktadır. Amerikan halkının bu konuya neden bu kadar ilgi gösterdiği ve 1915 olaylarını bir soykırım olarak tanımaya neden bu kadar hazır olduğu Türk kamu oyunca pek bilinmeyen ve garipsenen bir durumdur. Ancak geçmişte Ermeni olaylarının en fazla işlendiği toplum Fransa ve İngiltere'den de çok Amerikan halkıdır. Günümüzde ABD 'de meydana gelecek gelişmeleri değerlendirebilmek için olayların başlangıcı ile ilgili bilgilerin hatırlanmasının yararlı olacağına inanıyoruz.
E.M. Earle adlı bir bilim adamı bir yazısında bu konuda şu bilgileri veriyor:
"Yakın Doğu ile ilgili Amerikan kamu oyu hemen hemen bir asırdır misyonerler tarafından şekillendiriliyor. Eğer Amerikan Kamu oyu bir konuda habersiz kalmış,yanlış bilgilendirilmiş veya ön yargılı kılınmışlarsa bütün bunların ayıbı misyonerlere aittir. Hıristiyanlığı yayma amacı ile tarihin çarptırılması,Müslümanlar ve İslamiyet aleyhinde yetersiz, yanlış, bazen de kaba saba bir görünüm uyanmasına neden oluyordu. Bilinçli bir şekilde güzel düşünceler telkin etmeye çalışırken,bilinçsizce yanlış anlamaların tohumları ekiliyordu."(1)
Türkiye'ye gelen ilk Hıristiyan misyonerlerin "British And Foreign Bible Society" Britanya ve Yabancılar İncil Cemiyetine mensup oldukları ve bu teşkilatın 1804'te kurulmasından sonra İzmir'den Anadolu içine misyonerler yolladığı bilinmektedir. Osmanlı toplumunda ilk misyonerler 1819'da İzmir'de görüldüler. 1829'da İstanbul'da bir büro açtılar ve ilk misyonerleri Doğu Anadolu'ya gönderdiler. Misyonerler 1834'te İstanbul'da bir Ermeni Lisesi kurdular. Okul çok rağbet gördü ama Ermeni Patriğinin şikayeti üzerine kapatıldı.(2)
Osmanlı Devleti bünyesinde yaşayan Ermeniler, çoğunlukla 5.yy.da kurulan Ermeni Gregoryan Kilisesine bağlı iken, 19 yy. başlarından itibaren dışardan gelen misyonerlerin saldırısına uğradılar. Zaman zaman Patrikhanenin müdahalelerine rağmen Gregoryen Kilisesinin yanında, Fransızların çabası ile Katolik Kilisesi (1830),İngilizlerin himayeleri ve Amerikalıların yoğun çalışmaları sonucu Protestan Kilisesi(1850) oluştu. (3)
Müslümanları ve Yahudileri Hıristiyanlaştırmak ayrıca Ortodoks Rum,Bulgar ve Sırpları kendi mezheplerine çevirmek için Türkiye'ye gelen misyonerler (özellikle Amerikan Misyonerleri) başarısız oldular.Başarısız olacaklarını anlayınca da Osmanlı Topraklarında yaşayan Hıristiyan toplumların aralarına karıştılar ve dinsel faaliyetleri dışında eğitim faaliyetlerine ağırlık verdiler.Kiliselerin yanında okullar açmaya başladılar. Tanzimat ve Islahat Fermanları döneminin yarattığı hoşgörü ortamında, devletin kendilerine karşı gösterdiği anlayışı istismar ederek Türkler aleyhinde yoğun bir şekilde faaliyette bulunmaya başladılar.1860 yılından sonra eğitim faaliyetlerinin ön plana çıktığı bir döneme girilmiştir.(4)
Tesis edilen okullar başlangıçta birkaç öğrenci ile öğrenime başlamaktaydılar.Çoğunlukla misyoner veya misyonerlerin yaşadıkları evlerde faaliyete geçen okullar daha sonra büyütülüyor ve okul haline getiriliyorlardı. Bunlardan biri, daha sonra "Üsküdar Amerikan Kız Koleji" olarak tanımlanacak Gedik Paşa Kız Okulu 3,Mardin Erkek Lisesi ise 20 öğrenci ile küçük mekanlarda öğrenime başlamışlardı.(5) Okulları destekleyen yabancı devletlerin ve kilise örgütlerinin katkıları oldukça fazlaydı.Bu konuda katkılar bazen doğrudan doğruya okula, bazen de ilgili misyoner teşkilatına yapılabiliyordu. Fransa Hükümeti Osmanlı topraklarında faaliyet gösteren kurumlara yılda 1.200.000 Frank katkıda bulunuyordu.Rusya buna yakın bir miktar,İtalya ise 1.000.000 Frank civarında bir meblağ ile faaliyetleri destekliyordu. Bölgede yaşayan zengin Gayrimüslimlerin de büyük katkıları oluyordu ama en büyük yardımlardan biri Okyanusun ötesinden,ABD'den geliyordu. Mesela sadece "1914 yılında Amerikan misyoner okullarına yapılan yatırım miktarı 39.524.000 Dolar" kadardı. (6)
1890'lı yıllarda Misyonerler bir uçtan diğerine bütün Osmanlı topraklarına yayılmış, sadece Ermenilerin değil bütün Hıristiyan toplumların yanı başında, her konuda onlara cesaret, destek, yön veren ve devlet aleyhinde harekete geçmeyi teşvik eden bir konumda bulunuyorlardı. Adli Kapitülasyonlar nedeni ile bir suç işlemeleri halinde tutuklanamıyor, yargılanamıyor ve bütün ülkelerin misyonları kendileri için olumsuz kabul ettikleri her olayda sıkı bir dayanışma içine giriyor,birbirlerine destek veriyorlardı. Osmanlı toprağında bu yıllardaki misyoner okulların sayısı 624'ü bulmuştu.Sadece Protestan okullarında okuyan öğrencilerin sayısı 27.000'i aşıyordu.(7) Bu misyoner teşkilatlarındaki öğretmenler Ermeni ve Hıristiyan gençlere sadece ihtilalci fikirler aşılamakla yetinmemiş, onları azgın bir Türk düşmanı olarak yetiştirirken diğer taraftan onlara silah yapmasını ve kullanmasını da öğretmişlerdir.(8)
Yine aynı dönemde Amerikan Misyonerlerin idaresinde 436 kilise ve okulu bulunurken, mahalli yardımcıları ile birlikte misyoner sayısı 1317'yi bulmuştu. Rus ve Fransız misyonerlerin sayısı da küçümsenmeyecek miktardaydı.(9) Görüldüğü gibi Osmanlı Devleti, dünyanın hiçbir özgür ülkesinde, hiçbir zaman rastlanmayacak bir şekilde,devasa boyutta bir İngiliz, Fransız, Amerikan. Rus, Alman ve İtalyan Kilise örgütleri temsilcilerinin işgali altında bulunuyor gibiydi. Bu insanlar politika dışında olması gerekirken boğazlarına kadar din yanlısı bir politikaya bulaşmışlardı ve hatta yerli Gayrimüslim tebaayı, kendi devleti aleyhine isyana teşvik eden ve buna paralel olarak da dış dünyaya Türkleri kötü tanıtan, bütün bir Hıristiyan Batı Dünyasının görüşlerine değer verdiği en önemli kurum durumunda bulunuyorlardı. Bu konuda görevli elemanların kendi ifadeleri ile bir iki örnek vermek isteriz.
AMERİKAN VE DİĞER MİSYONER OKULLARIN ETKİNLİKLERİ
Kendisi de bir kilise adamı olan Henry Tozer Harputdaki Amerikan Koleji Müdürü M.Wheeler ile bir görüşmesinden sonraki izlemini şu sözlerle anlatıyor;
" ...Misyonerler prensip olarak politikanın dışında kalmakla beraber, dolaylı olarak Avrupa Konsoloslarına benzer bir etkiye sahiptiler.Mr.Wheeler bana Sir Henry Layard (1878-1880 yılları arasında İstanbul'daki İngiliz Büyükelçisi) ile sık sık yazıştığını söyledi. Bölgede ne olup bittiği hakkında kendisine bilgi verilmesini istiyormuş. Bu temaslar sayesinde, bir süre evvel misyonerlere karşı antipatisini açıkça belirtmekte olan bir Paşa, İstanbul'dan sert bir ihtar almıştı."(10)
Kapitülasyonlar sayesinde yabancılara tanınan hakları çok iyi bilen Robert Kolej Müdürü Cyrus Hamlin , Amerikan Elçisi Edward Joy Morrisi okulun haklarını yeterli ölçüde korumadığı, hatta Rom sevkıyatı işi ile okullardan fazla ilgilendiği gerekçesiyle Amerikan hükümetine şikayet etmiştir. (11)
Şu satırlar da Robert Kolejde yıllarca görev yapmış Bulgar asıllı George Washborn'un İstanbul'da 50 yıl / Fifty Years in Constantinopolis adlı kitabından alınmıştır. ( Bu kitap aynı zamanda batıya hitap eden kişilerin Türkleri nasıl tanıttığının en önemli belgelerinden birisi sayılmalıdır. Kitap o kadar düşmanca yazılmıştır ki 300 küsur sayfalık anılar arasında, Türklerin lehinde sayılacak bir tek cümle bile bulmak hemen hemen imkansızdır)
"1875 yılında kolej 137 yatılı ve 30 gündüz öğrencisi ile açıldı. Yatılı 137 öğrencinin 33'ü Bulgardı (Diğerleri Rum,Sırp;Romen ve Ermeni çocukları idi), 1976 yılında okul 15 mezun verdi; 7 Bulgar.7 Ermeni ve 1 Yunan. Bütün Bulgar öğrenciler Bulgaristan'da seçkin görevlerde bulundular.(12) Bu Sonbaharda okul seçkin İngiliz ziyaretçilerin akınına uğradı.Bunların arasında ünlü devlet adamları ve etkin kişiler vardı, Lord Campbell ve Lady Strongford ilk gelenlerdendi. Lady Strangford özellikle Balkanlarla ilgileniyordu ve Kolejimizin Bulgarlarla ilişkisi de esasen bütün Avrupa tarafından biliniyordu. Biz Bulgaristan'daki Soykırımı önlemek için her şeyi yaptık (1876). Yaptığımız her girişimi her hafta bay Roberte bildiriyor ve onun onayını alıyorduk. Türklerin en büyük destekçisi olan İngiliz Elçisi Sir Henry Elliot'u ve İngiltere'deki güçlü dostlarımızı etkilemeye çalıştık.Bundan daha onur verici bir iş yapabilir miydik? (bilemem ancak) Sir Henry Elliot ve İngiltere'nin Türkiye'ye karşı tutumu tamamen değişti."(13)
Gerçekten de İngiltere'nin Osmanlı Politikası 1878 yılından sonra tamamen değişmiş özellikle iktidarda da olsalar, muhalefette de kalsalar Gladstone ve Lord Salisbury liderliğindeki Muhafazakarlar ve Liberaller, Rusya'dan daha katı bir Türk Düşmanlığı Politikasını benimsemişlerdir.
Van Ermeni okulu öğretmeni Mıgırdıç Portakalyan 1885 senesinde Avrupa'ya kaçarak Armenia adında bir gazete çıkarmaya başladı. Minas Çeraz adlı bir başka Ermeni de Patiste yine ayni adla bir gazete çıkarmaya başladı. Bu gazeteler Doğu Anadolu'daki alelade zabıta olaylarına bölgedeki yabancı devletler konsoloslarının da yardımı ile siyasi bir renk vererek Türkiye aleyhinde yayınlar yapmaya başladılar. Bunlarla birlikte Avrupa ve Amerika'da yayınlanan basın organları "Zalim Türklerin masum Ermeni toplumuna zulüm yaptığını" söylemeğe başladılar. En fazla istismar ettikleri konular,Hıristiyan Batı dünyasını tahrik edercesine rahatsız edecek,Hıristiyan çocukların ailelerinden zorla alınıp Müslüman yapılması, kadınların yine zorla aile ve çocuklarından koparılarak Türklerin haremine dahil edilmesi, Müslümanlaştırılması, erkeklere işkence ve baskı uygulanması ve akla sığmayacak derecede zalimane tecavüz hikayeleri ard arda sıralanıyordu.(14)
1887 yılında Hınçak ve 1890 yılında da Taşnaksutyun ( veya kısaca Taşnak) adlı Ermeni örgütlerinin kurulmasından sonra Avrupa ülkeleri ve Amerikalı görevlilerin yardımı ile Ermeni direniş ve propagandası daha sistemli bir şekil almaya başladı. İngiltere Başbakanı, 1876 yılındaki Bulgar isyanı sırasında Türklerin Bulgarlara soykırım yaptığı iddiası taşıyan broşürleri bizzat kaleme alan ve piyasada 100.000 lerce nüsha satılan ve Hıristiyan dünyasını baştan başa etkileyen iddiaların sahibi Başbakan Gladstone,1894 yılında Ermeni temsilcileri Londra'ya davet etti ve onların hem Londra'da hem de diğer başkentlerde organize olmalarını sağladı. Kitab-ı Mukaddes'in yayılması için kurulmuş cemiyetler Ermeni konusunu kutsal bir dava kabul edip sahip çıktılar.(15) Bütün yayınların ve propaganda sisteminin temelinde ne olduğunu Fransa Dışişleri Bakanı M.Honatoux 3 kasım 1896 yılında Parlamentoda yaptığı konuşmada şöyle açıklıyor:
"Hedef alınan amaç şuydu: daima Osmanlı Devletinin haksızca davranışlarını, zulümlerini, kötülüklerini yayınlayıp Avrupa müdahalesini çekmek ve müdahale fikrini yavaş yavaş geliştirmek, Avrupa'ya Doğu işlerinde arzusunu kuvvetle duyurmak için bir çok defa yaptığı gibi Haçlılar fikrini aşılamaktır." (16)
Türkiye'deki misyonerler kendi ırksal ve dinsel üstün görme anlayışını yetiştirdikleri Ermenilere de aşılamışlar ve onların milliyetçilik duygularının gelişmesini sağlamışlardır. Amerikan Board'ın resmi bir yazısında Ermenilerden; "Doğunun Anglo Saxonları olarak tanımlanacak asil bir ırk" olarak söz edilmektedir. (17) Amerikan okullarının Ermeni milliyetçilerine endirekt yoldan yardımı, onların ABD'deki kurumlaşma çabalarını geliştirmek olmuştur. Misyonerler Protestan Ermenilerle kendi okullarında yetişen öğrencilerin Amerika'ya gitmelerine yardımcı olmuşlar ve böylece Osmanlı topraklarından Amerika'ya devamlı bir göç akımı sağlamışlardır. Bu gün ABD ve Kanada'da yerleşmiş olan Ermenilerin çoğunun ataları bu dönemlerde göçmüşler ve gittikleri bölgelerde resmi ve Kilise örgütlerinden büyük destek görmüşlerdir. Ermeni ihtilalci örgütleri Amerika'da oldukça faaldiler ve davaları için büyük miktarlarda yardım topladılar.Bundan da önemlisi geri dönenler Amerikan pasaportu alabiliyor ve Kapitülasyon haklarından yararlanarak hiçbir takibata uğramadan serbestçe faaliyet gösterebiliyorlardı.(18)
AMERİKAN MİSYONERLERİN ERMENİ İSYANLARINDAKİ ROLÜ
1878 Berlin Anlaşmasından birkaç ay geçmeden İngilizlerin Ermenilere ilgi duyması üzerine 8 İngiliz askeri konsolosu, Sultanın Doğu Anadolu'da reformlar yapmasını garantiye almak üzere göreve atandı. ( Burada neden normal sivil konsoloslar yerine askeri konsolosların atandığını açıklamaya gerek olmadığına inanıyoruz.) Diğer ülkelerde İngilizleri takip edince özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun pek çok şehrinde yabancı misyonerler yanında temsilcilikler de oluştu. Bunların gelişi bölgede faaliyet gösteren Ermeni Milliyetçilerini heyecanlandırdı ve yabancıların kendilerine duyduğu ilgiyi abartmalarına neden oldu.(19) 1890'lı yıllardaki isyanlar bu ekipler tarafından hazırlandı ve uygulamaya kondu. Konumuzla yakın ilgisi nedeni ile bunlardan sadece biri "Merzifon İsyanını" sırasındaki gelişmeleri sizlerle paylaşmak istiyoruz.
Ayaklanma 1893 yılının 5 Ocak günü başlayacaktı. Merzifon, Amasya, Sivas. Yozgat, Kayseri ve Çorum'da kalabalık cadde ve meydanların duvarlarına asılan ilan, levha ve pankartlarla isyanın başladığı Ermeni Tebaaya duyurulacak ve aynı anda hep birlikte Türklere karşı saldırıya geçilecekti. Ama olaylar planlandığı gibi gelişmedi. Durumu anlayan görevliler bildirileri yaymakla görevli 30 kişiyi faaliyet halinde ve ellerindeki beyannamelerle birlikte yakaladılar. Tutuklananlar yargılanmak üzere Ankara'ya yollandılar.Tahkikat sırasında bu ilanların Merzifon'daki Amerikan Kolejinde hazırlandığı ve basıldığı ortaya çıktı. Bölge halkı olayı protesto etmek için bir nümayiş yaptılar. Bu nümayiş sırasında okulun bitişiğindeki bir Ermeni'ye ait, inşa halindeki binalardan biri de Hıristiyan alemini harekete geçirmek maksadı ile yakıldı. (Bina Merzifon'da hükümet tabipliği yapan bir Ermeni vatandaşındı ve inşa halinde bulunduğu için içinde bekçiden başka kimse bulunmuyordu.) Tahkikat sırasında bekçinin imdat istemeğe başlaması üzerine okul personeli tarafından susturulduğu ve okulda yangın tulumbası olduğu halde kullanılmasına izin verilmediği açığa çıktı. Buna rağmen olay Batı dünyasına farklı şekilde duyuruldu hükümetin ve halkın gösterdiği tepki abartılı bir üslupla kamu oyuna duyuruldu. Mesela yanan boş bina kasıtlı olarak bir kız lisesine dönüştürüldü ve "Merzifon'daki kız lisesinin yerle bir edildiğinden" bahsedilmeye başlandı. Bundan sonra suçluların yargılanmaması için Osmanlı Devletine büyük bir baskı uygulandı. Olayların planlayıcısı olan Amerikan Konsolosu Kapitülasyonlar nedeni ile mahkemeye getirilemiyordu,kendisi de gitmemek için elinden geleni yaptı.Amaç davayı uzatmak ve bunu Osmanlı Devletinin kasıtlı olarak yaptığını duyurmaktı. Bu da başarıldı. Avrupa Başkentlerinde bu konuya büyük önem verildi. Hatta İngiltere Parlamentosunda, Osmanlı İmparatorluğunun Ermenileri yargılamasının Berlin Kongresinin kararlarına uygun olup olmadığı tartışıldı.(20)
New York ve Filadelfiya'da karamsarlık o kadar fazla idi ki .ABD eski İstanbul Büyükelçisini Dışişleri Bakanlığına yollayarak bu işin daha fazla dallanıp budaklandırılmadan kapatılmasını istediler.Almanlar İmparatorun yakınlarından ve Protestan Kilisesinin en nüfuzlu şahsiyetlerinden Rahip Hotmanı , Berlin'den Ankara'ya göndererek suçlularla görüşmesini sağladı.(21) Hükümet dış baskılara karşı koyamadı, suçlular serbest bırakılırken iki elebaşı Padişahın emri ile yurt dışına çıkarıldı. Bu olay Anadolu'nun büyük bir kısmında hükümet otoritesini iyice zayıflattı.İyice yüreklenen Ermeni örgütleri isyanı genelleştirirken, o zamana kadar bütün baskılara rağmen ülkesine bağlılığını sürdüren Ermeniler de yavaş yavaş isyancı tarafa doğru kaymaya başladılar. 1895 ve 1896 yılları ard arda büyük Ermeni isyanları ile dolu geçti.
Bu isyanları tek taraflı ve yakından izleyen Avrupa devletleri ve basını hükümetin isyanları bastırma teşebbüslerine daima karşı çıktılar ve olaylara tek bir isim verdiler, tıpkı günümüzdeki gibi "Soykırım". Osmanlı Sultanı II.Abdülhamit'e de kan dökücü Sultan anlamına gelen "Kızıl Sultan" lakabını yakıştırdılar. Avrupa siyaset dünyasının hedefi Osmanlı Sultanına gelince onun da olaylarla ilgili görüşleri şöyleydi:
"İmparatorluğumuzun şarkında Protestan dinini yaymak gayesiyle vaazlar veren Anglo-Amerikan misyonerler, Müslüman halkı tahrik edici tarzda hareket etmişler ve kabalıkları bütün İslam alemine hakaret şeklini almıştı. Daha sonra da Ermeniler de aynı küstahlıkla hareket edebileceklerini ve aynı şekilde cezasız kalabileceklerini zannetmişlerdir." (22) " Bizden Sırbistan, Yunanistan ve Romanya'yı almakla Avrupa ellerimizi ve bacaklarımızı kesmişti. Bütün bunlara karşı Osmanlı Milleti sessiz kalmıştır, Fakat bir Ermeni sorunu yaratmak için bağrımızı deşmek istiyorsunuz. İşte buna dayanamayız. Kendimizi savunmak zorundayız ve savunacağız." (23)
Aynı günlerde başta Londra olmak üzere Avrupa başkentlerinde, bu sözlerin sahibi Sultan II. Abdülhamit'in tahttan indirilmesi ve Türkiye'nin paylaşılması tartışmaları yapılmaktaydı.(24)
Avrupa ve Amerikalıların birer "soykırım" olarak vasıflandırdığı isyanlar ve olaylara gelince ; bu konuda tarafsız bazı gözlemcilerin görüşleri şöyledir:
İngiltere'nin Erzurum Konsoloslarından M.Graves, New York Herald Gazetesi muhabiri Sidney Witman'ın bir sorusuna "Ermeni komiteleri kurulup, Ermenileri isyana teşvik etmemiş olsaydı, ne çarpışmalar olurdu ne de bir tek Ermeni ölürdü." Cevabını vermiştir. Aynı gazeteci Trabzon'da bir Musevi'nin kendisine " Eğer bu hareketlerin bir teki Rusya'da yapılmış olsaydı, bir tek Ermeni sağ bırakılmazdı" dediğini nakletmektedir. (25)
Aynı konularda Rusya'nın Erzurum ve Van Konsolosu General Mayevski'nin de görüşleri de şöyledir:
" 1895 yılına kadar Ermenilerin Türkiye'de ızdırapları, sıkıntıları hep hayali ve uydurma masallardır.Türkiye'de Ermeniler diğer yerlerdeki Ermenilerden daha fena bir durumda değildirler... Yapılan propagandalarla Türk ve genellikle Müslüman barbarlığı fikri yayılmıştır.Türklerin 5-10 yıl dinlendikten sonra, birdenbire öfkelenip hep birden ayağa kalktıkları, nerede Hıristiyan varsa onları katletmek, sürmek gerektiğine inandıkları ve bu yüzden de hiçbir sebep yokken Hıristiyanların üzerine yürüdükleri fikri saf Hıristiyanların kafasına sokulmaya çalışılmıştır....Bütün Doğu Hıristiyanların anlayışı bundan ibarettir. Şayet Türkler de gazete muhabirlerinin zihniyetinde olsalardı ve Türkiye Hıristiyanlarının durumu bunların göstermeye çalıştıkları gibi olsaydı, Türkiye'de bu güne kadar Hıristiyan kalırmıydı?.... Binlerce Ermeni'nin sefalet içinde görünmesine karşılık ısrarla sözü edilen "Türk Barbarlığına" hiçbir yerde rastlanmamıştır. Gerçekten böyle bir "Türk Barbarlığı" mevcut değildir. Bu bilimsel olarak icat edilmiş politik bir masaldır." (26)
Ama yine de bu olayların Amerika'ya yansıtılması tamamen tek yanlı olmuş ve 1896yılında tıpkı günümüzdeki gibi birkaç yasa teklifi verilmiştir. Yazarlar aşırı milliyetçilik ve Monroe Doktrinini -değiştirip, nefret edilen İngilizlerle müşterek çalışma imkanı doğuncaya kadar konuyu tahrik etmenin uygun olmayacağını anladılar. Ama yine de Amerikan halkı ,kutsal Ararat Dağı çevresinde yaşayan Nuh Peygamberin torunları ve ilk Hıristiyan toplumlardan biri olan Ermeni halkının; sırf "dinlerine bağlı olmaları " yüzünden, tıpkı ilk Hıristiyan toplumların olduğu gibi, zalim bir ulus (Türkler) tarafından ezildiğine, acı çektiğine inanacaklardı.
Dr. Galip Baysan
DİPNOTLAR
1. : G.M.Earle : Ameriken Missions in The Near East,Vol.VII.No.3 April 1929,s.417
2. : Abdurrahman Çaycı: Türk Ermeni İlişkilerinde Gerçekler s.20 ( AAM Ankara-2000) ; M.Hidayet Vahaboğlu : Osmanlıdan Günümüze Azınlık ve Yabancı Okulları.s.20-22,72-73( Ankara-1990) ; Kamuran Gürün : Ermeni Dosyası,TTK Ankara-1983,s.43
3. : Dr.Erdal İlter: Armenian Churgh And Terorism s.24-25 ( Ankara-1999)
4. : Cem Tarık Yüksel: Bir Amerikan Misyonerinin Merzifon Amerikan Koleji Hatıraları ( Bilge Cilt-7 2001,s.11) ;
5. : M.H. Vahaboğlu,age.s.76-77
6. : Uygur Kocabaşoğlu: Kendi Belgeleriyle Anadoludaki Amerika s.176 ( İstanbul-1989)
7. : A.Çaycı age.s.20
8. : Ramazan Tosun: Ermeni Meselesi Çerçevesinde Kayseride Ermeni Olayları,s.14 ( Kayseri-1997)
9. : Azmi Süslü: Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı s.47 ( Van 100.Yıl üniversitesi-1990)
10. : K.Gürün age.s.230 ( Henry Fanshawe Tozer, Turkish Armenia And Eastern Asia Minor London 1881'den alıntı)
11. : Harry N. Howard The Bicentennial in American Turkish Relations, s.298" ( Middle East J.sayı 30(3) –1976)
12. : George Washburn DD. LL. D.: fifty Years in Constantinople And Recallections of Robert Collage s.100-114 ( Boston And New York-1909)
13. : Aynı Eser S.100-104
14. : A. Alper Gazigiray: Osmanlıdan Günümüze Kadar Vesikalarla Ermeni Terörünün Kaynakları, s.86-88 (İstanbul-1982)
15. : Esat Uras : tarihte Ermeniler ve Ermeni meselesi,s.427-428 ( 2.baskı, İstanbul-1987)
16. : Aynı Eser s.428-429
17. : Justin Mc Carthy And Carolyn Mc Carthy: Turks And Armenians, s.32 (Washigton-1989)
18. : Aynı Eser s.32
19. : Alan Palmer : Osmanlı İmparatorluğu, Son Üçyüz Yıl, Bir Çöküşün Tarihi,s.196 ( Sabah-1995)
20. : Gültekin Ural : Tarihin Işığında Ermeni Dosyası,s.127 ( Kamer Yay.İstanbul-1998)
21. : Aynı Eser s.128
22. : Sultan Abdülhamit : Siyasi Hatıralarım s.64-65 ( Hareket Yay. İstanbul-1974)
23. : M.Kemal Öke : Vambery, Belgelerle Bir Devletlerarası Casusun Yaşam Öyküsü,s.104 (İst-1968)
24. : Doğan Avcıoğlu : Türkiye'nin Düzeni,s.40 ( İstanbul-1987)
25. : S.Whitman :Turkish Memories,s.74-94; E.Uras age.426-427
26. : Aynı Eser s.429 ; Azmi Süslü : Ruslara Göre Ermenilerin Türklere Yaptığı Mezalim, s.89 ( Russian View on the Attroticies Committed by The Armenians Against The Turks, Ankara Üniversitesi Basımevi,Ankara-1987)
Dr. M. Galip BAYSAN ANKARA, 09 Aralık 2007
( 19 YÜZYIL)
Yasa tasarısının Komiteye bağlı Avrupa Alt komitesinde Mart ayında ele alınması beklenmektedir. Diğer ülkelerde olduğu gibi ABD Temsilciler Meclisinin de bu sene kanun teklifini kabul etme ihtimalinin yüksek olduğu tahmin edilmekle birlikte, Türkiye ile ilişkilerin zarar görmemesi bakımından Hükümetin bu tasarıya karşı çıkacağına inanılmaktadır. Amerikan halkının bu konuya neden bu kadar ilgi gösterdiği ve 1915 olaylarını bir soykırım olarak tanımaya neden bu kadar hazır olduğu Türk kamu oyunca pek bilinmeyen ve garipsenen bir durumdur. Ancak geçmişte Ermeni olaylarının en fazla işlendiği toplum Fransa ve İngiltere'den de çok Amerikan halkıdır. Günümüzde ABD 'de meydana gelecek gelişmeleri değerlendirebilmek için olayların başlangıcı ile ilgili bilgilerin hatırlanmasının yararlı olacağına inanıyoruz.
E.M. Earle adlı bir bilim adamı bir yazısında bu konuda şu bilgileri veriyor:
"Yakın Doğu ile ilgili Amerikan kamu oyu hemen hemen bir asırdır misyonerler tarafından şekillendiriliyor. Eğer Amerikan Kamu oyu bir konuda habersiz kalmış,yanlış bilgilendirilmiş veya ön yargılı kılınmışlarsa bütün bunların ayıbı misyonerlere aittir. Hıristiyanlığı yayma amacı ile tarihin çarptırılması,Müslümanlar ve İslamiyet aleyhinde yetersiz, yanlış, bazen de kaba saba bir görünüm uyanmasına neden oluyordu. Bilinçli bir şekilde güzel düşünceler telkin etmeye çalışırken,bilinçsizce yanlış anlamaların tohumları ekiliyordu."(1)
Türkiye'ye gelen ilk Hıristiyan misyonerlerin "British And Foreign Bible Society" Britanya ve Yabancılar İncil Cemiyetine mensup oldukları ve bu teşkilatın 1804'te kurulmasından sonra İzmir'den Anadolu içine misyonerler yolladığı bilinmektedir. Osmanlı toplumunda ilk misyonerler 1819'da İzmir'de görüldüler. 1829'da İstanbul'da bir büro açtılar ve ilk misyonerleri Doğu Anadolu'ya gönderdiler. Misyonerler 1834'te İstanbul'da bir Ermeni Lisesi kurdular. Okul çok rağbet gördü ama Ermeni Patriğinin şikayeti üzerine kapatıldı.(2)
Osmanlı Devleti bünyesinde yaşayan Ermeniler, çoğunlukla 5.yy.da kurulan Ermeni Gregoryan Kilisesine bağlı iken, 19 yy. başlarından itibaren dışardan gelen misyonerlerin saldırısına uğradılar. Zaman zaman Patrikhanenin müdahalelerine rağmen Gregoryen Kilisesinin yanında, Fransızların çabası ile Katolik Kilisesi (1830),İngilizlerin himayeleri ve Amerikalıların yoğun çalışmaları sonucu Protestan Kilisesi(1850) oluştu. (3)
Müslümanları ve Yahudileri Hıristiyanlaştırmak ayrıca Ortodoks Rum,Bulgar ve Sırpları kendi mezheplerine çevirmek için Türkiye'ye gelen misyonerler (özellikle Amerikan Misyonerleri) başarısız oldular.Başarısız olacaklarını anlayınca da Osmanlı Topraklarında yaşayan Hıristiyan toplumların aralarına karıştılar ve dinsel faaliyetleri dışında eğitim faaliyetlerine ağırlık verdiler.Kiliselerin yanında okullar açmaya başladılar. Tanzimat ve Islahat Fermanları döneminin yarattığı hoşgörü ortamında, devletin kendilerine karşı gösterdiği anlayışı istismar ederek Türkler aleyhinde yoğun bir şekilde faaliyette bulunmaya başladılar.1860 yılından sonra eğitim faaliyetlerinin ön plana çıktığı bir döneme girilmiştir.(4)
Tesis edilen okullar başlangıçta birkaç öğrenci ile öğrenime başlamaktaydılar.Çoğunlukla misyoner veya misyonerlerin yaşadıkları evlerde faaliyete geçen okullar daha sonra büyütülüyor ve okul haline getiriliyorlardı. Bunlardan biri, daha sonra "Üsküdar Amerikan Kız Koleji" olarak tanımlanacak Gedik Paşa Kız Okulu 3,Mardin Erkek Lisesi ise 20 öğrenci ile küçük mekanlarda öğrenime başlamışlardı.(5) Okulları destekleyen yabancı devletlerin ve kilise örgütlerinin katkıları oldukça fazlaydı.Bu konuda katkılar bazen doğrudan doğruya okula, bazen de ilgili misyoner teşkilatına yapılabiliyordu. Fransa Hükümeti Osmanlı topraklarında faaliyet gösteren kurumlara yılda 1.200.000 Frank katkıda bulunuyordu.Rusya buna yakın bir miktar,İtalya ise 1.000.000 Frank civarında bir meblağ ile faaliyetleri destekliyordu. Bölgede yaşayan zengin Gayrimüslimlerin de büyük katkıları oluyordu ama en büyük yardımlardan biri Okyanusun ötesinden,ABD'den geliyordu. Mesela sadece "1914 yılında Amerikan misyoner okullarına yapılan yatırım miktarı 39.524.000 Dolar" kadardı. (6)
1890'lı yıllarda Misyonerler bir uçtan diğerine bütün Osmanlı topraklarına yayılmış, sadece Ermenilerin değil bütün Hıristiyan toplumların yanı başında, her konuda onlara cesaret, destek, yön veren ve devlet aleyhinde harekete geçmeyi teşvik eden bir konumda bulunuyorlardı. Adli Kapitülasyonlar nedeni ile bir suç işlemeleri halinde tutuklanamıyor, yargılanamıyor ve bütün ülkelerin misyonları kendileri için olumsuz kabul ettikleri her olayda sıkı bir dayanışma içine giriyor,birbirlerine destek veriyorlardı. Osmanlı toprağında bu yıllardaki misyoner okulların sayısı 624'ü bulmuştu.Sadece Protestan okullarında okuyan öğrencilerin sayısı 27.000'i aşıyordu.(7) Bu misyoner teşkilatlarındaki öğretmenler Ermeni ve Hıristiyan gençlere sadece ihtilalci fikirler aşılamakla yetinmemiş, onları azgın bir Türk düşmanı olarak yetiştirirken diğer taraftan onlara silah yapmasını ve kullanmasını da öğretmişlerdir.(8)
Yine aynı dönemde Amerikan Misyonerlerin idaresinde 436 kilise ve okulu bulunurken, mahalli yardımcıları ile birlikte misyoner sayısı 1317'yi bulmuştu. Rus ve Fransız misyonerlerin sayısı da küçümsenmeyecek miktardaydı.(9) Görüldüğü gibi Osmanlı Devleti, dünyanın hiçbir özgür ülkesinde, hiçbir zaman rastlanmayacak bir şekilde,devasa boyutta bir İngiliz, Fransız, Amerikan. Rus, Alman ve İtalyan Kilise örgütleri temsilcilerinin işgali altında bulunuyor gibiydi. Bu insanlar politika dışında olması gerekirken boğazlarına kadar din yanlısı bir politikaya bulaşmışlardı ve hatta yerli Gayrimüslim tebaayı, kendi devleti aleyhine isyana teşvik eden ve buna paralel olarak da dış dünyaya Türkleri kötü tanıtan, bütün bir Hıristiyan Batı Dünyasının görüşlerine değer verdiği en önemli kurum durumunda bulunuyorlardı. Bu konuda görevli elemanların kendi ifadeleri ile bir iki örnek vermek isteriz.
AMERİKAN VE DİĞER MİSYONER OKULLARIN ETKİNLİKLERİ
Kendisi de bir kilise adamı olan Henry Tozer Harputdaki Amerikan Koleji Müdürü M.Wheeler ile bir görüşmesinden sonraki izlemini şu sözlerle anlatıyor;
" ...Misyonerler prensip olarak politikanın dışında kalmakla beraber, dolaylı olarak Avrupa Konsoloslarına benzer bir etkiye sahiptiler.Mr.Wheeler bana Sir Henry Layard (1878-1880 yılları arasında İstanbul'daki İngiliz Büyükelçisi) ile sık sık yazıştığını söyledi. Bölgede ne olup bittiği hakkında kendisine bilgi verilmesini istiyormuş. Bu temaslar sayesinde, bir süre evvel misyonerlere karşı antipatisini açıkça belirtmekte olan bir Paşa, İstanbul'dan sert bir ihtar almıştı."(10)
Kapitülasyonlar sayesinde yabancılara tanınan hakları çok iyi bilen Robert Kolej Müdürü Cyrus Hamlin , Amerikan Elçisi Edward Joy Morrisi okulun haklarını yeterli ölçüde korumadığı, hatta Rom sevkıyatı işi ile okullardan fazla ilgilendiği gerekçesiyle Amerikan hükümetine şikayet etmiştir. (11)
Şu satırlar da Robert Kolejde yıllarca görev yapmış Bulgar asıllı George Washborn'un İstanbul'da 50 yıl / Fifty Years in Constantinopolis adlı kitabından alınmıştır. ( Bu kitap aynı zamanda batıya hitap eden kişilerin Türkleri nasıl tanıttığının en önemli belgelerinden birisi sayılmalıdır. Kitap o kadar düşmanca yazılmıştır ki 300 küsur sayfalık anılar arasında, Türklerin lehinde sayılacak bir tek cümle bile bulmak hemen hemen imkansızdır)
"1875 yılında kolej 137 yatılı ve 30 gündüz öğrencisi ile açıldı. Yatılı 137 öğrencinin 33'ü Bulgardı (Diğerleri Rum,Sırp;Romen ve Ermeni çocukları idi), 1976 yılında okul 15 mezun verdi; 7 Bulgar.7 Ermeni ve 1 Yunan. Bütün Bulgar öğrenciler Bulgaristan'da seçkin görevlerde bulundular.(12) Bu Sonbaharda okul seçkin İngiliz ziyaretçilerin akınına uğradı.Bunların arasında ünlü devlet adamları ve etkin kişiler vardı, Lord Campbell ve Lady Strongford ilk gelenlerdendi. Lady Strangford özellikle Balkanlarla ilgileniyordu ve Kolejimizin Bulgarlarla ilişkisi de esasen bütün Avrupa tarafından biliniyordu. Biz Bulgaristan'daki Soykırımı önlemek için her şeyi yaptık (1876). Yaptığımız her girişimi her hafta bay Roberte bildiriyor ve onun onayını alıyorduk. Türklerin en büyük destekçisi olan İngiliz Elçisi Sir Henry Elliot'u ve İngiltere'deki güçlü dostlarımızı etkilemeye çalıştık.Bundan daha onur verici bir iş yapabilir miydik? (bilemem ancak) Sir Henry Elliot ve İngiltere'nin Türkiye'ye karşı tutumu tamamen değişti."(13)
Gerçekten de İngiltere'nin Osmanlı Politikası 1878 yılından sonra tamamen değişmiş özellikle iktidarda da olsalar, muhalefette de kalsalar Gladstone ve Lord Salisbury liderliğindeki Muhafazakarlar ve Liberaller, Rusya'dan daha katı bir Türk Düşmanlığı Politikasını benimsemişlerdir.
Van Ermeni okulu öğretmeni Mıgırdıç Portakalyan 1885 senesinde Avrupa'ya kaçarak Armenia adında bir gazete çıkarmaya başladı. Minas Çeraz adlı bir başka Ermeni de Patiste yine ayni adla bir gazete çıkarmaya başladı. Bu gazeteler Doğu Anadolu'daki alelade zabıta olaylarına bölgedeki yabancı devletler konsoloslarının da yardımı ile siyasi bir renk vererek Türkiye aleyhinde yayınlar yapmaya başladılar. Bunlarla birlikte Avrupa ve Amerika'da yayınlanan basın organları "Zalim Türklerin masum Ermeni toplumuna zulüm yaptığını" söylemeğe başladılar. En fazla istismar ettikleri konular,Hıristiyan Batı dünyasını tahrik edercesine rahatsız edecek,Hıristiyan çocukların ailelerinden zorla alınıp Müslüman yapılması, kadınların yine zorla aile ve çocuklarından koparılarak Türklerin haremine dahil edilmesi, Müslümanlaştırılması, erkeklere işkence ve baskı uygulanması ve akla sığmayacak derecede zalimane tecavüz hikayeleri ard arda sıralanıyordu.(14)
1887 yılında Hınçak ve 1890 yılında da Taşnaksutyun ( veya kısaca Taşnak) adlı Ermeni örgütlerinin kurulmasından sonra Avrupa ülkeleri ve Amerikalı görevlilerin yardımı ile Ermeni direniş ve propagandası daha sistemli bir şekil almaya başladı. İngiltere Başbakanı, 1876 yılındaki Bulgar isyanı sırasında Türklerin Bulgarlara soykırım yaptığı iddiası taşıyan broşürleri bizzat kaleme alan ve piyasada 100.000 lerce nüsha satılan ve Hıristiyan dünyasını baştan başa etkileyen iddiaların sahibi Başbakan Gladstone,1894 yılında Ermeni temsilcileri Londra'ya davet etti ve onların hem Londra'da hem de diğer başkentlerde organize olmalarını sağladı. Kitab-ı Mukaddes'in yayılması için kurulmuş cemiyetler Ermeni konusunu kutsal bir dava kabul edip sahip çıktılar.(15) Bütün yayınların ve propaganda sisteminin temelinde ne olduğunu Fransa Dışişleri Bakanı M.Honatoux 3 kasım 1896 yılında Parlamentoda yaptığı konuşmada şöyle açıklıyor:
"Hedef alınan amaç şuydu: daima Osmanlı Devletinin haksızca davranışlarını, zulümlerini, kötülüklerini yayınlayıp Avrupa müdahalesini çekmek ve müdahale fikrini yavaş yavaş geliştirmek, Avrupa'ya Doğu işlerinde arzusunu kuvvetle duyurmak için bir çok defa yaptığı gibi Haçlılar fikrini aşılamaktır." (16)
Türkiye'deki misyonerler kendi ırksal ve dinsel üstün görme anlayışını yetiştirdikleri Ermenilere de aşılamışlar ve onların milliyetçilik duygularının gelişmesini sağlamışlardır. Amerikan Board'ın resmi bir yazısında Ermenilerden; "Doğunun Anglo Saxonları olarak tanımlanacak asil bir ırk" olarak söz edilmektedir. (17) Amerikan okullarının Ermeni milliyetçilerine endirekt yoldan yardımı, onların ABD'deki kurumlaşma çabalarını geliştirmek olmuştur. Misyonerler Protestan Ermenilerle kendi okullarında yetişen öğrencilerin Amerika'ya gitmelerine yardımcı olmuşlar ve böylece Osmanlı topraklarından Amerika'ya devamlı bir göç akımı sağlamışlardır. Bu gün ABD ve Kanada'da yerleşmiş olan Ermenilerin çoğunun ataları bu dönemlerde göçmüşler ve gittikleri bölgelerde resmi ve Kilise örgütlerinden büyük destek görmüşlerdir. Ermeni ihtilalci örgütleri Amerika'da oldukça faaldiler ve davaları için büyük miktarlarda yardım topladılar.Bundan da önemlisi geri dönenler Amerikan pasaportu alabiliyor ve Kapitülasyon haklarından yararlanarak hiçbir takibata uğramadan serbestçe faaliyet gösterebiliyorlardı.(18)
AMERİKAN MİSYONERLERİN ERMENİ İSYANLARINDAKİ ROLÜ
1878 Berlin Anlaşmasından birkaç ay geçmeden İngilizlerin Ermenilere ilgi duyması üzerine 8 İngiliz askeri konsolosu, Sultanın Doğu Anadolu'da reformlar yapmasını garantiye almak üzere göreve atandı. ( Burada neden normal sivil konsoloslar yerine askeri konsolosların atandığını açıklamaya gerek olmadığına inanıyoruz.) Diğer ülkelerde İngilizleri takip edince özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun pek çok şehrinde yabancı misyonerler yanında temsilcilikler de oluştu. Bunların gelişi bölgede faaliyet gösteren Ermeni Milliyetçilerini heyecanlandırdı ve yabancıların kendilerine duyduğu ilgiyi abartmalarına neden oldu.(19) 1890'lı yıllardaki isyanlar bu ekipler tarafından hazırlandı ve uygulamaya kondu. Konumuzla yakın ilgisi nedeni ile bunlardan sadece biri "Merzifon İsyanını" sırasındaki gelişmeleri sizlerle paylaşmak istiyoruz.
Ayaklanma 1893 yılının 5 Ocak günü başlayacaktı. Merzifon, Amasya, Sivas. Yozgat, Kayseri ve Çorum'da kalabalık cadde ve meydanların duvarlarına asılan ilan, levha ve pankartlarla isyanın başladığı Ermeni Tebaaya duyurulacak ve aynı anda hep birlikte Türklere karşı saldırıya geçilecekti. Ama olaylar planlandığı gibi gelişmedi. Durumu anlayan görevliler bildirileri yaymakla görevli 30 kişiyi faaliyet halinde ve ellerindeki beyannamelerle birlikte yakaladılar. Tutuklananlar yargılanmak üzere Ankara'ya yollandılar.Tahkikat sırasında bu ilanların Merzifon'daki Amerikan Kolejinde hazırlandığı ve basıldığı ortaya çıktı. Bölge halkı olayı protesto etmek için bir nümayiş yaptılar. Bu nümayiş sırasında okulun bitişiğindeki bir Ermeni'ye ait, inşa halindeki binalardan biri de Hıristiyan alemini harekete geçirmek maksadı ile yakıldı. (Bina Merzifon'da hükümet tabipliği yapan bir Ermeni vatandaşındı ve inşa halinde bulunduğu için içinde bekçiden başka kimse bulunmuyordu.) Tahkikat sırasında bekçinin imdat istemeğe başlaması üzerine okul personeli tarafından susturulduğu ve okulda yangın tulumbası olduğu halde kullanılmasına izin verilmediği açığa çıktı. Buna rağmen olay Batı dünyasına farklı şekilde duyuruldu hükümetin ve halkın gösterdiği tepki abartılı bir üslupla kamu oyuna duyuruldu. Mesela yanan boş bina kasıtlı olarak bir kız lisesine dönüştürüldü ve "Merzifon'daki kız lisesinin yerle bir edildiğinden" bahsedilmeye başlandı. Bundan sonra suçluların yargılanmaması için Osmanlı Devletine büyük bir baskı uygulandı. Olayların planlayıcısı olan Amerikan Konsolosu Kapitülasyonlar nedeni ile mahkemeye getirilemiyordu,kendisi de gitmemek için elinden geleni yaptı.Amaç davayı uzatmak ve bunu Osmanlı Devletinin kasıtlı olarak yaptığını duyurmaktı. Bu da başarıldı. Avrupa Başkentlerinde bu konuya büyük önem verildi. Hatta İngiltere Parlamentosunda, Osmanlı İmparatorluğunun Ermenileri yargılamasının Berlin Kongresinin kararlarına uygun olup olmadığı tartışıldı.(20)
New York ve Filadelfiya'da karamsarlık o kadar fazla idi ki .ABD eski İstanbul Büyükelçisini Dışişleri Bakanlığına yollayarak bu işin daha fazla dallanıp budaklandırılmadan kapatılmasını istediler.Almanlar İmparatorun yakınlarından ve Protestan Kilisesinin en nüfuzlu şahsiyetlerinden Rahip Hotmanı , Berlin'den Ankara'ya göndererek suçlularla görüşmesini sağladı.(21) Hükümet dış baskılara karşı koyamadı, suçlular serbest bırakılırken iki elebaşı Padişahın emri ile yurt dışına çıkarıldı. Bu olay Anadolu'nun büyük bir kısmında hükümet otoritesini iyice zayıflattı.İyice yüreklenen Ermeni örgütleri isyanı genelleştirirken, o zamana kadar bütün baskılara rağmen ülkesine bağlılığını sürdüren Ermeniler de yavaş yavaş isyancı tarafa doğru kaymaya başladılar. 1895 ve 1896 yılları ard arda büyük Ermeni isyanları ile dolu geçti.
Bu isyanları tek taraflı ve yakından izleyen Avrupa devletleri ve basını hükümetin isyanları bastırma teşebbüslerine daima karşı çıktılar ve olaylara tek bir isim verdiler, tıpkı günümüzdeki gibi "Soykırım". Osmanlı Sultanı II.Abdülhamit'e de kan dökücü Sultan anlamına gelen "Kızıl Sultan" lakabını yakıştırdılar. Avrupa siyaset dünyasının hedefi Osmanlı Sultanına gelince onun da olaylarla ilgili görüşleri şöyleydi:
"İmparatorluğumuzun şarkında Protestan dinini yaymak gayesiyle vaazlar veren Anglo-Amerikan misyonerler, Müslüman halkı tahrik edici tarzda hareket etmişler ve kabalıkları bütün İslam alemine hakaret şeklini almıştı. Daha sonra da Ermeniler de aynı küstahlıkla hareket edebileceklerini ve aynı şekilde cezasız kalabileceklerini zannetmişlerdir." (22) " Bizden Sırbistan, Yunanistan ve Romanya'yı almakla Avrupa ellerimizi ve bacaklarımızı kesmişti. Bütün bunlara karşı Osmanlı Milleti sessiz kalmıştır, Fakat bir Ermeni sorunu yaratmak için bağrımızı deşmek istiyorsunuz. İşte buna dayanamayız. Kendimizi savunmak zorundayız ve savunacağız." (23)
Aynı günlerde başta Londra olmak üzere Avrupa başkentlerinde, bu sözlerin sahibi Sultan II. Abdülhamit'in tahttan indirilmesi ve Türkiye'nin paylaşılması tartışmaları yapılmaktaydı.(24)
Avrupa ve Amerikalıların birer "soykırım" olarak vasıflandırdığı isyanlar ve olaylara gelince ; bu konuda tarafsız bazı gözlemcilerin görüşleri şöyledir:
İngiltere'nin Erzurum Konsoloslarından M.Graves, New York Herald Gazetesi muhabiri Sidney Witman'ın bir sorusuna "Ermeni komiteleri kurulup, Ermenileri isyana teşvik etmemiş olsaydı, ne çarpışmalar olurdu ne de bir tek Ermeni ölürdü." Cevabını vermiştir. Aynı gazeteci Trabzon'da bir Musevi'nin kendisine " Eğer bu hareketlerin bir teki Rusya'da yapılmış olsaydı, bir tek Ermeni sağ bırakılmazdı" dediğini nakletmektedir. (25)
Aynı konularda Rusya'nın Erzurum ve Van Konsolosu General Mayevski'nin de görüşleri de şöyledir:
" 1895 yılına kadar Ermenilerin Türkiye'de ızdırapları, sıkıntıları hep hayali ve uydurma masallardır.Türkiye'de Ermeniler diğer yerlerdeki Ermenilerden daha fena bir durumda değildirler... Yapılan propagandalarla Türk ve genellikle Müslüman barbarlığı fikri yayılmıştır.Türklerin 5-10 yıl dinlendikten sonra, birdenbire öfkelenip hep birden ayağa kalktıkları, nerede Hıristiyan varsa onları katletmek, sürmek gerektiğine inandıkları ve bu yüzden de hiçbir sebep yokken Hıristiyanların üzerine yürüdükleri fikri saf Hıristiyanların kafasına sokulmaya çalışılmıştır....Bütün Doğu Hıristiyanların anlayışı bundan ibarettir. Şayet Türkler de gazete muhabirlerinin zihniyetinde olsalardı ve Türkiye Hıristiyanlarının durumu bunların göstermeye çalıştıkları gibi olsaydı, Türkiye'de bu güne kadar Hıristiyan kalırmıydı?.... Binlerce Ermeni'nin sefalet içinde görünmesine karşılık ısrarla sözü edilen "Türk Barbarlığına" hiçbir yerde rastlanmamıştır. Gerçekten böyle bir "Türk Barbarlığı" mevcut değildir. Bu bilimsel olarak icat edilmiş politik bir masaldır." (26)
Ama yine de bu olayların Amerika'ya yansıtılması tamamen tek yanlı olmuş ve 1896yılında tıpkı günümüzdeki gibi birkaç yasa teklifi verilmiştir. Yazarlar aşırı milliyetçilik ve Monroe Doktrinini -değiştirip, nefret edilen İngilizlerle müşterek çalışma imkanı doğuncaya kadar konuyu tahrik etmenin uygun olmayacağını anladılar. Ama yine de Amerikan halkı ,kutsal Ararat Dağı çevresinde yaşayan Nuh Peygamberin torunları ve ilk Hıristiyan toplumlardan biri olan Ermeni halkının; sırf "dinlerine bağlı olmaları " yüzünden, tıpkı ilk Hıristiyan toplumların olduğu gibi, zalim bir ulus (Türkler) tarafından ezildiğine, acı çektiğine inanacaklardı.
Dr. Galip Baysan
DİPNOTLAR
1. : G.M.Earle : Ameriken Missions in The Near East,Vol.VII.No.3 April 1929,s.417
2. : Abdurrahman Çaycı: Türk Ermeni İlişkilerinde Gerçekler s.20 ( AAM Ankara-2000) ; M.Hidayet Vahaboğlu : Osmanlıdan Günümüze Azınlık ve Yabancı Okulları.s.20-22,72-73( Ankara-1990) ; Kamuran Gürün : Ermeni Dosyası,TTK Ankara-1983,s.43
3. : Dr.Erdal İlter: Armenian Churgh And Terorism s.24-25 ( Ankara-1999)
4. : Cem Tarık Yüksel: Bir Amerikan Misyonerinin Merzifon Amerikan Koleji Hatıraları ( Bilge Cilt-7 2001,s.11) ;
5. : M.H. Vahaboğlu,age.s.76-77
6. : Uygur Kocabaşoğlu: Kendi Belgeleriyle Anadoludaki Amerika s.176 ( İstanbul-1989)
7. : A.Çaycı age.s.20
8. : Ramazan Tosun: Ermeni Meselesi Çerçevesinde Kayseride Ermeni Olayları,s.14 ( Kayseri-1997)
9. : Azmi Süslü: Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı s.47 ( Van 100.Yıl üniversitesi-1990)
10. : K.Gürün age.s.230 ( Henry Fanshawe Tozer, Turkish Armenia And Eastern Asia Minor London 1881'den alıntı)
11. : Harry N. Howard The Bicentennial in American Turkish Relations, s.298" ( Middle East J.sayı 30(3) –1976)
12. : George Washburn DD. LL. D.: fifty Years in Constantinople And Recallections of Robert Collage s.100-114 ( Boston And New York-1909)
13. : Aynı Eser S.100-104
14. : A. Alper Gazigiray: Osmanlıdan Günümüze Kadar Vesikalarla Ermeni Terörünün Kaynakları, s.86-88 (İstanbul-1982)
15. : Esat Uras : tarihte Ermeniler ve Ermeni meselesi,s.427-428 ( 2.baskı, İstanbul-1987)
16. : Aynı Eser s.428-429
17. : Justin Mc Carthy And Carolyn Mc Carthy: Turks And Armenians, s.32 (Washigton-1989)
18. : Aynı Eser s.32
19. : Alan Palmer : Osmanlı İmparatorluğu, Son Üçyüz Yıl, Bir Çöküşün Tarihi,s.196 ( Sabah-1995)
20. : Gültekin Ural : Tarihin Işığında Ermeni Dosyası,s.127 ( Kamer Yay.İstanbul-1998)
21. : Aynı Eser s.128
22. : Sultan Abdülhamit : Siyasi Hatıralarım s.64-65 ( Hareket Yay. İstanbul-1974)
23. : M.Kemal Öke : Vambery, Belgelerle Bir Devletlerarası Casusun Yaşam Öyküsü,s.104 (İst-1968)
24. : Doğan Avcıoğlu : Türkiye'nin Düzeni,s.40 ( İstanbul-1987)
25. : S.Whitman :Turkish Memories,s.74-94; E.Uras age.426-427
26. : Aynı Eser s.429 ; Azmi Süslü : Ruslara Göre Ermenilerin Türklere Yaptığı Mezalim, s.89 ( Russian View on the Attroticies Committed by The Armenians Against The Turks, Ankara Üniversitesi Basımevi,Ankara-1987)
Amerika, Sevres Antlaşması Ve "Ermenistan" Sınırları 2.Bölüm
Fahir Armaoğlu ANKARA, 27 Eylül 2007 Perşembe
Bu mesaja göre, Milletler Cemiyeti Konseyi, Müttefikler Yüksek Konseyi'ne başvurup, Ermenistan ile en fazla ilgilenen devletin kim olduğunu ve Ermenistan'ın bağımsızlık ve güvenliği için bu devletin neler yapabileceğini sormuş, imiş. Başta İngiltere'nin oynamak istediği basit oyunun, bizim dilimizdeki en hafif nitelendirmesi "tecahül-i arifane" dir.
Yine bu mesaja göre, Başkan Wilson'ın şimdiye kadar Ermenistan konusunda yaptığı çeşidi konuşmaları ve Amerikan Dışişleri Bakanı Colby'nin kullandığı deyimle "uygar dünyanın istek ve beklentileri" dolayısıyla, şimdi Yüksek Konsey Ermenistan mandasını Amerika'nın kabul edip etmeyeceğini soruyordu.
San Remo, bu kadarla da yetinmeyip, Ermenistan konusunda bir takım görüşler de belirtiyordu: Amerika şimdiye kadar hep "geniş" bir Ermenistan ilkesini savunmuştur. Bununla beraber, Kilikya'yı (Çukurova) Ermenistan'a vermek pratik bir yol görünmüyor[1]. Bu durumda, Ermenistan'a, Erzurum, Trabzon, Van ve Bitlis vilâyetlerinin verilmesi söz konusu olmakla beraber, önce Amerika'nın Ermenistan mandasını kabul etmesi ve ikinci olarak da bu bağımsız Ermenistan'ın sınırlarının Amerika Birleşik Devlederi Başkanı tarafından çizilmesi istenmekteydi.
Kısacası, Müttefîkler'in Osmanlı Devleti yerine bir "Ermenistan Devleti"ni ikame etmek isterlerken, bu işin, badireleri ve sonuçlan ile, bütün yükünü Amerika'nın sırtına yüklemeye çalıştıkları apaçık belliydi. Şunu da belirtelim ki, General Harbord'ın, bir "Bağımsız Ermenistan" mandasının ne denli sorunlar ortaya çıkaracağı hakkındaki raporu da, müttefiklerin elindeydi.
Nitekim, Yüksek Konsey'in kararına göre, Ermenistan sorunu yine de bu kadarla bitmiyordu. Türkiye ile barış imza edilir edilmez, Ermenistan'ın dış saldırılara karşı savunulması için gerekli askerî kuvvet ve ayrıca düzenli bir yönetim için malî yardım söz konusu olacaktı. Yani, Amerika, Ermenistan mandasını kabul ettiği takdirde, bu iki yükü de sırtlamak zorundaydı.
Yine Yüksek Konsey'e göre, Amerika'nın bu hususta acele karar vermesi gerekmiyordu. Ama Ermenistan halkı da büyük bir bekleyiş ve endişe içindeydi..
Müttefiklerin 27 Nisan mesajına, Amerika 17 Mayıs 1920'de cevap verdi ve bu cevapta "Ermenistan mandası" hakkında tek kelime mevcut değildi. Sadece, Amerika Cumhurbaşkanı'nın, Ermenistan'ın sınırları konusunda "hakem" olmayı ("to act as arbiter") kabul ettiği bildiriliyordu[2].
Söz konusu telgrafta Ermenistan mandası hakkında herhangi bir ifadenin bulunmamasının sebebi, bir yandan Amerikan Senatosu'nun bu konudaki olumsuz havası, diğer yandan da, Yüksek Konsey'in 27 Nisan 1920 günlü mesajı üzerine, Amerikan Dışişleri Bakanlığı'nın, Harbiye Bakanlığı'na, Ermenistan mandası hakkındaki görüşünü sormasıydı. Harbiye Bakanı Baker'ın Dışişleri Bakanı Colby'ye gönderdiği 2 Haziran 1920 tarihli memoranduma göre[3], General Harbord, her ne kadar raporunda, Ermenistan mandası için 59.000 kişilik bir Amerikan kuvvetini gerekli görmüş ise de, bu miktar % 50 oranında azalülabilirdi ve Ermenistan'ın dış saldırılara karşı korunması için 27.000 kişilik bir Amerikan kuvveti yeterli olabilirdi. Ne var ki, Ermenistan'ın dış saldırılara karşı korunması evvelâ Milletler Cemiyeti'nin göreviydi ve ikinci olarak da, Bolşeviklerin şu anda Kafkaslar'da yarattığı tehlike dolayısıyla bu kadar bir Amerikan kuvvetinin orada bulundurulması pratik bir formül değildi. Bolşevikler Bakü'yü işgal etmişlerdi ve gazete haberlerine göre de, Ermenistan topraklarına girmeye başlamışlardı.
Ağustos ayı geldiğinde, artık Amerika'nın "Ermenistan mandası" söz konusu değildi. Fakat, Amerika'nın Avrupalı Müttefikleri, şimdi Türkiye için hazırlanmış olan bu barış antlaşmasının imzasından önce, Ermenistan sınırlarının çizilmesi işinin Amerika Cumhurbaşkanı tarafından kabul edilip edilmediğini öğrenmek istediler[4].
Amerika'nın bu isteğe cevabı, hazırlanan barış antlaşmasının (yani Sevres Andaşması) 89'uncu maddesine göre, "Türkiye, Ermenistan ve diğer Yüksek Akit Taraflar", Ermenistan sınırlarının çizilmesi hususunda Amerika Birleşik Devletleri Başkanı'nın kararını kabul edeceklerine göre, Amerika Cumhurbaşkanı'nın bu görevi kabul edebilmesi için, önce söz konusu tarafların bu antlaşmayı imza etmeleri gerekir, şeklindeydi16. Başka bir deyişle, Başkan Wilson, Türkiye barışı imzalanmadıkça ve 89'uncu madde ile sınırların çizimi görevi veya "hakemliği"nin kendisine verilmesi "resmileşmedikçe", sınırların çizimi konusunda herhangi bir taahhüde girmek istemiyordu.
Bilindiği gibi, 10 Ağustos 1920'de İstanbul Hükümeti Sevres Antlaşması'nı imza etti ve aynı anda da, hatta daha Mayıs ayında, bu antlaşma Ankara Hükümeti, yani T.B.M.M. Hükümeti tarafından geçersiz ilân edildi. Fakat bütün bunların, Amerika'yı veya Başkan Wilson'ı etkilemediği görülüyor.
Lâkin, Sevres Antlaşması'na karşı Anadolu'da uyanan millî duygular ve Ankara'daki millî hükümet tarafından gösterilen tepkiler, işin başından beri Türkiye ile ilgili gelişmeleri, Waşington'dan çok daha farklı bir şekilde değerlendiren, Amerika'nın İstanbul'daki Yüksek Komiseri Amiral Bristol'ü, Waşington'u ciddi bir şekilde uyarma ihtiyacına sevketmiş görünüyor, Amiral Bristol'ün Waşington'a 18 Eylül 1920'de gönderdiği telgraf, özellikle Ermenistan konusunda şu noktaları vurgulamaktaydı [5]:
"Şu hususu kesin olarak belirtmek gerekir ki, Ermenistan'a (Anadolu'dan) toprak verilmesine karşı Doğu Anadolu vilâyetlerinde oluşan tepkiler, şimdiye kadar olduğundan çok daha acı ve kuvvetlidir. Ermenistan'a bırakılan toprakları, Türklerin, kuvvet zoru olmaksızın bırakacaklarına hiç kimse inanmamaktadır. Türklerin çok geniş bir çoğunluğunu temsil eden Milliyetçiler, İstanbul Hükümeti tarafından imza edilen anlaşmayı tanımamaktadırlar" ve çok muhtemeldir ki, Müttefikler, Yunanistan vasıtasıyla, bu anlaşmayı Türklere kabul ettirmeye zorlayacaklardır. Türkiye barışı, Ermenistan'a, Türkiye'nin, Başkan'ın hakemliği ile tespit edilecek doğu vilayetlerini vermektedir. Bu bölgelerde bugün fiilen Ermeniler yoktur ve Erivan "daki Ermenileri bu bölgelere yerleştirmek, yeterli koruma sağlanmadığı takdirde, karışıklıkların ortaya çıkması sonucunu verecektir".
Amiral Bristol'un bu son derece isabetli değerlendirmesi, Amerikan Hükümeti ve Başkan Wilson üzerinde tamamen etkisiz kaldığı gibi, Sevres Antlaşması'na ve Amerika'ya güvenen Rusya Ermenistam, 4 Ekim 192ü'de Türkiye'ye savaş ilân etti. Gürcistan da Ermenistan'ı destekleyeceğini bildirdi [6].
Amiral Bristol'un İstanbul'dan Waşington'a gönderdiği uyarıların, Başkan Wilson üzerinde hiç bir etkisi olmadığı anlaşılıyor. Çünkü, Başkan Wilson'ın, "önce Türkiye ile barış imzalansın" şartı üzerine, Barış Konferansı'nın Genel Sekreterliği, ilk defa olarak ve Sevres Antlaşması'nın imzasından iki ay sonra, Sevres Antlaşması'nın tam metnini, Amerika'ya vermiştir[7]. Verirken de, Sevres Antlaşması'nın 89. maddesinin, Amerika Cumhurbaşkanı'na, hem Ermenistan'ın sınırlarını çizme, hem Ermenistan'ın denize çıkmasının sağlanması ve hem de Ermenistan ile Türkiye arasındaki sınırda "gayrı askerî bölge"nin tesbiti görevini verdiği belirtilmekteydi.
Yaklaşık bir ay sonra, Amerikan Dışişleri Bakanlığı, Paris Büyükelçiliği vasıtasıyla, Başkan Wilson'ın, Ermenistan sınırları hakkında hazırlayıp, Müttefik Devletler Yüksek Konseyi'ne hitaben kaleme aldığı raporunu, söz konusu Konsey Başkanlığı'na sundu[8].
Wilson'ın Ermenistan sınırlarının çizimine ait raporunu ele almayı, yazımızın sonuna bırakarak, raporun Yüksek Konsey'e sunulmasından sonra ortaya çıkan bazı ilginç gelişmelere değinmek istiyoruz.
Başkan Wilson, 30 Kasım 1920 tarihinde Milletler Cemiyeti Konseyi Başkanı'na gönderdiği bir telgrafta[9], Ermenistan üzerinde bir Amerikan mandası tesisi teklifi, Amerikan Senatosu tarafından reddedilmiş olmakla beraber, Amerikan halkının, Ermenistan'ın kaderi ile çok yakından ilgilendiğini, fakat şu anda Ermenistan'a yardım bakımından Amerikan askerini kullanma yetkisine sahip olmadığını, ekonomik yardımın ise, yine Senato'nun kararına bağlı bulunduğunu, fakat bu karar konusunda şimdiden bir tahminde bulunamayacağını söylemiştir. Başkan Wilson, Senato'nun kesin muhalefetine rağmen, Ermenistan'a yardım için elinden gelen her türlü çabayı harcamaya kararlı görünüyordu.
Ne var ki, Wilson'ın Milletler Cemiyeti Konseyi Başkanı'na bu telgrafı gönderdiği, aynı 30 Kasım 1920 günü, İstanbul'daki Yüksek Komiser Amiral Bristol, 1 Aralık sabahı Waşington'a ulaşuğı anlaşılan telgrafında[10] şunları yazıyordu:
Ermenistan konusunun artık bittiği bildirilmektedir. Kars ve Gümrü'deki Ermeni kuvveden, çok üstün olmalarına rağmen, hezimete uğratılmış ve bir çok noktalarda Ermeni kuvvetleri kaçmıştır ("ran away"). Türkler Iğdır'ı ele geçirmiş olup, Aralık'tan bir kaç mil mesafede bulunmaktadır... Bir barış antlaşması müzakere edilmektedir. Türk hattı dahilindeki Amerikalıların güvenlikte olduğu bildirilmektedir. Bolşevikler ve Milliyetçi Türkler anlaşma içinde bulunuyor. Gümrü ve Kars'ın Ermeniler tarafından tekrar ele geçirildiğine dair haberler doğru değildir ve Ermenilerin bu iki şehri geri almaları ihtimali de mevcut değildir".
Tiflis'teki Amerikan Konsolosu Moser de, 4 aralık 1920 sabahı Waşington'a gönderdiği telgrafında şöyle demekteydi[11]:
Erivan'da resmen açıklandığına göre, Ermenistan bir Sovyet Cumhuriyeti olarak ilân edilmiştir... Sovyet Rusya Büyükelçisi'nin söylediğine göre, Sovyetler bu yeni Sovyet Cumhuriyed'ni resmen tanımışlardır. Bir hafta önce kurulan Ermeni hükümetinin devrilmesinin arkasından, Bakû'den gelen Rus kuvvetleri, Ermenistan'ın sınır bölgelerini işgale başlamıştır. Rusya bu harekâtı, Bakû'deki Ermeni Bolşevik Komitesi'nin isteği üzerine yapmıştır. Türkiye ile Ermenistan arasındaki barış müzakereleri sırasında, Gümrü'deki mahallî hükümet de Bolşeviklere katılmıştır..."
Bu gelişmeler karsısında Wilson'ın çizdiği Ermenistan haritasının havada kalması bir yana, Ermenistan'da bu gelişmeler olurken, "bağımsız Ermenistan"ın sınırlarının çizildiğinin açıklanması, hem Amerika ve hem de Müttefikler'in prestijine ağır bir darbe teşkil edecek ve bir "skandal" olacaktı. Bu sebeple, İngiltere hemen harekete geçerek, Wilson'dan, bu sınırların kamuoyuna duyurulmasının durdurulmasını istemiş ve Wilson da, çizmiş olduğu Ermenistan sınırlarını açıklamaktan vazgeçmiştir[12]. Böylece Wilson'ın çizmiş olduğu Ermenistan haritası, tarihin arşivine girecek bir belge niteliğini muhafazaya mahkûm olmaktaydı.
Wilson'ın, Ermenistan sınırlarını çizen raporuna gelince[13]: Rapor 22 Kasım 1920 tarihli olup, iki kısımdır. Raporun birinci kısmında Wilson, sınırları, yani Türkiye-Ermenistan sınırlarını çizerken, veya daha doğru bir deyişle bir kısım Türk topraklarını Ermenilere hediye ederken, hangi esas ve ilkeleri gözönünde tuttuğunu uzunca bir şekilde belirtmekte, ve ikinci kısımda ise, çizmiş olduğu sınırların geçtiği yerleri ve mevkileri, gayet ayrıntılı bir şekilde açıklamaktadır.
Bu yazımıza ek olarak verdiğimiz ve Başkan Woodrow Wilson tarafından çizildiği belirtilen ve onun imzasını taşıyan haritanın altındaki nottan, bu haritanın, Amerikan Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı tarafından, Amerikan Dışişleri Bakanlığı ile işbirliği yapılarak hazırlandığı ve bunun için de General Harbord'ın verdiği bilgilerden ve Türk Genelkurmayı'nın kullandığı 1/200.000 ölçekli harita ile, Almanların savaş sırasında yaptıkları 1/400.000 ölçekli haritalarla, İran ve Kafkaslara ait 1/1.000.000 ölçekli İngiliz haritalarından yararlandığı anlaşılmaktadır.
Wilson'ın gözönünde tuttuğunu söylediği ilke ve esasları şu şekilde özetleyebiliriz:
Sevres Antlaşması'nın 89'uncu maddesi, Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis vilâyetlerinin Ermenistan'a verilmesini öngördüğünden, sınırın çiziminde de bu dört vilâyet gözönünde tutulmuştur.
Kendi ifadesine göre, Wilson, Ermeni halkının çıkarlarına, en iyi şekilde hizmet etme endişesini taşımakla beraber, bitişik bölgelerdeki Türk, Kürt, Rum, v.s. halklara karşı da gayet adaletli davranmaya özen göstermiş.
Söz konusu dört vilâyet Ermenistan sınırları içine alınırken, sınırın çiziminde etnik yapı dikkate alınmamıştır. Çünkü bu dört vilâyette halklar, çeşidi sebeplerden, birbirine karışmıştır.
Keza, dört vilâyeti kapsayacak sınır çizilirken, "yeterli tebiî sınırlar" ve yeni devletin "coğrafi ve ekonomik vahdeti"nin asgari gerekleri gözönünde tutulmuştur.
Ermenilerin, Türklerin, Kürtlerin ve Rumların toprak isteklerini birbiriyle çatışması durumunda, Wilson, "müstakbel Ermeni Devletinin bir ekonomik hayata sahip olması" ilkesini, kesin bir faktör olarak tercih ettiğini belirtmektedir.
Sınır boyunca, Türkler ve Kürtlerle meskûn dağ ve vadilerin Türkiye'ye bırakılmasına çalışılmakla beraber, "ticaret merkezlerinin Ermenistan tarafına aktarılmasına" önem verilmiştir.
"Ermeni şehirleri (!) olan Bitlis ve Muş" un güneyinden geçen sınır çizgisi, Hakkâri ve Siirt sancakları ile, Van vilâyetinin hemen yansını Türkiye'ye bırakmıştır. Wilson için bunun gerekçesi de Siirt ve Hakkâri nüfusunun çoğunluğunun Kürt olması imiş.
Wilson, ilkeleri arasında, "Pontus Rumları" nın isteklerini de unutmadığını belirtmektedir. Zira, Pontus Rumlan, 1920 Marü'nda Londra'da yapılan Müttefikler Yüksek Konseyi toplantısına bir memorandum sunarak, Rumlarla meskûn Karadeniz kıyı bölgesinin bütünlüğünün korunmasını ve Rize'den Sinop'un batısına kadar olan bölgeye özerklik verilmesini istemişler. Lâkin, Wilson'a, Karadeniz kıyıları bakımından, sadece Trabzon vilâyeti için yetki verildiğinden, Karadeniz kıyılarının diğer kısımları için herhangi bir teklif yetkisi yokmuş. (Yani, teklif yetkisi verilse imiş, Rize'den Sinop'un batısına kadar olan Karadeniz kıyılarını da Rumlara vereceği anlaşılıyor).
Diğer taraftan Wilson, Trabzon'un nüfus çoğunluğunun Müslüman (Yani Türk) olduğunu, Trabzon'daki Ermeni nüfusun Rumlardan da az olduğunu belirtiyor, fakat, Ermenistan'ın Trabzon'dan denize çıkması hususunun en geniş şekilde ve Ermenistan'ın gelişmesini sağlayacak nitelikte olmasını istemekteydi. Bundan dolayıdır ki, Wilson, Giresun şehrinin doğusuna kadar olan, Anadolu'nun Doğu Karadeniz kıyılarını veriyordu. Ermenistan'a, denize çıkışını sağlamak için sadece Trabzon limanı değil, Anadolu'nun Karadeniz kıyılarının yaklaşık dörtte biri verilmekteydi. Wilson açısından, bunun gerekçesi de Ermenistan'ın ekonomik gelişmesinin sağlanmasıydı.
Bu surede, Wilson'ın, "gayet adaletli" davrandığı iddiasını kabul etmek için, insanın bütün gerçekleri ters-yüz etmesi gerekiyordu.
Yine, görüldüğü gibi, sınır çiziminde Wilson'ın gözönünde tuttuğu temel ilke ve esas, sadece ve sadece, Ermenistan'ın çıkarları idi. Başka bir deyişle, "her şey Ermenistan'a" ilkesi, sınır çizminin ana unsurunu teşkil etmekteydi. Dolayısıyla, Wilson'ın meşhur "milliyetler ilkesi" de tam anlamı ile bir komediye dönüşüyordu. Zaman zaman, "milliyetler ilkesi" ne ağırlık verir gibi görünmesine rağmen, çizdiği sınırların, gerçekten milliyetler ilkesine ne derece uygun düştüğü çok tartışma götürür. Meselâ Wilson, Sevres Antlaşması'nın, söz konusu dört vilâyetimizi Ermenistan'a vermesinin gerekçe ve mantığını, milliyetler ilkesi açısından hiç tartışmamış, sadece Ermeni iddialarını kendisine dayanak yapmıştır. Bitlis ve Muş'un "Ermeni" şehirleri olduğunu söylüyor, fakat bu iddiasını rakamlara ve belgelere dayandırmaktan kaçmıştır. Tarih hocalığı yapan ve 1890'da Princeton Üniversitesi'nden Profesör unvanını alan, yani güya bilim adamı olan bu zat, Ermeni propagandası ağzı ile, Bitlis ve Muş'un "Ermeni" şehirleri olduğunu söyleyip işin içinden sıyrılıveriyor. Herhalde, "milliyetler ilkesi"nin ciddi ve bilimsel uygulaması bu değildir.
Belirttiğimiz gibi ve kendisinin de raporunda sık sık kullandığı bir ifade ile, "Ermenistan'ın istikbâli ve ekonomik gelişmesi" endişesi, Wilson için, her türlü ilkenin önüne geçmiştir. Bir halde ki, Wilson, "Bağımsız Ermenistan'ın kurucu babası olmayı, siyasî kariyerinin en büyük hedefi ve ihtirası haline getirmiş görünmekteydi.
İlkeler ve esaslar konusunda belirtilmesi gereken son bir nokta da, Ermenistan sınırının çizilmesi dolayısıyla, yine Sevres'in 89'uncu maddesi ile, bir de Osmanlı Devleti (Türkiye) tarafında, "gayrı askerî bir bölgenin sınırlarının çizilmesi görevinin de Wilson'a verilmiş olmasıydı.
Wilson bu işe girişmemiştir. Gerekçesi ise, gayrı askerî bölge tesis etmenin, karmaşık tedbir ve düzenlemeleri gerektirmesiydi. (Şüphesiz bu, Ermenistan'a gelişigüzel toprak vermek gibi olmayacaktı). Bu ise Wilson'a göre, hem pratik değil ve hem de gereksizdi. Zira, Sevres Antlaşması'nın 177'nci maddesi, Türkiye'ye bırakılan topraklardaki bütün "kalelerin" ("existing forts") silahsızlandırılmasını öngördüğü gibi, bir "karışıklık" (yani bir Türk saldırısı) halinde, Müttefiklere müdahale hakkı veriyordu. Bunun için de bir Müttefiklerarası Kontrol Komisyonu kurulacaktı. Bu sebeplerden dolayı, Wilson'a göre, ayrıca bir de "gayrı askerî bölge" tesisine gerek yoktu.
Burada Wilson'ın peşin hükümlü ve peşin kararlı tutumu bir kere daha ortaya çıkmaktadır. "Gayrı askerî bölge" tesisi, Sevres Antlaşması'nın bir hükmü ve Ermenistan sınırlarının çizilmesiyle birlikte kendisinin hakemliğine, dolayısıyla görevine havale edilmiş bir husus olduğu halde, Wilson kendi takdiri ile bu konuyu bertaraf ediyor, fakat Bitlis ve Muş'un "Ermeni" olduğunu ileri sürerken ve Trabzon'da ancak bir avuç Ermeni bulunduğu halde, burasını da Ermenistan'a verirken, bütün bu hususları tarafsız bir analizden geçirerek, Sevres Antlaşması'nın mantıksızlığını tartışmaya yanaşmıyordu.
Wilson Raporu'nun ikinci kısmı, doğrudan doğruya sınırı ayrıntılı bir şekilde çizmekteydi. Raporun bu kısımının tercümesini vermek yerine, faksimilesini vermeyi tercih etük. Zira, Rapor'un sınır çizimine ait kısmında, bir çok köyler, yerleşimler ve fizikî coğrafya isimleri, o zamanki şekliyle yer almaktadır ve bunlardan bazılarının bugünkü isimlerini ve Rapor'daki telâffuzlarından o zamanki isimlerini dahi tespit etmek kolay değildir.
Nihayet, bu belgeler Türk Tarih'in birer kalıntısından ibarettir. Bizim burada asıl vurgulamak istediğimiz, Büyük Atatürk'ün başlattığı Türk Millî Mücadelesi'nin ve Millî Devlet kurma çabasının daha başlangıcında, Amerika'nın Türk Milleti'ne karşı tutumunu ortaya koymak ve bu tutumdan, günümüze bazı ışıklar getirmektir.
Bununla beraber, incelememizin sonuna, yine Amerikan belgeleri arasında yayınlanan ve Doğu Anadolu topraklarımızdan Ermenistan'a verilen, yani Türk Vatanı'ndan koparılmak istenen toprakları gösteren bir haritayı da koyduk[14]. Belgelerde, çizilen sınırın çok daha ayrıntılı bir haritasından söz edilmekte ise de, bu harita belgeler arasında yayınlanmamıştır[15].
Dipnotlar:
1 - Pratik görünmüyor, çünkü Fransızlar, 1919 Eylülü'nde İskenderun ve Mersin'e 12.000 kişilik bir kuvvet çıkararak Kilikya'yı kontrol alana almışlardı. Bu olay Amerika'yı şaşkına çevirdi. Çünkü, sanılmıştı ki, Fransızlar, bu bölgeleri Ermenistan için işgal etmekteydiler. Halbuki, bu sırada Fransa, Ermenistan'ı kurtarmak için Batum, v.s. ye asker gönderemeyeceğini söylemekteydi. Bak.: Papers....1920/111, p. 840; ayrıca bak.: Evans, adı geçen eser, p. 185.
2 - Amerika Dışişleri Bakanlığı'ndan Paris Büyûkelçiliği'ne 17 Mayıs 1920 günlü telgraf,
aynı kaynak, p. 783.
3 - Memorandumun metni: Papers....l920/III, p. 784-785.
4 - Waşinton'daki İngiliz Büyükeçiliği'nden Amerikan Dışişleri Bakanlığı'na 6 Ağustos 1920 günlü nota, aynı kaynak, p. 787.
5 - Amerikan Dışişleri Bakanlığı'ndan İngiltere Büyükelçiliği'ne 13 Ağustos 1920 tarihli
nota, aynı kaynak, p. 787-788.
6 - Yüksek Komiser Bristol'den Waşington'a İS Eylül 1920 günlü telgraf, Papers...l920/III, p. 788.
7 - Amiral Bristol'un Dışişleri Bakanlığı'na 10 Ekim 1920 günlü telgrafı, aynı kaynak, p. 788- 789.
8 - Paris Büyükelçiliği'nden Dışişleri Bakanlığı'na 18 Ekim 1920 günlü telgraf, aynı kaynak, p. 789.
9 - Amerikan Dışişleri Bakanı'ndan Paris Büyükelçisi'ne 24 Kasım 1920 günlü telgraf
Papers...l920/III, p. 789-790.
10 - Telgrafın metni: aynı kaynak, p. 804-305.
11 - Telgrafın metni: aynı kaynak, p. 805.
12 - Telgrafın metni: aynı kaynak, p. 806-807. Bu telgraf Waşington'a 11 Aralık'ta ulaşmıştır. u Bak.: Papers...1920/111, p. 807-808.
13 - Raporun tam metni: aynı kaynak, p. 790-804.
14 - İncelememizin sonunda verdiğimiz harita: Papers...l920/IWün. sonunda yayınlanmıştır.
15 - Bak.: papeı?...1920/III, p. 790, 51 no.lu not.
hhtp://www.heddam.com
Bu mesaja göre, Milletler Cemiyeti Konseyi, Müttefikler Yüksek Konseyi'ne başvurup, Ermenistan ile en fazla ilgilenen devletin kim olduğunu ve Ermenistan'ın bağımsızlık ve güvenliği için bu devletin neler yapabileceğini sormuş, imiş. Başta İngiltere'nin oynamak istediği basit oyunun, bizim dilimizdeki en hafif nitelendirmesi "tecahül-i arifane" dir.
Yine bu mesaja göre, Başkan Wilson'ın şimdiye kadar Ermenistan konusunda yaptığı çeşidi konuşmaları ve Amerikan Dışişleri Bakanı Colby'nin kullandığı deyimle "uygar dünyanın istek ve beklentileri" dolayısıyla, şimdi Yüksek Konsey Ermenistan mandasını Amerika'nın kabul edip etmeyeceğini soruyordu.
San Remo, bu kadarla da yetinmeyip, Ermenistan konusunda bir takım görüşler de belirtiyordu: Amerika şimdiye kadar hep "geniş" bir Ermenistan ilkesini savunmuştur. Bununla beraber, Kilikya'yı (Çukurova) Ermenistan'a vermek pratik bir yol görünmüyor[1]. Bu durumda, Ermenistan'a, Erzurum, Trabzon, Van ve Bitlis vilâyetlerinin verilmesi söz konusu olmakla beraber, önce Amerika'nın Ermenistan mandasını kabul etmesi ve ikinci olarak da bu bağımsız Ermenistan'ın sınırlarının Amerika Birleşik Devlederi Başkanı tarafından çizilmesi istenmekteydi.
Kısacası, Müttefîkler'in Osmanlı Devleti yerine bir "Ermenistan Devleti"ni ikame etmek isterlerken, bu işin, badireleri ve sonuçlan ile, bütün yükünü Amerika'nın sırtına yüklemeye çalıştıkları apaçık belliydi. Şunu da belirtelim ki, General Harbord'ın, bir "Bağımsız Ermenistan" mandasının ne denli sorunlar ortaya çıkaracağı hakkındaki raporu da, müttefiklerin elindeydi.
Nitekim, Yüksek Konsey'in kararına göre, Ermenistan sorunu yine de bu kadarla bitmiyordu. Türkiye ile barış imza edilir edilmez, Ermenistan'ın dış saldırılara karşı savunulması için gerekli askerî kuvvet ve ayrıca düzenli bir yönetim için malî yardım söz konusu olacaktı. Yani, Amerika, Ermenistan mandasını kabul ettiği takdirde, bu iki yükü de sırtlamak zorundaydı.
Yine Yüksek Konsey'e göre, Amerika'nın bu hususta acele karar vermesi gerekmiyordu. Ama Ermenistan halkı da büyük bir bekleyiş ve endişe içindeydi..
Müttefiklerin 27 Nisan mesajına, Amerika 17 Mayıs 1920'de cevap verdi ve bu cevapta "Ermenistan mandası" hakkında tek kelime mevcut değildi. Sadece, Amerika Cumhurbaşkanı'nın, Ermenistan'ın sınırları konusunda "hakem" olmayı ("to act as arbiter") kabul ettiği bildiriliyordu[2].
Söz konusu telgrafta Ermenistan mandası hakkında herhangi bir ifadenin bulunmamasının sebebi, bir yandan Amerikan Senatosu'nun bu konudaki olumsuz havası, diğer yandan da, Yüksek Konsey'in 27 Nisan 1920 günlü mesajı üzerine, Amerikan Dışişleri Bakanlığı'nın, Harbiye Bakanlığı'na, Ermenistan mandası hakkındaki görüşünü sormasıydı. Harbiye Bakanı Baker'ın Dışişleri Bakanı Colby'ye gönderdiği 2 Haziran 1920 tarihli memoranduma göre[3], General Harbord, her ne kadar raporunda, Ermenistan mandası için 59.000 kişilik bir Amerikan kuvvetini gerekli görmüş ise de, bu miktar % 50 oranında azalülabilirdi ve Ermenistan'ın dış saldırılara karşı korunması için 27.000 kişilik bir Amerikan kuvveti yeterli olabilirdi. Ne var ki, Ermenistan'ın dış saldırılara karşı korunması evvelâ Milletler Cemiyeti'nin göreviydi ve ikinci olarak da, Bolşeviklerin şu anda Kafkaslar'da yarattığı tehlike dolayısıyla bu kadar bir Amerikan kuvvetinin orada bulundurulması pratik bir formül değildi. Bolşevikler Bakü'yü işgal etmişlerdi ve gazete haberlerine göre de, Ermenistan topraklarına girmeye başlamışlardı.
Ağustos ayı geldiğinde, artık Amerika'nın "Ermenistan mandası" söz konusu değildi. Fakat, Amerika'nın Avrupalı Müttefikleri, şimdi Türkiye için hazırlanmış olan bu barış antlaşmasının imzasından önce, Ermenistan sınırlarının çizilmesi işinin Amerika Cumhurbaşkanı tarafından kabul edilip edilmediğini öğrenmek istediler[4].
Amerika'nın bu isteğe cevabı, hazırlanan barış antlaşmasının (yani Sevres Andaşması) 89'uncu maddesine göre, "Türkiye, Ermenistan ve diğer Yüksek Akit Taraflar", Ermenistan sınırlarının çizilmesi hususunda Amerika Birleşik Devletleri Başkanı'nın kararını kabul edeceklerine göre, Amerika Cumhurbaşkanı'nın bu görevi kabul edebilmesi için, önce söz konusu tarafların bu antlaşmayı imza etmeleri gerekir, şeklindeydi16. Başka bir deyişle, Başkan Wilson, Türkiye barışı imzalanmadıkça ve 89'uncu madde ile sınırların çizimi görevi veya "hakemliği"nin kendisine verilmesi "resmileşmedikçe", sınırların çizimi konusunda herhangi bir taahhüde girmek istemiyordu.
Bilindiği gibi, 10 Ağustos 1920'de İstanbul Hükümeti Sevres Antlaşması'nı imza etti ve aynı anda da, hatta daha Mayıs ayında, bu antlaşma Ankara Hükümeti, yani T.B.M.M. Hükümeti tarafından geçersiz ilân edildi. Fakat bütün bunların, Amerika'yı veya Başkan Wilson'ı etkilemediği görülüyor.
Lâkin, Sevres Antlaşması'na karşı Anadolu'da uyanan millî duygular ve Ankara'daki millî hükümet tarafından gösterilen tepkiler, işin başından beri Türkiye ile ilgili gelişmeleri, Waşington'dan çok daha farklı bir şekilde değerlendiren, Amerika'nın İstanbul'daki Yüksek Komiseri Amiral Bristol'ü, Waşington'u ciddi bir şekilde uyarma ihtiyacına sevketmiş görünüyor, Amiral Bristol'ün Waşington'a 18 Eylül 1920'de gönderdiği telgraf, özellikle Ermenistan konusunda şu noktaları vurgulamaktaydı [5]:
"Şu hususu kesin olarak belirtmek gerekir ki, Ermenistan'a (Anadolu'dan) toprak verilmesine karşı Doğu Anadolu vilâyetlerinde oluşan tepkiler, şimdiye kadar olduğundan çok daha acı ve kuvvetlidir. Ermenistan'a bırakılan toprakları, Türklerin, kuvvet zoru olmaksızın bırakacaklarına hiç kimse inanmamaktadır. Türklerin çok geniş bir çoğunluğunu temsil eden Milliyetçiler, İstanbul Hükümeti tarafından imza edilen anlaşmayı tanımamaktadırlar" ve çok muhtemeldir ki, Müttefikler, Yunanistan vasıtasıyla, bu anlaşmayı Türklere kabul ettirmeye zorlayacaklardır. Türkiye barışı, Ermenistan'a, Türkiye'nin, Başkan'ın hakemliği ile tespit edilecek doğu vilayetlerini vermektedir. Bu bölgelerde bugün fiilen Ermeniler yoktur ve Erivan "daki Ermenileri bu bölgelere yerleştirmek, yeterli koruma sağlanmadığı takdirde, karışıklıkların ortaya çıkması sonucunu verecektir".
Amiral Bristol'un bu son derece isabetli değerlendirmesi, Amerikan Hükümeti ve Başkan Wilson üzerinde tamamen etkisiz kaldığı gibi, Sevres Antlaşması'na ve Amerika'ya güvenen Rusya Ermenistam, 4 Ekim 192ü'de Türkiye'ye savaş ilân etti. Gürcistan da Ermenistan'ı destekleyeceğini bildirdi [6].
Amiral Bristol'un İstanbul'dan Waşington'a gönderdiği uyarıların, Başkan Wilson üzerinde hiç bir etkisi olmadığı anlaşılıyor. Çünkü, Başkan Wilson'ın, "önce Türkiye ile barış imzalansın" şartı üzerine, Barış Konferansı'nın Genel Sekreterliği, ilk defa olarak ve Sevres Antlaşması'nın imzasından iki ay sonra, Sevres Antlaşması'nın tam metnini, Amerika'ya vermiştir[7]. Verirken de, Sevres Antlaşması'nın 89. maddesinin, Amerika Cumhurbaşkanı'na, hem Ermenistan'ın sınırlarını çizme, hem Ermenistan'ın denize çıkmasının sağlanması ve hem de Ermenistan ile Türkiye arasındaki sınırda "gayrı askerî bölge"nin tesbiti görevini verdiği belirtilmekteydi.
Yaklaşık bir ay sonra, Amerikan Dışişleri Bakanlığı, Paris Büyükelçiliği vasıtasıyla, Başkan Wilson'ın, Ermenistan sınırları hakkında hazırlayıp, Müttefik Devletler Yüksek Konseyi'ne hitaben kaleme aldığı raporunu, söz konusu Konsey Başkanlığı'na sundu[8].
Wilson'ın Ermenistan sınırlarının çizimine ait raporunu ele almayı, yazımızın sonuna bırakarak, raporun Yüksek Konsey'e sunulmasından sonra ortaya çıkan bazı ilginç gelişmelere değinmek istiyoruz.
Başkan Wilson, 30 Kasım 1920 tarihinde Milletler Cemiyeti Konseyi Başkanı'na gönderdiği bir telgrafta[9], Ermenistan üzerinde bir Amerikan mandası tesisi teklifi, Amerikan Senatosu tarafından reddedilmiş olmakla beraber, Amerikan halkının, Ermenistan'ın kaderi ile çok yakından ilgilendiğini, fakat şu anda Ermenistan'a yardım bakımından Amerikan askerini kullanma yetkisine sahip olmadığını, ekonomik yardımın ise, yine Senato'nun kararına bağlı bulunduğunu, fakat bu karar konusunda şimdiden bir tahminde bulunamayacağını söylemiştir. Başkan Wilson, Senato'nun kesin muhalefetine rağmen, Ermenistan'a yardım için elinden gelen her türlü çabayı harcamaya kararlı görünüyordu.
Ne var ki, Wilson'ın Milletler Cemiyeti Konseyi Başkanı'na bu telgrafı gönderdiği, aynı 30 Kasım 1920 günü, İstanbul'daki Yüksek Komiser Amiral Bristol, 1 Aralık sabahı Waşington'a ulaşuğı anlaşılan telgrafında[10] şunları yazıyordu:
Ermenistan konusunun artık bittiği bildirilmektedir. Kars ve Gümrü'deki Ermeni kuvveden, çok üstün olmalarına rağmen, hezimete uğratılmış ve bir çok noktalarda Ermeni kuvvetleri kaçmıştır ("ran away"). Türkler Iğdır'ı ele geçirmiş olup, Aralık'tan bir kaç mil mesafede bulunmaktadır... Bir barış antlaşması müzakere edilmektedir. Türk hattı dahilindeki Amerikalıların güvenlikte olduğu bildirilmektedir. Bolşevikler ve Milliyetçi Türkler anlaşma içinde bulunuyor. Gümrü ve Kars'ın Ermeniler tarafından tekrar ele geçirildiğine dair haberler doğru değildir ve Ermenilerin bu iki şehri geri almaları ihtimali de mevcut değildir".
Tiflis'teki Amerikan Konsolosu Moser de, 4 aralık 1920 sabahı Waşington'a gönderdiği telgrafında şöyle demekteydi[11]:
Erivan'da resmen açıklandığına göre, Ermenistan bir Sovyet Cumhuriyeti olarak ilân edilmiştir... Sovyet Rusya Büyükelçisi'nin söylediğine göre, Sovyetler bu yeni Sovyet Cumhuriyed'ni resmen tanımışlardır. Bir hafta önce kurulan Ermeni hükümetinin devrilmesinin arkasından, Bakû'den gelen Rus kuvvetleri, Ermenistan'ın sınır bölgelerini işgale başlamıştır. Rusya bu harekâtı, Bakû'deki Ermeni Bolşevik Komitesi'nin isteği üzerine yapmıştır. Türkiye ile Ermenistan arasındaki barış müzakereleri sırasında, Gümrü'deki mahallî hükümet de Bolşeviklere katılmıştır..."
Bu gelişmeler karsısında Wilson'ın çizdiği Ermenistan haritasının havada kalması bir yana, Ermenistan'da bu gelişmeler olurken, "bağımsız Ermenistan"ın sınırlarının çizildiğinin açıklanması, hem Amerika ve hem de Müttefikler'in prestijine ağır bir darbe teşkil edecek ve bir "skandal" olacaktı. Bu sebeple, İngiltere hemen harekete geçerek, Wilson'dan, bu sınırların kamuoyuna duyurulmasının durdurulmasını istemiş ve Wilson da, çizmiş olduğu Ermenistan sınırlarını açıklamaktan vazgeçmiştir[12]. Böylece Wilson'ın çizmiş olduğu Ermenistan haritası, tarihin arşivine girecek bir belge niteliğini muhafazaya mahkûm olmaktaydı.
Wilson'ın, Ermenistan sınırlarını çizen raporuna gelince[13]: Rapor 22 Kasım 1920 tarihli olup, iki kısımdır. Raporun birinci kısmında Wilson, sınırları, yani Türkiye-Ermenistan sınırlarını çizerken, veya daha doğru bir deyişle bir kısım Türk topraklarını Ermenilere hediye ederken, hangi esas ve ilkeleri gözönünde tuttuğunu uzunca bir şekilde belirtmekte, ve ikinci kısımda ise, çizmiş olduğu sınırların geçtiği yerleri ve mevkileri, gayet ayrıntılı bir şekilde açıklamaktadır.
Bu yazımıza ek olarak verdiğimiz ve Başkan Woodrow Wilson tarafından çizildiği belirtilen ve onun imzasını taşıyan haritanın altındaki nottan, bu haritanın, Amerikan Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı tarafından, Amerikan Dışişleri Bakanlığı ile işbirliği yapılarak hazırlandığı ve bunun için de General Harbord'ın verdiği bilgilerden ve Türk Genelkurmayı'nın kullandığı 1/200.000 ölçekli harita ile, Almanların savaş sırasında yaptıkları 1/400.000 ölçekli haritalarla, İran ve Kafkaslara ait 1/1.000.000 ölçekli İngiliz haritalarından yararlandığı anlaşılmaktadır.
Wilson'ın gözönünde tuttuğunu söylediği ilke ve esasları şu şekilde özetleyebiliriz:
Sevres Antlaşması'nın 89'uncu maddesi, Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis vilâyetlerinin Ermenistan'a verilmesini öngördüğünden, sınırın çiziminde de bu dört vilâyet gözönünde tutulmuştur.
Kendi ifadesine göre, Wilson, Ermeni halkının çıkarlarına, en iyi şekilde hizmet etme endişesini taşımakla beraber, bitişik bölgelerdeki Türk, Kürt, Rum, v.s. halklara karşı da gayet adaletli davranmaya özen göstermiş.
Söz konusu dört vilâyet Ermenistan sınırları içine alınırken, sınırın çiziminde etnik yapı dikkate alınmamıştır. Çünkü bu dört vilâyette halklar, çeşidi sebeplerden, birbirine karışmıştır.
Keza, dört vilâyeti kapsayacak sınır çizilirken, "yeterli tebiî sınırlar" ve yeni devletin "coğrafi ve ekonomik vahdeti"nin asgari gerekleri gözönünde tutulmuştur.
Ermenilerin, Türklerin, Kürtlerin ve Rumların toprak isteklerini birbiriyle çatışması durumunda, Wilson, "müstakbel Ermeni Devletinin bir ekonomik hayata sahip olması" ilkesini, kesin bir faktör olarak tercih ettiğini belirtmektedir.
Sınır boyunca, Türkler ve Kürtlerle meskûn dağ ve vadilerin Türkiye'ye bırakılmasına çalışılmakla beraber, "ticaret merkezlerinin Ermenistan tarafına aktarılmasına" önem verilmiştir.
"Ermeni şehirleri (!) olan Bitlis ve Muş" un güneyinden geçen sınır çizgisi, Hakkâri ve Siirt sancakları ile, Van vilâyetinin hemen yansını Türkiye'ye bırakmıştır. Wilson için bunun gerekçesi de Siirt ve Hakkâri nüfusunun çoğunluğunun Kürt olması imiş.
Wilson, ilkeleri arasında, "Pontus Rumları" nın isteklerini de unutmadığını belirtmektedir. Zira, Pontus Rumlan, 1920 Marü'nda Londra'da yapılan Müttefikler Yüksek Konseyi toplantısına bir memorandum sunarak, Rumlarla meskûn Karadeniz kıyı bölgesinin bütünlüğünün korunmasını ve Rize'den Sinop'un batısına kadar olan bölgeye özerklik verilmesini istemişler. Lâkin, Wilson'a, Karadeniz kıyıları bakımından, sadece Trabzon vilâyeti için yetki verildiğinden, Karadeniz kıyılarının diğer kısımları için herhangi bir teklif yetkisi yokmuş. (Yani, teklif yetkisi verilse imiş, Rize'den Sinop'un batısına kadar olan Karadeniz kıyılarını da Rumlara vereceği anlaşılıyor).
Diğer taraftan Wilson, Trabzon'un nüfus çoğunluğunun Müslüman (Yani Türk) olduğunu, Trabzon'daki Ermeni nüfusun Rumlardan da az olduğunu belirtiyor, fakat, Ermenistan'ın Trabzon'dan denize çıkması hususunun en geniş şekilde ve Ermenistan'ın gelişmesini sağlayacak nitelikte olmasını istemekteydi. Bundan dolayıdır ki, Wilson, Giresun şehrinin doğusuna kadar olan, Anadolu'nun Doğu Karadeniz kıyılarını veriyordu. Ermenistan'a, denize çıkışını sağlamak için sadece Trabzon limanı değil, Anadolu'nun Karadeniz kıyılarının yaklaşık dörtte biri verilmekteydi. Wilson açısından, bunun gerekçesi de Ermenistan'ın ekonomik gelişmesinin sağlanmasıydı.
Bu surede, Wilson'ın, "gayet adaletli" davrandığı iddiasını kabul etmek için, insanın bütün gerçekleri ters-yüz etmesi gerekiyordu.
Yine, görüldüğü gibi, sınır çiziminde Wilson'ın gözönünde tuttuğu temel ilke ve esas, sadece ve sadece, Ermenistan'ın çıkarları idi. Başka bir deyişle, "her şey Ermenistan'a" ilkesi, sınır çizminin ana unsurunu teşkil etmekteydi. Dolayısıyla, Wilson'ın meşhur "milliyetler ilkesi" de tam anlamı ile bir komediye dönüşüyordu. Zaman zaman, "milliyetler ilkesi" ne ağırlık verir gibi görünmesine rağmen, çizdiği sınırların, gerçekten milliyetler ilkesine ne derece uygun düştüğü çok tartışma götürür. Meselâ Wilson, Sevres Antlaşması'nın, söz konusu dört vilâyetimizi Ermenistan'a vermesinin gerekçe ve mantığını, milliyetler ilkesi açısından hiç tartışmamış, sadece Ermeni iddialarını kendisine dayanak yapmıştır. Bitlis ve Muş'un "Ermeni" şehirleri olduğunu söylüyor, fakat bu iddiasını rakamlara ve belgelere dayandırmaktan kaçmıştır. Tarih hocalığı yapan ve 1890'da Princeton Üniversitesi'nden Profesör unvanını alan, yani güya bilim adamı olan bu zat, Ermeni propagandası ağzı ile, Bitlis ve Muş'un "Ermeni" şehirleri olduğunu söyleyip işin içinden sıyrılıveriyor. Herhalde, "milliyetler ilkesi"nin ciddi ve bilimsel uygulaması bu değildir.
Belirttiğimiz gibi ve kendisinin de raporunda sık sık kullandığı bir ifade ile, "Ermenistan'ın istikbâli ve ekonomik gelişmesi" endişesi, Wilson için, her türlü ilkenin önüne geçmiştir. Bir halde ki, Wilson, "Bağımsız Ermenistan'ın kurucu babası olmayı, siyasî kariyerinin en büyük hedefi ve ihtirası haline getirmiş görünmekteydi.
İlkeler ve esaslar konusunda belirtilmesi gereken son bir nokta da, Ermenistan sınırının çizilmesi dolayısıyla, yine Sevres'in 89'uncu maddesi ile, bir de Osmanlı Devleti (Türkiye) tarafında, "gayrı askerî bir bölgenin sınırlarının çizilmesi görevinin de Wilson'a verilmiş olmasıydı.
Wilson bu işe girişmemiştir. Gerekçesi ise, gayrı askerî bölge tesis etmenin, karmaşık tedbir ve düzenlemeleri gerektirmesiydi. (Şüphesiz bu, Ermenistan'a gelişigüzel toprak vermek gibi olmayacaktı). Bu ise Wilson'a göre, hem pratik değil ve hem de gereksizdi. Zira, Sevres Antlaşması'nın 177'nci maddesi, Türkiye'ye bırakılan topraklardaki bütün "kalelerin" ("existing forts") silahsızlandırılmasını öngördüğü gibi, bir "karışıklık" (yani bir Türk saldırısı) halinde, Müttefiklere müdahale hakkı veriyordu. Bunun için de bir Müttefiklerarası Kontrol Komisyonu kurulacaktı. Bu sebeplerden dolayı, Wilson'a göre, ayrıca bir de "gayrı askerî bölge" tesisine gerek yoktu.
Burada Wilson'ın peşin hükümlü ve peşin kararlı tutumu bir kere daha ortaya çıkmaktadır. "Gayrı askerî bölge" tesisi, Sevres Antlaşması'nın bir hükmü ve Ermenistan sınırlarının çizilmesiyle birlikte kendisinin hakemliğine, dolayısıyla görevine havale edilmiş bir husus olduğu halde, Wilson kendi takdiri ile bu konuyu bertaraf ediyor, fakat Bitlis ve Muş'un "Ermeni" olduğunu ileri sürerken ve Trabzon'da ancak bir avuç Ermeni bulunduğu halde, burasını da Ermenistan'a verirken, bütün bu hususları tarafsız bir analizden geçirerek, Sevres Antlaşması'nın mantıksızlığını tartışmaya yanaşmıyordu.
Wilson Raporu'nun ikinci kısmı, doğrudan doğruya sınırı ayrıntılı bir şekilde çizmekteydi. Raporun bu kısımının tercümesini vermek yerine, faksimilesini vermeyi tercih etük. Zira, Rapor'un sınır çizimine ait kısmında, bir çok köyler, yerleşimler ve fizikî coğrafya isimleri, o zamanki şekliyle yer almaktadır ve bunlardan bazılarının bugünkü isimlerini ve Rapor'daki telâffuzlarından o zamanki isimlerini dahi tespit etmek kolay değildir.
Nihayet, bu belgeler Türk Tarih'in birer kalıntısından ibarettir. Bizim burada asıl vurgulamak istediğimiz, Büyük Atatürk'ün başlattığı Türk Millî Mücadelesi'nin ve Millî Devlet kurma çabasının daha başlangıcında, Amerika'nın Türk Milleti'ne karşı tutumunu ortaya koymak ve bu tutumdan, günümüze bazı ışıklar getirmektir.
Bununla beraber, incelememizin sonuna, yine Amerikan belgeleri arasında yayınlanan ve Doğu Anadolu topraklarımızdan Ermenistan'a verilen, yani Türk Vatanı'ndan koparılmak istenen toprakları gösteren bir haritayı da koyduk[14]. Belgelerde, çizilen sınırın çok daha ayrıntılı bir haritasından söz edilmekte ise de, bu harita belgeler arasında yayınlanmamıştır[15].
Dipnotlar:
1 - Pratik görünmüyor, çünkü Fransızlar, 1919 Eylülü'nde İskenderun ve Mersin'e 12.000 kişilik bir kuvvet çıkararak Kilikya'yı kontrol alana almışlardı. Bu olay Amerika'yı şaşkına çevirdi. Çünkü, sanılmıştı ki, Fransızlar, bu bölgeleri Ermenistan için işgal etmekteydiler. Halbuki, bu sırada Fransa, Ermenistan'ı kurtarmak için Batum, v.s. ye asker gönderemeyeceğini söylemekteydi. Bak.: Papers....1920/111, p. 840; ayrıca bak.: Evans, adı geçen eser, p. 185.
2 - Amerika Dışişleri Bakanlığı'ndan Paris Büyûkelçiliği'ne 17 Mayıs 1920 günlü telgraf,
aynı kaynak, p. 783.
3 - Memorandumun metni: Papers....l920/III, p. 784-785.
4 - Waşinton'daki İngiliz Büyükeçiliği'nden Amerikan Dışişleri Bakanlığı'na 6 Ağustos 1920 günlü nota, aynı kaynak, p. 787.
5 - Amerikan Dışişleri Bakanlığı'ndan İngiltere Büyükelçiliği'ne 13 Ağustos 1920 tarihli
nota, aynı kaynak, p. 787-788.
6 - Yüksek Komiser Bristol'den Waşington'a İS Eylül 1920 günlü telgraf, Papers...l920/III, p. 788.
7 - Amiral Bristol'un Dışişleri Bakanlığı'na 10 Ekim 1920 günlü telgrafı, aynı kaynak, p. 788- 789.
8 - Paris Büyükelçiliği'nden Dışişleri Bakanlığı'na 18 Ekim 1920 günlü telgraf, aynı kaynak, p. 789.
9 - Amerikan Dışişleri Bakanı'ndan Paris Büyükelçisi'ne 24 Kasım 1920 günlü telgraf
Papers...l920/III, p. 789-790.
10 - Telgrafın metni: aynı kaynak, p. 804-305.
11 - Telgrafın metni: aynı kaynak, p. 805.
12 - Telgrafın metni: aynı kaynak, p. 806-807. Bu telgraf Waşington'a 11 Aralık'ta ulaşmıştır. u Bak.: Papers...1920/111, p. 807-808.
13 - Raporun tam metni: aynı kaynak, p. 790-804.
14 - İncelememizin sonunda verdiğimiz harita: Papers...l920/IWün. sonunda yayınlanmıştır.
15 - Bak.: papeı?...1920/III, p. 790, 51 no.lu not.
hhtp://www.heddam.com
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:
Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,
Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.
Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!
Ne mutlu Türküm diyene!.
Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,
Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.
Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!
Ne mutlu Türküm diyene!.
Bunları Biliyor muydunuz?
Bunları Biliyor muydunuz?
* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”
* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,
* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,
* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,
*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,
* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,
* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...
* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”
* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,
* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,
* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,
*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,
* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,
* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...